Yazdıklarımda gayet samimiyim,hiç bir art niyetim yok.Kimse alınmasın.Alınanlardan peşinen özür diliyorum.Bir çok alevi arkadaşım var,hepsinin fikir ve görüşleri ayrı.Yıllar önce Malatyada bir radyoda konuşan alevi dedesi sorulara cevap veriyor.Bir bayan,namazı sordu,dedenin verdiği cevaba bakın "Bizim namazımızı Hz.Ali kıldı,bizde namaz yoktur".Bir başka soru,alevilerin tuttuğu değişik bir oruç var,"Orucumuzu ne zaman açacağız",cevap şu,"Şarkıcının ismi aklımda değil,işte o şarkıcı şu şarkıyı şu saatte söylediği zaman orucunuzu açın".Şimdi bir bu cevaplara bakıyorum,bir de"Şehadet kelimesini söyleyen herkes müslümandır" diye biliyorum,ama namazı inkar edenin de dinden çıktığını da biliyorum.Cami müslümanların ibadet yeridir,ama aleviler bir cem evidir tutturmuşlar.orada ibadet yapıyorlarmış.Bir kere orada yapılanlar ibadet değil,bir sosyal etkinliktir.Kardeşim eğer müslümansanız camiye geleceksiniz,cemevi ibadet yeri değildir,gerçi ibadet heryerde yapılır,ama toplu oarak yapacaksanız onun yeri camidir.Tanıdığım alevilerin hepsi tertemiz,pırıl pırıl,çok çok iyi insanlar,ama hiç birini ne camide görüyorum,ne ramazanda oruç tutarken,ne cuma namazında ve ne de bayram namazında,şimdi soruyorum bu nasıl müslümanlık,oysa benim ülkemin,onbir ay sarhoş gezen ayyaşı bile,ramazanda orucunu tutmasa bile,içkiyi bırakır ve bayram sabahı,herkesten önce bayram namazına koşar.Bu işlerden anlayan bir Allahın kulu beni aydınlatırsa sevineceğim.Saygılarımla.
1. * Kelime manasiyla Alevi Hz. Ali'yi seven ve O'na mensup olan kisi demektir. Hz. Ali'yi sevenler, baslica iki gruba ayrilir: Hasbi ve samimi taraftarlar, ve siyasi taraftarlar. Bunlardan birincisi, O'na (r.a.) Allah icin muhabbet göstermislerdir. Bu muhabbet safi, net ve durudur. Kaynagi salabet ve hamiyet-i diniyedir. Bu hasbi taraftarlar, Hz. Ali'ye iki noktai nazardan teveccüh göstermislerdir. Birincisi, Ali'nin yüksek kemalati ve üstün meziyetleridir. Onun fazilet ve kemalati, takva ve ubudiyeti, mü'minlerin kalb ve dimaglarinda, muhabbet ve takdire inkilap etmistir. Ikincisi, Hz. Ali'nin (r.a.) Ehl-i Beyt (=Peygamber Efendimizin (s.a.v.) evlat ve torunlari) silsilesinin mümessili olmasidir. Müslümanlar o silsilenin basi olan Hz. Ali'ye (r.a.) samimi bir muhabbet ve derin bir saygi göstermektedirler. Bu iki cihetten kaynaklanan muhabbet, Kur'an ve Sünnet cizgisine uygundur. Dine gölge degil, vesile olmaktadir. Mesrudur, makuldür. Fitri, hasbi ve samimidir. Hz. Resulullah (s.a.v.), istikbalde ortaya cikacak fitne ve fesatlarda. Hz. Ali'yi (r.a.) ümmet nazarinda ithamlardan korumak icin O'nun kemalat ve meziyetlerini ehemmiyetle nazar vermekte:
'Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur.'
'Ali'yi yalniz mü'minler sever, O'na yalniz münafiklar bugzeder.'
'Ben size iki sey birakiyorum: Kur'an ve Ehl-i Beyt'im. Bunlara temessük ederseniz, kurtulursunuz.'
gibi hadis-i serifleriyle bu iki ciheti tescil ve ilan etmektedir.
Ikinci grup taraftarlar ise, O'nu siyasi manada sevenlerdir. Bunlar arasinda ciddi bir hedef birligi yoktur; herbiri, ayri bir sebeple Hz. Ali'yi taraftarlik gösterirler.
