Fussilet Suresi Tefsiri

Son güncelleme: 20.04.2009 15:39
  • Fussilet Suresi Tefsiri - Fussilet Suresi


    FUSSILET SÛRESİ


    Ğâfir Sûresi'nden sonra Mekke'de inmiştir. 54 âyettir.

    Takdîm


    Bu mübarek sûre Mekke'de inmiştir. Allah'ın birliği,'peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve hesap gibi, İslâmî inançları ele alır. Bu inançlar, imanın rükünlerine önem veren, diğer Mekkî sûrelerin de esas hedefleridir.
    Bu mübarek sûre, Muhammed (s.a.v.)'in doğruluğunu gösteren apaçık delillerle Allah katından inmiş olan Kur'an'dan söz ederek başlar. Kur'an, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ebedî mucizesidir.
    Sûre vahy ve peygamberlik konusunu anlatır. Peygamberin hakikatini, onun bir insan olduğunu, Yüce Allah'ın ona vahiy verdiğini ve peygamberlik lütfettiğini, Allah'a çağırmak ve dosdoğru dinini tebliğ etmek için, diğer mahlûkât arasından onu seçtiğini açıklar.
    Bundan sonra sûre, hayatın ilk yaratılış sahnesini, yani göklerin ve yerin, bu ince ve sağlam şekille yaratılmasını anlatmaya geçer. Bu ince ve sağlam şekil, Allah'ın âyetlerinden yüz çevirenlerin, bakma, düşünme ve tefekkür etmeye dikkatlerini çeker. Fakat küfür karanlıkları, onlarla iman arasında bir engel olur. Bütün kâinat, Allah'ın yüce olduğunu söylemekte ve O'nun birliğine şahitlik etmektedir.
    Bu sûre, yalanlayanların helak oluşlarını hatırlatır. Buna, milletlerin en kuvvetlisi ve en kibirlisinden, yani, "kim bizden daha kuvvetlidir?" diyecek kadar ileri derecede zorba olan Âd kavminden örnekler getirir. Taşkınlıkta devam edip Allah'ın peygamberlerini yalanladıkları için Âd ve Semûd kavimlerinin başına gelen genel ve açık helaki anlatır.
    Suçluları anlattıktan sonra, Allah'ın dini ve şeriatı üzerinde dosdoğru yürüyen, dolayısıyle kendilerine Allah'ın, cennetlerde peygamberler, sıd-dîklar,- şehitler ve sâlihlerle birlikte, emniyet içinde yaşamayı lütfettiği takva sahibi mü'minlerden bahseder.
    Daha sonra sûre, bu geniş ve hikmetler ve enteresan şeylerle dolu kâinatta dikkatlere sunulmuş kevnî âyetlerden ve Allah'ın âyetlerini inkâr eden ve o her türlü apaçık âyetleri görmezlikten gelen inkarcıların durumunu anlatır.
    Sûre, Kur'an'ın haber verdiğinin doğru olduğuna delil getirsinler diye âhir zamanda, bu kâinatın bazı sırlarını insanlara göstereceğine dâir Allah'ın onlara verdiği sözle sona erer: "Ufuklarda (dışta) ve kendi nefislerinde insanlara âyetlerimizi göstereceğiz ki, O Kur'an'ın gerçek olduğu onlara i-yice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?... [1]

    İsmi

    Yüce Allah bu sûrede âyetleri açıkladığı, birliğini ve kudretini gösteren delilleri izah ettiği, varlığına, yüceliğine ve Allah'ın azametini ve saltanatının yüceliğini konuşan bu güzel kâinatı yarattığına kesin deliller getirdiği için bu sûreye "Fussılet" sûresi ismi verilmiştir. [2]

    Bismillahirrahmanirrahim
    1. Hâ, mîm.
    2. (Kur'ân,) Rahman ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir.
    3. (Bu,) bilen bir kavim için, Arapça Kur'an olarak âyetleri açıklanmış bir Kitap'tir.
    4. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler.
    5. Ve dediler ki: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalblerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık var. Bizimle senin aranda bir engel var. Onun için Sen (istediğini) yap, biz de yapıyoruz."
    6. De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanla*rın vay hâline!"
    7. Onlar zekât vermeyenlerdir. Âhireti inkâr edenler de onlardır.
    8. Şüphesiz îman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükâfat vardır.
    9. De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlimlerin Rabbidir.
    10. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve müddetini soranlar için, orada dört tam günde, rızıklar takdir etti.
    11. Sonra buhar hâlinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: "İsteyerek veya istemeyerek, gelin" dedi. İkisi de: "İsteyerek geldik" dediler.
    12. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, o aziz, alîm Allah'ın takdiridir.
    13. Eğer onlar yüz çevirirlerse, de ki: "İşte sizi Âd ve Semûd'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgadan sakındırıyorum."
    14. Peygamberler onlara, önlerinden ve arkalarından gelerek "Allah'tan başkasına kulluk etmeyin" dedikleri zaman, "Rabbimiz dileseydi elbette melekler indirirdi. Onun için biz sizinle gönderilen şeyleri inkâr ediyoruz." demişlerdi.
    15. Âd kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve "Bizden daha kuvvetli kim var?" dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.
    16. Bundan dolayı biz de onlara dünya hayâtında zillet, azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgâr gönderdik. Âhiret azabı elbette daha çok rüsvây edicidir. Onlara yardım da edilmez.
    17. Semûd'a gelince, onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü, doğru yola tercih ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarptı.
    18. İnananları kurtardık. Onlar Allah1 dan korkuyorlardı.

    Kelimelerin İzahı

    Açıklandı, izah edildi.
    Ekinne, örtü mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Vakr, kulağın işitmesini engelleyen ağırlık, sağırlık. Memnun, kesilmiş demektir. Bir kimse, ipi kestiğinde der. Memnun kelimesi bundan alınmıştır. Şair der ki:
    Ömrüne yemin ederim ki, kapım, dostuma kapalı değildir. İhsanım da kesilmiş değildir.[3]
    Sarsar, şiddetli sesle birlikte soğuk fırtına demektir. Nahisât, uğursuzlar manasınadır. Kelimesinin zıddı mânâsına gelen kökündendir. Şair şöyle der:
    Ona ne zaman gelirsen gel, onun için farketmez. İster, kendisinden sakınılan uğursuzluk saatinde, ister uğurlu saatinde gel.[4]
    Ahzâ, daha hor ve daha zelil demektir. Horluk mânâsına gelen kökündendir. Hûn, horluk ve zelillik manasınadır. [5]

    Ayetlerin Tefsiri

    1. Hâ, Mîm. Hurûfu mukattaa, Kur'ân-ı Kerîm'in mucize olduğuna dikkat çekmek içindir.[6]

    2. Bu yüce Kur1 ân, Rahman ve Rahîm tarafından indirilmiştir. Yüce Allah onu, kullarına bir rahmet olsun diye indirdi. Yüce Allah, Kur'ân1 in inişini, en büyük nimetlerden olduğuna işaret etmek için, özellikle bu iki ismi yani er-Rahmân ve er-Rahîm isimlerini zikretti. Kuşkusuz Kur'ân, kıyamet gününe kadar devam edecek olan bir nimettir. [7]

