Divriği - Kekliktepe Köyü

Son güncelleme: 26.06.2009 12:11
  • Sivas-Divriği-Çayören Köyü
    Çayören, Sivas ilinin Divriği ilçesine Danışment Bucağı üzerinden idari olarak bağlı bir dağ köyüdür.


    Adı
    Çayören'de Selvi ağacı çok yetiştirilir, ekonomik getirisi olan bir ağaçtır.
    Çayören'de Selvi ağacı çok yetiştirilir, ekonomik getirisi olan bir ağaçtır.

    Çayören Köyü'nün önceki adı 'Pütge'dir [2] ; ne anlama geldiği, kimler tarafından konulduğu bilinmiyor. 1970'den sonra adı devlet tarafından "Çayören" olarak değiştirilmiştir. Bu adın konulmasında herhalde köyün akarsuları esin kaynağı olmuştur. Köyün güney, kuzey ve doğusundan akan 3 deresi vardır, üçü de köyün hemen altında birleşir, oluşan büyük dere (ulu dere) Divriği'ye kadar olan yolda başka derelerle, çaylarla birleşerek Divriği'de Fırat Nehri'nin kollarından biri olan 'Çaltı Çayı'na karışır. Büyük olasılıkla, bu üç dere, bayanların -3 dala ayrılmış- saç örgülerine benzetilerek "Çayören" adı verilmiştir. O yıllarda köyün yaşlıları 'Pütge' adını kullanmakta ısrar etseler de, yeni nesiller 'Çayören' adını -köyün coğrafyasını tanımlayan en iyi ad olduğunu görerek- hemen benimsemişlerdir. Hatta, bir üniversite öğretim üyesi soyadını, mahkeme kararıyla 'Çayören' olarak değiştirmiştir.

    Tarihi

    Türkiye'de hemen her köy gibi, yazılı kaynaklar olmadığından, Çayören Köyü'nün de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasından önceki tarihi hakkında kesin bir şey söylenemez. Köyde Cumhuriyet dönemine kadar okur-yazar sayısı- yok denecek kadar- azdır. Bilenler de Arap alfabesi ile yazılmış "Eski Türkçe" (Osmanlı Türkçesi) denilen yazıyı biliyorlardı. Bu nedenle, köyde Kuran okuyanların sayısı günümüze göre daha çoktu. 1930'lu yılların başında, askerde Latin alfabesi ile okuma yazma öğretilmiş ve çavuş yapılmış Çayören köylülerinden biri, terhis olup köye geldiğinde, devlet tarafından Eğitmen olarak görevlendirilmiş ve köylülere Latin Alfabesi'ni öğreten bu kişi olmuştur. Çayören'e 1938'de bahçesi, iş alanı, kapalı oyun salonu, öğretmen lojmanı, kız ve erkek tuvaletleri olan taş ve kiremit kullanılarak büyük bir ilkokul yapılmıştır. Yine de, 1960'lı yıllara kadar okur-yazar oranı çok yüksek değildi. Sonuç olarak, köyün kuruluşu, kültürü, etnik kökeni gibi tanımlayıcı özelliklerinin yazıldığı kaynaklar yoktur. Çünkü, Cumhuriyet dönemine kadar toplumsal hatırlama yazı araçlarıyla olmamıştır. Oysa yazı, toplumsal belleğin oluşmasında, yeni nesillere aktarılmasında ve böylece bir hatırlatma ve geçmişle iletişim kurma aracıdır. Böyle bir geçmişin sonucu olarak, bugün Çayören köylüleri hatırlayamıyor, geçmişle bağları kesin kaynaklara dayanarak kuramıyorlar. Kurdukları bağlar-sözlü kültürün doğası gereği- daha çok dini bilgi ya da efsanelerle oluyor. Örneğin, değil Çayören Köyü'ne, Anadolu'nun herhangi bir yerine geldiğine dair hiçbir tarihi belge olmayan Ali'nin kılıcının Gatırlı dağının zirvesi Düşek'te, atının ayak izlerinin ise Alıbaba tepesindeki yassı bir taşta bulunduğu anlatılır:Yezitler Şah-ı Merdan Ali'nin peşinden gelmektedirler, bindiği at, Eyerli dağından A
#26.06.2009 12:00 0 0 0
  • Aşur Orucu ve Aşura Çorbası

    Muharrem ayında 10 yaşındaki çocuklar dahil olmak üzere hemen herkes 12 gün oruç tutar, hasta, çok ihtiyar, 8-9 yaşındaki çocuklar ve bünyesi çok zayıf olanlar 3 gün veya 7 gün oruç tutarlar. Bazıları ise, 3 gün de "Mensimler" (Masumlar) için, yani Kerbela'da öldürülen çocuk yaştakiler için tutar. Oruç tutmak için kimse kimseyi zorlamaz ama kentlerde "mahalle baskısı" denilen sosyal olgu Muharrem Ayı'nda Çayören'de "köy baskısı" şeklinde kendini gösterir. Bu sürede evlerdeki hiçbir hayvan kesilmez, doğada hiçbir hayvan öldürülmez,hiçbir yaş ağaç kesilmez.Kısacası, canlı olan hiçbir varlığa kötü davranılmaz. Cam kaplardan su içilmez, başkasının karşısında kalaylı 'maşafa' (maşrapa)dan kana kana su içilmez. Çok inançlı bazı ihtiyarlar sularına kül atarak suyun rengini değiştirip içerlerdi. Yuvarlak bir nesne ile top oynar gibi oynanmaz.Bazen köye Dede gelir, 3-4 gün kalır, ama Cem yürütülmez. Kerbela olayını anlatan hikayeler okur ya da anlatır. Oruç bitimnde köydeki evlerin çoğunda "Aşura Çorbası" pişirilip dağıtılır. Çorba, Kurban Aşı'nın pişirildiği büyük kazanlarda pişirilir. Çorbanın ana maddesi yarmadır. İçine üzüm, dut, nohut, şeker, tuz, vb 12 çeşit besin maddesi konur. Aynı günde 4-5 ev çorba pişirmiş olabilir. Çorba pişince köyün çocukları "çorbaya ha!, çorbaya ha! " diye köyün her tarafında bağırırlar. Herkes kaşığını kendi evinden alarak gidip istediği evin çorbasını içer.

    Sultan Navruz

    Hıdırellez

    Kurban Kesme

    Abdal Musa'ya Sünni Kürt köyleri davet edilmezler ama kurbanalra davet edilirler.

    Cenaze Töreni

    Ölen ister genç, ister yaşlı kadın ya da erkek olsun hemen bir kaç genç görevlendirilerek komşu Alevi köylerine, eğer ölenin arkadaşlık-dostluk ilişkileri olmuşsa komşu Sünni Kürt köylerine de haber verilir.Cenazelerde mutlaka 'ağıtlar'söylenerek ağlanır.Yaşlı ölümlerinde sadece oğlu, kızı, karısı gibi yakınları ile çok yakın dostları ağlar.Genç ölümlerinde ise tüm köy ağlar. Genç ölümlerinde, eğer köyde ölmüş ise, cenaze evin bir odasına konur, etrafında annesi, ebeleri, varsa kardeşleri ile köyün yaşlı kadınları otururlar. İçlerinden sesi güzel olan biri yüksek sesle bir ağıt söyleyerek ağlar, diğerleri ona eşlik eder ve hep birden "lorey lorey, lorey lorey!" diyerek hüngür hüngür ağlarlar, buna "diye diye ağlama" denir. Ağlama sesleri köyün yakınındaki tarlalardan duyulabilir.Genç ölünün annesi, ebeleri ömür boyu, kız kardeşleri senelerce başlarına siyah başörtüsü bağlarlar.
#26.06.2009 12:00 0 0 0
  • Günlük Yaşam

