19 Mayıs ile İlgili Hikaye - Okul Öncesi Eğitim - 19 Mayıs ile İlgili Hikaye
BAYRAM GÜNÜ (19 Mayıs ile İlgili Hikaye)
BAYRAM GÜNÜ
Güler yüzlü bir bahar sabahıydı. Babam:
'«Onur, bugün 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı. Bayram törenini birlikte izleyelim.» dedi.
Hemen babamın boynuna sarıldım. Yanaklarından öptüm, içim içime sığmıyordu.
'Sağol baba. Beni ne çok sevindirdin bilemezsin, dedim.
Hemen kahvaltımızı yaptık. Babamın elinden tutarak bayram yerine doğru yürüdük. Yol boyu evler, dükkanlar, mağazalar, okullar, daireler bayraklarla donatılmıştı. Geçit töreninin yapıldığı alana geldik. Konuşmacılar Atatürk'en Ulusal Kurtuluş Savaşı'dan kongrelerden söz etti ler. Çok güzel şiirler okundu. Sonra çeşitli spor gösterileri seyrettik. Liseli ağabeylerin gösterileri çok güzeldi. Ateş çemberinden atlıyorlardı. Burada en çok hoşuma giden gösterilerden biri, beyaz ve kırmızı eşofman giymiş ağabeylerin yere yatarak bayrağımızın resmini çizmeleriydi. Bu gösterileri bütün seyirciler ayakta dakikalarca alkışladılar. Eve gelirken babama :
'Baba, neden 19 Mayıs Bayramı yapılıyor diye sordum.
'«Yavrum dedi. Birinci Dünya Savaşı'dan sonra yurdumuzu düşmanlar paylaştılar. Bize yalnız Ankara ve çevresindeki bazı iller kalmıştı. işte bu sırada Atatürk «Türk yurdu bölünmez bir bütündür» diye harekete geçti. 19 Mayıs bin dokuz yüz on dokuzda yurdu düşmandan temizlemek için Samsun' çıktı. Oradan Amasya'a, Erzurum', Sivas' giderek Ulusal Kurtuluş Savaşı hazırlıklarına başladı. Ordular kurdu.
Daha sonra yaptığı savaşlarla düşmanı yendi. 29 Ekim bin dokuz yüz yirmi üçte cumhuriyeti ilan etti.
O tarihten beri, her yıl Atatürk'n Samsun' çıktığı gün olan 19 Mayıs' Gençlik, Spor Bayramı ve Ata'ı Anma Günü olarak kutluyoruz. Atatürk bu bayramı «Türk gençliğine armağan etti» dedi.
'Demek Ulusal Kurtuluş Savaşımız 19 Mayıs bin dokuz yüz on dokuzda başladı. Onun için her yıl bu ulusal günü bayram yaparak kutluyo ruz. Gençlik, Spor Bayramı size kutlu olsun, babacığım, dedim.
Babam durdu, gülümsedi.
'Onur. bayram hepimizin bayramı. Hepimize kutlu, mutlu olsun yavrum, dedi.
Atatürk'e hakaretten sanık bir köylü hakkında kovuşturma yapılıyordu. Durumu Ata'ya bildirdiler.
-Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş.
Atatürk sordu:
-Ben ne yapmışım ona?
Soruşturma evrakını inceleyenler açıkladılar:
-Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan.
Bunu söyleyen o zamanın bakanlarından biridir. Bakana şu soruyu yöneltmiş:
-Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?
-Hayır...
-Ben Trablus'ta iken içmiştim. Pek berbat şeydir. Köylü gene bana az küfretmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğiniz yerde, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.
Ata nın Cevap Veremediği Tek İnsan..?
Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan baş kaldırıp ne memleketi imar edebilmiş, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuz olduğu kadar düşmanlarımızın da suçudur. Çünkü başta Ruslar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi:
-Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler...
Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, Balkan milletlerini "İstiklal" diye kışkırtırlardı.
Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler zenginleşirlerdi.
Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk'e verdiği kısa bir cevap ile çok güzel açıklamıştır.
Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
-Bu köşk kimin?
-Kirkor'un...
-Ya şu koca bina?
-Yargo'nun...
-Ya şu?
-Salomon'un...
Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
-Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarında bir köylünün sesi duyulur:
-Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları'nda, Balkanlar'da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paşam...<br>
Atatürk bu anısını naklederken:
-Hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu
Atatürk ve Nöbetçi
İtalyanların Habeş Harbi sıralarında idi. Ege kıyılarında kıta ve tahkimat komutanları çok titiz davranıyorlar, kıtaya herhangi bir yabancının sızması olasılığına karşı erleri sık sık uyarıyorlardı.
Bu günlerin birinde Atatürk'ün teftişe geleceği haber alındı. Atatürk beklenilen günde yanındaki erkanı ile geldi. Kıtaları teftiş edip dolaşmaya koyuldu.
