- Lan olum Rus ruleti öyle mi oynanır dur da göstereyim.
- Teker teker gelin layn...
- Sevgilim, abin bizi böyle görse ne yapardı?
- Korkma, bu tünelden yllardr tren geçmiyor...
- Abi çevremizde fazla polis yok, teslim olmayalım, kaçalım abi...
- Geeel, geeel, sağ yap gel.
- Abi çok seri bi araba bu yaaa...
- Demek piranha dedikleri şey bu. Hiho, bak Hulusi abi bıyıkları ile oynuyom bi şey olmuyo.
- O irmikleri neden aldın Nurhan, helva mı yapıcan? Niye?
- Burası Fener tribünü değil mi?
- Bah bah bah hala uzunlarla geliyo...
- Müjdemi isterim Turhan abi bi kızın daha oldu.
- Ordular ileri... Allah, allah, allah, allah...
- Kim bekler lan yeşilin yanmasını?!
- Bekle Cemşit abi ben bi dalıp çıkıcam.
- Hala karlı gösteriyor mu hanım?
- Elektrikçiye ne gerek var canım, ben hallederim.
- Gel abi burası boyu geçmiyo.
- Vakkas abi. Senin için öyle böyle diyorlar, doğru mu?
- Hihoha... Bak gelen şey köpekbalığına ne kadar da benziyor.
- Rasim abi, kafesin kapısı kapalı değil mi?
- Baba... Ben hamileyim.
- Yapma Satılmış abi, şeytan doldurur.
- Bu külüstür essahtan 200 yapıyor mu?
- Semra'cığım bak arabanın ibresi 200'ü gösteriyor.
- Ben öldükten sonra tablolarım çok para edecek Ayşegül..
- Boğaza gelip temiz hava almayı iyi akıl ettik... Çocuğum oynama şu arabanın el freniyle...
- Doktora neyin gerek yok. Beni üfürükçü Sabit hocaya götürün.
- Ohooo doktorun her dediğini yapsak açlıktan ölürüz birader. Hadi yeyin yeyin afiyet olsun...
- Ulan, biz bugüne kadar kaç bomba imha ettik be! İşimi bana mi öğretiyon, lavuk! Kes şu mavi teli!
- Sayın seyirciler! Simdi en büyük numaraya geldik. Aslanın ağzını açıp, başımı içine sokuyorum.
- Burası eskiden mayın tarlasıymış ama artık bi tane bile kalma...
- Havlayarak üzerimize geliyor, çünkü bu cinsler çok insan canlısıdır.
- Paraşütü en aşağıda ben açacağım.
- Komutanım, pimini çektikten sonra kaça kadar sayıcaktık?
- Olum bu mantarlar zehirli değil, bak ben nasıl yiyorum.
- Amma keskin virajmış yav!!
- Dikkat kaptanınız konuşuyor: Eşhedü en la ilahe illallah ... (Pilot Temel)
- Önüne baksana lan! Ne çarpıyon omzuma?
- Bu kadar korkma canım! Bu yılanların hepsinin zehirleri alınmış.
- Uçağın pervanesini görüyon mu? O kadar hızlı dönüyo ki sankim dönmüyomuş gibi.
- Kaplanlar da aynı kedi yavruları gibidir. Bak böyle gıdışından sevicen bak iyi bak...
Uluçınar Köyünden 3 dönümlük bir bahçe satın almaya karar verdim.
Iki odalı kerpiç bir bağ evinin olduğu bu bahçenin her yanı çim, çiçek ve meyve
ağaçları ile doluydu. Kiraz, dut, şeftali, erik. Menekşeler, güller, kasımpatıları...
Evi satan kişiyle tüm bahçeyi dolaştık bir süre. DSI sulama kanallarına
bağlı arklarının olduğunu, yüksek gerilim hattından da kaçak elektrik aldıklarını
anlattı.
Birden "ne alaka" dedirtecek bir ağaç gördüm. Hurma ağacı. Bu yörede
hurma yetişmez ki. Marmara Bölgesinde ne işi var bunun?
Satıcı gülümsedi. Acı bir gülümseyişti bu.
"Yıllar önceydi" diye başladı anlatmaya.
"Hastalandım.Yataklara düştüm.Hastaneye kaldırmışlar beni. Ölmek
üzereyim. Sanırım ciğerimde kocaman bir yara. Doktorlar ümidi kesmiş.
Sevdiğim bir kız var. Bir gün çıkmış gelmiş hastaneye. Nasıl sormuş,
nasıl bulmuş. Konuştuk saatlerce. Ağlaştık. "Seni ölene dek beklerim" dedi.
Sonra tam ayrılık zamanı cebinden bir hurma çekirdeği çıkardı verdi. "Bereket
versin diye hep yanımda taşırım bu çekirdeği, senin olsun" dedi. "Baktıkça beni
an, seni beklediğimi bil ve tez iyileş."
O küçük çekirdek, hayata uzanan bir köprü oldu bana. Pijamamın cebinde
sakladım aylarca. Kimse bilmedi. Avucuma aldım. Ellerime değen kestane renkli
saçları oldu. Baktım. Zeytin gözlerini gördüm.
Mucize de sen. İyileştim. Ölümü beklerken taburcu oldum. Bu bahçeye
geldim. Hurma çekirdeğini bahçeye diktim. Yöresi değildi. Mevsimi değildi.