    Çayören'de günlük yaşam mevsimlere göre biçimlenmiştir, yani yılın her günü faklılıklarını da beraberinde getirir. Bununla birlikte, yaz-kış, ilkbahar-sonbahar hiç değişikliğe uğramadan , bir gün öncesinin aynen tekrarı olan bir iş vardır; ocaklığa ataş yakmak. Evde keyveni kimse ateşi de o yakar. Her sabah evde yataktan en erken keyveni kalkar, önce kapıya çıkar yüksek sesle Türkçe şükürler-dualar-dilekler eşliğinde elini-yüzünü yıkar: Layilaha illallah, hagh birisin resulallah ! Senin varlığına, birliğine, verdiğin nimmetlere şükürler olsun yarebi ! Elimi gözümü veresin, kimsenin eline yüzüne goymayasın, mıhanete mohdac etmeyesin ! Cemi cümle'nin yanı sıra bizim de (ev halkı) hakgımıza iyisini deel, heyirlisini veresin! Duşmana fırsat vermeyesin ! Kimseyi gorhtuğu yere uğratmayasın, yanı süre de bizi ( ev halkını) gortuğumuza uğratmayasın !, vb şükranlarını sunarak dileklerde bulunur. Dilekler mutlaka öncelikle 'Cemi Cümle, yani herkes içindir. Çünkü, hiç kimsenin tanrısal yardımı yalnız kendisi için istemeye hakkı yoktur; bütün insanlar için ve özellikle Aleviler için dua eder, dileklerde/istemlerde bulunur; bütün insanlar için dua ederken/dileklerde bulunuken kendisi de bunun içindedir. Dualarının, dileklerinin Mıhammed Mısdafa , İmam Ali, On İki İmam, Üçler, Yediler, Gırghlar ve bütün ermişlerin, uluların yüzü suyu hörmetine kabul etmesini ister. Ayrıca Eyerli ve Gatırlı'dan da doğrudan benzer dileklerde bulunur. Sonra gelir ateşi yakar. Köyde çok az evde kibrit olurdu, bu nedenle ocağı yakacak keyveni kendi evine en yakın kimin bacası tütüyorsa sagsıyı (sadece ateş taşımak için yapılmış çok küçük bir kürek) alıp o eve gider ateş alıp gelir kendi ocağını yakardı. Hiçbir ev buna engel olamaz. Çok nadir de olsa da, ateş vermek istemeyenler Allah'ın ataşını bile esirgiyi diyerek ayıplanır. Ocaktaki ateş gece yatana kadar söndürülmez, ancak ev halkı yatmadan önce mutlaka sönmüş olmalıdır. Keyveni yatmadan önce ocağı kontrol eder eğer hala ateş varsa mısmıllah(Bismillah) deyip bir miktar su dökerek söndürür. Ertesi sabah günün ilk ışıklarıyla birlikte aynı seremoni tekrarlanır. Ocak yandıktan sonra ocağa çorba konur; yaz ise bulgur çorbası, kış ise tarahana çorbası. Çorba pişene kadar keyveni evi süpürür, anne-baba ve uşahglar (çocuklar)ahırları süpürür, hayavanların yemini-suyunu verirler. Herkes işini bitirince hep birlikte sofayara oturur çorbalarını içerler, sonra herkes kendi işine gider. Örneğin, ilkbahar ve yaz günlerinde ihtiyarlar ve çok küçük çocuklar hariç tüm köylüler tarlalarda, bahçelerde, harmanlarda çalışırken, sonbaharda erkekler tarla sürmek, ekin ekmek, keven almak ile meşgul iken kadınlar buğday yıkama, bulgur, yarma, un, tarhana gibi kışın yenilecek besinlerin üretimiyle ilgilenirler. Kışın ise, erkekler ve kadınlar hayvanların yemlenmesi, ahırların temizlenmesi, damlardaki karların kürenmesi gibi işleri birlikte yaparlar. Erkekler karın bol yağdığı günlerde keklik avına giderler.

    Çayören'de günlük yaşamın değişmeyen öğesi de kadınların ve erkeklerin çocukluk çağlarından başlayarak "türkü" söylemeleridir. Herhangi bir iş görürken, örneğin evde tuluk yayarken veya ahırları süpürürken, tarlada ekin dereken, çayırda tırpan vuruken, harmanda düğen süreken, yolda yürürken, yaylada koyun sağarken, düğünde oynarken türkü söylerler. Başka bir ifadeyle, nerede hangi işi yapıyor olurlarsa olsunlar türkü söylereyek yaparlar ve günümüzde kentlerde yaşayanlar da türkü söylüyor, türkü dinliyor ve türkü söylenen barlarda eğlenmeye gidiryolar. Kısacası türkü Çayören Köylüleri'nin hayatlarının olmazsa olmazıdır. Aynı olgu göçebe yaşam sürüdüren Avrupa Hunlarının da geleneğiymiş: "otlaklara bağlı Hunlar, sürekli göçebe yaşayan kabilelerden oluşuyordu. Savaşçı erkekler en önde at sürerken, kadınlar ve çocuklar hayvan derileriyle örtülü arabalarda zaferin ganimetleriyle arkadan yol alırlardı...Tek düze ve uzun göçlerine tek ruh veren, doğaya saygının ifade edildiği türküleriydi.Bu türkülere, sürekli şaklayan kırbaçların sesi ve atların kişnemeleri karışırdı"[38]

    Çayören köyü erkeklerinin günlük yaşamlarında vazgeçemedikleri bir alışkanlıkları da köyün ortasındaki küçük meydana gitmektir. Köyde hiçbir zaman kahvehane olmamıştır, toplanma yeri en soğuk kış günlerinde de,en sıcak yaz günlerinde de köyün tam ortasındaki küçük meydandır. Köyle ilgili bütün kararlar bu meydanda alınır. Burada sadece erkekler toplanır, önemli kararların alıncağı günlerde yandaki evlerin ayvanlarına toplanan kadınlar bir yandan sohbet ederlerken diğer yandan meydandaki tartışmaları dinlerler ama hiçbir zaman tartışmalara katılmazlar. Meydanın kıyısında bir kalas ve taştan yapılmış, 15-20 kişin oturabileceği bir yer vardır. Buraya daha çok yaşlılar ve sakatlar oturur, geri kalanların tümü ayakta üçlü, dörtlü veya daha fazla kişinin katılıdığı gruplar halinde sohnbet ederler. Kimisi tarladan yeni gelmiştir, evine gitmeden oraya gelmiştir.Bu nedenle elinde kürek, kazma, değnek, orak veya tırpan olabilir. Çocukları gelip akşamlık için (akşam yemeği için) babalarını oradan çağırırlar. Yaz günleri orada oturduğu yerde uyuyakalıp sabah uyananlar bile olabilir. Bazan bu meydanda çok kişinin katıldığı kavgalar olur; yüksek sesle söylenen galiz küverlerlerle birlikte yumruklar, kürek sapları, değnekler ve küçük taşlar havada uçuşur, kimin kime vurduğu pek belli olmaz.

    Çayören köylülerinin, özellikle kadınlarının, günlük yaşamlarında zorunlu olmakla birlikte severek de yaptıkları günlük işlerden biri de, daha çok kış ve ilkbahar günlerinde, sabah ekenden "Ergek"e sığır gatmaya (katmaya) gitmeleridir. Ergek, köyün hemen alt tarafında, Uludere'nin kıyısında irili ufaklı çakıl taşlarıyla dolu bir alandır. Her ev büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarını sabah erkenden, çorbalar daha içilmeden, buraya haylar; tüm köyün sığırları (öküz, inek, at, eşek, katır) ve davarları ( koyun, keçi) toplandıktan sonra çobanlar tarafından yaylıma götürülürdü. Buğasak olan inekler büyük bir itiş kakış ve bağrışlar içinde Ergek'te boğaya çekilirdi; ineğin boynuna bir organ bağlanır, sahiplerinden en güçlü kuvvetli erkekler bir yandan hem ipten hem de ineğin kulaklarından tutarak hareket etmesini engellenmeye çalışırken diğer yandan da boğaları cinsel bakımdan uyarmak için sürekli yüksek sesle "hırrr, hırrrr, hırrrrrr!!! diye bağırırlardı. Bu olaya "çevürme" (çevirme) denir. Boğanın ineğin üzerine sıçrayarak cinsel birleşmeyi başarmasına "aşma" denir. Çevirme işinde yaşlı-genç, çoluk-çocuk, kadın-erkek görev alır. İri, güçlü kuvvetli boğaların aşması için evin erkekleriyle birlikte gelinlik kızları - yeni gelinleri de dahil kadınları da yardımcı olur, yani diğer boğaları sopayla kovarak, istedikleri boğaların ineklerine aşmasını sağlarlar. Ergek'te sığır veya davar gatma işini daha ok yaşlı kadınlar ve çocuklar yapardı. Orada kadınlar -tıpkı erkelerin köy meydanında yaptıkları gibi- hemen ayaküstü ikili -üçlü gruplar oluşturarak bir iki gün önce olan kavga, yeni ortaya çıkan bir aşk hikayesi, vb gibi yakın geçmişe ait ilginç olayları kısık sesle analiz ederler, yorumlar yaparlardı, yani dedi-kodu yaparlardı. Kısacası Ergek'e sığır gatmaya gitmek Çayören kadınları için hem iş hem de sosyal bir faaliyet idi.
#26.06.2009 12:02 0 0 0
  • İlkbahar

    Mart ve Nisan aylarında bolca kavak ve söğüt ağaçları dikilir. 1965'ten sonra elma, armut, kayısı, ceviz gibi meyve ağaçları fidanları dikilmeye ve köyün tarlalarındaki yetişmiş olan yabani elma ile ahlat ağaçları aşılanmaya başlandı. Çayören köylüleri 1960'lı yılların ortalarına kadar elma, armut, ceviz ve dut'u Malatya'nın Arapgir ve Eğin (Kemaliye) ilçelerinden katırlara, eşeklere yüklenerek köye buğday, fiğ, arpa ile değiştirmeye getiren çerçilerden -çok az miktarlarda- temin edebilirlerdi. Asıl elma ve armut ihtiyaçlarını tarlalarda ve meralarda bulunan yabani ağaçlardan karşılarlardı. Bu meyvalar Ekim-Kasım döneminde olgunlaşırlardı. Herkes kendi tarlasındaki ağaçları korur, meyvalarını getirip samanlıkta depolar, sonbahar ve kışın yerlerdi. Saman üzerine konan bu meyvalar hem daha çabuk olgunlaşırlar, hem de çörüşmezler (tazeliklerini korurlar). Çayören'in çevresindeki diğer Alevi ve Kürt köyleri de aynı durumda idi. Bu nedenle, özellikle dağlardaki yabani meyvelerin toplanması ( köylüler toplamak yerine "etmek" derler; 'alma etmek, " armut etmek') yüzünden hem Çayören köylülerinin kendi aralarında, hem de başka köyülerle bazen sert tartışmalar, hatta kavgalar olurdu. 1960 yılında köye Sivas Yıldızeli Köy Eğitim Enstitüsü mezunu bir öğretmen geldi, okulun hemen yanındaki bir köylüye ait yoncalıkta bulunan yabani armut (ahlat) ağacına "aşı" yaptı. Bu ağacın 4-5 yıl sonra meyva vermesiyle birlikte köylüler bir yandan tarlalarında bulunan yabani elma ve ahlat'ları aşıladılar, bir yandan da yonca, fiğ, 'boy'(çemen otu) ektikleri yerlere Tokat'tan, Amasya'dan, Malatya'dan getirdikleri elma, armut, kayısı, ceviz ağaçları diktiler. Aynı dönemde arıcılık hızla gelişti. 1970'lerin başlarında 5 ton elma, 2 ton bal üreten evler oldu. Bugün, -köyün üretken nüfusu büyük kentlerde olduğundan- elma, armut, kayısı ağaçları kesilerek odun olarak kullanıldı, ceviz yetiştirme ve arıcılık sürdürülüyor.

