İmkânsıza Aşk ve Meraka Dair

Son güncelleme: 28.01.2010 17:45
  • Derler ki, bir gün gül artık dayanamamış, merak içinde, bülbüle sormuş:
    "Binlerce çiçek var. Hepsi birbirinden güzel... Lale var, sümbül var, leylak var, papatya var Onları da hep görmüşsündür sen; bahçe, bağ demeden gezerken. Yeşil dallarda hoş sesinle öterken Binlerce renktir onlar, binlerce ahenk Bazısı var, yüz güle denk. Yanlış anlama, senden şikâyetçi değilim. Güzel sesin, ötüşün her zaman hoşa gider. Fakat yine de merak ediyorum. Onca çiçek, onca buket içinde neden ben? Lütfen, ey kederli âşığım! Aşkını bu cahile tarif et. Et ki, belki ben de seni severim. Bana bir cevap lütfeder misin?"

    Bülbül acı feryatlarına bir ara vermiş. Sevdiğinin kırmızı yanaklarına nazar etmiş. Mahzun ve kederli yüzünü kaldırmış sonra, gülden öteye dönmüş. Gözleri ufuklarda, bir ayağını kaldırarak dikenlerini göstermiş güle. Ve hiç ona bakmadan eklemiş:

    "Bilmiyorum ey kırmızılım! Al yanaklım! Bahar kokulum! Vallahi bilmiyorum! Cevabım olsa, bunca zaman senden saklar mıyım? Seni bilinmezlik ateşinde yakar mıyım? Billahi bilmiyorum! "Aşkının nedeni yoktur" der teselli bulurum yıllardır, ben de, kendi kendime... Ama ne çare, zihnim durmuyor, akıl sorgular. Bunu ben de çok, hatta senden çok düşündüm. Fakat çaresizim, bulamadım. Onlar da güzeldi, onlar da alımlıydı. Sen de olan ne varsa, onlarda da vardı. Doğru Ama sana bakınca şunu fark ediyorum: Onca güzel içinde yalnız senin dikenlerin var"

    Aptallığına doymasın bülbül Böyle de olmaz ki
    Bunu ben söyledim, siz bir daha söylemeyin lütfen. Bülbüller alınır. Zira bu "imkânsız aşklar" mevzusu derin bir mesele Tarih kadar derin hem de İnsanın en eski hastalığıdır, marazıdır imkânsızı arzulamak! Ta Hz. Âdem'den (a.s.) beri vardır. Yeni değildir. Onca meyve içinde yasaklanana duyulan meyil, bir yönüyle şeytanın oyunu olsa da, diğer yönüyle Hz. Âdem'in şahsında Hz. İnsan'ı anlatır bizlere. Beşerin büyük bir zaafını hatırlatır. Evet, hakikaten de insan, ulaşılamazın cazibesine tarihin her anında kapılmıştır.

    Cengiz Han'ın ölümsüzlük arzusu, Firavunların kendilerini mumyalatmakla yaptığından, ya da Hitler'in gizlice yaptırdığı metafizik araştırmalarından ötede değil bence... Karun'un mal tutkusu da, bugünün kapitalistlerini aratmıyor kanaatimce. Aksine, sanki yaşananlar ruhların olmasa da, hislerin reenkarnasyonu gibi

    Varlık sahnesine çıkan her insan, kendi çapında ulaşılmazını tespit ediyor ve bir ömür onun peşinden koşuyor. Elinde sonsuza dek kalacakmışçasına, sanki Bunu, böyle de ifade edebiliriz. Hakikaten insan hayatında hep ulaşılmaz olanı arıyor. Peşinden koşuyor. Kazara olur da ulaşırsa, bu sefer, "Hel min mezit?" "Daha yok mu?" diye bağırarak koşmaya devam ediyor. Ulaştığından çabuk bıkıyor. Tıpkı, Mecnun'un yaşadıklarını duyarak, Leyla ile arasını yapmaya çalışan sultanın, tüm engelleri ortadan kaldırdıktan ve tarafları iknayı başardıktan sonra, Leyla'yı ve Mecnun'u buluşturunca, Mecnun'dan aldığı "İstemem, benim Leyla'm bu değil!" cevabı gibi Belki de Mecnunlar kavuşmak istemiyorlar, kavuşamadıkları için seviyorlar.

    Burada bir kapıyı daha açıyoruz. O da merakla aşkın kardeşliği konusu. Hakikaten merak ve aşk birbirlerine pek çok noktasından bağlı siyam ikizlerine benziyorlar. Zira merak duygusunun olduğu her yerde aşkın var olduğunu söyleyemesek de; aşkın olduğu her yerde bir çeşit merakın vücut bulduğunu ifade edebiliriz. Çünkü seven, sevdiğini her zaman merak ediyor. Onun ruhunda ve karakterinde gizlenmiş hazineleri keşfe çalışıyor. Bazen buluyor, bazen bulamıyor. Ama hep arıyor.

