Bir dağ başında olmalıydık şimdi seninle
Uzanıp çimenlerin üstüne
Şiirler okumalıydık mavi ırmaklara
Öpüp güneşi alnından sevdiğimizin
Sisler aralanınca çekip gitmeliydik
Şimdi bir dağ başında olmalıydık seninle
Oturup bir gönül sofrasına,
Dostluğa kadehler kaldırıp
İçimizdeki yangını bölüşmeliydik
Bir pınarın soğuk buğusuna daldırıp ağzımızı,
Çatlayan dudaklarımızla hayatı öpmeliydik
Sular aydınlanınca çekip gitmeliydik
Bir dağ başında olmalıydık şimdi seninle
Türküler söylemeliydik esen yellere
Unutup acıyı, ayrılığı, gurbeti
Hasreti içimizin yangınına gömmeliydik
Kapılar kapanınca karanlığa
Yollar aydınlanınca çekip gitmelidik
Bir dağ başında olmalıydık şimdi seninle
Issızda bağrını döven bir ırmak gibi
Dizleri kanamış bir çocuk gibi doyasıya ağlamalıydık
Çıkarsız dostluklar, kirlenmemiş sevgiler
Ve dünyadaki tüm güzel şeyler adına
Çirkinliklere, çirkefliklere dayanmalıydık
Obalar sıralanınca karşı sırtlara
Gün aydınlanınca çekip gitmeliydik
Sen gülünce ne güzelde gülümserdi beyaz gül
Nasıl da sevinçle gelirdi dağlara bahar
Dallar tomurcuklanır, kuşlar öter, sular çağıldar
Muştular bölüşmeye koşardı ardından çocuklar
Bir kervan alıp giderdi başını bilinmeyen diyarlara
Şimdi ne yana baksam gözlerin doluyor usuma ah
Gelincikleri okşuyor ellerin
Gülüşün ki, çiçeklerin bir başka adıydı karlı yamaçlarda
Yitik bir mevsimin kıyısında kaldı anılarımız
Savrulmuş ömrümüzün her yaprağında bir şiir sarardı
Şimdi yoksun, rüzgarlar seni üşür, türküler seni söyler
Her bahar gelişinde bir çiçek büker boynunu
Bir menekşede açar gözlerin
Büyür yüreğimin kıvrımlarında
Sular ağıtlarla çağlayıp gider
Mavi ne de çok yakışırdı gülüşüne ah kardeşim
En çok da papatyalar yıkıldı gidişine
Bir de alnı munzur işlemeli kızlar
Şimdi hangi ırmak soğutur yürek yangınımı
Hangi dağ bölüşür acımı, hangi pınar, hangi bahar
Efkarımı hangi rüzgar dindirir
Irmağım sendin pınarım sen, dağım rüzgarım sen, baharım sen
Gide gide sana geleyim derken
Cüppeler içinde kaldım AtaTürk
Küpeler kulakta saçlar omuzda
Züppeler içinde kaldım AtaTürk
XXX
Bıraktığın gençlik nere gidiyor
Damarından iran arap akıyor
Gözler göre göre insan yakıyor
Mollalar içinde kaldım AtaTürk
XXX
Laiklik nerde uygarlık nerde
Uygulanmaz oldu devrimin nerde
Baştakiler çekmiş gözüne perde
Çeteler içinde kaldım AtaTürk
XXX
Epeydir yorulduk perişan olduk
Baştakiler beni bizde ot yolduk
Emrah iyim velhasıl yorulduk
Nolur kalkıp gelsen görsen AtaTürk
Baharda şenlenir bağı, bahçesi
Kokusu başkadır benim köyümün
Unutturur adama gamı, kederi
Havası başkadır benim köyümün
XXX
Akşam olur herkes döner evine
Can kurban inan ki benim köyüme
Gülabi'nin torunları derler bizlere
Özü başkadır benim köyümün
XXX
Yeşil yeşil meşeleri var dağında
Meyve ağaçları çiçek açar bağında
Her çeşit otlar yeşerir toprağında
Yeşili başkadır benim köyümün
XXX
Köyümün kenarından akar çayı
Kıvrım kıvrım dolanır sular tarlayı
Unuttum sanma orda olmayı
Dostluğu başkadır benim köyümün
XXX
Yaz gelince çıkarlar yaylaya
Gurbetçiler hasretle döner sılaya
Benden selam olsun Aziz Ağa'ya
Sevgisi başkadır benim köyümün
İslam´ı Türkçeleştirme girişimin kısa tarihi:
Türkiye Cumhuriyeti´nin ilk kurulduğu dönemde Arapça orijinalinin yerine, Diyanet İşleri Başkanlığı´nın 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelgesi ile ezanın Türkçe okunmasıdır. CHP´nin tek parti iktidarı döneminde uygulamada kaldı.
1931 yılının Aralık ayında, Mustafa Kemal'in emriyle dokuz hafız, Dolmabahçe Sarayı'nda ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı. Kuran'ın Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul'da Yerebatan Camii'nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu. Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rifat Bey tarafından Fatih Camii'nde okundu.
3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesi'nde de, Ayasofya Camii'nde Türkçe Kuran, tekbir ve kamet okundu.
18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Riyaseti, ezanın Türkçe okunmasına karar verdi. Takip eden günlerde, yurdun her yerindeki Evkaf Müdürlüklerine Türkçe ezan metni gönderildi.
4 Şubat 1933 tarihinde, müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların kati ve şedid (kesim ve şiddetli) bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderildi
Türkçe ezanın metni
Tanrı uludur
Tanrı uludur
Tanrı uludur
Tanrı uludur
Şüphesiz bilirim ve bildiririm: Tanrı'dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim ve bildiririm: Tanrı'dan başka yoktur tapacak
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı'nın elçisidir Muhammed
Haydi namaza, haydi namaza
Haydi felaha, haydi felaha
(Namaz uykudan hayırlıdır)
Tanrı uludur, Tanrı uludur
Tanrı'dan başka yoktur tapacak.
Türkçe ezan ilk olarak 1932 yılında İstanbul Fatih Camii´nde okundu.
18 sene boyunca ezan Türkçe okunmuş, daha sonra Demokrat Parti´nin iktidara gelmesi ile 16 Haziran 1950´de ezanın Arapça da okunabilmesine izin verilmiştir. İlgili kararla, Türkçe ezan yasaklanmasa da, Türkçe ezan okunması tümüyle terkedilmiştir. Günümüzde, serbest olmasına karşın, camilerde yalnızca Arapça ezan okunmaktadır.
Yaşlı kurumaya yüz tutmuş
Kaç asırlar geçirmiş bilinmez
Kaç sevdalar eskitmiş
Sözler verilmiş bezler çaputlar bağlanmış
Kaç yağmurlarla fırtınalarla boğuşmuş
Kaç yolcular kervanlar konmuş göçmüş
Gölgesinde hayvanlar barınmış
XXX
İşte sessiz bir tarih duruyor
Dalları budakları kuru çalıya benzeyen
Sanki durmaktan yorulmuş bıkmış
Dünyanın gamını çilesini çekmekten
Yıldırımlar vurmuş gölgesine
Simsiyah kömür gibi yakmış
Kurumaya yüz tutarken
Gelen geçen sadece bakmış
XXX
Vicdansızlığı sadece insana mahsus sanmayın
Parçalanmış bir kayanın dağıldığı
Gösterişli bir binanın dökülüp harap olduğu
Bir sokak çeşmesinin kesildiği gibi
Yılların asırların hengâmesine direnmek
Zamanla yarışmak yenilmek boyun eğmek
Kolay mı bir geçmişi yangına küle göndermek
XXX
Çaresizsin biliyorum dilek ağacı
Mümkün olsa çabalasam yerinmesem
Ellerimle sana güç versem yeşertsem
Al yeşil saçaklı dallarınla gürleşsen
Sahipsizsin biliyorum dilek ağacı
Bir sevdalı olsan coş sanda sevinsen
XXX
Şu vefasızlık yeryüzünde hangi nesnede yok
Hangi canlıda bir başlangıç gibi
Ölümsüz bir hazin yok