Savunma mevzilerinden birine giden yolun dönemecinde Atatürk birdenbire durdu. Yanındakilere:
-Siz beni burada bekleyiniz, ben yalnız gideceğim, dedi.
Yanındaki komutanlar tereddütle birbirlerinin yüzüne baktılar. Fakat, tabii bir şey söyleyemediler.
Atatürk patikanın kıvrımını döndü. Koruganın hakim bir noktasında nöbet bekleyen Mehmetçiğe doğru yürüdü. Uzaktan gelen bir sivilin kendisine doğru yürüdüğünü gören Mehmetçik hemen silahına davrandı. Daha fazla yaklaşmasına izin vermeden gür sesi ile:
-Dur!... diye gürledi.
Atatürk bu kesin ihtar karşısında durarak:
-Sen beni tanımıyor musun? Ben kimim?
-Mustafa Kemal'sin komutanım.
-Peki sen benim Mustafa Kemal olduğumu biliyorsun da hala neden yasak, diyorsun?...
Mehmetçik bir an durakladı. Herhalde teftişten haberi vardı. Fakat onun bildiği Atatürk, yanında kalabalıkla gelirdi. Böyle yapayalnız gelmezdi. Bir an daha düşündükten sonra kafasını salladı ve safiyetle yanıt verdi:
-Komutanım, Mustafa Kemal'sin Mustafa Kemal olmasına ama... Düşmanların işine akıl sır ermez... Birini sana benzetir içeri sokarlar... Gözünü seveyim sen şu bizim yüzbaşıyı al birlikte gel, o zaman nereye istersen git!
Atatürk, geri döndükten sonra komutanlara bunu anlattı. Bu mert ve uyanık eri çavuşluğa yükselttirdi.
HATAY
1923 yılı Mart'ının On Beşi Pazar günüydü. Atatürk, Adana İstasyonu'nda trenden inmiş; sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları, "Yaşa varol!" sesleri arasında yaya olarak kente giriyordu.
Yarı yolda karalar giymiş bir kadın kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk'ün önünde durdular. Arkalarından bir kız daha göründü ve önüne geçti. Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla dolu bir nutuk söylemeye başladı. Bu genç kızın kişiliğinde henüz tutsak bulunan İskenderun'la Antakya'nın Türk olan bütün halkı:
"Bizi de kurtar" diye yalvarıyordu.
Herkesin gözleri yaşarmıştı, hıçkırıklarını tutamayanlar vardı.
Atatürk'ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi. Genç kızın nutku bitince Atatürk'ün alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünde bir çelik parıltısı görüldü. Her kelimesi üzerinde kuvvetle durarak:
-Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz! dedi.
On altı yıl sonra Hatay sorunun en heyecanlı günlerinde, hasta ve bitkin olmasına rağmen, Hatay'a yakın olmak için tekrar Adana'ya gitti. Dört saat ayakta durmak, birliklerin geçidini izlemek gibi olağanüstü bir dayanıklılık gösterdi. Hatay kurtuldu, fakat Atatürk'ü yitirdik.
İsmail Habib, bu konuyu şöyle bitirir:
"Hatay, Hatay! Seni kurtaran, aynı zamanda senin şehidin oldu!"
ATATÜRK Ve Trikopis
Büyük Taarruz esnasında Gazi'nin yanında bulunan arkadaşları, Yunan Kuvvetleri Komutanı General Trikopis'in Başkomutan Çadırı'na nasıl getirildiğini şöyle anlattılar:
Trikopis, diğer esir kolordu ve tümen komutanları ile birlikte Gazi'nin huzuruna çıkarıldıkları zaman, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler. Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi yenilgilerin tarihte örnekleri olduğunu, sevk ve idareyi eksiksiz yapmış iseler vicdanen rahat olabileceklerini söylediği zaman, Trikopis:
-Askeri görevimi tamamen yaptığıma eminim. Fakat asıl görevimi maalesef yapamadım, diye intihar edemediğini anlatmak isterken, Gazi:
-O size ait bir düşüncedir, diye sözünü kesmiş ve harita üzerinde:
-Şurada bir tümeniniz vardı. Niçin onu şuraya almadınız. Filan yerdeki kuvvetlerinizi falan yere sürseydiniz daha iyi olmaz mıydı? Gibi bazı eleştiriler yapmış, Trikopis:
-Ben öyle hareket etmek için emir verdim. Fakat (yanındaki Kolordu Komutanı'nı göstererek) bu yapamadı, demiş.
Bu görüşmeler olurken esir komutan yavaşça yanında bulunan subaylarımızdan birine:
-Bizim ile konuşan bu general kimdir? diye sormuş, subay:
-Başkomutan Mustafa Kemal, deyince adam hayrete düşmüş:
-Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim Başkomutan İzmir'de vapurda oturuyordu, diyerek derdini dökmüş.
