KISSA'DAN HİSSE

Son güncelleme: 04.11.2022 18:41
  • Sultan Murad Han o gün bir hoş"tur. Telaşeli görünür.
    Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.
    Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
    Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
    - Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
    -- Akşam garip bir rüya gördüm.
    - Hayırdır inşallah?..
    -- Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
    - Nasıl yani?
    -- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
    Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki,
    padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve
    gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a
    çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır.
    Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir
    dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan
    bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
    -- Kimdir bu?
    Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler.
    Ayyaşın meyhusun biri işte!..
    -- Nerden biliyorsunuz?
    - Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık
    komşumuz... Bir başkası tafsilata girer;
    - Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır.
    Azaplar çarşısı'nda çalışır. Nalının hasını yapar...
    Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem
    şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli
    kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
    - isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir
    cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını
    gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!..
    Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
    -- Nereye?
    - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
    -- Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem...
    Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır.
    Defini tamamlamak gerek.
    - İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
    -- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
    - Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
    -- Mollalığa devam... Naaşı kaldırmalıyız en azından.
    - Aman efendim, nasıl kaldırırız?
    -- Basbayağı kaldırırız işte.
    - Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması,
    paklanması var. Tekfini, telkini...
    -- Merak etme ben beceririm.
    Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
    - Şurada bir mahalle mescidi var ama...
    -- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
    - Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den,
    en azından Fatih Camii'nden...
    -- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur.
    Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin.
    Hadi yüklenelim... Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola
    koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur
    ocağa... Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş;
    ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında.
    Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur
    dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama,
    vezirin de keza... Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar,
    musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli
    vardır daha... Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
    - Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba...
    -- Nasıl yani?..
    - Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik
    cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
    -- Doğru, öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi
    dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah
    garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim
    sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
    Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi
    metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
    - Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
    Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar...
    Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki.
    Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından...
    - Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir...
    Bizim efendi bir âlemdi, vesselam... Akşamlara kadar
    nalın yapar... Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin;
    elindekini avucundakini verir
    satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
    -- Niye?
    - Ümmeti Muhammed içmesin diye...
    -- Hayret...
    - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi.
    Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi.
    Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek... O çeker gider, ben
    menkîbeler anlatırdım onlara... Mızraklı ilmihal.
    Hucceti islam okurdum...
    -- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki...
    - Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep
    uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında
    durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe'yi görmeli...
    -- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
    - işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya...
    Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle
    böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek.
    inan cenazen kalacak ortada...
    -- Doğru, öyle ya?..
    - Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını
    kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla
    bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
    -- Peki o ne dedi?
    - Önce uzun uzun güldü, sonra;
    - Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?
#05.01.2005 19:52 1 0 0
  • ellerine, yüreğine emeğine sağlık dostum...
#05.01.2005 20:26 0 0 0
  • sagol abi
#05.01.2005 20:27 0 0 0
#14.03.2005 04:58 0 0 0
  • Yüregine saGLik dosTum Buda Bir Harika..
#14.03.2005 08:38 0 0 0
  • etkiliyici bişi bu teşekkürler.. yüreğinize sağlık
#14.03.2005 10:51 0 0 0
  • büyük insanı padişah ediyorlar
#14.03.2005 11:10 0 0 0
  • güzel sagol kardes
#14.03.2005 12:27 0 0 0
  • Ellerine saglik yüregine saglik
#14.03.2005 13:04 0 0 0
  • SaoL DoSTuM....
#06.04.2005 20:32 0 0 0
  • ellerine saglık ustad
#22.04.2005 10:37 0 0 0
  • Paylaşım için Teşekkürler Ellerine Emeğine Sağlık
#04.11.2022 18:41 0 0 0