Kore sineması dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de kendi has bir kitlesi ve azımsanmayacak sayıda hayranı olan bir sektör.
Çekik gözleri, güzel yüzleri, hayran bırakacak kadar düzgün dişleri, birbirlerinden hoş mimikleri ve sempatik tavırları ile her bir Kore oyucusu tek bir filmle bile kendine geniş bir hayran kitlesi oluşturabiliyor.
Tavırları, aile içi yaşamları, akrabalık ilişkileri ve büyüklere gösterdikleri saygı gibi faktörler de onları kendimize yakın hissetmemizi sağlayan unsurlar.
Sizin için en iyi 10 Kore filmini listeledim. Filmlerle ilgili bilgi tabii ki Kore filmi severlerin 1 numaralı film portalı yeppudaa.com’dan. Hayatın günlük koşuşturması, iş yeri stresi, sınavlar, birlikteliğiniz, akrabalarınız, trafik… Canınızı sıkan ne varsa bir kenara atıp. Farklı bir dünyanın kapılarını sizlere açacak bu 10 güzel filmi, bir solukta izleyip bitirmenizi ve tüm dertlerinizden kurtulmanızı diliyorum.
Not: Özcan Deniz’in olay filmi Evim Sensin’in orjinali A Moment to Remember da bu listede.
İyi seyirler…
My Sassy Girl / Hırçın Sevgilim
Romantik / Dram / Komedi
Konusu;
Kyun-woo bir akşam evine dönerken metroda güzel bir kıza rastlar. Ne var ki kız kör kütük sarhoştur ve ayakta bile duramamaktadır. Kız trenin önüne düşmekten kurtaran Kyun-woo, bindikleri trende de kıza destek olmaya çalışır.
Trendeki diğer yolcular baygın olduğu için onu taşıyan Kyun-woo’nun kızın erkek arkadaşı olduğunu düşünürler, bu nedenle çocuk da kızı bırakıp gidemez. Bu karar insanın da hayatında bir dönüm noktası olacaktır.
Ho-sik Kim’in internette yayınladığı kendi anılarına dayanan hikayelerinin kitap haline getirilen aynı isimli romanından uyarlanan film, Günye Kore’nin en iyi romantik-komedilerinden biri olarak kabul ediliyor.
A Moment to Remember
Dram | Romantik
Konusu: Film Su-Jin’in sevgilisi tarafından istasyonda ekilmesiyle başlıyor. Patronuyla uzaklara kaçma planları suya düşen Su-Jin’in bu davranışı ailesine ve en çok da kendisine zarar veriyor. Unutkan karakterimiz bir gün markette çantasını ve aldığı kolayı unuttuğunu farkedip markete geri döndüğünde, marketten çıkan bir müşterinin kendi kolasını yürüttüğünü görerek ilginç bir harekette bulunuyor. Sonradan hatasını fark etse de geç kalıyor. Daha sonra bu kişinin (Cheol-su) babasının yanında çalışan adamlarından biri olduğunu öğreniyor ve özellikle bir iş için babasından yardım istemesi ve babasının o iş için Cheol-su’ yu göndermesiyle… İşte bundan sonra Jung Woo Sung’ ın karizması başlıyor.
Gerisini siz izleyin fakat film ilerledikçe olayla farklı bir yöne gidiyor, mendilleri de hazırda bulundurun.
Castaway On The Moon / Kim’s Island/ Kim’in Adası
Komedi, Romantik, Dram
Konusu:
Kim adında bir adam kendini Han Nehri’nin karanlık, suskun sularına atar. Uyandığında üstü başı kumla kaplanmış, yerde yatmaktadır. O zaman, kendisini öldürmeyi başaramadığını ve nehirde bilinmeyen bir adaya sürüklendiğini anlar. Nehir kenarındaki binalardan birinin bir dairesinde yıllarca odasından dışarıya adımını atmamış bir genç kız vardır. Bir gün dürbünüyle bakmaktayken bir ada üzerinde tek başına yaşayan bir adam gözüne ilişir ve merak eder. Günler günleri kovalarken, adamın yalnız ama halinden hoşnut yaşamı merakını öylesine artırır ki onca yıldan sonra odasından dışarı çıkmasına sebep olur.
200 Pounds Beauty / Şişman Sevgilim
Komedi
Konusu : Hanna, Koreli popüler şarkıcı Amy için dudak senkronizasyonu yapan vokalistdir.Gizli aşkı Sang-ju’nun Amy’ye onu aşağılayıcı sözlerini duyana kadar o fiziksel görünüşünü daima gözardı etmiştir.Artık .Hanna yaşadığı yıkımın ardından 100 kiloluk bedenini değiştirmeye karar verir.Geçirdiği bir dizi estetik operasyon ile yepyeni bir görünüşe kavuşur.Sahte bir kimlikle yeniden Sang-ju’nun karşısına çıkar.Ancak bu baş döndüren güzelliği ile Sang-ju’nun kalbini kazanabilecek midir?
The Way Home / Ev Yolu
Dram
Konusu: Yazı anneannesinin yanında geçirmesi için köye götürülen şehirli ve inanılmaz şımarık bir çocuğu anlatır. Bu yaramaz çocuğun kadıncağıza yapmadığı kalmaz. Oysa anneannesi sevgi dolu, yaşını göstermeden torunu ile ilgilenen mükemmel bir varlıktır.
My Little Bride / Benim Küçük Gelinim
Komedi
Konu:.Çocukluğundan beri şımarık, çapkın ve sapık özelliklerini üzerinde taşıyan Sangmin eve dönüş yolculuğundaki uçakta ve havaalanında bile bu huyundan vazgeçmez. Sangmin ve Boeun eve vardıklarında, büyükbabanın hasatalığından daha büyük bir şokla karşılaşacaklardır.
Boeun’un büyükbabası Sangmin’in ninesine karşı hislerine rağmen, eski bir dostu ve de silah arkadaşı olan Sangmin’in büyükbabası ile çocuklarını evlendirmek üzere bir antlaşma yapmıştır fakat her ikisininde erkek evladı olduğu için anlaşma bir sonraki nesil için, yani torunları için geçerli olmuştur.Sangmin’in büyükbabasına verdiği sözü tutabilmek ve öldükten sonra onun yüzüne bakabilmek için ne olursa olsun Sangmin ve Boeun’nun evlenmesini sağlıcak.Bu uğurda her türlü hileye başvurmaktan çekinmeyecektir.
Boeun’nun annesi küçük yaştaki kızının bu şekilde evlenmesine razı değilsede geleneksel ailede kocalarının babalarına karşı çıkamayacağını bildiğinden, gönülsüz evliliğe razı olur.Sangmin için gece hayatı, özgür yaşam ve sınırsız kadın hayalinden vazgeçmek anlamına gelecek olan bu evlilik kesinlikle kabul edilemezdir.Boeun ise okuluna devam etmek, kendi yaşıtları olan insanlarla ilişki kurmak için ve küçüklüğünden beridir tanıdığı Sangmin’nin güvenilmezliğinden dolayı bu evliliği kesinlikle istemesde büyükbabaları onlardan daha zeki ve tilki olduğu için kendilerini evlenmiş bulurlar.
Ev içerisinde evcili oynayan bu çift dışarıda birbirlerinden bağımsız hareket edeceklerdir.Tabi birbirlerine alışana kadar.
Daisy / Deiji / Papatya /
Dram
Konusu: Film Su-Jin’in sevgilisi tarafından istasyonda ekilmesiyle başlıyor. Patronuyla uzaklara kaçma planları suya düşen Su-Jin’in bu davranışı ailesine ve en çok da kendisine zarar veriyor. Unutkan karakterimiz bir gün markette çantasını ve aldığı kolayı unuttuğunu farkedip markete geri döndüğünde, marketten çıkan bir müşterinin kendi kolasını yürüttüğünü görerek ilginç bir harekette bulunuyor. Sonradan hatasını fark etse de geç kalıyor. Daha sonra bu kişinin (Cheol-su) babasının yanında çalışan adamlarından biri olduğunu öğreniyor ve özellikle bir iş için babasından yardım istemesi ve babasının o iş için Cheol-su’ yu göndermesiyle… İşte bundan sonra Jung Woo Sung’ ın karizması başlıyor.
Gerisini siz izleyin fakat film ilerledikçe olayla farklı bir yöne gidiyor, mendilleri de hazırda bulundurun.