    Ot Derimi

    Mayıs ayının ortalarından Haziran'ın sonuna kadar devam eden süredir. Bu sürede yoncalar, çayırlar, tumlar (tarla sınırları)daki otlar orak ve tırpanla biçilir, dağlardan "kes" denilen dikenli bitkiler orakla biçilerek getirilir. Biçilen otlar 'pırnat' halinde kurumaya bırakılır. Biçilen yoncalar 'bağ', çayır otları 'burma' yapılır.'Bağ', biçen kişinin elinin büyüklüğüne göre değişmekle birlikte 3-4 yonca destesi üst üste konularaka yine yoncadan yapılan bir bağ ile bağanır.Yonca bağı, modern tarım araçlarıyla yapılan saman balyasına benzetilebilir. 'Burma', çayır otları tırpanla vurulur (biçilir),birkaç gün kurumaya bırakılır, sonra alt-üst edilir yin 3-4 gün kurumaya bırakılır. Kuruyan otlar 4-5 noktada yığılır ve her yığın iki kişi tarafından bükülerek burma haline getirilir. Bunlardan ayakta olanı küçük bir deste ot alır, tam ortasından ikiye katlar ve ortasından 30-40 cm uzunluğunda bir sopa geçirir ve eğilerek bunu ot yığının dibinde oturan kişiye uzatır, oturan kişi yığındaki otu sopaya dolanmış ota -bükerek- ekleme yapar ve bunu 'vida yönünde' sürekli yapar, ayaktaki ise, iki ucundan iki eliyle tuttuğu sopayı ot yığınından ot ekleyen kişinin tersi yönünde bükererek ve vücudunu sağa sola hafiften yaylandırarak çok yavaş bir şekilde arka arkaya gider ve işaretli yerde durur. İşaretli yer, yapılacak burmanın büyüklüğünü belrler. Bu noktada ayaktaki kişi sopayı burmanın ucundan çıkarır, elindeki ucu, yığında sürekli bükerek ot ilave eden kişin elindeki uç ile birleştirir; ot, zıt yönde bükülen bir ip gibi, hemen dolanır; bunun adı burmadır. Çayırları büyük olan evler (aileler) yılda 500-1000 burma bükebilirler. Çok burma üretimi zenginlik işaretidir. Ot bükmek hem ağır, hem de sürekli aynı hareketler yinelendiğinden,can sıkıcı, bezdirici bir iştir. Ancak, hemen bitişik çayırlarda ot bükenler veya tırpancılar ile şakalaşmalar,İstanbul veya asker anılarının abartılarak anlatılması, ya da civardaki tarlalarda çalışan genç erkek ve kızların yüksek seslerle söyledikleri türküler, ıslık sesleri,çevredeki çoban çocukların yüksek seslerle konuşmaları veya birbirleriyle şakalaşmaları,köpek havlamaları, eşek anırtıları, at kişnemeleri, vb öğelerden oluşan ortamda günün akışı fark edilmez bile ve bu doğal ortam çocukların belleklerinde yerel kültürün hiçbir zaman silinmeyecek izleri olarak kalır.

    Yaz

    Çayören'de yaz 15 Haziran-15 Eylül arasındaki süredir. Çayören'de kış çok soğuk, yaz da o kadar sıcak geçer. Yazın özellikle öğlenleri çok sıcak olur. Gölgeler üç ayak olduğu zaman, yani saat 13.00 civarı, platonun her yanına sessizlik hakim olur. Günışıması (şafak)ile birlikte bozkırın her yerinden yükselen değişik canlılara ait sesler bu zamanda kaybolur. Çünkü, güneşin dayanılmaz sıcağıyla ağırlaşmış gök altındaki platonun her yanı sıcaktan kavrulur, her canlı bulabildiği bir ağaç veya bir kayanın veya gol denilen küçük dar vadilerin güneşi engelleyen kuytularına girer. Koyun çobanları sürüleri köye yakın koruluklara ya da ekilmemiş tarlalardaki ağaçların altına getirirler. Kendileri yemekleirni yedikten sonra uykuya çekilirler, o sürede berciler koyunları-keçileir sağarlar. Düğenci çocuklar öküzleri düğenden salar (düğeni çözer) 'kos gölü'ne giderler, orada Ulu Dere'de çimerler. Ekin tarlalarındaki honcular dermeyi bırakırlar, gölgelerde dinlenmeye çekilirler, bazıları uyur. Başka bir söylemle gökten lav lav ateşlerin indiği yaz öğlenlerinde bozkırda çığlıklar diner; güneş ve sessizlik buluşur. Gölgelerin salınması, yani 6 ayak olması, ile birlikte, bozkırın her yanı yeniden canlanır; koyun sürüleri yeniden yaylıma çıkar, honcular honlarına yeniden girerler, türküler, çocuk ağlamaları, çan sesleri, köpek havlamaları, eşek anırmaları, at kişnemeleri yeniden birbirine karışır. Gölgelerdeki, korulardaki, kuytulardaki börtü böcek, kurdu kuşu kendilerine özgü sesleri ile yeniden fonda belirirler. Akşamla birlikte, Ağustos öğlenlerinin mavi-kızıl göğünün altında çocuğu-erişkini, kadını- erkeği, börtü-böceği, kurdu- kuşu velhasıl bütün canlılarıyla dolu düzlükleri - tepeleri -vadileri ile birlikte plato kendini soluksuz geceye bırakır.
#26.06.2009 12:04 0 0 0
  • Yaylaya Çıkma

    Ot deriminden hemen sonra ya Gatırlı'nın düzüne ya da Eyerli'nin eteklerindeki Kızılpuar ( kızılpınar) ve Beşpuar(beşpınar) meralarına çıkılır.Her ev önceden gider taş, çamur, keven, çalı-çırpı kullanarak tek gözlü sıvasız, badanasız, duvarlarında pencere yerine küçük delikler, giriş yerinde kapı yerine büyücek bir çalı olan bir barınma yeri yaparlar,buna "ağıl" denir. Her yıl yaylaya çıkmaya yakın günlerde gidilip ağıllar onarılır. Yaylaya çıkmada asıl amaç ekonomik faydadır. Yalaya evin yaşlı kadını (keyveni)ve çocuklar konur. Tarlalarda çalışacak asıl iş gücü köydedir. Yalaya çıkanlar beraberlerinde koyun, kuzu ve ineklerini de götürürler ama çift veya düğen sürecek öküzler ile yük taşıyacak eşek, at veya katırlar köyde bıraklır. Böylece, sütünden yayarlanılacak hayavanlar dağlardaki otlara ve sulara ( buna yaylım denir) daha yakın olurlar; köyden oralara ulaşmak için en az 2-3 saatlik yol katetmek zorundadırlar, oysa yayladan 15-20 dakika sonra yaylıma ulaşırlar. Sonuçta, yaylada kışın tüketilecek tereyağı, peynir,ayrandan yapılan çökelek ve tarhana daha çok üretilir. Yayla aynı zamanda, köyde çalışanlara çocuklar ile her gün yolladığı yoğurt, kaymak, süt, ayran ile besin desteği verir. Yayladaki çocuklar gün doğarken ebelerinin (babalarının anneleri) kalaylı bakır barkaçlara veya arvencinlere doldurdukları ayran, yoğurt, çökelek, peyniri veya bohçlara sardıkları kuru kaymakları koyun yünü veya keçi kılından yapılmış heybelere, torbalara koyarak 'semer' vurulmuş eşeklere yüklerler ve eşeklerin sırtlarına binerek gruplar halinde yola çıkarlar, büyük bir neşe, coşkunluk içinde ve çoğu kez hep birlikte türkülerin söylendiği 2-3 saatlik bir yolculuktan sonra köye ulaşırlar. Akşama doğru ise köyden aynı heybelere, torbalara konulan bulgur,tuz, şeker, bostan( pirpirim, yeşil pancar, taze soğan, hıyar) gibi yiecekleri ağıla götürürler. Bu döngü 3 ay, Eylül'ün ortalarına kadar sürer.