YUNAN BAYRAĞI
Atatürk İzmir'in kurtuluşunda halkın coşkun gösterileri arasında kalacağı evin önüne gelince, kapının önüne serilmiş bayrağı görünce durdu: Bu, ipekten kocaman bir Yunan bayrağı idi. Üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi serilmişti:
Kapıdaki kalabalık halk yalvarıyordu:
-Buyurunuz, geçiniz. Bizim öcümüzü alınız! Yunan Kralı, bu evden içeri, bizim bayrağımıza basarak girmişti. Siz lütfedin. Bu karşılıkla o lekeyi silin! Burası sizin şehrinizdir. Bu ev sizin evinizdir. Bu hak sizindir.
Atatürk, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğu noktada kaldı. Çevresindekilere tatlılıkla baktı.
-O, geçmişse hata etmiş. Bir ulusun bağımsızlık simgesi olan bayrak çiğnenmez. Ben onun yanlışını tekrar edemem.
Bayrağı yerden kaldırttı, bembeyaz mermerlere basarak içeri girdi.
İzmir Hakimiyet-i Milliye Okulu'nda öğretmendim. Okulumuz bir çocuk balosu hazırlamıştı. Çok mutlu bir rastlantı ile o gün Atatürk de İzmir'de bulunmaktaydı. Onu da davet ettik.
"Acaba gelecek mi?" diye hepimiz heyecan içindeydik. Sonunda "Geliyor" denildi.
Koştuk, karşıladık. Gülümseyen bir yüzle ellerimizi sıktı. Yanında yaverler, paşalar vardı. Koca salon heyecandan karmakarışık olmuştu. Büyük küçük herkes onu yakından görmek, sesini duymak için çırpınıyordu. Zorlukla ortalığa bir düzen verdik. Öğrencilerden Ali ortaya geldi. Çocuk heyecandan bocalıyor, bir şeyler bulup söyleyemiyordu. Derken küçük Ali coştu. Kendinden geçti. Kollarını ona doğru uzatarak içten gelen bir sesle:
-Senin ismini andıkça, senin resmine baktıkça, seni karşımda görünce damarlarımda bir şeylerin kaynadığını duyuyorum. Ah! Seni doya doya öpmek istiyorum, diye haykırdı.
O zaman o da kollarını açarak:
-Öyleyse gel öp! dedi.
Ali koştu, boynuna atıldı. Öteki çocuklar dururlar mı?
-Biz de, biz de!
Diye bağrışarak koştular. Kucağına atıldılar. Öptüler, öptüler. Heyecandan, sevinçten ağlıyorduk. Yaverler, paşalar ve hatta kendisi bile...
Evet, yaptığı harplerin heyecanı, kazandığı zaferlerin sevinci belki onu ağlatmamıştır. Fakat bu bir avuç Türk yavrusunun içten gelen coşkunluğu onu sarsmış, heyecandan gözlerini bulandırmıştı. Gözlerine dolan yaşları tutmak için dudaklarını ısırdı. Sonra heyecandan titreyen bir sesle yanındakilere hiç unutamayacağım şu sözleri söyledi:
-İşte benim neslim bunlar!
Atatürk'ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor. Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir' de geçireceği ilk gecesinin tarif edilemez sevincini yaşıyordu. İzmir' deki yeni evinde Mustafa Kemal Pasa ilk gecesini çalışarak geçirdi. Kendisi için zengin bir sofra hazırlandığı halde hiçbir yemeğe dokunmadan ufak tefekle karnini doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı. Ertesi sabah erkenden uyanmıştık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik ve doğruca Vali'nin odasına girdik. Vali, İngiliz Konsolosu ile konuşuyordu. Biz gelince Vali ayağa kalktı ve Konsolos ile Mustafa Kemal Paşa'yı tanıştırdı. Konsolos, iyi Türkçe biliyordu. Pasa Vali' ye sordu:
—Konu nedir? Vali anlattı:
—"Sayın Konsolos, İngiliz tabasından olan vatandaşlar ile Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıkların güven altında bulunduklarını belirtir bir " güvence" istiyorlar. Ben kendilerine herkesin eşit bicimde güven altında olduklarını bildirdim." Mustafa Kemal Pasa, Konsolos' un Türkçe bildiğini biliyordu, öyle olduğu halde öfkesini belirtmek için sordu:
—"Ee, peki daha ne istiyormuş?" Bu soruya Konsolos Türkçe cevap verdi.
—"Tabamız hakkında hükümetinizden yazılı teminat istiyorum!" Konsolos garip bir biçimde diklenmişti. Paşa'nın sesi havada kırbaç gibi sakladı:
—"Yunanlılar zamanında kendi tabanızı daha emniyette mi görüyordunuz?" Konsolos gerisinde İngiliz devletinin bulunduğunu belli eden bir kasılma ile:
—"Evet, Yunanlılar burada iken tabamızı emniyette görüyorduk. " dedi.
