Adolf Hitler

Son güncelleme: 17.08.2013 21:03
  • Kendisi %50 baba tarafından yahudi! Kanıtlandı da... "Kavgam"da da açıkça belli ediyor. Ve zaten fabrika yapılacak diyerek baba kütüğünün olduğu yeri ataşe de veriyor. Ve geçmişini yok ediyor!
#24.06.2008 19:38 0 0 0
  • Hayranıyım şu adamın
    Tapıyorum âdeta
    Muhteşem bir kişilik
    Zamanının en zalimi olduğu kadar en zeki insanı da
#25.06.2008 10:33 0 0 0
  • Mantıken Açıklanması İmkansız Olan Irkçılığın Almanyadaki Sembolü Olduğu İçin Mi Zeki ?
#25.06.2008 12:10 0 0 0
  • Alman siyaset adamı ve diktatör (1889-1945). Avusturya'da orta halli bir gümrükçü ailesinin çocuğu olan Hitler, Viyana'da pek başarılı sayılmayacak bir sanat öğrenimi gördü. Birinci Dünya Savaşı'nda, Alman ordusuna katıldı. Almanya'nın yenilgisi onu çok etkiledi ve içinde şiddetli bir öç alma isteği uyandırdı. İ919'da Alman İşçi Partisi'ne girdi. Çok kısa zamanda partinin yönetimini ele geçirip Nasyonal Sosyalist Parti'ye dönüştürdü. Sonradan kötü birer ün sahibi olacak kişileri kendine yardımcı aldı: Rohm, Göring, Hess, Ludendorff ve Goebbels.

    1923'te Münih'te giriştiği hükümet darbesinin başarısızlığa uğraması üzerine Hitler hapsedildi. Hapiste, siyasal öğretisini açıkladığı Mein Kampf (Kavgam) adlı kitabını yazdı. Bu öğreti Germen ırkının üstünlüğü iddiası üzerine kuruluydu; bu iddia ise, saldırgan bir milliyetçiliğe (büyük bir Alman Reich'ı [imparatorluğu] kurma), savaşa ve kuvvete tapmağa dayanıyordu. Ona göre, bütün felâketlerden sorumlu olan Yahudiler de, komünistler gibi yok edilmeliydi.

    1929'dan başlayarak Hitler, partisinin nüfuzunu arttırdı. 1933'te iktidara geldi ve şansölye (başbakan) oldu. O tarihten sonra ülkede şiddet her geçen gün biraz daha yerleşti.

    Hitler, sloganlarını yayarak gitgide daha büyük toplulukları etkiliyordu. Hastalık derecesinde ölçüsüz bir hırsı vardı. Kendini Führer, yani önder, Almanya'nın müstebit efendisi, başkanı olarak kabul ettirdi. Rejime karşı direnenler ve bütün Yahudiler toplama kamplarında yok edildi. Wehrmacht (Alman ordusu) Avrupa'yı ateşe ve kana buladı.

    Hitler'in Münih'te 1938 yılında verdiği sahte barış teminatına kanan Müttefik Devletler, diktatörün ancak beş yılda hakkından gelebildiler. Ikinci Dünya Savaşı'nın son günlerinde, Berlin'deki yeraltı sığınağında kuşatılmışken, 30 Nisan 1945'te kendini öldürdü.

    S.A., S.S. ve Gestapo

    Hücum Birlikleri (S.A.) 1933'te Hitler'in iktidara geçmesine olanak sağladı. Hitler bunları fazla güçlenmiş buluyordu; 30 haziran 1934'te (Uzun bıçaklar gecesi) başkanlarını öldürtüp bu birlikleri ortadan kaldırdı. Kara Milisler de denilen Güvenlik Teşkilâtı (S.S.), önce Nazi subaylarının korunması için kurulmuşken, sonradan Almanya'da ve işgal altındaki ülkelerde dehşet rejimini sürdürdüler. Gestapo (gizli polis) ise, «aşağılık işlerle» görevlendirildi: Yahudilerin, direnenlerin tutuklanması ve işkence edilmesi v.b.
#10.09.2008 10:56 0 0 0
  • Yirminci yüzyılın başlarında Viyana sanatın, müziğin, eğlencenin ve neşenin şehriydi. Kimileri mimari güzelliğinin Paris'e rakip olduğunu iddia ediyordu. Johann Strauss -genç olan- birkaç yıl önce ölmüştü. Onun bestelemiş olduğu Mavi Tuna, şehrin sokaklarında tüm heybetiyle dolaşıyordu. Nehir kenarlarında birbirinden o kadar farklı insan yaşıyordu ki, nehre kimi zaman "Irkların Anayolu" deniliyordu.