    Bazen büyük bir aşkla evlenen eşlerin sonraki yıllarda boşandıklarını işitiriz. Bu acı haberleri siz neyle izah edersiniz bilemem, ama ben genelde "merakın bitmesiyle" izah ederim. Zira aşkın olmadığı meraklar, meraklanmalar olabilir; ama merakın var olmadığı bir aşk vücut bulamaz. Böyle eşler, artık birbirlerinde o kadar yakınlaşmışlardır ki, birbirlerine karşı hiçbir gizemleri kalmaz. Tüm hataları, kusurları ve zaafları ortaya dökülür. Çünkü insan, uzakken hatalara kördür. Yakınlaştıkça hepsi bir bir dökülür, görülür. Merak edilesi bir şey kalmayınca da, ilişkiler monoton bir havaya bürünüyor ne yazık ki Bazen saatlerce yan yana oturan eşler, zaruret haricinde bir cümle bile kurmuyorlar. Demek ki, merak edemeyen, âşık da olamıyor.
    Peki, bunun çözümü ne?
    Bilmiyorum, ben aile danışmanı değilim zaten. Hiç de sevmem, hiç de anlamam. "Hem kelin ilacı olsa, başına sürer" derler. Kendi derdine devası olmayan, başkasına deva bulabilir mi? Elimde meraklı okurlarım için lokmanvari bir çözüm yok maalesef. Ancak merakın muhafazası ve gizemlerin sürmesi adına merak edilesi yönlerin arttırılması sağlanabilir
    Bunu insanlar birbirlerinden saklansınlar, birbirinden gizli iş çevirsinler tarzında söylemiyorum. Ama karşılarındakini şaşırtacak, yeni keşifler yapabilsinler. Yeni yönlerini inkişaf ettirsinler. Kendilerini sürekli geliştirsinler. Ancak bu bitmeyen keşiflerle hisler diri tutulabilir, âşık kalınabilir kanaatindeyim. Ya da boş verin, saçmalıyorum!
    Aman, aman, aman Konumuzdan pek saptık.

    Ne diyorduk?
    Evet, imkânsıza duyulan aşktan bahsediyorduk. İmkânsızdan meraka geldik. Ama bakın çok da sapmış sayılmayız bir açıdan bakarsak. İmkânsıza duyulan aşkın da sebebi, sakın onu asla keşfedememek olmasın? Bu mümkün olamaz mı? Belki de imkânsıza duyulan şiddetli merak, aslında imkânsıza duyulan samimi aşktır. Belki de insan "ulaşılamazın bilinmezliğine" meftundur, olamaz mı? Bu yüzden belki de insanlar kavuşamadıkları sevdiklerini bir türlü unutamıyorlar. Yıllar geçse de şiirlerinde, şarkılarında anıyorlar. "İlk göz ağrısı" diyorlar. Kavuşsalar, bilecekler ve kolay unutacaklar belki de. İnsanlar, bilmediklerinden vazgeçemiyorlar
    İyice karmaşıklaştırdım galiba olayı O halde hikâyemizin sonunu da anlatayım da, bu yazım da böylece biraz karmaşık son bulsun.
    Bülbülün bu sözleri üzerine "Aşk bu mudur?" demiş gül. "Eğer buysa, biliyor musun, ben de yıllardır güneşe"

    Bir "Eyvah!" koparmış çığlıklar arasında bülbül! Çırpınmış, kanatlarını çırpmış! "Ben ne yaptım? Sevdiğimi kendi elimle başkasına âşık ettim. Gayrı hayat bana haram ve zindandır" demiş ve yana yana uçup gitmiş
    Derler ki, işte aşkın ne olduğunu öğrendiği o günden beri gül, hep güneşe yüzünü döner, güneşe bakarmış. Bu yüzden kırmızı yanakları hep güneşe dönükmüş gündüzleri. Çünkü o da aşkı, bülbül sayesinde güneşten öğrenmiş. Zira güneş de, onun imkânsızıymış






    Ahmet Ay
#28.01.2010 10:19 0 0 0
  • Gülün, kendisine aşık olan bülbüle sorduğu soru bildiğimiz hemen hemen her kızın erkek arkadaşına sorduğu klasik soru...."neden ben?", "neden daha güzel ve zengin kızlar varken ben?" vs.

    Yahu oğlan aşık olmuş işte!..........Bülbülün ağzı laf yapar çok güzel şakır, fakat iki kelimeyi yanyana getiremeyen oğlanlar derdini nasıl anlatacak!

    .....neden lale değil de ben... Ellerine sağlık arkadaşım.
#28.01.2010 10:51 0 0 0
  • Gözlerinize sağlık Ateş Bey tşkr.ederim okuyup yorumladığınız için...
#28.01.2010 17:45 0 0 0