Bu belki de seninle son konuşma
Son ayrılıktır son veda
Gidiyorum belli olmaz dönmem bir daha
Yaralı bezenmiş mazinle sana elveda
Biri Ermeni, biri Kürt, diğeri Türk üç arkadaş yolda giderken susamış; o sırada gözlerine bir bağ ilişmiş. Salkım salkım üzümler... "Girelim bahçeye, sahibi varsa parasını verir afiyetle yeriz. Yoksa, bir iki salkım üzümden ne çıkar" diye düşünmüşler. Üzümleri tam yemeğe başlamışlar ki, bağın sahibi gelmiş. Ermeni'nin üzerinde papaz kıyafeti varmış. Onun, farklı bir dinden olduğu anlamış bağ sahibi; diğer ikisine sormuş: "Siz kimsiniz, nesiniz?" Biri Kürt, diğeri Türk olduğunu söyleyince, üçüyle bir arada başa çıkamayacağı için, basmış papaza dayağı. "Bunlar benim din kardeşim. Ya sana ne oluyor?" Papaz, "Parasını ödeyecektim" dese de, bağcının sopası sırtına inip duruyormuş. Kürt ve Türk, tepki vermeden bu dayağı seyretmiş. Papaz yere yıkılınca, bağcı bu defa Kürt adama dönmüş: "Sen benim din kardeşimsin ama, gene de kuyumuzu kazarsın. Arkadaşınla aynı ırktanız. Benim kanımdandır. Yesin malımı, helâli hoş olsun." Bu defa Kürt'ü dövmeye başlamış, Türk'ün sesi çıkmamış. Onu da hakladıktan sonra, bağcı, Türk'e yönelmiş: "Tamam anladık, Türksün, aynı kandanız, aynı dindeniz fakat, sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?" diye sormuş; bu defa ona vurmaya başlamış. Türk, bir yumrukla yere yuvarlanınca Kürt'e dönmüş ve "Biz" demiş "İlk başta, papazı dövdürmeyecektik."
YEŞİL BİR DÜNYA İSTİYORUM
Betonların az, bahçelerin, parkların bol olduğu,
Akaryakıt kullanımının az, oksijenin bol olduğu,
Yakılan ağaçların olmadığı, dikilen ağarların bol olduğu,
Çevre dostu insanların olduğu bir dünya istiyorum.
Mermilerin, bombaların uçmadığı, beyaz güvercinlerin uçtuğu,
Yok olan dostlukların üzerine sevgi tomurcuklarının serpiştiği,
Öldürülen Filistinli kardeşlerimin yerine, huzurun, insanlığın, kardeşliğin doğduğu,
Doğadaki canlılar gibi kardeşçe yaşayacağımız bir dünya istiyorum.
Bilgiden fakir olmayan, bilgili insanların çok olduğu,
Okumaktan hakir, okumanın çok olduğu,
Sevgiden uzak insanların yerine, sevgi saçan insanların olduğu,
Sevgi çiçeklerinin olduğu bir dünya istiyorum.
Tabiatı yok edenlerin yerine tabiat gönüllülerinin olduğu,
Yok olan tabiatın yerine, yeşilin bol olduğu,
Fidansız toprağın yerine, fidanlar bol ekildiği,
Yeşil bir dünya istiyorum.
Salih ÇETİN
Kartal yuvasındaydı
Gecenin karanlığında.
Sert bakışlarını saklamadı
Sabahın ayazında.
XXX
Ateş düştü yuvasına birden
Uçtu göğe doğru aniden
Avladı çakalları tepelerinden
Yuvasına döndü yeniden.
XXX
Teker teker kardeşlerini saydı
Birkaçından ses alamadı
Bütün şanıyla haykırdı
Sesi bütün dünyada yankılandı.
XXX
Yummadı gözlerini hilali için
Terketmedi yuvasını yıldızı için
Verdi kanını kırmızısı için
Türk ordusu yılmaz vatanı için.
