Sanirim bu gece yine en son benim odamn isigi sönecek.. Çünkü yine sen aklima geldin. Ne zaman böyle olsa karanliga inat aydinlik olur benim odam.
Az önce balkona ciktim. Bir kedi sesiydi sanirim arabanin altina siginan. Kim bilir belki yagmurda kaciyordu. Belki de ilk defa kokrmustu sokaklardan.
Bu arada balkonda birseyin daha farkina vardm. Sigara duman güzellik katiyor geceye. Neden simdi fark ettim bilmiyorum. Sen gittikten sonra herseyde bir güzellik arar oldum, belki de ondan.
Sana birsey daha söyleyecegim ama bana yine kizicaksin. içimden balkondan atlamak geldi. Acaba düserken beni tutarmiydin merak ediyorum. Bunlari senin yüzüne söylesem, önce elime bir kere vurur, sonra da ismimi serce söylerdin. Yani bana kizmis numarasi yapardin. Ben senin numara yapmis oldugunu anladigimi sana belli etmezdim. Sende bunu bilirdin ama bilmezlikten gelirdin.
Birazdan kendime bir cay alicam. Tabii bir bardakta senin için. Bir yudum benden, bir yudum senden... geceyi içer gibi yudumlayacagim.
Bu arada sana yeni kitaplar aldigimi söylemismiydim? Ara sira da onlarla oyalaniyorum. Bazen dalip gittigim oluyor, bir cümleyi tekrar tekrar okudugum... Ve ben, her zaman kitaplarda kaldigim sayfaya senin resmini koyuyorum.
Bazense delirdigimi düsünüyorum. Acaba gercekten delimiyim, ne dersin? Evet dedigini duyar gibiyim. Haklisin da sanirim. Deli olmasam her gece sabahlara kadar seni düsünüp, senle konusurmuydum yoklugunda?
Saat epey gec olmus.
Birazdan sabah ezaninin sesi duyulur. Hatirlarmisin, minarenin tam yaninda bir agac vardi. Her ezan okunusunda agactaki bütün kuslar ürküp kacarlardi. Sen onlari izlerdin. Benimde izledigimi sanirdin. Oysa ben seni izlerdim.
En umutsuz animda umudum. Her seyin siradan oldugu dünyada, sira disi dünyam. En özel anlarim... Düsünmeye bile kiyamadigim... Hasretinin bile güzel oldugu sevgilim. Yildizlara baktikca gördügüm... Onlar kadar imkansiz oldugunu bildigim... Yerine hiç kimseyi sevemedigim... Sen benim herseyimsin, canimdan cok sevdigim.
Neden gittin hala anlamiyorum. Unutacagimi saniyordun. Unuttum mu peki? Oysa her sey cok güzeldi. Hala gözlerinde ki isigi animsayip mutlu oluyorum.
Canim sevgilim...
Sen gideli (öldü demek dilime varmiyor) bugün iki sene oldu. Ama sen hayattan kaybetmedin, hayat seni kaybetti sevgilim. Gittiginden beri hep en son benim odamin isigi söndü. Her gece seninle konustum, yoklugunu sen sanip. Artik dayanamiyorum beni affet. Yanina geliyorum sevgilim, canimdan cok sevdigim.
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar.
İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder
birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için.
Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan
içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur.
İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar,
"Sırf senin hatırın için ey su" diye...
Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı
birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki,
çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur.
Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba
"Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar.
Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek,
alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz.
Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni
seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek
yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der.
Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler...
Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz
etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der.
Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der
ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek
artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin.
Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler
çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine...
Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla
başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben,
gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum
karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır
nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder
çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu
ümitsiz artık elimizden birşey gelmez."
Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık
nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir
bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum...
Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.
Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece
"Seni seviyorum" demek yetmemektedir...
9. Sınıf
İngilizce dersinde yanımda bir kız oturuyordu onun için benim en iyi arkadaşım diyordum... Ama ben onun ipek gibi saçlarına bakıp onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana, benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, dersten sonra kalktı ve geçen gün sınıfta olmadığı için günün notlarını istedi, ona notları verirken bana teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum, nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...
10. Sınıf
Telefonum çaldı, arayan oydu ve ağlıyordu bana aşkın nasıl kalbini kırdığını anlattı, beni evine çağırdı, yalnız kalmak istemediğini söyledi, bende tabi ki gittim, koltuğa, onun yanına oturdum, güzel gözlerine bakmaya başladım ve onun benim olmasını diledim, 2 saat sonra Drew Barrymoreun bir filmi başladı ve onu izledik, filmi izledikten sonra uyumaya karar verdi, bana her şey için teşekkür etti ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum, nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...
Son Sınıf
Mezuniyet balosundan bir gün önce yanıma geldi ve çıktığım çocuk hasta ve partiye gelemiyecek dedi, benimde çıktığım biri yoktu ve 7. sınıfta birbirimize söz vermiştik, eğer çıktığımız biri olmazsa partilere birlikte gidecektik, en iyi arkadaş olarak. Ve partiye birlikte gittik, o akşam çok güzeldi, her şey yolunda gitti, partiden sonra onu evine kapısının önüne kadar bıraktım, kapının önünde ona baktım o da bana o güzel gözleriyle gülümseyerek baktı. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana, benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum, bana hayatımın en güzel zamanını geçirdiğini söyledi ve yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum, nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...
Günler, haftalar, aylar geçti ve mezuniyet günü geldi çattı... Sürekli onu izledim.. Mükemmeldi... Diplomasını almak için sahneye çıkarken sanki havada süzülen bir melek gibiydi Onun benim olmasını istiyordum Ama o bana, benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Herkes evine gitmeden önce yanıma geldi ve ağlayarak bana sarıldı sonra başını omzuma koydu ve sen benim en iyi arkadaşımsın, teşekkürler deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum, nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...
