Bizans Türk Sarığını Niçin İstiyordu

Son güncelleme: 29.08.2007 00:34
  • Tarih nedir? Tarih milletlerin, devletlerin hafızasıdır. Hafızası olmayan, yâda zayıf olan bir insanın durumu ile tarihini bilmeyen, tarihi olmayan milletlerin, devletlerin durumu aynıdır. İslam bilgini İbni Haldun tarihi şöyle ifade eder: "Su nasıl suya benzerse, milletlerin geleceği de geçmişlerine benzer." Tarihle ilgili çok veciz bir ifadede Mehmet Akif'ten: "Tarih'i tekerrür diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"
    Tarihten gerekli dersi alabilmek için önce doğru tarihi bilmek gerekir. Doğru tarih iki kısma ayrılır. Birincisi, tarihe duygu, sıyası görüş katılmadan olabildiğince objektif yazılmasıdır. İkincisi, tarihe ders gözüyle bakarak, hadiseleri doğru ve tarafsız bir şekilde yazılmasıdır.
    Bizim tarihimiz; her iki hususta da çok hırpalanmıştır. Cumhuriyetin resmi ideolojisi tarihimizi olmadığı şekilde, gerçeklerle uzaktan yakından alakası olmayan hadiseleri naklederek, tam bir tarih düşmanlığı yapılmıştır.
    Ayrıca, esas altı çizilmesi gereken, ders alınması gereken olayların üzeri örtülmüş, hurafelere dayalı kahramanlık kıssaları ile tarih öğretmeye kalkılmıştır.

    * * *

    Bizans'ın fethinde asıl altı çizilmesi gereken, ders çıkarmamız gerekene hadiseler unutulmuş, fetih kahramanlıklarla anlatılmuştır.
    Fatih'in Bizans'ı fethi gündeme geldiğinde ilk akla gelen olaylar nedir?
    Fatih, tarihte hiç kimsenin yıkamadığı surları, yıktı.
    Fatih, gemileri karadan, Haliç'e indirdi.
    Efsane kahraman Ulubatlı Hasan burçlara bayrağı dikti.
    Her yıl İstanbul'un fetih yıldönümü gelip çattığında, surların büyüklüğü, gemilerin karadan yürütülmesi ve Ulubatlı Hasan kahramanlığı anlatılır da, anlatılır.
    Hâlbuki bu üç husus önemli, ısrarla anlatılacak, ders çıkartılacak olaylar değildir. Anlatılanlar, insanların kahramanlık duygularını harekete geçirir, kısa sureli duygu yoğunluğu yaşatmaktan başka hiçbir işe yaramaz.
    Hem bu hadiseler tarihte ilk defa meydana gelmiyor ki
    Kahramanlıksa, Kutalmış, Sultan Alparslan, Osman Gazı, Yıldırım Bayezıd ve nice yiğitlerin tarih altın harflerle destanlarını yazdı
    Surların yıkılmasına gelince, Melikşah, Kılıç Arslan, Barbaros ve niceleri, kaleler, surlar, denizler aşarak tarih yazdılar.
    Gemilerin karadan yürütülmesine gelince, tarih içinde benzeri olmuş, en kayda değerini Turgut Reis gerçekleştirdi. Cebre adasını boydan boya aşarak donanmasını karadan denize indirdi.
    Buradan çıkaracağımız ders şudur: İstanbul'un fethi ile ilgili, ön plana çıkarılıp bize anlatılan olaylar, tarih içinde çok sayıda kahramanın yaptığı hadiselerden başkası değildi.

    * * *

    Osmanlı toplumu aydınlığı yaşarken, batı ve Bizans ortaçağ karanlıklarının içinde çırpınıp duruyorlardı. Bizans başına gelecekleri anlamış olacak ki; seçkinlerden meydana gelen bir heyeti yardım almak için Batı'ya gönderdi. Papa ve Hıristiyan liderlerle görüşen heyet, yardım talebinde bulunur. Bizans'ın yardım talebini şartlı kabul ederler. Şart şudur: "Bizans Ortodoks mezhebini terk ederek, Katolikliğe geçecek." Bizans heyeti bu teklifi önce reddeder, ancak Papa heyeti tutuklatarak işkence yaptırır. Karşılaştıkları şartlardan dolayı, mezhep değiştirmeyi kabul ederler.
    Bizans'a döndüklerinde, Avrupa'da yaşadıklarını kamuoyları ile paylaştıklarında halktan tepki gelir.
    Yıllar önce, 12 ve 13. yüzyıllarda düzenlenen haçlı seferleri Bizans'ı yağmalamıştı. Haçlı ordusu kendi dindaşları olan Bizans halkına yaptığı, zulüm, işkenceler hafızalarda hâlâ tazeliğini koruyordu. Bizans, Batı'nın aynı düşüncede olduğunu, onlarda insanlık namına bir düşünce olmadığını çok iyi biliyorlardı. İşte bu sebepten dolayıdır ki; Bizans Papa'lığın yardımı konusunda kararsızdı.
    Fatih'in Edirne'den hareket ettiği haberleri Bizans'a ulaştığında, Bizans'ın son başbakanı Notoras, ayrıca Gennadios gibi halkın itimat ettiği ruhaniler, "Bu memlekette Freng'in ekmeğindense Türk'ün sarığını ve kılıcını tercih ederiz"(1) diyorlardı.
    Kuşatma esnasında, Ortodoks ruhaniler âyinlerde halka şöyle sesleniyordu:
    "İstanbul'un içinde Türk sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten evladır."(2)
    Bizans fethedilmeden önce içten tamamen çökmüştü. Sınıf farklılığı, adaletsizlik, yolsuzluk, rüşvet adam kayırma almış başını gitmişti.

    * * *

    Muhasara sırasında Bizans yönetimi köşeye sıkıştığı anlayınca, onlar için normal kabul edilen cinayetler işlemeye başlar. Elindeki Türk esirleri birer birer öldürür. Esirler, değişik zamanlarda, kimi ticaret için geldiğinde, kimi değişik sebeplerden Bizans ile münasebete geçmiş ve tutuklanmıştı, sayılarının 250 olduğu nakledilmiştir. Bu haber ordugâhta duyulunca, Bizans'a karşı nefret duygularını kamçılar.
    Sultan Mehmed, Bizans'a bir mesaj gönderir.
    "Şehri rızanızla teslim edin. Her türlü tecavüzden kurtulun."
    Osmanlı ordusu saldırıları yoğunlaştırmış, Mayıs ayının son günlerinde, şehir düşmesi an meselesidir. O çağın geçerli olan "uluslararası hukukuna" göre; savaşı bırakıp, teslim olan şehirler, kaleler ve ordular her türlü tecavüzden emin olup koruma altına alınırdı. Teslim sırasında mallar yağma edilemez, halk esir alınamaz, kötü muamelede bulunulamazdı.
    21 yaşındaki genç sultan şehrin düşeceğini görmüş, Bizans halkının can ve mal emniyeti için onlara bu teklifi götürüyordu. Sultan Mehmed'e bu öneriyi yaptıran sebeplerden biride "esir Türklerin öldürülmeler olsa gerek." Bu hareket Türk askerinin, nefret duygularını körüklemiş, zorla girilen şehirde, kardeşlerinin intikamını almak isteyen askerler olabilir düşüncesinin önüne geçmek istemiştir.
    Sultan Mehmet Bizans imparatoruna şehri teslim etme önerisini İsfendıyaroğlu Prensi Kasım Bey ile gönderdi.
    Kasım Bey Bizans imparatoruna cihan hükümdarının şu teklifini bildirir:
    Hükümdarımız, umumi bir hücumun doğuracağı felaket ve dehşetlerden kaçındığı için, size şehri sağ ve salim terk etmek ve bütün malları ve hazineleri ile istediği yere çekilmek hak ve hürriyetini tanımaktadır. İstanbul ahalisinden isteyenler de her şeylerini alıp gidebilmek ve isteyenler de mal ve muhafaza edebilmek hakkına haizdirler. İsterse İmparatora, Mora despotluğu verilecektir.
    İmparator hemen harp meclisini toplar, çetin geçen tartışmalardan sonra Sultan Mehmet'in teklifi reddedilir.
    İmparator, Kasım Bey derki:
    Padişah sulh istiyorsa, muhasarayı kaldırsın; bu takdirde, ne kadar ağır olursa olsun, istenilen senelik vergiyi kabul edeceğim. Şehri teslim etmek ise, ne benim, nede başkasının iktidarı dâhilinde değildir. Ölmeye hazırız.(3)
    Fatih'in, zarafetini, inceliğini, insanlığını görüyor musunuz? O çağda, Fatih'in ortaya koyduğu bu insanlık dersini, 21. yüzyılın çağdaş haydutlarının hayallerini dahi almaz. Nitekim Irak, Afganistan, Çeçenistan, Filistin ortada

    * * *

    28'i 29 Mayıs'a bağlayan gece Fatih'in emri ile surların çevresinde binlerce ateş yakıldı. Her Ateş yanan yerden tekbir sesleri, salâvatlar yükseliyordu. Bu manzara Bizans'ın iliklerini titretiyordu. Bu manzara Bizans'tan nasıl görünüyordu? O güne bizzat yaşayarak tanık olmuş, Bizanslı tarihçi Dukas'tan dinleyelim:
    "Akşam olunca orduya dellaller göndererek bütün çadırların kuvvetli ziyalar ile aydınlatma yapılmasını ve ateşler yakılmasını emretti. Işıklar yandıktan sonra, hep birden yüksek sesle tekbir getirdiler. Karada ve denizde yakılan ışıklar, bütün İstanbul'u, Galata'yı, bütün gemileri ve karşı tarafta bulunan Üsküdar'ı, güneşin ışığından daha parlak bir şekilde aydınlatıyordu. Denizin sathı, şimşek ziyası kuvveti ile parlıyordu. Keşke yıldırım olsa idi; zira yıldırım yanız tenvir etmiyor, yakıyor ve mahvediyor. Bizanslılar, Türk ordusunda yangın çıktığını zanneyliyorlar ve tamamıyla mahvolmalarını temenni ediyorlardı."
    Bu hazırlık niçin? Onlarca gün suren muhasarada, sadece son gece böyle bir şey yaptılar. Fatih, yarın güneşin doğacağından ne kadar eminse, fethin gerçekleşeceğinden de o kadar emindir. O fetih gecesi, yüzyıllara önce Kâinatın Efendisinin uyguladığı metodu uyguluyordu. Mekke'nin fethinde, İslam ordusu şehre yaklaştığı günün gecesinde, Resulullah herkese bir ateş yakmasını emretmişti. Bir anda, Mekke'nin çevresi ateş çemberine alınmış, manzarayı gören müşriklerin kalplerine dehşetli bir korku düşmüştü.
    Fatih, efendisinin yolundan gidiyordu. O'nun müjdesine mazhar olmuş, bir lider nasıl olur bütün insanlığa gösteriyordu.
#13.06.2007 08:52 0 0 0
  • emeğine sağlık
#13.06.2007 10:17 0 0 0
  • tesekkurler
#13.06.2007 10:31 0 0 0
  • anlamlı güzel bir çalışma saygı ve hürmetlerimi sunuyorum
#28.07.2007 19:55 0 0 0
  • teşekkürler bilgiler için
#29.07.2007 16:44 0 0 0
  • bilgiler için teşekkürler Nerqish

    konuyla ilgili olarak Yannis Kordatos'un "bizans'ın son günleri" kitabı farklı bir bakış açısı olarak okunabilir...
#31.07.2007 19:44 0 0 0
  • paylaşımın için teşekürler
#21.08.2007 20:26 0 0 0
  • teşekkürler
#29.08.2007 00:34 0 0 0