Atatürk ve Stalin

Son güncelleme: 27.12.2007 21:54
  • noimage

    Maalesef cok uzucu ve kotu gunler geçiriyoruz.

    Buyuk onderimizin, zor gunlerdeki devlet adamlıgına ornek olması acısından, buyuk bir anısını sizinle paylasmayı istedim..Birde bu gune bakın abd ulkemizi ele gecirmis... Askerlerimiz sehit oluyor... Basbakanımız hala abd den izin istiyor...

    Atatürk'ün devlet adamlığı, Stalin'in verdiği bir demecin üstüne gidişi..



    Stalin'in Sovyetler Birliği'nin başında olduğu dönemler...

    Sovyetlerin Ankara Büyükelçisi ünlü bir diplomat Karakan...

    1917 Ekim Devrimi'nin yıl dönümlerinden birinin sabahında Stalin, son derece sivri, anlamsız ve onur kırıcı bir demeç veriyor.

    Bu demecinde aynen şunları söylüyor:



    'Herkes bilsin ki, Rus Milleti; Boğazlarla, Ardahan'ı ele geçirmekten asla vazgeçmeyecektir.

    Çok yakın bir zamanda bu davalarımızı halletmiş olacağımızı şimdiden müjdeliyorum...'



    Aynı gece Ankara'da Sovyet Büyükelçiliği'nde de ihtilalin yıl dönümü kutlamaları yapılıyor.

    Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk, gece yarısına doğru Stalin'in bu densiz demecinden haberdar oluyor ve maiyetine emrediyor:



    'Arabaları hazırlayın gidiyorum.'

    'Paşamız bu saatte nereye gidecekler?'

    ' Sovyet Sefareti'ne.'



    Mahiyetin etekleri tutuşur çünkü olayı kavrarlar, içlerinden birisi Atatürk'e:

    'Paşa hazretleri nasıl olur?

    Protokolsüz mü?

    Siz devlet başkanısınız, protokolsüz nasıl gidersiniz?'


    'Ben protokol falan dinlemiyorum çocuk.

    Stalin vatanımın topraklarına göz dikmiş, sen bana protokolden söz ediyorsun.

    Hazırlayın arabaları.' diye cevap verir.



    Büyük önderimiz ve arabalar hazırlanır.

    Atatürk ve maiyeti, Sovyet sefaretinin kapısına dayanır.

    Ulu önderimiz yüzü asık bir şekilde yukarı çıkar ve o sırada sefarette büyük bir balo vardır.

    Atatürk kendisini karşılayan Büyükelçi Karakan'ı görünce:



    'Merhaba Karakan' der ve aynı sert ifadeyle devam eder.

    'Rahatsız ettik ama sen benim şahsi dostumsun, kusurumuza bakmazsın.

    Bir hususu esasından anlamaya geldim.'

    'Emredin Sayın Başkan'

    'Ajanstan öğrendiğime göre, başbakanınız Stalin, Ardahan'la Boğazları istemiş, kararı katiymiş...

    Pek yakın bir gelecekte bu kararını uygulayacakmış.

    Tam böyle söyleyip söylemediğini bilemem ama buna benzer şeyler söylemiş.

    Tabii ki bu nutkun da bir sureti sende vardır.

    Getir bakalım şunu da işin aslını faslını iyi anlayalım.'



    Stalin'in nutku getirilir.

    Atatürk metnin o kısmını yanındakilere kelime kelime tercüme ettirir.

    Nutuk ajanstan geçen metin ile aynıdır.

    Atatürk sorar:

    'Karakan, sefaret telsizinden derhal Stalin'i bulduracaksın.

    Bu beyannatından vazgeçip geçmediğini sorduracaksın.

    Başbakanın tükürdüğünü yalayacak, yalamazsa ben yapacağımı bilirim.

    Bu cevap bu gece gelecek çünkü benim senin başbakanından daha önemli kararım var.

    İstediğim cevabıalmadan sefaretinizden dışarı adım atmam.