Hedef ve gayeleri degisik olan bu grubu bese ayirabiliriz:
1. Hz. Ali'nin (r.a.) siyasi taraftarlari icinde 'dinde mutaassip, muhakeme-i akliyede noksan' insanlar teskil ediyor. Bu tipler, Islami ölcülerde oldukca taskin ve mutaassip ve o derecede dar görüslü, mizansiz ve müvazenesiz insanlardi. Bunlarin elserisi bedevi idi. Iclerinde sahabeden hic kimse yoktu. Bunlar Siffin muharebesinden sonra, Hakem Hadisesinde Hz. Ali'ye karsi cikarak O'nun ordusundan ayrildilar. Hz. Ali'nin hakemi kabul etmesini küfür telakki ettiler ve O'nu cok agir bir sekilde itham ettiler. Onlara göre, Hz. Ali'nin hakemi kabul etmekle dinden cikmisti. Bu grup, Hz. Ali'nin ordusundan huruc ettikleri icin kendilerine 'Hariciler' ismi verildi. Bu grup Hakem Hadisesine kadar Hz. Ali'yi taskin ve ölcüsüz bir surette sevdikleri halde, bu hadiseden sonra, O'nun en büyük ve amansiz düsmani kesilmislerdir.
2.
Ikinci grup, münafik ve Yahudi dönmeleriydi. Bunlar, iki yüzlü, dessas, sahtekar, yalanci, karanlik fikirli ve karanlik ruhlu insanlardi. Hz. Ali'ye muhabbet fikrin altinda gercek yüzlerini gizliyorlardi. Müslümanlar arasinda fitne cikartiyor, sürekli sapik fikirler üretiyorlardi. Gayeleri Islamiyeti icten yikmak, inanc ve itikadlari sarsmak ve Müslümanlari birbirine düsürmekti. Bu grubun Islam dünyasinda yapmis oldugu ihanetin boyutlari cok derindir.
3.
Emevilerin irkci idarelerinden rahatsiz olan Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin yaninda yer alan taifelerdir. Bilindigi gibi, Emeviler basa gecince, icraatlarinda birinci derecede irkciligi esas aldilar. Diger kavimlere karsi gayet sert ve acimasizca davranmaya sevketti. Emevilerin bu ölcüsüz ve mesuliyetsiz icraatlarindan rahatsiz olan diger kabile ve asiretler onlardan intikam almak icin Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e taraftarlik gösterdi ve Onlarin ordusunda yer aldilar.
4.
Bu grubu (genelde) iranlilar teskil eder. Hz. Ali ve Al-i Beyt sevgisi bu grupta asiri ve ölcüsüzce tezahür etmistir. Her merasim, senlik ve toplantilarda bu ölcüsüz sevgi etkisini göstermektedir. Yahudilerin 'Aglama Duvari' karsisina gecip aglamalari gibi, bunlar da Muharrem ayinda bir matem havasina girerler.
5. Üc zihniyetin taraftarlarindan bu besinci grup tesekkül etmistir: 'Irandaki mecusi dininin reis ve ruhanileri' , 'Irandaki irkcilar' ve 'eski saltanat hanedanin mensuplari'dir.
2.
* Alevilik bir firka veya mezhep degildir. Al-i Beyt'in muhabbetini esas olan bir tarikat seklinde ortaya cikmistir. Mes'elenin tarihi seyrine baktigimizda Aleviligin bir tarikat sekline gelismesi söyle olmustur:
Timur, Osmanli Sultani Yildirim Bayezid'i yendikten sonra Anadolu'dan aldigi otuz bin kadar esiri Iran'a götürmüstü. Bunlari Erdebil $eyhi ($ah Ismail'in dedesi) olarak bilinen $eyh Ali'ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldilar. Bir süre sonra Timur, arasira ziyarete gittigi Erdebil $eyhi'nin kendisinden bir arzusu olup olmadigini sordugunda, $eyh, 'Hicbir dilegim yok, sadece Anadolu'dan esir olarak getirmis oldugun Türkleri serbest birakmani istiyorum' dedi. Timur, $eyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul etti ve onlari serbest birakti. Bu esirler, bu vesile ile, $eyhe olan muhabbetlerini asiri derecede ziyadelestirdiler. $eyhin bu sofilerinin bir kismi Anadolu'ya döndü, bir kismi Erdebil'de kaldi.
Erdebil $eyhi, Anadolu'ya dönen bu müritleriyle alakasini devam ettirdi. Erdebil $eyhi'nin tarikatinda 'Hz. Ali muhabbeti' esas alindigi icin, bu tarikata devam edenler Hz. Ali sevgisi ile tamamen boyandilar. Bunlara bu vasiftan dolayi 'Alevi' denildi. Aslinda bu esirlerin ecdadlari ve kendileri, bu tarikat ile intisap kurucaya kadar, Ehl-i Sünnet itikatinda idiler. Iran'la Osmanli Devleti arasinda kesin hudutlar cizilince, Anadolu'daki müritler, pirlerin tesirinden gitgide uzaklastilar. Bu tarikatin Anadolu'da kalan mensuplari, Erdebil tekkesinden aldiklari tesirle, kendilerinin disinda kalan Müslümanlarin Ekl-i Beyt'e gerektigi gibi muhabbet beslemedikleri zannina kapildilar. Onlarin bu telakki ve davranislari diger Müslümanlarla aralarinda bir sogukluk husule getirdi. Bu sogukluk zamanla ihtilafa dönüstü.