    Yayla kültürü aslında göçbe yaşamın gereklerindendir. Çayören Köyü'ne nasıl intikal ettiği bilinmiyor. Köydeki bazı yaşlıların verdikleri bilgilerden yaylaya çıkmanın en çok yüzyılllık bir geçmişi vardır, ondan öncesi bilinmiyor. Bugün aynı dili konuşan ve aşağı-yukarı aynı kültürü yaşayan Toroslar'daki Türkmenler (Yörükler) ezelden beri yaylaya çıkmaktadırlar. Yörükler etnik olarak Türk-Moğol kabul edilmektedirler. Moğollar kışları görece ılman vadilerde yazları ise dağların yükseklerinde geçirirlerdi. Örneğin, Çinli Taoist rahip Çang-Çun'un bildiridiğen göre, Cengiz Han ile 1222 yılında Ceyhun nehri yakınlarındaki ordugahında bir görüşme yapmış ancak Cengiz görüşmenin devamını Kasım ayına ertelemiştir. Çünkü, "görüşmeden sonra Cengiz Han, yaz sıcaklarının başlaması üzerine 'karlı dağlara' doğru ilerlemeğe başlamıştı."[39] Kasım'da havalar soğuyunca yeniden ılıman bölgelere gelecektir. Çayörenlilerin Haziran'da yaylaya çıkıp Eylül'de köye dönmelerine çok benziyor. Kısacası, Çayören'deki yayla kültürü Orta-Asya'daki Türk-Moğol göçebe yaşamının ekonomik-kültürel bir kalıntısı olabilir.

    Çaşur Kırımı


    Ot deriminden sonra, ekin derimden hemen önceki devrede yapılır, bu dönem 15 Temmuz-15 Ağustos arasıdır. "Çaşur (Ferula communis)" genelde yüksek platolarda ve dağların doruklarında yetişen çok yıllıklı, iğne yapraklı bir bitkidir. Çaşur bitkisinin yetiştiği ve ailelere ait olan yerlere "çaşurluk" denilir. Her ailenin bir çaşurluğu vardır, orada o aileden başkası çaşur kırmı yapamaz, gerçi çaşurlukların tapusu yoktur ve "mera" olarak kabul edilen yerlerdir ama, yazılı olmayan bir anayasa gibi herkes bu kurala uymak zorundadır. Orakla biçilir, zehirlidir, suyu göze kaçarsa kör edebilir, uçucu yağları çok ihtiva ettiğinden kırımı yapılırken burun ve ağız kapatılmadan biçilirse ölüme neden olabilir. Çaşur kıran, sol eliyle çaşuru kökünden eğerek kolay kesilecek pozisyona getirir, sağ elindeki orakla köküne vurarak keser, kestiği çaşurları -sapları önüne gelecek şekilde- koltuk altında biriktirir. Belli bir kalınlığa gelince onu dağın yamacında bir yere bırakır, üzerine bir kaç küçük taş kor ki, rüzgar dağıtmasın, buna " telek" denir. Çaşur kıranlar genelde çaşurlukta, ya da yayladaki ağıllarda yatarlar, çaşur kırımı 10-15 gün sürebilir. 15-20 gün kurumaya bırakılır, sonra eşek, at ve katırlarla köye taşınır, damlara- tıpkı sonbaharda alınacak kevenler gibi- yığılır. Kışın aynen keven gibi akşamdan dereye ıslatılır, ertesi sabah derhe (burunlu satır) ile yarlık (sert ağaçtan yapılmış kütük) üstünde doğranarak küçükbaş hayvanların, özllekle koyunların yemlerine katılır. Çok besleyici bir bitkidir.Çaşur kırımı çok zor ve deneyim gerektiren bir iştir.

    Ekin Derimi
    Olgunlaşma aşamasına henüz gelmemiş yeşil buğday başakları.
    Olgunlaşma aşamasına henüz gelmemiş yeşil buğday başakları.

    Ot deriminde sonra 'dere yıkanır' yani köylüler banyo yaparlar, kirli elbiselerini, çamaşırlarını, yataklarını derelerin (yukarıda köyün derelerinden söz edildi) kıyısına kurdukları kazanlarda su ısıtarak yıkarlar; ekin derimine hazırlık yaparlar, çünkü ekin derimi 1.5-2 ay sürebilir, bu dönmemde genelde erişkinlerin, hatta büyük çocukların büyük çoğunluğu tarlalarda yatarlar. Ekin derimi; Arpa derimi ile başlar, aslında Arpa derilmez, elle kökünden yolunur. Arpa yolumu Temmuzun 15'nden sonra başlar, 10-15 gün sürer. Arpa, hayvan yemi olarak kullanıldığı için az ekim yapılır; susuz ve buğday verimi düşük tarlalara ekilir. Buğday derimi her yıl Ağustos ayının 15'nden sonra başlar, tüm tarlalar orakla derilir, tırpan kulllanılmaz, 1.5-2 ay sürer. Ağustos'un ortalarında "ekine girilir", yani buğday orakla derilmeye başlanır. Ekinler genelde 15-50 yaş arasındaki erişkinler (genç evli kadınlar, gelinlik çağına gelmiş genç bekar kızlar, evli veya bekar erkekler) tarafından derilir. Önce köyden uzak tarlalar, sonra köye yakın tarlalar ve en sora da köyün hemen yakınındaki tarlalar derilir. Ekin tarlasının derildiği yerine hon, ekin derenlere de honcu denir. Honcular sabahleyin erkenden, henüz güneş doğmadan "hon"a girerler, yani ekin dermeye başlarlar. Güneş doğup biraz yükselince, yani hon'a girdikten 1-2 saat sonra kahvaltı yaparlar. Kahvaltıda akşamdan kalan yoğurt veya ayrana yine önceki günlerden kalan kuru ekmekler, varsa dünkü "aş"ı (bulgur pilavını) katarak yerler. Bunun içine, çok nadir olarak bostanlardan getirilen domates (köydeki bostanlarda Eylül ayının ortalarında çıkar, Ağustos 'da Malatya'nın Arapkir ilçesinden getirilerek köyde buğday, arpa, fiğ vb ile değiştirilir), hıyar (köydeki bostanlarda Temmuz ayının ortalarında çıkar), doğarlar. Taze soğan mutlaka vardır. Çünkü, soğan köyde herkes tarafından çok ekilir, Haziran ayından itibaren yenilmeye başlanır. Köyün yazın yedikleri her yemekte baş köşededir. Bazı zengin evlerin kuru kaymakları, tuzsuz taze tereyağları, haşlanmış yumurtaları da olur. Kahvaltı yaptıktan sonra, eğer önceki hon bitmiş ise yeni bir hon alınır, önceki hon bitmemiş ise kalındığı yerden devam edilir. Ekin,sol elle bir demet halinde dibe yakın yerden tutulur, sağ elle en dipten orak kendine doğru hızla çekilerek biçilir. Bu destelerden 4-5 tanesi üstü üste -kökleri ve başaklar aynı tarafta olacak şeklide- konarak "bağlık" ile bağlanır, buna "bağ" denir. Bağlık, tarlanın en uzun buğdaylarından büyük bir demet yapılarak bir gün önceden bir derede suya gömülür (bağlık ıslatma), ertesi günü 10-15 ekin (sap) bir ele bir o kadarda öbür ele alınarak urgan kalınlığında özel bir ip yapılır, bu ipe "bağlık" denilir; iki elde yaklaşık eşit sayıdaki buğdaylar başakları birbirlerine -yüzyıllardan beri uygulanan yöntem ile - özel bir şekilde çaprazvari dolanarak bağlanır, bu işleme "bağlık çalma" denir. Honcu, ekin demetini dermeden önce- yere bir 'bağlık' açar (bağlık serer). O bağlığın içini derdiği ekin ile doldurup, bağlığın bir ucunu bir eline, diğerini öbür eline alır, dizi ile üstten ekin demetinin üzerine bastırarak iki ucu - harmanda kolay çözülecek- özel bir düğüm ile bağlar. Eğer, en baştan bütün bağlıkları tarlaya sererse bağlıklar kurur ve ekini bağlarken kopar. Gölgeler 3 ayak olduğunda, yani saat 13.00'e yaklaştığında (1960'lı yıllardan önce köyde kimsede saat yoktu) kuşluk vaktidir. Ekşi (eşki) ayran, kuru ekmek gibi önceden kalan ne varsa bir gölgede ve daha çok pınar başında yenir (köyde pınar olmayan, kaynak suyu çıkmayan mevki yok gibidir).
    Ekin derimine hazır olan buğday başakları.
    Ekin derimine hazır olan buğday başakları.

