lazali

lazali

Üye
05.08.2004
Onbaşı
505
Hakkında

#23.10.2006 08:40 0 0 0
#09.09.2006 16:44 0 0 0
#11.05.2005 11:27 0 0 0
  • Konu: Zatürre
    Bir veya birkaç akciğer lobunun iltihaplanması şeklinde ortaya çıkan bir hastalıktır. İltihaplanmaya virüs, bakteri veya mantar gibi mikro-organizmalar sebep olmaktadırlar. Ayrıca alkol, uyuşturucu maddeler, sigara ve kötü hayat şartları zatürre'ye ortam hazırlayan faktörlerdir.
    Belirtileri:
    * Yüksek ateş, titreme ve kuru öksürük ilk işaretleridir.
    * Soluk alındığı zaman sırta çivi batırılıyormuş gibi ağrı hissedilir ve hemen arkasından öksürük gelir.
    * Şiddetli baş ağrısı yapar.
    DİKKAT: Tedavi edilmeyen zatürre vakaları şuur kaybı ve komaya kadar varan ağır sonuçlar doğurur.
    Ne Yapmalı?
    Korunma:
    * Kızamık ve çiçek virüsleri zatürre yapma ihtimali yüksek mikroplardır.
    * Ağır geçen grip hastalığının da etkisi fazladır.
    * Ateşli, bulaşıcı hastalıklara yakalanmamak için temizliğe dikkat etmeli ve aşı yaptırılmalıdır.
    * Zararlı alışkanlıklardan uzak, düzenli bir hayat yaşamalıdır.
    Tedavi:
    * En etkili tedavi usulü antibiyotikler olup asıl hastalığa yöneliktir.
    * Tedavi sırasında yatak istirahati verilmelidir.
    * Ayrıca ateş düşürücü ve öksürük kesici ilâçlar da verilir.
    * İyileşme döneminde bol vitaminli, yüksek kalorili bir diyet uygulanır.
#11.08.2004 19:08 0 0 0
  • Konu: YILANCIK
    "Streptokok" adı verilen bir cins mikrop tarafından meydana getirilen bir deri iltihaplanmasıdır. Daha çok sinirli ve hassas kimselerde görülmektedir.
    Belirtileri:
    * Diğer döküntülü hastalıklar gibi bütün vücuda yayılmayıp genellikle yüz, burun kanatları ve baldırlarda ortaya çıkar.
    * Deri üzerindeki en küçük bir sıyrıktan bile içeri girerek kısa zamanda tesirini gösterir.
    * Yüksek bir ateşle kendisini belli eder.
    * Kusma, nöbet ve baş ağrısı ile birlikte hasta bölgede bir kızarıklık belirir.
    * Kızarık bölgedeki deri sıcak ve hafif serttir.
    * Kızarık bölge diş gibi uzantılar yaparak çevreye yayılır.
    * Yayılma sırasında başka nöbetler halinde şuur kaybına uğrar.
    * Yayılma durduğu zaman ateş düşer ve hasta kendisini daha iyi hisseder.
    * İyileşme sırasında kızarık bölgedeki deri kurur ve kabuklar halinde soyulur.
    DİKKAT: Yüzde çıkan yılancık iltihabının göze kadar yayılma ve körlüğe sebep olma ihtimali vardır. Doktor tarafından tedavi edilmediği takdirde zatürre, beyin zarı iltihabı, kalp ve böbrek iltihabı gibi ciddi ilave hastalıklara yol açabilir.
    Ne Yapmalı?
    * İlk belirtileri görülür görülmez mutlaka doktora gidiniz.
    * Yılancığın bugün için en iyi tedavisi penisilin tatbikidir.
    * Bundan başka kızarık bölge üzerine ıslak kompres uygulayarak ve pomat sürerek acısı hafifletilebilir.
#11.08.2004 19:07 0 0 0
  • Bulaşıcı hastalıklar içinde en ciddi olanıdır. Sinsi bir gelişme gösterdiğinden, geç farkedilir. Erken teşhis edildiği takdirde tedavisi zor değildir. Özellikle sık hastalanan, vücut dirençleri düşük kimselerde, alkol ve uyuşturucu kullananlarda, gece eğlencelerine düşkünlükten uykusuz kalanlarda, yeterli beslenemeyenlerde, güneşten ve temiz havadan mahrum yerlerde çalışanlarda vereme yakalanma riski oldukça yüksektir. Keza, zayıf bünyeli ve asabi gençlerde -bilhassa kızlarda- bu hastalığa sık rastlanmaktadır. Tabiatta birçok tüberküloz basili bulunmakla beraber, bunlardan yalnız iki tanesi insanda hastalık yapabilmektedir.
    Tüberküloz hastalığı, belirtilerine göre, üç devrede incelenir.
    Birinci Devre
    * Tüberküloz basilleri girdikleri yerde küçük ve grimsi düğümcükler şeklinde iltihap oluştururlar. Bu iltihap düğümlerine "tüberkül" adı verilmektedir.
    * Gelişen iltihap düğümleri birleşerek daha geniş bir yer kaplarlar.
    * İlk yerleştikleri alanda iltihap düğümleri meydana getirdikten sonra, basiller odak noktalarından çıkarak lenf damarları yoluyla lenf boğumlarına yerleşirler. Lenf boğumlarında da iltihap düğümleri meydana geldikten sonra birinci devre sona ermiş olur.
    Belirtileri
    * İltihap düğümleri teşekkül ederken hastada genel bir yorgunluk, iştahsızlık, vücut ateşinde 38 dereceye kadar yükselme, sırt ağrıları ve öksürük görülür.
    DİKKAT: Bu belirtiler "soğuk algınlığı" zannedilerek ciddiye alınmadığı takdirde; daha tehlikeli olan "ikinci devre" baş gösterir.
    Ne Yapmalı?
    * Hassas ve zayıf bünyeliler bu tür belirtilerle karşılaştıkları zaman mutlaka bir doktora görünerek röntgen filmi çektirmelidirler. Zira, iltihap düğümleri (tüberküller) sadece röntgen filminde belli olurlar.
    İkinci Devre
    Birinci devrede hastalık ciddiye alınmadığı ve gerekli tedavi uygulanmadığı takdirde, vücut direncinin iyice düştüğü bir zamanda tüberküloz basilleri yerleştikleri bölgeyi ve lenf boğumlarıni terkederek bütün vücuda yayılırlar. Kan damarları ve lenf kanalları yoluyla deri, kemik, eklemler, böbrekler, bağırsaklar, gözler, beyin zarı gibi hassas bölgelere yerleşirler. Belirtileri birinci devredekine benzer şekilde kendisini gösterir.
    Vücut direncinin gücüne bağlı olarak iltihap düğümleri ya iyileşip kireçlenerek mevzi kalırlar ya da vücudu sarmaya devam ederek en tehlikeli olan üçüncü devreyi başlatırlar.
    Üçüncü Devre
    * Grip ya da bronşiti andıran belirtilerle başlar.
    * Yorgunluk, akşamları yükselen hafif ateş ve balgamlı öksürükle devam eder.
    * Halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, gece terlemeleri üçüncü devrenin başladığını belli eden kesin işaretlerdir.
    * Balgamlı öksürük, tüberküllerin akciğerlere geçtiğini gösterir. Bir ila otuz milim genişliğinde akciğerlerin köprücük kemiği altında kalan bölgesine yerleşen iltihaplı basil düğümleri, bilahare birleşerek daha geniş alanlara yayılırlar.
    * Tüberküloz basilleri genellikle tek akciğerde yerleşirler. Ancak üçüncü devrenin ilerlemesi halinde diğer akciğere de geçiş yaparak burayı da işgal ederler.
    DİKKAT: Hastanın balgamlı öksürükleri başladığı zaman tüberküloz bulaşıcılık özelliği kazanır. Tüberküloza yakalandığı anlaşılan hasta mutlaka hastahane tedavisi görmeli, eşi ve çocukları ile aynı odada yatmamalıdır.
    Ne Yapmalı?
    * Çocuklarmıza daha birinci yaşında iken, hatta doktor uygun gördüğü takdirde ilk aylarda, verem (BCG) aşısı yaptırınız.
    * İlk belirtileri görülür görülmez hastahaneye gidip röntgen filmi çektiriniz ve "tüberkül deneyi" yaptırınız. Deneyde sonuç negatif çıktığı ve filimde tüberkül varlığı tesbit edildiği takdirde; doktor sizi yatıracak 4 ila 9 ay müddetle tedavi edecektir.
    * Hastahane tedavisinden sonra sadece tehlikeli dönem atlatılmış olacağından; tüberküloz basillerinin vücuttan tamamen atılabilmesi için tedavinin evde devam etmesi gerekecektir. İki yıl müddetle ilaç ve sağlıklı bir beslenme uygulandığı takdirde vücuda yerleşmiş olan basiller tamamen etkisiz hale getirilir. Hastalık tekrarlamaz.
    * Ev tedavisi devam ederken, hasta sık sık temiz havaya çıkmalı; ruh sağlığı ve morali yerinde olmalıdır.
    TÜBERKÜLOZUN YAN ETKİLERİ
    Tüberküloza yakalanan hastanın tedavisi geciktiği durumlarda tüberküloz basilleri tehlikeli ilave hastalıklara sebep olurlar. Bunların basında "zatülcenp" gelir. Basillerin vücuda yayılıp iltihap düğümleri oluşturması sırasında kalp zarı (perikard), karın zarı (periton) ve akciğer zarı (plevra) çok kolay etkilenirler. En evvel etkileneni de şüphesiz akciğer zarıdır. Akciğer zarının tüberküloz basilleri tarafından işgal edilmesi ile ortaya çıkan hastalığa zatülcenp veya tıp diliyle "plörezi" diyoruz.
    Zatülcenbi -etkileme derecesine göre- üçe ayırıyoruz: Kuru, yaş ve iltihaplı zatülcenp.
    Kuru Zatülcenp: Tüberküloz basillerinin akciğer zarına yerleşmeleriyle birlikte; eğer vücut direnci yüksek ise iltihap yapacak fırsatı bulamazlar. Soluk alma sırasında boyun ve göğüs bölgesinde şiddetli ağrı ile kendisini belli eder. Hasta kesik kesik solur. Vücut ateşi 38 ile 39 derece arasında değişir. Tedavisi tüberkülozla beraber yürütülür. Ayrıca göğüs sargısı, termofor ve elektrikli yastık gibi usullerle göğüs bölgesi sıcak tutulur ve kuvvetlice oğulursa ağrıların hafiflemesî temin edilmiş olur. Eğer soluk alma güçlüğü ile birlikte öksürük de başlarsa; öksürük için ilaç alınabilir.
    Yaş Zatülcenp: Vücut direnci yeterli olmadığı durumlarla "kuru zatülcenp" gelişerek akciğer zarı arasında su toplanmasına sebep olur. Sıvı birikmesi fazla olduğu takdirde, hasta soluk alırken göğsüne çivi batıyormuş gibi acı duyar. Bu sebeple ağrı duyduğu tarafın tersine yatar. Aşırı terleme ve idrarda azalma görülür. Öksürük sırasında balgam çıkaramadığı için boğazda gıcıklanma olur. İki veya üç hafta müddetle 40 dereceye varan ateş yapar. Mutlaka doktor kontrolünde tedavi edilmesi gerekir.
    İltihaplı Zatülcenp (Amfiyem): Yaş zatülcenbin ilerlemiş halidir. Akciğer zarı arasında biriken sıvı iltihaplandığı zaman bronşları patlatacak tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu sebeple, akciğer zarında toplanan sıvının özel tıbbî usullerle alınması gerekir.
#11.08.2004 19:07 0 0 0
  • Kanser, bir tümör hastalığıdır; kalp ve dolaşım bozukluklarından sonra öldürücü nitelikteki hastalakların ikinci sırasında yer alır. Tümör hastalıklarının giderek yaygınlaşması, hastalığın ilk belirtilerini konusunda bilgilenmeyi gerektirir. Çünkü, ancak ilk belirtilerin zamanında farkedilebilmesiyle gerekli ve etkili tedbirler alınabilmektedir,
    Tümörler selim ve habis olarak ikiye aynlır
    Zararsız, yani selim tümörler yapı ve sıralanışlarına göre ana dokuya çok benzerler. Gelişimleri yavaştır ve belirli bir büyüklüğü ulaştıklarında gelişimleri durur. Boynuzsu tabakaya benzer bir kapsül, selim tümörleri çevreler. Çevredeki sağlam dokular yanlara doğru itilirler, ama bundan başka bir değişme görülmez. Eğer çevre dokuları genişleyecek yer bulamazsa (mesala kafatası içi) bu tümörler de öldürücü olabilirler. Yağ dokusu tümörleri (lipom), kas müköz zarından türeyip büyüyen oluşumlar (polip) ve damarlarda oluşan tümörler (anjiyom) selim tümörler sınıfına girerler.
    Habis tümörleri gelişmemiş hücreler oluştururlar ve hızla çevredeki sağlam dokulara doğru yayılırlar. Habis tümörler şu vasıfları gösterirler:
    - Durmadan gelişir. Komşu dokulara yayılır.
    - Çevre dokuları yıkar.
    - Yavru tümörler oluşturur. Lenf ve kan damarları yoluyla ikincil odaklar yaparlar. Buralarda da büyümelerini sürdürürler.
    Habis tümörler yayılarak hayati önem taşıyan vücut fonksiyonlarının önlenmesine ve önemli organların yıkımına yol açarak ölüme sebep olurlar.
    Epitel dokuda oluşan habis tümörler kanser adını alırlar.
    Kanserin Teşekkül Sebepleri: Bu konuda söylenenlerin çoğunluğu yalnızca ihtimallerdir. Ancak bazı kanser cinslerinin, özellikle meslekle ilgili kanserlerin teşekkül sebeplerini tespit etmek mümkündür. Kati olan tek şey, kanserin oluşumunda birçok faktörün rol oynadığıdır.
    KANSERİN UYARICI İŞARETLERİ
    Amerikan Kanser Derneği'ne göre eğer bu yedi uyarıcı işaretlerden birine sahipseniz, hemen doktorunuza danışın.
    * Büyük abdeste veya küçük abdeste çıkma alışkanlıklannda değişiklik.
    * İyişlemeyen yaralar.
    * Alışılmasın dışında kanama ve akıntılar.
    * Göğüste veya vücudun Herhangi bir başka yerinde sertleşme veya kitle.
    * Hazımsızlık veya yutma güçlüğü.
    * Herhangi bir siğil veya bende belirgin bir değişme.
    * Rahatsız edici öksürük veya ses kısıklığı.
    Kansere sebep olabilecek çevre etkileri üç grupta toplanabilir
    1. Kimyasal Faktörler: Katran, pas, zift, mineral yağlar, anilin ve türevleri, parafin, benzol ve bileşikleri sayılabilir. Büyük şehirlerde görülen çok miktardaki akciğer kanserlerinde, sigara dumanı ile alınan tütün zifti veya içinde ziftli maddeler bulunan havanın solunması sebep olarak gösterilmektedir. Hava kirliliğinin mesul etkenleri asfaltlar, kömür dumanları, egzoz gazlarıdır.
    2. Fiziksel Faktörler: Görünmeyen ışınlar (röntgen ve radyum) sayılabilir.
    3. Mikroorganizmalar: Virusların kanser yapabileceği iddiası ispatlanmamıştır.
    Kanser Belirtileri: Kanamalar (tükrükte, balgamda, dışkıda, idrarda ve rahimde), organizma bozukluğu (yutma güçlüğü, kusma, ishal, idrar zoru ve deri üzerindeki benlerin gelişim göstermeleri), bazı organlardaki sert oluşumlardır. Bu belirtiler ortaya çıktığında hemen bir doktora başvurmalı ve gereken kontroller yapılmalıdır. Günümüzde kesin teşhis ve tedavi imkanları oldukça arttığından, erken tanınan birçok vak'a şifa bulabilmektedir.
    İsanlarda en çok görülen kanser türleri; erkeklerde akciğer, mide ve barsak, kadınlarda meme ve rahim kanserleridir. Kanser her yaşta görülebilirse de en çok 40 yaşın üzerînde rastlanmaktadır.
    Kanser Tedavisi: Habis tümörlerin ameliyatla çıkartılması ve ışınlama tedavisi bugün için uygulanan en geçerli metodlardır. Yemek borusu, mide, barsak, safra kesesi, böbrek bronşlar ve akciğer kanserlerinde ameliyat daha sık uygulanır. Buna karşılık deri, dudak, gırtlak, idrar yolları, penis, dişi üreme organlarında görülen kanserlerde ışınlama tedavisiyle müsbet neticeler sağlanmaktadır. Ancak, tümörün yayılması halinde kanserli organın mutlaka ameliyatla çıkarılması gerekir.
    Kanserden korunma yolları: Kanserden korunabilmek için, şüpheli durumlarda hiç çekinmeden doktora muayene olmak ve sağlıklı bir hayat sürdürmek gereklidir. Kanser ne kadar erken teşhis edilirse, kurtulma şansı da o kadar artar.
    * Meslek kanserlerini önlemek için iş sağlığına dikkat etmek şarttır.
    * Suni maddelerin katıldığı konserve yiyecekler kullanılmalıdır.
    * Sigara içenlerde genellikle dudak, dil, gırtlak, yemek borusu ve mide kanseri görülebilmektedir.
    * Alkol ve çok sıcak yiyecek-içecekler de devamlı alındıkları takdirde, mide kanserlerinin sebebi olabilmektedir.
    * Aşırı beslenmeden kaçınmalıdır. Çünkü şişmanların kansere yakalanma ihtimalleri daha fazladır.
    * Yiyecekler, yararlı maddelerine zarar verilmemesi için fazla ısıltılmamalıdır.
    * Pişmiş yemeklerden önce çiğ sebze veya meyve yenmelidir.
    * Beyaz ekmek yerine kepeklisi tercih edilmelidir.
    * Hayvanî yağlar yerine nebati yağlar yeğlenmelidir. Ayrıca yoğurt, ayran ve soya esaslı besin maddelerine önem vermelidir.
    * Açık hava, güneş, su ve hareketlilik metobolizmayı olumlu yönden etkiler. Sıcak su banyoları hayat fonksiyonlarını arttırıcı bir araçtır.
    * Ölçülü yapılacak egzersiz kan dolaşımım, solunumu düzenler ve metabolizmayı canlandırır.
    * Hormon salgısının düzenlenmesi için sessizlik ve istirahat şarttır. Şehir yaşantısının sebep olduğu kronik yorgunluklar en önemli problemlerden biridir.
    * Sağlıklı hayat için yeterli ve düzenli uyku, gezi ve gerginliklerin giderilmesi önemlidir.
    * Müslüman ülkelerdeki kadınlarda rahim kanseri, diğer memleketlere göre daha az görülür. Bunun sebebi, müslüman erkeklerin sünnetli oluşudur. Yine çocuğunu emzirmeyen kadınlarda meme kanseri, emzirenlere oranla çok daha fazla görülmektedir.
    * Güneş ışığına aşırı ve devamlı maruz kalma da cilt kanserinin başlıca sebebidir.
#11.08.2004 19:06 0 0 0
  • Genellikle yaz ve sonbahar aylarında salgın halinde ortaya çıkar. İçme suları ve yiyeceklerle bulaşır. Vücuda girdikten sonra bağırsağın alt bölümlerinden lenf bezlerine geçen tifo bakterileri, oradan da lenf yolları ve kan damarları vasıtasi ile bütün organlara yayılırlar. Hızla üreyen bakteriler safra kesesi yoluyla dışkıya; böbrek yolu ile de idrara karışarak dışarı çıkarlar ve salgınlara sebep olurlar.
    Belirtileri:
    * Baş ağrısı, iştahsızlık, halsizlik, kabızlık veya ishal şeklinde ilk belirtilerini verir. Bu arada burun kanaması da görülür.
    * Asıl tehlike işaretleri ikinci hafta ortaya çıkar. Dil paslanır. Yüksek ateş, aşırı kabızlık veya ishal vardır. Vücudu saran pembe lekeler de buna eşlik eder.
    * Lekeler iki gün içinde solar. Ancak, hemen sonra tekrar ortaya çıkarlar.
    * Dilin kenarları ve yanaklar kızarır.
    * Dilin tam ortasında paslı bir leke vardır.
    * Hastalık ilerledikçe dil kirli sarı bir renk alır.
    * Üçüncü hafta karın şişer ve gerilir. Karın içinden gürültülü sesler gelir.
    * Dördüncü hafta barsak kanamaları görülür.
    * Yüksek ateşe rağmen terleme olmaz. Nabız ise yavaştır.
    DİKKAT: Nabzın birden bire hızlanması tehlikeli kanamalar olduğuna işarettir. Tedavi edilmeyen tifo vakalarında bronşit ve bademcik iltihabı da görülür. Direnci az, zayıf bünyelerde tifo bakterilerinin salgıladığı zehirler beyni, kalbi, sinir sistemini, böbrekleri, safra kesesini ve karaciğeri etkilerler. En tehlikeli yan etkileri kalp ve böbreklerde görülür.
    Ne Yapmalı?
    * Temizliğe çok dikkat ediniz.
    * Salgın halinde tifo görüldüğü zaman aşı yaptırınız. Tifo aşısı bir haftada üç defa tekrarlanarak verilir. Bir sene müddetle vücuda bağışıklık kazandırır. Aşılanmış kişiler tifoyu çok hafif atlatırlar. Bir sene sonra aşının tekrarlanmağı (yine haftada üç sefer) gerekir.
    * Aile üyelerinin birinde tifo belirtileri başlayınca mutlaka doktora gösterilmeli, tıbbî tedavi uygulanması sağlanmalıdır. Tedaviye ne kadar erken başlanırsı, hastalık o kadar kolay atlatılır.
    * Tifolu hasta diğer aile üyelerinden ayrı bir odada yatırılmalı; kullandığı eşyalar dezenfekte edilmelidir.
#11.08.2004 19:05 0 0 0
  • Pekçok kişinin derdidir. Özellikle yaz aylarında bu konudaki şikayetlerde artış görülür. Düşük tansiyon, kalbin ortalama normal değerinin yüzde 10-20 altında kan pompalaması ile ortaya çıkar. Özellikle gençler ve kadınlar bu problemle sık karşılaşır.
    Aslında düşük tansiyon, kalp hastalıklarına yakalanmamak için tercih edilir. Ancak bazı hallerde sıkıntı meydana getirir.
    Yaşa göre değişmekle birlikte 10-6'nın altındaki değerler düşük kabul edilir.
    Ne yapmalı?
    * Tansiyon özellikle sabah uyanıldığında düşüktür. Bu yüzden aniden ayağa kalkmamalı, birkaç dakika kan dolaşımının dengelenmesi beklenmelidir.
    * Egzersiz ve ılık-soğuk duş faydalıdır.
    * Tuz, biber ve sabahları içilecek biraz tuzlu çorba düşük tansiyona iyi gelir.
    * Stresli günlere dikkat edilmelidir. Moral bozukluğu tansiyonun düşmesine sebep olur.
#11.08.2004 19:05 0 0 0
  • Konu: Sismanlik
    Halk arasında, "canın boğazdan geldiği", şişmanlığın birçok hastalıktan koruduğu ve zayıflığın hastalık sebebi olduğuna dair yaygın kanaatler mevcuttur. Gerçek böyle midir? Tıbbın bu konudaki görüşünü ve şişmanlıktan kurtulmanın metodlarını incelemek istiyoruz.
    ŞİŞMANLIK NEDiR?
    Şişmanlık, vücutta aşırı yağ depolanması neticesi vücut ağırlığının artışına denmektedir. Şişmanlıkta daima alınan enerji, tüketilen enerjiden fazladır.
    Muhtelif ideal kilo cetvelleri vardır. Bir kişi, ideal kilosunun yüzde 10'undan daha fazla olması halinde şişmanlığın sınırına girmiş demektir. Alınan enerjinin harcanandan farkı yakılmaz ve yağ depolarında, bilhassa deri altında birikir. Normalde, iştah ve acıkma organizmaya yetecek kadar yemek yenmesini sağlar, ihtiyaç kadar yendiğinde tokluk hissi duyulur. Böylelikle, senelerce aynı kilo muhafaza edilir.
    Bilhassa çok yiyen ailelerde, bütün aile fertleri ve orada yetişen çocuklar şişmandırlar. Otomobil, apartman hayatı, asansör, telefon, televizyon gibi konfor vasıtaları arttıkça enerjiden tasarruf da artmakta, halbuki kalori alınması aynı derecede kısılmaktadır.
    Toplum olarak refah içinde olan zengin memleketlerde şişmanlık en mühim sağlık meselelerinin başında gelmektedir.
    Alkol kullanılması da şişmanlığın önemli sebepleri arasındadır.
    ŞİŞMANLIK NEDEN OLUR?
    Şişmanlığın çeşitli sebepleri varsa da, hepsinde mekanizma vücuda normal ihtiyacından fazla kalori alınmasıdır. Yani şişmanlık, sarfettiğinden fazla enerji almak ve aşırı yemekten olur. Sözgelimi, insan günde ihtiyaç fazlası olarak bir dilim ekmek yese 50 kalori fazladan enerji alacak demektir. Bu, yılda 3,5 kg., 10 yıl sonra ise 35 kg. eder ki, kişi aşırı şişman hale gelir.
    İrsiyete (soyaçekim) ve hormon bozukluğuna bağlı şişmanlıklar varsa da nispetleri azdır. Metod olarak rastlanan şişmanlığın sebepleri şunlardır:
    1. Sosyal ve ailevî adet ve ananeler.
    2. Ruhî faktörler. Şişmanların çoğu, çocukluğunda yeteri kadar sevgiye doyamamış kimselerdir. Bu sevgi eksikliğini, yemekle gidermek isterler. Günlük sıkıntı ve huzursuzluklardan yemeğe sığınırlar.
    3. Hareket azlığı ve tembel yaşama. Konforun ve refahın artışı.
    4. Besin bolluğu ve hareket eksikliği.
    5. Gebelik ve doğumlar vs.
    ŞİŞMANLIĞIN YOL AÇTIĞI GÜÇLÜK VE TEHLİKELER
    1. Bütün istatistiklere göre, şişmanların ömür süreleri daha kısadır.
    2. Şişmanlık estetik ve görünüm açısından iyi karşılanmaz. Bu yüzden de şişmanlarda ruhî bozukluklar ve cemiyetle uyumsuzluklar sıktır.
    3. Şişmanlık solunum yükünü artırdığından nefes darlığı çekerler.
    4. Kemik ve adaleler daha çok yorulacağından düztabanlık, diz ve kalçanın mafsal hastalıkları, varis, fıtık teşekkülü kolaylaşır.
    5. Şişmanlar ev, iş ve sokak kazalarına daha fazla maruz kalırlar.
    6. Erişkinlerde görülen şeker hastalığının belirmesini kolaylaştıran en mühim faktör şişmanlıktır.
    7. Gut hastalığını kolaylaştırır.
    8. Damar sertliğinin sebeplerindendir.
    9. Çağın hastalığı kabul edilen hipertansiyon, şişmanlarda daha sıktır.
    10. Kroner yetmezliği, kalp yetersizliği, şişmanlarda kolaylıkla ortaya çıkar. Kişi zayıflayınca büyük ölçüde rahatlar.
    11. Deri altı yağ dokusunun artışı, deri ve mantar enfeksiyonlarına zemin oluşturur.
    12. Safra taşları, daha sıktır.
    13. Şişman kadınlarda adet bozuklukları ve kısırlık, erkeklerde iktidarsızlık ve meni bozuklukları daha sık görülür.
    İDEAL KİLO
    Bir kişinin ideal (olması gereken) kilosunu bulmak için çeşitli yollar ve hazırlanmış cetveller vardır. Her zaman uygulanabilecek şu basit formül eskiden beri sık kullanılmaktadır: Boy, 150'den çıkarılır. Bulunan rakamın dörde bölünmesiyle elde edilen sayıya 100 eklenir. Bu rakam boydan çıkarıldığında, elde edilen, netice o şahsın ideal kilosunu gösterir. Kadınlar için bu değerler birkaç kilo daha düşüktür.
    Mesela; boyu 1.78 cm. olan bir erkeği alalım. Önce 178 - 150 = 28'i buluruz. Bunu dörde bölersek 7 çıkar. 100 ekleyip (100 + 7 = 107) boydan çıkarmamız (178 - 107) ideal kiloyu verir: 71 kg.
    İşte bu değerin yüzde 10'u (7 kg.) aşıldığında şişmanlık sınırına girilmiş olur. Yani, boyu 1.78 cm. olan bir erkek 78 kiloyu aşıyorsa şişman sayılmaktadır.
    Son yıllarda; yaş boy, cins ve vücut yapısına (ufak, orta veya iri) göre, ideal vücud ağırlığını gösteren cetveller geliştirilmiştir.
    ŞİŞMANLIĞIN TEDAViSi
    Sebebi ne olursa olsun olsun şişmanlığı bir hastalık olarak kabul etmek gerekir. Tedavinin temel prensibi, sarf edilenden az enerji almaktır. Bu yüzden, alışılmış besin azaltılmalı ve daha hareketli yaşanmalıdır.
    Şişmanlığın giderilmesinde kullanılan diyet metodları ve açlık rejimlerinin çoğunun zararlı olduğu veya en azından faydalı olmadıkları iddia edilmektedir. Böyle bir zayıflama diyeti tatbik etmek isteyenlerin şu kaideleri göz önünde bulundurmaları yeterli ve gereklidir.
    Şeker ve şekerli besinler, gazoz gibi meşrubatlar, fıstık ve fındık gibi kuru yemişler, kuru meyveler terk edilmelidir.
    Etlerin yağsız kısmı tercih edilmeli, yemeklerin az yağlı ve haşlama olması sağlanmalıdır.
    Kızartmalardan kaçınılmalıdır.
    Günlük ekmek miktarı düşürülmelidir.
    Börek, makarna, tatlı gibi hamur işleri yenmemelidir.
    Haşlama olmak şartıyla bütün sebze ve yemekleri, şekersiz içecekler serbesttir.
    Günde yarım litre süt ve ayranın, çok aşırıya kaçmadan meyvenin mahzuru yoktur.
    Daha hareketli bir hayat tarzı tercih edilmelidir. Meselâ, asansör yerine merdiven kullanılmalı, otobüs yerine elden geldiği kadar yürümeyi seçmelidir. Günde bir-iki saat yürüyüş yapmalıdır.
    Ağır zayıflama rejimleri zararlıdır, iştah kesici ilâçlar alınmamalıdır.
    Yemekte, lokmayı daha çok ağızda tutmalı ve çabucak yutmamalıdır.
    Banyo, hamam, sauna ve masajın zayıflamaya faydası yoktur.
#11.08.2004 19:04 0 0 0
  • Şeker hastalığı (diabetes mellitus) eski çağlardan beri bilinen, hayat boyu süren bir hastalıktır. Ülkemizde yaklaşık 2 milyon şeker hastasının ve 1.5-2 milyon kadar da gizli şeker hastasının olduğu sanılmaktadır. Vücutta çeşitli organları etkilemesi ve bozması yanında yol açtığı sosyal ve ekonomik sorunlar nedeni ile modern toplumun sosyal bir hastalığı ve problemi olmuştur.
    Nasıl Oluşur?
    Şeker hastalığı, pankreasta yapılan ve kan şekerim düşürücü bir işlevi olan insülin hormonunun yokluğu veya azlığı veyahut da etkisizliği sonucu oluşur. Kanda şeker (glikoz) seviyesi yükseldiğinde (örneğin yemeklerden sonra olduğu gibi) pankreastaki beta hücrelerinden insülin kana salınır, insülin vücutta çeşitli dokulardaki (karaciğer, kas ve yağ dokuları gibi) hücrelerde bulunan reseptör adı verilen insüline duyarlı alıcılara bağlanarak kandaki şekerin hücreler içine girmesine ve buralarda yakıt olarak kullanılıp enerji oluşmasına imkan sağlar.
    Vücutta insülin yokluğu ya da insülin var olduğu halde etkisiz bulunduğu durumlarda kandaki şeker hücreler içine giremez ve bu şekilde kan şekeri yüksek bir seviyeye çıkar.
    2 Tip Diabet Var.
    2 tip şeker hastalığı vardır. "Tip I diabet'te vücutta insülin eksikliği veya yokluğu söz konusudur. "Tip II diabet'te ise insülin salgılanmakta, fakat etkisi yeterince olmamaktadır. Tip I diabet genellikle çocuklarda, gençlerde, seyrek olarak da yetişkinlerde görülebilir. Genetik olarak diabete eğilimi olarak bireylerde oluşmakla beraber bu tek başına yeterli değildir. Bunun yanında vücudun müdafaa sisteminde yer alan akyuvarların ve bir takım hücrelerin normalde yabancı maddeler ile savaşması yerine kendi pankreas beta hücrelerine hücum etmesi gerekir. Bu saldırıları başlatan, tetiği çeken çeşitli faktörler vardır. Bunlar virüs enfeksiyonları, çeşitli kimyasal ve toksin maddeler, stress ve gıdalar (örneğin süt çocukluğu döneminde inek sütü ile beslenme, ayrıca tütsülenmiş gıdalar). Bu şekilde insülin salgılayan hücreler gittikçe harap olur ve insülin salgısı da azalır. Bu yüzden tip l diabetin tedavisi sadece insülin hormonunu dışardan enjeksiyonla vermektir.
    Tip II diabetin oluş şekli ise tamamen farklıdır. Kalıtım önemli bir rol oynar. Ailelerinde diabet hikayesi olanlarda görülme şansı daha fazladır. (Özellikle 40 yaş üstündekilerde). Hastaların çoğu şişmandır. Tip II diabette kandaki insülin düzeyi normal hatta fazla olabilir. Ancak insülinin vücut tarafından kullanılması bozulmuştur. Dolayısıyla şeker hücre içerisine giremez, kanda birikir ve kan şekeri yükselmiş olur. Tip II diabetin tedavisinde en önemli faktör iyi bir diyet yapmaktır. Uygun egzersizlerde şekerin düşmesine yardımcı olur. Bu şekilde şekeri yeterince düşmeyenlerde kan şekerini düşürücü ağızdan verilen haplar kullanılır.
    Tip I diabetin belirtileri genellikle ani olarak başlar. Başlıca belirtileri çok su içme, çok yemek yeme, çok idrar yapma, ani kilo kaybı, halsizliktir.
    Tip II diabetin belirtileri ise genellikle yavaş olarak ortaya çıkar. Bunların başlıcalan çok su içme, çok yemek yeme, çok idrar yapma, görme bozukluğu, el ve ayaklarda uyuşma ve karıncalanma, sık enfeksiyonlar, kaşıntı, yaraların geç iyileşmesi, iktidarsızlık (impotans)'tır.
    Gerek tip I ve gerekse tip II diabetin iyi tedavi edilmediği takdirde körlüğe kadar gidebilen göz bozuklukları, böbrek yetmezliği, kalp hastalıkları, ayakta kangren gibi kamplikasyonlan vardır.
    Bu yüzden hastalık oluşmadan önce bazı tedbirleri almak, oluştuktan sonra da hekim ile çok sıkı bir işbirliğine girmek gerekir.
    Tip I diabetiklerin birinci dereceden yakınlarında bazı testlerin yapılması hastalığı önceden belirleyebilir. Yine ailesinde birden fazla diabetik olanların, şişmanların bu yönde testler yaptırması hastalığı erkenden gösterebilir.
    Şişmanlık hareketsizlik bu tür insanlarda şeker hastalığı için bir risk olduğundan, karbonhidrattan (şekerden) zengin gıdaları azaltmalı, dengeli bir beslenme programına girilerek kilo verilmeli, egzersiz (günde 45 dakika yürüyüş gibi) yapılmalı, yılda 1 kez kan şekeri (gerekirse şeker yüklemesi testi yapılarak gizli şekerin ortaya çıkarılması) kontrolü yaptırılmalıdır.
#11.08.2004 19:04 0 0 0
  • Konu: Sarbon
    İnek, koyun, at gibi hayvanlar arasında görülen ve salgınlar halinde ölüme sebep olan basilli bir hastalıktır. Genellikle bu hayvanlarla temas halinde olan veteriner, çoban, celep, çiftçi ve kasaplarda görülür. Hayvanların yünü, eti ve derisi ile geçer.
    "Tularemi" de olduğu gibi dış ve iç şarbon olmak üzere iki cinsi vardır. Dış şarbon, derideki çizik, çatlak ve yaralardan giriş yapar, iç şarbon ise, hayvanın yününden ve tüylerinden uçuşan mikropların nefes yoluyla alınması sonucu geçer. Hasta hayvanın eti yendiği zaman da mikroplar vücuda girmiş olur.
    Belirtileri:
    * En sık görüleni dış şarbondur. Mikroplar genellikle el, yüz, kol ve bacaklarda yerleşirler.
    * Şarbon "siyah yara" ile karekterizedir. Önce ortasında siyah leke bulunan kırmızı kabarcıklar ortaya çıkar. Daha sonra kabarcık büyüyerek patlar ve etrafına iltihap saçar. Yara zamanla kuruyarak üzeri siyah bir kabukla örtülür.
    * Yaranın etrafı şişerken; çevrede yeni kabarcıklar türer.
    * İç şarbonun teşhisi oldukça zordur. Mide, bağırsak iltihabına yol açar. Pek ender olarak kusma ve ishal görülür.
    Ne Yapmalı?
    Korunma:
    * Meslekleri icabı hayvanlarla uğraşmak zorunda olanlar için geliştirilmiş "şarbon aşıları" vardır. Bu gibi kimseler aşı yaptırmalı; hastalığa yakalandığından şüphe ettikleri hayvanı diğerlerinden ayırmalı ve veterinere kontrol ettirmelidir.
    * Şarbondan ölen hayvanların üzeri kireç kaymağı ile örtülerek hastalığın diğer hayvanlara geçmesi önlenmelidir. Aynı zamanda sağlam hayvanlar aşılatılmalıdır.
    Tedavi:
    * Antibiyotik tedavisi, şarbon basillerine karşı oldukça etkilidir.
    * Hasta, tedavi sonuçlanıncaya kadar, yatakta istirahat ettirilmelidir.
#11.08.2004 19:03 0 0 0
  • Konu: Su cicegi
    Belirtileri: Çiçek kadar tehlikeli olmayan bir hastalıktır. Ancak çiçek gibi çok çabuk yayılır. Daha çok kış aylarında salgınlar halinde görülür. Virüsler vücuda girdikten iki hafta sonra hastalık başgösterir.
    * Ateş, baş ve bel ağrılarıyla başlar.
    * Değişik irilikte kırmızı lekeler önce gövde sonra kol ve bacaklarda görülür.
    * Lekeler bir gün içinde sulanır ve yavaş yavaş patlamaya başlarlar.
    * Sivilceler patladıktan sonra, mikrop kapmadıkları takdirde, iz bırakmazlar.
    * Kabarcıklar su topladıkları zaman çok kaşınırlar. Bu kabarcıklar, ılık sirkeli su ile silinip pudralandıkları takdirde kaşıntı hissi hafifletilebilir.
    * Kabarcıklar ağız içine yayıldıkları zaman hem kaşıntı hem de acılık hissi verirler. Ağız, papatya çayı ile çalkalandığı takdirde bu etkiler hafifleyecektir.
    * Kafa derisinde ortaya çıkan kabarcıkların kaşıntı hissini azaltmak için baş sirkeli ılık su ile yıkanmalı ve temiz bir havlu ile kurulanmalıdır.
    * Tenasül organlarında ve makatta görülen sivilceler için yine sirkeli ılık su ve papatya çayı tavsiye edilmektedir.
    DİKKAT: Çocuğun kirli elle sulu kabarcıkları kaşımasına izin vermeyiniz. Kirli elle kaşınan ve mikrop kapan kabarcıklar iyileştikleri zaman bir iz bırakacaklarından temizliğe son derece dikkat edilmelidir.
    NOT: Çiçek aşısı, suçiçeği için de geçerli olduğundan, çocuk küçükken aşılanmalı; salgın vakalarında aşı tekrarlanmalıdır.
#11.08.2004 19:02 0 0 0
  • Konu: sivilceler
    Özellikle erkek çocuklarını etkileyen sivilce (akne), birkaç sene sonra kendiliğinden geriler. Akneden yetişkinler nadir olarak şikayetçidir. Genelde, aknenin birkaç yıl sonra gerileyip tamamen kaybolacağını bilmek, gençleri teselliye yetmiyor. Bunu gidermek için her yola başvurabiliyorlar.
    Akne oluşumunun ilk sıradaki sebebi cildin yağlı oluşudur. Normalden daha fazla yağ salgılayan cilt, havayla temas edince, oksitlenmeye maruz kalır ve ciltteki gözenekler (porlar) tıkanır. Tıkanma sonucu ağzı kapanan porların içinde yağ birikimi oluşur ve sonra da iltihaplanır. İşte ilk etapta siyah nokta, daha sonra kırmızı sivilce diye adlandırdığımız aknenin oluşumu bu şekildedir.
    Sivilceye Karşı Ne Yapmalı?
    Cildi temizlemek, temizlenmiş porların yeniden sıkışmasını sağlamak, cildi siyah noktalardan arındırmak cilde sağlık kazandıracaktır. Fakat uzun vadeli bir sonucu yoktur. Çünkü kirliliğe bağlı akneler düzelirse de ergenliğe bağlı olanlara etkileri olmaz. Aknenin sebebini, cildin yüzeyinde değil, organizmanın çok daha derinlerinde aramak gerekir.
    Yağ bezleri tarafından salgılanan sebum, porlar sayesinde dışarı atılır. Sebum salgılanması önemli boyutlara ulaşınca, cilt porlamaya başlar, işte "yağlı cilt" dediğimiz cilt tipi budur. Ergenlik çağına geçişle birlikte, erkeklik hormonunun fazla çalışması, sebum salgılamasında artışa sebep olur. Yetişkinlerde ise akne oluşması, cildin bu hormona hassasiyeti yüzündendir.
    Akneden şikayetçi kişiler de, cildin yağlı olmasının yanı sıra, porlar da saydam hücrelerle tıkalı durumdadır. İlk başta gözle görülmeyen bu tıkanıklık, kendiliğinden kaybolabilir veya tam tersine zamanla siyah noktaya veya içi beyaz cerahatli sivilceye dönüşebilir.
    Por (gözenek) tamamen tıkandığında, sebum deri altında beyaz bir renk olarak birikir ve bu birikme deri üstünde görülür, işte iltihaplı sivilce dediğimiz beyaz noktalar, yani "mikrokist'ler bunlardır.
    Saydam hücrelerin üst üste yığılıp sebumla karışması, porların genişlemesine sebep olur. Genişlemiş porun havayla temas edip oksitlenmesinden siyah noktalar oluşur. Akneciklerde durum bu kadarla da kalmaz. Dışarı çıkamayan sebum yüzünden, yağ bezleri çatlar ve sebum derinin içine yayılır. Organizmanın buna tepki verip iltihaplanmasıyla, kırmızı renkli sivilceler oluşur.
    Sivilceleri sorun edip siyah noktaları sıkarak yok olmalarını sağlayarak kurtulmayı düşünenler çok yanlış ve kaçınılması gereken yol izliyorlar. Çünkü bu şekilde yağ bezini çatlatma ve iltihaplanmayı çok daha önemli boyutlara taşıma tehlikesi vardır. Aynı şey kırmızı sivilceler için de geçerlidir. Sivilcelerden boşalan çukurlar pek çok insanın yüzünde ömür boyu kalacak izler bırakabilir.
    Eczanelerde ve kozmetik mağazalarda satılan akne ilaçları, bakterileri yok etmek, onlarla savaşmak ve var olan aknenin ağırlaşmasını önlemek için kullanılır. Yalnız bu ilaçlar, cildi tahriş etmemelidir.
    Cildi yağlı olanların fazla güneşte kalmamaları gerekir ve güneş yağı kullanmaları da mahzurludur.
    Stres, gerginlik, uykusuzluk ve sigara kullanımı akneyi azdıran unsurlardır. Akneiklere en iyi gelecek tedavi, cildi dinlendirmekle başlar. Oksijeni bol olan yerlerde bulunmak, düzenli uyku alışkanlığına sahip olmak da akneyi yenmede önemlidir.
#11.08.2004 19:02 0 0 0
  • Konu: SARILIK
    Ölmüş alyuvarlarda hemoglobinin yıkıma uğraması sonucu içindeki boya maddesi olan "bilirübin" açığa çıkar. Açığa çıkan bilirübin vücuttan dışarı atılamadığı taktirde deri ve doku aralarında birikerek "sarılık" dediğimiz hastalığa yol açar. Üç tip yaygın sarılık vardır: Hemolitik, obstrüktif ve hepatik sarılık.
    Hemolitik Sarılık: Alyuvarların yıkımı sonucu ortaya çıkan "bilirübin" tümüyle karaciğer tarafından bağırsaklara atılamaz ise; fazla bilirübin kana karışarak deri ve dokularda birikme yapar.
    Belirtileri:
    * Dışkının rengi koyu; fakat idrarın rengi normaldir.
    * Deri ve dokuların rengi sararır.
    Obstrüktif Sarılık:
    Safra yollarının, safra taşı, tümör v.b. gibi sebeplerle tıkanması sonucu safra bağırsağa atılacağı yerde kan dolaşımına karışır.
    Belirtileri:
    * Dışkının rengi, kil rengine yakın bir sarılıktadır.
    * İdrarın rengi koyudur.
    * Deri ve dokuların rengi sarıdır.
    Hepatik Sarılık:
    Bu sarılıkta, hasta bölge doğrudan karaciğerin kendisidir. Karaciğer hücrelerinin herhangi bir sebeple hastalanıp şişmesi sonucu küçük safra kanalları tıkanır. Sarı humma hastalığında, zehirlenmelerde (bilhassa fosfor, kloroform, karbon tetraklörür zehirlenmelerinde) karaciğer hücreleri yıkıma uğrayarak içerisindeki bilirübin maddeleri kana karışır.
    Belirtileri:
    * İştahsızlık, bulantı ve kusma.
    * Karaciğer bölgesinde ağrı ve gerginlik hissi.
    * Yüksek ateş, baş ve eklemlerde ağrı.
    * Seyrek olarak deride döküntü.
    Bulaşıcı Sarılık:
    İki değişik cinsteki virüsler tarafından sebep olunan sarılık vakaları bulaşıcı olup diğer normal sarılık hastalıklarından ayrılırlar. Hasta kimselerin dışkısıyla bulaşmış sebze, meyve ve yiyeceklerle sağlam insanlara geçen sarılık virüsleri, bir hafta içinde kana karışarak sarılık hastalığını ortaya çıkarır. İkinci sarılık virüsü ise kan nakli, aşı, diş çekimi, kan verme, dövme yaptırma ve hatta cinsel ilişki ile sağlam insana geçer. Vücuda girdikten sonra sinsi ve uzun süren bir gelişme dönemi geçirirler. "Serum hepatiti virüsü" adı verilen bu mikro-organizmalar, vücutta iki ila beş ay gibi uzun bir dönemi sessiz geçirdikten sonra tahribatını yapmaya başlarlar.
    Tedavi:
    * Sarılığa sebep olan etken keşfedilerek bunun ortadan kaldırılması hedef alınır.
    * Tedavi sırasında yatak istirahati ve diyet ön planda tutulur. Alkol, baharlı ve yağlı yiyecekler yasaklanır.
#11.08.2004 19:01 0 0 0
  • Beyin sinir hücrelerinin anormal elektrik yayması ile oluşan bilinç değişimi, motor hareketler, duygu ve davranış bozuklukları ile belli olan geçici klinik tablodur.
    Beyindeki elektrik yayılımı belli bir kısımda olursa vücudun karşı yarısında çekilmeler, uyuşmalar, kasılmalar görülür. Elektrik yayılımı bütün beyni etkilerse tipik nöbet olarak adlandırdığımız şuur kaybı, tüm vücudun kasılması ve hastanın aniden yere yığılıp dakikalar içinde devam etmesi ortaya çıkar. Nöbet esnasında idrarını kaçırabilir, dilini ısırabilir. Bu nöbet o gün tekrarlayabilir veya görülmeyebilir.
    Nöbetlerin üçte ikisi psikomotor tiptir. Bu nöbetle hasta anlamsız gözlerle etrafa bakınır. Kötü kokular duyabilir. Ağzında birşey var da çiğniyor ve onu yutmaya çalışıyor gibi hareketler yapabilir. Etraftan gelen uyarıları cevaplayamaz. Bu tür nöbetlerin başında, sonunda hayaller, rüyalar görebilir ve tanıdıklarını tanıyamaz, tanımadıklarını tanıdığını iddia edebilir. Dakikalar içinde sonlanabilen bu süreyi hasta hatırlamaz. Bu tür nöbetlerde davranış, tepki verme ve idrak bozulduğu için ve hattâ bazen hırçınlık da tabloya eklendiğinden çevreyi korkutabilirler. Yakınları hastanın çıldırdığını veya akıl hastası olduğunu zannedebilir. Bu yüzden tıpdışı tedavilerden medet ummaya ve hastalığını gizlemeye çalışabilirler.
    Nasıl teşhis edilir?
    Bugün yeni teknik metodlar ile hastalığı iyice tanıyoruz. Tedavide ise birçok ilaç alternatifimiz mevcut.
    Teşhis için elektrocnsefalografi (EEG) ilk müracaat vasıtamızdır. EEG beyin hücrelerinin elektrik dengesini ve bozukluğun yerini gösterir.
    Bilgisayarlı tomografi (BT) ve magnetik rezonans (MR) ise beyinde bu elektrik deşarjına sebep olan lezyonun ne olduğunu anlamamıza yarar. Bu tetkik araçlarının hastalar üzerinde hiçbir olumsuz tesiri yoktur.
    Tedavi
    Tedaviye başlamadan önce sara dışı bayılmalardan ayırt edilmelidir. Bu hastalıklar:
    - Kalp ve damar rahatsızlıkları (senkop, kalp atım bozukluğu)
    - Migren türü nöbetler
    - Titreme, tik ve kasılmalar
    - Uykuda korku, kâbus
    - Mide-barsak hastalıkları (bulantı, kusmalar)
    - Uyuşturucu kullanımına bağlı geçici durumlar
    - Şeker düşüklüğü
    Teşhis kesinleştikten sonra çeşitli ilaçlar arasından hekimin seçeceği tedavi ile nöbetleri kontrol altına alma şansı yüzde 80'ler seviyesine çıkmıştır.
    Epilepside iyi bir hasta-hekim diyalogu çok önemlidir. Bazı nadir durumlarda cerrahi girişimler giderek ümid vermeye başlamıştır.
