1981 yılının ıslak bir mayıs akşamını, sabaha bağlıyan gecesinde dünyaya geldim. Yağmuru ilk defa o gün tanıdım, pencerenin korkuluklarına vururken ve ilk defa bulutların göz kapaklarımın ardında olduğunu hissettim, yağmurların yanaklarımdan süzülüp anamın mendilinde öldüğünde
Çok şey öğrendim şimdiye kadar
Okumayı, yazmayı öğrendim. Ağaçların kalem, denizlerin mürekkep, gökyüzünün kâğıt olduğunu duyduğumda.
Saymayı öğrendim Güneşin her uykuya yatışında, parlayan yıldızları şaşırmamak için onları isimlendirdiğimde
İnanmayı ve ibadet etmeyi öğrendim. Karanlıkta çıkmaz sokaklara daldığımda, kendimi yalnız hissettiğimde, sığınacak bir barınağım olmadığında, içime ferahlığı ve rahatlığı akıtan ilahi bir gücün varlığını buldum. Ona sığındım, ona yalvardım hep.
Bir gün düşlerimde kâbuslarla boğuşurken mutluluk çaldı kapımı. İşte o zaman mutluluğu öğrendim. Yaprakların yeşermesinde, güneşin göz kırpışında, denizlerin coşmasında onu gördüm.
Hayal kurmayı öğrendim& Yeşile boyanmış kırlarda olmak istediğimde, güneşli bir günde gelincik tarlasında uzanmak, tatlı bir meltemin yüzümü yaladığını hissetmek ve saatlerce bülbül nağmeleriyle boğulmak istediğimde.
Dağların zirvesindeki karlarla kardan adam yapmak, soğuğa meydan okuyan kardelenlerin haykırışlarına karışmak, uçan kartalın keskin gözleriyle, dünyayı izlemek, yere konup o dünyayı avuçlarıma hapsetmek istediğimde sevdiğim insanlar için savaşmayı öğrendim.
Korkmayı öğrendim. Güneşin siyah bulutlar arasında yok olduğunu gördüğümde. Sonbahar rüzgârlarıyla dökülen yaprakların, kırılan dalların ve yağan yağmurun bendeki beni alıp gitmeye kalktığında.
Ağaç olup, yeşil yapraklara büründüğümde, kırlangıç olup, pembe hayallere kanat çırptığımda, diken olup, gülsüz olamadığımda sevmeyi öğrendim ben.
Dimdik ayakta durmayı, göklerde güneşe karşı direnmeyi, kutuplarda soğuğa baş kaldırmayı, hırçın dalgalarda boğulmamayı öğrendim ben.
Aslında tüm bunlarla yaşamayı öğrendim. Birkaç gün içinde&
Ve şimdi;
Ölmeyi öğreniyorum. İçtiğim her sigaranın bendeki beni alıp uçurumlardan savurmasıyla.
çok güzel ve senin affına dayanarak bu efsaneyi biraz daha genişletmek istiyorum..
SİMURG EFSANESİ
Günlerden bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelirler. Toplanan kuşların arasında hüthüt, kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve diğerleri vardır. Amaçları, padişahsız hiç bir ülke olmadığı düşüncesiyle, kendilerini yönetmek üzere bir padişah seçmektir.
Hüthüt söze başlar ve Hz.Süleymanın postacısı olduğunu belirttikten sonra; kuşların Simurg adında bir padişahları olduğunu söyler. Ama, hiç bir kuşun haberlerinin olmadığını, herkesin padişahının daima Simurg olduğunu belirtir. Ancak, binlerce nur ve zulmet perdelerinin arkasında gizli olduğu için bilinmediğini ve onun bize bizden yakın, bizimse uzak olduğumuzu anlatır. Simurgu arayıp bulmaları için kendilerine kılavuzluk edeceğini ilave edince; kuşların hepsi de hüthütün peşine takılıp onu aramak için yollara düşerler. Kuşların hepsi de Simurgun sözü üzerine yola revan olurlar
Ama, yol çok uzun ve menzil uzak olduğundan; kuşlar yorulup hastalanırlar. Hepsi de, Simurgu görmek istemelerine rağmen, hüthütün yanına varınca kendilerince geçerli çeşitli mazeretler söylemeye başlarlar. Çünkü, kuşların gönüllerinde yatan asıl hedefleri çok daha basit ve dünyevîdir (!) Örnek olarak, bülbülün isteği gül; dudu kuşunun arzuladığı abıhayat; tavuskuşunun amacı cennet; kazın mazereti su; kekliğin aradığı mücevher; hümânın nefsi kibir ve gurur; doğanın sevdası mevki ve iktidar; üveykin ihtirası deniz; puhu kuşunun aradığı viranelerdeki define; kuyruksalanın mazereti zaafiyeti dolayısıyla aradığı kuyudaki Yûsuf; bütün diğerlerinin de başka başka özür ve bahanelerdir.
Bu mazeretleri dinleyen hüthüt, hepsine ayrı ayrı, doğru, inandırıcı ve ikna edici cevaplar verir. Simurgun olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatır.