    Gölgeler sallanmaya (uzamaya) başladığında, saat 13.00-14.00 arası, öğlen zamanıdır. Köyden mutlaka aş (tereyağlı, etsiz bulgur pilavı), ayran, taze soğan, yufka ekmeği gelir, buna "öylenlik" denir. Öylenliği ya tarladan ekinleri hayvanlarla taşıyan sapçılar ya da evin 8-9 yaşındaki çocukları getirir. Aş, ya büyük kalaylı taslarla, ya da kalabalık honcuların olduğu evlerde barkaçlara konarak getirilir. Aşın içinde çoğu zaman tereyağının dışında başka bir şey konulmaz, bazan fasulye veya mercimek konur; bunlara leyvazlı aş ve mercimekli aş denir. Bazan aşın yanında yahnı (taze fasulye, patates, soğan, nadir olarak taze kabak konarak yapılan sulu yemek) da getirilir. Öğlen yemeği, yine bir pınar başında, bu kez komşu tarlalarda çalışanlar da davet edilerek yenilir. Kadın-erkek en az 10-15 kişi yerde kimsi oturarak, erkekler genelde yan yatarak ağaç kaşıklarla veya yufka ekmeklerini doğrudan yemek kabına daldırarak yerler. (Heredot, İskit soyundan olduklarını ileri sürdüğü Massagetlerin yatarak yemek yediklerini kaydetmiştir36. (Heredot Tarihi, s:113, dipnot.) Köydeki düğün, püsürük, ölüm, kurban, Abdal Musa gibi toplumsal yemeklerde kadınlar erkeklerle aynı sofrada yemek yemedikleri halde tarlalarda birlikte yerler. Yemek yemeye köyde "ekmek yemek" denir. Örneğin, bir honcu kendi yoldaşı honcu'ya ya da komşu tarladaki honcu'ya "haydı artuh (artık) ekmeğimizi yeyek (yiyelim) der. Sonra yine hona dönülür, karanlık çökene kadar (garouh garışana kadar) ekin dermeye devam edilir. Kimsi, ay ışığı olduğu zaman da ekin dermeye devam eder. Akşam yemeği (akşamlık) genelde öğlende kalanlar oluşturur. Akşamlıktan hemen sonra yatıp uyunur, aslında buna uyumak denemez, güneşin altında gün boyu en ağır iş yapana insanların geçici bir süre ölümü denilebilir belki.Honcular -çoğu kez-uzak tarlalarda ekin derdikleri tarlalarda açıkta yatarlar; yataklar koyun yününden köyde yapılmış döşek, yorgan ve yastıktan oluşur. Köyde pamuktan yapılmış yatak kullanılmaz. Ekin deren kadınların üzerinde günlük giysileri vardır.
    Çayören'de köpekler ya 'saf kan' Kangal, ya da Kangal kırmasıdır
    Çayören'de köpekler ya 'saf kan' Kangal, ya da Kangal kırmasıdır

    Ekin dermek, hem fiziksel güç gerektirdiği için, hem de kavurucu sıcak altında toz-toprak içinde yapıldığından ağır bir iştir. Hele tek başına derenler bir de yalnızlık duygusu altında ezilirler, güneşin batmasını dört gözle beklerler ki köye dönsünler. Yanında yoldaşı olanlar için gün daha iyi geçer. Honcular durmaksızın ekin dererken bir yandan da türküler söylerler, çoğu kez birden fazla honcu birlikte türkü söylerler.Ekin tarlalarında hem kadınlar, hem de erkekler tarafından türkler söylenir, özellikle yeni sevdalananlar veya gizli sevda çekenler çok içli türküler söylerler. Genelde "Çamşıhı" ( Divriği'ye bağlı bir grup köyün oluşturduğu bölge) ve "Argoon (Malatya'nın Arguvan ilçesi) ağzı" olarak bilinen türküler söylenir. Hepsi de gurbet, genç ölümü, terk edilme, ihanet, yoksulluk üzerine olan türkülerdir. Bu türkülere Ağustos böceklerinin(cızgı) koro halinde çıkardıkları ses, kekliklerin sesleri, kuzu güden çocuk çobanların bağırtıları, yeni doğım yapmış anaların beşiklerle yanlarına getirdikleri çağalarının (bebeklerinin) ağlamaları karışır. Geceleri ise, koyun sürülerinden gelen çan (cıngırık) sesleri, çoban köpeklerinin karanlıkları yırtan güven veren kaba ve kesik kesik havlamaları,çobanların türkü ya da ıslık sesleri ( köyün çobanları kaval çalmayı bilmiyorlardı) köyden uzak, karanlık yüksek platolarda yatan honcuların korkusunu dağıtır, onlara yalnız olmadıkları duygusunu verirdi.
#26.06.2009 12:05 0 0 0
  • Harman Zamanı

    Ağustos'un son haftası başlayıp tarlalarda derilen ekinlerin 'dügen'(düğen) ile ezilmesinin bittiği zamana kadar olan süredir. Yani, Çayören'de 'ekin zamanı' aynı zamanda 'harman zamanı'dır.
    Düven (Düğen)
    Düven (Düğen)

    Ekinlerin düğen ile ezilmesine 'dügen sürme' denir. Düğen sürülen yere de 'harman' denir.Her evin, hemen çevresinde kendisine ait olan ve yaklaşık bir dönüm büyüklüğünde bir harman yeri vardır. Her yıl, harman zamanı geldiğinde harman yeri su bağlanarak [(bir su kanalıyla (hark)ile su getirilerek)]çamur oluncaya kadar sulanır.Suyun toprak tarafından emilmesi için ertesi güne kadar beklenir, sonra daire şeklinde olacak şekilde kıyıları toprakla yükseltilir ve üzerine saman serpilerek 'log' denilen yekpare taş silindir ile -yer taş gibi sert oluncaya kadar- loğlanır. Loğlama 1-2 gün sürebilir. Buna 'harman çalma' denir. Tarlalarda ekinler orak ile biçildikten sonra 'bağ' haline getirilirler. Bu bağlar, sırtlarına ağaçtan yapılmış "cağ" denilen aletlerle donatılmış palanların vurulduğu at, eşek veya katırlarla taşınarak harmanın kıyısında bir yere yığılır. Bu ekin yığınınına 'yığın' denilir. Ekin bağlarının bağları bir orak ile kesilerek tarlada büyükcek bir deste haline getirilmiş ekinler harmanan saçılır. Harmanın büyüklüğüne ve evin öküz sayısına göre saçılan bağ sayısı az ya da çok olabilir. Üst üste saçılan bağların yüksekliği genelde 1-1.5 metre kadar olur. Harmana öküzler ve öküzlere koşulacak dügenler getirlir. Her düğene 2 öküz koşulur (çift sürümünde ve harmanda hep öküzler kullanılır, atlar kullanılmaz; atlar yük taşımacılığında kullanılır.)Öküzlerin ağzı ya bez torbalar ya da çemberden yapılmış maskeler takılır ki harmandaki buğdayı yemesinler, çok yedikleri zaman hemen ölürler. Düğencinin oturması için düğenin üstüne bir minder (palaz) veya bir iskemle (köyde ustalar tarafından yapılan özel bir tabure) konur.Düğenci elindeki 4-5 metre uzunluğunda , genelde iğde ağacından yapılmış ve "masta" denilen bir sırık ile öküzleri haylar, yani öküzleri yürütür.
    orak,yaba ve ergimatlar
    orak,yaba ve ergimatlar

    Öküzlerin hareketi daire şeklindeki harmanın merkezinden çevresine, çevreden de merkeze doğrudur. Başka bir söylemle, düğenci öküzlerin düğeni dairesel yörüngeler çizerek hareket ettirmelerini sağlar. Düğen sürme işini daha çok yaşlı erkek veya kadınlar ile kız veya erkek çocukları yaparlar. Çünkü, harman zamanı aynı zamanda ekin zamanıdır, erişkin erkekler ve kadınlar ekin tarlalarında orakla ekin biçerler. Öğlen saatinde, yani bir insanın gölgesi kendi ayağı ile ölçüldüğünde 3 ayak ise, 'düğen sürme' işine ara verilir, öküzler düğenden salınır, 'Kos Gölü'ne suvarmak ( su içirmek) için götürlürler, 1-2 saat oradaki çayırlarda söğüt veya kavak ağaçlarının altında dinlenirler. Bu sırada düğenci erkek çocuklar Kos Gölü'ndeki deredeki (Ulu dere) bir cortlanın (doğal küçük bir göletin )ağzını taşlarla örerek, taşların arasındaki boşlukları da söğüt, kavak dalları, keven, kuru otlar, kum gibi malzeme ile doldurarak göleti derinleştiriler ve orada anadan üryan(çırılçıplak)çimerler (yıkanırlar), deredeki kızgın çay taşlarına uzanarak güneşlenirler, su içinde oyunlar oynarlar, birbirlerine yerenlik ederler (şakalaşırlar). Arada bir kendi gölgeleirni ayakları ile ölçerler, 5-6 ayak geldiğinde söğütleirn gölgesinde yatan öküzleri getirip yeniden düğene koşarlar, gölgeler harmanı kaplayan kadar, yani gün batımına yakın zamana kadar, sürmeye devam ederler. Sonra öküzleri salıp bu kez "çay" olarak çayırlıklara götürüler. Orada birbirleiyle oyunlar oynarken, öküzler yayılır. Bu döngü yaklaşık 1.5-2 ay sürer. Harmana saçılan sap (ekin bağları) 2-3 gün sonra tamamen ezilmiş olur, saman ile buğday karışım halindedir, birbirlerinden ayrılmaları gerekir. 'Hal' denilen ve kışın toprak damlardan kar kürümekte kullanılan ağaçtan yapılma alet başta olmak üzere yine dayanıklı ağaçlardan yapılma 'yaba', 'ergimat', kürekler kullanılarak harmanın ortasına tepe şeklinde yığılır, buna 'çec' denir. Harman makinesi denilen ve çark kısmı hariç her tarafı tahtadan yapılmış ve kas gücüyle çalışan bir alet kullanılarak saman ile buğday ayrılır.Bu işleme 'makineye verme'denir. Harman makinesi Divriği'ye özgü ve Divriği'nin bütün köylerinde kullanılan bir alettir.Harman Makinesi'ni çeviren kişiye 'makanacı' (makineci) denilir. Bir 'çec'in harman makinesinde işlenebilmesi için en az 4 kişi gerekir.Makineye verme işlemi aşırı sıcak günlerde yapıldığı ve çok toz ürettiği için çalışanlar için çok zor ve sıkıntı vereici bir iştir. Bu iş, çok sıcaktan dolayı genelde gün batımına yakın, ay ışığı olduğu günlerde gece yapılır.

    Sonbahar
    Çayören'de ceviz üretimi yapılmaktadır.
    Çayören'de ceviz üretimi yapılmaktadır.

    Eylül; buğday yıkama, sok(g)ku döğme, tarhana yapımı. Ekim; tarla sürümü (Herk) ve aktarma yapılır, buğday ekilir. Eylül - Ekim'de koçlar sürüden ayrılır ve ayrı otlatılır (yayılırlar). Kasım ayında; koç katımı, koçlar sürüye salınarak koyunların içine bırakılır. Koçun koyun ile çiftleşmesine "aşma" denilir. Sonbahar ve kış günlerinde yenilecek yabani elma ve armutlar toplanır. Evlerde sepetlere veya samanlıklarda samanının üzerine dökülerek saklanır.

    Keven alımı
    Bir keven türü.Çayören'de buna 'kuzu keveni'denir.
    Bir keven türü.Çayören'de buna 'kuzu keveni'denir.

    Keven adı verilen kazık köklü ve 'çok yıllıklı' bitki hemen her yerde yetişmekle birlikte, en çok dağların eteklerinde "arus" denilen tarım üretimi yapılmayan yerlerde yetişir.Keven kökü 2-3 metre uzunluğunda, 3-5 cm çapında yumuşak ama çok sağlam bir köktür. Kevenin etrafı 10-15 cm kadar kazılır, köküne sağlam bir uzun sırık (meşe, alıç, ahlat gibi dayanıklı ağaçlardan yapılmış levye denilebilir) dolanır ve sopanın ucuna -bazan iki kişi birden- asılarak topraktan çıkarılır. İyi çalışan bir kişi, sabahtan gün batımına kadar 2-3 yük (1 yük bir at'ın yada katır'ın götüreceği ağırlık demektir) keven alabilir. Keven çıkarma işlemi sona erince, alınan (topraktan sökülen) kevenler üst üste yığılır, altan ateş verilir, dikenleri yanar (ütülür), ateş söndürülür, geri kalan iskelet hayvanlara "mendek" yapılarak ( özel bir yükleme biçimi) taşınır, damlara yığılır. Kışın -ahırdaki büyük baş hayvan sayısına göre- bir demet dereye götürülerek akşamdan ıslatılır, sabahleyin erkenden gidip -bazan buzlar kırılarak- dereye ıslatılan keven getirilir, doğranır, samana katılarak büyük baş hayvanlara verilir. Hem nişasta deposu olması, hem de kitre zamkı içermesi bakımından karbohidrat ve protein yönünden besinsel değeri çok yüksektir. Keven yiyen hayvan çok gürbüz ve tüyleri parlak olur.

    Tarhana yapmak

    Yarma (sokguda döğülen buğday) ve eşgi(ekşi) ayran kullanılarak yapılır. Günlük olarak üretilen yoğurtlar bir ağaç veya teneke tuluga (tuluk) konur, yayılır, üstteki yağ (tereyağı) alındıktan sonra günlük tüketilecek ayran ayrı bir kaba konulur, geri kalan ayran büyük bir kalaylı kazana ( kazanın hacmi 4-5 gaz teneksi su alabilir) konur, ağzı örtülür. Her gün elde edilen ayran bu kazana ilave edilir, kazan dolunca tarhana yapımına başlanır. Ayranın toplama süresi 1-2 hafta olabilir, bu sürede toplanan ayran ekşir. Bu, istenilen bir durumdur. Ekşiyen ayran, genelde harmanlarda kurulan ocaklıklarda kaynatılır, içine yeteri kadar 'yarma' salınır (konulur)ve tıgıç denilen tahtadan yapılmış küçük bir kürek ile sürekli karıştırılır. İyice kaynayıp, istenilen kıvama gelince indirilir, ertesi güne kadar soğuması ve özümsenmesi için beklenir. Bir dam ya da harmana buğday sapları ya da temiz bezler serilir, iki el arasında küçük 'disk' biçiminde (yayvan çay tabaklarına benzetilebilir) şekiller verilerek beze dizilir. Güneşte kuruması için 3-4 gün beklenir. Kuruduktan sonra bezden dikilmiş çuvallara doldurularak kilerlere konur. Kışın -özellikle sabahları- çorbası yapılır. Ocakta kaynayan tarhana çorbasına bir tavada tereyağında haşlanmış kavurma, soğan, anu(g)h (kekik), acı toz biber ilave edilir ve içilir.

    Bulgur Kaynatmak

    Derilen ekinler harmanda dügen ile sürülür, buğday ve saman ayrılır. Buğday Araplı ya da Uludere'ye götürlerek yıkanır ( yıka çullar içinde yapılır). Yınanana buğdaylardan 1 yıllık ihtiyaca göre ölçülen miktar Kurban aşlarının pişirildiği büyük kazanlarda suda kaynatılır, buna hedik kaynatma denir. Kaynamış buğdaylar (hedik) damlar üstüne serilmiş temiz çullar veya büyük bezler üzerine serilir, 3-4 gün güneşte kurumaya bırakılır; Buna sergi denilir. Sergileri serçelerin, saksağanların ve kara kargaların yemesini önlemek için ya küçük çocuklar ya da hiçbir işte çalışamayacak kadar ihtiyar olanlar bekleler. Kuryan hedik daha sonar sokguda dövülür, bulgur taşaşrında çekilerek bulgur hailen getiliri.

    Sokgu Döğmek

    Sokgu, büyük yuvarlak yekpare taştan oyulmuş, içine 2-3 gaz tenekesi buğday alabilen (her teneke yaklaşık 12 Kg buğday alır)bir araçtır. Derelerde yıkanıp güneşte kurtulmuş çiğ ya da suda kaynatılmış buğdaylar sokguda dögülür(döğülür). Sogkuya döğülecek buğday dolduruklduktan sonra hafifçe ıslatılarak "kopuç"larla döğülmeye başlanır. Kopuç, dayanıklı bir ağaçtan yapılan baş ve saptan meydana gelmiş el yapmı bir alettir, toplam ağırlığı yaklaşık 5-6 Kg vardır. Kopuç'un sapı iki elle ile sıkıca tutulur, sağ omuz hizasından yaklaşık 45 derecelik bir açı ile başın oldukça yukarısına kaldırılır ve hızla sokgudaki buğdayın üzrine inidirilir.Sokgu tek kişi tarafından dövüldüğü gibi, iki veya dört kişi tarafından da dövülebilir. Kişiler tek ya da ikişer olsun karşılıklı olarak sokgunun başında ellerinde kopuçlarla yer alırlar; biri kopuçu indirdiğinde diğeri kaldırmış olur, dörtlüde ise ikişerli olarak kopuçlar kaldırılıp indirilir. Böylece, buğday kapuğundan (kepekten) sıyırlmış olur. Sokgunun bir seansı 2-3 saat sürebilir.Sokgu dögmek çok ağır bir iştir, herkes sokgu dögemez; güçlü kuvvetli genç kızlar, gelinler ve genç erkekler sokgu dövebilirler. Dövülen buğdaylar tekrar güneşe serilerek kurutulur ve kilerdeki çuvallara konur. Eğer dövülen çiğ buğday ise "yarma" olarak kullanılır, kaynatılmış buğday ise Kışın uygun biir zamanda köyün genç kzıları toplanrak ( buna ırgat alma denir, köyde ırgatın anlamı 'hatır için gelip çalışan işçi'dir, ücret talep edilmez) bulgur taşlarında bulgur yaparlar.

    Un Öğütmek ve Pagaç Pişirmek

    Buğdaydan un yapmaya 'un ügütme' denir. 15-20 yıl öncesine kadar buğdaylar su değirmenlerinde ügütülürdü (öğütülürdü).Her köyün Ulu Dere'nin kıyısında bir su değirmeni vardır. Köy uzakta olsa da, değirmen Uludere'nin hemen kıyısındadır, çünkü değirmen taşını döndürecek su bentlerle yükseltilerek büyük harklarla (kanallarla) Uludere'den götürlür. Su değirmenleri genelde her köyde aynı sülalenin tekelindedir. Buğday öğütecekler bu isteklerini değirmenciye bildirirler, eğer başkaları da aynı zamanda buğday öğütmek isterlerse değirmenci onları sıraya kor. Öğütülecek buğday evdeki nüfusu göre hesappaldığından, un öğütme işi evden eve değişir, ama genelde en kalabalık aileler için bile 3 günü geçmez. Yünden ya da kıldan örülmüş büyük çuvallara konulmuş buğdaylar (bunlara 'seklem' denir) eşek, katır ve atlara yüklenerek değirmene taşınır. Değirmenci, buğdayını öğüttüğü evin unundan "pağaç" denilen kurabiyeler yapar. Un genelde dar güzün ya da Aralık ayında (karakış) yapılır, havalar soğuduğundan değirmende sürekli ateş yanar, odunu buğdayı öğütülen ev götürür. Ocağın iki yanındaki ocak taşları kızgındır, değirmenvi hazırladığı hamurdan küçük küçük parçalar alarak iki eliyle bir simit büyüklüğünde ekmekler hazırlayarak ocağın iki yanındaki kızgın taşlara yapıştırır, iyice kızarınca alır, yenilrini yapıştırır. Pagaçlar çok lezzetlidir, dostlara ahbaplara da ikram edilir.

    Değirmen taşına, döndüğü sürece ona dokunarak hep aynı ritmik sesi çıkaracak poziyonda parmak kalınğında 10-15 cm boyunda bir sopa bağlanır, buna "şagkıldak" denir. Değirmenci hangi işi yaparsa yapsın kulağı şakkıldağın değirmen taşına her dokunuşunda çıkardığı sestedir, ondaki bir ritim bozukluğu değirmenin arızalndığını gösterir. Değirmenci, hemen müdahale eder ve eğer arıza büyükse hemen değirmeni durdurur. Çayören Köyün'de şagkıldak ile ilgili bir hikaye ve ona bağlı bir ata sözü vardır ve bugün de çok yaygın olarak söylenmektedir. Hikaye şöyledir: Bir gün bir sel gelmiş değirmeni götürmüş, bu olay karşıında değirmenci aklını zayetmiş ve derenin kıyısında birşeler aramaya başlamış. Oradan geçen bir köylü ne aradığını sorunca o da, değirmenim suya gitti, şakkıldağını arıyorum demiş. Şimdi Çayören'de başından büyük bir olay geçen ancak olayın ciddiyetini kavrayamayn biri olursa, değirmeni gitmiş, şakgıldağını arıyı (arıyor) diyerek hem o adamla dalga geçerler, hem de olayın ciddiyetini kavrayamadığını vurgulamış olurlar.

    Kış

    Kışın damlardaki (çatı) karlar kürünür, evlerin alt katında yer alan ahırlardaki hayvanların üç öğün yemleri hazırlanır verilir, keklik avına gidilir.

    Akşamları yakın aileler birbirlerine akşam ziyaretlerine giderler, buna mahlaya gitme denir ve köyde çok yaygındır. Kış yarısı eğlencesi (gluglu) düzenlenir.

    Burç Kırma

    Çayören'de genlede kış süresi uzundur. Hayvalalr için stoklanan yemler azalır. Bu durmda kavak ve söğüt ağlalrının dalalrı budanarak besin sağlanır, bun a" burç" denir. Kesilen dalalrın kabuklalrı soyularak ve en uçtaki dalalrı satır ile doğaranarak büyük baş haybvvalrın samanlrına katlır. Keçiler doğrudankesiekn dalalrın üzeirne salınır, keçşieire ağalalrın kabukalrınıu soyar, ince dalalrın ı yer. Koyunar ise burç yemez, onallra yonca ve çayır otu verilie, ya da samanlrıan arpa ya da buğday katılır.

    Keklik Avı
    Keklik, Çayören'in kış zamanlarının hem önemli bir yiyeceği hemde avlanan kuşudur.
    Keklik, Çayören'in kış zamanlarının hem önemli bir yiyeceği hemde avlanan kuşudur.

    Keklik avına erkekler gider, av çok kar yağdığı günlerde ve yürüyerek yapılır, av tüfeği veya başka bir ateşli silah ya da tuzak kurma ile yapılmaz, yapanlar ayıplanır. Çayören köyüne kar çok yağar, bazı yıllar dağlarda 2 metreyi geçer. Köyün dört tarafı da yüksek dağlarla çevrilidir, kuzey yönünde derin ve geniş bir vadi vardır, bu vadide Fırat nehrine karışacak Ulu Dere akar. Köyün dağlarında keklik çok bulunur. Bir kural olmamakla birlikte, genelde keklik avına gidenlerin en genç olanları dağların yamaçlarına kadar giderek orada kardan bunalıp sürüngen ardıçların veya herhangi bir doğal engelin kardan koruduğu yerlerde, özellikle böyle yerlerdeki pınarların çevresindeki çimenlerde sürüler halinde yem bulmaya çalışan keklikleri uçurular ve dağın eteklerinde hazır bekleyen orta yaştaki avcılara gözle geliyi ha!, 'gözle geliyi ha! diyerek haber verirler. Keklikler yukarı doğru uçamazlar, hangi dağdan uçuşa geçerlerse geçsinler daima Ulu Dere'nin aktığı vadiye, yani köye doğru uçarlar. Kanatları da kardan ıslandığından kanat çırpamazlar ve bu nedenle uçuşları kısa mesafelidir. Kekliklerin kondukları yerdeki avcılar, onlara dinlenme fırsatı vermeden tutmaya çalışırlar, keklikler yeniden uçmaya başlayınca da yine gözle geliyi ha! veya dereye aşağı geliyi, dereye aşşagı geliyi ha! diye yüksek sesle ve koro halinde bağırarak köyün yanındaki tarlalarda bekleyen avcılara haber verirler. Yeniden uçuşa geçen keklikler -yorgun ve karın içine konduklarından kanatları daha da ıslandığından- bu kez daha kısa mesafe uçarlar ve kondutan sonra bir daha uçamazlar, sekmeye (yürümeye)başlarlar, buldukları herhangi bir daldaya (dulda: sota)gizlenirler. Avcılar, kekliklerin kar üstündeki ayak izlerini sürerek (takip ederek) onları saklandıkları yerde yakalarlar. Ava gidenlerin çoğu bir günde 1-2 keklik tutabilir, karın çok yağdığı ve kekliğin bol olduğu kış aylarında bazı avcıların günde 4-5, hatta 8-10 keklik tuttuğu olur. Avcı tututuğu kekliğin kanadını dişi ile yolar ve canlı canlı koynuna ( kazağının, gömleğinin en üst düğmelerini çözer kekliği boynundan elbisesinin içine iter)koyar. Tutulan kekliklerin etleriyle bulgur pilavı, küfde (içli bulgur köftesi)ve kömme, özellikle babıbgo yapılır.

    Coğrafya

    Çayören; Sivas il merkezine 214 km, Divriği ilçesine 38 km uzaklıktadır. Divriği - Arapgir yolu üzerinde olup bu yol 90 km uzunluğundadır. Yolun tamamı topraktır (2008 yılı). Çayören, Arapgir'e ise 52 kilometredir.

    Çayören'in enlemi: 39.1500 kuzey, boylamı: 38.2000 doğudur. [3]

    Köyün güney, kuzey ve doğusundan akan 3 deresi vardır, üçü de köyün hemen altında birleşir, oluşan büyük dere (ulu dere) Divriği'ye kadar olan yolda başka derelerle, çaylarla birleşerek Divriği'de Fırat Nehri'nin kollarından biri olan 'Çaltı Çayı'na karışır.

    "Eyerli" ve "Gatırlı" dağları vardır ve bu ikisi ayrıca ziyaret'tir.


    İklim

    Köyün iklimi, karasal iklimi etki alanı içerisindedir.
#26.06.2009 12:07 0 0 0
  • Nüfus

    Köyün nüfusu büyük kentlerdekiler (İstanbul, Kocaeli, Ankara, Bursa) ile birlikte 2500-3000 arasında tahmin edilmektedir. Buna karşın, köyde yaşayan bugünkü nüfusu Yaz ve Kış mevsimine göre değişmekle birlikte hiçbir ayda 150'yi geçmemektedir.Örneğin, 2005 yılının Aralık ayında köyde yaşayanların sayısı 60'ın altında idi. Buna karşın, 1965 yılında köyün nüfusu 400'ün üzerindeydi .Yıllar geçtikçe köydeki nüfusun azalması doğurganlığın azalmasından değil, Çayören Köyü'nden büyük kentlere yoğun göçün bir sonucudur. Çayören köylüleri 1970'li yılarda başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere göç etmeye başladılar, bu göç 1980'den sonra hızlandı, 1995'ten sonra köyden göçecek kimse kalmadı. Köyde kalanlar, kentlerde herhangi bir işte tutunamayan gençler, kızlarının ya da oğullarının evlerinde barınamayan ihtiyarlar, hasta ya da sakat olanlardır.

    Köyde yaş ortalamasının gerek kadınlarda gerek erkeklerde arttığı gözlenmektedir. Mayıs 2006-Mayıs 2008 arasındaki 2 yıllık sürede ölen 33 kişden 30'nun yaşları 80'nin üzerindedir. Bunlardan 1'i 100, 1'i 94, 1'i 88, 5'i 84 yaşlarında idiler. Ömrün uzaması ile birlikte "yatalak hasta" hasta sayısın da arttığı gözlenmiştir. Yukarıdaki hastalardan 6'sı en az 3 yıl yatakta başkalarına bağımlı yaşamışlardır.