Aradan yıllar geçti...
Bir kilisedeyim ve o kızın nikahını izliyorum... Evet artık evleniyordu, onun evet, kabul ediyorum demesini, yeni hayatına girmesini izledim, başka bir adamla evli olarak. Onun benim olmasını istiyordum... Ama o bana, benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Yeni hayatına girmeden önce yanıma geldi ve nikahıma geldin teşekkürler deyip yanağımdan öptü. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum, nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum...
Yıllar çok çabuk geçti...
Şu an benim bir zamanlar en iyi arkadaşım olan kızın tabutuna bakıyorum, çok kötüyüm, dayanamıyorum... etrafıma bakıyorum... her yerde o.. eşyaları toplanırken lise yıllarında yazdığı günlüğü ortaya çıktı... Hemen günlüğünü aldım ve günlükte okuduğum satırlar şöyleydi... Onun gözlerine bakarak onun benim olmasını diledim... ama o bana benim ona baktığım gözle bakmıyordu bunu biliyordum. Onu sadece arkadaş olarak istemediğimi bilmesini istiyordum, onu çok seviyordum ama söyleyemiyordum nedenini bilmiyorum ama çok utanıyordum. Keşke bana beni sevdiğini söyleseydi.
Yeryüzüne düşen ilk yağmur tanesi vardı avuçlarımda o gece... Hayallerim gözümün önünde dans etti...Düşlerimdi gökyüzünden bana göz kırpan, yıldızlar değil; yalnızlığımda...Oysa aşk iki kişilikti...
Çayım vardı; bir kupa elimde, diğer elimde ise o gece yeryüzüne düşen ilk yağmur tanesi... Çiseleyen yağmur bile ürpertemedi bedenimi; hayalin gibi... Bense yalnızdım; yokluğunda... Sadece yalnızdım işte bu aşkta, oysa aşk iki kişilikti...
Denizin dalgalarımıydı azan; içimde ki volkanlar misali... Oysa içim azdıkca, sustu dudaklarım... Ben sustum, bulutlar haykırdı isyanımı... Şimşekler vardı yüreğimde ürkütücü!.. Korkutan... Sadece ben duydum, ben hissetim içimdeki yalnızlığın sesini... Dudaklarım suskun, gözlerimde yaş... Sen ise sadece yoktun!.. Sadece yok!!! Oysa ölümdü tek başına yaşanan, aşk iki kişilikti...
Gökyüzü bir kızardı, bir kapkara oldu saçların gibi... Bak, o bile seni hatırlattı bana, gözlerinin karası gibi... Gözlerin gibi öfkeliydi yıldırımlar o gece... Yeryüzüne düşen ilk yağmur tanesiydi elimdeki, elimde hayallerim bile yitmişti... Umutlarımdı yanımda olan nicedir, hayallerim ve düşlerim... Ne zaman terk ettiler beni, hiç bilemedim... Sense sadece yoktun, SADECE YOK!!!... Oysa, yalnızlıktı tek başına yaşanan, aşk iki kişilikti...
Ellerimdeki yağmur tanesini bıraktım denize, özgürlüğüne kavuşsun diye... Büyüdü, büyüdü deniz oldu... Sonra deniz büyüdü büyüdü okyanus oldu... Okyanuslar geçilmez, dağları aşılmazdı ve kırılmış kalbim bir düşman gibi seni andı... Sense sadece yoktun... Sadece yok!!!
Bıraktım kalan son hayallerimi de özgürce gökyüzüne... Özgürce döndüler önce başımın üstünde sonra uçtular semaya... Bir öpücük kondurdum her birine, kokumu sana taşısınlar diye... Duydun mu?
Sen ise sadece yoktun bu aşkta, sadece yok...Bense, iki kişilik yaşadım bu aşkı, yorgun bir kambur gibi üzerimde, BİR BASIMA KATRAN GECELERDE!.. Senden kalan son hatıraydı, yüreğimdeki AŞKIM; onu da semaya bıraktım... ÖZGÜRCE! Geriye kalan sadece CAN kırıkları!..
HANİ, ÖLÜMDÜ BİR BAŞINA YAŞANAN, AŞK İKİ KİŞİLİKTİ???
Caddelerde sisli, puslu bir kış ikindisi. Ağaçlarda salkım salkım eski zamanlardan kalma anılar... Yapraklarda yere düşmeye hazırlanan yağmur damlaları... Bir yaprak kıpırdıyor işte, gümüşi bir damla usulca yere düşüyor. Sen sanki, yaprakların arasından bana müzipçe gülüyorsun. Beni her zaman şaşırtırsın zaten. Beni her zaman güldürmeyi bilirsin. Farkına bile varmadan bir şarkı dökülüyor dudaklarımdan "Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var."
Rüzgâr keskin ıslığı ile şarkıma eşlik ediyor. İstasyon Caddesi'nin tenhalığı nedense ilk defa içime dokunuyor. Arabaya binsem ve birlikte gezdiğimiz yerlere gitsem, evimde şiirler okuyarak telefonunu beklesem, telefonunun gelmediği zaman seni başka yerlerde arasam. Sonra sen gelsen yanıma, yine "seviyorum" desen, ben yine senin gözlerinde sonsuzluğa mahkum edilen aşkımı görsem. Ayrıca şarkılar gerçek oldu bu kez. Caddelerde rüzgâr, aklımda aşk var.
Yalnızım, üşüyorum, özlediğimse çok uzaklarda. Bahçeme melekler yağıyor, hepsi de tanıdık. Senden doğan, gözlerinde hayat bulan, bizi koruyan, kollayan ve en önemlisi ikimizi bir araya getiren melekler... Son kez yine seninle gezmiştik oraları. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.
Benimse herşeyim aynı. Geceleri bodrum katlarına yağmur daha çok yağıyormuş, bugünlerde bir tek bunu ögrendim. Bir de geceleri daha uzun sanki, bitmek bilmiyor. Bana anlatmak için neler biriktirdin içinde? Benim sana anlatacağım yeni birşeyler yok. Dedim ya, her şey aynı. Ama sanki biraz mahsunluk çöktü üzerime, bir de gülüşlerim sanki biraz azaldı. Sen olsaydın hemen anlardın. Sen benim herşeyimdin. Arkadaşım, dostum, öğretmenim, talebem, sevdiğim.
Koşulsuz bir sevgiyle sevdim seni, bağlandım. Sen kimbilir belki de, uzak bir kıtanın, Uzak bir şehrindesin şimdi. Benimse içimde kocaman bir boşluk var. Hayır, Üzülmüyorum, içimdeki boşlukta birtek özlemin yankılanıyor. Hayır, sana anlatmak için yeni şeyler biriktirmiyorum içimde, çok istesen hikayeler uydururum. Ama hikayelerimden önce itiraflarım olacak. Kendimden bile gizlediğim duygularımın itirafları. Sana aşık olmaktan delice korktuğumu, sana bakarken içimin titrediğini. Daha pek çok, sırrımı anlatacağım sana.
Gerçi anlatmama gerek yok, sen zaten hepsinin çoktan farkındasın... Sen kimbilir, belki de uzak bir kıtanın, uzak bir şehrindesin şimdi.
Bense odamda senden uzak. Hayır beni merak etme, üzülmüyorum. Biliyorum, ikimizde yoktuk bu aşk başladığında ve çok iyi biliyorum, sonsuzluğa mahkum edildi bizim aşkımız. Dedim ya, beni merak etme. Üzülmüyorum. Yalnızca biraz, biraz üşüyorum...
Tam beni tamamlayacağını düşünürken, yine ben eksik kaldım. Gülümseyişlerim Takılı kaldı yüreğimde. Sonu yok, ışığı yok bir yolda ıssız, sessiz kaldı sevdam.
Ama sen gittin; tıpkı diğerleri gibi... korkup kaçtın belki de bu sevdadan.Küçük bir kızdı kocaman yüreğiyle seni seven ama sen sığdıramadın kalbine; Taşıyamadın doğru dürüst... bu kadar çabuk pes edişin de ondandı belki. Başka cümlelerin ardına sığınman, yalan yanlış sevdalara takılman...
Gözlerine baktığım zaman çoğaldığımı hissediyordum. Öyle anlamlıydı ki; hayatın tüm gizemi senin gözlerindeydi sanki... Her şey o "çakır" yeşilin içinde saklıydı. Ama sen aniden kapattın o gözleri; aldın yeşili benden... Tüm sırlarda o yeşil kutuda kapalı kaldı. İşte ondan sonra başladı her şey... Kalp ağrılarım, baş ağrılarım, gece yarılarında sebepsiz haykırışlarım...
Bana bıraktığın ve içimde kalan o "yeşil" di belki de bunlara sebep olan...Kötü bir oyun seyrediyorsun, "geçecek" diyorum kendime. "Bak geçince Hiçbir şey kalmayacak, arda kalanlar eski sonsuzluğa uğurlanacak." diyordum. Ama olmadı. Geçmedi. Her şey artarak daha da çoğaldı. Pişmanlıklar sardı Çevremi, "keşkeler" birikti içimde, "acabalar" dolaşıp durdu beynimde...
Hepsi benden bağımsızdı. Hiçbir organıma söz geçiremedim. Hep sen çoğalıyordun, hep sen büyüyordun içimde...
Sana dönüşmeye başladığımı anlayınca da bir direniş başlattım kendime. Artık, hiç konuşmuyorum kalbimle... Kendi haline bıraktım onu. Ne derse desin, Ne isterse istesin; hiç aldırmıyorum. Tıpkı derin dondurucudan çıkmış gibi bir kalbim var artık benim. Buz gibi... İçindeki her şey dondu. Sevgiler, sıcak Gülümseyişler, arzular, istekler... Belki bir gün üzerindeki buzlardan sıyrılıp artık "ben de varım" diyerek yeniden ortaya çıkar ve bana döner; kim bilir. Ama o güne kadar, buz gibi "yeşil"in arkasından bakacağım dünyaya.
Senin bana verdiğin o "acı yeşil"i yaşayacağım. Kolay değil çünkü, kalbimde dolanıp budaklanan o "yeşil"i bir anda kökünden sökmek. O yüzden zamana bırakıyorum her şeyi. Bakmadığın bir çiçek nasıl soluyorsa, o "yeşil" de bir gün elbet solup, sararacak. Hayatımda ilk kez sana açtığım kalbim de bundan böyle sadece bahara açacak; sadece bahara...
Yine bir akşam üstü... Ve ben yine bulutlarla beraber çay içiyorum... Az şekerli. Aylardan ekim. Üç gün sonra dolunay çıkacak. Hava birazcık serin gibi. Senin yanımda olmanı istediğim akşamlardan birisi işte. Her akşamki gibi yine boş ve yine sabaha gebe. Sanki kar yağacakmış sanıyorum. Birazcık serin dedim ya işte bu serinlik sadece bu akşama özgü bir serinlik değil. Temmuz dada böyleydi hava benim için. Seni arıyorum. Belki biraz sana sarılır ısıtırım kendimi diye düşünüyorum. Sen yanımda olsan belki şubat ta bile yalınayak gezebilirim. Şubat bile üşütmez beni yanımda olsan. Hatta mart bile bir şey yapamaz. Eminim. Sen yanımda olsan deniz kenarına bile giderim seninle. Deniz donmuş bile olsa sen yanımda olunca bana bir şey olmaz bilirim. Ben kardan adam yapmaya bayılırım. Ama kardan adam yaparken hiç sabır edemem. Biran evvel olsun da bitsin diye acele ederim. Hele o en son havucu burun olarak takmak yok mu işte o bitiriyor beni. Kömür ile göz ve dudak yapıp ona gülümsemeyi öğretmek bir başka haz benim için. Tabi birde boynumdaki kaşkolu üşümesin diye onun boynuna dolamak sanki birisine büyük bir iyilik yapmışım hissini verir bana hep. İşte sadece o zamanlar sevmem ben güneşi. Zaten ben üşümesin diye ona kaşkolumu vermiştim niye doğuyorsun aptal güneş.Sen yanımda olsan seninle de kardan adam yapardık. Ama o zaman ben hiç acele etmezdim. Ne kadar uzun sürerse sürsün beklerdim. İsterse hiç bitmesin. Beklerdim. Bir daha ki kışı bile beklerdim sen yanımda olsan. Sen yanımda olsan bu sefer havucu kardan adamın burnuna takmazdım. Seninle beraber oturur kıtır kıtır yerdik. Bize okulda öğrettiler. Havuç gözlere çok iyi gelirmiş. Hep öyle derdi zahide öğretmen. Zaten benim de senin gözlerine ihtiyacım var. Onlara iyi bakmam lazım. Her gün bir havuç yerdik seninle. Sırf gözlerine iyi gelsin diye. Biliyorsun benim senin gözlerine ihtiyacım var. Sonra kardan adamın gözlerini ve dudaklarını yapardık. Ben gözlerini yapardım sende dudaklarını yapardın. Dudaklarını sen yaptığın içinde gülümsemeyi öğretmek sana düşerdi. Eminim ona çok iyi öğretirdin gülümsemeyi. Aynı senin gülüşün gibi sımsıcak gülerdi biliyorum. İyi öğretirdin. Sen yanımda olsan kaşkolumu sana verirdim. Nasıl olsa kardan adam gülümsemeyi öğrendi ya üşümez artık. Artık güneş bile çıksa üzülmem ben.Sen yanımdasın ya bir tane kardan adam daha yaparız güneş batınca. Güneş doğunca yine eritir onu. Biz bir tane daha yaparız. Sen yanımda olsan bu kez bulutlara hiç yüz vermem. Çayımı seninle içerim. Üç şekerli. Sen yanımda olsan beraber kız kulesine gideriz. Yok yok gitmeyiz. Üsküdar da bir rıhtım turu yaparız. Sonra kız kulesini uzaktan uzağa şöyle bir süzeriz. Tam karşısına oturup uzun uzun bakarız. Yok yok uzun uzun bakmayız. Uzun uzun bakarsak gözlerimiz yorulur. Biliyorsun benim senin gözlerine ihtiyacım var ya onları fazla yormayız. Zaten daha çok gezecek yer var. Sonra .... Sonra nereye gidelim ? Sonrasına sen karar ver canım. Biliyorsun sende söylemiştin ya nereye gittiğin önemli değil kiminle gittiğin önemli diye... Sen yanımda olsan nereye olursa oraya giderdim....
Daha henüz 18 yaşındaydı, ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapamıştı kendini.. Sokağa çıkmıyordu. Annesi.. Bir de kendisi.. O kadardı bütün hayatı..Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa..Bir yığın vitrinin önünden geçti.. Tam bir CD satan dükkanı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu. Geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar..Hani ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte.. İçeri girdi..Kız gülümseyerek koştu ona.. "Size nasıl yardım edebilirim" diye..Nasıl bir gülümsemeydi o.. Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı..Kekeledi, geveledi, sonra "Evet" diyebildi.. Rast gele bir plağı işaret ederek.. "Evet.. Şu CD'yi bana sarar mısınız?.." Kız CD'yi aldı, içeri gitti. Az sonra paket edilmiş geri geldi.Aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü, açmadan dolabına attı..Ertesi sabah gene gitti aynı dükkana.. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba, gene açmadan.. Günler hep alınıp sardırılan CD'lerle geçti.. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda..Annesi "Git konuş oğlum, ne var bunda" dedi..Ertesi sabah bütün cesaretini topladı. Erkenden dükkana gitti. Bir CD seçti. Kız gülerek aldı plağı. Arkaya gitti, paketlemeye.Kız içerdeyken bir kağıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice.. Sonra paketini alıp kaçtı gene dükkandan..İki gün sonra evin telefonu çaldı.. Anne açtı telefonu.. CD Dükkanındaki tezgahtar kızdı arayan.. Delikanlıyı istedi.. Notunu daha yeni bulmuştu ..Anne ağlıyordu..Duymadınız mı" dedi.. "Dün kaybettik oğlumu.." Cenazeden birkaç gün sonra, anne oğlunun odasına girebildi sonunda.. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı.. Oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü..Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı..İçinde bir CD vardı, bir de minik not.."Merhaba.. Sizi öyle tatlı buldum ki.. Daha yakından tanımak itiyorum.. Bir akşam birlikte çıkalım mı.. Sevgiler.. Jacelyn!." Anne bir paketi daha açtı.. Onda da bir CD ve bir not vardı..
"Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık.. Sevgiler.. Jacelyn!.."
Hikayelerin hepsi çok güzel paylaştığın için teşekkürler ama içindeki bir hikaye daha çok hoşuma gitti.. hayır hayır okurken ağlamadım ama çok duyğulandım..
Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim... Yedi senelik evliliğimizin iki
senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik. Karim, her evlilik
yıldönümümüzde ikimizin fotoğrafını çerçeveler, "Bunlar bizim hayatimizin
gölgeleri" derdi.. Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı.
97'in bir gecesinde onu aldattım. Oysa ona sürekli onu ne kadar çok
sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık alacağımı söylerdim. Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım. Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece: "Biliyorum" dedi. İzmire kar yağdığı gün, yani bir ay önce,evdeydim. Fotoğraflarımıza bakıyordum yine... Her çerçevenin altında bir
harf olduğunu ilk kez o gün fark ettim.
- A.
- R.
- K.
- A.
- S.
- I.
- N.
Gerisi için yılları yetmemişti. Ama sanırım "Arkasına bak" yazmaya filan
niyetlenmişti. Hemen çerçevelerin arkasına baktım. Hiçbir şey yoktu. Sonra
bir şey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm. inanabiliyor musunuz, her
birinin arkasından bir mektup çıktı! Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu
sözler yazmıştı.
1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı. Ve içinden su
sözler çıktı:
"14 Mart 1997/Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı/ Söylemene
gerek yok, biliyorum..."
2002'deyiz. Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor.
İçim acıyor simdi.
Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor...
Seni seviyorum diyenin sevgisinden şüphe et, çünkü; aşk sessiz, sevgi
dilsizdir...
YAŞ 5 Anne ve babamın birbirlerine bağırmalarının beni ne kadar korkuttuğunu öğrendim.
YAŞ 7 Meşrubat içerken gülersem içtiğimin burnumdan geleceğini öğrendim.
YAŞ 12 Bir şeyin değerini anlamanın en iyi yolunun bir süre ondan yoksun kalmak olduğunu öğrendim.
YAŞ 13 Annemle babamın elele tutusmalarının ve öpüşmelerinin beni daima mutlu ettiğini öğrendim.
YAŞ 15 Bazan hayvanların kalbimi insanlardan daha fazla ısıttığını öğrendim.
YAŞ 18 İlk gençlik yıllarımın keder, şaşkınlık, ıstırap ve aşktan ibaret olduğunu öğrendim.
YAŞ 24 Aşkın kalbimi kırabileceğini ama buna değer olduğunu öğrendim.
YAŞ 33 Bir arkadaşı kaybetmenin en kestirme yolunun ona ödünç para vermek olduğunu öğrendim.
YAŞ 36 Önemli olanın başkalarının benim için ne düşündükleri değil benim kendi hakkımda ne düşündüğüm olduğunu öğrendim.
YAŞ 38 Eşimin beni hala sevdiğini, tabakta iki elma kaldığında küçüğünü almasından anlayabileceğimi öğrendim.
YAŞ 41 Bir insanın kendine olan güveninin, başarısını büyük oranda belirlediğini öğrendim.
YAŞ 44 Annemin beni görmekten her seferinde sonsuz mutluluk duyduğunu öğrendim..
YAŞ 46 Yalnızca minik bir kart göndererek bile birinin gönlünü aydınlatabileceğimi öğrendim.
YAŞ 49 Herhangi bir işi yaptığımdan daha iyi yapmaya çalıştığımda, o işin yaratıcılığa dönüştüğünü öğrendim.
YAŞ 50 Sevgi, evde üretilmemişse, başka yerde öğrenmenin çok güç olabileceğini öğrendim.
YAŞ 53 İnsanların bana, izin verdiğim biçimde davrandıklarını öğrendim.
YAŞ 55 Küçük kararları aklımla, büyük kararları ise kalbimle almam gerektiğini öğrendim.
YAŞ 64 Mutluluğun parfum gibi olduğunu, kendime bulaştırmadan başkalarına veremeyeceğimi öğrendim.
YAŞ 70 İyi kalpli ve sevecen olmanın, mükemmel olmaktan daha iyi olduğunu öğrendim.
YAŞ 82 Sancılar içinde kıvransam bile başkalarına basağrısı olmamam gerektiğini öğrendim.
YAŞ 90 Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar olduğunu öğrendim.
YAŞ 95 Öğrenmem gereken daha pek çok şeyler olduğunu öğrendim.
"Dün sabaha karşı kendimle konuştum.Ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
Yokuşun başında bir düşman vardı.Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum"
Yıllardır İnternet ile uğraşmama rağmen ilk kez evimde chat (sohbet) yapmak için kanala girdim. Nickim (rumuz) Bebek19. Tabii bir anda erkeklerden yüzlerce mesajla karşılaştım.
İnternetten çıkmaya karar veriyorum ama birden biri benim ona cevap vermemi sağlıyordu. Konuşma ilerledikçe biz hala klavyeyle boğuşuyor ve birbirimizi tanımak için elimizden geleni yapıyorduk. Aynı şehirdeydik.
Daha yeni tanıştığım bu kişi bana ev adresini okulunu ve hatta cep telefonunun numarasını bile vermekte bir an tereddüt etmemişti. Ben de ona web sitemdeki fotoğraflarıma bakması için adresimi verdim. Bunu izleyen günlerde mail ve chat dostluğumuz sürdü. İkimiz de birbirimize farklı şeyler hissediyor ama bunun yanlış anlaşılmasından korktuğumuz için hep arkadaşlık temennilerini yeniliyorduk. Sonunda ben de onun fotoğrafını gördüm.
Artık ilerleyen güven ve dostluğumuz ardından ben yine bir chat gecesinde, Daha fazla beklemenin bir anlamı yok artık tanışalımdememin üzerine buluşma günümüz kararlaştırıldı.
Buluşma yeri sinemanın önüydü. Oraya gittiğimde sinemaya girmek için bekleyen bir sürü insanla karşılaşınca bir an şok oldum ve üstelik aksi gibi hepsi bana bakıyordu. Kendimi topladım ve telefonunu çaldırmayı akıl ettim. O kadar kişinin arasında sonunda beklenen kişinin melodisi çalmaya başlamıştı. O yöne baktığımda kitapçı vitrininin önünde duranın o olduğunu fark ettim. Arkasını döndü ve hayatımın bundan sonraki kısmında büyük yer kaplayacak o tatlı gülümsemesiyle yanıma doğru yaklaştı.
Merhaba dedi. Bense Sen o olmayabilirsin. Bu yüzden bir soru soracağım. En sevdiğim çizgi film kahramanı hangisi? dedim. Birkaç yanlış cevaptan sonra sonunda doğru olanı buldu. Sinemaya girdik. Oysa birbirimizin yüzünü sadece 5 dakika görebilmiştik.
Gittiğimiz ilk film ortama pek uygun değildi. Hatta berbat bir seçimdi. Filmin adı Şeytan dı. Onun bir suçu yoktu ki, ben seçmiştim...
Filmden sonra gerilen sinirlerimizi ancak buz gibi bir dondurma geçirebilirdi. Dondurma yerken bol bol konuştuk.
İkinci buluşmamız için 10 gün daha beklemeliydik çünkü İstanbul a gitmişti. O İstanbul dayken birbirimizi düşünecek çok zamanımız oldu. Döndükten sonra çok şey değişmişti. Bu kısa süreli ayrılıkta ikimizde birbirimizden hoşlandığımızı anlamıştık.
Onu takip eden zamanlarda sevgimiz katlanarak devam etti. Aşkın ne zaman, nerde ve hangi şarlarda size gülümseyeceği hiç belli olmaz. Biz o zor anı sanal alemde yakaladık. Şimdi 6 aydır her gün tanrıya bizi birbirimize armağan ettiği için dua ediyoruz. Ya o gece chate girmeseydik...
Günlerce ne alacağını düşündü. Okuldaki bütün oğlanların peşinden koştuğu kıza öyle bir şey almalıydı ki, kız hediyeyi aldığında onu ne kadar çok sevdiğini, gerçekten, bugüne kadar selâmlaşmalar dışında hiç konuşmasalar bile aşkının büyüklüğünü anlasın. Aslında nelerden hoşlandığını bile bilmiyordu. Önce ona şöyle pahalı, göz kamaştırıcı bir mücevher almayı düşündü. Kızlar parlak şeylere bayılır, hele mücevherlere... Gözlerinin yeşilinde bir taş? İncecik, uzun boynuna ışıktan bir çizgi çekecek pırlanta bir gerdanlık?
Geceyarısını çoktan geçiyordu. Kurduğu hayaller büyüktü ama gerçek çok farklıydı. İstese bile böyle bir şey alacak parası yoktu. Hem zaten kızın böyle şeylere ihtiyacı yoktu. Onun için değişik bir şey sayılmazdı. Peki ama ne olabilir diye düşündü. Örneğin bir giysi mi? Bazı dergilerde, filmlerde öyle güzel giysiler görürdü ki, hep o ünlü oyuncuların üstünden giysiyi çıkarır, ona giydirirdi. Uzun boyu, ince, kayar gibi zarif yürüyüşüyle hepsinin içinde bambaşka olurdu. Hayır, hayır, bir giysi sıradan bir şeydi. Çok farklı çok özel bir giysi bulmaksa çok zordu. Yarın ilk işi, eski eşyaların satıldığı semte gitmek olmalıydı. Belki orada çok eski, çok değerli, anılarla dolu bir şey bulurdu. Artık kimsenin ilgilenmediği, belki istese de bulamayacağı türden bir şey. Ne olabilirdi ki? Ah, belki de bir gramofon. Evet, bu harika bir fikirdi. Bir gramofon ve bir plâk. Bir taş plâk.
Uykusu iyice açıldı. Acaba bulabilir miydi? Ona kimbilir kaç kez kafasında kurup da söyleyemediği duygularını anlatacak bir plâk. Eski bir şarkı. Eve gidip de gramofonu kurduğunda, plâğı çalacak ve elbette her şeyi anlayacaktı.
" Herkesin sevdiği, herkesin aşık olduğu, herkesin peşinden koştuğu birine seni seviyorum demek amma da zor," diye düşündü. Sabah erkenden kalkıp eskicilerin olduğu semte gitmek üzere yattı. Bir süre sonra uykuya daldı. Rüya perisi ona ışıltılı çubuğuyla dokundu. Onun yüreğinde, hayatı boyunca unutamayacağı bir kıpırtı olduğunu, bundan böyle onun için aşkın bu kıpırtının ta kendisi olacağını biliyordu. Bu çok özel geceyi unutmamasını istedi ve ona çok güzel bir rüya verdi.
Çocuk rüyasında uçsuz bucaksız bir yeşillikte kızla dansediyordu. Yerde biraz ötelerinde duran eski gramofonda " Sen İçimde Bir Yerdesin" adlı tango çalıyordu. Kız hiç ağzını açmıyordu ama çocuk onun, " Çok mutluyum ve bana beni sevdiğini söylediğin için bu günü asla unutmayacağım" dediğini duyuyordu. Yeşilliklerin içinde dönüyorlardı ve çocuk hep " Ne kadar güzel bir gün. Güneşin ışıklarının, bu kadar parlak olabileceğini bilmiyordum," diye düşünüyordu.