Bu ihtilaf neticesinde, Erdebil tekkesine bagli Anadolu Türkleri medreseden uzak kaldilar. Itikada, ibadete,... ait bircok hükümleri geregi gibi ögrenemediler. Sadece babadan ogula intikal eden birtakim telkinlerle iktifa ettiler. Zamanla aradaki sogukluk gittikce büyüdü ve derin bir ayriliga dönüstü. (Sünnilik-Alevilik).
Bu sun'i ayriligin ortadan kalkmasinin tek yolu, Kur'an'in isigi altina girmekle cözülür.
3.
* Al-i Beyt'e Allah icin muhabbet etmek, dinimizde vaciptir. (Imam-i $afii'ye göre farzdir.) Cenab-i Hak Sura Suresinde söyle buyurmaktadir:
'Resulüm, sizden peygamberlik vazifesine mukabil ücret istemez. Yalniz Al-i Beyt'ine meveddet (sevgi ve saygi) istiyor.' (Sura Suresi, 23)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i seriflerinde söyle buyuruyor:
'Size verdigim nimetlerden dolayi Allah'i sevin. Beni de Allah icin sevin. Al-i Beyt'imi de benim icin sevin.'
'Sizlere iki sey birakiyorum. Onlara temessük etseniz necat bulursunuz. Birisi kitabullah, biri Al-i Beyt'imdir.'
Bu hususa Bediüzzaman Hazretleri söyle ifade etmektedir:
'Al-i Beyt'ten vazife-i Risaletce muradi Sünnet-i Seniyye'sidir. Sünnet-i Seniyye'yi terkeden hakiki Al-i Beyt'ten olmadigi gibi Al-i Beyt'e hakiki dost da olamaz.'
Al-i Beyt'i sevmemiz onlarin sadece mücerret sahsiyetleri icin degil, Kur'an'a yaptiklari hizmetleri, Islam Dini'nin nesrinde gösterdikleri büyük fedakarliklari, ilim ve irfan sahasinda yaptiklari hizmetleri icindir.
Al-i Beyt'i seven mü'min de, ibadet vazifesini yerine getirmekle, onlari örnek almali, onlara benzemeli ve onlar gibi olmaya gayret etmelidir. Al-i Beyt'i hakiki manada sevmek de ancak bu yolla tahakkuk edebilir.
4.
* Böyle bir iddia ne dinen, ne de aklen gecerlidir. Kesinlikle yanlistir. Hz. Ali Efendimiz (r.a.) en cok Hasan ve Hüseyin Efendilerimizi (r.a.) sevdigi halde, onlar ve onlardan sonra gelen evlatlari, 'Bizim namazimiz kilinmistir' diye bir iddiada bulunmamislar, aksine sadece farzlarini eda etmekle kalmamis, sünnet ve nafilelere de tam riayet etmislerdir.
Cenab-i Hak, namazi, peygamberler dahil, her mü'minin kendi $ahsina farz kilmistir. Hic kimse bir baskasinin yerine namaz kilamaz. Zaruret halinde de bu böyledir. Bir kimse namaz kilamayacak kadar hasta da olsa, onun namazini bir baskasi kilamaz.
Bir hadis-i kudside söyle buyurulmustur:
'Allah-ü Teala buyurdu ki: 'Ben Senin ümmetin üzerine bes vakit namaz farzettim. Hem ahdettim ki, bir kimse bes vakit namazi kilarak gelirse, muhakkak ben onu Cennet'e koyarim. Bes vakit namazi kilamayan bir kimseye bir taahhüdüm yoktur.' '
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de 'Namaz dinin diregidir' buyurmustur.
5.
* Bu yanlis inanç da, digerleri gibi Ibn-i Sebe [Ibn-i Sebe Hz. Osman (r.a.) zamaninda Yemen'den Medine-i Münevvere'ye gelerek zahiren Müslüman olup, Islam'i yikmak için büyük gayretler göstermistir. Yahudilerin Islam Dinine düsmanligi Peygamberimizin (s.a.v.) dogumu ile baslamistir.] tarafindan iddia edilmistir. Bütün gayesi Müslümanlarin itikadini bozmak olan Ibn-i Sebe, menfur faaliyetlerini sürdürürken, nabza göre serbet vermesini iyi beceriyordu. Önce, bazi kimselere Hz. Ali'nin (r.a.) ilah oldugunu telkin etmeye çalisiyor, bunun tutmayacagini anladigi yerde, O'na peygamberlik isnad ediyor; bunun da geçerli olmayacagini anladigi zaman ise, "Halifetin en evvel Hz. Ali'nin hakki oldugunu, bu hakkin kendisinden zulmen alindigini" telkine kalkiyordu.
Dikkat edilirse, bu üç iddia arasinda tezat vardir. Tezat ise, hükümsüzdür. Söyle ki ilan olan, peygamber olamayacagi gibi, peygamber için de hilafet sözkonusu olamaz. Bu tezat dahi, açikça gösteriyor ki meselenin altinda sadece ve sadece ifsat ve ihanet yatmaktadir. Malumdur ki, herseyin bir baslangici ve bir de nihayeti oldugu gibi, Hz. Adem'le (a.s.) baslayan peygamberlik müessesesi de Hatemül-Enbiya (s.a.v.) ile son bulmustur. Cenab-i Hak, peygamberlerin en ekmeli olan O Zat'in eline semavi kitaplarin en mükemmeli olan Kur'an-i Azimüssan'i vermis ve nübüvvet müessesesini O Hatemül Enbiya ile tekmil etmistir. Artik, kiyamete kadar Hz. Muhammed'den sonra bir peygamber gelmeyecektir. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Hatemül Enbiya oldugu 'Ahzap Suresi'nde su sekilde bildirilmistir:
"Muhammed sizin ricalinizden hiçbirinin babasi degil ve lakin Allah'in Resulü ve peygamberlerin hatemidir (sonuncusudur). Allah herseyi bilendir."
6.
* "Hilafetin, öncelikle Hz. Ali (r.a.)'in hakki oldugu halde, bu hakkin gaspebildigi" iddiasi da Ibn-i Sebe'nin ortaya attigi fitnedir. Sunu hemen belirtelim ki, Çariyar Efendilerimizden hangisinin digerlerinden daha faziletli ve hilafetin öncelikle kimin hakki oldugu, Ibn-i Sebe'yi asla alakadar etmezdi. Onun asil maksadi, ashaba karsi hürmeti kirmakla Islamiyete süphe ve tereddüt düsürmek ve Müslümanlar arasinda ihtilaf çikarmak ve bunu devam ettirmekti. Bu sebeple, ilk önce Ashab-i Kiramin Efendilerimizi çok kisaca tanimlayalim:
Sahabe-i Kiram Efendilerimiz her an Allah-ü Azimüssan'in celal ve cemal sifatlarinin tecellileri arasinda yasadilar, yani daima korku ve ümit üzere bulundular. Resul-i Ekrem Efendimize (s.a.v.) hakkiyla varis ve vekil oldular. Saga ve sola meyletmeden sadece ve sadece sirat-i müstakime yürüdüler. Allah'a vasil olan yollarda her biri birer önder, birer rehber oldular. O hidayet yildizlarinin bütün gaye ve düsünceleri, yalniz Allah'in rizasi ve O'nun cemalidir. Sahabelerin hepisi istisnasiz Resulullah Efendimizin sohbetleriyle müserref oldular. Onlarin ruhlari, akillari, kalb ve vicdanlari ve nihayet bütün hissiyatlari, Peygamber terbiyesinden geçti. Tabir caiz ise, dagin güney yamacindaki çiçekler gibi, günesten dogrudan dogruya istifade ettiler ve O'nun zatiyla görüstüler. Onlardan sonra gelen bütün Müslümanlar ise, dagin kuzey yamacindaki çiçekler gibi, günesin zatindan degil, ancak aydinligindan faydalandilar.
Simdi: Hz. Ali'nin, Peyhamber Efendimizin karabet cihetiyle en yakini olmasina ragmen, hilafette en sona kalmasinda, kaderin hikmetli bir tanzimi vardir. $öyle ki: Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman'in (r.a) devirleri, Islam'in birlik ve bütünlügünün korundugu tam bir fütuhat ve inkisaf dönemi olmustur.Iran, Irak, Misir, Suriye, Kibris ve daha birçok ülke, bu dönemde fethedilerek tevhid inanci bu beldelere yerlestirilmistir. Hz. Ali (r.a.) zamaninda ise, bu fütuhat dönemi durmus, genisleyen Islam aleminde çesitli ihtilaflar basgöstermistir. Hz. Ali (r.a.) hilafeti sirasinda bu kari$iklik ve ihtilaflarla ugrasmak zorunda kalmis, harika cesaret, keskin fesaret ve emsalsiz ilmiyle Islam'i her türlü sapik fikir ve batil itikadlarin tasallutundan korumaya muvaffak olmustur. Iste ilk üç halife devrindeki ittihad, tesanüd ve Islami fütuhat onlarin hilafete liyakatlarini ve hak üzere olduklarini ispatladigi gibi, Hz. Ali Efendimiz devrindeki ihtilaflar da, O'nun hilafette sona kalmasindaki hikmeti açikça göstermektedir.
Peygamberimizin Hadis-i $eriflerinden örnekler:
'Benden sonra iki kimseye baglanin, onlardan biri Ebubekir, digeri Ömerül Faruk'tur.'
'Münafiklarin kalbinde dört kimsenin muhabbeti toplanmaz: Ebubekir, Ömer, Osman, Ali.'