    3. O, din ve dünya menfaatlerim kapsayan bir kitaptır. Mânâları ve hükümleri kıssalar, öğütler, hükümler ve misaller yoluyla son derece güzel ve mükemmel olarak açıklanmış ve izah edilmiştir,
    O, apaçık Arapça bir Kur'an olarak inmiştir. Âyetlerin açıklamalarım ve mucize olduğuna dâir delilleri anlayan bir kavim için inmiştir. Kuşkusuz Kur'ân, belagatın en yüksek tabakasındadır. Onun sırlarından, ancak, Arap dilini bilen zevk alır. [8]

    4. O, mü'minlere Naîm cennetlerini müjdeleyici, kâfirleri ise cehennem azabıyla uyarıcı olarak gelmiştir. Müşriklerin çoğu, kendi dilleriyle inmiş olmasına rağmen, onun âyetlerini düşünmekten yüz çevirdi. Onlar Kur'an'ı, düşünüp tefekkür edecek şekilde dinlemezler. Ebû Hayyân şöyle der: Yani, ilim ehli olmalarına rağmen, o kavmin çoğu, ona tam manâsıyle bakmadı ve yüz çevirdi. Onlar, yüz çevirdiklerinden dolayı, Kur'ân'ın ihtiva ettiği hüccet ve delilleri işitmezler.[9] Kurtubî şöyle der: Bu sûre Kur'ân'ın mucizeliği hususunda Kureyş'i kınamak ve azarlamak için inmiştir. Çünkü onlar, Kur'an'ı faydalanacakları bir şekilde dinlemezler.[10] Bundan sonra Yüce Allah, onların kibir ve sapıklıklarını bildirdi: [11]

    5. Peygamber onları imana çağırdığında dediler ki: Kalplerimiz kalın örtüler içerisindedir. Senin bizi kendisine çağırdığın şeylerden hiçbiri, yani Allah'ı birleme ve iman, oraya ulaşamaz. Kulaklarımızda da, söylediklerini anlamaya engel olan ağırlık ve sağırlık vardır. Sâvî şöyle der: Onlar işitme organlarını, kendisinde sağırlık bulunan kulaklara benzettiler. Şöyle ki, o kulaklar haktan hoşlanmaz ve onu dinlemeye eğilim göstermez.[12] Ey Peygamber! Seninle bizim aramızda, söylediklerinden herhangi birisinin bize ulaşmasını önleyen bir engel vardır. Hem bizim, hem de senin cihetinden bir engel bulunduğu için, sana uymamakta mazeretimiz var Sen kendi yolunda çalış, biz, de kendi yolumuzda. Sen kendi dininde devam et, biz de kendi dinimizde devam edelim. [13]

    6, 7. Ey Peygamber! O müşriklere de ki: Ben, sizin gibi bir insandan başa bir şey değilim. Ancak Allah özel olarak bana peygamberlik ve vahiy verdi. Ben sizi, yaratıcınızı ve sizi meydana getireni birlemeye çağırıyorum. Aklî ve şer'î deliller onun varlığını ve birliğini göstermektedir. Beni yalanlamaya bir sebep yoktur. Tevhid, iman ve amellerde samimiyet üzere doğruca O'na yönelin. Geçmiş günahlardan dolayı O'ndan bağışlanmanızı isteyin. Hayır yapmayan, sadaka vermeyen ve Allah'a itaat yolunda malını harcamayan o müşrikler yok olsun, onlara yazıklar olsun. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, onları, erdemli kişilerin sakındıkları cimrilikle kınadı. Bu âyet, kâfirin inkârından dolayı gördüğü azabın yamsıra, zekatı vermediği için de azap göreceğine delâlet etmektedir.[14] İbn Abbas şöyle der: Bundan maksat, nefisleri temizlemektir. Yani onlar, Allah'ı birleyerek nefislerini, şirkten temizlemezler ve "la ilahe illallah" demezler.[15] Onlar, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri inkâr ettiler. Hesabı ve amellerin karşılığının verileceğini yalanladılar. Sâvî şöyle der: Yüce Allah'ın burada sadece zekatı vermemeyi zikretmesi ve onu âhireti inkârla birlikte anlatmasının sebebi şudur: Mal, canın kardeşidir (yongasıdır). İnsan onu Allah yolunda harcayınca, bu onun, dindeki sebat ve kuvvetinin bir delili olur.[16] Sayesinde azabı kendimizden savabiliriz, dediler. Ebussuûd şöyle der: tizim boylu ve iri yaratılıştı idiler. O derece kuvvetli idiler ki, kayayı dağdan elleriyle çekip sökerlerdi.[17] Bu bir ara cümlesi olup, onlann çirkin sözlerinden muhatabı hayrete düşürmek için söylenmiştir. Yani, Allah'ın gücünden gafil kaldılar. Onları da, kâinatı da yaratan o Yüce Allah'ın, onlardan daha güçlü ve kuvvetli olduğunu bilemediler. Mucizelerimizi yalanlıyorlardı. Fahreddin Râzî şöyle der: Onlar, mucizelerin gerçek olduğunu biliyorlardı. Fakat, emanetçinin emâneti inkâr ettiği gibi inkâr ettiler.[18]

    16. Âd kavmine, çok soğuk ve çok gürültülü, hızlı esen bir rüzgâr gönderdik ki, gürültüsü ve soğukluğu ile öldürüyordu. Mübarek olmayan, uğursuz günlerde gönderdik. Dünya hayatında onlara, rezil ve zelil eden azabı tattırmak için bunu yaptık. Fahreddin Râzî şöyle der: den maksat, zillet ve horluk azabıdır. Sebebi ise şudur: Onlar kibirlenip iman etmediler. Allah da buna mukabil onlara zillet ve horluk verdi.[19] Onların âhirette görecekleri azap dünya azabından daha fazla zillete düşürücü ve rezil edicidir. Bu azabı onlardan savacak herhangi bir yardımcıları da yoktur. [20]

    17. Semûd kavmine gelince, onlara da hidayet yolunu açıkladık ve mutluluk yolunu gösterdik. Fakat onlar, sapıklığı hidayete ve küfrü imana tercih ettiler. Onları da, zillet ve horluğa düşüren yıldırım azabı yakaladı. Bunun sebebi, suç işlemeleri, taşkınlık göstermeleri ve Allah'ın peygamberi Salih (a.s.)'i yalanlamalarıdır. İbn Kesîr şöyle der: Allah onlara, Salih (a.s.)'i yalanlamaları ve deveyi kesmeleri yüzünden, bir görültü, deprem, zillet, horluk, azap ve ceza gönderdi.[21]

    18. Salih'i ve ona iman edenleri bu azaptan kurtardık. [22]

    19. Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler.
    20. Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir.
    21. Derilerine: "Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?" derler. Onlar da, "Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O'na döndürülüyorsunuz" derler.
    22. Siz de ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın bilmeyece*ğini sanıyordunuz.
    23. Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.
    24. Şimdi eğer dayanabilirlerse, onların yeri ateştir. Ve eğer Allah'ı razı etmek isterlerse, bilsinler ki, onlar kendilerinden razı olunacak kimselerden değil*lerdir.
    25. Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de, onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için uygulanan azap, onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi.
    26. İnkâr edenler: "Bu Kur'ân'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki galip gelirsiniz" dediler.
    27. O inkâr edenlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.
    28. İşte bu azap, Allah'ın düşmanlarının cezasıdır, ateştir. Ayetlerimizi inkâr etmelerinden dolayı, orada onlara ceza olarak ebedîlik yurdu cehennem vardır.
    29. Kâfirler cehennemde: "Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım. Onlar, en aşağıda kalanlar*dan olsunlar!" diyecekler.
    30. Şüphesiz, "Rabbimiz Allah'tır" deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara, "Korkmayın, üzülmeyin, size va'dolunan cennetle sevinin!" derler.
    31,32. "Biz dünya hayâtında da, âhirette de sizin dostlarınıziz. Ğâfûr ve Rahîm olan Allah'ın ikramı olarak orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazır."
    33. Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben müslü-manlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir?
    34. İyilikle kötülük bir olmaz. Sen en güzel bir tavırla önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki yakın bir dost olur.
    35. Bu haslete ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak büyük payı olan kimse kavuşturulur.
    36. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın, Çünkü O, işiten, bilendir.
    37. Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Eğer Allah'a ibâdet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin!
    38. Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki,) Rabbinin yanında bulunan (melekler) hiç usanmadan, gece gündüz O'nu teşbih ederler.

    Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

    Yüce Allah, Önceki âyetlerde Âd ve Semûd kavimlerinin kıssalarını ve taşkınlıkları ve suç işlemeleri yüzünden dünyada başlarına gelen azabı anlattıktan sonra burada da, bütün kâfirlerin âhirette başlarına gelecek azap ve helaki anlattı ki, bundan günah işlemekten ve Allah'ın nimetlerine nankörlük etmekten sakındırma ve kaçındırma hususunda tam bir ibret hâsıl olsun. [23]

    Kelimelerin İzahı

    Sonrakiler gelip hepsi toplanıncaya kadar öncekiler tutulur. Gizlenirsiniz. Gözlerden gizlenmek mânâsına gelen kökündendir.
    Sizi tehlikelere düşürdü ve yok etti. : Allah'ın rızasını isterler.
    el-Mu'tebîn, "isteği-kabul olunan" mânâsindaki kelimesinin çoğuludur. Nâbiğa şöyle der:
    Eğer ben mazlum isem, senin zulmettiğin bir köleyim. Eğer senden bir rıza talebinde bulunulursa, senin gibileri bu isteği yerine getirir.[24] Hazırladık.
    Nüzul; ziyafet, ikram demektir. Bıkarlar, usanırlar. [25]

    Nüzul Sebebi

    Ibn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet edilmiştir. Beytullah'ın yanında ikisi Kureyşli biri Sakîfli üç kişi bir araya gelmişlerdi. Bunların kafalarında anlayış az, karınlarının yağı çoktu. Onlardan birisi dedi ki: Ne dersiniz, Allah bizim söylediklerimizi işitir mi? Bir diğeri: Açık konuşursak işitir, gizli konuşursak işitmez, dedi. Üçüncüsü de, Açık konuştuğumuzda işitirse, gizli konuştuğumuzda da işitir" dedi. Bunun üzerine yüce Allah, "Siz kulaklarınızın, gözleriniz ve derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz" mealindeki âyeti indirdi.[26]

    Âyetlerin Tefsiri

    19. Allah'ın suçlu düşmanlarının, cehenneme sevkedilmeleri için mahşer yerinde toplanacakları günü hatırla. jjc- Toplanıp birikmeleri için, sonrakiler gelinceye kadar evvelkiler tutulur. Ibn Kesîr şöyle der: Zebaniler, öncekileri sonrakilerle birlikte toplar. Neticede hepsi bir araya gelirler.[27]

    20. Nihayet hesap için ayakta durup beklediklerinde, Uzuvları konuşur ve işlemiş oldukları suç ve günahlardan dolayı aleyhlerinde şahitlik ederler. Hadiste şöyle buyrulmuştur:.Kişinin ağzı mühürlenir. Sonra, uzuvlarına, "Konuş!" denilir. Uzuvları da yaptıklarını söyler. Sonra kişi, konuşmak için serbest bırakılır. O zaman şöyle der: "Canınız cehenneme! Lanet olsun! Ben sizi savunuyordum"[28]

    21. Suçlular bu garip işe şaştıkları için azalarını ve derilerini kınamak üzere şöyle derler: Niçin aleyhimizde ikrarda bulundunuz ve yaptıklarımıza şahitlik ettiniz? Halbuki biz sırf sizin için mücadele ediyor ve sizi savunuyorduk?, mazeretlerini bildirerek şöyle cevap verirler: İş bizim elimizde değildir. İnsanları, hayvanları ve cansızları konuşturan Allah, bizi de kudretiyle konuşturdu. Biz de, yaptığınız çirkin işler hakkında aleyhinizde şahitlik ettik. O sizi yoktan vücûda getirdi, siz daha önce hiçbir şey değilken size hayat verdi. İşte buna gücü yeten, bizi de konuşturabilir. Öldükten sonra dirilerek, sadece tek olan Allah'a döndürüleceksiniz. Ebussuûd şöyle der: Yani, her canlıyı konuşturan Allah'ın gücü yanında bi-
    zim konuşmamız şaşılacak bir iş değildir. Çünkü ilk Önce sizi yaratabilen ve yoktan var edebilen ve ikinci olarak ta tekrar diriltip hesap için geri çevirebilenin uzuvlarınızı konuşturmasına şaşılmaz.[29]

    22. Dünyada, o çirkin işleri yaparken bu şahitlerden gizli hareket etmiyordunuz. Çünkü, aleyhinize şahitlik edeceklerini sanmıyordunuz. Beyzâvî şöyle der: Siz, çirkin işleri yaparken, rezil oluruz korkusuyla insanlardan gizli yapıyordunuz. Uzuvlarınızın, aleyhinize şahitlik yapacağını sanmıyor ve dolayısıyle onlardan gizlenmiyordunuz. Burada mü'minin, her halinde, üzerinde bir gözetleyicinin bulunduğuna dikkat çekilmektedir.[30] Fakat, zannettiniz ki, Allah, gizli işlenen çirkin fiillerden birçoğunu bilmez. Bu nedenle günah işlemeye cür'et ettiniz. [31]

    23. Âlemlerin Rabbi hakkında, "O, gizli şeylerden birçoğunu bilemez" şeklindeki o çirkin zannmız var ya, işte o, sizi helak ve yok edip sonra da ateşe götüren şeyin kendisidir. Neticede hem kendinizi, hem de aile efradınızı hüsrana uğrattınız ve mutluluğunuzu kaybettiniz. Bu tam bir hüsran ve bedbahtlıktır. [32]

    24. Eğer azaba sabredebilirlerse, bilsinler ki, onların makamı ve konağı cehennemdir. Onlar için oradan kaçıp kurtuluş yoktur. Allah'ı razı etmek isterlerse, bilsinler ki, onlar, kendilerinden razı olunan kimselerden değillerdir. Kurtubî şöyle der: Utbâ, kınanan şahsın, kendisini kınayanı razı edecek şeye dönmesidir. "Onun razı olmasını istedim. O da bu isteğimi yerine getirerek beni razı etti" mânâsına dersin.[33]

    25. Müşrikler için, şeytanlardan ve insanları saptıranlardan kötü arkadaşlar, hazırladık ve bu arkadaşlığı onlar için kolaylaştırdık. Arkadaşları onların, şimdi yaptıkları ve gelecekte yapacakları çirkin işlerini kendilerine güzel gösterdiler. İbn Ke-sîr şöyle der: Amellerini onlara güzel gösterdiler. Dolayısıyle onlar kendilerini, sadece güzel iş yapanlar olarak gördüler.[34] Onlar hakkında azap hükmü, yani, bedbaht olacaklarına dâir kesin hüküm gerçekleşti. Bu hüküm, onların yaptıkları gibi yapan cinlerden ve insanlardan, onlardan önce gelip geçmiş bütün suçlu bedbaht milletler hakkında verilmiştir. Bu bölüm, suçluların azaba müstehak olmalarının sebebini açıklamaktadır. Bu kısmın mânâsı şöyledir. Çünkü onlar dünya ve âhirette hüsrana uğrayanlardandır. İşte bunun için ebedî azaba müstehak olmuşlardır. [35]

    26. Yüce Allah, Ad, Semûd ve diğer kavimlerin inkâr etmelerini anlattıktan sonra, Kureyş müşriklerini ve onların Kur'an'ı yalanlamalarını anlattı. Yani, kâfirler birbirlerine dediler ki: Kur'ân okuduğu zaman Muhammed'i dinlemeyin. Onu bırakıp başka şeyle meşgul olun. okurken, kimse işitemeyecek şekilde seslerinizi yükseltin ki, onun dinine galip gelesiniz. İbn Abbas şöyle der: Ebû Cehil dedi ki: Muhammed, Kur'ân okurken yüzüne karşı gürültü yapm da ne diyeceğini bilemesin.[36]

    27. Vallahi, Kur'ân'la alay eden o kâfirlere, hafiflemeyen ve kesilmeyen şiddetli bir azabı tattıracağız. Onlara, yaptıkları en kötü amel ve işlerinin karşılığında, en kötü ve en çirkin cezayı vereceğiz. [37]

    28. En kötü ceza olan o şiddetli azap, Allah ve Ra-sülünün düşmanı, o suçluların cezası olan cehennem ateşidir. Onlar için cehennemde, kalacakları yurt vardır. Oradan ebediyyen çıkamazlar, Bu, Kur'an'ı inkâr etmelerine ve Allah'ın âyetleriyle alay etmelerine karşılık onlara ceza olarak verilmiştir. Fahred-din Râzî şöyle der: Onların Kur'ân karşısındaki boş söz ve gürültülerine "cühud" yani "inkâr" denilmesinin sebebi şudur: Onlar, Kur'an'ın büyük bir mucize olduğunu anlayınca, insanlar onu dinlerlerse inanırlar diye 'korktular, dolayısıyle bu fasit yola baş vurdular. Bu da gösteriyor ki, onlar, Kur'an'ın mucize olduğunu biliyorlar, ancak kıskandıkları için onu inkâr ediyorlardı.[38]

    29. Kâfirler cehenneme girdiklerinde şöyle derler: "Ey Rabbimiz! Bizi azdıran ve saptıran her cin ve insanı bize göster". Olay kesinlikle gerçekleşeceği için, gerçekte gelecek zaman kipiyle bildirilmesi gerektiği halde, ibare, geçmiş zaman kipiyle yani " dedi" şeklinde gelmiştir. Ebû Hayyân şöyle der: Açık olan şudur ki, " o ikisi"nden maksat, kendileriyle cins kastedilen kimseler*dir. Yani, "bu iki türden olan her azdıran kimseyi bize göster" demektir.[39] İntikam almak ve yüreklerimizi soğutmak için, onları ayaklarımızla çiğneyelim. Çiğneyelim de, cehennemin dibinde olsunlar. Bu, en şiddetli cehennem azabıdır. Çünkü orası münafıkların yeri
    dir. Yüce Allah, suçlu bedbahtların durumunu anlattıktan sonra, ardından mutlu mü'minlerin durumunu anlattı: [40]

    30. Doğru bir imanla Allah'a inananlar ve sırf O'nun için amel edenler, sonra da Allah'ı birleme ve O'na itaat hususunda dosdoğru yürüyenler ve Ölünceye kadar bundan ayrılmayanlar varya...!
    Hz. Ömer'den (r.a.) rivayet edildiğine göre o, minberde bu âyeti okuduktan sonra şöyle demiştir: Vallahi onlar, Allah'a itaat için yolda dosdoğru yürüdüler. Tilkiler gibi, zik zak yapmadılar.[41] Bundan maksat şudur: Onlar davranış, ahlâk, söz ve fiillerinde, Allah'ın şeriatı üzere dosdoğru yürüdüler. Onlar gerçek mii'min ve sâdık müslüman idiler. Ariflerden birine, kerametin tarifi soruldu. O, "doğru yolda yürümek kerâmatin ta kendisidir" diye cevap verdi. Hasan Basri'den rivayet edildiğine göre, o şöyle derdi: "Allah'ım! Sen bizim Rabbimizsin. Bize doğru yolda yürümeyi nasip etİşte o samimi mü'minlere, ölüm anında, rahmet melekleri inip şöyle derler: Daha önce yapıp âhirete gönderdiğiniz şeylerden dolayı, kıyamet hallerinden korkmayın. Dünyada bıraktığınız aile efradı, mal ve çocuk için de tasalanmayın. Bu konuda, biz sizin yerini-zi alacağız, Allah'ın, peygamberlerin diliyle size va'dettiği ebedîlik cennetiyle sevinin. Şeyhzâde şöyle der: Melekler, ölüm anında mü'minlerin yanma şu müjde ile inerler: Ölüm sıkıntısından korkmayın. Kabir sıkıntısı ile kıyamet günü sıkıntılarından da korkmayın. mü'min, baş ucunda duran iki koruyucu meleğe bakar. Onların şöyle dediklerini duyar: Artık bugün korkma ve üzülme. Sana va'dolunan cennetle sevin. Şüphesiz sen bugün, daha Önce benzerini görmediğin şeyler göreceksin. Bunlar seni korkutmasın. Onlar senden başkaları için yapılmaktadır.[42]

    31. Melekler onlara der ki: Biz dünyada da, âhirette de sizin yardımcılarmızız. Her iki dünyada da, sizin yararınıza ve mutluluğunuza olan şeyleri gösteririz. Cennette sizin için, canınızın istediği, gözünüzün aydın olacağı her türlü lezzetli ve iştah çekici şeyler vardır. Sizin için orada istediğiniz ve arzu ettiğiniz her şey vardır.[43]

    32. Bunlar, takva sahibi kulları için rahmeti bol ve bağışlaması çok olan bir Rab'dan ziyafet ve ikram olarak verilir. [44]

    33. İnsanları, sözü, davranışı ve fiilleriyle, Allah'ı birlemeye ve ona itaata çağıran, iyi işler yapan ve İslamı kendisine din ve yol edinen kimseden daha güzel sözlü kim vardır. İbn Kesîr şöyle der: Bu âyet, kendisi doğru yolda olduğu halde başkalarını hayra çağıran herkes hakkında geneldir.[45] Zemahşerî de şöyle der: Bu âyet, şu üç şeyi birlikte yapan herkes hakkında geneldir: 1. İslam dinine inanan biri olması, 2. İyi amel yapan olması, 3. Başkalarını bu iyi amele daveı edici olması. Bunlar, ilmiyle amel eden âlimler zümresinden başkası değildir.[46]

    34. Güzel iş yapmak, kötü iş yapmakla bir ol maz. Aksine, karşılığını almak ve güzel sonuç bakımından aralarında bü yük fark vardır. Sen, kötü olanı, en güzel hasletle sav. Me sela, öfkeyi sabırla, cahilliği ağırbaşlılıkla kötülüğü af ile sav. İbn Abbâ şöyle der: Sana karşı cahillik edenin cehaletini, olgunluğunla sav.[47] Böyle yaptığın zaman düşmanın, sana karşı sevg ve mahabbetinde samimi olan yakın arkadaşın gibi olur. [48]

    35. Ve bu yüce makamı ve güzel hasleti ancak öfkesine engel olmak ve eziyetlere katlanmak suretiyle, nefsiyle cinü eden kimse elde eder. Onu ancak, hayır ve mutluluk tan bol nasibi olan elde eder. [49]

    36. Eğer şeytan, sana emredilen "en güzeli ile sav" emrini bırakma vesvesesini verir ve seni, yakalayıp intikai almaya teşvik etmek isterse, onun tuzağından ve şerrinden Allah'a sığın. Şüphesiz Allah, kulların sözlerini işiten, fiil ve davranışlara bilendir. Bundan sonra Yüce Allah, sonsuz gücü ve engin hikmetinin deli lerini anlatarak şöyle buyurdu: [50]

    37. Şunlar, onun birliğini ve gücün gösteren alâmetlerdendir: Gece ile gündüzün ard arda gelmesi ve güneş ayın, insanların faydalarına verilmesi.. Aya ve güneşe secde etmeyin. Yani, yaratılmışlara secde etim yin. Onları yoktan yaratan Allah'a secde edin. Sadece O'ı ibadet edeceksiniz, O'ndan başkasına secde etmeyin. [51]

    38. Eğer kâfirler, kibirlenip Allah'a secde etmezlerseOnun emrine itaat eden melekler, gece gündi ona ibadet ederler. Onlar, Allah'a ibadetten usanmazlar. [52]

    39. İşte senin yeryüzünü kupkuru görmen de O'-nun âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabanr. Ona can veren, el*bette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir.
    40. Âyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görendir.
    41. Kendilerine kitap geldiğinde onu inkâr edenler var ya, şüphesiz (onlar, cezalarını çekeceklerdir). Halbuki o, eşsiz bir Kitap'tır.
    42. Ona önünden de, ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.
    43. Sana söylenen, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Elbette ki senin Rabbin, hem mağfiret sahibi, hem de acı bir azap sahibidir.
    44. Eğer biz onu, yabancı (dille) okunan bir kitap kilsaydık, diyeceklerdi ki: "Ayetleri tafsilatlı şekilde a-çıklanmalı değil miydi? Muhatapları Arap olduğu halde Arapça olmayan bir kitap mı geldi?" De ki: O, inananlar için bir kılavuz ve şifâdır. İnanmayanlara gelince onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'ân onlar için bir körlüktür. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağarıhyor.
    45. Andolsun biz Musa'ya Kitab'ı verdik, onda da ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hükmedilirdi. Onlar Kur'ân hakkında şüpheci bir tereddüt içindedirler.
    46. Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.
    47. Kıyamet gününün ilmi, O'na havale edilir. O'-nun ilmi dışıda hiçbir meyva kabuğundan ayrılmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara: "Ortaklarım nerede?!" diye seslendiği gün: "Buna dâir bizden hiçbir şahit olmadığını sana arzederiz" derler.
    48. Böylece önceden yalvarıp durdukları onlardan uzaklaşmıştır. Kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır.
    49. İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir.
    50. Andolsun ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona bir rahmet tattırırsak: "Bu, benim hakkımdır, kıyametin kopacağını sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak, O'nun katında benim için daha güzel şeyler vardır" der. Biz, inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve muhakkak onlara ağır azaptan tattıracağız.
    51. İnsana bir ni'met verdiğimiz zaman yüz çevirir ve kibirlenir. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da çokça dua eder.
    52. De ki: Gördünüz mü, eğer o Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz o zaman (haktan) u-zak bir ayrılığa düşenden daha sapık kim vardır?
    53. Afâkta ve kendi nefislerinde insanlara âyetlerimizi göstereceğiz ki o Kur'ân'ın gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?
    54. Dikkat edin; onlar, Rablerine kavuşmaktan şüphe içindedirler. İyi bilin ki! O, her şeyi kuşatmıştır.

    Âyetlerin Öncekilerle Münâsebeti

    Yüce Allah, önceki âyetlerde iyi mü'minlerin sıfatlarını anlattı. Ardından varlığım, birliğini ilminin ve hikmetinin sonsuzluğunu gösteren delilleri anlattı. Burada da önce, bu görülen kâinat sahnelerinden, Öldükten sonra dirilme ve haşre delâlet eden şeyleri anlattı. Ardından, âyetlerini inkâr eden ve peygamberlerini yalanlayan kâfirleri zikretti. Bu mübarek sûreyi, Kur'ân-ı Kerim'i inkâr eden bedbaht suçluların durumlarını açıklayarak sona erdirdi. [53]

    Kelimelerin İzahı

    Haktan ve doğru yolda yürümekten sapıyorlar. Eğilmek, sapmak demektir. Bir kimse, Allah'ın dininden başka yöne meylettiğinde, denilir.
    A'cemî, Arap olmayanın dili. Vakr, işitmeye engel, sağırlık.
    Ekmâm, meyve tomurcuğu mânâsma gelen ii veya kelimesinin çoğuludur.
    Mahîs, kaçış, firar. Bir kimse kaçtığında denilir. Geniş mastarı dır. Uzaklaştı, yüzçevirdi.
    Âfâk, göklerin ve yerin köşe ve bucaklarıdır. Mirye, büyük şek ve şüphe demektir. [54]

    Âyetlerin Tefsiri

    39. Allah'ın birliğim ve gücünün sonsuzluğunu gösteren alâmet ve delillerden biri de şudur: Sen, yeryüzünü kupkuru, çorak ve bitkisiz bir halde görürsün. Zelil ve bpynu bükük insana benzer. Üzerine yağmur indirdiğimizde canlı bir şekilde harekete geçer, kabanr ve bitkileri "yükseltir. Her türlü ekin ve meyveleri çıkarır. İşte' ölmüş olan yer yüzünü dirilten İlâh varya, ölüleri diriltip kabirlerinden çıkaracak olan O'dur. Kuşkusuz O'nun her şeye gücü yeter, hiçbir şey O'nu âciz bırakamaz. Çorak yerden ekin ve meyveleri çıkardığı gibi, ölüleri de diriltebilir. Bundan sonra Yüce Allah, varlığının delil ve alâmetleri ortaya çıktığı halde âyetlerini, inkâr edenleri tehdit etti: [55]

    40. Ayetlerimizi tahrif etmek, yalanlamak ve inkâr etmek suretiyle kötüleyenler var ya, onların işi bize gizli kapalı değildir; biz onları gözetlemekteyiz. Bu âyette, tehdit ve korkutma vardır. Katâde şöyle der: İlhâd, inkâr ve inat demektir. İbn Abbâs da şöyle der: İlhâd, kelâmı değiştirip onu, yerinden başka bir yere koymak demektir.[56] Korku ve dehşet içinde cehen*neme atılan mı daha üstündür, yoksa, kıyamet günü Allah'ın azabından emin bir şekilde cennette bulunan mı? Râzî şöyle der: Bundan maksat, Allah'ın âyetlerini yalanlayıp inkâr edenlerin cehenneme atılacaklarına; Allah'ın âyetlerine inananların ise. kıyamet gününde emniyet içinde olacaklarına dikkat çekmektir. Bu ikisi arasında ne kadar büyük fark var![57] Bu hayatta dilediğinizi yapın. Bu bir tehdittir. Yoksa tehdit gölgesine bürünmüş bir serbestliği ifade etmez. Bundan sonra gelen bölüm bunun de*lilidir: Şüphesiz Yüce Allah amellerinizden haberdardır. Hallerinizden hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O, yaptıklarınızın karşılığını verecektir. [58]

    41. Kendilerine Allah katından Kur'ân geldiğinde onu yalanlayanlar var ya.... Olayın korkunçluğunu ifade etmek için nin haberi zikredilmemiştir. Sanki şöyle denilmiştir: Yalanlamaları sebebiyle, kötülüğü ve korkunçluğundan dolayı anlatılamayacak bir ceza ile cezalandırılacaklardır.[59] Şüphesiz Kur'ân, delil kuvvetiyle üstün bir kitaptır. Kapsadığı mucizelerden dolayı onun benzeri yoktur. Onu inkâr edip kötüleyen her inkarcıyı savar. Her inatçıyı ezer. [60]

    42. Ona hiçbir taraftan bâtıl gelemez. Onu yaralama imkânı yoktur. İbn Kesîr şöyle der: Bâtıl ona yol bulamaz. Çünkü o, Âlemlerin Rabbı katından indirilmiştir.[61] O, kanun koymasında, hallerinde ve fiillerinde hikmet sahibi, nimetlerinin bolluğundan dolayı, yarattıkları tarafından övülmüş bir ilah tarafından indirilmiştir. Bundan sonra Yüce Allah, peygamberinin başına gelen, kâfirlerin eziyetlerinden dolayı onu teselli etmek üzere şöyle buyurdu:[62]

    43. Kavminin kâfirleri sana, önceki kâfirlerin, peygamberlere söyledikleri eziyet verici sözlerden ve.Allah'ın indirdiklerini ayıplama ve onlarda kusur bulmadan başka bir şey söylemediler. Kurtubî şöyle der: Yüce Allah, peygamberini, kavminin yalanlama ve eziyetlerine karşı taziye ve teselli etmektedir.[63] Ey Peygamber! Şüphesiz Rabbin, mü'minlerin günahlarını çokça bağışlayan; kâfirleri de şiddetli bir şekilde cezalandırandır. Öyleyse sen işini O'na bırak. O senin intikamım düşmanlarından alır. Bundan sonra Yüce Allah, kâfirlerin inatçılıklarını ve hak ortaya çıktıktan sonra, kibirlenip onu kabul etmemelerini anlattı: [64]

    44. Biz bu Kur'ân'ı, Arapça olmayan bir dille indir-şeydik elbette müşrikler şöyle diyecekti: Onun âyetleri, anlayacağımız bir dille açıklansa ve bizim dilimizle inseydi Bu, istifhâm-ı inkâridir. Yani, Arapça olmayan bir Kur'ân ve Arap bir Peygamber mi? Râzî şöyle der: Peygamberin (s.a.v.) zor duruma düşmesini istedikleri için, kâfirlerin: "Kur'ân, Arapça olmayan bir dille inseydi ya" dediklerini anlatmışlardır. Onlara cevap verildi ki: İş sizin teklif ettiğiniz gibi olsaydı, yine itirazı bırakmazdınız. Daha sonra Râzî şöyle der: Bana göre, gerçek şudur: Bu sûre baştan sona birbiriyle bağlantılı tek bir kelamdır. Yüce Allah, sûrenin başında onların, "Bizi çağırdığın şeye karşı, kalplerimiz örtüler içindedir" dediklerini anlatmıştı. Burada Yüce Allah onlara şöyle cevap verdi: Eğer bu Kur'ân'ı, Arapça olmayan bir dille indirseydi, "Arapça olmayan bir kelâmı, Arap bir kavme nasıl gönderdin?" diye*bilirlerdi. O zaman, elbette, "bizi çağırdığın şeye, kalplerimiz örtüler içindedir", çünkü "onu anlayamıyor ve mânâsını kavrayamıyoruz" demeleri doğru olurdu. Ama şimdi, Kur'ân Arapça inmiştir. Onlar da Arapça konuşanlardır. Artık Öyle söylemeleri nasıl mümkün olur? Şimdi anlaşıldı ki, bu âyet, nazım vecihlerinin en güzeli ile inmiştir.[65] Ey Peygamber! Onlara de ki: Bu Kur'ân, mü'minler için sapıklıktan kurtarıcı; cehalet, şek ve şüpheye karşı da bir şifâdır. Bu Kur'ân a inanmayanlar var ya, onların kulaklarında, işitmelerine engel sağırlık vardır. bundan dolayı, Kur'ân okunurken gürültü yapmayı birbirlerine tavsiye ettiler. Kur'ân, mü'minler için bir rahmet olduğu gibi, kâfirler için bir bedbahtlık ve helak sebebidir. Nitekim Yüce Allah, mealen şöyle buyurmuştur: "Biz Kur'ân'dan öyle bir şey, indiriyoruz ki, o, mü'minler için şifâ ve rahmettir. Zâlimlerin ise, yalnızca ziyanlarını artırır"[66] Şeyhzâde şöyle der: Âyetlerinin açıklığı, delillerinin parlaklığı sebebiyle Kur'ân, hakka iletici, şek ve şüpheyi giderici ve cehalet, küfür ve kuşku hastalıklarına karşı şifâdır. Onun hakkında kim kuşkuya düşer de ona inanmazsa, onun kuşkusu ancak, nefsanî arzulara aşırı derecede uymasın*dan ve kendisini kurtarıp mutluluğa ulaştıracak şeyleri araştırmamasından kaynaklanmıştır.[67] Kur'ân'ı inkâr eden o kâfirler , kendilerine uzaktan seslenilen kimseler gibidir. Çünkü uzaktaki kişi, kendisine söylenenleri ne işitir, ne de anlar. Bu bir temsilî anlatımdır. İbn Abbâs şöyle der: Yüce Allah, onların, çağrı ve seslenmeden başka bir şey anlamayan hayvanlar gibi olduğunu anlatmak istiyor.[68]

    45. Allah'a andolsun ki Musa'ya da Tevrat'ı vermiştik. gir kısmı inanan, bir kısmı yalanlayan olmak üzere, kavmi onun hakkında ihtilâfa düştü. Kur'ân karşısında senin kavminin durumu da öyledir. Kurtubî şöyle der: Bu, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmektir. Yani, kitabın hakkında kavminin ihtilafa düşmesi seni üzmesin. Çünkü onlardan öncekiler de kitapları hakkında ihtilâfa düşmüşlerdi. Bir grup ona inanmış, bir grup ta yalanlamıştı.[69] Eğer Yüce Allah, mahrukatın hesap ve cezasının kıyamete kadar ertelenmesine hükmetmemiş olsaydı, onları mutlaka dünyada cezalandırır ve yok ederdi Akılları ermediği ve basiretleri de görmediği için, o kâfirler, Kur ân karşısında bir kuşku içindedirler. Bu kuşku onları şiddetli bir şüphe ve tereddüte düşürmektedir. [70]

    46. Kim bu dünyada iyi işlerden birini yaparsa, onun faydası kendisine aittir. Kim de bu dünyada kötülük yaparsa, onun zarar ve vebali de ona aittir, Rabbin zâlim' değildir ki, kötülük yapmadan ceza versin. O Yüce Allah, hiç kimseye günahsız azap etmez; sadece günahı karşılığında cezalandırır. Tefsirciler şöyle der: burada mübalağa ifâde etmez. O ancak (koku satan), (marangoz) Ve (hurmacı) gibi nisbet kipidir. Eğer aşırılık ifade etseydi, Allah'ın çok zalim olmadığını, fakat zaman zaman zulmettiğini vehmettirirdi. Âyet, bu mânâda değildir. Çünkü Allah'ın zulmetmesi imkânsızdır. [71]

    47. Kıyametin kopma zamanımn ilmi, bir olan Allah'a aittir. O'ndan başkası bunu bilmez. Fahreddin Râzî şöyle der: Bizzat, kıyametin kopma zamanını Allah'tan başkası bilmez. Bu âyetin Öncekilerle münasebeti şudur: Yüce Allah, "Kim iyi bir iş yaparsa o kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir" mealindeki kelâmıyla kâfirleri tehdit etti. Yani, herkesin yaptığının cezası, kıyamet günü kendine ulaşır. Burada sanki birisi şöyle bir soru sormuştur: O gün, ne zaman olacak? Bunun üzerine Yüce Allah açıkladı ki, o günün ne zaman olacağını Allah'tan başkası bilmez.[72] Onun bilgisi dışında hiçbir meyve tomurcuğundan ve kılıfından çıkmaz. Onun ilmi dışında hiçbir dişi karnında cenîn taşımaz ve onu doğurmaz. Yerlerde ve göklerde, zerre ağırlığında bir şey onun bilgisinden uzak olmaz.[73] Kıyamet gününde Allah müşriklere, "ilâh olduklarını iddia ettiğiniz ortaklarım nerede?" diye seslenir. Bu âyette azarlama ve alay mânâsı vardır. Müşrikler der ki: Şimdi sana gerçeği bildiriyor ve haber veriyoruz. Senin herhangi bir ortağın olduğuna bugün bizden şahitlik edecek herhangi bir kimse yoktur. Tefsirciler şöyle der: Kıyameti gördüklerinde, onlar putlardan, putlar da onlardan uzaklaşır ve imanın bir fayda vermediği bir zamanda, iman ettiklerini ve Allah'ı birlediklerini ilan ederler. [74]

    48. Dünyada kendilerine ibadet ettikleri ilâh oldukları sanılan o şeyler onlardan kaybolup gitmişlerdir. Allah'ın azabından kaçıp kurtulacakları bir yerlerin olmadığım iyice anladılar. [75]

    49. İnsan kendisi için mal, sıhhat, izzet ve güç gibi iyilikleri istemekten ve bunun için dua etmekten bıkmaz. Ona fakirlik veya hastalık gibi bir kötülük geldiğinde, hemen büyük bir ümitsizliğe kapılır, Allah'ın rahmetinden ümit keser. [76]

    50. Eğer sıkıntı ve musibetten sonra ona zenginlik ve sağlık verirsek mutlaka, bu, benim çalışma ve gayretimle olmuştur der. Ebu Hayyân der ki: Nimet, Allah'ın rahmetinin alâmetlerinden olduğu için, Allah ona "rahmet" dedi.[77] Kıyametin kopacağına inanmıyorum. Kıyametin kopacağını farzetsek bile, Rabbim bana dünyada ihsan ettiği gibi, o zaman da mutlaka ihsan eder. İbn Kesîr şöyle der: Kıyamete kesin olarak inanmadığı ve kötü amel işlediği halde, Allah'ın kendisine ihsanda bulunacağını umuyor.[78] Vallahi o kâfirlere, amellerinin hakikatini mutlaka bildirecek ve yaptıkları kötü işleri kesinlikle kendilerine göstereceğiz. Onları mutlaka en şiddetli azapla cezalandıracağız ki o da cehennem ateşinde ebedî kalmaktır. [79]