    Eğer cevap istemediğim şekilde gelirse bil ki buradan çıkıp doğru Rus sınırına gideceğim...'



    Karakan çaresizlik içinde telsizin başına koşar ve Atatürk'ün söylediklerini aynen nakleder.

    Stalin'den gelen cevap büyük önderimizi tatmin eder çünkü cevapta aynen şöyle söylenmektedir.
    'Stalin sürçü lisan eylemiştir.

    Boğazlar'la Ardahan'ı almak gibi bir arzusu katiyetle yoktur...'


    Atatürk cevabı okuduktan sonra Rus Büyükelçisi Karakan'a hitaben 'Karakan seni geri çağırırlar ve yaşatmazlar.

    Uzun süredir tanışıyoruz, istersen bize iltica et.'


    Karakan bu teklife olumsuz cevap verir ve cevabı telgraftan hemen sonra bir telgrafla geri çağrıldığını açıklayarak:
    'Teşekkür ederim.

    Sizi tanımış olmam bile kafidir ancak memleketinizdeki vazifem sona ermiştir.

    Yarın hareket edeceğim.'


    Atatürk fazla ısrar etmez ve Çankaya'ya döner.

    On gün sonra şöyle bir haber gelir.

    Sovyetler Birliği'nin eski Ankara Büyükelçisi Karakan fırında yakılmak suretiyle idam edilmiştir.



    Evet işte böyle, daha fazla yoruma gerek var mı?

    Sözümü, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü ve bağımsızlığını korumak için şehit düşen askerlerimizi saygıyla anarak bitiriyorum....




    Atatürk yaşasaydı AB'ye bakışı nasıl olurdu diyenlerede bu resmi ithaf ediyorum.

    noimage

    'Dünyada her millet icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetine ortak sayılır.'

    Mustafa Kemal ATATURK


    'Bir ülkede halk ve onu yönetenler aynı rüyayı görmeye başlamışsa, uyanık kalanlar kábus görmeye başlar.'

    Anomim


    Halk, liderin peşinden mi gidiyor, yoksa onu kovalıyor mu? Kimi lider bunu anlamaktan acizdir...

    Benjamin
#05.11.2007 13:18 0 0 0
  • emegine saglik Sweet_Angel gercektende cok guzel bir paylasimdi.
#06.11.2007 10:48 0 0 0

  • Rica ederim sindy begenmene sevindim ama iste ne yazik ki.. istikrarsiz siyaset izleyen politikacilarimiz yuzunden Turkiye bu durumlara dustu..icraat laf kadar koLay yapıLmıyor..
#06.11.2007 15:00 0 0 0
  • çok duygulandım ve gurur duydum.
    şimdiki siyasetçilerin bunları okuyup ders almaları lazım.
    türkiye'nin gücünün farkında değiller.
    ülkemi zirvelerde dev ülkelerin arasında görmek istiyorum.
    siyasilerimizi, iktidar sahiplerimizi kararlı ve onurlu görmek istiyorum.
    ülkemde yolsuzluklar olmasın istiyorum.
    bilim ve sanatta diğer ülkelere fark atalım istiyorum.
    çok mu şey istiyorum!
#06.11.2007 20:02 0 0 0
  • @enya- adlı üyeden alıntı:
    çok duygulandım ve gurur duydum.
    şimdiki siyasetçilerin bunları okuyup ders almaları lazım.
    türkiye'nin gücünün farkında değiller.
    ülkemi zirvelerde dev ülkelerin arasında görmek istiyorum.
    siyasilerimizi, iktidar sahiplerimizi kararlı ve onurlu görmek istiyorum.
    ülkemde yolsuzluklar olmasın istiyorum.
    bilim ve sanatta diğer ülkelere fark atalım istiyorum.
    çok mu şey istiyorum!
    Orijinali Göster...