'Ali'yi seven beni sevmis olur. Ali'ye bugz eden bana bugz etmis olur. Ali'ye eziyet eden bana eziyet etmis olur. Bana eziyet eden dahi Allah'a eziyet etmis olur.'
alinti :
Bu Yazi Mehmet Kirkinci'nin 'Alevilik Nedir' kitabindan alinmistir. Genis bilgi için okumanizi tavsiye ederiz. Cihan Yayinlari, TÜRDAV A.S., Istanbul, 1995
gerçi yukarıda yeterli bilgi verilmiş ama sana söyleyeyim cemevi etkinlik yeri değildir gidip görmeyenler bu şekilde yorum yapıyorlar
İBADET
Alevi / Bektaşîlikte kisisel ibadetin: yeri, zamani, mekâni, sekli yoktur. Birincil ve en iyi ibadet her an 'Kâmili insan' (bilgin olgun dürüst insan) olmaya çalismaktir. Bilim yolundan gitmek, eline, diline, beline sahip olmak, helâl lokma yemek, kendine reva görmedigini baskasina uygulanamamak..vs. Aleviler için en büyük ibadettir. Zaten bu kurallari yerine getirenin 'tanriya' yalvarip af/merhamet dilemesine gerekte yoktur. Bu nedenlerden Alevîlerin islam'in 5 sartina (namaz, oruç, haç, zekât kelimeyi sahadet) uyma, camiye, kiliseye .... hatta cem-evine, gidip gitmeme, diye bir zorunluluklari yoktur. Gerçek içten ve gizli; insanî ahlâksal kurallara uymadiktan sonra, yapilan ibadet 'gösteristen' öteye gitmez. Kendini ve halki, kandirmaktan baska bir sey degildir. Alevi /Bektasîlikte toplumsal anlamda bir tür 'ibadet' CEM kurumu içinde vardir. Kelime anlami ile CEM, BİRLİK demektir. "Alevîligin kalbi cem'de atar. Alevîligin sirri cem'de yatar" denilir. Alevîligi bütün yönleri ile anlamak Cem'i anlamaktan geçer. Cemde yapilan her hareketin, her sözün inançsal, kültürel, toplumsal sembolik anlamlari vardir.
CEM'in INANÇSAL KAYNAGI:
Kirklar-Cem'idir. Alevîlikte Muhammed'in 'miraç' (tanri ile görüşme) rivayetiyle (gerçekte olmasi mümkün görünmeyen, olay, masal, rüya) birlikte anlatilan bir hikâye ye göre:
Hz. Muhammed Tanri'yi ziyaretten döndükten sonra, gerçek hayatta 40"lar Meclisi denilen bir toplantiya katılmak ister. Muhammed 40"lar meclisine girmek için kapiyi çalar ve peygamber oldugunu söyler.
- "Git peygamberligini ümmetine göster" denilir. ve içeriye alinmaz, bir kaç defa dener sonra: - "Bende fakir bir kulum, sizden biriyim" deyince içeriye alinir.
Yani bu meclise isteyen herkes giremez, oraya giren rütbesini, malini mülkünü defterden silmesi gerekir, ve oraya girmek için gönülden istekli ve israrli olmak gerekir. Muhammed, Kirklar CEM'ine girince, oradakilere kim olduklarini, büyük, küçük kim diye sorar.
"- Bize Kirklar derler, bizim küçügümüzde büyügümüzde uludur" cevabini alir.
Muhammed sayar bakar, kadin erkek 39 kisi, biriniz nerede der:
"- O dışarida görevdedir" derler.
Muhammed ispat ister. Birisi Hz. Ali'nin koluna bir biçak vurur, hepsinin kolundan kan akar, bir damla kan da çatidan içeri düser. Ali'nin kolu sarilir digerlerinden dökülen kan da durur.
Burada ki mesaj, Cem'de kadin, erkek herkesin esit ve ayni seviyede oldugudur. Canlardan birisinin acisi herkesin acisidir, birisinin acisi sarilinca hepsinin acisi durur.
Ortaya bir üzüm tanesi getirilir, Muhammed'ten bunu 40 kisiye paylastirilmasi istenir. Muhammed zor durumda kalir ve HAK'tan yardim ister, üzüm tanesi ezilip serbest edilir, buna kirk kisi banip, mest (seri-hos = basi hos) olup semaha kalkarlar.
Burada verilen önemli mesaj, bilmedigini sorup ögrenmektir, var olani esitçe paylasmak, hakkina düsene razi ve beraber mutlu olmaktir.Semah dönerken Muhammed'in basinda ki sarik düser ve 40 parça olur, Kirklar bu parçalari bellerine baglarlar, Muhammed 40"lara PiR'lerini sorar:
"- Pirimiz Ali, rehberimiz Cebrail'dir" cevabini alir.