Going by the Book / Kitabına Göre /
Komedi
Konusu: Güney Kore suç, dedetif hikayeleri genellikle sert ve asık yüzlü olarak tanınır oysa Going by the Book / Kitabına göre alışılmışı bozarak hikayeye farklı bakış açısı yeni bir soluk kazandırır.İlk kez yönetmenlik koltuğuna oturan Ra Hee-chan için iyi bir başlangıç olan Going by the Book, iyi bir referans olması açısından da önem taşıyacaktır.Fakat bu onun şanslı olduğu gerçeğini göz ardı etmez, zira Ditto (2000), Guns and talks (2001), Someone Special (2004) gibi filmlerle başarısını tescillemiş ve hepsinden önemlisi Welcome to Dongmakgol (2005) hikayesiyle ödüller kazanmış olan Jang Jin’in elinden çıkmış bir hikayeye sahiptir. Going by the Book / Kitabına göre komedi türü açısındanda yüz akı filmlerden birisidir.
Miracle of Giving Fool / Ba:Bo / Ahmaklık Mucizesi
Romantik, Dram, Komedi
Konusu: Ji-ho umut veren bir piyanisttir, ve yıllarca yurt dışında tahsil görüp piyano çalmaktadır. Ama bir gece ansızın bir sahne korkusu duygusuna yakalanır ve bir daha bundan kurtulamaz. Çaresizlik içinde, yurduna döner ve eski sınıf arkadaşı Sung-ryong ile karşılaşır. Bir zamanlar çok zeki bir çocuk olan Sung-ryong bir kaza geçirmiştir ve şimdi yirmili yaşlarının sonundayken hala altı yaşındaki bir çocuğun zekasına sahiptir. Çok unutkandır, ama ilk aşkı Ji-ho’yu asla unutmamıştır. Sung-ryong’un deforme olmuş aklının diğer yarısında sadece ailesi, kız kardeşi Jee-in vardır. Ona bakmak için, Sung-ryong Jee-in’in okulu önünde tost satmaya başlar. Ama Jee-in zeka özürlü ağabeyinden utanır ve onu tanımazlıktan gelir. Sung-ryong’un iyi niyetli düşüncesini anlayansa sadece eski arkadaşı Sang-soo’dur. Ama Sung-ryong kaçınılmaz bir şekilde gangsterlerin dünyasına düşer. Ji-ho hala kendi derdindedir, Jee-in hastalanmıştır ve Sang-soo tehikeli bir çatışmaya karışmıştır. Ama onların tüm acıları hiç kimsenin öngörmediği bir şekilde sanki bir mucize olmuşcasına Sung-ryong tarafından dindirilir…
The Classic / Keulraesik / Klasik /
Dram, Romantik
Konusu: Üniversitede okuyan bir genç kız olan Ji-hae ‘nin babası, O henüz küçük bir kızken ölmüş; annesi de, Ji-hae yeniden evlenmesini istese de bu fikre hiçbir zaman cazip bakmamış ve bir süre önce çalışmak için yurt dışına gitmiştir. Edebiyatı seven, duygusal bir kız olan Ji-hae, annesine olan özlemini onun geçmişine ait hatıraları tekrar gün yüzüne çıkararak gidermektedir…
En sevdiği hatıralar ise annesinin, babasıyla evlenmeden önceki flörtü ve ilk aşkı olan Jun-ho ile birbirlerine gönderdikleri mektuplardır. Ji-hae ‘nin buram buram sevda kokan bu mektupları sevmesinin bir nedeni daha vardır: Genç kız, içinde kopan fırtınadan bu mektuplara dalarak kaçmaktadır…
Peygamber Efendimizin Ashabı, bu kutlu insanın dış görünümünün güzelliği, görenleri hayran bırakan heybetinden nuruna ve duruşundan gülüşüne kadar Allah'ın onda tecelli ettirdiği çeşitli güzellikler hakkında pek çok detay aktarmışlardır. Sayıca oldukça kalabalık olan sahabeler, bu güzellikler hakkında birçok farklı detay vermiş, Peygamber Efendimizle aynı dönemde yaşamamış olan Müslümanlara Allah'ın Resulünü birçok yönüyle tanıtmışlardır. Bazı sahabeler onu genel özellikleriyle tarif ederken, diğerleri uzun ve detaylı anlatımlarda bulunmuşlardır. Bu anlatımlardan bazıları şu şekildedir:
Peygamber Efendimizin dış görünümü ve güzelliği
Sahabeleri Peygamberimiz (sav)'in güzelliğini şöyle anlatıyorlardı:
"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem çok yakışıklı ve alımlı idi. Mübarek yüzü ayın on dördündeki dolunay gibi parlardı... Burnu gayet güzel idi... Gür sakallı, iri gözlü, düz yanaklı idi. Ağzı geniş, dişleri inci gibi parlaktı... Boynu sanki bir gümüş hüzmesi idi... İki omuzu arası geniş, omuz kemik başları kalın idi..."66
Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Resulullah Efendimizin boyu; ne çok uzun, ne de fazla kısa idi. Teni de ne duru beyaz, ne de koyu esmerdi. Saçları ise ne düz, ne de kıvırcık idi. Kırk yaşına geldiğinde, Allah Teala O'nu peygamber olarak gönderdi. Peygamber olduktan sonra, Mekke'de 10 sene, Medine'de de 10 yıl kaldı ve 60 yaşlarında vefat etti. Bu fani hayata veda ettiklerinde, saçında ve sakalında 20 tel ak saç yoktu."67
"Resulullah (sav) beyaz, güzel ve mutedil (yavaş ve mülayim, itidalli) idiler."68
Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz orta boylu idi; uzun da değildi, kısa da değildi; hoş bir görünüşü vardı. Saçı ise ne kıvırcık, ne de düzdü. Mübarek (İlahi hayrın bulunduğu şey, bereketlenmiş, çoğalmış, hayırlı, uğurlu) yüzlerinin rengi ise nurani beyazdı."69
Bera b. Azib (ra) anlatıyor:
" Resullullah Efendimizden daha güzel birini görmedim. Omuzlarını döğen saçları vardı. İki omuz arası genişçe idi. Boyu ise ne kısa idi, ne de uzundu."70
Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) rivayet ediyor:
"Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimizi anlatırken Onu şöyle tavsif (vasıflandırırdı) ederdi:
"Peygamber Efendimiz, ne aşırı derecede uzun, ne de kısa idi; O bulunduğu topluluğun orta boylusu idi. Saçları, ne kıvırcık ne de dümdüzdü; hafifçe dalgalı idi. Mübarek yüzlerinin rengi kırmızıya çalar şekilde beyaz; gözleri siyah; kirpikleri sık ve uzun; omuz başları iri yapılı idi O, insanların en cömert gönüllüsü, en doğru sözlüsü, en yumuşak tabiatlısı ve en arkadaş canlısı idi. Kendilerini ansızın görenler, O'nun heybeti karşısında çok şiddetli heyecanlanırlar; üstün vasıflarını bilerek sohbetinde bulunanlar ise, O'nu herşeyden çok severlerdi. O'nun üstünlüklerini ve güzelliklerini tanıtmaya çalışan kimse; Ben, gerek ondan önce, gerek ondan sonra, onun gibi birisini görmedim, demek suretiyle, O'nu tanıtma hususundaki aczini ve yetersizliğini itiraf ederdi. Allah'ın salat (dua, Peygamberimize (sav) yapılan dua, istiğfar, rahmet, namaz) ve selamı O'nun üzerine olsun."71
Hz. Hasan (ra) naklediyor:
"Resulullah Efendimiz, yaradılıştan heybetli ve muhteşemdi. Mübarek yüzü, dolunay halindeki ayın parlaklığı gibi nur saçardı. Orta boyludan uzun, ince uzundan kısa idi. Saçları kıvırcık ile düz arası idi; şayet kendiliğinden ikiye ayrılmışlarsa onları başının iki yanına salar, değilse ayırmazlardı. Uzattıkları takdirde saçları kulak yumuşaklarını geçerdi. Peygamber Efendimizin rengi, ezher'ul-levn (pek beyaz ve parlak renk) idi, yani nurani beyazdı. Alnı açıktı. Kaşları; hilal gibi, gür ve birbirine yakındı.
Boynu, saf mermerden meydana gelen heykellerin boynu gibi gümüş berraklığında idi. Vücudunun bütün azaları birbiri ile uyumlu olup yakışıklı bir yapıya sahipti..."72
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:
"Hazreti Peygamber, gümüşten yaratılmış gibi nurlu beyazdı; saçları da hafif dalgalı idi."73
"Efendimiz (sav) beyaza pembe karışık renkte idi. Gözleri siyah, kirpikleri sık ve uzun idi."74
"Allah Resulünün alnı geniş olup hilal kaşlıydı, kaşları gürdü. Iki kaşı arası açık olup, halis bir gümüş gibiydi. Gözleri pek güzel, bebekleri simsiyahtı. Kirpikleri birbirine geçecek şekilde gürdü Güldüğünde dişleri çakan şimşek gibi parıldardı. Iki dudağı da emsalsiz şekilde güzeldi Sakalı gürdü. Boynu pek güzeldi, ne uzun ne kısaydı. Boynunun güneş ve rüzgar gören kısmı altın alaşımlı gümüş ibrik gibi gümüşün beyazlığı ve altının da kırmızılığını yansıtır şekilde parıldardı Göğsü genişti, göğsünün düzlüğü aynayı, beyazlığı da ayı andırırdı Omuzları genişti Kol ve pazuları irice idi. Avuçları ipekten daha yumuşaktı."75
Peygamber Efendimizin hicret yolculuğu sırasında çadırını ziyaret ettiği Ümmü Mabed isimli cömertliği, iffeti ve cesareti ile tanınan biri, Peygamber Efendimizi tanımamıştır. Ancak Peygamberimiz (sav)'i anlatılanlardan tanıyan kocasına, onu şöyle tarif etmiştir:
"Aydın yüzlü ve güzel yaradılışlı idi; zayıf ve ince de değildi. Gözlerinin siyahı ve beyazı birbirinden iyice ayrılmıştı. Saçı ile kirpik ve bıyıkları gümrahtı (bol, gür). Sesi kalındı. Sustuğu zaman vakarlı (ağırbaşlılık, halim ve heybetli oluş), konuştuğu zaman da heybetli idi. Uzaktan bakıldığında insanların en güzeli ve en sevimlisi görünümündeydi; yakından bakıldığında da tatlı ve hoş bir görünüşü vardı. Çok tatlı konuşuyordu. Orta boylu idi; bakan kimse ne kısa ne de uzun olduğunu hissederdi. Üç kişinin arasında en güzel görüneni ve nur yüzlü olanıydı. Arkadaşları, ortalarına almış durumda hep onu dinlerler; buyurduğu zaman da hemen buyruğunu yerine getirirlerdi. Konuşması tok ve kararlı idi."76
Kendisini görenlerin anlattıklarında da görüldüğü gibi, Peygamber Efendimiz olağanüstü yakışıklı, görenlerin nefesini kesecek kadar güzel yüzlü ve güzel endamlı idi. Ayrıca atletik ve son derece etkili bir yapısı vardı ve çok kuvvetli idi.
Peygamberimiz (sav)'in Şemaili
Osmanlı döneminin önemli alimlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa Peygamber Efendimizin anlatılan özelliklerini bir özet haline getiren bir çalışma yapmıştır. Bu çalışması Kısas-ı Enbiya adlı eserinin IV. cüzünde, "Bazı Evsaf-ı Seniyye-i Muhammediyye" başlığı altında gerçekleşmiştir:
" Mübarek cismi güzel, hep azası mütenasip (uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan), endamı gayet matbu, alnı ve göğsü ve iki omuzlarının arası ve avuçları geniş, boynu uzun ve mevzun (yakışıklı, her bir vasfı ölçülü) ve gümüş gibi saf, omuzları ve pazuları ve baldırları iri ve kalın, bilekleri uzun, parmakları uzunca, elleri ve parmakları kalınca idi. Mubarek cildi ise ipekten yumuşak idi.
Kemal-i itidal üzere büyük başlı, hilal kaşlı, çekme burunlu, oval yüzlü idi.
Kirpikleri uzun, gözleri kara ve güzel, büyücek ve iki kaşının arası açık, fakat kaşları birbirine yakın idi,
O Nebiyy-i Mücteba (seçilmiş, kıymetli peygamber), ezherüllevn (rengi nurlu, parlak) idi; yani ne ak, ne de kara esmer, belki ikisi ortası ve gül gibi kırmızıya mail (benzer) beyaz ve, nurani ve berrak olup, mübarek yüzünde nur lemean (parlardı) ederdi. Dişleri, inci gibi abdar (parlak, sağlam vücutlu) ve tabdar (ışıklı, parlak, büklümlü, kıvrımlı) olup, söylerken ön dişlerinden nur saçılır; gülerken, fem-i saadeti (saadetli ağzı), bir latif (mülayim, yumuşak, nazik, güzel) şimşek gibi ziyalar (ışıklar) saçarak açılır idi
Alem-i bekaya (geride kalanların dünyasını) rihlet (göçmek, ölmek) buyurduklarında saçı, sakalı henüz ağarmaya başlamış başında biraz ve sakalında yirmi kadar beyaz var idi.
Havassı (duyular) fevkalade kavi (sağlam, kuvvetli) idi. Pek uzaktan işitir ve kimsenin göremeyeceği mesafeden görür idi. Elhasıl (sözün özü), en mükemmel ve müstesna surette yaratılmış bir vücud-ı mes'ud (mutlu vücudu) ve mübarek idi Onu ansızın gören kimseyi sevgi alırdı ve Onunla ülfet ve musahabet (sohbetler, konuşup görüşmeler) eyleyen kimse, Ona can ü gönülden aşık ve mühib olurdu. Ehl-i fazl'a (kerem, ilim sahibi), derecelerine göre ihtiram (hürmet, saygı) eylerdi. Akrabasına dahi pek ziyade (çok bol, fazladan) ikram eylerdi. Lakin (ancak) onları, kendilerinden efdal (daha faziletli, daha layık, daha iyi) olanların üzerine takdim etmezdi.
Hizmetkarlarını pek hoş tutardı. Kendisi ne yer ve ne giyerse, onlara dahi onu yedirir ve onu giydirir idi.
Sahi (cömert, eliaçık, herkese iyilik etmek isteyen) ve kerim (herşeyin iyisi, faydalısı), şefik (şefkatli, esirgeyen, merhametli) ve rahim (rahmet edici, bağışlayan), şeci (kahraman, yiğit) ve halim (yumuşak huylu, hoş muamele yapan) idi. Ahd ü va'dinde (söz vermede) sabit, kavlinde (sözünde) sadık idi. Elhasıl (neticesi)- hüsn-i ahlakça (ahlak güzelliği) ve akl-ü zekavetçe (keskin anlayışı olan akıl) cümle(bütün, tam) nasa (insanlara) faik (üstün, üstünde) ve her türlü medh ü senaya (övgüye) layık idi.
Yemede, giymede kadar-ı zaruret (yoksulluk derecesinde) ile iktifa (yetinir) ve ziyadesinden (fazlasından) iba eylerdi (çekinirdi)."77
Allah, Hz. Muhammed (sav)'i alemler üzerine seçmiş ve onun "peygamberlerin sonuncusu" (Ahzab Suresi, 40) olduğunu bildirmiştir. Ondan sonra hiçbir peygamber gönderilmeyecektir ve Kuran insanlara hidayet rehberi olarak gönderilen en son kitaptır. Allah, Peygamber Efendimizin bu eşsiz özelliğini onun mübarek vücudunda bir izle tecelli ettirmiştir.
İslami kaynaklarda ve rivayetlerde Peygamber Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan bu işarete "nübüvvet mührü" ismi verilir. Peygamberimiz (sav)'in mührüne benzer peygamberlik işaretlerinin diğer peygamberlerde de olduğu, ancak Peygamberimiz (sav)'inkinin daha farklı olduğu el-Müstedrek tarafından Vehb b. Münebbih (ra)'den şöyle nakletmiştir:
" Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki, onun sağ elinde Peygamberlik beni (şamet'ün-nübüvve) olmamış olsun. Ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselam bunun istisnasını teşkil etmektedir. Zira Onun peygamberlik beni, (sağ elinde değil) kürek kemikleri arasındadır. Peygamberimiz bu durum sorulunca: "Kürek kemiklerim arasında bulunan bu ben, benden önceki Peygamberlerin beni gibidir"78 demiştir."
Cabir b. Semüre (ra) anlatıyor:
"Ben Resulullah Efendimizin kürek kemikleri arasında bulunan nübüvvet mührünü gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğünde kırmızımtırak bir yumru idi."79
Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra) naklediyor:
"Dedem Hz. Ali, Peygamber Efendimizin vasıflarını anlatırken, Resulullah'ın Hilyesi (güzel sıfatlar, süs, zinet, cevher, güzel yüz, suret, görünüş) hakkındaki hadisi bütün uzunluğu ile zikreder ve:
"Kürek kemikleri arasında nübüvvet mührü vardı. Ve O, peygamberlerin sonuncusudur" derdi.80
Ebu Nadre (ra) anlatıyor:
"Ashabdan Ebu Said el-Hudri'ye Resulullah Efendimizin peygamberlik mührünün nasıl bir şey olduğunu sordum. Mübarek sırtlarında gül tomurcuğu gibi bir et parçası olduğunu söyledi."81
"İki küreği arasında peygamberlik mührü yer alıyordu. Bu mühür sağ omzuna daha yakındı."82
Muhammed b. Müsenna, Muhammed b. Hazm, Şu'be Simak (ra)'dan:
"Cabir İbn-i Semure'nin şöyle dediğini duydum: Resulullah (sav)'in sırtında mühür gördüm: güvercin yumurtası gibi idi."83
Peygamber Efendimizin saçı
Peygamber Efendimizin saçının uzunluğu ile ilgili farklı tarifler vardır. Tarifler arasında böyle bir farklılık olması ise doğaldır, çünkü bu bilgileri aktaranlar Peygamber Efendimizi farklı zamanlarda gördükleri için, saçının uzunluğu da farklı olmuş olabilir. Ancak bu tariflerden anlaşılan Peygamberimiz (sav) saçını en kısa kulağı hizasında, en fazla ise omuzlarına kadar uzatmıştır.
Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Hazreti Peygamberin saçları, kulaklarının orta hizasına kadar uzamıştı."84
Hazreti Aişe (ra) validemiz anlatıyor:
"Resulullah'ın mübarek saçları, kulakları ile omuzları arasındaydı. Allah'ın selat ve selamı üzerine olsun."85
Bera b. Azib (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz orta boylu idi. Omuzları da genişçeydi. Saçları ise, kulak yumuşaklarına değerdi."86
Ebu Talib'in kızı ümmü Hani (ra) anlatıyor:
"Resulullah Efendimiz Mekke'ye geldiklerinde evimizi teşrif etmişlerdi. Bu sırada mübarek başları dört belikli (örgülü) idi." 87
Peygamberimiz (sav)'in saç ve sakal bakımı
Peygamber Efendimiz temizliğe çok önem verdiği için, saç ve sakal bakımına da önem vermişlerdir. Bazı kaynaklarda onun yanında daima tarak, ayna, misvak, kürdan, makas, sürmedan gibi eşyalar bulundurduğu bildirilmektedir.88 Peygamberimiz (sav) ashabına da aynı tavsiyelerde bulunmuş ve "Kim saç bırakmışsa, onun bakımına dikkat etsin"89 şeklinde buyurmuşlardır. Peygamberimiz (sav)'in saç ve sakalı ile ilgili diğer aktarılanlar şu şekildedir:
"Cabir b. Semüre'den işittim. Ona, Hazreti Peygamberin saçlarının ağarma durumu sorulmuştu. O da: Mübarek başlarını yağladıkları zaman saçlarının akı gözle farkedilmez; fakat başlarına yağ sürmedikleri anlarda beyazları görünürdü"92 dedi.
Peygamberimiz (sav), dış görünümüne ve temizliğine verdiği önemle, müminlere güzel bir örnek olmuştur. Bir rivayette Peygamber Efendimizin bu konudaki tavrı şöyle belirtilir:
"Bir gün Peygamber (sav) sahabelerinin yanına çıkacağı zaman küpteki suya bakarak sarığını ve sakalını düzeltti ve şöyle dedi: 'Allah kardeşlerinin yanlarına çıkarken kulunun kardeşleri için süslenmesini sever.'93
Peygamber Efendimizin giyim tarzı
Peygamberimiz (sav)'in giyimi hakkında da sahabeler pek çok detay aktarmışlardır. Bunun yanı sıra Peygamber Efendimizin müminlere nasıl giyinmeleri gerektiğiyle ilgili olarak tavsiyeleri de onun bu konuya verdiği önemi ortaya koymaktadır. Örneğin Peygamber Efendimiz hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Allah güzeldir, güzelliği sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir (mazhar olduğun nimeti kendinden bilip) hakkı reddetmek, halkı hakir görmektir."94
"Allah güzeldir, güzeli sever ve kuluna verdiği nimetin eserini üzerinde görmekten hoşlanır."95
Peygamber Efendimizin torunu Hz. Hasan, onun giyim konusu hakkındaki görüşünü şöyle ifade etmiştir:
"Peygamber Efendimiz bize elde ettiğimizin en iyisini giymemizi ve bulabildiğimiz en hoş kokuları sürmemizi emrederdi."96
Bu konudaki Peygamberimiz (sav)'in bir başka hadisi de şu şekildedir:
"Ey müminler! Gönlünüzce yiyiniz, içiniz, giyininiz ve Allah yolunda sarf ediniz. Ancak, israfa veya kibir ve gurura kaçmayınız."97
Peygamber Efendimiz ashabından biri dış görünümüne önem vermediğinde veya bakımsız olduğunda onu da hemen uyarırdı. Bu konuya ait bir rivayeti Ebu'l Havas (ra), babasından şöyle nakletmektedir:
Üzerimde adi bir elbise olduğu halde Resulullah aleyhissalatu vesselam'ın yanına gelmiştim. Bana:
"Senin malın yok mu?" diye sordu.
"Evet var" cevabıma:
"Hangi çeşit maldan?" sorusunu yöneltti.
"Her çeşit maldan Allah bana vermiştir" demem üzerine:
"Öyle ise Allah Teala Hazretleri sana bir mal verdiği vakit Allah'ın verdiği bu nimetin eseri ve fazileti senin üzerinde görülmelidir" buyurdular.98
Buna benzer bir başka olayı ise Hz. Cabir (ra) şöyle aktarmıştır:
Resulullah aleyhissalatu vesselam, binek hayvanlarımızı güden bir adamımızı gördü. Üzerinde eskimiş iki parçalı giysi vardı.
"Onun bu eskilerden başka giyeceği yok mu?" diye buyurdular. "Evet var" dedim. "Çamaşır torbasında iki giysisi daha var. Ben onları giydirmiştim."
"Öyleyse çağır onu da, bunları giysin" diye emrettiler. (çağırdım, emr-i Nebeviyi söyledim.), o da onları giyindi. Geri gitmek üzere dönünce, Resulullah aleyhissalatu vesselam:
"Nesi var da bu yenileri giymiyor? Bu daha hoş değil mi?" diye buyurdular.99
Peygamberimiz (sav)'in giyim tarzı ile ilgili sahabelerin aktardığı bilgilerden bazıları ise şunlardır:
İbnu Abbas (ra) anlatıyor:
Ben Resulullah aleyhissalatu vesselam üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm."100
Ümmü Seleme (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimizin en çok sevdikleri elbise çeşidi, gömlek (kamis) idi."101
Ashabdan Kurre (ra) anlatıyor:
"Ben, biat eylemek üzere, Müzeyne kabilesinden bir grup insanla birlikte Resulullah Efendimizin huzurlarına çıktım. Peygamber Efendimizin gömleklerinin yakası düğmesiz olduğundan"102
Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
"Peygamber Efendimiz, giydikleri elbiseler içerisinde, Hibere-i Yemani'yi çok severlerdi"103 (Hibere, Yemen'de dokunan pamuktan yapılan, kırmızı çubuklu yeşil bir kumaştır. Eskilerin "alaca" dedikleri desenli kumaşlar için kullanılan bir tabirdir. Bu da kumaşın düz değil desenli olduğunu ve birkaç renkten oluştuğunu gösterir.)
El-Bera b. Azib (ra) anlatıyor:
"Kırmızı desenli elbisenin, Peygamber Efendimiz kadar bir başkasına yakıştığını görmedim. Bu kıyafetle Resulullah (sav)'ı gördüğümde, mübarek saçları, omuzlarına değecek kadar sarkmıştı."104
Semüre b. Cündüb (ra) rivayet ediyor:
"Hazreti Peygamber: "Beyaz elbise giyiniz. Zira o, son derece temiz ve hoştur" buyurmuşlardır"105.
Hz. Aişe (ra) anlatıyor:
"Resulullah Efendimiz, bir sabah vakti, üstlerinde siyah yünden dokunmuş bir izar (peştemal, futa, göğüsten aşağı örtülen elbiseler) olduğu halde, evlerinden dışarı çıkmışlardı."106
Peygamber Efendimizin dış kıyafetleri
Eşa's b. Süleyn (ra) anlatıyor:
"Bana halam anlattı. Ona da amcası anlatmış. Halamın amcası demişti ki: Bir gün Medine sokaklarında izarımı sürüyerek yürüyordum. Bu sırada arkamdan bir ses işittim: "İzarını yukarı kaldır. Zira izarın yerde sürünmemesi, onun daha temiz kalmasını ve uzun müddet dayanmasını sağlar" diyordu. Arkama dönüp baktığımda bu sözleri söyleyenin Resulullah Efendimiz olduğunu gördüm."107
Seleme b. El-Ekva'dan (ra):
"Hz. Osman, uzunluğu bacaklarının yarısına kadar ulaşan bir izar giyer ve "Arkadaşımın (sahibi), yani Resulullah (sav)'ın izarları da aynen böyleydi" derdi.108
Resulullah Efendimiz yabancı devlet reislerine mektup yazmak isteyince, bir mühür yüzük yapılmasını buyurdu.
"Peygamber Efendimizin parmağındaki yüzüğün parıltısı hala gözümün önünde duruyor".
"Peygamber Efendimizin Mühr-i Şeriflerinin kaşına, üç satır halinde, "Muhammed Resulullah" ibaresi kazınmıştı. Birinci satırda "Muhammed", ikinci satırda "Resul", üçüncü satırda da "Allah" kelimeleri yer alıyordu."109
Peygamber Efendimizin yürüyüş şekli
Ebu Hüreyre (ra) anlatıyor:
"Ben Resulullah Efendimizden daha güzel birisini görmedim; sanki güneş, onun mübarek yüzünde devrediyor gibiydi. Peygamber Efendimizden daha hızlı yürüyen birisini de görmedim; yürürken adeta yeryüzü ayakları altında dürülürdü. Bizler, arkalarından giderken, geri kalmamak için büyük çaba harcardık."110
Hz. Ali'nin torunlarından İbrahim b. Muhammed (ra), "Dedem Hz. Ali, Resulullah Efendimizi tanıtırken şöyle derdi: "Resulullah Efendimiz, yürürken, adeta yokuş aşağı inercesine, ayaklarını sertçe kaldırırlardı"111 diyerek, Peygamberimiz (sav)'in rahat bir yürüyüşü olduğunu belirtmiştir.
Hz. Yezid İbni Mirsad (ra) ise şöyle demiştir:
"Yürüdüğü zaman vakarlı fakat hızlı giderdi. Yanındakiler ona yetişemezdi."112
Hz. Ebu Atabe (ra)'den:
"Yürürken kuvvetli adımlarla yürürdü."113
" Yürürken, ayaklarını yerden biraz kaldırıp önlerine hafif eğilerek yürürlerdi. Ayaklarını ses çıkarıp toz kaldıracak şekilde yere sert vurmazlar; adımlarını uzun ve seri atmakla birlikte sukunet ve vekar üzere yürürlerdi. Yürürken, sanki meyilli ve engebeli bir yerden iniyor görünümünü arzederdi. Bir tarafa dönüp baktıklarında, bütün vücudları ile birlikte dönerlerdi. Rastgele sağa sola bakmazlardı. Yere bakışları, göğe bakışlarından daha çoktu. Çoğunlukla göz ucu ile bakarlardı. Ashabı ile birlikte yürürken, onları öne geçirir kendileri arkada yürürlerdi. Yolda karşılaştığı kimselere, onlardan önce hemen selam verirdi."114
"Hep harekatı mutedil idi. Bir yere azimetinde (Yola çıkmak, gitmek) acele ve sağ ve sola meyletmeyip, kemal-i vekar (ağırbaşlılığın olgunluğu) ile doğru yoluna gider ve fakat sür'at (hızlı) ve sühulet (kolaylıkla) ile yürür idi. Şöyle ki; adeta yürür gibi görünür, lakin yanında gidenler, sür'at ile yürüdükleri halde geri kalırlar idi."115
Peygamber Efendimizin oturuş tarzı
Kayle binti Mahreme (ra) anlatıyor:
"Resulullah (sav)'i sonsuz bir mahviyet (alçak gönüllülük, tevazu) ve tevazu içinde otururken görünce, heybetinden vücudum titremeye başladı."116
Cabir b. Semüre (ra):
"Ben Peygamber Efendimizi, sol tarafına konmuş bir yastığa dayanmış vaziyette gördüm."
Peygamber Efendimizin konuşma şekli
Peygamber Efendimiz etkileyici üslubu, hikmetli ve keskin hitabıyla tanınan bir insandı. Onun tebliği insanlar üzerinde çok büyük bir etki oluşturur, sohbetinden herkes çok büyük bir zevk alırdı. Sahabelerden bizlere aktarılan çeşitli rivayetler de onun bu özelliğini ortaya koyar. Bu konuda bazı aktarımlar şu şekildedir:
Allah Resulü insanların en beliğ (belagatli kimse, meramını tamamen, noksansız ve güzel sözlerle anlatmaya muktedir olan. Kafi derecede olan. Yeter olan), en düzgün konuşanı ve en tatlı sözlü olanıydı (ağzından ballar akıyordu)! O, şöyle diyordu: "Ben Arabın en fasihiyim (Hatasız olarak söyleyen. Açık ve güzel konuşan)."118
Hz. Aişe (ra), Resulullah (sav)'in sözlerini şöyle tarif eder:
"O, sizlerin konuştuğunuz gibi lafları çabuk çabuk ve peş peşe sıralamazdı, sözleri az ve özdü. Halbuki sizler cümleleri birbirine ekleyip duruyorsunuz."119
"Allah Resülü çok veciz (kısa, öz, az sözle çok mana ifadesi) konuşurdu. Böyle konuşmasını kendisine Allah katından Cebrail getirmişti. Kısa cümleler içinde bütün maksadını yansıtırdı. Veciz sözlü cümleler söylerdi, sözlerinde ne fazlalık ne de eksiklik bulunurdu. Kelimeleri bir ahenk içinde birbirini izler, sözcükleri arasında duraklar ve böylece dinleyenleri sözlerini belleyip ezberlerlerdi. Sesi gürdü ve tatlıydı. Gerektiğinde konuşurdu, kötü laflar etmezdi. Hiddetli ve hiddetsiz anlarında (nefsi için değil, Allah'ın rızası için) hep hakkı söylerdi."120
"Güzel olmayan laflar edenlerden yüz çevirirdi. Hoşlanmadığı, çirkin saydığı bir sözü konuşmak zorunda kaldığında onu kinaye yoluyla ifade buyururdu.121
Kendisi sustuğunda huzurdakiler konuşurdu. Katında tartışma yapılmazdı.122
Sahabelerinin yüzlerine karşı son derece güler ve gülümserdi, onların konuştuklarını beğenir, dikkatle dinler, kendisini onlardan biri sayardı.123
Hz. Aişe (ra) anlatıyor:
"Mübarek kelamları seçkindi. Her işiten onu anlardı."124
Hz. Ebu Umame (ra)'den:
"İnsanların en güleç yüzlüsü ve hoşcanlısı idiler."125
Hz. Enes (ra) şunu bildirmiştir:
"Efendimiz (sav) halkın en latifecisi(hoş söz, şaka, mizah, söz ile iltifat) idi."126
Peygamber Efendimizin güzel kokusu
Peygamber Efendimiz temizliğe çok önem verirdi. Kendisi sürekli mis gibi, tertemiz, hoş ve güzel kokar, Müslümanlara da temizliği tavsiye ederdi. Sahabelerden rivayet edilen bilgilerde Peygamberimiz (sav)'in bu güzel özelliği hakkında detaylar aktarılmaktadır. Bunlardan bazıları şu şekildedir:
Enes b. Malik (ra) şöyle ifade etmektedir:
"Resulullah Efendimiz Medine sokaklarının birinden geçtiğinde O'nun misk gibi kokusu hemen sezildiğinden, halk o yoldan Hazreti Peygamberin geçtiğini söylerlerdi. Bizler, Peygamber Efendimizin gelişini, kokusunun güzelliğinden anlardık."127
İbn-i Ebi Adi, Humeyd, Enes (ra)'den:
Resulullah (sav)ın elinden daha yumuşak ne bir yün kumaşı, ne de bir ipeğe (hayatımda) dokunmadım. Resulullah (sav)'in kokusundan daha güzel (kokan) bir kokuyu da koklamadım.128
Muaz b. Hişam (ra), babasından, Katade, Enes'den şöyle rivayet etmiştir:
"Resulullah (sav) güzel kokusu ile tanınırdı. Resulullah (sav) güzel idi. Kokusu da hoş idi. Bununla beraber kokuyu severdi." 129
"Cismi nazif (temiz), kokusu latif (hoş) idi. Koku sürünsün sürünmesin, teni en güzel kokulardan ala kokardı. Bir kimse onunla musafaha (el sıkışmak, tokalaşmak, muhabbetini, arkadaşlığını, sevgisini izhar etmek) etse, bütün gün onun rayiha-i tayyibesini (temiz kokusunu) duyardı ve mübarek eliyle bir çocuğun başını meshetse, rahiya-i tayyibesiyle (temiz kokusuyla) o çocuk, sair (diğer) çocuklar arasında malum (bilinirdi) olur idi."130
Peygamber Efendimizin sevdiği yemekler
"Çok sıcak yemeği sevmezdi."131
"En çok hoşlandığı yiyecek etti."132
"Kabağı çok severdi."133
"Avlanan kuş etlerini yerdi."134
"Hurmalardan Acve hurmasını severdi."135
Hz. Aişe (ra) Peygamberimiz (sav)'in sevdiği yiyeceklerle ilgili şunları söylemiştir:
"Tatlı ve balı severlerdi."136
"Hazreti Peygamberin katık olarak yediği yemeklerin bir kısmı şöyle sıralanabilir: Koyunun ön kolu ve sırt eti, pirzola, kebap, tavuk, toy kuşu, et çorbası, tirit, kabak, zeytinyağı, çökelek, kavun, helva, bal, hurma, pazı, anber balığı"137
Hz. Aişe (ra) ek olarak şunları bildirmiştir:
"Kavun, karpuzu yaş hurma ile yerlerdi."138
Hz. Cabir (ra)'den:
"Taze hurma ve kavun çok yerlerdi ve 'bunlar güzel meyvedir' derlerdi."139
"Hiçbir zaman bir yemeği yermemiştir. Hoşuna giderse yer gitmezse yemezdi. Hoşlanmadığında da bir başkasına kötülemezdi." 140
Peygamber Efendimizin sevdiği bazı yiyecekler için söylediği sözlerden bir kısmı ise şöyledir:
"Etin en güzel yeri sırt etidir."141
"Sirke ne güzel katıktır"142
"Mantar kudret helvasıdır."143
"Sinameki ve sennut (tereyağ tulumuna konulan bal) yemeye devam ediniz. Çünkü bu iki şeyde samdan (ölümden) başka her hastalıktan şüphesiz şifa vardır."144
"Zeytinyağını yiyiniz ve kullanınız. Çünkü bu yağ mübarektir."145
Peygamber Efendimizin sevdiği içecekler
Hz. Aişe (ra) bildiriyor:
"Şerbetlerin içinde tatlı ve soğuk olanını severlerdi.146
Peygamber Efendimiz bal şerbeti, hurma ve kuru üzüm şırası gibi içecekleri severlerdi.147
Peygamber Efendimizin en çok sevdiği içecek, soğuk tatlı şerbetlerdi."148
Şerbetlerin içinde en çok bal şerbetini severdi.149
İçilecek şeylerde en çok sütü severlerdi.150
Peygamberimiz (sav) süt için şöyle buyurmuşlardır:
"Allah bir kimseye yemek yedirdiği zaman o kimse, 'Allah'ım Bize bu yemeği bereketli kıl ve bize bundan hayırlı rızık ver' diye dua etsin. Allah bir kimseye bir miktar süt içirdiği zaman da o kimse, 'Allah'ım bize bu sütü bereketli kıl ve bize daha çok süt ver' diye dua etsin. Çünkü yiyeceğin ve içeceğin yerini tutan sütten başka bir şeyi bilmiyorum."151
Peygamberimiz (sav)'in su için söyledikleri
Peygamberimiz (sav) özellikle yolculuklar sırasında ashabına su dağıttırırdı. Örneğin bir yolculuğu sırasında, bir yerde durmuş ve yanındakilerden su istemiştir. Elini ve yüzünü yıkadıktan sonra, sudan içmiş ve yanındaki sahabelerine de "Siz de yüzünüze, boynunuza bir miktarını dökün"152 demiştir.
Resulullah (sav) su içtikten sonra şöyle dua etmiştir:
"Rahmetiyle suyu tatlı olarak yaratan, acı ve tuzlu yaratmayan Allah'a hamd olsun."153
Resulullah (sav) bir başka sözünde ise su için şöyle buyurmuştur:
"Allah suyu temizleyici olarak yarattı. Tadını veya rengini veya kokusunu değiştiren maddeler dışında hiçbir nesne onu pislemez."154
Peygamber Efendimizin Güzel Huylarından Bazıları
Hüccet-ul İslam olarak bilinen İmam Gazali; Tirmizi, Taberani, Buhari, Müslim, İmam Ahmed, Ebu Davud, İbni Mace gibi büyük İslam alimlerinden derleyerek, Peygamber Efendimizin güzel huylarından bazılarını şöyle özetlemiştir:
"Resulullah insanların en yumuşak huylusu, en yiğidi, en adili ve en namuslusu idi. O, insanların en cömerti idi. Allah'ın kendisine verdiklerinden hurma, arpa ne olursa olsun yalnız senelik yiyeceğini ayırırdı, geri kalanını Allah yolunda harcardı. Kendisinde bulunan bir şey istendiğinde verirdi.
O haya olarak da insanların en mükemmeliydi. Rabbi için kızar, şahsı için öfkelenmezdi.
Kendisi veya sahabeleri zarar görse bile hakkı uygulardı.
Allah Rasulü insanların en alçak gönüllüsü, lafı uzatmadan en beliğ konuşanı, en güler yüzlüsüydü. Dünya işlerinden hiçbir şey kendisini endişeye düşürmezdi.
Medine'nin öbür ucundaki hastaları ziyarete gider, güzel kokudan hoşlanır, pis kokulardan tiksinirdi. Fakirlerle oturur, yoksullarla yerdi. Kimseye kaba davranmazdı, kendisine özür beyan edenin özrünü kabul ederdi. Latife yapar idi ama hakkı söylerdi.
Mübah oyunları gördüğünde men etmezdi, hanımlarıyla yarış yapardı. Zavallıları yoksulluklarından dolayı horlamaz, zengine de varlığından dolayı saygı göstermezdi, onu da bunu da Allah'a eşit olarak çağırırdı. Allah Teala üstün huyu ve mükemmel siyaseti onda birleştirmişti...
Allah Teala ahlakın bütün güzelliklerini, iyi yolları, öncekilerin ve sonrakilerin başlarından geçmiş ve geçecek hadiselerin haberlerini, ahirette kurtuluşa ve saadete erdirecek hususları, dünyada gıpta edilip peşinden gidilecek ve gidilmeyecek herşeyi ona öğretmişti.
Allah Teala, onun buyruklarına itaat ve hareketlerinde kendisinin izinden gitmeye bizleri muvaffak kılsın
Doğumu: 20 Nisan 571 Pazartesi günü sabaha karşı Mekke'de doğdu. Ay takvimine göre Rebîul'evvel ayının 12. gecesidir. Efendimiz'i sevgiyle ve şefaatini dileyerek andığımız doğum günündeki geceye Mevlid Kandili denir.
Doğduğu gece meydana gelen olaylar:
1) Kâbe içindeki putlar yıkıldı.
2) Mecûsîlerin bin yıldır söndürmeden taptıkları ateşleri söndü.
3) İran'daki kisranın sarayından 14 burç yıkıldı.
Adı: Muhammed: Çok çok övülen, çok övülmüş, güzel huyları olan kişi demektir. Bu ismi O'na Dedesi Abdülmuttalip vermiştir. Umarım O'nu yerde halk, gökte Hak över demiştir. Diğer isimleri Ahmed, Mustafa'dır.
Süt Annesi: Halime, Sa'doğullları Kabilesin'nden fakir bir kadındır. Kocasının adı Hâris, Peygamberimiz'in süt kardeşi (ablası) olan kızının adı Şeyma'dır.
Peygamberimiz(s.a.s.) sekiz aylıkken konuşur, iki yaşına bastığında da gösterişli bir çocuk olur.
Dört yaşına kadar süt annesi Halime'nin yanında kaldı.
Beş yaşına bastığında annesi Âmine'ye teslim edildi.
Altı yaşında iken annesiyle beraber babasının kabrini ziyaret etmek ve dayılarıyla tanışmak için Medine'ye gitti. Dönüşte annesi Âmine, Ebvâ denilen kasabada hastalandı ve henüz kervan yola koyulmadan da vefat etti. Hizmetçileri Ümmü Eymen O'nu alarak Mekke'ye getirdi ve dedesi Abdülmuttalib'e teslim etti.
Sekiz yaşına kadar dedesi Abdülmuttalib'le kaldı.
Abdülmuttalip ölüm döşeğindeyken sevimli torununu, merhamet ve şefkatine çok güvendiği fakir oğlu Ebu Talib'e emanet etti.
GENÇLİĞİ
On iki on üç yaşlarında iken amcası Ebu Talip'le bir ticaret kervanına katılıp Suriye'ye yola çıktı. Busra denen yerde Bahira adında bir papaz O'nun son peygamber olacağını verdiği cevaplar ve sırtında bulunan et beni şeklindeki iki kürek kemiği arasında bulunan nübüvvet mühründen (peygamberlik mührü) anladı. Suriye (Şam)'deki Yahudilerden endişe eden Ebu Talip, alış-verişi Busra'da yaparak Mekke'ye döndü.
Muhammedü'l-Emin: Hiç yalan söylemediği için ve doğruluktan ayrılmadığı için güvenilir Muhammed anlamındaki bu lâkapla çağırılmaya başlandı.
On yedi yaşında iken Güney'e Yemen tarafına bir ticaret kervanıyla gitti ve ticareti öğrendi.
EVLİLİĞİ VE PEYGAMBER OLANA KADAR GEÇEN HAYATI
Yirmi beş yaşında iken amcası Ebu Talip ve Hz. Hatice'nin kölesi Meysere'nin aracılığıyla iki kez evlilik yapmış ve her defasında kocası ölmüş olan güzel ve gösterişli bir kadın olmasından öte çok güzel ahlâkı olan kırk yaşındaki Hz.Hatice ile evlendi.
Hz. Hatice'den 2'si erkek, 4'ü kız toplam 6 çocuğu oldu. Bu çocukların isimleri kızları Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Zeynep, Fâtıma; oğulları Kâsım, Abdullah'tır.
Yedinci çocuğu olan oğlu İbrahim, Habeşistan Kralı Necâşî'nin kendisine hediye ettiği cariye (bayan köle) Mısırlı Maria'dan olmuştur.
Kızı Hz. Fâtıma, Efendimiz (a.s.)'dan 6 ay sonra vefat eder. Evli veya bekâr olarak değişik yaşlarda ölen diğer 6 çocuğu kendisinden önce ölür.
Hz. Fâtıma, Ebu Talip'in oğlu Hz.Ali ile evlenir ve Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin dünyaya gelir. Bugün Efendimiz'in soyu kızı Hz. Fâtıma'dan devam etmektedir.
Kâbe'de bulunan ve Haceru'l-Esved (Kara Taş) denen taşı yerine koymada ihtilâfa düşen insanlara hakemlik yaptı. Buna Kâbe Hakemliği denir. Bugün Kâbe'nin içinde yer aldığı camiye de Mescid-i Haram denilmektedir.
Hılfü'l-Fudûl (Erdemliler Birliği)'e katılarak bir mazlumun hakkını bir zalimin elinden alan insanlarla çalıştı.
PEYGAMBERLİĞİ
Mekke yakınındaki Nur Dağı'nda Hira Mağara'sında 610 yılının Ramazan ayında ilk vahiy geldi ve son peygamber olduğu kendisine müjdelendi. Kur'an, Kadir Gecesi indirilmeye başlandı.
Korkmuş, ürpermiş ve heyecanlanmış olduğu halde evine döndü. Hz. Hatice ilk inanan kişi oldu.
İlk Müslümanlar: 1) Eşi Hz.Hatice 2) Çocuk yaştaki Hz.Ali 3) Yakın arkadaşı Hz.Ebu Bekir 4)Hürriyetine kavuşturduğu (âzatlı) kölesi Hz. Zeyd 5) O zaman köle olan Hz.Bilâl-i Habeşî.
İslâm'a davet önce gizli gerçekleşti, sonra yakın akrabalarını İslâm'a davet etti.
Açık davet başlayınca işkenceler de başladı. Ammâr'ın annesi Sümeyye ve babası Yâsir işkencelere maruz kaldılar ve İslâm'ın ilk şehitleri oldular.
Peygamber Efendimiz'in kendisine inananlara ders verdiği, beraber ibadet ettiği, bu şekliyle İslâm'ın ilk medresesi (üniversitesi) sayılan ev Mekke'de Erkam bin Ebi'l-Erkam'a aitti.
İslâm'a inanan 40. müslüman Hz. Ömer oldu.
Habeşistan kralı Necâşî müslümanları iyi karşıladı ve gizlice de müsüman oldu. (Müslüman olarak da öldüğü için, Efendimiz tarafından Medine döneminde gıyabî cenaze namazı kılındı.
Müşrikler peygamberliğin 7. yılında Peygamberimiz, müslümanlarla ve akrabalarıyla olan bütün ilişkilerini kesme yani boykot kararı aldılar. Onlarla konuşmadılar, ticaret yapmadılar, onları şehrin kenar bir mahallesine sürdüler. Önemli kararları Kâbe duvarına astıkları için bu kararı da Kâbe'nin duvarına astılar. Üç yıl sonra boykot metninin böcekler tarafından yenildiğini görünce korktular ve boykotu kaldırdılar. Ancak sıkıntılarla geçen bu üç yıl Efendimiz'in sevgili eşi Hz.Hatice başta olmak üzere müslümanları çok zorda bıraktı. Hz.Hatice rahatsızlanarak vefat etti. Daha sonra da İslâm'ı kabul etmemekle beraber sevgili yeğenini bir an olsun yalnız bırakmayan Ebu Talip öldü. Oğlu Kâsım da aynı tarihte öldü. Tarihte bu yıla Hüzün Yılı denir.
İnsanları Allah'ın dinine davet etmek için yardımcısı Zeyd ile gittiği Tâif şehrinde taşlandı.
Bir gece Mescid-i Haram'dan alınıp Mescid-i Aksa'ya götürüldü ve Rabbi'nin huzuruna göğe çıkarılarak Mirac denilen hadiseyle biraz olsun rahatlatıldı.
Medine'den Mekke'ye gelenlere İslâm'ı anlattı ve ilk yıl 6 kişi müslüman oldu. Ertesi yıl peygamberliğin 12. yılında gelen 12 kişilik bir grup, Mekke yakınlarında bir vadide gizlice buluşup müslüman oldu ve O'na ömür boyu sahip çıkacaklarına söz verdiler. Söz verme demek olan bu biata, Birinci Akabe Biatı (söz verme, sözleşmesi) denir.
Mus'ab bin Umeyr'i Medine'ye hoca olarak gönderdi. Peygamberliğin on üçüncü yılında Medine'den Mus'ab'ın gayretleriyle müslüman olan 75 kişi geldi ve Peygamberimiz'e bağlılıklarını ilân ettikleri İkinci Akabe Biatı gerçekleşti. Efendimiz'i ve bütün müslümanları Medine'de koruyacaklarına söz verdiler.
HİCRETİ
Mekke'de işkenceler artınca Mekkeli Müslümanlar Medine'ye hicret etti. Peygamberimiz de yatağına Hz. Ali'yi yatırarak yanında bir rehber ve Hz.Ebu Bekir ile birlikte 622 yılında Medine'ye hicret etti.
622 milâdî yılı, Hicrî takvimin başlangıcı kabul edildi.
Medine'ye hicret ederken Sevr Mağarası'na sığındı. Mağaranın ağzına bir örümceğin ve güvercinin yuva yapması onları müşriklerden korudu.
Kuba beldesine geldiğinde küçük bir mescit yaptırdı ve cuma namazı kıldırdı. Kuba Mescidi yapılan ilk camidir.
Medine'de, bugün kabri İstanbul'da Eyüp ilçesinde bulunan Ebu Eyyüb el-Ensarî'nin evinde 7 ay kaldı.
Mekkeli hicret eden müslümanlara muhacir, Medineli yardım eden müslümanlara da ensar denilmiştir. Mekkelilerle Medineliler arasında muâhat denilen ve tarihte bir benzeri daha olmayan kardeşlik gerçekleşmiştir.
Medine'de ilk iş olarak kendisinin de inşaatında bizzat çalıştığı bir cami yaptırdı. Daha sonra yenilenen ve bugün kabrinin de içinde yer aldığı caminin adı Mescid-i Nebî veya diğer adıyla Mescid-i Nebevî'dir.
Mescid-i Nebî'nin bitişiğinde Peygamberimiz'in evinin yanında kendilerine Ashab-ı Suffa denilen Mekke'den gelen gençlerin bulunduğu suffa yani odalar da bulunuyordu. Bu genç sahabîler Kur'an ve sünneti yazıyorlardı. İhtiyaçları zengin Müslümanlar tarafından giderilen bu gençlerin tek işi ilim öğrenmekti.
Peygamberimiz Medine'de kurduğu İslâm Devleti'nin başkanıydı.
Allah'a ve Peygamberi'ne kalbiyle iman etmediği halde diliyle iman ettiğini söyleyen ve iki yüzlü anlamında kendilerine münafık denilen insanlar da Medineliler arasında bulunuyordu. Münafıklar Hz. Ayşe'ye iftira da attılar ve bu olaya ifk hadisesi denir.
Namaz kılınırken önceleri bugün Filistin devletinin sınırları içinde yer alan Mescid-i Aksa'ya dönülürdü. Gelen bir âyetle müslümanların yeni kıblesi Kâbe oldu.
Peygamberlerin peygamberliklerini ispatlamak için gösterdiği olağanüstü olaylara mucize denir ve Efendimiz mucizelerinden biri olan ve şakk-ı kamer denilen Ay'ın ikiye bölünmesi mucizesini gerçekleştirmiştir.
Aşere-i mübeşşere (müjdelenen on kişi) denilen ve dünyada iken cennetle müjdelenenlerin isimlerini açıkladı.
624 yılında müşriklerle müslümanlar arasında olan, Peygamberimiz'in de katıldığı ilk savaş Bedir Savaşı'dır. İslâm Dini'nin en büyük düşmanı olma konusunda sembolü olan Ebu Cehil bu savaşta öldürülmüştür.
625 yılında müslümanların müşrikler karşısında zor anlar yaşadığı, onlarca şehit verdikleri ilk kanlı savaş Uhud Savaşı'dır. Hz.Hamza, daha sonra müslüman olacak olan Vahşî tarafından bu savaşta şehit edilmiştir.
Hudeybiye Anlaşması 628 yılında gerçekleşti.
On bin kişilik bir orduyla 630 yılında Mekke'nin fethi gerçekleşti.
Rum (Bizans) Kralı Heraklius, Habeş Kralı Necaşî, İran Kisrası Hürmüz ve Mısır, Gassan, Yemame gibi bazı devlet başkanlarına İslâm'a davet mektubu gönderdi.
Yüz bin kişinin katıldığı, ölümüne yakın tarihte gerçekleşen ve ömrünün ilk ve son haccı olan Veda Haccı'nı yaptı. Veda Hutbesi diye bilinen meşhur hutbesini de burada okudu ve müslümanlara Allah'ın kitabı olan Kur'an'ı ve hadis de denilen sünnetini bıraktığını söyledi.
Peygamberimiz'i sağlığında gören ve O'nun sohbetine katılmış, acı ve sevinçleri paylaşmış olan müslümanlara sahabe, sahabî veya ashab denmektedir. Hz. İsa'ya sağlığında inanan on kişiye de havarî denilmektedir.
Genç komutan Üsame bin Zeyd'in komuta ettiği bir orduyu Bizans üzerine gönderdi.
8 Haziran 632 pazartesi günü öğleye doğru 63 yaşındayken (miladî yıla göre 61 yaşında) Medine'de Mescid-i Nebî'nin bitişiğinde bulunan Hz.Âişe'nin odasında vefat etti. Hz.Ömer, kim Muhammed öldü derse onu kılıcımla parçalarım diye üzüntüsünü dile getirdi. Orada yıkanıp cenaze namazı kılındıktan sonra yine aynı odada defnedildi. Türbesi aynı yerdedir. Bu sırada Bilâl-i Habeşî ezan okumuştur.
Rahmetini umarak
Günahkar bir dille;
Allah Azze ve Celle
Ya Rasulallah,
Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,
Kalbimizden seyrediyoruz seni.
İşte
Bir yaşındasın,
Beni Sa'd yurdundasın
Sana süt anne olmadı kadınlar
Bu yüzden dargın bulutlar
Bir damla yağmur indirmiyor
Kıtlık hüküm sürüyor Beni Sa'd yurdunda
Minicik bir bulut var gökyüzünde
Sana aşık...
Ayrılmıyor başucundan
Ve insanlar yağmur duasında...
Hz.Halime kucağına alıyor seni
Yüzünde bir gölgelik...Seni güneşten korumak için
Oysa minicik bulut gökyüzünde
Sana meftun, sana kilitli...
Ve dua eden rahibin kucağındasın
Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip
Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da
Ama sen unutmuyorsun
Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun
O minicik bulut ilişiyor bakışlarına
Büyüyor, büyüyor...
Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan
Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini
Çoğusu bilmiyor seni...
Altı yaşındasın
Medine-i Münevvere yolundasın
Yanında aziz annen ve Ümmü Eymen
Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında
Sonra yolda, Ebva'da öksüzlük karşılıyor seni
Mekke'ye annesiz giriyorsun
Abdulmuttalip bir başka seviyor seni
Ebu Talip bir başka seviyor
Ya Rasulallah
Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında
Onlar anne deyince sen yere mi bakardın
Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı Ebva'ya
Kaç gece anne diye hıçkırdın
Efendim!
Senin yerine de anne dedik annemize
Senin yerine de baba dedik
Yirmi beş yaşındasın
Ve bambaşkasın
Kimse sana denk değil
Şefkat yayıyor kokun
Güven veriyor sesin
Sen Muhammed-ül Emin' sin
Otuz üç yaşındasın
Dalga dalga rahmet var
Otuz beş yaşındasın
Hadi gel bekletme yar
İniltiler çalıyor kapısını göklerin
Hadi gel bekletme yar
Sinesi çatlayacak Rasul bekleyenlerin...
Hadi gel ey Yâr!
Nurdağına davet var
İşte
Kırk yaşındasın
Hira Nur dağındasın
Cibril iniyor göklerden
Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor
Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ' Ah! ' sın
Karanlık gecelerimize sabahsın
Sen Nebiyullahsın
Sen Habibullahsın
Sen Rasulullahsın
Niye incittilerki seni sultanım
Niye işkence yaptılarki sana
Ebu Talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar
Himayesiz kaldın diye mi
Kabe'deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne
' Amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ' diyişin
Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza
Başına pislikler saçılıyor
Başlar feda o mübarek başına
Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar
Biri koşuyor Mekke sokaklarından sana doğru
Biri koşuyor ama sanki yere inmiş Arş-ı Âla
' Bu koşan kimdir ' diye bir soru dolaşıyor boşlukta
Bu koşan kim?
Ve cevap veriyor biri:
Muhammed' in kızı Fatımatüz-Zehra
Velilerin anası...
Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın
Sana yeryüzünde en çok benzeyen
Gülmesi sen, ağlaması sen
' Ağlama kızım ' diyişin geliyor aklımıza
Niye çıkardılar ki yurdundan seni
Himayesiz kaldın diye mi
Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni
Seni yetim bulup barındıranı
Seni alemlere rahmet kılanı
Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun
Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun
'Seni bizim elimizden kim kurtaracak' diyorlardı
Sen,
Sen ' Allah! ' diyordun
Allah Azze ve Celle
Semayı haşyet kaplıyordu
Sen ' Allah! ' diyordun
Arş-ı Âla titriyordu
Bedir' de ' Allah! ' diyordun
Üç bin melek iniyordu alaca atlarda
Yüz yirmi beş bin sahabi:
' Anam babam sana feda olsun ' diyordu
Ya Rasulallah
Medine-i Münevvere sokaklarında yürüyordun
Neccar Oğulları'nın küçük kızları seni görünce
Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi
' Beni seviyor musunuz ' diye sormuştun onlara
' Seni çok seviyoruz Ya Habiballah ' demişlerdi
Sen de:
' Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum' demiştin
Bu gün yaşayan gençler var
Neccar Oğulları'nın kızları diğil belki
Ama seni onlar da çok seviyor
Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar
Senden başka kimseleri yok
Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun
Altmış üç yaşındasın
Refik-i Âla duasındasın
Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu
Kenarları beyazdı
Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın
Ve mübarek ellerini dizine vurarak:
' Görüyor musunuz ne kadar güzel ' demiştin
Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti:
' Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, onu bana ver '
Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile
İstendiğinde katiyyen ' hayır ' demediğini bile bile
' Peki ' dedin o zata
Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin
Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı
Aynı cübbeden yine yine diktirdiler
Ama giyinmek nasip olmadı
Haberler uçurmuştun Ebu Hureyre' nin diliyle:
' Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne de evladımız olsaydı diyecekler '
Ve Hz. Enes ile paylaşmıştın özlemini
' Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim'
Sultanım!
Ey Medine minberinde ' ümmeti, ümmeti ' diye hüznü giyen sevgili
Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ' Allah! ' diyen sevgili
Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey' at ettik
Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
Duyduk, itaat ettik
Ya Rasulallah
Sen hâlâ kırk yaşındasın
Ve hâlâ ümmetinin başındasın...
ARKADAŞLAR ÖNCELİKLE PEYGAMBER EFENDİMİZİN VE TÜM PEYGAMBERLERİMİZİN RUHUNA BİR FATİHA OKUR MUSUNUZ KUTLU DOĞUM HAFTASI NEDENİYLE SİZLERLE BİR KAÇ ŞİİR PAYLAŞICAĞIM OKURSANIZ SEVİNİRİM.