    Tesekkurler enyacim bu guzel yorumun icin ;);) cok sey istemiyorsun olmasi gekeneleri istiyorsun ..maalesef gecmisimizden kimse ders almiyor kendi sahsi cikarlari on planda tutuldugu surece bu sekilde devam edecektir ...
#07.11.2007 09:41 0 0 0
NaZ NaZ foto
  • Etkilenmemek duygulanmamak elde degil

    bu guzel yaziyi bizimle paylastiginiz icin tesekkur ederim, umarim esas okumasi gerekenlerde okur ve ders alir

    ellerinize saglik
#07.11.2007 21:59 0 0 0

  • Rica ederim naz sende sagol okudugun icin guzel gozlerine saglik ;);)
#09.11.2007 18:36 0 0 0
  • emegine saglik cok guzel bir paylasim
#09.11.2007 20:46 0 0 0
  • emeğine sağlık
#10.11.2007 20:30 0 0 0

  • Nergish,by-block tesekkurler sizlere ilginiz ve yorumunuz icin ;);)
#13.11.2007 14:30 0 0 0
  • ellerine saglık tsk
#15.12.2007 22:50 0 0 0
  • emeğine sağlık arkadaşım harika bi paylaşım
#16.12.2007 18:39 0 0 0
  • bunu bütün üyelere okutma sarti getirilmeli
#17.12.2007 15:26 0 0 0
  • cok tesekkurler arkadasım
#18.12.2007 19:19 0 0 0
  • arkadaşlar bu konuya geneli şu şeyehasret cevaplaryazmışlar başarı ve herşeyde ilerde olmak cağdaş medeniyet olmak tabi oramı buramızı acarak deyil tenoloji bahsediyorum.dünyada patentli bir arabamızbile yok.ŞİMDİ BEDİYORUMKİ.OSMANLI NE YAPMIŞ BİLİYOR MUSUNUZ....*?DÜNYAYI ARKAYA AHİRETİ ÖNE ALMIŞ DÜNYADA BİR NUMARA OLMUŞLAR YANİ DÜNYAYA HÜKMETMİŞLER BUNA DÜNYA VETARİH ŞAHİT selam ve duayla.
#19.12.2007 08:40 0 0 0
  • Nurten ARSLAN'ın Küçük Anılarda Büyük Sırlar serisinin 4. kitabı Dönemeç'ten bir alıntı
    1919 Temmuzunun 8'ini, 1919 Temmuzunun 9'una bağlayan gece!
    Yıldızlar gökyüzünü terk etmiş.
    Yarım ay bulutların arkasına saklanmış.
    Gece derinleşirken Erzurum yaylaları sıkıntılı.
    Mavi Kuş da sıkıntılı; "Padişah seni ordudan atmadan askerlikten çekil paşam, istifa et!" diye ünleyen havadaki kuşlara, yerdeki karıncalara, sudaki balıklara ters ters bakıyor.
    1919 Temmuzunun 8'ini, 1919 Temmuzunun 9'una bağlayan meş'um gece!

    Erzurum geceleri nemli ve soğuk.
    Bu gece daha soğuk!
    Hüseyin Rauf sıkıntılı!
    Kâzım Karabekir sıkıntılı!
    Subaylar, yaverler sıkıntılı!

    Gerçi Rauf teminat veriyor; "Kâzım Karabekir Paşaya güvenebiliriz. O sizin zekânıza, tecrübenize hayrandır."

    Rauf'un söylediği doğrudur. Kâzım Karabekir Paşayı Selânik'ten beri tanır. Pek çok ölüm-kalım savaşında feleğin çemberinden birlikte geçmişlerdir.
    Azrail'in tırpanından birlikte kurtulmuşlardır.

    Kâzım Karabekir Paşa İstanbul'dan hareket etmeden önce kendisini hasta yatağında ziyaret etmiş ve; "Burada yapılacak hiçbir şey kalmadı paşam. Ben Erzurum'a gidiyorum. Ne yapacaksak orada birlikte yapalım." demiştir.
    Evet öyle demiş ve onu Anadolu'ya davet etmiştir.
    Hatta Erzurum'da yapılacak kongreye gelmesi için kendisini telgraf yağmuruna tutmuştur.