Ben seni unutmadımda
Aklımdasın bilesin
Seni gördüğümden beri
Aklımdasın fikrimdesin
XXX
Sabah erken kalkıyonda
Fındıkları topluyon
Hasretinden ölüyomda
Hiç bu yana bakmıyon
XXX
Boztepeden altındada
Trabzon’un limanı
Boztepenin kızındada
Ne din var ne imanı
Baharda şenlenir bağı, bahçesi
Kokusu başkadır benim köyümün
Unutturur adama gamı, kederi
Havası başkadır benim köyümün
XXX
Akşam olur herkes döner evine
Can kurban inan ki benim köyüme
Gülabi'nin torunları derler bizlere
Özü başkadır benim köyümün
XXX
Yeşil yeşil meşeleri var dağında
Meyve ağaçları çiçek açar bağında
Her çeşit otlar yeşerir toprağında
Yeşili başkadır benim köyümün
XXX
Köyümün kenarından akar çayı
Kıvrım kıvrım dolanır sular tarlayı
Unuttum sanma orda olmayı
Dostluğu başkadır benim köyümün
XXX
Yaz gelince çıkarlar yaylaya
Gurbetçiler hasretle döner sılaya
Benden selam olsun Aziz Ağa'ya
Sevgisi başkadır benim köyümün
Mert olun dedim beyler biraz daha mert olun
Hukukun karşısında doğru dürüst fert olun
Kim dedi; insanların başlarına dert olun
Milletim hak etmiyor kan fışkırtan ayağı
Halktan yiyeceksiniz elbet bir gün dayağı.
İnkar etme açıkla; Ama ekmek parası
İşi mi var milletin ne yapsın fukarası
Çalışmak zorundaydık dağ uçurum arası
Açılan okullarda kaldık biraz aş için
Yuvanın temeline bırakmaya taş için.
Alakam yok derseniz mazlum olan ne desin
Kaçma korkak kuş gibi bir söyle neredesin
Polisleri duyunca kesilir mi nefesin
Sonuna kadar inkar doğru ne zaman gelir
Gök düşer üstünüze kızgın asuman gelir.
Yurtdışına çıkarak rahatına bakanlar
Alakasız isimle insanları yakanlar
İnşAllah sizlere de basacak hafakanlar
Bu karmaşık oyundan çıkacağım ant olsun
Hepinizi mezara tıkacağım ant olsun.
BU DİZELERİ NEDEN YAZDIM
Cemaat denilen oluşumu yaklaşık 20 yıl önce duymuştum. Duyduğumuz kadarıyla inançlı, Allah'ı peygamber efendimizi seven, yardım sever, eğitime ve bilime önem veren kişilerdi. Aralarına girmesem de saygı duyardım. Ben hümanist bir yapıda Cumhuriyetçi bir kadınım ve en önemlisi anayım, anacım. Onun için din, dil, ırk farkı aramam arkadaşlıklarımda ve hep öyle kalmaya çalışmışımdır. Sadece cemaat değil hiçbir siyasi görüşle fanatik bir bağlantım olmamıştır. Onların iç yüzünü gerçekten bilenler ve kandırıldık diye kendilerini aklayanlar bu günkü siyasilerdir. Nasıl kandırıldıkları da meçhul. İlkokul 3. Sınıftan sonra okul yüzü görmemiş bir cami imamı tarafından hem de..
15 temmuzda kötü bir olay yaşadık. Gerçekten kim yaptı Allah bilir. Körü körüne de kimseyi suçlayamam. O geceden başlayarak birkaç gün içinde on binlerce kişi tespit edilip yakalandı. Ne çabuk öğrenmişlerdi hayret edilecek bir durum. Sonra tutuklamalar işten atmalar devam etti. Hapishaneler dolmuştu. Yer açmak için katilleri, hırsızları, ahlak yoksunu tecavüzcüleri serbest bıraktılar ve yeni hapishaneler yapılmaya başlandı. Emniyet görevlileri polis kardeşlerimiz işlerini en süratli biçimde hallederken yargı tamamen durdu. Suçlu suçsuz herkes damgalandı ama aylar geçtiği halde duruşmaları görülmüyor.
Cemaatin ön saflarında olanlar hariç geri kalan hizmet aşkıyla, işsiz kaldığı için onların verdikleri işlerde çalışanlar, diğerlerine göre çok daha başarılı öğrenciler yetiştiren ve devletin izniyle açılan okullarda çocuğunu okutan veliler KANDIRILMIŞ değil SUÇLU kabul edildi. Bana göre onlar suçlu değildiler, devletin sağlayamadığı imkanları diğerleri sağladı. Yuva kurmak için, çocuklarının nafakasını sağlayabilmek için çalışmak zorundaydılar. Nasıl ki madenciler kaderlerinde yazıldığı söylenen göçük tehlikesini yaşayıp yine de çalışmaya devam ediyorlarsa öyle..