Hüthüt söz alır ve şunları söyler. Söyledikleri, ayna ve gönül açısından ilginçtir:
Simurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu?
Simurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu?
Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür.
Simurgu görecek gözün yoksa, gönlün ayna gibi aydın değil demektir.
Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız, takatımız kalmadı.
Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil.
O, yüce lûtfuyla bir ayna icad etti.
O ayna gönüldür; gönüle bak da, onun yüzünü gönülde gör!
Hüthütün bu söylediklerine ikna olan kuşlar, yine onun rehberliğinde Simurgu aramak için yola koyulurlar.
Ama, yol, yine uzun ve zahmetli, menzil uzaktır
Yolda hastalanan veya bitkin düşen kuşlar çeşitli bahaneler, mazeretler ileri sürerler. Bunların arasında, nefsanî arzular, servet istekleri, ayrıldığı köşkünü özlemesi, geride bıraktığı sevgilisinin hasretine dayanamamak, ölüm korkusu, ümitsizlik, şeriat korkusu, pislik endişesi, himmet, vefa, küskünlük, kibir, ferahlık arzusu, kararsızlık, hediye götürmek dileği gibi hususlarla; bir kuşun sorduğu daha ne kadar yol gidileceği sorusu vardır.
Hüthüt hepsine, bıkıp usanmadan tatminkâr cevaplar verir ve daha önlerinde aşmaları gereken yedi vadi bulunduğunu söyler. Ancak, bu yedi vadiyi aştıktan sonra Simurga ulaşabileceklerdir. Hüthütün söylediği, yedi vadi şunlardır.
VADİLER
MERHALELER
1.Vadi 2.Vadi
İstek Aşk
3.Vadi 4.Vadi
Marifet İstiğna
5.Vadi 6.Vadi
Vahdet Hayret
7.Vadi
Yokluk (Fenâ)
BEKÂ
Kuşlar gayrete gelip tekrar yola düşerler
Ama, pek çoğu, ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolur, ya aç susuz can verir, ya yollarda kaybolur, ya denizlerde boğulur, ya yüce dağların tepesinde can verir, ya güneşten kavrulur, ya vahşi hayvanlara yem olur, ya ağır hastalıklarla geride kalır, ya kendisini bir eğlenceye kaptırıp kafileden ayrılır.
Bu sayılan engellerin hepsi de Hakikât yolundaki zulmet ve nur hicaplarıdır.
Bu hicaplardan sadece otuz kuş geçer.
Bütün vadileri aşarak menzil-i maksudlarına yorgun ve bitkin bir halde uzanan bu kuşlar, rastladıkları kişiye kendilerine padişah yapmak için aradıkları Simurgu sorarlar.
Simurg tarafından bir görevli gelir
Görevli, otuz kuşun ayrı ayrı hepsine birer yazı verip okumalarını ister. Yazılarda, otuz kuşun yolculuk sırasında birer birer başlarına gelenler ve bütün yaptıkları yazılıdır.
Bu sırada, Simurg tecelli eder
Fakat, otuz kuş, tecelli edenin (!) bizzat kendileri olduğunu; yani, Simurgun mânâ bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp şaşırırlar.
Çünkü, kendilerini Simurg olarak görmüşlerdir.
Kuşlar Simurg, Simurg da kuşlardır.
Bu sırada Simurgdan ses gelir:
Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla veya daha az gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Çünkü, burası bir aynadır!
Hasılı, otuz kuş, Simurgun kendileri olduğunu anlayınca; artık, ortada, ne yolcu kalır, ne yol, ne de kılavuz...
Çünkü, hepsi BİR dir.
Aynı, aşıkla, maşukun aşkta; habible, mahbubun muhabbette; sacidle, mescudun secdede; bir olması gibi...
Aradan zaman geçer, fenâda kaybolan kuşlar yeniden bekâya dönüp yokluktan varlığa ererler...
kesinlikle katılıyorum çok güzel bir söz bunun için hem sana hemde m. akif ersoya teşekkür ederim allah sonumuzu hayırlıetsin.. güzelim ülkemizde islama karşı açılan bu savaş neden... neden sadece islam... örf adet ve inançlarımızdan neden ödün veriyoruz... insanların eğitim hakları başörtüsü adı altında ellerinden alınması nekadar doğru!!!.. başörtüsü madem dini bir simgeymiş öyleyse boğazına haç işareti takan birisini bir dini simge taşımıyor mu??? Allah bu insanları islah etsin daha ne diyebilirim ki!!!
kesinlikle böyle şarlatanları kınıyorum levis çok güzel bir konuya değinmişsin tebrik ederim zaten bu tv kanalını ilk izlediğimde adamın kafayı sıyırdığını anlamışştım ve kanalı resetledim bu tip insanlar islamı parçalamaya çalışıyorlar ama zavallılar bilmiyor ki buna kimsenin gücü yetmez. ayrıca ırakta islam adına yapılan vahşetleride sonuna kadar kınıyorum