    Fakat!
    Kâzım Karabekir Paşa; "III. Ordu Müfettişi ve Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyârî Mustafa Kemal Paşayı" çağırmıştır.
    Askerlikten ayrıldığı takdirde sadece Mustafa Kemal Bey yahut efendi olacaktır. Acaba Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Bey veya efendiyi kabul eder mi?

    Gerçi Karabekir'e güvenilebilir.
    O, dostunu düşmanına teslim etmez; fakat en nihayet o da bir askerdir, o da bir emir kuludur.
    Padişah ona; "Mustafa Kemal Paşayı ordudan attım. Rütbelerini, nişanlarını söktüm. O, artık asker değildir. Sana emrediyorum, kendisini derhâl tevkif et. İstanbul'a gönder." derse?
    Padişah böyle buyurursa ve Kâzım Karabekir Paşa bu emri yerine getirirse hiç kimse ona kızamaz.

    Beyni karıncalanıyor!
    O bir hesap adamıydı, bugünlerin geleceğini düşünmemiş değildi. Henüz Amasya'dayken askerlikten alınabileceğini ve millî davaya başka bir sıfatla hizmete devam edeceğini hesaplamıştı.
    Fakat hesap başka, uygulama başkaydı.
    Şimdi iş bu kararı vermeye gelince aklıyla duyguları karışmıştı.
    Önündeki yollar çatallaşıyor; bazen daralıyor, bazen bulanıyor.
    Derdini açabildiği tek kişi Rauf; fakat onun da elinden bir şey gelmez. O da bir misafir, o da bir sığıntı. Çıktıkları bu çetin yolculukta Rauf'un hiçbir resmî sıfatı yok.
    O eski bir bahriyeli. Hamidiye kahramanı olmasından başka hiçbir gücü yok. Kaldı ki Rauf, padişaha gönülden bağlı bir adam. Padişahlık onun gözünde yüce bir makam.

    Buna rağmen Rauf'a dert yanmadan edemiyor; "Sivil olursak her şey biter Rauf. Makam ve rütbenin önemi büyüktür. İstiklâlimizi elde etmek için savaşmak mecburiyetinde kalacağız. Bu mücadelede emir vermek için resmî salâhiyet gerekir."

    Kararsızlık!
    1919 Temmuzunun 8'ini, 1919 Temmuzunun 9'una bağlayan o meş'um gece!
    Karar gecesi!
    Ruhu karar vermek ve kararsızlık arasında yoğruluyor.
    O yoğrulup dururken korktuğu başına geliyor. Yaver Cevat Abbas; "Padişahın kendisini makine başında beklediği," haberini getiriyor.
    Erzurum karanlıklar içinde.
    Yanında Kâzım Karabekir, Rauf, Kurmay Başkanı Binbaşı Kâzım, yaverleri ve emir eriyle postaneye yürüyorlar.

    Herkes içine kapanmış.
    Çıktığı uzun yolculuk belki de kaldıkları evle postane arasında bitecek.
    Belki de bu son yolculuk.
    İşte postanedeler.
    Yıldız Sarayı telgrafhanesi karşılarında.
    Padişah makine başında hazırmış.
    Kendisiyle padişah adına Harbiye Nazırı Ferit Paşa konuşacakmış.
    Harbiye nazırı güvenilir bir adam değildir. Hatta Kâzım Karabekir'e göre hainin biridir.
    İlk hareket Yıldız'dan gelir.
    Harbiye Nazırı Ferit Paşa, bir saray uşağı ağzıyla yazmıştır; "Padişahımız efendimiz hazretlerinin selâm-ı şâhanelerini tebliğ ederim. Muhabbet ve itimad-ı hümayunlarını bildiririm."
    Ayrıca kendisi de; "Hürmet ve muhabbet-i biraderaneleriyle gözlerinden öpüyormuş."

    Tetiktedir.
    Acaba bu iltifatların arkasında ne vardır?
    Bekler; ama çok değil.

    Yıldız, yayvan bir ağızla konuşur; "İstanbul'da onu nice büyük işler, mevkiler beklemekteymiş."
    Sonra ağzındaki baklayı çıkarır; "İstanbul'a dön!
    "Dönmem!" cevabını alan Yıldız, hemen ağız değiştirir; "Erzurum'dan hastalık raporu al; fakat derhâl oradan ayrıl. İstediğin yere git!"
    Cevap değişmez; "Hayır burada kalacağım!"
    Konuşma büsbütün sertleşir.
    Yıldız ısrar ettiği hâlde cevap aynıdır; "Katiyen reddediyorum İstanbul'a dönmeyeceğim!"

    1919 Temmuzunun 8'ini, 1919 Temmuzunun 9'una bağlayan o meş'um gece!
    Yıldız'dan gelen son cevap bir balyoz gibidir; "O hâlde resmî vazifeniz sona ermiştir!"
    İşte perde kapanmıştır.

    Yıldız ona; "Askerlik hizmetinden azledildiğini," tebliğ ederken, o daha çabuk davranır.

    8/9 Temmuz 1919.
    Saat 22.50'de harbiye nazırına, saat 11.00'de de padişaha; "Tüm askerlik görevlerinden çekildiğini," bildiren istifa dilekçesini yazar ve altını imzalar.
    Dilekçesinin altına sadece; "Mustafa Kemal." diye yazmıştır.

    Bütün gemileri yaktığının, geri dönülmez bir yola girdiğinin farkındadır.
    Rauf ve Kâzım Karabekir onu hararetle kucaklar tebrik ederler; fakat Kurmay Başkanı Albay Kâzım'ın suratı asılmıştır.
    Çok geçmeden Yıldız'dan gelen telgrafta; "Zât-ı şâhanenin kendisini askerlik mesleğinden ihraç ettiği," yazılıdır.
    Telgraf başından ayrılmaz.
    Türk milletine ve orduya şu mesajı geçer;
    "Mübarek vatan ve milleti parçalanma tehlikesinden kurtarmak, Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan Millî Mü-cadele uğrunda, milletle hep beraber serbest surette çalışmağa, resmî ve askerî sıfatım engel olmaya başladı. Bu kutsal amaç için milletle birlikte nihayete kadar çalışmaya, bütün kutsal inançlarım üzerine söz vermiş olduğumdan dolayı, pek çok sevdiğim yüksek askerlik mesleğinden bugün çekildim. Bundan sonra milletimizin kutsal gayesi için her türlü fedakârlıkla çalışmak üzere, milletin içinde savaşan bir kişi olarak bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilân eylerim."
    1919 Temmuzunun 8'ini, 1919 Temmuzunun 9'una bağlayan o meş'um gece, Erzurum postanesinden çıkarken artık o, III. Ordu Müfettişi ve Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyârî Mustafa Kemal Paşa değil, sadece Mustafa Kemal'dir.

    Kâzım Karabekir'le Rauf, onu daha makine başında ve son sözlerini dikte ederken tebrik etmişlerdir. Kurmay Başkanı Binbaşı Kâzım ise öylesine bir selâm vermiştir.
    Yaverlerse ona daha bir yaklaşmışlardır.

    1919 Temmuzunun 8'ini 1919 Temmuzunun 9'una bağlayan gece pek kasvetlidir.
    Bir an önce yalnız kalmak ister.
    Bir an önce kendisiyle hesaplaşmak istemektedir.
    Kendi kendisiyle konuşacaktır.
    1919 Temmuzunun 8'ini 1919 Temmuzunun 9'una bağlayan kasvetli gece bir türlü bitmek bilmez.
    Şafak bir türlü atmak bilmez.

    Anadolu'ya geçerken başında Çanakkale Zaferinin tacını ve çok geniş müfettişlik yetkilerini taşımaktaydı.
    Oysa Samsun'a çıkışından sadece elli gün sonra rütbelerini, mevkiini, yetkilerini her şeyini kaybetmişti.
    Sıfırdan başlayacaktı.
    ...
    Uykusuz, yorgun, üzgün, bozgun bir sabah nihayet gelir.
    O sabah, onun kanlı uykusuz gözlerini görenler, başka biriyle karşılaşmanın şaşkınlığı içindedir.
    Sararmış ve süzülmüştür.
    Kasvetli gece bitmiş; fakat buhran bitmemiştir.
    O artık bir sivildir.
    Hiçbir resmî sıfatı olmayan, hiçbir yetkisi kalmayan, yersiz yurtsuz parasız Mustafa Kemal Bey, yahut Efendi.