    Ayrıca Viyana bir imparatorluk şehriydi. İmparator Franz Joseph 50 yıldan fazla süredir Habsburg tahtındaydı. Habsburglar İspanya'yı, Hollanda'yı ve Macaristan'ı yönetmiş, 700 yıldan fazla süredir varolan bir imparatorluktu. Ancak imparatorlarının kendisi gibi Habsburg İmparatorluğu da yaşlanmaktaydı. Rusya'nın dışında Avrupa'nın en büyük ülkesini yönettiği halde çöküş başlamıştı. Ancak bu çöküşü, şan ve şöhret için şehre doluşan sanatçılar göremiyordu.

    Şehrin merkezine "iç şehir" deniliyordu. Daha önceden surlar içinde kalan bu bölge şehrin en ünlü caddesi olan Ringstrasse ile çevriliydi ve İmparatorluk Sarayı, sanat ve tarih müzeleri, St. Stephen Katedrali ve Viyana Üniversitesi'ni barındırıyordu. Bu şehre gelen iki genç adam şanslarını aramak için birlikte bir oda tuttular.

    İlk önce ressam olan gelmiş ve mütevazı odaya yerleşmişti. Oldukça ufak olan oda iki genci ancak barındırıyordu. Odaya iki portatif yatak, genişçe bir masa ve iki sandalye sıkıştırılınca hareket edebilecek alanları kalmamıştı. Genç ressam pencerenin dışındaki saksılıkta biraz sosis, ekmek ve süt bulunduruyordu. Hemen çalışmaya ve ileride tamamlayacağı taslakları çizmeye başlamıştı.

    Birkaç gün sonra arkadaşı Gus da geldi. Beraberinde hoş lezzetler getirmişti: Kızarmış domuz eti, taze pişmiş fasulye, peynir, jambon ve kahve.

    "Büyük ve güzel şehir Viyana'ya hoş geldin" diye bağırdı ressam.

    "Sana etrafı göstermek için sabırsızlanıyorum. Opera binasını görmelisin. Muhteşem."

    Gus önce yemek yemek istediğini söyledi. İki genç mükellef bir yemekten sonra keşfedecekleri şehri gezmeye çıktılar. Gus büyük bir tur yapmıştı ama mütevazı odalarına döndükleri için mutluydu, çünkü uzun süren yolculukla yorulmuştu.

    Gus müzisyendi ve bir piyanoya ihtiyacı vardı. Aradığını devlete ait bir rehine dükkanında buldu. Piyano, birlikte yaşayacakları ilk soruna yol açmıştı. Ufacık olan odaya sığdırmaya imkan yoktu. Genç sanatçılar ufak odalarına verdikleri kiranın iki katını verip koridorun sonundaki daha büyük başka bir odaya geçtiler.

    Sonraki gün müzisyen giriş sınavlarını verdiği Müzik Akademisi'ne kaydını yaptırdı. Arkadaşının erken gelen başarısını kıskanan ressam içe dönük ve alıngan bir ruh haline bürünmüştü. Ufak bir olay yüzünden bile sinir krizi geçiriyordu. Zaman geçtikçe Gus'un akademideki başarısıyla ilgilenmemeye başladı. Bir keresinde genç müzisyen eve akademiden bir kız arkadaşını getirdiğinde inanılmaz derecede kızdı. Kızlarla erkeklerin aynı okulda okuduğu sistemi desteklemiyordu.

    Ressamın elinde Güzel Sanatlar Akademisi'nden ünlü bir profesöre yazılmış bir referans mektubu olduğu halde bunu kullanma fikrinden, çalışmalarının bahsedildiği kadar iyi çıkmayacağı düşüncesiyle nefret ediyordu. Birçok kere odalarından elinde portfolyosuyla çalışmalarını göstermek için çıkmış ancak cesaretini yitirerek görüşmeye gidememişti. En sonunda Gus'a akademinin onu kabul etmediğini söyledi. Yetersizlikleri yüzünden öfke krizlerine girip etrafında gördüğü adaletsizliğe isyan ediyor ve bu davranışlarıyla arkadaşını korkutuyordu.

    Gus, ressamın kendine kurduğu tutumlu ve zorluklara dayalı hayata hayranlık duyuyordu. Arkadaşı günlerce sadece süt, ekmek ve tereyağı yiyerek yaşıyor ve daha fazla para biriktirebilmek için pantolonlarını ütüye göndermiyor, yatağının şiltesinin altına koyarak düzleştiriyordu. Her şeye rağmen müziğe olan ortak tutkuları aralarında özel bir bağ yaratmıştı. Hatta ressam operayı Gus'tan daha fazla seviyordu.

