Hz. Peygamber (S.A.V.) Hayatından Kısa Notlar

Son güncelleme: 04.10.2007 20:51
  • Peygamberimiz, Medine'de Mescidini yaptırdığı zaman, Mescid'in yanına, kerpiçten iki oda da, yaptırmış ve üzerlerini hurma kütüğü ve dalları ile örttürmüştü.
    Hz. Aişe'nin odasının kapısı, Mescid'e giden yola doğru idi. Hz. Sevde için yapılan odanın kapısı da, Mescid'in üçüncü kapısı olan Al-i Osman kapısına doğru idi.
    Peygamberimiz, başka zevceler alınca, sonradan, odaların sayısı arttı ve bunlar da, Hz. Aişe'nin odasile Kıble arasında, yani Mescid'in doğusuna düşen kısmında yapıldı. Odalardan bazısı kerpiçten, bazısı da, taştandı.
    Bazısı hurma dallarından (Bağdad tarzında) yapılarak üzerleri çamur harçla sıvanmış ve hurma dallarile de, tavanlanmıştı.
    Hasan bin Ebilhasan der ki "Ben, erginlik çağında iken, Resulullah'ın evlerine girmiş, elimle tavanına uzanıp yetişmiştim. Resulullah'ın odasının örtüsü, servi veya ardıç kütüğü üzerine gerilmiş bir kıl dokumadan ibaret idi."
    İmam-ı Buhari'nin bildirdiğine göre de "Resulullah'ın evinin kapısı halkasız olup Yay ucu ile çalınırdı."
    Muhammed bin Hilal ile Ataül'Horasani de, Peygamberimizin zevcelerinin odalarını görmüşler, onların, hurma dallarından yapılmış ve kapı olarak siyah kıldan Palas perdeler bulunduğu bildirmişlerdir.
    Davud bin Kays'ın görgüye dayanan ifadesine göre: odaların kapıdan kapıya kadar her birinin eni 6-7 zira kadar, içten derinlikleri de, tahminen onar zira idi.
    Hz. Sevde, odasını Hz. Aişe'ye vasiyet temiş, Hz. Safiyye'nin odasını da vefatına kadar içinde oturmak şartile Velileri, yüz seksen veya iki yüz bin dirheme Muaviye bin Ebi Süfyan'a satmışlardır.
    Halife Abdulmelik'in, Peygamberimizin zevcelerine aid odaların istimlak edilerek Mescide katılmaları hakkındaki yazısı gelip Medine'de okunduğu gün, bir çok kimseler gözlerinin yaşını tutamamış Medineliler, Peygamberimizin vefat ettiği gün gibi, ağlaşmışlardı.
    Said bin Müseyyeb de "Vallahi, onların, oldukları hal üzere bırakılmalarını, ne kadar arzu ederdim! Medinelilerden yeni yetişenler ve Medine'ye dışarıdan gelenler, Resul aleyhisselamın hayatında ne ile yetindiğini görürler de, insanlar, çok mallarının olmasına ve bununla övünmeye rağbet etmezlerdi." diyerek bu yoldaki üzüntüsünü açıklamıştır.

    Resul efendimiz, hastalandığında tedavi olur bu maksatla bilinen ilaçları kullanır, kullanılmasını da tavsiye ederdi. Fahr-i alem efendimiz bazen başağırısı olup bir gün iki gün devam ederdi. Peygamber efendimiz, ölüm hastalığında mübarek başı şiddetli ağrımıştı:" Vay başım!" buyurmuştu.
    Efendimiz, başı ağrıdığında başını bağlardı. Hutbe okumaya başı sarılı olarak çıkardı. İbn-i Abbas hazretlerinden bildirdiğine göre, Fahr-i alem efendimiz başı ağrıdığında hacamat yaptırırdı. İbn-i Abbas, "Mübarek başı ağrıdığında hacamat eyledi", yani kan aldırdı diye buyurmuştur.
    İmam-ı Ebu Davud'un Sünen'inde bildirildi ki, alemlerin hocası Peygamber efendimiz her ne zaman birisi gelip başından şikayet etse "Hacamat eyle", derdi. Ayağım ağrıyor dese, "Kına yak", diye buyururdu.