Sabah uyandığında rüyasını olduğu gibi hatırlıyordu ve unutmamak için kendi kendisine tekrarlayıp durdu. Acaba ne anlam çıkarmalıydı bu rüyadan. O gün Sevgililer Günü'ydü. Eskicilerin olduğu semte gitmekten vazgeçti. Doğruca okula koştu. Kız geldiğinde onun yanına gitti. Arkadaşları ilgiyle ona baktılar. Hiç aldırmadan kıza:
" Bugün Sevgililer Günü, onun için sana bir şey aldım," dedi.
" Öyle mi," dedi kız, " ne aldın?"
" Aldım ama veremeyeceğim, çünkü o bir rüya," dedi çocuk.
" Rüya mı?" dedi kız. Ötekiler, " Ne garip bir hediye, insan bir rüyayı nasıl hediye edebilir ki?" diye kendi aralarında gülüştüler.
" Evet, bir rüya," dedi çocuk, " seni çok sevdiğimi anlatan bir rüya. Çünkü bunu anlatmak için gerçek olan hiçbirşey bulamadım. Çok aradım ama öyle bir şey yoktu."
" Güzel bir rüyaymış," dedi kız. " Bugüne kadar aldığım en güzel hediye olduğunu söylemeliyim."
Ağladığımda mendil, güldüğümde kahkaham, susadığımda su olmanı; uyuduğumda rüyalarıma girmeni, her sabah alnımdan öperek uyandırmanı istiyorum...
Sen canımdan öte can, damarımda kanımdın. Sevmeye, okşamaya kıyamadığım, yıllarca yüreğimde saklayıp, kimselere anlatamadığımdın ...
Ne zaman gözlerine baksam, menekşe gözlerinden beyaz güvercinler uçardı mavilere, güller açardı yüzünde ne zaman ellerini tutsam... Hayat bir şiir kadar güzel ve içtendi dağların eteklerinde. Irmakların dilinde söylenen türküler gibiydi sevdamiz, güneş atarken karşı yamaçlara ve pınarlara gülerken kırmızı benekli çiçekler.
Bilki sensiz uzak bir dağbaşı ıssızlığıyım, yoksan ürpertilerde tiril tirildir yapraklarım, seni özlemenin korkunç girdabında ve yönünü yitirmiş göçmen bir bulut olur her gece uçurumlara ağlarım...
Hüzün kafesteki kuşlara benzer sevdiğim, sarı sarı yapraklara sonbaharda; tütünü bitmiş bir babanın acı gülüşüne benzer, yavrusundan ayrı düşmüş bir ananın gözyaşlarına.
Dün yine gökyüzünün masmavi görkemi ve hayalini çizdiğim beyaz bulutlarının altında seni bekledim. Uzaklarda gülümseyen gökkuşağının renkleri içinde aradım seni, yoktun. Yokluğun, bir canavarın dişlerinde yüreğimi kemirip durdu. Yokluğun cehennemim oldu, yokluğun zifiri karanlığım, yokluğun zindanım oldu. Belki bir köşeden çıkıp gelirsin diye bütün gün seni düşleyip, gözlerim ufukta, kucağım dolu sevgi, yüreğimde binbir umutla bekledim; baharlar yeşertip hayallerimde, ölesiye bir özlemle bekledim seni, gelmedin... Seni ne kadar özlediğimi bilmiyorsun. Bilsen; dağları, tepeleri aşar, denizleri, ovaları devirip gelirdin gülüm..
İçim özleminle dolup taşıyor, özleminle tutuşuyor gönül bahçemin çiçekleri. Yüreğimin bütün bentleri paramparça şimdi. Söz geçiremiyorum yüreğime artık. Düşlerime de sığmıyorsun, büyüyorsun günbegün yüreğimde..
Biz seninle bu dünyada hesapsız, çıkarsız, yalansız sevdik birbirimizi.. Yüreğimizin bembeyaz tuvaline maviyi fonlayarak ve aşkın kıpkızıl resmini çizerek aynalara; insanları, kuşları, dağları, çiçekleri, suları da öyle sevmiştik gülüm.
Biz seninle bütün engellere rağmen, bitmez tükenmez bir azimle sevginin doruğuna erişmek için tırmandık hayat yokuşunu. Ve bitip tükenmeyen bir aşkla sevdik yaşamı. Biz seninle uzak dağ başlarına yazdık umutlarımızı gülüm. Denizlere, dalgalara, fırtınalara, acılara, korkulara inat, uçurumlara yazdık sevdamızı. Biz seninle kanatları sevdalı iki güvercindik mavi göklerde. Kanat çırptıkça yükseldik, yükseldikçe sevdalara avcılar düştü peşimize.
Zamanın acımazsızlığına, aramızdaki mesafelere, etrafımızdaki çirkinliklere, günübirlik aşklara, saldırılara, satılık sevgilere rağmen; biz yine de yüreğimiz de hiç sönmeyen bir yangınla özledik birbirimizi, en kutsal aşkla sevdik, bekledik kirletmeden umutlarımızı
Senden ayrılalı günlerin, ayların, yılların nasıl geçtiğini bilemez, hesabını tutamaz oldum gülüm. Her seher uyanınca dağların esen rüzgarlarına açıyorum penceremi, o ölümüne özlediğim gül kokunu getirir diye. Bir nebze de olsa dindirir yada söndürür diye yüreğimdeki aşk ateşini... Şimdi her zamankinden daha çok çaresiz ve kimsesizim ve sana daha çok ihtiyacım var. Özlemin içerimde volkan, vucudum buzlar içindeymiş gibi titriyorum... Dışarda haziranın kırk derece sıcağı var ama ben kar altındaymışcasına üşüyorum. ..