Ama diktim. Tuttu. Filiz oldu. Fidan oldu. Ağaç oldu."
Sustu.
Çekinerek sordum. "Ya sevdiğin kız?"
Gözlerindeki parlaklık yaş olup yanaklarına süzülürken, "o bir hurma
ağacı gibi dayanıklı değildi" dedi.
"Gelin oldu. Elin oldu."
Sadece Seni Sevdim
Ben sadece seni sevdim...Seni Öyle saf bir sevgiyle sevdim ki;bir gülün kadifemsi yumuşaklığıyla,karın ilk düşüşüyle,güneşin ilk ışıklarıyla...Ben gözlerine vuruldum..Hani binbir anlam taşıyan gözlerine.Bazen anlamsız bakan,bazen bana tüm çiçekleri bağışlayan o gözlerini sevdim...Seni öyle delice sevdim ki...Gece melektin rüyalarımda,sabah bir fincan çayı kahvaltımın,okulda felsefe kitabımdın,geceleri yıldızımdın...Seni sığdıramadım yerlere,göklere.Kelimeler yetmezdi seni,sevgini tanımlamaya.Bir ırmaktın;bazen yatağını yırtmak istercesine delice akan,bazen serin bir refahlık veren bir durgunlukla dans eden ırmak...Sen olmadığın zaman güneş yetmezdi dünyamı aydınlatmaya.... Aşımdın,suyumdun,kanımdın,nefesimdin,anamdın,babamdın,sen sadece benim aşkımdın;başka kimselerin değil...Gökyüzünün maviliğinden,gülün kırmızısından,gecenin siyahından,rüzgerın esintisinden kıskanırdım seni...Senin için sadece ben şarkı söyleyebilirdim,sadece ben şiir yazı yazabilirdim,sadece geceye ismini ben fısıldayabilirdim...Senin saflığını,temiz ve çıkarsız sevgini,dünyaya bedel gözlerini,yanağındaki gülünü,o yumuşak tebessümünü,sadece gözlerini kullanarak herşeyi anlatmanı sevdim...El ele dolaşmak istedim tüm sabah boyuınca şiirler söylemek istedim gözlerine bakarak,"SENİ SEVİYORUM"diye bağırmak istedim Çamlıca tepesinde sonsuza dek,sonra yağmurda yürümek...Seni gökyüzünün mavisinde sevdim.Martı kanatlarındaki özgürlüğünü,bulutlar kadar saf gülüşünde buldum dünyayı,yağmur damlasında içtim aşkını doyasıya,fırtınalarla,şimşeklerle anlattım sevgimi sana...
Ben seni öyle bir sevgiyle sevdim ki;ben ölsem bile bu sevgi dolaşacak dillerden dile,utanacak Leyle ve Mecnun,şaşıracak Ferhat ve Şirin...Herkes imrenerek bakacak bize...Sen yokken bile seni benliğimde yaşattım,senin içinde sensizliği,sensizliğin içinde seni yaşattım...
İşte ben seni böyle bir aşkla sevdim...Ben sadece seni sevdim...AMA SEN ANLAMADIN!!!!
M...
Bak...
Bil ki domuzların önüne inciler serilmez,
Mücevherden sarraflar ancak,başkası bilmez,
Ne fark ederki kör için elmasta bir camda,
Sana bakan bir kör ise sakın kendini camdan sanma....
Sarhoşun biri üst baş dağınık bir halde
karakola gelir, araba anahtarını göstererek
komisere şöyle der : - Komiserim şu elimde
gördüğünüz anahtar var ya,onun üstünde az önce
benim arabam vardı, şimdi yok. Arabamı çalmışlar...
Komiser sarhoşa şöyle bir bakar: - Sen önce
kendine bir çeki düzen ver bakayım şu haline bak..
devletin komiseri önünde böyle fermuarı açık
durmaya utanmıyormusun?
Sarhoş pantolonunun önünde açık fermuara bakar,
bakar ve şöyle der: - Aha, karıyı da çalmışlar...
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
bir dakika bile çikmiyorsun aklimdan
koşar gibi yürüyüşün
karanlikta bir işik gibi aydinlik gülüşün
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
uzak uzak yildizlarla çevrilmiş kainatin
karanlik boşluklarinda akip giderken zaman
adimla nasil berabersem öylece beraberiz
seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye
gönlümüz mutluluga inanmiş olmanin gururuyla rahat
koltugumuzun altinda birer dinamit gibi kellemiz
ve sonra her zaman her ölümlüye
ayni şartlar altinda kismet olmiyan
gerçekleri görmenin aydinligi alinlarimizda
hacet yok hatirlatmasina seni hatiralarin
sen bana kalbim kadar elim kadar yakinsin
Temel, bir binanın altıncı katından düşer. Hemen etrafına bir kalabalık toplanır. Yoldan geçen biri kalabalığı yararak, yaralı Temel'in üzerine eğilip sorar:
Marillion - Man Of A Thousand Faces
Ayreon - Hope
MSG - What Happanes to Me
Scorpions - You and I
Asia - Aria
Metallica - Fade to black
Sonata Arctica - Shy
Ve kadınlar,
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri,
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve karasabana koşulan
ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız