Ben Havva'yım Sen Kaval

Son güncelleme: 19.10.2010 08:01
  • Dedi, kadın.
    ***
    Nasıl başlamıştı?
    Bunu bir ağacın tatlı dilinden öğrenelim.
    Beni bağışlayan tanrı, çok sevmiş olmalı ki birkaç tat birden verdi bana. Toprağın yüzü suyu hürmetine tatlı, limonun suyu hürmetine ekşi, diyalektiğin bakır teni hürmetine de başka tatlar verdi. Ben bir elma ağacıyım. Yalnız yaşarım. Tepede, benden başka ağaç yok. Bundan olmalı ki diğer ağaçların olası meyve tatları bu tepenin toprağının damarlarından vücuduma aktı. Aktıkça beslendim. Beslendikçe göğe erdim. Dallarım dolu dizgin, çiçeğim dörtnala koşan tay
    Bir gün, iki güvercin gelip dalıma kondu. İki tatlı misafir. İki kar taneciği. Biri, ötekine der ki; şu köyün karadan kaşı, uzundan boyu, demirden bileği, babadan namı ve beyazdan atı olan yiğit, cesur Resal'ın gönlü uzak diyarlardan bir kıza sevdalanmış. Gözü uyku görmez, sinesi dağlanır olmuş. Hastalanıp yataklara düşmüş ama derdini kimselere diyememiş. Yedi milletten yedi hekim getirilmiş, yedi diyar gezilip yetmiş yedi ot kaynatılıp içirilmiş. Lakin hiç biri bu derde deva olamamış. Gariban anası kanlar akıtan ıslak gözlerini silerek oğlunun yanına varıp demiş; oğul, oğul! Kaşı kara bileği demir oğul. Gözümün nuru, alnımın akı oğul! Hele de anana, nedir derdin? Niyedir bu halin? Resalım, kartal bakışlım, derdini demezsen dermanın olmaz. Bizi harap eyledin. Ocağı kül eyledin. De kurban olduğum, de anacığına, nedir derdin?
    Resal, sanırsın ki bir kartal kaldırır kafasını, annesine der ki; sevdalandım ana, sevdalandım.
    İkinci güvercin sözü alır; aşk yarasıdır bu, derin ve sancılıdır. Yiğidi kül; hanı kan eyler. Önceyi baran; sonrayı boran; şimdiyi dar-an eyler.
    Ve annesi der ki; Resal! Kara kaşlım. Sevda derdi çekersin de niye gizlersin? Ayıp değil oğul. Sevmek ve sevilmek Allah'tan armağan bizlere.. bizi bir arada tutan, güç veren o'dur ki geldiği an göz başka şeyi görmez, dil başka kelime bilmez.
    Resal ; biliyorum ana biliyorum da bu sevda dağın ötesidir. Zorun kendisidir. Bileğim eğilir de yüreğim eğilmez amma yedi kardeşi yiğit, yedi yiğidin meskeni kırk oba öte ve Aysa, yedi kılıcın keskin gölgesi altında on yedisinde. Bir güzel ki ana ışığı gözlerini yakar. Sesi çağlayan gibi Güldü mü, çiçekler selama durur yüzünde. Boyu reyhan dalı, kaşı keman, kirpiği oktur ana ok. Bu sevdanın yükü çoktur çok.
    Anası; ağulanma oğul. De hele neredir oralar? Kimdir onlar? Yok mu bize bir gelin oralardan? Ha? Resal'ım, kartal bakışlım!
    Resal; vermezler ana. Balık ve elma sevmez onlar. Bizi hor görürler.
    -görmezler oğul. Sevdayı da bilirler elbet.
    -bilirler ana. En çok da Aysa
    -kalk oğul, kalk! Seven ayrı kaldı mı toprak bereketini saklarmış!
    Nasıl başlamıştı?
    Bunu, bir ağacın sızlayıp giden tatlı dilinden öğrenelim.
    Meyvelerim, gün geçtikçe olgunlaşır, daha bir hoş olurlar. Düşen tanelerim, gövdeme ikiz gölgemin içinde birikirler. Tadına doyum olmaz elmalarımın. Elmalarım güzeldir. Çünkü tekim bu tepede. Tatlar bende birikir.
    Ve birinci kuş sözü alır; Aysa, sekiz kardeşin en sondan geleniydi. Yedi erkek ve bir kız. Yedi yiğit ve bir rınd-ı cihan. Nazlı büyümüş. Bir dediği iki edilmemiş. Yedi cihan perilerinin tılsımlarıyla donatılmış, gencecik, güzel bir kızmış. Ağabeyleri evde yokken bahçedeki kuzuyla oynar, canı sıkıldı mı da dışarı çıkar obanın aşağısındaki pınara inermiş. Pınar ki suyu tatlı, etrafı rengarenk çiçeklerle dolu, serin, gölgeli ve köyün yüzyıllık yaşanılanlarına tanık imiş.. Ve yine böyle bir gün pınara iner iken, oradan geçip gitmekte olan Resal'ı görmüş. Resal gittikçe yaklaşmakta imiş. Daha önce hiç yabancılarla konuşmadığı için korkmuş ve pınarın başındaki ağaca tırmanmış. Yol yorgunu Resal, pınarı görür görmez orada dinlenmeye karar vermiş. Atından iner inmez pınarın suyundan kana kana içmeye başlamış. Ardından, pınarın dalgalanmış suyunun durulmasını izleyedurmuş. Su durulur durulmaz Resal, diyar diyar gezmiş, binlerce yöre dolaşmış, oturup misafir olmuş, tanışıp koklaşmış Resal, masallardaki güzellikleri düşünde kurgulayan, her genç gibi büyüklerinden duydukları masal güzellerini bir gün bulma ümidiyle gün sayıp yol gözleyen Resal, suda bir yüz görür ki 'aklının serinliği yarılır'*. Bunun bir düş olduğunu ve yolların yorgunluğundan böyle seraplar gördüğünü sanır. Oysa ki su duruldukça suda aks eden yüz gerçekliğin kendisinden öte bir şey değilmiş. Bunun farkına varan Aysa, korkuyla karışık bir heyecan ile yabancının ne yapacağını merak etmekteymiş. Yabancı kafasını kaldırıp da baksa, gösterse yüzünü ilk kez bir yabancıya bu kadar yakınmış. İçindeki duygunun korkudan çok bir merak ve tutku olduğunu anlayan Aysa, bulunmak istiyormuş. Bir oyuna dönüşen bu duygunun devam etmesini; saklandığı yerde susup kalmasına rağmen sobelenmek istiyormuş. Ve Resal kafasını kaldırmış. Görmüş o rınd-ı cihanı. O, yedi cihan perilerinin tılsımlarıyla donatılmış, nazlı, on yedisinde, gencecik Aysa'yı. Görmüş amma bir şey diyememiş. Dili tutulmuş, elleri bağlanmış, dizleri gücünden olmuş. Yukarıda, ağacın üzerinde duran Aysa ise, donup kalan bu yabancıya bir ceylanın ürkekliği ile bakmış ve içinde beliriveren ateşe ve heyecana bir mana bulmaya çalışmış. Lakin aşk derler bunun adına da Aysa, bunu bilememiş.
    İkinci kuş sözü alır; aşk, iki sevdalıyı oracıkta buluverince suya başka akış, rüzgara başka hız, toprağa başka bir renk gelmiş.
    Aysa, hiçbir şey demeden ağaçtan inmiş. Resal'a yüzünün ışığını ve gülümsemesini bırakarak oradan uzaklaşmış. Resal, bu rüyadan çok sonra uyanmış. Gün akşam olmuş. Yol belirsiz, iz kalmaz olmuş. Atının yelesini okşayıp sonra da sırtına binen Resal, yön seçmeden sürmüş, sürmüş, nehir dağ düz gitmiş.
    Nasıl devam etmişti?
    Bunu, bir güvercinin ağaç hatıratından sızıp gelen narin sesinden öğrenelim.
    Bir diyardan bir diyara uçan iki kardeşiz. Kimi zaman gökte bir buluta konarız, kimi zaman yerde dal, toprak oynarız. Aktır bize düşen renk, mavi göğün içinde bir ahenkiz ve uçarız dağ, bayır, oba, ırak ve yakın yaylalarda. Gördüklerimiz bir masaldır ve koca bir cenk.
    Birinci kuş devam eder; yiğit olan kendini yola vurdu mu, yol gider, rüya bitmezmiş.
    Uyandı rüyasından Resal. Uzun bir yolculuktan sonra uyandı. Dağları ardında bıraktı. Nehirleri ardında bıraktı. Bir pınarı, bir sihirli pınarı, bir kutsal pınarı ardında bıraktı ama; geride kalan bir şey daha vardı. Oracıkta bırakıvermişti kalbini. Gördüğü o düş, o masal kızına kalbini bırakmıştı. Almış mıydı bilmiyordu ama ona bırakmıştı. Ve lakin içinde alevlenip duran ateşin söneceği de yoktu. Hangi suya bıraksa da canından gayrısını bu ateşin söneceği yoktu. Ne o ardında bıraktığı nehirler, ne denizler ne yağmurlar ne de o tılsımlı pınar. Bir bakıştan, bir gülüşten, bir sesten gayrı derman ne olabilir ki Resal için?
    İkinci kuş alır sözü; aşk yiğitliği öldürmez, beslermiş. Korkuyu büyütmez, küçültürmüş.
    Obaya kadar kanatlanmış olarak gelen Aysa, kendini, kuş tüyünden yapılma yorganının altına atmış. Gördüğü o yiğidi, o yabancıyı daha çok düşünmek istiyormuş. Sorgulamadan, verdiği heyecanı anlamaya çalışmadan düşünmek istiyormuş.
    Gözlerini kapayan Aysa, iki beyaz güvercinin, bir tepede tek başına duran bir elma ağacına tünemiş olduklarını ve ona baktıklarını görünce, ilahi bir çekim kuvveti tarafından çekiliyormuş gibi oraya doğru yürümüş. Güvercinler aktan karaya dönmüş. Ağaç, göğe doğru uzamış. Elmalar, kurtlarını kendi asidiyle yok etmiş.
    Bu korkunç görüntülere doğru çekildiğini gören Aysa, çığlık çığlığa uyandı rüyasından. Saat 06:30 olmuştu. Kalktı yatağından. Yüzünü yıkamaya gitti. Işığı açtı. Musluktan aldığı bir avuç suyu yüzüne attıktan sonra aynaya bakmasıyla ikinci kez çığlık atması bir oldu. Yüzü değişmişti. Kendisi değildi.
    ***
    Nasıl sona ermişti?
    Bunu, ağaçtan ve güvercinlerden yüzlerce yıl sonra yaşayan bir masal anlatıcısından dinleyelim.
    Aysa, aşık olduğu üçüncü günün akşamı gördüğü rüyanın içinden hiç çıkmadı.
    Annesinin evlenirken, köyden beraberinde getirdiği masalları, onun çocukluğunda ninnilerle birlikte ona anlattığı zamanları hatırladı. Masallarla büyümüştü. Korkusuz kahramanları, acımasız canavarları, imkansız, derin, sancılı, büyülü, şiirsel aşkları, ayrılıkları ve ölümleri tanımıştı
    O zamanların tılsımlarını yitirdiğini, her gün biraz daha fazla yok olduğunu gördükçe içi burkuluyor, kendisine yapılan bu haksızlığı, bu, düşleri ile zaman arasındaki uçurumu kabullenemiyor, masallara dönüyordu. Belki, dinlediği bir masalın kahramanı olmak istedi hep. Belki hepsinin Saraylara, güce, ışıltılı zamanlara, perilere, kendisi için yazılacak şiirlere, efsanelere sahip olmak istedi hep. Dilden dile dolanan, şimdiki zaman okul kitaplarında adı geçen iki ölümsüz âşıktan biri olmalıydı. Ölüm gelip onu bulduğunda, bu bir hastalık, bir kaza ya da bir doğal felaket yüzünden olmamalıydı. Aşk onu öldürmeliydi ve yine aşk onu Anka yapmalıydı. Oysa şimdi, kısacık zamanlarda başlayıp bitiveren, ısmarlama, vitrin aşkları vardı.
    Büyümüştü Aysa. Okumuş, iş sahibi olmuştu.
    İyi bir şirkette parlak bir kariyere doğru hızla tırmanırken, bir akşam takıldığı, kentin loş ışıklı barlarının birinde, sahnede gitarıyla birlikte şarkılar söyleyen Resal'ı görür. Onunla konuşmak için bütün gece bekler. Program süresince, Aysa'nın bakışlarının üzerinde olduğunu gören Resal, karşılıksız bırakmaz onu ve arada bir gülümser. Hatta, en güzel aşk şarkılarını söylerken bile ona bakmaya çalışırdı. Gecenin sonuna doğru bar boşalır. Aysa, oturduğu yerde onu dinlemeye devam eder.
    Şarkılarını bitiren Resal, gitarını sahnede bıraktıktan sonra masasına geldi ve; '' program bitti, çıkalım mı?' diye sordu. Aysa, sobelenmenin verdiği heyecan ile kalktı, hesabını ödedikten sonra, Resal ile dışarı çıktı.
    - acıktım, dedi Aysa.
    - Ne yiyelim?
    - Güvercin eti!..
    (güldüler)

    Sargon
#19.10.2010 08:01 0 0 0