    Ressam o basit ve yavan hayatında biriktirdiği parayla opera ya da tiyatroya gidiyordu. Gus'la beraber iki krona kadınların giremedikleri gösteriyi seyretmek için bilet alırlardı. Geceleri belli saatte kapılarını kapayan binadaki odalarına gidebilmek için çoğunlukla gösteri bitmeden önce çıkarlardı. Eğer çok gecikmişlerse kapıcıyı uyandırır ve bahşiş verirlerdi. Döndükleri zaman ressam Gus'ı kaçırdıkları bölümleri çalması için ikna ederdi.

    Viyana'nın eğlence aleminde genç sanatçıların günlerini kadınlarla renklendirecek ne paralan, ne zamanlan, ne de eğilimleri vardı. Bu konuda yaptıkları tek şey şehrin Spittelberggasse denilen kesimine gidip cinselliğin en çirkin yüzüne ahmakça bakmaktı.

    Gus akademideki eğitimine devam ederken ressam da çılgın bir çalışına dönemine girmişti. Sanki arkadaşının ilerlemesinin verdiği itibara yetişmeye çalışıyordu. Çizdiği taslakların dışında Viyana için yapabileceği mimari gelişim projeleri için de taslaklar çiziyordu. Yoksulların oturduğu şekilsiz konutları yıkıp yerlerine örnek binalar yerleştirmek istiyordu. Daha sonra müzikal bestelemeye çalıştı, hatta dekor ve kostüm çizimleri bile yaptı. Bu çalışmaları Gus'ın başarısıyla aynı döneme denk düştü, üç bestesi söylendi ve yaylılar için sexteti çalındı.

    Yaz geldiğinde iki genç ayrılacaklardı. Gus, anne ve babasının yanına gidecekti. Ressam da akrabalarını ziyaret edeceğini söylemişti. Ayrıldıkları sırada Gus, arkadaşının odalarının böcek istilasına uğradığını mırıldandığını duydu. Bu sözler oda arkadaşlıklarının son cümlesiydi.

    Ressam Viyana'ya 1908 yazının sonuna doğru döndü. Bir kez daha Sanat Akademisi'nden ret cevabı aldı. Taslakları sınava girmesi için yeterli bulunmamıştı. Daha harap ve bakımsız bir binaya taşındı ve giderken Gus'a hiçbir not bırakmadı.

    Sonraki yıl genç ressam iki kez daha yer değiştirecekti. Son taşınışından sonra artık kalıcı bir adresi olmayacaktı. Viyana caddelerinde dolaşan kimliksiz ve isimsiz bir serseri haline gelmişti. Başını yaslayacak nereyi bulursa orada uyuyordu. Parklarda, kapı kenarlarında, banklarda ve yoksullar için yapılmış ucuz otellerde uyuyordu. Durumunu değerlendiriyor, tekrar tekrar onu Viyana'ya getiren sebepleri düşünüyordu. Artık profesöre yazılan mektubu vermediği için kendini lanetlemeye başlamıştı.

    Reddedilişlerinin sebebinin taslaklarının yetersizliği olduğu fikrini bir türlü kabul edemiyordu. Eğer biraz parası olsaydı her şeyi değiştirip düzeltebileceğine inanıyordu. Onları çeşitli çarpıcı fikirleri ile ikna edebilirdi. Yeteneği sınır tanımayacaktı. Sadece çizim ve resim yapmayacaktı, onlara müzikal yeteneğini de gösterecekti. Zaten niye bir müzikalin sahne dekorunu ve kostümlerini çizmemişti ki? Hatta müzikalinin zafere ulaşacağı binayı da tasarlayabilirdi.

    Gündüzleri şehrin merkezinde gördüğü muhteşem binalar ve olağanüstü konaklar onu intikam düşüncelerine dalmaya itiyordu. Ama o da onlar gibi olacaktı. Hatta belki Sanat Akademisi'ni bombalayacaktı.

    Geceleri gizlice bulduğu köşelerde uyurken Gus'un başarısızlığa uğradığını hayal ediyor ve çok ünlü bir sanatçı olan kendisinin ona hayatta kalabilmesi için yüklü miktarda para verdiğini düşlüyordu.

    Kısa bir süre sonra günleri gecelerine karışır oldu. Akıllılıkla delilik arasındaki ince çizgide gelir gider oldu. Düşünceleri gerçekle olan tutarlılıklarını kaybetmişti. Bazı zamanlarsa mantıklı düşünmeye başlıyor, yeteneklerini sıralıyor ve hayata dönmek için savaşması gerektiğine inanıyordu.

