Doğudaki sakin bir köyde bir karı koca yatmaya hazırlanmışlar. adam çok rahat uzanırken yatağına, kadında saklamak için dişlerini bile sıkacak derecede bir gerginlik ve korkuyla karışık bir heyecan varmış halbuki.
Çünkü kadının başka bir sevgilisi varmış ve o gece artık sevgilisiyle kaçacak ve köyden ayrılacaklarmış.
Neyse gece olmuş kadın uyanmış sessiz sessiz fısır fısır giyinmiş ve ayakkabılarını kapmış kapıyı kapatmış onu bekleyen sevgilisiyle buluşmuş. ardından haldır haldır kaçmaya başlamışlar.
Etrafta kimse yokmuş ama bunlar sanki bir ordudan kaçarmış gibi nefes nefese koşuyorlarmış, yıldırım gibi. Evet in cin top oynuyormuş etrafta kimse yokmuş ama onları takip eden bir şey varmış: kan davası, namus belası. Nasıl kaçmasınlar ki? Eğer köyde yakalanırlarsa töre yüzünden bir kurşuna bu iki sevgilinin kurban gitmeleri o kadar aşikarmış ki o yüzdenmiş bu korkuyla dolu ecel kaçışları.
Köyden epeyce uzaklaştıktan bir müddet sonra kadın aceleyle giydiği ayakkabısını çıkarıp düzgünce giymek ve yol boyunca ona batan, onun ayağını rahatsız eden şeyi çıkarmak için durmuş. Kadın ayakkabısınndaki garip durumu düzeltmek için ayakkabısını çıkardığında ayakkabının içinde bir minik zarf görmüş. Korkuyla açmış bakmış ve içinde bir tomar parayla karşılaşmış.
Kocası karısının başka birisini sevdiğini biliyormuş. Kocası hep kadını sevmiş allah var karısı da ona hep iyi davranmış, onu yıkamış ona yemek yapmış, onun evini çekip çeviren varlık olmuş.
Bundan dolayı kocası "bu kadın benim yıllarca kahrımı çekti"
diyerek ona kaçmaları kolay olsun ve mutlu olsunlar diyerek karısının o gece ayakkabısının içine yüklü bir miktarda para iliştirmiş.
Bu adam kim miymiş? O vefalı koca AŞIK VEYSEL' miş.
İstanbul Hükümetinin Harbiye Nazırı Ziya Paşa her zamanki yumuşaklığı ile;
- "Beyler.." dedi,
- ".. İngilizlere kafa tutamayız. Adamların hiç şakası yok. Daha geçen gün, bir bahane icat ederek İzmit'i tekrar işgal ediverdiler."
Sarı Atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subayları ile doluydu. Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı olan birkaç gerici subay dışında hepsi, Anadolu'ya geçmeye çoktan hazır, Ankara'nın İstanbul'da kalmalarını gerekli gördüğü namuslu askerlerdi. Kapı açıldı, kapının boşluğu içinde yaver göründü:
- 'Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.'
- 'İçeri al.'
Nazır subaylara bilgi verdi:
- 'Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.'
Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasında hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:
- 'Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.'
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki yazıya bakarak yumuşak sesle, 'Oğlum..' dedi, '.. dün akşam Beyoğlu'nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?'
- 'Evet efendim, doğru.'
Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:
- 'Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?'
- 'Hayır efendim, gördüm.'
Nazırın canı sıkıldı:
- 'Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti.'
- 'Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?'
Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı:
- 'Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.'
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:
- 'Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.'
Nazır bıkkınlıkla, 'söyle bakalım' dedi.
'Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale'de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem.'
Harbiye Nazırı bozuldu:
- 'Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.'
Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul'u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü.
Gözleri dolarak, yüzbaşıya selam durdular...
Bu Cumhuriyeti, böyle subaylar kurdular.
Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu, hiç unutmayalım!!