İdareci konumunda olanlar kaçtılar. Bazıları da başka isimleri kullanarak sahte kimliklerle, kimlik bilgileriyle telefon hattı alıp işlerine devam ettiler. En çok kızdığım o kişiler. Madem bir iş yaptınız gidip mertçe teslim olun ve suçsuz insanlar kurtulsun. Ya kendinizi aklar ya da cezanızı çekersiniz. İnsanlık bunu gerektirir.
Şimdi çözülmeyin deniliyormuş, sonuna kadar bizlerle olduğunuzu inkar edin! Peki bu işin içinde olanlar inkar ederse hiçbir şeyden haberi olmayan, kimliği kullanılan insanlar nasıl kendilerini savunacaklar? Ekmeğini yiyip, hizmetini edip, nemalanan kişiler şimdi masum insanların savunma hakkını da ellerinden almış olmuyor mu? Belki bazıları masum çok az diyecek ama haksız yere vurulan damga sadece o kişiyi değil tüm ailesini de etkiliyor.
Yaşamaz ölümü göze almayan.
Zafer, göz yummadan koşana gider.
Bayrağa kanının alı çalmayan,
Gözyaşı boşana boşana gider!
Kazanmak istersen sen de zaferi
Gürleyen sesinle doldur gökleri
Zafer dedikleri kahraman peri
Susandan kaçar da coşana gider.
Bu yolda herkes bir ey delikanlı
Diriler şerefli ölüler şanlı
Yurt için döğüşen başı dumanlı
Her zaman bu şandan, o şana gider
Ülkemdeki insanları hayretle izledim
Şöyle etrafıma baktım, şaştım, tanıyamadım
Kara sakal, yeşil cübbe, başta sarık, alışamadım
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Bana öğretilen din; gönüldedir, haldedir
İnsan ayırmamalı, her yaratılan kardeştir
Şimdi bu benlik neden, acep bilmem ne iştir
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Dört kitabı bir tutmayan İslam olamaz
Kul hakkıyla yola çıkan menzile varamaz
Cahil hoca emri ile hedef vurulmaz
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Yüce Tanrım akıl vermiş, fikir vermiş, yön vermiş
Al yüce kitabını oku diye göz vermiş
Kara cahil bu günlerde diken gibi boy vermiş
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Yeşil bayrak açmışlar kurtardığın vatanda
Küfrettiler adına toplanıp meydanlarda
Ölmeye hazırız biz bu vatan toprağında
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
XXX
Övmek yerine bir gün anlasaydık biz seni
Bin Kemal doğardı, aratmazdık hiç seni
Yarın haykıracak elbet şu gençliğin gür sesi
Gel Kemal`im gel ülken arıyor seni
Karadenizli arkadaşlarım genellikle Erzurumluların çaydan anlamadığını iddia etmekte ve Erzurum’da içilen çayı beğenmemektedirler. Kısmen haklıdırlar da, ama bilmedikleri çok şey vardır…
demlikErzurum’da çaya ait ayrı bir kültür vardır, bu yüzden dışarıdan gelen birisi ilk karşılaştığında şaşkınlığını gizleyemez. Bir kere Erzurum’da çay çok ama çok içilir; bu yüzden bardak bardak değil genellikle demlikle servis edilir. Mutfaktan bardakla taşımakla çaya doyulamayacağı (taşıma su ile değirmen dönmez) bilindiği ve bir de ev sahibine -ikide bir kaldırmak suretiyle- eziyet etmemek için, demlik oturulan mekana getirilir; sohbete, kesintisiz devam edilir. Demlikteki çay çabuk soğumasın diye bazen demliklerin üzerine örtü örtülür mesela…Demlikten çıkan son bardak önemlidir. En son kime denk gelirse, bir sonraki sefere çay demleme görevi ona verilir. Demlikten çıkan son bardak yarım kalırsa eğer, kime aitse o kişiyi kaynanası sevmiyordur mesela…
Çay, açık içilir. Çok fazla demlenirse çayın acıyacağı düşünülür. Ayrıca çok içebilmek için de renginin açık olması gerekir. O kadarcık az demi bile çok bulanlar; çok sıcak su, azıcık dem koy(dur)arak, adına “kant” denilen çaydan içerler. Bazen de tersi olur; çayı çok açık bulan, “Bu ne yav(yahu), nenemin abdest suyu gibi” diyerek çayı olduğu gibi geri gönderebilir mesela…
Çay, her bardakla içilmez. Mutlaka cam bardakta olmalıdır, hatta ince belli olanlarından. Son zamanlarda piyasaya çıkan “Sibel Can” bardağı gibi farklı bardaklarla tiryakilere çay içiremezsiniz. İlle de ince belli cam bardak, tercihen beline altın yaldızlı şerit çekilmiş “helli bardak” olması gerekir. Eğer bir yerde misafirseniz, kapasitenizi iyi hesaplamanız gerekir, ev sahibi son iki-üç bardak için mutlaka ısrar edecektir. İçmiyorum dedikten sonra önce “hatır çayı“, ardından “zor çayı” ve en sonunda da “cırıldım çayı” içirilir mesela…
limonlu_cayÇay, yanında limon olmadan ortaya getirilmez. Limon genelde iri iri yarım halkalar şeklinde dilimlenir. Gelen limon önce çaya sıkılır, sıkıldıktan sonra da bardağa atılır. Limonun bardağa sığmamak gibi bir lüksü yoktur, sağ işaret parmağıyla resmen ittirilir bardağın içine. O da yetmez bardaktaki çay bitince, bazen limon kabuğuna kadar kemirilir, bazen de kabuğuyla beraber yenir. Bazen bir limonla birkaç çay içilir; arada bir ev sahibi, “limonunuzu değiştireyim mi?“, diye sorar mesela… Ekabir takımı, çaya kabuğuyla atılan limon diliminin çayın zararlı maddelerini üzerine çekip topladığını, bir çeşit çayı temizlediğini iddia eder ama yine de kendilerini tutamaz, sonunda iştahlı iştahlı onlar da kemirirler limonu. Çaya limon atılınca, rengi biraz daha açılır; demli çayı çarpıntı yaptığı için içemeyenlere çaya limon atması tavsiye edilir mesela…
Çay, demlikten, yaprakları süzülmeden doldurulur; otlu otlu içilir. Bir de çay falı bakılır; bardakta çayın sapları yüzüyorsa misafir geleceği düşünülür. Sap uzunsa uzun boylu, kısaysa kısa boylu misafir… Çay şifadır aynı zamanda; it dirseği, arpacık gibi göz hastalıklarının pansumanı çayla yapılır. Çay, her saat içilebilir; ve her daim sıcak içilir. Çok sıcak olmasına rağmen çayı bir yudumda bitirenlere “teneke ağızlı” denir. “Haşlama (ya da aşlama)” diye bir çay demleme şekli daha vardır. Demli çay, sıcak sudan önce biterse, demin bulunduğu demliğin üzerine sıcak su eklenerek “aş(ı)lama” yapılır. Bir esnafın yanında otururken, çay istendiğinde, tepside ve bardakların ağızları altta olacak şekilde ters konmuş olarak getirilir. Böylece çay soğumadan götürülür mekana. Çayı getiren çırak, maharetle, dökmeden bardakları alt-üst ettikten sonra çayları bırakır önünüzdeki sehpa ya da masaya. Kışın hava soğuk diye çok çay içildiği düşünülür ama yazın da en az kış ayları kadar çok çay içilir Erzurum’da. Hatta, yazın sıcak havalarda, harareti, çay kadar hiçbir şeyin kesemediği düşünülür mesela…
Semaver çayı da çok meşhurdur. Erzurum dışına çıkmamış olanlar, semaverin anayurdunun Erzurum olduğunu sanır. Semaver kültürü Erzurum’a özgü olmasa da sacdan yapılan özel Erzurum semaveri vardır. İnce olduğu ve suyu çabuk kaynattığı için, bilenler ve tutkunları, mutlaka semaver sipariş ederler Erzurum’dan. Pikniklerin vazgeçilmez klasiklerindendir sac semaverler. Her işin ehli olduğu gibi, hemen her ailede semaver yakma ustaları vardır. Kimseye bırakmazlar semaver yakmayı. Tüttürmeden semaver yakmak ya da mangaldan önce suyu kaynatmak marifet sayılır. Tipik Erzurumlu tarifi nedir diye soracak olursanız, (bana göre) yazın dere kenarında, kavak ağacına yaslanmış, semaver çayı içen adamdır derim mesela…
Kahvehanelerde de evlerde de çayın yanında çay kaşığı getirilmez. Çay kaşığını ayrıca istemeniz gerekir. Çaya şeker atmak delikanlılığın raconuna aykırıdır aynı zamanda. Evlerde hanımlar arasında ya akide şekeriyle (özellikle limonlu ve tarçınlı olanından) ya da kayısı, üzüm, incir gibi meyve kurularıyla çay içme şansınız olabilir ama dışarıda iseniz hemen hemen tek alternatif vardır; çay, kıtlama içilecektir. Erzurumlu olmayanlar kıtlama çayı bazen “kırtlama” çay diye yanlış telaffuz ederler. Kıtlama çay her şekerle olmaz; Erzurum yapımı özel, sert bir şeker olan “kesme şeker” gerekir. Bu şeker sadece Erzurum’da bulunduğundan, başka şehirlerde yaşayan akrabalara ilk götürülen hediyedir mesela…
Kıtlama şeker ile ilgili öyküleri daha sonra paylaşmak dileğiyle…
Demokrasi hevesiyle düştük ki bir oyuna
Söylemekten dinlemekten döndük deli koyuna
Çırpınırken düşüverdik elin dümen suyuna
Kim ne derse desin varsın iradene sahip ol
Cumhuriyet değil midir aranacak doğru yol.
Kaybol artık be kardeşim nefretinle kininle
Aç gözünü bul yolunu bir de doğru söz dinle
Düşe kalka gidiyorken düzgün yoldan seninle
Kim ne derse desin varsın iradene sahip ol
Cumhuriyet değil midir aranacak doğru yol.
Görülürse idarede herhangi bir noksanlık
Çare ara kaybetmeden değerini insanlık
Aklınızdan geçirmeyin başka şeyi bir anlık
Kim ne derse desin varsın iradene sahip ol
Cumhuriyet değil midir aranacak doğru yol.
Arabana bir düzen ver yola bulma kusuru
Yol değil mi elbette ki ya ıslaktır ya kuru
Gelsin diye beklemeyin fırtınayı yağmuru
Kim ne derse desin varsın iradene sahip ol
Cumhuriyet değil midir aranacak doğru yol.
Elde görüp heveslenme denenmeden aş olmaz
Ata semer vurulursa görüntüsü hoş olmaz
Onun bunun öncüsünden bu millete baş olmaz
Kim ne derse desin varsın iradene sahip ol
Cumhuriyet değil midir aranacak doğru yol.
Ömür boyu dikkat eyle ahlakına huyuna
Refah için bakınırken ufuklara boyuna
Hiç ihanet değil midir şehit düşen soyuna
Kim ne derse desin varsın iradene sahip ol
Cumhuriyet değil midir aranacak doğru yol.
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
biz de soluk alıp vermedeyiz
yani her insan gibisevmekteyiz, seviecek şeyleri
bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği
kurban bayramlarında kınalı koçları
başları eloyasıişlemeli yemeni ile kapalı
bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları
kalbim ağrıyorsa da kardeşim
gönlüm bulanıyorsa
tedirginsem kuşkuluysam
kalın kitapların yazdığına bakarsan
acaip suçluysam
havada ihanetdışarıda sıcak
duvarda yazılar
kalbimizde acılar varsa da
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
mektubun geldi bugün haziran
kimselere göstermediğin ak saçlarının kıvrımlarından
haberin geldi
haberin geldi iki damla gözyaşın kağıtta
çok bakarsın yağmur yağanda
ıslak ve buğulu camların ardından bilirim
bilirim, acı
nasıl oturur adam yüreğine
ne var yani işte
iyiyim diyorum ya
inan olsun iyiyim anne
insan gerçekten iyi oluyor, iyiyim dedikçe
bak üzülme
yazıyorum bir daha
nolur üzülme
üzülmüyor analar
oğulları üzülmüyorum dedikçe
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
biz de soluk alıp vermedeyiz
yani her insan gib isevmekteyiz, seviecek şeyleri
bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği
kurban bayramlarında kınalı koçları
başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı
bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları