Atatürk'ün Anıları

Son güncelleme: 26.10.2008 08:38

  • ATATÜRK'E BİR KÖYLÜNÜN CEVABI
    Tarihimiz sayısız savaşlarla doludur. Biz bu savaşlardan başkaldırıp ne memleketi imar edebilmişiz, ne de kendimiz refaha kavuşmuşuzdur. Bunun sebebi, bizim suçumuzda olduğu kadar düşmanlarımızdadır da. Çünkü başta Moskoflar olmak üzere düşmanlarımız hep şöyle düşünürlerdi :
    - Türklere rahat vermemeli ki, başka sahalarda ilerleyemesinler...
    Bunun için de sık sık başımıza belalar çıkarırlar, savaşlar açarlar, balkan milletlerini "istiklal" diye kışkırtırlardı.
    Biz böyle durmadan savaşırken de o zamanlar askere alınmayan gayri müslimler durmadan zenginleşirlerdi.
    Onların neden zengin, bizim neden fakir kaldığımızı bir köylü, Atatürk'e verdiği kısa bir cevap ile gayet veciz olarak izah etmiştir.
    Atatürk, Mersin'e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:
    - Bu köşk kimin?
    - Kirkor'un...
    - Ya şu koca bina ?
    - Yargo'nun
    - Ya şu ?
    - Salomon'un...
    Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
    - Onlar bu binaları yaparken ya siz nerede idiniz? Toplananların arkalarından bir köylünün sesi duyulur:
    - Biz mi nerede idik? Biz Yemen'de, Tuna Boyları'nda, Balkanlar'da, Arnavutluk Dağları'nda, Kafkaslar'da, Çanakkale'de, Sakarya'da savaşıyorduk paşam...
    Atatürk bu hatırasını naklederken:
    - Hayatımda cevap veremediğim yegane insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, der dururdu.
#28.09.2008 10:49 0 0 0
  • PEYNİR, ZEYTİN, SOĞAN VE KURU EKMEK
    Mustafa Kemal Paşa, Erzurum ve Sivas Kongreleri'ne katılan arkadaşlarıyla birlikte ciddi para sıkıntısındaydı. Erzurum'dan Sivas'a intikal sırasında, yoldaki durumlarını Mazhar Müfit şöyle anlatır:
    "Önümüzde ve Paşa'nın üstün iradesi ve dahi ışığı altında yeni ve engin bir savaş ufku açılmıştı. Erzurum'dan sonra yeni bir irade, yeni bir madde ve mana hamlesi ile büyük vatan savaşına atılacak, Erzurum'da kurulan büyük temele bina edilecek eserin ikinci safhasındaki çalışmalara katılacaktır.
    Sesimi biraz yükseltmiş olacağım ki, öndeki arabadan Mustafa Kemal Paşa arkaya bakarak eli ile;
    - Daha yüksek sesle!... diyerek işaret veriyordu. Ve bu işaret üzerinedir ki, yine gayri iradi, gayri ihtiyari olarak dilimin ucuna:
    "Ey gaziler yol göründü tarihi şarkısı geldi ve ben bu şarkıya başlayınca insiyaki bir sirayetle hemen bütün otomobillerdeki arkadaşlar da bana katıldılar ve hep bir ağızdan bu şarkıyı okuduk ve söyledik. Arızasız öğle vaktini bulduk. Her kilometreyi arızasız kat ettikçe adeta sevinç duyuyor ve:
    - Otomobillerimiz bu vaziyette bizi Sivas'a selametle ulaştıra bilecekler ümidini muhafaza ediyorduk. Bir pınar başında mola verdik. Paşa:
    - Hemen yemeğimizi yiyelim, vakit kaybetmeksizin yine yola devam edelim dedi.
    Çünkü 4 Eylül'de kongrenin açılması kararlaştırılmış olduğuna nazaran, yolculuğumuz muayyen bir programla tayin ve tespit edilmiştir.
    Hareket ve molalarda o programa uymak zorundaydık. Ancak paşanın;
    - Yemeğimizi yiyelim deyişinde sonraki vaziyetimizin biraz acıklı olduğunu da tebarüz ettirmeyelim. Yemek deyince, bilhassa Anadolu'daki kara yolculuklarında gün görmüş insanlar için yemek; tavuk, hindi, soğuk et, su böreği, köfte vesaire gibi şeylerden düzülen nevaledir.
    Hepimiz de bu çeşit nevalelerle yolculuk etmiş insanlardık. Fakat, bu defa nevalemiz; peynir, zeytin ve kuru ekmekten ibaret bir azıktı. Su başında rastladığımız köylüler de torbalarından birkaç baş kuru soğan ikram ettiler. Fakat, paşa başta olmak üzere hepimiz en büyük bir lokantada pişirilmiş veya ziyafette tertiplenmiş yemeklerden ve İstanbul tabiri ile et'ime-i nefise-i lezize (en güzel yemekler) den daha mükemmel ve daha iştahlı olarak zevkle kuru soğanı, peyniri, zeytini, ekmeğimize katık ederek ve pınarın buz gibi suyunu içerek karnımızı doyurduk.
#28.09.2008 10:50 0 0 0

  • HAKİKİ İNSAN
    Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin samimiyet ve sadakatlarını imtihan etmesini gayet iyi bilirdi. İnsanların halet-i ruhiyesini, niyet ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti.
    O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
    - Beni hakikaten sever misiniz?
    Muhatabı hemen cevabı yapıştırır:
    - Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!
    - Peki her dediğimi de yapar mısınız?
    - Derhal
    Atatürk, bu söz üzerine belinden tabancasını çıkarır ona uzatır.
    - Öyleyse, al tabancamı, sık kafana...
    - "Aman Atam" der, herhalde benimle şaka ediyorsunuz. Benim ölmemi istemezsiniz. Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışarıda hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar'dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder. Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, fakat kendisine bir şey olmaz. Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır.
    İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
    - Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
    Ruhu şad olsun.
#28.09.2008 10:50 0 0 0
  • gerçekten çok güzel anılar atatürkün gerçek bir lider olduğu burdan da belli oluyor
#26.10.2008 08:38 0 0 0