Değer Paradoksu Nedir

Son güncelleme: 15.06.2010 20:39
  • Değer Teorileri - Arz ve Taleple Fiyat Arasındaki İlişki - Ricardo 'nun Değer Teorisi - Serbest Piyasa Mekanizması
    Değer teorisi, ekonomi biliminin kurucusu sayılan Adam Smith'in The Wealth of Nations adlı kitabında makro düzeyde geliştirilen ekonomik büyüme modelinin mikro-ekonomik temelini oluşturmaktadır. Smith, değer sorununu tanımsal bir paradoks ile sunmuştur. "Değer kelimesinin iki farklı anlamı olup, bazen belirli bir şeyin faydasını, bazen de bu şeye sahip olmanın diğer malları satın alma gücünü ifade etmektedir. Birincisine kullanma değeri, ikincisine mübadele değeri denilebilir. Kullanma değeri çok yüksek olan şeylerin birçok halde çok az mübadele değeri vardır ya da hiç mübadele değeri yoktur.

    Mübadele değeri çok yüksek bazı malların ise kullanma değeri çok azdır ya da hiç yoktur. Sudan daha faydalı bir şey düşünülemez; fakat su ile bir şey satın alınamaz. Buna karşılık, bir elmasın kullanma değeri yoksa da, elmas karşılığında birçok mal elde etmek mümkündür."

    Klasik ekonomistler bu değer paradoksunu, yani kullanma değeri ile mübadele değeri arasındaki farkı çözümleyememişlerdir; çünkü onlar, piyasada marjinal değerlemelerin varlığını ve önemini açıklamaya yönelmemişlerdir. Smith, mübadele değerinin ya da nispi fiyatın zaman içindeki değişimini açıklamaya çalışmıştır. Herhangi bir mala sahip olup da bu malı kullanmak ya da tüketmek niyetinde olmayan, bunu başka mallar ile mübadele etmek niyetinde olan bir kişi için o malın değeri, satın alabildiği veya hükmedebileceği emek miktarına eşittir. Bu nedenle, emek, bütün malların mübadele edilebilen değerinin gerçek ölçüsüdür.
    Ancak toplumda stok birimi ve toprağa sahip olma süreci başladıktan sonra, emek tek başına piyasa fiyatını açıklamaya yetmez. Smith, cari (piyasa) fiyatla tabii fiyat arasında bir ayırım yapmaktadır. Cari (piyasa) fiyatı, kısa dönemde arz ve talebin karşılıklı etkileşimi belirler; tabii fiyatı ise uzun dönemli üretim maliyetleri belirlemektedir. Ricardo'nun Değer Teorisi: Ricardo'nun değer teorisi, bir gerçek maliyet teorisidir. Ricardo, Smith'ten ayrılarak, değer teorisini ilkel toplumlara özgü bir teori olmanın ötesine götürmüştür.
    Ricardo, genel kuralın bazı istisnaları olabileceğini kabul etmiştir. Bazı malların değeri tamamen kıtlıkla belirlenmektedir. Emekle bu malların üretimini artırmak mümkün değildir. Bu yüzden, arzı artırmak yoluyla bu tür malların değerini düşürmek mümkün değildir. Bir Renoir tablosu bu tür bir istisnadır.

    Ricardo'nun teorisine diğer bir istisna sermayenin rolü ile ilgilidir; sermaye dolaylı ya da kristalleşmiş emek olarak kabul edilmiştir. Sabit döner sermaye ayrımı yapan Ricardo, sabit sermayenin döner sermayeye oranı yükseldiği ve sermayenin dayanıklılığı arttığı takdirde, değerin artacağını kabul etmiştir. Sermaye, malların değerini iki bakımdan etkilemektedir. Üretimde kullanılırken yok olan sermaye, ürününün değerine bir ek yapmaktadır. Diğer taraftan, zaman birimi başına kullanılan sermayenin, cari faiz oranına göre karşılığının hesaplanması gerekmektedir.

    Analitik bakımdan Ricardo değeri, emeğin ve sermayenin reel maliyetlerine oturtmuştur. Smith'ten farklı olarak da rant'ı maliyetlerin dışında tutmuştur. Klasik ekonomistlerden Senior, Ricardo'nun değer teorisine şu değişiklikleri getirmiştir: Değerin fayda teorisini kabul etmiş, ancak Ricardo'nun üretim maliyeti ve tam rekabet varsayımını eleştirmiştir. Servet, değer ve fayda kavramlarını tanımlarken servetin faydaya sahip olan, nispeten kıt olan ve transfer edilebilen bütün mal ve hizmetleri kapsadığını ifade etmektedir. Bu tanım Smith'in tanımından daha geniştir; çünkü fizik üretimin yanı sıra hizmetleri de kapsamaktadır. Aynı zamanda bu tanım son gelişmelere de uygundur; çünkü hem talep faktörlerinin (fayda), hem de arz faktörlerinin önemini kabul etmektedir. Diğer bir deyişle fayda ve kıtlık beraberce değeri belirlemektedir.

    John Stuart Mill, mübadele değerini incelerken arz ve taleple fiyat arasında fonksiyonel bir ilişki görmüştür. Arz ve talebi -kendisinden öncekilerin ifade ettikleri gibi- bir oran şeklinde değil, birer denklem şeklinde ifade etmiş, aynı zamanda fiyatın arz ve talepte yaptığı değişmelerle arz ve talebin fiyatta yaptığı değişmeler arasında önemli bir ayırım yapmıştır.
    Karl Marx'a göre ise değerin esası emektir. Değer her malın objektif bir özelliği olup, arz ve talep kuvvetleri gibi yüzeysel faktörlere bağlı olamaz. Piyasa kuvvetlerinin etrafında değiştiği şey, üretim maliyetidir.
    Marx'a göre üretim maliyeti emek maliyetinden ibarettir. Bu nedenle de değeri belirleyen piyasa kuvvetleri değil, üretimin kendisidir.

    Eğer mübadele değerinin esası emekse, emeğin mübadele değeri neye eşittir? Emeğin değerini ikiye ayıran Marx, sosyal bakımdan gerekli emeğin kendi mübadele değerini belirlediğini ve bunun ücret olduğunu, geriye kalan kısmın ise artık değeri oluşturduğunu ve kapitalist tarafından alındığını ifade etmiştir. Bu yüzden "artık değer" mübadelede değil, üretimde oluşmaktadır. Emeğin mübadele değeri (geçinme) ile kullanım değeri(emeğin ürününün değeri) arasındaki fark, emek talebinin oluşmasının tek nedenidir.
    Marjinalist Okula göre, bir malın değeri olması için, insanların belirli ihtiyaçlarını giderirken, aynı zamanda belirli bir mal üzerinde hakimiyetleri olduğunu görmeleri gerekmektedir.
    Fayda, bir malın insan ihtiyaçlarını karşılama kapasitesidir. Ekonomik olmayan malların da faydası labilir; çünkü kullanımla ihtiyaç arasındaki subjektif değerlendirme belirli bir miktarla ilgilidir. Kullanım değeri ise yalnız ekonomik mallar için söz konusudur. Marjinalist okulunun bu konudaki katkısı, mübadele değerinin ancak mübadele değeri ile açıklanabileceğini ortaya koymasıdır.

    Değer Paradoksu

    Modern iktisadın yapıtaşı sayılan The Wealth of Nations (1776) kitabının yazarı Adam Smith'in temel kavramlarından biridir. A. Smith, şu soruyu sormuştur.
    "Nasıl oluyor da çok yararı olan suyun fiyatı o kadar düşüktür de, lüzumsuz bir mal olan elmasın fiyatı o kadar yüksektir?" Bugün iktisada yeni başlayan bir öğrenci bile bu soruya doğru cevap verebilir; "Bu sorun çok basittir; suyun arz ve talep eğrileri o şekillerdedir ki, düşük bir fiyat düzeyinde kesişmektedir." Bu yanlış bir cevap değildir. Adam Smith böyle bir cevap veremezdi; çünkü zamanında arz ve talep eğrilerini çözümleme araçları henüz ortaya çıkmamıştı.