Muhammed Hz. Ali'nin yanina gelir (Rüyasinda), Tanri katına çikmak isterken önüne çikip onu engelleyen bir Aslanin agzina verdigi ve ancak o zaman yoluna devam-edebildigi, Peygamberlik yüzügünü Hz. Ali'nin parmaginda görür . Ve rüyasinda gördügü tanri yüzünü ve sesini HZ. Ali'ye benzetir. Orada Ali'nin kendinden ayricalikli oldugunu görür ve Ali" ye niyaz eder. Burada verilen mesaj: Sadece peygamberler degil, olgun insanlarin hakkin, (halifesi) elçisi, onun bir parçasi oldugudur. Gökte aranan yerdedir (tanri insandadir) düsüncesidir. Sonuçta ortaya çikan H.B.Veli'nin deyimiyle, akil mantiga uyan ve gönülden her insanin katılabilecegi sonuç: Tanri gökte degil yerdedir, insanlarin içinde, kalbindedir. insanlar da birlesip dünyadaki nimetleri (degerleri) ortaklasa esitçe paylasmalidir. Bu hikâyede anlatilan konular, ve özelikle Cem'de 'Ehli-Beyt' Hz. Ali ve soyuyla ilgili konular CEM'in islam'dan aldigi yanlardir.
ORUÇ
Muharrem ayı Hicri takvimin birinci ayıdır. Onuncu günün de ismi, Aşure'dir. Tarihi kaynaklara göre milattan çok önce Arap, İsrail ve Fars milletleri tarafından, Muharrem ayının Aş;ure günü, kutsal kabul edilen ortak bir değerdir. Bugünün değerini ve kutsallığını, tarihler şöyle anlatıyor:
Adem atanın tövbesinin kabul edildiği gün.
Nuh Peygamber'in gemisinin karayı bulduğu gün.
İbrahim Peygamber'in Nemrut,un ateşinden kurtulduğu gün.
Musa Peygamber'in kavmini Firavun'un şerrinden kurtardığı gün.
Saymakla bitiremeyeceğimiz bütün peygamberlerin refaha, kurtuluşa ve başarıya ulaştıkları gündür. Onun içindir ki Nuh Peygamber dahil ondan sonra gelen bütün peygamberler, Hz. Muhammed ve Hz. Ali de 10 Muharrem Aşure günü şükür ve senalarını ifade ederek, oruç tutmuşlar. Nuh Peygamber'in kurtuluş çorbasını pişirip fakir fukaraya yedirmişler, Hayır ihsan yapmışlar. Bütün tarihler o güne kadar olan, Muharrem ayının kutsallığı ve özelliğini böyle anlatırlar.
. Muhammed,in ölümünden 48 sene sonra, bütün peygamberlerin kutsal kabul ettikleri, oruç tuttukları Hicri 10 Muharrem 61 Cuma günü Miladi 10 Ekim 680 tarihinde, Kerbela denen Fırat Nehri,nin kenarında, kurda kuşa sebil olan Fırat suyunu, Hz. Muhammed,in torunlarına, Ehl-i Beyt,ten de tek kalan Hz. Hüseyin,ine ve onun mahsun yavrularına vermediler. Dünya da bugüne kadar bir eşi benzeri olmayan, insanlık aleminin yüz karası, görülmemiş susuz bir zulüm ve katliam işlendi.
unutma önemli olan niyettir her camiye gidenin ibadeti kabul olcak diye birşey yok buna sadece ALLAH karar verir cem evide aynı şekilde niyettir
evvela,
sapsaman bişiler yazmaya çalışmış.tamam.ama içinde tamamen gerçekdışılıkların olduğu da bir gerçek.hz.muhammedden çok yerde bahsederken sadece muhammed demesi ancak bir iki yerde hz. yazması,ama ali lafı geçtiği her yerde hz.yazması onu(akliyi)nasılda insan üstü bir yere koyduklarını ,bununla beraber son peygamberi de sıradan birisi olarak göstermeleri nasıl bir düşünceye sahip olduklarını açıkça gösterir.
ilk cümleler içinde yer alan bir iki cümle:"Birincil ve en iyi ibadet her an 'Kâmili insan' (bilgin olgun dürüst insan) olmaya çalismaktir. Bilim yolundan gitmek, eline, diline, beline sahip olmak, helâl lokma yemek, kendine reva görmedigini baskasina uygulanamamak..vs. Aleviler için en büyük ibadettir." iyi de kamil insan olmak lazım da bunun kendi kafalarına göre olacağına bir peygamberin kitabına isnat etmezler.hiç bir peygamberin kitabına yani.bu da demek oluyor ki,hiç bir peygambere itibar etmiyorlar.bu da alttaki bazı peygamberlerin başından geçen oruç tutma günlerine kılıf uydurdukları cümlelerle tezat oluşturmaktqadır.hem hiç birini kabul etmeyeceksin,hiç birinin getirdiğine inanmayacaksın sonra onların başından geçen olayların başlangıcını bir ibadetin başlangıcı sayacaksın.çok komik ve tuhaf.
hem iyi insan olmak kuralının esasını kim koymuş.bunu bir peygamberin bir kitabından alsanız ya.bu tartışma oluşturmaz mı şimdi?
mesela mesela,kamil insan olunacak,bilim akıl yolunda gidilecek,helal lokma yenilecek...iyi de birisi çıkar da bu helal kavramını açıkla,neye göre helal derse ne diyeceksiniz?yani birisi haksız yere mal edindi bunu yiyor ama bu kendine göre helal,şimdi bu mu helal anlayışı?
eline diline sahip çıkmak...adam küfürbaz,her türlü haksızlığı ve küfrü edebiliyor ama bu ona göre doğru,şimdi bu mu eline diline hakim olmak,kime göre doğru yani...
ve ayrıca haz.peygamberin miraca çıkmasından ne önce ne de sonra 40 lar gibi bir ne meclis vardı ne de böyle bir tabir.bu ancak o yüce peygamberi küçümsemek için kullanılmıştır.bundan sonraki anlatılan hikaye de bunun bir itirafı.ne yazıyordu:o meclise girmek için rütbeyi dışarıda bırakmak gerekirmiş.iyi de daha içeri girince,sorulduğunda
"bizim küçüğümüzde büyüğümüzde uludur"...cevaba bakın hepsi ulu imişler.yani zaten kendileri kendilerine orada ululuk rutbesini almışlar bile.anlayışa bakın ki en son peygamberi bile aralarına alamayacak kadar ulu ve kutsaldırlar.bu ululuk nereden gelmekte allah aşkına?kimler vermiş bu rutbeyi?o rutbe sadece allaha ait olan bir sıfat.demekki onlar kendilerini allah yerine koyabiliyorlar ,ama içeri girecek olana rutbeni dışarıda bırak ,burda herkes eşittir diyerek bir tezata düşmektedirler...
ali ile cebraili tanıyıp ta allahı tanımayarak tanrı insanın içindedir diyerek -peygamberlerden geçtik hani-Allahı bertaraf etmeleri de biraz düşünülmesi gereken bir durum değil mi?
oruç tutmak için bütün peygamberlerin kurtuluş günlerinin işareti olan günü seçmelerine gelince:
sen hiç bir peygamberi kabul etmeyeceksin.Allahı bir kenara bırakacaksın,sonra da o peygamberlerin bilmem ne günlerini oruç tutma günleri seçeceksin.var bunda bir terslik.ama anlayana.
son olarak, "madem Tarihi kaynaklara göre milattan çok önce Arap, İsrail ve Fars milletleri tarafından, Muharrem ayının Aş;ure günü, kutsal kabul edilen ortak bir değerdir," diyorsunuz, tarihi bilmem israilin yok farsların kültürlerini kendinize kutsal sayıyorsunuz da Allahın kitabını neden kutsal saymazsınız?o kitabın içinde geçeni neden ışık olarak almazsınız?
anlamak çok zor
Sapsamanın yazdıkları safsatadan başka bir şey değil bu saçmalıklara inaniyorlarsa ki çoğu inanıyor müslüman olmadıkları kesin zaten kendileride biz müslümanız demiyor
Sonucta alevilikte sünnilikte ve hatta tüm dini inanislarda ve inanmayislarda! Allahin takdiridir... Genel kural olarak kim nerede dünyaya geldiyse o toplumun kültürü ve inanisini benimsiyor... Bizler müslüman bir toplumda dünyaya geldiysek buna sükredelim ve inancimizin gereklerini yerine getirmeye calisalim... Diger tüm inanclarada saygili ve hosgörülü olalim bu bizleri kücültmez aksine yüceltir. Unutmayalimki her insan kaderini yasiyor ve bunu inkar etmek Allahi inkar etmek olur. Allahi inkar etmekte kafirlik olduguna göre böyle bir durumda bizlerin kafir olma riski vardir(Allah korusun!) Bu konulari islam alimleri cok ayrintili bir bicimde aciklamis. Bu alimlerimizin kitaplarini kesinlikle okuyalim. Resülullah besikten mezara ilim ögrenin buyurmus iste bu bence en büyük eksikligimizdir... Bu konulara dikkatinizi cekiyor. Akil ve ilim gücü diliyorum...
Tüm dini inanışlar ve inanmayışlar Allah'ın takdiri olamaz. Bu sözü yanlış buluyorum.
Allah kullarının inanmamalarını dilemez. Öyle olsaydı kulların inanmaları için sayısız peygamber ve kitap göndermezdi.
Şu var ki bizim halkımız kendisi müslüman olduğu halde dininin gereklerini yapmaz, müslüman değilmiş gibi yaşar, müslüman olmadığını söyleyenlere ise hemen dinini savunmaya geçer. İşte tezat buradadır.
Allah insanlarda iman ve küfrü kula bırakmıştır kul cüzi iradesini hayır ve şerre kullanır Allahta kulli iradesini kullanarak o kulun fiilini irade ederek isterse yaratır isterse yaratmaz önce dilemek insanda olduğundan dolayı insan yaptıklarından sorumludur bu ehli sünnet inancıdır.
aleviler tabiki müslümandır sevgili arkadaş,islamiyet şiilik ve sünnilik olmak üzre 2 siyasi mezhebe ayrılır.sünniler kendi aralarında hanefilik şafilik hanbelilik ve malikilik olmak üzere 4mezhebe ayrılmışlardır.ancak şiilik sadece imam-ı caferin kurucusu olduğu caferilik mezhebine sahiptir ve bu ülkemizde alevilik olarak adlandırılan mezheptir alevilik hiç kimsenin yok sayamayacağı büyüklükte bir nüfusa sahiptir ancak genelde saklandığı için çokta göz önünde değildir.uzun sözün kısası senin sorunun cevabı tabiki evet.zaten aleviler içinde ALLAH-MUHAMMED-ALİ dir.Hak birdir Muhammed ise müslümanlığın islamiyetin kurucusu olduğuna göre alevilerde islam dinine mensup müslüman kimselerdir
Ne muslumanligi ya adamlar bizde namaz yok oruç yok zekat yok hac yok diyor bu farzları inkar ediyor sen kalkmışsın onlarda müslüman diyorsun bunları farz bilip yapmamak insanı günaha sokar inkar ise kufre sokar
Elhamdülillah bir müslümanim ama cevremde bir cok alevi kardeslerim var ve bunlarin hicbiri oruc tutmuyor namaz kilmiyor ayriyeten Sevgili Peygamber efendimiz(s.a.s)i kabul etmeyip H.z.Ali nin bir peygamber ve tek peygamber oldugu üzerinde israrla duruyor hinzir eti yiyorlar her önüne gelen marketten her önüne gelen et mamüllerini alip tüketiyorlar imanin temel direklerinden biri olan gusül abdestide yokmus ve buna benzer onlarca örnek sunabilirim sizlere bizim sahsen benim görüslerime zit olan bir yasam tarzi.kinamiyorum aksine Sevgili Peygamber efendimiz S.a.s)diger din mensuplarina saygi duyun tipki siz sizin inanciniza saygi duyulmasini istediginiz gibi der ama hal böyleyken alevilik inancininda bence müslümanlikla uzaktan yakindan bir alakasi oldugunu düsünmüyorum.
alevilik Hz. Ali yi sevmekten gelir. Ancak aleviler içinde hak olanalr olduğu gibi batıl olanlarda vardır.
Allah'ı kabul edip Hz. Muhammed'i son peygamber kabul edenelr tabi ki müslümandır. (farzları inkar etmedikleri sürece farzı inkar eden kafirdir dinden çıkmış olur). Hepizin çevresinde olduğu gibi bizimde çevremizde beş vakit namaz kılıp Peygamber efendimizide son epygamber kabul eden müslüman aleviler var. Tek farkları Hz. Ali efendimize daha çok muahbbetleri var diğer sahabelere nazaran. Tabiki bu ilgi Peygamber efendimize olan ilgiden fazla değil.
Ama bir de peygamber efendimzi kabul etmeyen aleviler var ki bunların müslümanlıkla alakası yokutr.
Keskin kılıç kardeş istisnalar kaideyi bozmaz seven sevdiğine tabii olur hz Ali r.a sevdiklerini söylüyorlarsa onun hangi özelliğini hayatlarında yaşıyorlar hz Ali ra ile bu zamanımızda yaşayan aleviler arasında itikadi ve ameli olarak iğnenin ucu kadar bir benzerlik yok
Anadolu Alevileri olarak bilinen Bektaşiler, namaz ve ramazan orucunu kabul etmiyorlar ve kabul edenleri azdır. Ehlibeyt'i sevdiklerini ve Alevi olduklarını söyleserler de bu davranışları nedeniyle Ehlibeyt'e uymadıkları ve sevgilerinin sözde kaldığı anlaşılır. İşte bu yüzden, Bektaşiler "Alevi" olarak kabul edilemez. Alevilik başka, Bektaşilik başkadır.
Kim hangi dinin emrini yapıyorsa o dindendir, kim hangi önderin tavsiyesini uyguluyorsa o kişiyle beraberdir.
Gerçek bir Alevinin yaptığı her ibadetin şekli 12 imamların (Ehlibeyt imamları) sözlerine ve tavsiyelerine uygun olmalıdır.
Çünkü Kuran-ı Kerim'i en iyi onlar biliyor ve peygamberimizin sünnetini en iyi onlar aktarıyordu.