    Ali bin Abdullah hazretlerinin büyükannesi alemlerin hocası Efendimiz hazretlerine hizmet ederdi. Ondan rivayet edilmiştir ki, "Fahr-i alem bir yerinde yara olsa yahut bir hastalık bulunsa bana emrederdi, üzerine kına yakardım", demiştir.
    Peygamber efendimiz, göz ağrısı olduğu zaman, dinlenir ve istirahat eder ve bir yerde huzur içinde oturup hareket etmezdi.
    Hz. Suheyb'den rivayet edilmiştir ki: "Bir kere Resul efendimizin huzurlarına vardım. Önünde ekmekle hurma vardı.
    - Yaklaş, sen de ye, diye buyurdu.
    Ben de hurmadan alıp yedim. Peygamber efendimiz:
    - Sende göz ağrısı olduğu halde hurma mı yiyorsun? dedi.
    Ben:
    - Ya Resulallah! Öbür tarafımla çiğniyorum, dedim.
    Fahr-i alem efendimiz bunun üzerine tebessüm etti"
    Hurmada göz ağrısına bir çeşit zarar varken yemesine izin buyurmalarının hikmeti, kendisiyle beraber yemenin bereketi ile o zararın def edilmiş olacağının kendilerince bilinmiş olmasaydı.
    Hazret-i Ali'nin gözü ağrırken yaş hurma yemekten perhiz buyurmuşlardır.
    Hz. Said bin Zeyd "Fahr-i alem efendimiz şöyle buyurduğunu işittim", demiştir:
    "Mantar, kudret helvası kısmındandır ve onun suyu göz için şifadır." buyurdu. Fakat nasıl kullanılacağı hakkında kitaplarda kesin bilgi yoktur.
    Peygamber efendimiz, cömerdin yemeğini tavsiye eder, cimrinin yemeğini tavsiye etmezdi. Bu hususta Hz.Abdullah bin Ömer, Fahr-i kainat efendimizin,
    "Cimrinin yemeği marazdır (hastalıktır) ve cömertlerin yemeği şifadır", diye buyurduğunu nakletmiştir.
    Peygamberimiz, güneşte kalmayı da tavsiye etmezdi. Kesel denilen tembellik ve uyuşukluk hastalığına sebep olacağını bildirirdi.
    Keselden sakınmak hususunda İmam-ı Ebu Davud, Mürasil'inde, Yunus'dan, o da Rabiatü'bni Abdurrahman'dan nakleder ki: "Bir gün beni güneşte yanım üzeri yatarken gördü de bundan nehyedip:
    - Resul efendimiz hazretleri: "Güneş kesel verir ve gizli hastalığı tahrik ve izhar eder", demiştir, dedi.
    Basur hastalığından sakınma hususunda Peygamber efendimiz hacetin giderilmesi lazım olduğu halde cima etmekten nehyedip "Bu halde cima etmek basur hastalığını getirir", demiştir.
    Geceleyin çanakları, su kaplarını açık bırakmamak hususunda Cabir Resul efendimiz rivayet etmiştir ki:
    "Kabı kacağı ve kırbayı geceleyin açık bırakmayın, ağızlarını örtün...", diye buyurmuşlardır.
    Bunun için her gece kabı kacağı açık bırakmamak, her birini nasıl mümkünse o yolla kapatmak ve korumak gerekir, diye buyrulmuştur. Bu hadis-i şerifi İmam-ı Müslim Sahih'inde rivayet etmiştir.
    Efendimiz, çocukları ahmak kadınlara emzirmeği de yasaklamıştır. Bu hususta İmam-ı Ebu Davud, Mürasil'de sahih isnatla Ziyad Es-Sehmi'den rivayet etmiştir ki:
    "Bir kadında hamakat varsa ona çocuk emzirtmekten Resul efendimiz menetti. Zira süt, çocuğu sütannesine benzetir", buyurmuşlar.
    Hz. İbn-i Hubeyb de :
    "Gerçekten Peygamber efendimiz, zina edici kadına çocuk emzirtmekten nehyetti", demiştir.


    Peygamber efendimiz boğaz ağrısında ödağacını tavsiye ederdi. Ödağacı (Ud-i Hindi) hoş kokulu bir şeydir, buharını nefeslenmek iyi gelir. Bu, boğaz ağrısına faydalıdır.
    Ümmü Kays binti Muhsin'in anlatır: "Peygamber efendimiz, çocukların üzerine allak asmaktan ve boğazını bastırmaktan men edip:
    - Ödağacı kullanın. Zira onda yedi türlü derde şifa vardır. Bunlardan biri zatülcenb'dir, diye buyurmuştur."
    Allak, çocukların boynuna astıkları bir nesnedir.
    Hz. Cabir bin Abdullah'dan rivayet edilmiştir ki, Fahr-i alem hazretleri bir gün Hazret-i Aişe'nin yanına girdi. Hasta bir çocuk gördü:
    - Bunun nesi var? diye sordu.
    - Ya Resulallah! Boğazı ağrıyor, diye cevap verdiler.
    Evladınızı katletmeyin! Abes ilaçlarla helak etmeyin. Herhangi bir kadının çocuğuna boğaz ağrısı yahut baş ağrısı arız olsa o kust-ı Hindi'yi (topalak denilen otu) alsın da su ile ezip burnuna damlatsın, diye buyurdu.
    Hz. Aişe validemiz, Fahr-i alem efendimiziden işittiği üzere emretti, o çocuğa öyle ettiler şifa buldu.
    Bazıları boğaz ağrısına kust'un iyi gelmesinin sebebi de şöyle izah edilmiştir:
    Kust'ta kurutma hassası vardır, rutubeti kurutarak ortadan kaldırır. Bu hastalığa iyi gelmesinin bu özelliğinden dolayı olması mümkündür.
    Efendimiz soğuktan korunma üzerinde çok dururdu. Soğuktan sakınmak hakkında:
    "Aslu külli dain el-berdu Bütün hastalıkların kökü soğuktur", buyurmuştur.
    Ebu Nuaym, Abdullah bin Abbas hazretlerinden mezkur hadisin bir benzerini rivayet etmiştir.
    Zira hastalıkların çoğu soğuktan olur. Bu cihetten çoğu, bütün yerine geçirip "Bütün hastalıklardır" diye buyurmuşlardır. Yahut hakikati üzere öyledir. Şu cihetten ki, o beldelerin halkı sıcaktan zarar görmeyip hakikatte bütün hastalıkları soğuktan olur..
    Efendimiz Hulbe'yi de medhederdi. "Ümmetim hulbenin faydasını bilse, ağırlığı kadar altın verip, satın alırdı" buyururdu. Hulbe öksürüğe iyi gelir. Kuru öksürük için, hulbe tohumu beş ayrı su ile kaynatılır, her def'asında suyu dökülür. Aynı mikdar un koyup, süt, şeker ve tereyağı ile macun yapılır. Sabah, akşam bir çay kaşığı yinir. Zeytin yağı ve bÂdem, muz ve taze süt, meyan kökü balı iyidir. Hulbe buy tohmu olup, taze fasulye gibi olan meyvelerinin içinde, kırmızı, buğday gibi tohumlar bulunur. Pastırmaların üstüne sürülen çemen ismindeki macun (sarmısak, kırmızı biber ve buy tohumu unu)dur. Bunun için hulbeye çemen otu da denir. Ekmek ile çemen yimek de öksürüğü keser. Hulbe tohumu, un, bal karışımı da iyidir. Hulbe, kereviz tohumları ve kimyon tozları karışımından (bir çay kaşığı), aç iken su ile içilince göğüs hırıltısına, mide ve karın ağrısına iyi gelir.
    Peygamber efendimiz sağlığa çok önem verirdi. Tıb bilgisini çeşitli şekillerde medh buyurdu. Mesela, "İlim ikidir: Beden bilgisi, din bilgisi". Yani ilmler içinde en lüzumlusu, ruhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sağlık bilgisidir diyerek, herşeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak lazım geldiğini emir buyurdu.
    İslâmiyet, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emir ediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir.
    Hasta insan, iyi edilse de, çok kere, arızalı, çürük kalır. İşte İslâmiyet, tababetin birinci vazifesini, hijiyeni garanti etmiş, teminat altına almışdır. Kur'an-ı kerimin, tıbbın iki kısmını da teşvik buyurduğu, ayet-i kerimeler gösterilerek isbat edilmekdedir.
    Resul efendimiz, Rum imperatörü Herakliüs ile mektublaşırdı. Birbirlerine elçi gönderirlerdi. Her iki tarafın sözlerini, mektublarını, kitablarda okuyoruz.
    Bir defa, Herakliüs birkaç hediye göndermişti. Bu hediyelerden biri, bir doktor idi. Doktor gelince dedi ki, "Efendim! İmperatör hazretleri, beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedava bakacağım!". Resul efendimiz, kabul buyurdu. Emir eyledi, bir ev verdiler. Hergün nefis yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçdi. Bir müsliman, doktora gelmedi. Doktor, utanıp gelerek, "Efendim! Buraya, size hizmet etmeğe geldim. Bugüne kadar, bir hasta gelmedi. Boş oturdum, yiyip içip, rahat ettim. Artık gideyim" diye izin isteyince, Resul tebessüm buyurdu. "Sen bilirsin! Eğer daha kalırsan, misafire hizmet etmek, ona ikram etmek, müslimanların başta gelen vazifesidir. Gidersen de uğurlar olsun! Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse gelmez. Çünkü, Eshabım hasta olmaz! İslâm dini, hasta olmamak yolunu göstermişdir. Eshabım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkca birşey yimez ve sofradan, doymadan önce kalkar!" dedi.
    Resulullahın emrine uyan, Müslüman, hastalık çekmez. Müslimanlardan hastalık çekenler, emirleri öğrenmiyenler ve yapmıyanlardır. Evet, ölüm hastalığı herkese gelecekdir. Bu hastalık müminlere bir nimetdir. Ahıret yolculuğunun habercisidir. Hazırlanmak, tevbe, vasıyyet etmek için, alarm işaretidir. Cenab-ı Hak, çeşitli hastalıkları, ölüme sebep kılmışdır. Eceli gelen, bir hastalığa yakalanacakdır: Ecel geldi cihana, baş ağrısı behane.

    Peygamber efendimiz her zaman temizliği, temiz olmayı emrederdi. Tabiinden gençler, Eshab-ı kirama, Allahü teâlâ sizi çok seviyor. Kur'an-ı kerimde sizi övüyor. Bunun sebebi nedir? Bize söyleyin de, biz de, sizin gibi olalım, bizi de çok sevsin dediklerinde, "Bizi çok seviyor. Çünkü biz, temizliğe çok dikkat ederiz" diye cevab verdiler.
    Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde çeşitli yerlerde, "Temiz olanları severim!" buyuruyor. Resulın o güzel nurlu yüzünü gören kimseye, "Sahabi" denir. Birkaç danesine "Eshab" denir. O güzeli göremeyip de, yalnız, Sahabiyi görenlere "Tabi'in" denir.
    Müslimanlar, camilere, evlere ayakkabı ile girmez. Halılar, döşemeler, tozsuz, temiz olur. Her Müslümanın evinde hamam olur. Kendileri, çamaşırları, yemekleri hep temiz olur. Onun için, mikrop ve hastalık bulunmaz. Fransızların dünyaya övündükleri tarihi Versay serayında bir hamam yok. Avrupalılar temizliği Müslümanlardan öğrendiler.
    Peygamberimiz "Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yoktur" ve "Hastalıkların başı, çok yimektir. İlacların başı, perhizdir" ve "Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!" buyurdu.
    İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir. Bunun için de, Resulın emirlerine uygun yaşamak lazımdır. Bunlara uymakda gevşek davranarak, hasta olan kimse, ilac almalı, perhiz etmeli ve fakirlere sadaka nezretmeli ve sık sık sadaka vermelidir. Perhiz, yani Rejim yapmak caiz ve lazım olduğunu, "Teyemmüm ayeti" göstermektedir. "Su zarar verince, kullanmayın, teyemmüm edin!" mealindeki ayet-i kerime meşhurdur.
    Resul efendimiz, hazret-i Ali ile bir eve gitti. Meyve getirdiler. Hazret-i Ali'nin gözleri ağrıyordu. Meyveden kendisi yedi. Hazret-i Aliye, "Sen yime! Göz ağrısına zarar verir" buyurdu. Pişmiş pazı ile arpa getirdiler. "Bundan yi! Gözüne faide verir" buyurdu. Ödemi olanlara, "Su içmeyin! Suya perhiz ediniz!" buyururdu. İslâm alimleri, tıb ve tedavi üzerinde çok kitab yazdı.
    Perhizi, hadis-i şeriflerden ve tecribeli kimselerden ve tabibden öğrenmelidir. İlac kullanmak ve perhiz yapmak sünnetdir. Vacib ve farz olduğu yerler de vardır.
    Resulın emrine uyan, yani İslâmiyetin gösterdiği yolda giden kimsenin hayatı hastalıkla geçmez. Fakat, Peygamberlerden başka herkes, nefsine uyabilir. Günah işliyebilir. Cenab-ı Hak, günah işleyen Müslümanları, illet, kıllet veya zilletle yani, hastalık, fakirlik ve itibarsızlıkla ikaz etmekde, gafletden uyandırmaktadır.
    Peygamber efendimiz kendisi ilaç kullanır, Eshabına da , "Ey Allahın kulları! İlac kullanın!" buyururdu. Bir kere de, "Her hastalığın ilacı vardır. Yalnız ölüme çare yoktur" buyurdu. İlac, kaza ve kaderi değişdirir mi dediklerinde, "Kaza ve kader, insana ilacı kullandırır" buyurdu. Bir defasında da, "Bütün Meleklerden işittim ki, ümmetine söyle, hacamat yaptırsınlar. Yani kan aldırsınlar dediler" buyurdu.
    İlac üç türlüdür: Birinci kısm ilacların tesiri, faydası katidir, meydandadır. Ekmeğin açlığı, suyun susuzluğu gidermesi böyledir. Ölmiyecek kadar ve namazı ayakda kılabilecek kadar yemek, içmek farzdır. Bu kadar yememek büyük günahdır. Faydası kat'i olan ilacları kullanmak farz olmaktadır. Tesiri kati olan sebeblere yapışmanın vacib bunları kullanmayıp zarar görmek günahtır. Tesiri muhakkak olan bu gibi ilacları kullanmamak tevekkül değil, ahmaklıktır ve haramtır.
    İkinci kısm ilacların tesiri kati olmadığı gibi, zan ile de değildir. Fayda ihtimali vardır. Fen yolu ile tecribe edilmemiş maddeler ve Kur'an-ı kerimden olmayan, manasız yazılar kullanmak ve ateşle dağlamak ve uğurlu sanarak kullanılan şeyler böyledir. Tevekkül etmek için, bunları kullanmamak lazımdır. Peygamber efendimiz, bunları kullanmak, sebeblere fazla düşkün olmak alametidir, buyurdu.
    Üçüncü kısm ilaclar, birinci ve ikinci kısm arasında olanlardır. Bunların faydaları kati değilse de, fazla zan olunur. Damardan kan alma, deriden hacamat yapmak, müshil almak, tesirleri şübheli olan ilaçları kullanmak böyledir. Bazan bunları kullanmamak daha iyi olur. Peygamberimiz, "Arabi ayın onyedinci veya ondokuzuncu veya yirmibirinci günleri hacamat olunuz ki, kan artarsa (ya'ni tansiyon yükselirse), ölüme sebeb olur" buyurdu. Bir defasında da "Allahü teâlânın ölüme sebeb yapdığı hastalıklardan birisi, kanın artmasıdır" buyurdu.
    Peygamberimiz, Sa'd bin Mu'az için, fasd yani damardan kan aldırmasını emir buyurmuştu. Hazret-i Alinin mubarek gözü ağrıdığı zaman da, taze hurma yememesini, pancar yaprağı, yoğurt ve pişmiş arpa yimesini söyledi. Peygamberimiz, her gece sürme sürerdi. Her ay hacamat olurdu. Vahy geldiği zaman, mubarek başı ağrırdı. Mubarek başına kına bağlardı. Bir yeri yara olsa, oraya kına kordu. Birşey bulunmadığı zeman, temiz toprak tozu ekerdi. Daha nice ilac kullanmıştır.
    Müslüman Resulın emrine uyup sağlığını korumak için bütün sebeplere yapıştığı halde yine hasta oldu ise bunu hayra yormalıdır. Sağlığın hep yerinde olması, Allahü teâlâyı unutmağa, Ona ısyan etmeğe, haram işlemeğe sebeb olabileceğini düşünmelidir. Allahü teâlâ, acıdığı kullarını derd ile, hastalık ile, gafletden uyandırır. Nitekim, Peygamberimiz buyurdu ki, "Mü'minlerde, üç şeyden biri bulunur: Kıllet ya'ni fakirlik, ıllet ya'ni hastalık, zillet, ya'ni i'tibarsızlık" ve buyurdu ki, "Allahü teâlâ buyurdu ki: Hastalık benim kemendim, tuzağımdır ve fakirlik zındanımdır. Buralara sevdiklerimi sokarım".
    Sağlıklı olmakt, günah işlemeğe sebep olabilir. Afiyet hastalıkta olabilir. Hz. Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp sordukta, bugün bayramımızdır dediler. Günah işlemediğimiz günler de, bizim bayramımızdır buyurdu.
    Büyüklerden biri, rast geldiği birine, nasılsın dedikde, afiyetteyim dedi. O da, afiyette olduğun, günah işlemediğin gündür. Günah işlemekden daha tehlükeli hastalık yoktur buyurdu. Fir'avnın, herkesin kendine tapınmasını istemesine sebep, dört yüz sene yaşamıştı. Birkere başı ağrımamış, ateşi olmamıştı. Bir kere başı ağrısaydı, o saygısızlık hatırına gelmezdi.
    Bir kimse, hasta olup tevbe etmezse, Azrail aleyhisselam der ki, ey gafil! Sana kaç defa haberci gönderdim. Aklını başına toplamadın. Büyükler buyurur ki, mümine kırk gün içinde, her halde üzüntü veya hastalık veya korku yahud malına ziyan gelir.
    Resul efendimiz, bir hanımı nikah ile alacakdı. Bu kadın hiç hasta olmamıştır diye medh ettiler. Almaktan vaz geçti. Birgün baş ağrısını söyliyordu. Bir köylü: Baş ağrısı nasıl olur? Benim başım hiç ağrımadı deyince, "Benden uzak ol! Cehennemlik görmek istiyen, buna baksın" buyurdu.
    Hz. Aişe, şehidlerin derecesine yükselen olur mu? deyince: "Hergün yirmi kere ölümü düşünen kimse, şehidlerin derecesini bulur" buyurmuştu. Şübhesiz, hastalar, ölümü çok hatırlar.
    Peygamberimiz, "Allahü teâlâ, haram olan şeylerde, size şifa yaratmamışdır" buyurulmuştur. Bunun manası, şifası olduğu tecribe edilen haram maddeler, ilac için halal olur, demektir. Haram olan şeyde, şifa bulunması, mütehassıs olan müsliman bir doktorun söylemesi ile anlaşılır. Yalnız, domuz eti ve yağı, şifası bulunsa da, ilac olarak da kullanılmaz.
    Bütün bu anlatılanlardan şu netice çıkıyor: Hasta olmamak için ve hastalıkdan kurtulmak için, dört şey yapmak lazımdır: 1- Fazla yememeli, 2- Alkollü içkileri hiç içmemelidir. 3- Üzülmemeli, asabileşmemeli, 4- Vücudü, eşyası, yiyecekleri temiz olmalıdır.
    Peygamber efendimiz sağlığa çok önem verir, hastalığın bulaşmaması için, hastalardan ve hastalık bulaşacak ortamdan uzak durulmasını tavsye ederdi. Hz.Ömer Şama gidiyordu. Şamda veba hastalığı olduğu işitildi. Yanında bulunanların bazısı, Şama girmiyelim dedi. Bir kısmı da, Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım dedi.
    Halife de, Allahü teâlânın kaderinden, yine Onun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdiri ile göndermiş olur buyurdu.
    Abdürrahman bin Avfı çağırıp, sen ne dersin? buyurdukda, Resuldan işittim. "Veba olan yere girmeyiniz ve veba olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!" buyurmuştu, dedi. Halife de, elhamdü-lillah, benim sözüm, hadis-i şerife uygun oldu deyip, Şama girmediler.
    Veba bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebeb, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helak olurlar. Vebalı yerde, kirli hava yani mikroblu hava, veba basilleri, herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıkdan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaşdırmış olurlar. Muhyiddin-i Arabi "Belalardan, tehlükelerden, gücünüz yettiği kadar sakınınız. Çünkü, takat getirilemiyen, dayanılamıyan şeylerden uzaklaşmak, Peygamberlerin adetidir" buyurdu.
    Bunun için kapalı yerde iken zelzele olursa, oradan açık bir yere kaçmak tavsiye edilmiş, müstehab olduğu bildirilmiştir.