    Yapması gereken ilk şey sokaklardan kurtulmaktı. İşçilerin toplu olarak kaldıkları bir barınağa gidip bir süre orada evsizlerle birlikte yaşadı. Ancak oradaki gürültüden ve pislikten nefret ediyordu. En sonunda kiliseye gitti, beraberinde taşıdığı giysilerin çoğunu sattı ve bu parayla düşkünler için yapılan ve Epstein adındaki bir ailenin işlettiği bir barınağa yerleşti.

    Sokaklardan kurtulmuştu ama dibe vurduğunu da anlamıştı. Zorla banyo yaptırılıyor, dezenfekte ediliyor, çorba ve ekmekten oluşan akşam yemeğini almak için sıraya giriyordu. Onun gibi özel hayatına değer veren biri için bu, kendisine yapılabilecek en büyük hakaretti.

    Bir sonraki aşama, üretken bir yaşama dönebilmek için az da olsa para biriktirebileceği bir iş bulmaktı. Kışın kar küreği, bavul taşıdı, hatta dilenmeyi bile denedi. Ama beceremedi.

    Sonunda barınakta onun gibi ressam olan bir adamla tanıştı. İkisine de yardım edebilecek bir plan yaptılar. Genç ressam normalden iki kat daha büyük ebatta kartpostallar resmedecek, arkadaşı da kapı kapı dolaşıp turistlere satacaktı. Tek sorun malzeme alacak parayı bulmaktı. Bir zamanlar asla yapmayacağını söylediği şeyi yaptı ve anne babasından borç istedi.

    Para eline geçtiğinde ressam yuvarlanmış olduğu çukurdan bir basamak yukarı çıkabilecekti. Boya malzemelerinin en gereklilerini alarak erkeklerin kaldığı bir otel odasına taşındı. Temiz ve fena döşenmemiş odası çok ufak olduğundan resim yapmak için otelin yazı odasını kullanıyordu. Yeni arkadaşıyla yaptığı ortaklık iyi sonuç getiriyordu. Yavaş yavaş eskiden olmak istediği, hayalini kurduğu sanatçı gibi olmaya başlamıştı. Hatta saçını uzatmış, sakal bile bırakmıştı. Kaldığı yerdeki diğer insanlarla da tanışmaya başlamıştı. İnsanların arasına karıştığında duyduğu çekingenlik ve utangaçlık da yavaş yavaş azalıyordu.

    Aralarındaki konuşmalar çok geçmeden siyasete yönelmeye başladı. Uzun süredir uyuşmuş olan düşünceleri bir tartışma grubunun lideri olana kadar gelişti. Kimi zamanlar, resim yaparken etrafındakiler politika konuşmaya başladığında sessiz kalamayıp konuşmaya katılıyordu.

    Yeni aşkına kendini o kadar kaptırmıştı ki, ortaklığı bozulmuştu. Meclise gidip saatlerce tartışmaları dinliyordu. Bulabildiği ne varsa, yasak dergiler de dahil olmak üzere okuyordu.

    Genç ressam akademiye girmek için son bir çabada bulundu ama yine aynı sonuçla karşılaştı: Başarısızlık. Bu arada ailesinden kalan miras bir şekilde eline geçti ama tutumlu olmaya alışmıştı. Yaratıcı enerjisi ile siyasi eğitimini geliştirme isteği arasında gelir gider olmuştu. Ancak sonunda kararını verdi.

    Olaylar birdenbire değişmeye başlamıştı. Sanatçıdan çok teknik ressam olmakla eleştirilmişti, ressamdan çok da mimar. Yine de çizimini ve suluboya resimlerini ilerletti, hatta yağlı boyayı da. Bunların hepsini okul eğitimi almadan yapmıştı. Sonraki yıllarda Viyana'daki günlerini "hayat okulum" olarak anacaktı.

    Ressam Viyana'da beş buçuk yıl kaldı. Küçük bir kasabadan basit bir genç olarak gelmişti. Büyük şehirde başına hem kötü olaylar gelmiş hem de duygusuz ve katı insanlarla karşılaşmıştı. Defalarca reddedilmişti. Yıllarca arkadaşsız, umutsuz ve parasız kalmıştı. Dibin de dibine vurmuştu. Deliliğe yaklaşmıştı. Ancak hayatta kalmıştı. Zengin olamamıştı ama ailesinden kalan para olmasa bile aynı şekilde yaşamaya devam edebileceğini biliyordu. Şehri terk ettiğinde yılların deneyimi ile sertleşmiş, politika ateşi ile yanan bir adam haline gelmişti.

    Viyana'yı ressam olarak terk etmişti ama dönecekti.

    Evet, tahmin edileceği gibi Viyana'nın en şaşalı günlerinin zenginliği içinde kendine bir yer edinmeye çalışan bu ressam, tarihin en gaddar ve en kötü adamı olarak kabul edilen Adolf Hitler'den başkası değildi.