Her gece menekşe rengi gözlerini demlerim hayalimde. İpek saçlarını, sevdalı gülüşlerini, inci dişlerini demlerim. Ne çok severdik yayla yollarında türküler söylemeyi gülüm; ellerimi avucunun içine alıp, başını göğsüme dayamayı. Şimdi her gece insana hayat veren ve yüreğime nakış nakış işledigim sevda sözlerin dolaşıyor kulaklarımda, paylaştığımız ümit dolu hayaller.
Yılmak yoktu bizim için bu yolda. Ağlamak, sızlamak, geriye dönmek hiç yoktu. Zordu, çetindi bizim sevdamız ama her şeye ve çekilen tüm acılara değerdi. Sabır diyordun. Sabrı da, ümit etmeyi de senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevmeyi, zorluklara karşı direnmeyi. Konuşurken insanın yüzüne dosdoğru, dürüst ve namuslu bakmayı, merhameti, acımayı, insan gibi düşünmeyi senden öğrenmiştim. Senden öğrenmiştim sevdalara türkü yakmayı gülüm..
Şimdi Ren nehrinin kıyısında dalgın bakışlarla dalıp dalıp gidiyorum uzaklara. Gökyüzü masmavi ve saatler yorgun bir su gibi akıp gidiyor gözlerimde.. Ufka, gökmavisinin kızılla birleştiği o ince sıcak ve yumuşak çizgiye bakıyorum. Bir kuş gelip konuyor saçlarıma, yüreğimi ipekten kanatlarına sarıp sana gönderiyorum...
Saatler su gibi akıp gidiyor. Bir gemi yanaşıyor kıyıya, inen yolcuları izliyorum, sen yoksun. Kahretsin !. diyorum. Ne olur çıkıp gelse, sarılsa boynuma. Bir gemi uzaklaşıyor limandan. Suların devinimleri akıyor gözlerimde, karışıp gidiyor uzaklara... Seninle suyu pırıl pırıl bir pınarın başında buluşmak, ellerini tutmak, yüreğinin sımsıcak yerinden, menekşe gözlerinden, narçiçeği dudaklarından öpmek, serin nefesini doyasıya içmek ve doyasıya içime çekmek geçiyor içimden... Sonra sarılıp, sımsıkı kucaklamak ve sevinçten havalara uçmak geçiyor ...
Seni düşünüyorum. Seni düşünmek gökyüzü olmak gibi bir şey bazen, ya da rotası belli olmayan bir gemiye binip, yeni iklimlere yelken açmak gibi. İnsan olmayan bir adada inip, Robinson gibi insansız bir yaşam kurmak istiyorum. Ve o adada bir ömür yalnız seni beklemek istiyorum...
Ağladığımda mendil, güldüğümde kahkaham, susadığımda su olmanı; uyuduğumda rüyalarıma girmeni, her sabah alnımdan öperek uyandırmanı istiyorum...
Upuzun köprüler kuruyorum içimdeki yolculuklara sana kavuşmak için, beyaz günlere uzanıp beyaz atlarla, sana getirsinler diye umutlarımı bulutlara yalvarıyorum.
Sevgiler büyütüyorum kır çiçeklerinden güneşin kanını emen. Umutlar yeşertiyorum bahar renginde al yeşil, dağlarda kar erirken ceylanlar emziriyorum, melekler uyandırırıyorum her tan ağardığında. Toplamak için bütün düş kırıklarını aynalardan, yıldızlarla selam yolluyorum sana. Ve her gece mavi bir kuş tutup avuçlarıma, dudaklarına gül ve rüzgar iliştirip sana yolluyorum gülüm
Her gece kuş olup sana doğru uçmak, ardında serin rüzgarlar bırakarak, dağlar, denizler, ormanlar aşıp, bir pınarın başında menekşe gözlerine konmak geçiyor içimden. Dalgın bakışlarından, sevdalı yüreğinden öpmek geçiyor. O an bütün ağaçlar diz çökmeli diyorum, özleminle kanayan yüreğime. Bütün yıldızlar göz kırpmalı mutluluklara. Allahım bu kadar mutluluk çok. deyip, ellerimi gökyüzüne kaldırıp ağlamalıyım. Gökler de ağlamalı benimle, bulutlar, ırmaklar, yıldızlar da ağlamalı...
Şunu bilmelisin ki, nerede olursam olayım, hangi iklimde kalırsam kalayım, vakti geldiğinde bir gün mutlaka, yüreğim alıp beni sana getirecektir. Ben buna bütün kalbimle inanıyorum, sen de inan bütün kalbinle. Hiç bir yol bilmesem de, gelmeye kalmasa da mecalim, geleceğim inan... Bekle...
Bir gün gökyüzü gülünce ve geçince üşümesi kalbimin, bütün hasretleri yükleyip rüzgarın kanatlarına, yüreğimde taşıdığım sevda aleviyle, upuzun yollardan çıkıp geleceğim sana...
Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.
Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.
Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.
Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.
Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.
Zenginlik, "Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!",
Kibir "Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş.
Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim."
Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var."
Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."
Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş.
Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş:
"Bana yardım eden kimdi?" Bilgi "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş.
"Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:
"Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir&"
Çok harikalar okudum hepsini gözlerim ağrıyor bir daha bu kadar güzeliği bir arada sunma ayrılamayınca gözleri ağrıyor insanın ) paylaştığın için teşekkürler yüreğine ellerine sağlık