    Gebelik ve epilepsi
    Epilepsili bir hanımın gebe kalması durumunda ilaçları daha dikkatli kullanması gerekir. Geçireceği nöbet, kullandığı ilaçlardan daha zararlı olabileceğinden ilaç kullanmaya devam etmelidir.
    Doğum sonu ilaçların süte geçme oranları çok az olduğundan emniyetle kullanılmalı ve ilacı doktora danışmadan kesmemelidir.
    Ateşli havale epilepsi midir?
    Değildir. Ateşli havale 0-5 yaş grubu çocuklarda yüksek ateşin beyinde oluşturduğu elektrik boşalması ile ortaya çıkan geçici bir durumdur. Genellikle tekrarlamaz. Ateşli havalenin ileri yaşlarda epilepsiye dönüşeceği fikri yanlıştır.
    Epilepsi tedavisinde başarı
    - İlaçlar günü gününe zamanında alınmalıdır ve ara verilmemelidir.
    - Alkollü içeceklerden kesinlikle uzak durulmalıdır.
    - Uyku düzenli ve yeterli olmalıdır.
    - Hekimle iyi bir diyalog kurulmalıdır.
    - Koşu, fazla televizyon seyretme gibi yorucu faaliyetlerden uzak durmalıdır.
    - Denize yalnız girilmemelidir.
    - Gerginlik, stres, yorgunluk hallerinde gevşeme yöntemleri ile vücut rahatlatılmalıdır.
#11.08.2004 19:00 0 0 0
  • Konu: Romatizma
    Bilhassa soğuk ve rutebetli havalarda ortaya çıkan, oynar eklemlerde ve kemiklerde kendisini gösteren ağrılardan şikayet ederiz. Yaşlı insanlarda bu tür şikayetlere daha sık rastlanır. Ancak, bahsini ettiğimiz bu ağrılı şikayetler sadece eklemler için mevzu-bahis değildir. Yani "romatizma" denince, mafsal ve kemik ağrılarından başka rahatsızlıklar da ifade edilmektedir. Kas romatizması, kalp romatizması, göz romatizması sayabileceğimiz rahatsızlıklardır.
    Romatizmanın en çok rastlanan şekillerini şöyle sıralayabiliriz:
    Ateşli Romatizma: Streptokok grubu mikropların sebep olduğu ani ve sinsi alevlenmelerle kendisini belli eden; eklemleri, kalbi, sinir sistemini ve böbrekleri tutan bir hastalıktır, iki yaşmdan önce görülemez. En sık 6-9 yaşları arasındaki çocuklarda görülür. Rutebetli ve soğuk bölgelerde, sosyo-ekonomik durumu düşük muhitlerde daha fazla rastlanır. Üst solunum yollarında meydana gelen enfeksiyonlar da ateşli romatizmaya zemin hazırlar.
    Belirtileri:
    * Romatizmal ateş ortaya çıkmadan iki üç hafta önce, genellikle bir üst solunum yolu enfeksiyonu görülür.
    * Kalp iltihabı, yüzde altmış vakalarda ilk üç haftada kendisini belli eder. Kalp kapakçıklarında daralma ve yetmezliğe yol açtığı gibi; kalbin dışını kaplayan perikard zarını da etkileyebilir. Bu durumda aşırı hareketlerde nefes darlığı olur. Parmak uçlarında ve dudaklarda morarma görülür.
    * Eklemlerde ağrı ve şişlik hemen ortaya çıkmaz. Önce boğaz ağrısı, bademciklerde iltihaplanma veya nezle görülür. Bu belirtilerden sonra, hasta kendisini iyi hissettiği ve hastalığı atlattığını sandığı bir sırada yeniden bir alevlenme olur. Vücut ateşi 39-40 dereceye çıkar. Nabız hızlanır ve en fazla çalışan eklemlerde şişlik ağrı ve kızarıklık başgösterir. Ağrı karşılıklı, simetrik eklemlerde aynı anda hissedilir.
    * Vakaların yüzde yirmisinde gayri iradi hareketler görülür. Bunun sebebi, romatizmanın beyin zarı üzerinde etkili olmasıdır. Sebepsiz gülme, elindekini düşürme, sakarlık, yazıda çirkinleşme, ani refleksler sayabileceğimiz davranışlardır.
    * Ateşli romatizma olaylarının hemen hemen yarısında kol ve bacak derisinde harita görünüşünde, pembe renkli kabarıklıklar ortaya çıkar. Kabarık yerdeki deride döküntüler olur.
    * Ateşin ilk haftasında eklemlerin dış yüzlerinde, cilt altında mercimek büyüklüğünde, dokununca hissedilen yumrular başgösterir.
    * Ateş, genellikle öğle sonları yükselerek, 39-40 dereceye çıkar; el ayasında ve tabanlarda bol terleme yapar.
    Tedavi:
    Tedavinin başlatılabilmesi için, belirtilerin başka hastalıklardan kaynaklanmadığı iyice tesbit edilmelidir. Zira romatizma ile birlikte böbrek iltihabı ve bağırsak bozuklukları da görülebildiğinden yanlış teşhiste bulunma ihtimali vardır. Ateşli romatizma, beraberinde birçok organ rahatsızlıkları getirdiği için; tedavi çok yönlü olarak yürütülmeli: öncelikle bu organların zarar görmesinin önüne geçilmelidir. Bilahare ağrıyı hafifletici ilaçlar verilmeli, hastanın iyi beslenmesi ve istirahatı sağlanmalıdır. Soğuk ve rutubetli ortamdan kesinlikle kaçmalı, kuru ve ılık bir odada hastayı yatırmalıdır. Vücuttaki zararlı metobolizma artıklarının çıkarılmasını kolaylaştırmak için bol sulu yiyecekler verilmeli; aynı zamanda enfeksiyona sebep olan mikroplarla savaş için antibiyotik tedavisi uygulanmalıdır. Penisiline alerjisi olan hastalar için streptokoklara karşı etkili başka antibiyotikler denenmelidir. Romatizmada, kalp bozukluğu dışındaki bütün ağrılar için aspirin kullanılmaktadır.
    İhtiyarlık Romatizması: Halk arasında "Kireçlenme" tabir edilen yaşlılık romatizmasında, öncelikle eklemlerde ve eklemlere yakın kemiklerde şekil bozuklukları mevzubahistir. Bilhassa diz eklemlerinde yürümeyi zorlaştırıcı sertleşmelerden ve ağrılardan şikayet edilir. Hareket, sırasında eklemlerden "çıtırtı" sesleri dikkati çeker. Ağrı kesici ilaçlarla hastanın acıları dindirilmeli; bilahare fizik tedavisi ve kaplıcalar denenmelidir.
    Romatoit Artrit: Daha çok 20-45 yaş arası kadınlarda görülen bir romatizma şeklidir. Genellikle el ve ayaklardaki küçük eklemleri sarar. Köprücük kemiği ile göğüs kemiği arasındaki eklem de bundan etkilenebilir. Eklemlerde ağrı, şişme ve hareket zorluğu ile kendisini belli eder. Bilhassa sabahları eklemlerde rahatsızlık verici bir sertlik mevzubahistir. Hastalığın ilerlemesi halinde, ağrı büyük eklemlere de geçerek bunları hareket ettiren kasları etkisi altına alır. "Sabah sertliği" başladığı zaman, hasta elinde çay bardağını tutamaz; düşürür. Parmaklarını açmakta ve hareket ettirmekte zorluk çeker. Hastalığın aktif süresi boyunca yüksek olmayan bir ateş vardır. Zamanla eklem çevresindeki dokular şişer, şekil bozuklukları ortaya çıkar.
    Romatizmanın başlangıç döneminde aspirin, fenilbutazon gibi ilaçların ve altın zerklerinin faydalı olduğu bilinmektedir. Bunda da fizik tedavinin ve kaplıca kürlerinin etkisi büyük olmakta; çoğu zaman iyi neticeler vermektedir.
    * Çocuklarda ortaya çıkan boğaz ve ağız enfeksiyonlarıyla vakit geçirmeden mücadele edilmeli; tedavisi sağlanmalıdır. Diş aspeleri, bademcik iltihapları, farenjit bunların başında gelmektedir.
    * Soğuk ve rutubetli havada fazla kalmamalı; ıslak elbise ile, yalın ayak dolaşmamalıdır. Bu cümleden olarak; kışın kazak, yün çorap, atkı ve başlıksız dışarı çıkmamalıdır.
    * Sağlık şartları yönüyle elverişsiz ortamlarda çalışmamalı; yorucu, yıpratıcı eğlencelerden, alkol ve sigaradan uzak durmalıdır.
    * İstirahate yetecek kadar uyumalı, vitamin ve protein ihtiva eden sebzeleri ve gıdaları sofradan eksik etmemelidir.
    * Nezle, grip ve soğuk algınlığı gibi mevsim hastalıklarını hafife almamalı; hastalık geçinceye kadar istirahat etmeli ve iyi beslenmelidir.
    ROMATİZMALAR
    1- İltibabî Romatizma (Artrit): Ateş, mafsallarda ağrı, şişlik, kızarıklık ve hareket güçlüğü, halsizlik, iştahsızlık şeklinde kendisini belli eder. Kalbi ve sinir sistemini etkileyen, çocuklarda ve yetişkinlerde görülen bir hastalıktır. Ateşli ve sükunetli devreleri vardır. Ateşli devrede kaplıca tedavisi yerine yatakta istirahat ve ilaç tedavisi uygulanır. İlaç tedavisi müsbet netice verip hasta ateşli devreyi atlattıktan sonra kaplıca destekleyici bir tedavi olarak tavsiye edilebilir. Bu durumda kaplıcanın şu faydaları görülecektir:
    * Mafsallarda arta kalan ağrılar azalır.
    * Ateş ve nabız normale döner.
    * Halsizlik ve iştahsızlık sona erer; hasta kendisin! daha zinde hisseder.
    * Kansızlık ve kanda görülen romatizmal bulgular ortadan kalkar.
    * Yeni nöbetlerin gelmesi engellenmiş olur.
    2- Yaşlılık Romatizması (Osteoartrit): Genellikle elli yaşın üzerindeki erkeklerde görülür. Geçmişte hastalanmış veya kaza geçirmiş eklemleri tutar. Eklemler şişer ve hareket sırasında çok ağrı verir. Parmak kemiklerinin uç eklemlerine yakın yerlerde kemik büyümesi görülebilir. Ağırlık taşıyan eklemler, hareket sırasında gıcırtılı bir ses çıkarır.
    Hastalık ilerlemiş ise; istirahat, fizikoterapi ve ortopedik müdahaleden sonra ancak kaplıca tedavisi uygulanabilir.
    3- Başka Bir Hastalık Sonrasında Ortaya Çıkan Romatizma (Romatoit Artrit): Umumiyetle yirmi-kırk yaş arası kadınlarda görülür. Sebebi tam bilinmemekle beraber, iltihabı bir kadın hastalığından sonra ortaya çıktığı için; bir çeşit bağışıklık reaksiyonu olduğu sanılmaktadır. El ve ayakların ufak eklemlerinde, altçene kemiğinin kafatasına birleştiği yerde, köprücük ve göğüs kemiği eklemlerinde ağrı ile birlikte şişlikler görülür.
    Hastalığın ilerlemesini beklemeden bir doktora müracaat edilirse, kaplıca tedavisi çok iyi neticeler verecektir.
    4- Doku Harabiyeti ile Neticelenen Romatizmalar (Fibrozit):
    Mafsal ağrıları ve tutuklukları ile birlikte; erkeklerde damar sertliği, kadınlarda şişmanlama eğilimi görülür. Eklem yerlerindeki bağ doku iltihaplanma sonucu yıkıma uğrar ve tutukluklara sebep olur. İlerlemesi halinde hastada iştahsızlık, hareketsizlik ve beslenme bozuklukları görülür. Zaman zaman vücut ateşinde yükselmeler olur. Kaplıca tedavisinin iyi neticeler verdiği gözlenmiştir.
    5- Ameliyat Sonrası Ortaya Çıkan Eklem Tutuklukları: Çeşitli iş kazaları sırasında, hareket sistemlerinde meydana gelen kırık, çıkık ve ezilmelerin bazan ameliyatla tedavisi gerekmektedir. Ameliyat sonrasında cerrahi müdahale gören eklem yerlerinde ağrılar ortaya çıkabilir. Bu ağrılar için de kaplıca tedavisi çok iyi neticeler vermektedir.
    Romatizmaya Yakalanmamak için: Romatizmanın hemen hemen her çeşidinin tedavisi zor hastalıklardan olduğu kabul edilmiştir. Bunun için, hastalıkla mücadeleden ziyade; koruyucu tedbirler daha önemlidir.
    DİKKAT: Kemik tümörü olduğu teşhis edilen hastalar kesinlikle kaplıcaya gidemezler. Ayrıca, romatizma ile ilgisi olmayan, mikrobik kemik ve mafsal hastalıklarında da kaplıca tedavisi uygulanmamalıdır.
#11.08.2004 18:59 2 0 0
  • Konu: Mide ülseri
    Ülser de günümüzde sık rastlanan bir hastalıktır. Onikiparmak bağırsağında (duodenum) görülen ülser, mide ülserinden daha fazladır. İkisinin de sebebi tam bilinmemekle beraber; yaşadığı ortama uyum sağlayamayan hassas kimselerde, işi aşırı yorgunluk verenlerde, alkol tüketenlerde, aspirin ve benzeri ağrı kesici ilaçları fazla kullananlarda ülsere sık rastlandığı da bir gerçektir.
    Belirtileri:
    * Ağrı hemen yemeklerden sonra görülür ve hasta aç olduğu zaman kendisini daha iyi hissederse "mide ülseri"nden şüphe edilmelidir.
    * Eğer ağrı yemeklerden belirli bir zaman sonra ve aç iken de hissedilir ise; bu durumda "onikiparmak bağırsağı ülseri" mevzu bahistir. Aç karnına ağrı geldiği zaman birşeyler yeyince geçer. Sabah aç karnına iken ağrı duyulmaz.
    Ne Yapmalı?
    * İlaç tedavisinin yanısıra diyet uygulanır.
    * Alkol ve sigara kesinlikle terkedilmeli; sinir gerginliği yapan hadiselerden uzak durmalıdır.
#11.08.2004 18:59 0 0 0
  • Konu: Kuduz
    Özellikle köpek, kedi, kurt, tilki ve yarasa gibi memeli hayvanlarda görülen bir hastalıktır. İnsana da bu kuduzlu hayvanların ısırması ile geçer. Dişlerin açtığı yaraya, kuduz virüsü taşıyan hayvan salyası bulaşır. Virüsler yaradan içeri girdikten sonra sinirler yoluyla merkez sinir sistemine (beyne) ulaşır; tahribatını yaparak sonu ölüm olan genel felçlere sebebiyet verirler.
    Belirtileri:
    * Hayvan ısırdıktan ancak bir ila altı ay sonra hastalık belirtileri ortaya çıkar. Bu müddet değişikliği, vücudun direnci ve ısırılan yerin beyne olan uzaklığı ile orantılıdır.
    * İlk belirtileri karamsarlık ve huysuzluktur.
    * Sonra, boğazda başlayan ağrılı kasılmalardan dolayı, hasta su içemez. Bunu beceremediğinden huysuzlaşır. Halk arasında bu durum "su korkusu" tabiri ile açıklanır.
    * Yutkunma güçlüğünü ağrılı kas spazmları izler. Hastada şuursuz tepkiler ve ihtilaçlar (delilik halleri) belirir.
    * Nihayet, birkaç gün içinde, adale kasılmaları genel felç haline dönüşür ve sonuç ölümdür.
    Ne Yapmalı?
    * Bir hayvan tarafından ısırıldığınız zaman, her halükarda, kuduz olabileceğini düşünmelisiniz.
    NOT: Hayvanda kızgınlık ve azgınlık alametleri varsa; köpek ise havlarken, kedi ise miyavlarken alışılmışın dışında sesler çıkarıyorsa; hele ağzında bol salya varsa onu mutlaka yakalayıp belediye tabibine veya bir hastahaneye götürünüz. Yakalamaya çalışırken -tekrar ısırılmamak için- dikkatli hareket ediniz.
    * Isırılan yeri bol sabunlu su ile yıkayınız.
    * Yakaladığınız hayvanı ilgili sağlık kuruluşuna (belediye tabibi veya hastahane) götürüp "kuduz testi" yaptırınız. Görevliye, ısırıldığınızı söyleyiniz ve gerektiğinde aranmak üzere adresinizi ve telefon numaranızı veriniz. Veya neticeyi almak üzere randevu isteyiniz.
    * Testler kuduzu doğruladığı takdirde ısırık yeri cerrahi usullerle temizlenir ve kuduz serumu zerkedilir. Arkasından vücuda aktif bağışıklık kazandırmak için ölü kuduz virüsü aşılanır. Aşılama usulleri değişik olmakla beraber, hepsinin de gayesi hastada kuluçka devresi sona ermeden bağışıklık oluşturmaktır.
#11.08.2004 18:58 0 0 0