    9 Temmuz 1919 sabahı da büyük bir kasvetle üzerine çökmüştür.
    O sabah Rauf'a der ki; "Raufçuğum, her şey bitti. Böyle buhranlı zamanlarda makam ve rütbenin halk üzerindeki tesiri büyüktür. Bunlarsız ne yapılabilir?"

    Rauf onu teselli eder; "Bilâkis paşam. Asıl şimdi mevki ve itiba-rınızın bir kat daha arttığı kanaatindeyim. Vatanın kurtarılması davasına bir millet ferdi gibi nefsinizi vakfedişiniz üzerine gerek ordu, gerekse halk gözünde eskisinden fazla sevgi itimada mazhar olacağınızdan eminim."

    Ve Rauf bu kanaatini önce kendisi ispatlamak için bir beyanname yayımlar; "Vatan ve milletin kurtuluş ve bağımsızlığı ve saltanat makamının ve hilâfetin dokunulmazlığı temin oluncaya kadar, Mustafa Kemal Paşayla çalışacağıma mukaddesatım namına yemin eylediğimi arz ve ilân eylerim."
    Rauf bu beyannameyle Kemal'e tüm desteğini vermiştir. Bu desteğin vatandaş tarafından bilinmesi önemlidir. Telgrafçılar, bu telgrafları, yurdun her yanına ulaştırmak için yarış ederler.
    Çok geçmemiştir ki Kemal'in istifasını duyan Ali Fuat'tan da bir telgraf gelir; "(...) Askerlikten istifanız, başta bendeniz olmak üzere, kolordu ve mıntıkam dâhilinde bulunan bütün kumandan ve memurları büyük üzüntüye gark etti. Bundan evvel olduğu gibi, bundan sonra da emirlerinizdeyim paşam."
    Aynı gün Binbaşı Hüsrev, Dr. Refik, Özel Kalem Müdürü Hayati, Yaverler Cevat Abbas'la Muzaffer de paşalarıyla beraber askerlik mesleğinden istifa ederler.
    İstifa etmeyi düşünmeyen tek bir kişi var; Kurmay Başkanı Binbaşı Kâzım.
    Kurmay Başkanı Kâzım ellerinde büyük bir dosyayla karşısına dikilmiştir; "Paşam, siz askerlikten istifa ettiniz. Benim bundan sonra emrinizde bu vazifeme devam imkânım kalmadı. Evrakı kime teslim edeyim?"

    İşte haklı çıkmıştır.
    Acaba çözülme mi?
    Cevabı hazin bir inilti olur; "Yaa! Öyle mi efendim? Peki efendim. Lütfen uhdenizdeki dosyaları Hüsrev Beye veriniz."
    Kurmay Başkanı Binbaşı Kâzım; "Emredersiniz!" diyerek kendine has çalımlı yürüyüşüyle çıkınca Kemal, Rauf'la bakışır.
    Gözlerinde hüzün, koltuğa yığılmıştır.
    Yüzü daha çok sararmıştır.
    Konuşmaya mecali yoktur; fakat konuşmadan edemez; "Rauf, gördün mü? Makam ve mevki önemlidir demiştim."

    Rauf da üzgündür. Teselli için; "O adamın, tabiatını bir an önce açığa vurması bizim için daha iyi olmuştur; fakat diğer arkadaşlarımızın hepsi vefalıdır." der.
    Kemal'i, 1909'dan beri tanıyan Rauf, onun nice zor anlarına şahit olmuştur; fakat o gün, kurmay başkanının, evrakını toplayıp karşısında dikildiği ve bu sözleri söylediği zamandaki acısını hiçbir zaman görmemiştir.