    Yıllara göre köy nüfus verileri
    2007
    2000 115 [4]
    1997 142 [5]
    1990
    1980

    Ekonomi

    Köyün ekonomisi 1980 öncesinde temelde tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. Her evde değişik sayılarda hem küçükbaş, hem de büyük baş hayavlar beslenirdi. En makbul hayvanlare koyunlar ile öküzlerdi, keçi ve katılar köyde pek sevilmezdi ve bu nednele de sayıları azdı.Orta halli bir ailenin 15-30 arasında koyunu, 5-10 keçisi, 2 öküzü, 1 ineği, 1 danası, 1-2 tosunu, 1 eşek, 1 at veya katırı olurdu. Her ev, kuzu, gıdık ve danaları henüz 2 aylık iken kulakalrına makas veya bıçakla kendi sülalelerinin işaretini yaparlardı, buna " en, işleme de "enemek" denirid. Çin kaynakları Doğuz Oğuz'ların ataları saydıkları "Kao-kü"ler hakkında, "... hayvanlarına birer mülkiyet damgası vururlar, bir hayvan yabancı bir halka karışırsa, onu hiç kimse mülkiyetine geçiremez."[40] Aynı uygulama Moğollarda da görülür: " Şunu kaydetmeliyiz ki hayvanlar üzerindeki mülikyet hususui bir nişan -damga (tamğa) ile işaretlenirdi; bu damga, bir kabilenin bütün azaları için aynı idi. Bunlar sülaleye ait özellikler taşıyan, çoğu zaman geometrik değişik şekil ve boyutlarda soyut işaretlerdir. " (Moğolların İçtimai Teşkilatı, s:91.) At, eşek be katıra en yapılmazdı. [Arıcılık]], meyvecilik (özellikle ceviz)ve kavak ağaçlarının satımından da ek gelir sağlayan evler vardı. Bunun yanında, genç erkekler Sonbahar'ın sonlarına doğru (dar güzün) İstanbul'a gidip Eminönü'nde hamallık, Beyoğlu'nun arka sokaklarında garsonluk, Tepebaşı'ndaki garajlarda otomobil yıkama, değişik semtlerdeki bakkallarda getir-götür işleri gibi geçiçi işlerde çalışıp, ot deriminde köye gelirlerdi.Böylece, kışın hem kendi boğazlarını gurbette çıkarır, hem de köyde ürettikleri buğday, fasulye, mercimek gibi tarım ürünleri eğer evin ihtiyacını karşılayamıyorsa eksik kalan kısmı satın alacak parayı temin ederlerdi. Bunun yanında, kazandıkları para ile eşine, çocuklarına pılı-pırtı (giysiler), şeker, çay, evin ihtiyarlarının tütünü gbi gereksinimleri de alırlardı. Bazıları 2-3 sene İstanbul'dan gelmezdi. Bu yaşam biçimi bilinmeyen zamanlardan beri süregeliyordu. İstanbul'a yerleşmek kimsenin aklından geçmemişti, orası gurbeti ve değersiz bir yerdi, köylülerin gözünde. 1970'li yılarda, özellikle 1980'den sonra Çayören köylüleri başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde artık geçici iş değil, çorap fabrikalarında işçilik, özel işletmelerde aşçılık,lokantalarda garson veya aşçı, nadir olarak lokanta veya yemek fabrikası işletmeciliği, apatmanlarda kapıcılık, zenginlerin evinde hizmetçilik, kamyonetlerle taşımacılık (nakilyecilik), konfeksiyon atolyelerinde terzilik gibi kalıcı işlerde çalışmaya başladılar ve ailelerini de gecekondu bölgelerine taşıdılar, zamanla kendileri de gecekondular yaptılar ve içlerinden apartman daireleri alanlar oldu. Bu süreçte lisede ve yüksek okullarda okuyan öğrenci sayısı hızla çoğaldı, bugün değişik mesleklerde 100'ün üzerinde mezun olduğu tahmin ediliyor.

    Büyük kentlere yoğun göç Türkiye genelindeki sosyal bir olgudur ve bu olgunun nedenleri Çayören Köyü için de geçerlidir. Bunun yanında Çayören Köyü'ne özgü yerel nedenler de vardır. Temelde verimsiz-dağlık topraklarda kurulmuş bir dağ köyü olması yatar.Çayören'i Divriği üzerinden Sivas'a, Arapkir üzerinden Malatya'ya bağlayan 90 Km uzunluğundaki yol tamamen topraktır, Divriği'ye olan 38 Km'lik uzaklık yaklaşık 2 saatte alınabilmektedir. Yolun dar ve toprak olması köyün ekonomisini çok yakından ve olumsuz olarak etkilemektedir. Örneğin yetiştirdikleri çok saıdaki kavak ağaçlarını, elma ve ceviz başta olmak üzere meyvalarını rayiç bedellerden satamamaktadırlar. Bir de, Divriği'nin tüm köyleri için geçerli neden vardır. Dünyanın 6. büyük demir rezervleri Divriği'de dir, Türkiye'deki 4 demir -çelik fabrikasının ihtiyacı olan demir cevheri Divriği'den gider. Bu fabrikların kurulduğu yerler ekonomik yönden çok geliştikleri halde (örneğin ABD'de yayınlanan Forbes Dergisi'ne göre Ereğli Demir-Çelik'in piyasa değeri 6 milyar doların üzerindedir, ekonomik büyüklük bakımından dünyadaki büyük kuruluşların içinde üstten 1424'üncü sıradadır.[41], Divriği merkeze ve köylerine herhangi bir ekonomik katkı sağlamamıştır.Örneğin, nüfusu büyük kentlerdekiler ile 2500-3000 arasında tahmin edilen Çayören Köyü'nde Divriği demir madenlerinden emekli tek bir kişi yoktur.Bunun gibi, demir-çelik sanayisi ile ilgili haddehaneler, atölyeler ve diğer işletmeler ile bunlarla ilintili ithlat-ihracat şirketleri fabrikaların kurulduğu Ereğli, Karabük ve İskenderun'da ve çevrelerinde çok yaygın iken, ne Divriği'de ne de köylerinde herhangi bir atölye, işletme, vb yoktur. Köyde bugün tarım ve hayvancılık hiç yapılmamaktadır, ekili tek bir tarla, biçilen tek bir çayır yoktur. Bunun gibi, köyde tek bir koyun veya keçi, öküz, at, katır, eşek yoktur, bazı evlerde tek bir inek vardır. Köyde yaşayanların ekonomik geliri emekli maaşları, emekliliği olmayanların ise ihtiyarlık maaşları ile gurbetteki çocuklarının gönderdiği ayni ve nakti yardımlardır.

    Muhtarlık

    Yerleşim yerinin köy tüzel kişiliği alması ile birlikte köyün tüzel kişiliğini temsil etmesi için köy muhtarlık seçimleri de yapılmaktadır.

    Seçildikleri yıllara göre köy muhtarları:

    2004 - İsmail Erguvan [6]
    1999 -
    1994 -
    1989 -
    1984 -

    Altyapı bilgileri

    Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak öğrenci sayısı çok az olduğundan kullanılmamaktadır, öğrenciler Divriği'de okumaktadırlar. Köyün içme suyu ve kanalizasyon şebekeleri vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık Ocağı ve Sağlık Evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol toprak olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Köyde cep telefonları kullanılamamaktadır (2008 yılı).
#26.06.2009 12:07 0 0 0
  • Sivas-Divriği-Kekliktepe Köyü
    Kekliktepe, Sivas ilinin Divriği ilçesine bağlı bir köydür. Eski ismi "Gâlın" olarak geçer .

    Tarihi

    Galın ismi ermenilerin burda zamanında yaşadığı bilinmektedir. Köyün eski yerleşim yeri yazı köyüne ve karayoluna yakın bir yerde bulunuyor. Köye yakın bir yerde eski bir yerleşim yeri(ören) mevcuttur. Burda eski köy kalıntıları içinde birde kilise kalıntısı bulunuyor. Bu köye ataları Malatya arguvan'dan göç etmiş. Şimdiki yerleşim yerine ev yapmışlar.

    Bir başka anlatıma göre eskiden Ermenilerin yaşadığı Gâlın(Gâlut) şehrinin yakınına kurulduğundan dolayı bu ismi almış olmasıdır.

    Kültür

    Köyde Anadolu Türkmen gelenekleri mevcuttur. Köy Halkının Tamamı Alevi-Bektaşi inancına ve kültürüne sahiptir. İbadet açısından bağlılık ve sadaakat bu köy halkınca çok içten yaşanmaktadır.

    Coğrafya

    Sivas iline 204 km, Divriği ilçesine 26 km uzaklıktadır.

    Komşuları: Yazı köyü,Ziniski(Akmeşe) ,Sincan,Karakale,Bahçeli(Pengürt),Dikmeçay(Eşke),Karakuzulu,Eskibeyli(Norşun)

    Ulaşım ilçeden yaklaşık olarak 35-40 dk sürmektedir..

    "Kışla" adında birde mezrası vardır


    İklim

    Köyün iklimi, karasal iklimi etki alanı içerisindedir.

    Yüksek bir mevkiide kurulu olduğundan dolayı,Rüzgarlara açık bir pozisyondadır. Bu da insanları çetin şartlarda yaşamaya zorlar. Köy yolu (aynı zamanda patikadır) kış boyunca karla kaplıdır.


    Nüfus
    Yıllara göre köy nüfus verileri
    2007 3
    2000 16
    1997 16

    Ekonomi

    Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.

    Köy kentleşmenin bir sonucu olarak yoğun bir göç vermeye maruz kalmıştır. Köy Halkının çoğu başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere göçe etmiştir.


    Tarım

    Köy arazisi köy mutarı tarafından ekenekleri ektirilmektedir

    Muhtarlık

    Yerleşim yerinin köy tüzel kişiliği alması ile birlikte köyün tüzel kişiliğini temsil etmesi için köy muhtarlık seçimleri de yapılmaktadır.

    Seçildikleri yıllara göre köy muhtarları:

    2004 - M.kemal İyidoğan
    1999 -
    1994 -
    1989 -
    1984 -

    Ziyaret Yerleri

    * Beldede
    * Çam Evliyası
    * Tek Ardıç
    * Dede Düşeği'dir.
    * uyuz pınarı

    Yemekleri

    * Haşıl
    * Kavurga
    * Herle
    * Çılbır
    * Abdal Musa Pilavı
    * Kömbe
    * Bulgur Pilavı
    * Hatem Halanın Küllemesi
    * hasıde tatlısı


    Altyapı bilgileri

    Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak öğrenci olmadığından dolayı kullanılamamaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. Ptt şubesi yoktur ancak acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol stabilize olup köyde elektrik ve Telefon vardır.
#26.06.2009 12:11 0 0 0