    Bu adam, birçok ülkenin nüfusundan da fazla sayıda insanın ölümünden sorumluydu. Tek başına karar vererek bir ırka, Musevilere karşı soykırımı resmi hükümet politikası yaptı.

    Alman ulusunu kabuslarının içine soktu. İngiliz ve Fransız sömürge imparatorluklarının parçalanmasından ve savaştan sonra iflaslarından sorumluydu. Bütün hatalarına ve başarısızlıklarına rağmen imparatorluklar dünyada belli bir denge sağlıyorlardı. Yeni ulusların demokrasiyi doğru uygulayabileceklerini göstermeleri, ondan da önce kendilerini yönetebilecek güçte olduklarını kanıtlamaları gerekmekteydi. Hitler, kendi başlattığı savaş sırasında, bizlerin de yardımıyla Rus komünizminin güçlenmesine de neden olmuştur.

    Hitler'in John Toland tarafından yazılan biyografisinde "O ayrıca geniş kitlelerde hayranlık ve sevgi uyandırmış ve milyonlarca insanın ideali, umudu olmuştu" denmektedir.

    Başka tarihçiler tarafından belirtilmektedir ki, eğer Hitler Yahudilere saldırıya geçmeden önce, 1930'ların başlarında ölseydi tarih sayfalarına en önemli Alman ve Avrupalı liderlerden biri olarak geçebilirdi. Alman ulusunun kırılan gururunu onarmıştı. Her şeyden öte Alman ekonomisini yaşadığı en korkunç enflasyondan kurtarmıştı. 1980'lerin enflasyon ölçüleri içinde bile bir el arabası dolusu parayla bir somun ekmek almaya gitmeyi düşünmek olanaksızdır.

    1920'lerin Almanya'sı enflasyonun bir ülkeyi harap eden etkisini çok ciddi yaşamıştır. Hitler Almanyası'nın ekonomik anlamda düzlüğe çıkabilmesi büyük ölçüde savaş dönemi üretiminden kaynaklanmaktadır.

    Hitler için söylenenin aksine, eğer Churchill 1930'lu yılların başında ölseydi, İngiltere'de oldukça zeki, gelecek vaat eden ama tarih sayfalarında sadece Birinci Dünya Savaşı'ndakî Gelibolu felaketindeki başarısızlığı ile yer alan birisi olarak hatırlanacaktı.

    İngilizce konuşan dünya, Hitler'in Alman dinleyicilerini, Churchill'in kendilerini etkilediği gibi etkilediğini ve harekete geçirebildiğini kavramakta zorluk çekmektedir.

    İkinci Dünya Savaşı sırasında genç bir çocukken, günümüz Amerikası'ndakinden farklı bir vatanseverlik duygusuyla büyülenmiştik. Bu kötü adama karşı yapılacak Haçlı seferine katılmak için sabırsızlanıyordum. Odam savaş haritaları ile çarpışmaların, seferlerin hatlarını belirten çizimlerle doluydu.

    Tek hayalim orduya katılıp Hitler'i canlı olarak esir almak ve sonra ona akla hayale gelmeyecek eziyetler yapmaktı. Hitler, Goering, Himmler ve Goebbels celladın ilmiğinden kaçabildiler. Bunlardan daha az tanınan diğer Naziler mahkemeye çıkarıldığında sadece bir kişi duruşmanın yasallığını sorguladı. Bu kişi eski Amerikan başkanlarından birinin oğlu olan Ohio Senatörü Robert A. Taft'dı.

    John F. Kennedy, Cesur Profiller adlı kitabında Senatör Taft'tan söz ederken, onun 6 Ekim 1946 tarihinde Ohio'daki Kenyon College'da Nazi savaş suçlularının yargılandığı Nuremberg Duruşması ile ilgili konuşmasından şu alıntıyı yapmıştı:

    Bir dönem Alman ulusunun liderleri olan bu insanların, ne kadar alçak ve aşağılık olurlarsa olsunlar, asılmalarının savaşı engelleyebileceği yaklaşımını şüphe ile karşılıyorum, çünkü hiç kimse kazanacağını düşünmeden savaş çıkarmaz. Verilen hükümde intikam ruhunun hakim olduğunu ve bunun da adalete yer vermediğini düşünüyorum. Mahkum edilmiş olan bu 11 adamın asılması, Amerikan tarihi için uzun yıllar pişman olacağımız bir leke olarak kalacaktır.