    Kurmay Başkanı Binbaşı Kâzım, akıllara ziyan çalımlı yürüyüşüyle çıkıp gitmiştir; fakat asıl XV. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşanın nasıl bir tavır alacağı önemlidir.

    Kendileri bütün gemileri yakmışlardır; fakat Kâzım Karabekir Paşadan aynı şekilde rütbe ve nişanlarını feda etmesi ne beklenebilir, ne de istenebilir. Kaldı ki Karabekir Paşa ordu kumandanlığından istifa edecek olursa nihayet hepsi hepsi on-on beş sivil adam olarak orta yerde kalakalırlar.

    Ayrıca, Kâzım Karabekir Paşa, bundan böyle nasıl davranacaktır? Padişah ona, görevden aldığı, askerlikten el çektirdiği adam için; "Onu tutukla, İstanbul'a gönder." diyecek olursa, ne yapacaktır?
    Galiba, gerçekten her şey bitmiştir.

    Rauf'a döner. Kendi kendine söylenir gibidir; "İkimizin yapacağı tek şey kaldı Rauf. Emin bir yere çekilerek, ayakaltında ezilmemek."

    Ümitsizliğin getirdiği çöküntü!

    Ve Yaver Cevat Abbas içeri girerek; "Kumandan Paşa geliyorlar. Arkalarında bir bölük süvari askeri var!" der.

    Kâzım Karabekir ve ardında bir bölük süvari hayra alâmet sayılabilir mi?
    Rauf'un kulağına eğilerek boğuk bir sesle mırıldanır; "Gördün mü Rauf? Dediklerim doğru değil miymiş?"

    Koltuktan kalkar, pencereye yürür.
    Süvariler binanın etrafına dizilmiştir.
    Bir süvarilere, bir Rauf'a bakarken tümden sararır.
    Pencereden ayrılır, odanın ortasına doğru bir iki adım atar.
    Kulakları giderek yaklaşan postal seslerindeyken gözleri kapıya kilitlenmiştir.
    Kâzım Karabekir Paşanın cebinde, İstanbul Hükûmeti'nin bir tevkif emri de olabilir.
    Gel gitler.
    Mavi Kuş pencerede telâşlı.
    Yoksa bir dönemeç mi?

    Ve kapıdan bütün ciddiyetini kuşanmış Kâzım Karabekir Paşa arkasında sekiz on subayla görünür.
    Yüzünden bir şey anlamak mümkün değildir.
    Üç, belki de beş sert adımdan sonra, bütün binadan duyulan bir topuk sesi ve arkasından sert bir selâm vaziyeti.

    İki kumandan göz göze.
    Ve Kâzım Karabekir Paşanın gürleyen sesi:
    - Emrinizdeyiz paşam! Siz, bundan evvel olduğu gibi, bundan sonra da bizim kumandanımızsınız. Ben, subaylarım, erlerim, ko-lordum, hepimiz emrinizdeyiz!

    Havadaki kuşların, yerdeki karıncaların, sudaki balıkların sevinçleri, Mavi Kuşun Erzurum semalarını yırtan çığlığı!

    Dönemeç?
    Yol dönülmüş!
    Doruk aşılmış!
    Buhran çözülmüştür!
    Mustafa Kemal Paşayla, vefalı, cesur, dürüst Kâzım Karabekir Paşanın sarılıp; kucaklaşması.
    Sadece iki paşanın değil, onları seyredenlerin gözlerinde de yaş.
    Kader!
    Bir milletin kaderi.
    Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşaya; "Emrinizdeyim!" derken, İstanbul gazetelerinde şu resmî tebliğ yayımlanır;

    "III. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşanın memuriyetine son verilmiştir."

    Bu da kader!

    ***
    Atatürk'ün hayatını anlatan bu seri 10 cilt olacakmış şimdiye kadar 4 kitap yayınlanmış okumanızı tavziye ederim. Çok şaşıracaksınız...
#27.12.2007 21:54 0 0 0