    Bu çözümleme araçları ancak o tarihten 75 yıl sonra iktisat teorisine girdi. Bu cevap Adam Smith'e verilseydi aşağıdaki soruyu soracaktı: "Fakat suyun arz ve talep eğrileri niçin bu kadar düşük bir fiyatta kesişiyor?" Bu soruya verilecek cevap iki kısımdan oluşur: Elmas nadirdir; yenisini üretmek için katlanılan maliyet yüksektir; oysa su nispeten boldur ve dünyanın birçok yerinde maliyeti çok düşüktür.

    Yüz yıl önce yaşamış klasik iktisatçılar cevabın bu kısmına itiraz edemeyecek, fakat maliyetle ilgili bu görüşleri dünyadaki suyun, dünyadaki elmas arzından daha yararlı olduğu fikriyle bağdaştıramayacaklardı. Aslında Adam Smith bu paradoksu çözmüş değildir. Ancak kullanılış değeri ile mübadele değeri arasında bir ayırım yapmıştır: Bir malın kullanılış değeri iktisadi refaha yaptığı katkıdır; mübadele değeriyse malın satışından elde edilen toplam nakdi değer ya da gelirdir. Smith, marjinal faydayı, toplam faydadan ayırt edecek noktaya gelememiştir.
    Bugünkü bilgilerimize göre yukarıdaki maliyet düşüncelerine şunları eklemeliyiz: Suyun toplam yararı onun fiyatını ya da talebini belirlemez.

    Suyun son biriminin nispi yararı ve maliyeti suyun fiyatını belirlemektedir. Neden? Çünkü fertler bu son birimi alıp almamakta serbesttirler. Eğer suyun fiyatı son yararından yüksekse, suyun bu son biriminin faydasına eşit oluncaya kadar düşmeye devam edecektir.
    Bundan başka, suyun her birimi diğer birimlerle aynı olduğuna göre ve tam rekabet piyasasında fiyat tek olduğu için, her birim, son en az yararlı birim fiyatından satılacaktır. (Toplam yerine marjinal yarar üstünde dikkatlerimizi toplamalıyız.) Demek ki bir mal bollaştıkça, toplam yarar her ek birimle artmasına rağmen, bu malın son küçük birimine istek nispeten azalmaktadır. Böyle olunca büyük miktarlardaki suyun neden düşük fiyatı olduğu anlaşılmaktadır. Ya da, havanın geniş yararlarına rağmen niçin serbest mal olduğu anlaşılır. Sonradan gelen bir sürü birim, bütün birimlerin piyasa değerini değiştirmektedir.

    GÖRÜNMEYEN EL

    Serbest piyasa mekanizmasını ifade eden bu kavram, Adam Smith tarafından ortaya atılmıştır. İktisadi hayatta düzeni sağlayan ve hangi malların, kimler için, ne miktarlarda üretileceği gibi temel ekonomik sorunları çözümleyen bir görünmez el (serbest fiyat mekanizması) vardır. O nedenle hükümetler ekonomik hayata müdahale etmemelidirler görüşü, Görünmeyen El Mekanizması'nın savunucusu konumundaki Neo-Klasik iktisatçılar tarafından hararetle savunulmuştur.

    Görünmeyen El Mekanizması sayesinde, ekonomide oluşan arz veya talep fazlalığı erir ve piyasa tekrar denge noktasına geri döner. Görünmeyen El Mekanizması talebin tamamiyle kırıldığı 1929 Büyük Buhranı esnasında, piyasaları dengesizlikten kurtarmaya yetmemiştir, bir mekanizma olarak çalışamamıştır.


    alıntı
#15.06.2010 20:39 0 0 0