Bir kiz ve bir delikanli, bir motosikletin üzerinde
> 180 Km hizla
> gidiyorlar ve aralarinda söyle bir konusma geçiyor;
>
> Kiz : Lütfen yavasla, ben korkuyorum
>
> Delikanli : Hayir, bak ne kadar eglenceli
>
> Kiz : Lütfen, lütfen, çok korkuyorum
>
> Delikanli : Peki, beni sevdigini söyle
>
> Kiz : Seni çok seviyorum, lütfen yavasla
>
> Delikanli : Simdi de bana sikica saril
>
> * Kiz delikanliya sikica sarilir
>
> Delikanli : Sapkami alip, kendine takar misin?
> Basimi çok sikti..
>
> Ertesi gün gazetelerde söyle bir haber çikti:
> Motorsiklet Kazasi;
> Motorsiklet, fren arizasi nedeniyle, bir binaya
> çarpti. Üzerindeki 2
> kisiden sadece biri kurtuldu.
>
> Gerçek ise söyleydi; Yolun yarisinda, delikanli
> frenlerin bozuldugunu
> anlamis ama bunu kiza belli etmek istememisti.
>
> Bunun yerine, kizdan kendisini sevdigini
> söylemesini istemis ve
>
> kendisine son defa sarilmasini istemisti. Sonra da
> kendi ölümü
>
> pahasina, kizin basligi takmasini ve hayatta
> kalmasini saglamisti.
>
İkinci Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Almanya'da bir kasabada iki kardeş ayakkabı yapıp satmak üzere bir atölye açarlar; Adolph ve Rudolph Dassler.
Savaş sonrası Adolph, Rudolph'a artık birlikte çalışmak istemediğini, kendine ayrı imalathane açacağını söyler. Rudolph şaşkındır. Ufacık kasabada iki kardeş ayrı imalathanelerde rekabet edeceklerdir.
Kardeşine bunun mantıklı olmayacağını, bu ufak kasabada zaten insanların sayılı ayakkabı satın aldıklarını, ikisinin birden iflas edeceğini söylese de Adolph bu uyarıyı dikkate almaz ve kendine yeni bir ayakkabı imalathanesi açar.
Gerçekten de aralarında kıyasıya bir rekabet baslar. Rekabetleri doğdukları kasaba sınırlarını dahi asar. İki kardeş ayrıldıktan sonra birbirlerine küsmüşlerdir ve Adolph 1978 yılında öldüğünde tam 29 yıldır dargınlardır.
Bugün iki firmanın genel merkezi de bu ufak kasaba Herzogenerauch'tadir. Adolph Dassler'in ayakkabı şirketinin adi ADIDAS, Rudolph'un ki ise PUMA'dır
Yillarca, iki kahraman heykeli, biri erkek, biri disi, birbirlerine
>bakar durumda parkta dururlarmis, bir gun bir melek cennetten gelene
>kadar...
>
> "Sizler iyi ve ornek heykel oldunuz, bu yuzden ben de size özel bir
>hediye verecegim.
> Yarim saat icin sizi canlandiracagim, siz de bu sure icinde ne
>isterseniz yapabileceksiniz!" demis.
>
> Ve melek ellerini cirpar cirpmaz heykeller canlanmis, birbirlerine
>biraz utanarak
> yaklasmislar, ama sonra hizla parktaki caliliklarin arkasina
>kosmuslar.
>
>Kisa bir sure sonra caliliklarin arkasindan kikirdesmeler,
kahkahalar
>duyulmus, calilar sallanmis.
>
>Onbes dakika sonra, caliliklardan cikmislar, ikisinin de yuzunde genis
>tebessum varmis.
>
>"Onbes dakikaniz daha var!" demis melek, gozlerini anlamli anlamli
>kirparak...
>
>Disi heykelin yuzundeki tebessum biraz daha yayilmis ve erkek
heykele
>donmus:
>
>"Harika! Ama bu sefer guvercini sen tut, ben siccam kafasina!..."
Sonunda bunu da yapacaklardı tabii ki... Akşama Doğru
yayından
kalkıyor arkadaşlar...15 yıllık bir program ,
ekranların en düzgün
Türkçesi , en kültürlü programı , en güzel karanfilini
yayından
kaldırıyorlar....Ve bu haberi bize Can Dündar
veriyor....Eğer sizde sevenlerindenseniz Akşama
Doğru'nun lütfen
tepkinizi dile getirin ...
Seynan Levent en
azından bu kadarını haektmiştir arkadaşlar...Programı
bizi büyüttü ,
eğitti....En azından yayından kaldırılırken (reyting
yüzünden)
tepkimizi dile getirmemizi haketti....
Adres [EMAIL]televizyon@trt.net.tr[/EMAIL]
can dündar
""""Son "suçlu"muz televizyon yapımcısı Seynan
Levent...
Onun suçu da 15 yıldır ekranda sanatçı titizliği, duru
Türkçesi,
saygın konuklarıyla kaliteli programlar yapmak...
1988'de, TRT'deki ilk günlerimde Seynan'ın "Gün
Başlıyor" ve "Akşama
Doğru"sunda tanışmıştım ekranla...
Gencecik kadroların, Seynan'ın yönetiminde nasıl arı
gibi
çalıştığına ve ne çok ürettiğine tanık olmuştum.
15 yıllık "Akşama Doğru okulu" bu cuma kapanacak.
Bu cuma, Akşama Doğru'nun masasındaki karanfil, son
konuklarını da
uğurladıktan sonra Seynan'ın yakasına ilişip çıkacak
stüdyodan...
Ve ekran eğlenceye kalacak.
* * *
Suçlu ayağa kalk!
Tarih seni alkışlayacak.
Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı.
Adam inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ağlamaktan iyice çukurlaşmış
gözleri ve keskin çizgileriyle bıkkın bakışları süzüyordu etrafını...Ve
Hakimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına
verdi, hakim...
"Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun...?"
Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra baş örtüsüyle ağzını aralayıp,
kısılmış sesiyle konuşmaya başladı...
"Bu herif yetti gari, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür
haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu,
kimbilir nasıl bir manşet atacaklardı, yaşanmış 50 yılın ardından...
Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti..Herkes onu
dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu...Ve devam etti...
"Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim...
O bilmez...50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından
kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm.. Yavrumuz olmadı,
onları yavrum bildim... Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman
adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir tas suyla suluycam onu
diye... İyi gelirmiş dedilerdi... 50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp
bir kere de bu çiçeği ben sulayım demedi... Taki geçen geceye kadar...
O gece takatim kesilmiş..uyuyakalmışım... Ben böyle bir adamla
50 yıl geçirdim... Hayatımı, umudumu herşeyimi verdim... Ondan hiçbir şey
göremedim.. Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini
yapmasını bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."
Hakim, yaşlı adama dönerek ;
"Diyeceğin bir şey var mı baba" dedi.
Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın
utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hakime yöneldi.
"Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçevan olarak yaptım, o bahçenin
görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim... Fadimemi de orada
tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden büketler verdim...
O çiçeklerle doludur bahçesi... Kokusuna taptığım perişan eder
yüreğimi...
İlk Evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime
götürdüm... Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç
sertleşir, kötüleşir dedi.. Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin
dedi... Hekimi pek dinlemedi, bizim hatun...lafım geçmedi... O günlerde
tesadüf bu çiçek kurudu... Ben ona gece sularsan geçer dedim.. Adak
dilettim... Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim... O sevdiğim
kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim... Her gece o çiçek
ben oldum... Sanki... Ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi adam o yaştaki
bir adamdan beklenmeyecek ifadelerle...
"Her gece O yattıktan sonra uyandım... Saksıdaki suyu boşalttım... Sedef
gece sulanmayı sevmez, hakim bey.. Geçen gece de... Yaşlılık.. Ben de
uyanamadım.. Uyandıramadım... Çiçek susuz kalırdı amma , kadınımın boynu
yine azabilirdi... Suçlandım.. Sesimi çıkartamadım..."
O an Mahkeme salonunda herşey sustu...
Ertesi sabah gazeteler "Sedef susuz kaldı" diye yine yalnızca neticeyi
haber yaptılar...