    Biz bu yargılamalar sırasında Rusların yargılamanın amacı ile ilgili görüşlerini -adalet değil de hükümet politikası olmasını- kabul ettik, bunun Anglo-Sakson gelenekleriyle ilgisi yoktur. Bu siyaseti sanki adli usulmüş gibi göstererek adalet fikrinin Avrupa için uzun yıllar sürebilecek bir dönemde itibarını düşürdüğümüzü sanıyorum. Durumu son bir kez değerlendirecek olursak, korkunç bir savaşın sonunda bile geleceğe daha fazla umutla bakabilmeliyiz, hatta düşmanlarımız bile kendilerine adil davrandığımıza inanabilmelidirler."

    Böyle bir hüküm verilirken insanın Hazreti Süleyman'ın, kilisenin bütün azizlerinin ve hatta Tanrı ile oğlunun bilgeliğine sahip olması gerekir!

    Hitler hayatının hangi noktasında yanlış yaptı? Tarihçiler on yıllardır bu soruyu soruyorlar. Gelecek yüzyıllarda da sorulmaya devam edecek. Acaba damarlarında Yahudi kanı dolaştığına dair gizli korkusu mu sebep olmuştu bazı şeylere? Tarihçi John Toland bile bu soruyu cevaplayamıyor.

    Yoksa genetik bir bozukluğu mu vardı? Deli miydi? İktidarın gücünü tattıktan sonraki bencillik mi? Yoksa Viyana'da yaşadığı zor günler mi neden olmuştu? O günlerde bazı Yahudilerin onu küçümsemesi ve aşağılaması mı? Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşadıkları mı? Yoksa Versay Antlaşması'na karşı duyduğu nefret mi? Herkes farklı şeyler söyleyebilir. Bilemiyoruz.

    Peki ya Senatör Taft'ın rasyonel fikri hakkında ne demeli? Zaman ilerledikçe kişilik sahibi ve cesur olduğunu söyleyebiliyoruz. Ancak bu satırların yazarı, Senatör Taft'ın Nüremberg hükümlerine değinmekle yanlış yaptığını düşünüyor.

    Hitler'in ve Nazi uşaklarının günahları o kadar iğrençti ki hiçbir hukuk kitabında bu suçları karşılayacak bir ceza yer almamaktadır.

    Eğer gerçekten de Senatör Taft'ın dediği gibi hukuku geçmişi kapsar bir şekilde uygulayamıyorsak, şimdiki zaman için bir orta yol bulmamız gerekir ki sonraki adım olarak geleceğin hukukunu hazırlayabilelim. Nüremberg yargılamaları sırasında Napoleon'un St. Helena'ya sürgüne gönderilmesi gibi bir ceza uygulanmasını öneren düşünürler haklıydılar.

    Bütün Nazi liderleri gardiyan olmayan küçük bir adaya konulmalı ve uçaktan atılan yiyecekleri birbirlerine sunacakları bir düzen içinde yaşamak zorunda bırakılmalıydılar. Birbirleriyle yüz yüze kalıp sefil hayatlarını böyle geçirmekten daha etkili bir ceza olamayacağını düşünüyorum.

    Adolf Hitler'e gelince, sonsuza kadar, bu dünyada özgür insanlar nefes aldığı ve yaşadığı sürece, ruhu lanetine mahkum olsun.
#11.09.2008 12:06 0 0 0
  • Adolf Hitler Kimdir -Adolf Hitler Resimleri -Adolf Hitler Biyografisi - Adolf Hitler Hakkında
    Adolf Hitler (1889-1945)

    20 Nisan 1889 yılında Branau kasabasında doğdu. İlk tahsilini doğduğu kasabada gördü. Orta tahsilini Viyana civarındaki Lintz şehrinin Realschule'sinde yaptı. On üç yaşında, ilk önceleri çok iyi bir memur olan, sonra memurluktan emekli olan ve çiftçilik yapan babasını, on altı yaşında her zaman ona destek veren annesini amansız bir hastalık yüzünden kaybetti. Hayatın bu acı darbeleri ve ailesinden ona kalan ihtiyacını karşılamayan yetim maaşı ona çabuk karar vermeyi öğretti.

    1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler Bavyera'da Alman ordusuna gönüllü olarak girdi.

    Versailles anlaşmasını imzalanmasından sonra silahsız bırakılan ve hayatını sürdürmek zorunda olan Alman milleti, içerdeki düşman sürüleri yok edilmedikçe ve karakteri yaratılışı itibarıyla bozuk olan ve otuz altın karşılığında her şeye ve herkese ihanet edebilen Yahudi toplumu temizlenmedikçe, teknikle hiçbir hazırlanma önlemi alınamaz.

    Yukarıda Hitlerinde belirttiği üzere partinin ilk hedefi bu politika üzerinde olmuş ve amaçlarının ırkçı bir devlet meydana getirmek olmadığını belirterek, Yahudi güç ve iradesini yok etmekten başka bir amaç olmadığını göstermiştir. Tarihin ortaya koyduğu bir gerçek vardır: En büyük zorluk, yeni bir ortam meydana getirmek değil, ona bu yeri serbest bulundurabilmektir.