    Hastanın, hastalığını, derdini herkese bildirmesi de uygun değildir. Bildirmek ve şikayet etmek mekruhdur. Yalnız faydası olacaklara, mesela, doktora söylemek veya aczini, zevallılığını bildirmek için söylemek mekruh olmaz. Nitekim Hz. Ali hastalanmıştı. Nasılsın, iyi misin dediklerinde, hayır dedi. Şaşıp birbirlerine bakışdılar. "Allahü teâlâya aczimi gösteriyorum" buyurdu. Bu söz onun haline layık idi. O cesaret ve kuvveti, yeğitliği ile, aczini biliyordu ve "Ya Rabbi! Bana sabır ihsan et!" derdi.
    Peygamberimiz buyurdu ki, "Allahü teâlâdan afiyet isteyiniz. Bela istemeyiniz!". Hastalığı herkese söyleyip, halinden şikayet etmek haramdır. Şikayet niyeti ile değilse haram olmaz. Fakat, söylememek iyidir. Çünkü, çok söyleyerek, şikayet şeklini alabilir.
    Muhammed Bakibillah buyuruyor ki, "Tevekkül, sebeblere yapışmayıp, tenbel oturmak değildir. Çünkü, böyle olmak, Allahü teâlâya karşı edebsizlik olur. Müslimanın, meşru olan bir sebebe yapışması lazımdır. Sebebe yapıştıktan, çalışmaya başladıktan sonra tevekkül edilir."

    Peygamber efendimiz tecribeye, fenne önem verirdi. Çünkü dinimiz, fen bilgilerini emir etmektedir. Kur'an-ı kerimin çok yerinde, tabiatı, yani mahlukatı, canlı ve cansız varlıkları görmek, incelemek emir edilmektedir. Eshab-ı kiram birgün Peygamberimize sordu :"Ya Resulallah!Yemene gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka türlü aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medine'deki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa, Yemen'de gördüğümüz gibi aşılayıp da, daha iyi ve daha bol mu elde edelim?"
    Resulullah efendimiz, bunlara şöyle diyebilirdi: Biraz bekleyin! Cebrail aleyhisselam gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm. Veya, biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim, demedi ve "Tecribe edin! Bir kısm ağaçları, babalarınızın üsulü ile, başka ağaçları da, Yemende öğrendiğiniz üsul ile aşılayın! Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o üsul ile yapın!" buyurdu.
    Yani tecribeyi, fennin esası olan tecribeye güvenmeği emir buyurdu. Kendisi melekden anlar veya mubarek kalbine elbette doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecribeye, fenne güvenmelerini işaret buyurdu.
    İslâmiyet, bütün fen kollarında, ilim ve ahlak üzerinde, her çeşit çalışmayı önemle emir etmektedir. Bunlara çalışmak, farz-ı kifaye olduğu, kitablarda yazılıdır. Hatta, bir İslâm şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir müsliman zarar görürse, o şehrin idarecilerini, amirlerini, İslâmiyet mesul tutmaktadır.
    Peygamberimiz,"Oğullarınıza yüzmek ve ok atmak öğretiniz! Kadınların, evinde iplik iğirmesi ne güzel eğlencedir" buyuruldu. Bu hadis-i şerif, harp için lazım olan her çeşid bilgi ve aleti edinmeği, hiç boş durmamağı ve faydalı eğlenceleri, meşguliyetleri emir etmektedir.
    Esirüddin-i Ebheri, Batlemyus'un astronomi kitabını okuturdu. Bunu okutmasını hoş görmiyen biri, müsliman çocuklarına böyle ne okutuyorsun diye sorunca, meali "Yerleri, gökleri, yıldızları, bitkileri ne güzel yarattığımızı görmiyorlar mı?" olan Kaf suresinin altıncı ayetini tefsir ediyorum diyerek, cevab vermiştir. İmam-ı Razi, Ebherinin bu cevabının doğru olduğunu, tefsirinde yazmakda ve Allahü teâlânın mahluklarını inceliyen fen adamları, Onun büyüklüğünü, iyi anlar demekdedir.
    ALINTIDIR
#04.10.2007 15:02 0 0 0
  • Allah (c.c) razı olsun kardeşim
#04.10.2007 20:51 0 0 0