    51. İnsana nimet verdiğimizde Rab-bine şükürden yüzçevirir, kibirlenip onun emirlerine uymaz. Kibir ve gururundan burnu büyür, Ona bir kötülük geldiğinde, çokça dua eder. Devamlı olarak yalvarıp yakarır. İşte insanın tabiatı böyledir: İnkâr ve nankörlük. Belâ anında Rabbini tanır, refah anında onu unutur. Râzî şöyle der: Çok dua yerine şiddetli azap yerine de kelimesi müsteâr olarak kullanılmıştır.[80]

    52. Ey Peygamber! Onlara de ki: Ey müşrikler topluluğu! Söyleyin bana, bu Kur'ân Allah katından ise, siz de düşünüp tefekkür etmeden onu yal anladıysanız, haliniz ne olur? Bu olumsuz mânâ da istifhâm-ı inkârîdir. Yani, aşırı derecede düşmanlık ve muhalefetinizden dolayı, sizden daha sapık hiç kimse yoktur. Ebussuûd şöyle der: Onların halini açıklamak ve sapıklıklarının artmasının sebebini bildirmek içinzamiri yerine- ism-i mevsûlu getirilmiştir.[81]

    53. O müşriklere, Kur'ân'm Allah katmdan indirilmiş bir gerçek olduğuna dâir, göklerde ve yerlerde bulunan güneş, ay, yıldızlar, ağaçlar, bitkiler ve diğer harika hüccet ve delillerimizi göstereceğiz. Allah'ın, onları yaratma ve meydana getirmesindekî harikulade gücünün alâmetlerini göstereceğiz. Kurtubî şöyle der: Kendilerindeki delillerden maksat, ince sanat ve eşsiz hikmettir. Hattâ küçük ve büyük abdest yolları dahi bu sanat ve hikmetin eseridir. Kişi, bir yerden yer içer, bu yiyip içtikleri iki yerden dışarı çıkar. Onun eşsiz sanat ve hikmetlerinden biri de insanın bir damla su olan iki gözündedir. İnsan o gözlerle, yerden göğe doğru 500 yıllık mesafeye bakar. Aynı hikmet kulaklarında da vardır. Onlarla kişi, farklı sesleri birbirinden ayırır. İnsanda bundan başka Allah'ın eşsiz hikmetleri vardır.[82] Neticede Kur'ân'm hak olduğu onlar için ortaya çıkacak, Senin doğru olduğuna delil olarak onlara Rabbin yetmez mi? Gökte ve yerde hiçbir şey O'na gizli kalmaz. O herşeyden haberdardır. Hiçbir şey O'na gizli değildir. [83]

    54. Edatı, söylenecek şeye muhatabın dik*katini çekmek için söze başlarken kullanılan bir edattır. Yani, ey kavim! Dikkat edin ve bilin ki, o müşrikler, öldükten sonra dirilme, hesap ve ceza hakkında kuşku içindedirler. Dolayısıyle ne düşünürler, ne de iman ederler, Dikkat edin ve bilin ki, Yüce Allah'ın ilmi, bütün eşyayı anahatları ve detaylarıyla kuşatmıştır. O, inkârlarından dolayı onları cezalandıracaktır. [84]

    Edebî Sanatlar

    Bu mübarek sûre, birçok edebî sanatı kapsamaktadır. Bunları aşağıda
    Özetliyoruz:
    1. Müjdeleyen ile uyaran, gönüllü ile gönülsüz önlerindekiler ile arkalarındakiler, iyilik ile kötülük, bağışlama ile cezalandırma Arapça olmayan ile
    Araphamile olur ile doğurur ve hayır ile kötülük arasında tıbâk vardır.
    2. Güneşe secde etmeyin" ile Allah'a sec de edin" arasında tıbâk-ı selb vardır. Aynı şekilde, iman edenle için" ile 'man etmeyenler" arasında tıbâk-ı selb vardır.
    3. De ki' siz mi inkâr ediyorsunuz?" âyetinden sonr Eğer yüz çevirirlerse" gelmesinde iltifat sanatı vardır. Bu, ikin şahıstan üçüncü şahsa dönüş (iltifat) tür. Onlar haktan yüzçevirdikleri içi onlara hitaptan yüzçevirmek uygun düşmüştür. Bu, güzel bir uygunluktur.
    4. Ona ve Yer küreye" isteyerek veya i temeyerek gelin" dedi" âyetinde, istiaremi temsîliyye vardır. Yüce Alla gücünün göklerde ve yerdeki tesirini, sultanın, tebâsından veya köleleri den birine herhangi bir konuda verdiği emre ve bu emre hemen uyulması benzetti.
    5. Dediler ki' b çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda da ağırlık vardır" âyetinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Zira, burada hakiki o rak, onların söylediklerinden herhangi bir şey yoktur. Onlar bu sözü, ışıtileri Kur'ân'm uyarıları ve kapsamlı açıklamalarını ağır oulduklarını gosi me makamında söylemişlerdir. Kur'ân'a karşı aşırı nefretlerinden, sanki lartn kulakları, anlamalarına engel olacak şekilde sağır olmuş, kalpleri ilme engel olacak şekilde kapanmıştır.
    6. Onlara, uzak bir yerden bağnlır" âyetinde de istiare vardır. Onların, öğütleri kabul etmeme ve Kur'ân'dan ve içindeki-lerden yüzçevirme hususundaki halleri, kendisine uzaktan seslenilen kimsenin haline benzetilmiştir. Kendisine seslenileni ne işitir, ne de anlar. İkisi arasındaki alâka, herbirindeki anlayışsızlıktır.
    7. "Dilediğinizi yapın" emri tehdit ifâde eder. Burada emir, asıl mânâsından çıkarılarak, tehdit ve korkutma mânâsında kullanılmıştır.
    8. Sanki o samimi bir dost olur" âyetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh (benzetme yönü) zik-fredilmemiştir. Bu da mücmel ve mürseldir.
    9. Dil, Kur'ân üslûbunun güzelliğindeki belagatı tasvir etmekten âcizdir. Sen, Yüce Allah'ın şu âyetindeki ifade parlaklığını düşün: İşte senin yeryüzünü kupkuru görmen de onun âyetlerindendir. İBiz onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabarır. Ona can hveren, elbette ölüleri de diriltir. Onun herşeye gücü yeter" Bu anlatım ve (üsluptaki sanatsal diziyi düşün. Ölü arz için (boyun-eğme), |(harekete geçme) ve (kabarma) kelimelerinin kullanılışını bir düşün. Allah, ölüleri diriltip kabirden çıkartacağı gibi, arzı da diriltiyor. Bu hava, 'öldükten sonra diriltme, çıkartma ve can verme havasıdır. Bu, kalpleri Acelen ne parlak bir tasvirdir!!...
    Allah'ın yardımıyla Fussilet Sûresi'nin tefsiri bitti. [85]
#20.04.2009 15:39 0 0 0