    Hitler, 1924'de Almanyada yaşanan kötü gidişata dur demek için hükümeti devirme teşebbüslerinde bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde Kavgam adlı hatıralarını yazdı. 1925 Şubat'ında hapisten çıktı ve kısa adı Nazi Partisi olan, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisinin yönetimini ele geçirdi. Parlamentoya 1928'de 12, 1930'da 107 milletvekiliyle geldi.

    1933'te Hitler devlet başkanı Hindenburg tarafından başbakanlığa getirildi. Hindenburg'un 1934'te ölümü üzerine Hitler devlet başkanlığı ile başbakanlığı birleştirmenin Alman halkı ve milliyetçiliği için daha iyi olacağından devlet başkanlığı ile başbakanlığını birleştirerek Almanya'nın tek lideri oldu. Büyük bir mücadele sonucunda 1938'de Avusturyayı, 1939'da Çekoslovakyayı Almanya topraklarına dahil etti.

    Adolf Hitler, İtalya ile Almanya arasında bir anlaşma yapılmasını sağlayarak 1939un sonlarına doğru Polonya'ya saldırdı. Dünya devletleri için Hitlerin Polonyaya saldırması, 2.Dünya Savaşını başlattı. Hitler komutasındaki Alman birlikleri, çok uzun ve zor şartlar altında bir sene zarfında birçok devleti işgal altına aldı.1940 yılında işgal edilen bu devletler; Danimarka, Norveç, Hollanda, Belçika ve en son olarak Avrupanın bir büyük gücü olan Fransa oldu. Hitler, SSCB ile konsensüs yaptı fakat çok geçmeden Hitlerin Alman halkının geleceği ve milliyetçiliği için düşündüğü engelleri ortadan kaldırmak amacıyla, 1941'de yaptığı bu konsensüs anlaşmasını bozarak; Hitler SSCB' ye girmenin kaçınılmaz olduğunu düşündü. Hitler ve birliklerinin SSCBye girmesi, yaklaşık 27 yıl önce başlayan I. Dünya Savaşının da etkisini sürdürmesiyle yeni bir savaş ortamı oluşturdu.

    Aynı yıl ABD, Almanyanın bu ilerlemesine karşılık Fransa ve İngiltere'nin yanında savaşa girme kararı aldı. 1943'te Hitler ve birlikleri hiç hesap etmedikleri hava koşulları nedeniyle (Napolyonda SSCBye yaptığı saldırıda hava koşullarını hesap etmemişti.) SSCB'de ve Kuzey Afrika'da gerilemeye başlayınca; Hitler savunmanın önemini daha iyi kavramış oldu. 1944'te generallerinden bazıları onu öldürmek istediler fakat başarısızlığa uğradılar. 1945 Nisanı sonunda, Almanya'nın yenilgisi kesinleşip Ruslar Berlin'de ilerlerken, son zamanda evlendiği Eva Braun ile (bazı yazarlar intihar ettiklerini söylüyorlar) beraber ortadan kayboldu.

    noimage

    noimage

    noimage
#26.04.2009 01:50 0 0 0
  • konular birlestirildi
#11.05.2009 01:37 0 0 0


  • Adolf Hitler (1889 - 1945)