—"Öyleyse buyurun tabanızla birlikte Yunanistan'a gidin, efendim!" Konsolos kendisinden umulmayacak bir cesaret gösterdi:
—"Yani majestelerimin hükümetine savaş mı açıyorsunuz?" Mustafa Kemal iyice öfkelenmişti fakat öfkesini tuttu ve Konsolos'a:
—"Siz kiminle ve ne konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Türk Orduları Başkomutanıyım. Savaş açmaya, barış yapmaya hakkim var. Siz kimsiniz! Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz efendim!" O kasım kasım kasılan Konsolos, Mustafa Kemal Paşa'nın son cümlesi üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti. Mustafa Kemal Paşa arkasından bir süre baktıktan sonra Vali'ye döndü:
—Yüz vermeyin Vali Bey! Bunlar karşılarında hala Babıâli Hükümeti var sanıyorlar. Bir zırhlısı önünde pusacak, bir blöfü önünde yelkenleri suya indirecek "devletçik" sanıyorlar bizi! Küstahlığın derecesine bakin, bana "Savaş mı açıyorsunuz?" diye soruyor, barut kokan bir odada sorduğuna bak! Savaş halinde değil miyiz sanki!"
Kollarında ve omuzlarındaki işaretlerden amiral rütbesinde olduğu anlaşılan? İngiliz Donanması Komutanı, Hükümet Konağı'nın kapısından girerek Mustafa Kemal Paşa'nın odasına doğruldu. Nazik, fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref önüne çıkıp ne istediğini sorunca:
—"Başkomutan Mustafa Kemal Pasa ile görüşmek istiyorum!" Dedi. Birlikte odaya girdiler kapı kapandı. Amiral önce:
—Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale' deki başarınızı rastlantıya borçlu olmadığınız, kanıtlanmış oldu. Büyük bir askeri tanıdığım için memnunum," demiş. Mustafa Kemal Pasa çok hoşlanmış bu sözlerden. Amiral bir sure sonra konuya girmiş:
—"Ülkenin kontrolünüz altında bulunan bölümünde bizim tabamız ve sizin azınlıklarınızdan Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir? Güven de midirler?"
—"Hiç kuskunuz olmasın Amiral! Türkiye' deki bütün insanlar gibi tabanız ve sözünü ettiğiniz azınlıklar da TBMM Hükümeti'nin eşit koruması altındadır. Suç islemeyenler, kendilerini bu memlekette benim kadar güvende sayabilirler."
—"Suç isleyenler? "
—"Suç isleyenler Sayın Amiral, dünyanın her yerinde olduğu gibi, ülkemizde de adaletin huzuruna çıkarlar. Suçlu iseler, cezalarını elbette çekeceklerdir..."
—Fakat Pasa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumların bazıları, şımarıklıklar yapmış olabilir. Bugün bu insanlar yerli halkın düşmanlığı ile yüz yüzedirler. Ermeniler için de başka açıdan ayni şeyleri söyleyebilirim. Biliyorsunuz, arkadaşlarının büyük bir bölümü göçe zorlandı ve önemlice bir bölümü de hayatini kaybettiler. Bu ruh tedirginliği içinde Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır. Bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kimseler, halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır!"
Son cümleye kadar Amiral'i gülümseyerek dinleyen Mustafa Kemal Pasa, dünyanın koparacağı gürültü ile kendini tehdide girişince, sözünü bıçak gibi kesmiş:
—"Şu Efendi Devlet rolünü bir kenara koyunuz Amiral! Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz! İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacağını düşünmem! Bunlar memleketimin iç işleridir; kimsenin bu işlere karışmasına müsaade etmem! Majestelerinin devleti memleketimizin azınlıkları ile uğraşmaktan vazgeçsinler! Kim bize saygı beslemezse, bizden saygı beklemeye hakki olmaz!" Amiralin benzi kul gibi olmuş:
—"İngiltere Hükümeti'nin tabasını her yerde koruma hakki, devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz..."İşte o zaman Mustafa Kemal Paşa'nın tepesi iyice atmış:
—"Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız! Türk ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı (O dönemde İngiliz donanması İzmir limanında bulunmaktaydı) boşaltacak güçtedir de... İsterseniz, Türk'e ihanet eden tabanızın ve azınlıklarınızın adaletten kaçan sefillerini geminize doldurabilirsiniz! Donanmanızın da en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum!" Mustafa Kemal Paşa'nın cümleleri, art arda Osmanlı tokatları gibi Amiralin yüzünde sakladıkça, Amiral ne yapacağını şaşmış ve en sonunda:
—"İngiltere'ye savaş mı açıyorsunuz?" Demiş. İşte Paşa burada son sözünü söylemiş:
—Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr Antlaşması'nın hala yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırttık... Karşımda oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Fakat görüyorum ki, nezaketimizi kötüye kullanmak eğiliminiz var... Buna müsaade edemem. Bizim gözümüzde "Barış antlaşması yapmamış" iki devletiz. Savaş hukuku yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size ihtar ediyorum!" Bir balmumu heykeline dönmüş Amiral... Şişerek ve gerinerek girdiği Mustafa Kemal Paşa'nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçülmüş ve sonunda kekeleyerek:
—"Affedersiniz!" Demiş ve yerlere kadar eğilerek geri geri kapıya gidip dışarı çıkmış. Ruşen Eşref hem düşünceli hem de gülüyordu:
—"Paşa, Amirali anasından doğduğuna pişman etti. "Kendisinin Türk Topraklarında bir savaşçı olarak bulunduğunu "Paşa'dan öğrendiği zaman sapsarı kesildi... Tutuklanacağını, tutsak edileceğini sandı. İnce dudaklarını ısırıyor, parmaklarını birbirine kenetlemiş titriyordu. Karşısında Babıâli Paşası bulacağını sanıyordu herhalde... "İngiltere devletini kendi devletine eşit gören" bir Pasa ile karşılaştığı için, ihtiyatsızlık edip karaya çıktığına kim bilir nasıl lanet etmiştir..." Aradan bir saat geçti geçmedi... İngiliz gemisinden bir müfreze ve bir teğmen çıktı. Amiralden -devleti adına- bir ültimatom getiriyordu, Başkomutan'a kendi eliyle verecekti. Paşa'ya bildirdim; "Gelsin" dedi. Teğmeni içeri aldım. Ruşen Eşref tercümanlık yapıyordu. İngiliz çakı gibi bir teğmendi. Paşa'nın karşısında gösterişli bir selam verdi ve Ruşen Eşref aracılığıyla ültimatomu Paşa'ya ulaştırdı. Pasa:
—"Peki teğmen! Hükümetimiz ültimatomunuzu inceler ve hükümetinize gereken karşılığı verir. Siz geminize dönebilirsiniz..." Teğmen önce dışarı çıkacakmış gibi bir hareket yaptı, sonra da Ruşen Eşref'e donup:
—"Asker olarak zaferlerine, insan olarak kendisine hayranım... Lütfetsinler..." Teğmen Paşa'nın elini öptü, Pasa da teğmenin yanağını okşadı. Odayı boşalttık. Az sonra Ruşen Eşref'i çağırdı:
—"Metni okudunuz mu? Ne istiyorlar?"
—"Paşam Amiral ile görüştüklerinizin yazı ile de pekiştirilmesi isteniyor."
—"Öyleyse Halide Hanım'ı (Edip Adıvar) bulunuz, hemen tercümesini yapsın ve metin olarak bana getirsin... Öte yandan bir kopyasını şifre ile Dışişleri Bakanlığına gönderin gerekeni yapsınlar... Durumu, ordu komutanı Nurettin Paşa'ya da bildiriniz. Gerekiyorsa benimle temas etsin..." Olay kısa bir süre içinde şehirde duyulmuştu İngiliz ve Fransızlar, kendi devletlerinin uyruğunda olanları gemilere bindirmeye başlamışlardı. Nitekim birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler...
Şimdiler de ABD ve AB'nin terbiyesizce nasıl bu kadar iç işlerimize karıştığını ve insanların bunu çok normal karşıladıklarını gördükçe bu ülke için ne kadar büyük bir anlam taşıdığı her geçen gün çok daha fazla anlaşılıyor, hissediliyor. Askerimizin başına çuval geçirdiklerinde kimsenin gıkı çıkmadı. Onun zamanında böyle bir olay olsaydı, nasıl tepki göstereceğini ben düşünemiyorum bile. Binlerce kez önünde saygıyla eğiliyorum.
Atatürk, ünlü güreşçi Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralık bir
is Bankası çeki veriyor.
Altını Kemal Atatürk diye imzalıyor, zaten çeklerde resmi de
var. Pehlivan çeki is Bankası' na götürüyor; kendisine 1000
lirayı ödüyorlar. Muazzam bir para.
Ama Kurtdereli hala bekliyor. "Ne bekliyorsun pehlivan?"
diye sorduklarında çeki beklediğini söylüyor.
"Parayı aldın, çek bizde kalacak" diyorlar.
"O zaman alin 1000 liranızı, verin çekimi" diyor. "Onda Atatürk'ümün imzası var."
Ve parayı iade edip Atatürk imzalı çeki sevgiyle cebine
yerleştirerek gidiyor.
Sakal üzerine...
Atatürk Amasya ziyaretinde.Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;
- Kimdir bu?
Vali yanıt verir;
- Efendim kendisi Sih'tir. Yörede çok hatırıvardır.
Atatürk Sih'i yanına çağırır ve;
- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan
der ve eliyle de boyunaltı hizasını gösterir.
Sih;
- Emrin olur Pasam
diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Sih'i hatirlar ve Vali'yi telefonla arayip durumu sorar. Vali nasil söyleyecegini bilememekle birlikte, Sih'in sakal boyunda en küçük bir kisalma bile olmadigini aksine kimselere el sürdürmedigini anlatir. Atatürk telefonu kapatir, kagidi kalemi eline alir ve az sonra nazirini çagirip, yazdigi yaziyi Amasya Valiligi'ne teblig etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Sih Efendi Ata'yi görmek üzere Ankara'ya yola çikmis...
Sih gelir, Ata'nin karsisina çikar. Sakal tamamen kesilmis, sinekkaydi bir tiras olunmus, saçlar kisaltilmis, kilik kiyafet bastan sona degistirilmis, bambaska bir görünüme bürünülmüstür. Atatürk'ün mesai arkadaslari bu degisimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
- Aman Pasam, o Sih ki sakalina el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sagladiniz?
Ata gülümser, sonra da yanindakilere dönüp;
- Dün aksam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Sih'i Afyon'a vali atadığımı bildirdim
der.
Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Sih'e vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır;
- İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik
meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yârin başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkûm bırakmayalım. Kal sağlıcakla...
((verdiğim bir slâyt ın yazı şekli))
Bir gün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır'da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti. Kendisine:
-"Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu.
Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:
-"Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu.
Adamcağız yüzüne bakakaldı.
-"Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonumuzun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya..."
-"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o zaman gelip beni ararsınız."
Hiç bilmediğim bir şehirden hiç bilmediğim bir başka şehre gitmenin tedirginliğiyle aklımda sadece o..
Yollarım onunla başlıyor
Onunla bitiyor..
İşkence gibi geçen onca aydan sonra bambaşka hissediyorum kendimi anıların içinde onunsa kilometrelerin yetemediği kadar uzağında.. Sanki bilmediğim bu yollarda karşıma çıkacakmış gibi bekliyorum her yeni kilometreyi her şehri daha da umutlu geçiyorum. Sanki bu hiç bilmediğim geçmediğim bu yollarda daha önce hiç görmediğim bu insanoğlu değil de o yanımda oturan. Onu hissediyorum..
Kulağımdan içime akan tüm şarkı sözlerilar her damarımda biraz daha onu işliyor içime..
Uykusuzluğuma inat bu gece ona uyuyorum..
Eylül taze bitti
Aşk kaynıyor kanımda..
Dur durağı yok hayalinin..
Bedeninin
Ellerini
Gözlerini
Kokusunu teninin;
Bebekler gibi..
Bir de o eşsiz aşkını yad ediyorum; unutamadığım..
Özlüyorum bir şeyleri neyi bilmiyorum.. Özlediğim o mu umarsız aşkı mı kestiremiyorum. Canım yanmıyor eskisi kadar bu sayfada gözyaşı yok kanım kaynıyor içimde hepsi bu..
Dışımda ilkbahar sensiz..
Ne kadar yenilik katsam da hayatıma unutamıyorum.. Yanında uyurken bir başka tenin onu hayal ediyorum.. Mutsuzum gülmüyorum desem yalan olur. Ellerim boşlukta değil tutunuyorum. Avuçlarımı ısıtıcak kimse yok sadece ve bu kahrolası aşk damarlarımdan akmadan ısınmayacak bu eller üşüyorum..
Yokluğunu her sabah uyandığımda her gece uyuyana kadar her sabah ezanında mutluluğuna dua ederken yaşıyorum. Bıkmadan seni damarlarımda taşıyorum artık
aşk-ı aşıyorum..
Aşk dediğin ya nefrettir ya hasret hasretim oluyor doldukça taşıyorum. Taştıkça; yazıyorum.. Bilmediğim yollar bilmediğim şehirlere varıyor okumana değmez kendimden kaçıyorum..
Deli Yanımı Tuttun Ey Hayat Lades Müzikli Şiiri - Deli Yanımı Tuttun Ey Hayat Lades Şiiri - Deli Yanımı Tuttun Ey Hayat Lades Şiirleri
Bir şiirin içine sığındım, ayrılıklar dinince haber verin..
sarı sayfalarda adresi yok hüznümün
çobanların kavalından süzüldüm ve geçtim
tenime değmeden utandı yanık ezgiler
ah dilim..! ..Ben sana "seviyorum" deme demiştim..
yüksek sesli konuşmalar geceyi uyandırdığından beri uykusuzum
çelişkiler aşk'ın yolunu kesmiş..
Sen bana bakma ey sâki..Demindeyim vedaların ve huysuzum seni, diline biber süremediğim yalancı anıların yanına koydum süt düşüm
kurallara uy, konuşma seslensen de dönüp arkama bakmayacağım...Hoyrat olma sevda, dokun ama hırpalama..kadınlığımdan utanmadım,midesiz yalanlardan utandığım kadar..tutkunun kalbine kim sapladıysa bıçağı çeksin hemen, intikamım acı olur sonra, tat alamazsınız..(!)Rüzgar okşarken acıtıyorsun özlemleri dilimde anlamını bilmediğim kelimeler var öpüşlerimden akan sızı efsunlu kanım kaynıyor, ateşimin altını kısın
dibi delinince aldanışların,küçük bir çocuk gibi inandığım sözler kıyıya vurdu,gidip bakmadım gömdüm ihanetleri kimse başlarında ağlamasın dünde bıraktım saflığımı, acı(ya)madım!..seviştikten sonra bile aynı bakabiliyorsa sevdalının gözleri, ruhuyla sevişmiş demektir.. Gözler aynı bakmıyor sabahları ey kıvrımlarının debisi çağlayan acuze..!
Kan(a) ma bu sefil tapınmalara bedenimde uyu, gözlerimde uyan. içindeyim Dışında olamayacak kadar..çığlık atan kavuşmaların dili tutuldu..her şey bir anda değişebiliyor, saç telinin rengi bile..koynundayım dalgaların..göğsümü gıdıklıyor sarnıçlarımdaki serseri çocukluğum..göz yaşlarımı çekinmeden içti la minör haylazlıklar..açıldı göz kapaklarım..! .Görüyorum tahrik oldu hırsım soyunuyorum kalpazan bakışlardan!!
2010 Açık Öğretim lisesi 3. dönem kayıt yenileme işlemleri - 2010 Açık Öğretim lisesi 3. dönem kayıt yenileme Tarihi - Açık Öğretim lisesi 3. dönem kayıt yenileme işlemleri 2010 - Açık Öğretim lisesi 3. dönem Kayıt Yenileme tarihleri 2010 - Aöl 3. dönem kayıt yenileme tarihleri
2009 - 2010 Eğitim Öğretim Yılı III. Dönem Açık İlköğretim Okulunda öğrenim görmek üzere kayıt başvurusunda bulunacak öğrenci adaylarının,kayıt yenileme işlemeleri 21 Haziran 2010 ve 02 temmuz 2010 tarihleri arasında Halk Eğitimi Merkezlerinde yapılacaktır.
III. dönem sınav giriş yerlerinin internette yayınlanmaya başlanılması.
26 Temmuz 2010
III. DÖNEM SONU SINAVLARI(3)
08 Ağustos 2010
2009-2010 Eğitim-Öğretim yılı III. dönem sınav sonuçlarının internette yayınlanması.
08 Eylül 2010
(2) Kayıt Yenileme : Açık Öğretim Lisesi'nde okuyan, AKTİF ve DONUK öğrencilerin sınava girebilmek için yaptırdıkları işleme denir.
(3) Yapılacak olan III. Dönem sınavına sadece Açık Öğretim Lisesine kayıtlı onyedi yaşını doldurmuş (onsekizden gün almış) donuk ve aktif öğrencilerimiz III. Dönem kayıt yenilemeleri yaptırmaları halinde katılacaktır.
Sevdan ince ince işliyor yüreğime. Farkına bile varamadım, ne zaman aldın beni benden. Canım yanıyor her canın yandığında..
Senin yanımda olmadığın anlarda, boş duvarlara bakıp yüzünü görüyorum sanki. Sesini duyduğumda, ıssızlığından kurtuluyor ruhum..
Aldığım her solukta seni düşünüyorum. Gözlerimi her kapattığımda gözlerin geliyor gözlerimin önüne..
Senden kaçmak istiyorum bazen, ama adımlarım geri geri dönüyorlar sana doğru.
Hayata gülümserken bir yandan, içimdeki çocuk avazı çıktığınca bağırıyor. Yüreğim sorular soruyor aklıma. Yanıtsız sorular...
Kendim olmayanı oynamaktan ne zamandır, tükendi gücüm sana. Artık oynamıyorum, kendime dönüyorum..
Artık gözlerinin içine bakarak "Git" diyemem sana.. Yok ki buna cesaretim..
Gözyaşlarımı içime akıtıp, gülümseyemem sana, dökülürler gözlerimden, tutamam ki..
Ya sen? Anlamaz mısın yine? Hissetmez misin içimden geçenleri? İnanır mısın dilimden dökülenlere?
Yüreğim aşılmaz bir dağ gibi dikiliyor karşıma. "Dinlemelisin beni" diyor. "Bu kez dinlemelisin!!"
Ben duymamaya çalıştıkça da, çığlığa dönüşüyor sesi.
Başladığım yerde duruyorum hala..
Artık teslim ettim sevdana yüreğimi, istesem de gidemiyorum..
Ve yine düğümleniyor kelimelerim sana, dillendiremiyorum...
Kal yanımda, uğrunda deliriyorum..
Kal yanımda...
Kelimeler yetmiyor anlatmaya,
Korkuyorum..
Sözlerimi gözlerime bak anla,
Söylüyorum...
Bilmek istiyorsan seni ne kadar sevdiğimi, bak ve gör gözlerimdeki seni...
Çıldıracağım Müzikli Şiiri - Çıldıracağım - Güllü - Çıldıracağım Şarkısı
Bölünür günler acı renklere
Ayrılık öyle zor alışamadım..
Mutsuzum yalnızım nerdesin nerde..
Geri dön ne olur çıldıracagım..
Yoksun gül kurusu akşamlarımda
Yoksun sen muhtacken yoksun yanımda..
Sıgındım çaresiz hatıralara
Geri dön ne olur çıldıracagım..
Yoksun gül kurusu akşamlarımda..
Yoksun sen muhtacken yanımda..
Sığındım çaresiz hatıralar..
Geri dön ne olur çıldıracagım..
Geri dön ne olur çıldıracagım..
Hasretin çıg gibi düşer kalbime
Hayaller yorulur dalgın gözümde
Tahammül kalmadı artık gönlümde
Geri dön ne olur çıldıracagım
İçimin Acıyan Yanı Şiiri - İçimin Acıyan Yanı Şiirleri - İçimin Acıyan Yanı Müzikli Şiiri
Sebepsiz susuşlarda merhaba içimin acıyan yanı!
Kelimeler arasında saklamaya çalıştığım yalnızlıklar büyürken ,sancılarım çoğalmakta yine
Gidişinin bilmem kaçıncı gününde bilmem kaçıncı kez söylüyorum bunları sana! Sen yine duymuyorsun amaOlsun be, canın sağolsun
Yalancı dünyanın kapkara gökyüzüne bembeyaz hayaller takmıştık. Kıracaktık seninle bu karanlık zinciriniOlmadı! Yapamadık! Yapacak kadar ömür biçmedin sevgimize!Yabancı kelimeler kattın sevgimizin lehçesine
Hani ayrılık, bitiş, som, giden ve kalan kelimeleri değmeyecekti bu sevginin diline? Söyle şimdi hangisi düşüyor beni pervane eden bu sevginin dilinden?
Susuşlarda bulmuştuk sevgimizi! Hasretle süsleyip her sabah yeniden katardık rüzgara! Uzak şehirlerde iki candık seninle!
Her gece birleşir seninle gökyüzünde bir yerlerde selam verirdik her şeye! Tebessümler yağdırırdık öksüz şehirlerin gecelerine
ßakışlarım değdiğinde gözlerine bir kere daha bulurdum hayatı! ßir kez daha anlardım hayatımı bakışlarına sığdırdığımı!
Sen hissetmeden büyürdün içimde
Hatırlar mısın bilmem ama bir ev yapmıştık seni düşlerimizdeKüçücük bir evdi hani! Masmavi umut fideleri ekmiştik bahçesine. Sevgimizle beslerdik onları seninleßoyumuz kadar olmuşlardı en son gördüğümüzde! Şimdi ne haldeler biliyor musun?
Yaprakların takati kalmamış esen rüzgarda eğilmeye, gücü yok artık tomurcukların güneşe bakmaya! Sevgisizliğe daha doğrusu sensizliğe dayanacak gücü kalmamış köklerin!
.
Şimdi biri sorsa sana gözlerimin rengini söyleyebilir misin? şimdi gelsem kapına gözlerimden tanıyabilir misin beni?Unutamam dediğin gözlerin kaldı mı saklında?O kadar ömür biçtin mi gözlerime?
İçimde bir şeyler sen olurken ben çoktan gitmişim uzak kentlereSoğuk gecelerde cam kırıklarını sermişim üşümesin diye yüreğimeAğustos güneşinde titreyen yüreğim bir haber kalmış şimdi senden
Şimdi kim bilir nerde, kiminlesin? Çağırsam gelir misin?
Sus
Geleceksen bile gelirim deme! İstemem, kal olduğun yerde! Özlemedim diyemem ama gelme işte
Neden sorma! ßende çok sormuştum sana bu gidişin nedenini! ßahaneler türetmiştin kendince! Yalancı etme beni, ne olur neden sorma!Ama sakın gelmeİstemem!
Gelsen neyi değiştirebiliriz ki şimdi? Hangi son bulan yeniden dönmüş ki başa? Hangi duran kalp yeniden başlamış eskisi gibi çarpmaya?Sancılarında boğulmaya,yokluğunun boşluğunda asılı kalmaya razıyımNe olur sen sakın gelme!
ßırak, gittiğin yerden kanasın bu hikaye!!