    noimageAdolf Hitler, 20 Nisan 1889 yılında Yukarı Avusturya'nın Braunau kasabasında doğdu. Bir gümrük memuru olan Alois Hitler (1837–1903) ve Klara Pölzl (1860-1907) 'ün altı çocuğundan dördüncüsüdür.
    İlk tahsilini doğduğu kasabada, orta tahsilini Linz şehrinde yaptı. On üç yaşında tüberkülozdan babasını (Hitler'in memur olmasını isteyen babası Alois Hitler ile arası açılmıştı çünkü kendisi sanatçı olmak istiyordu), on sekiz yaşında (1907) annesini kaybetti. Orta öğrenimini başarısız bitirince ressam olma ümidiyle Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavına girdi ancak başarısız oldu.
    Alman Tarihi derslerinde Akademideki profesörlerin Yahudi olduğu, ve Yahudilere karşı ilk kinin burada oluştuğu anlatılır. Bir başka teze göre ise Hitler'in annesinin ölüm anında gelen doktor bir Yahudiydi. Adolf Hitler annesinin ölümünü kabullenemeyip, bu Yahudi doktoru sorumlu tuttu. Ve bir çok bilim adamlara göre Hitler'in babaannesi Yahudi'dir. Bu yüzden bütün doğduğu yerleri yakmıştır.
    1912'de Viyana'dan Münih'e geldi. 1914'de I. Dünya Savaşı çıkınca Hitler, Bavyera ordusuna gönüllü olarak girdi. Alman mağlubiyetinden sonra Hitler, arkadaşı mühendis Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan Alman İşçi Partisi isimli gizli bir fırkaya katıldı ve kısa sürede bu fırkanın reisi oldu. Fırkanın adını NSDAP (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiter Partei/ Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olarak değiştirdi ve nüfuzunu arttırdı. Taraftarlarına kısaca "Nazi" ismi verildi. Kendisine de, taraftarları, rehber anlamına gelen "Führer" lakabını verdiler. Parti 25 maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi Almanya'yı Versay'ın zilletinden kurtarmak idi. Alman vatandaşlığının yalnız Alman kanını taşıyanlara hasredilmesi lazım geleceği programın temel maddelerindendi. Aynı zamanda büyük sermayeyi devleştirmek de yine programın esaslarından birini teşkil eder. Völkischer Beobachter adlı gazeteyi yandaşları çıkarıyordu. Josef Goebbels bu gazetenin tamamen parti bülteni halini almasını sağladı. Gazetede partisinin fikirlerini açıklayan makaleler yayınladı.

    1924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu fakat başarılı olamadı. Bunun üzerine 10 ay hapse mahkum edildi ve bu zaman içinde "Mein Kampf" (Kavgam) isimli bir kitapta fikirlerini yazdı. Şimdilerde bu kitap Almanya'da antisemitizme yol açtığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalış çok sıkışıyordu. Bu kitapla birlikte yeni teşebbüslerine de yol gösterdi. 1924 ve 1929 yılları arasında partisi başarısız oldu. Ancak Dünya Ekonomik Krizinden sonra daha fazla oy kazanabildi (1929). 1930 seçimlerinde yüzde 18 oy ile SPD'den sonra ikinci büyük parti oldu. Hitler'in oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden daha fazla kırsal bölge ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta ve üst kesimden geldi.
    Seçimle işbaşına gelen Adolf Hitler kısa zamanda anayasa değişikliği hakkını elde etti. Hemen ardından diğer partileri yasakladı. Almanya'da aşırı artık gösteren işsizliği savaş hazırlığı için kullanarak, iş sahası oluşturdu. Ülke genelinde büyük otobanlar inşa ettirdi. Batı Avrupa ülkelerini ve Rusya'yı karşısına aldı. Bu cephe genişliği II. Dünya Savaşı'nın sonucunu belirleyen en önemli etken oldu. Savaş sonucunda Almanya'nın yenilgisini gören Adolf Hitler ümitsizliğin iyice artması üzerine 30 Nisan 1945'te Berlin'de karısı Eva Braun'la birlikte aynı anda siyanür hapı içip, önce Eva Braun'u sonrada kendisini bir silah vasıtasıyla vurarak intihar etti. Kendi isteğiyle Führerbunker bahçesinde benzinle cesetleri yakılmıştır. Hitler'in bunu istemesinin sebebinin Sovyet ordusu tarafından yakalanıp teşhir edilmek istememesi olduğu iddia edilmektedir.
    Hitler ölmeden önce ikili vasiyetnamesini yazdırmıştır: Siyasi ve Özel Vasiyetname. Hitler'in siyasi vasiyetnamesi bir hınç çığlığıdır. Ona göre; Almanya bütün milletler için bir zehir gibi tehlikeli olan Yahudileri ve Bolşevizm'i kovalamaktan asla vazgeçmemelidir. Almanya'nın geleceğini tartışmasız bu olgu belirleyecektir. Hitler, savaşa girmekte haklı olduğunu savunuyor ve yenilgiden korkak yalancı generalleri sorumlu tutuyordu. Özel Vasiyetinde ise, tüm hayatı boyunca topladığı sanat eserleriyle doğduğu şehir olan Linz'de bir müze kurulmasını istedi. Tüm şahsi mallarını partiye eğer parti kalmamışsa devlete bıraktığını söylüyordu.














#17.08.2013 11:30 0 0 0
  • bolbol nietzche ve schoupenauer okuyup insanlığın başına bir ideoloji musallat ederken siyonizmede hizmet etmeyi ihmal etmemiş ruhunun bir tarafına ortaçağ sıkışmışların germen ve teutonic dürtülerini dinleştirmiş bir tür firavundur...bütün gücüyle savaşı kaybetmeye çalışmasına rağmen sadece yenilmiştir...zaten bir açıdan bakarsanız bu savaşta taraflarıda bir kompozisyonun parçaları gibidirler...
#17.08.2013 21:03 0 0 0