Balkonda oturuyorum. İki küçük serçe karşı evin çatısında ötüyor. İnsana huzur veren bir sesle ötmeye devam ediyorlar. Yan evde komşu kadınlar toplanmış, kahkahaları ortalığı inletiyor. Bir hıçkırık sesi duyuyorum. İçten içten gelen ağlama sesleri. Bir çocuk ağlıyor. Çocuğun yanına gidiyorum, konuşmayı deniyorum;
Ne oldu güzelim, neden ağlıyorsun? diyorum.
Güzel ela gözlerini yüzüme çeviriyor. Sarı bukleleri yüzüne ayrı bir güzellik katıyor. Süt beyaz teni, bembeyaz dişleri yüzüne çok yakışıyor. Ama gözlerinden süzülen inci taneleri hüzünlendiriyor insanı. Ela gözleri yüzümde dolaşıyor.
Hiiiçç diye cevap veriyor.
Hüzünleniyorum. Bu güzel çocuğun gözlerinden düşen inci tanelerine engel olmalıyım. Birşeyler yapmalıyım.
çikolatalı kek sever misin diyorum.
Kafasını severim anlamında sallıyor.
Azıcık bekle getireyim o zaman diyorum. Ela gözlerinde bir parıltı görüyorum. Kocaman bir dilim kekle dönüyorum çocuğun yanına. Tabağı uzatıyorum, önce keke sonra bana bakıyor çocuk.
Biliyor musun, ben annemle hiç kek yapmadım, çok isterdim annemle kek yapmayı diyor.
Ve tekrar inci taneleri dökülüyor. Tabak elimde kalıyor... Bu sefer elimde oyuncaklarla dönüyorum. Yüzüme bakıyor.
Hadi evcilik oynayalım diyorum.
Biliyor musun, ne annem ne babam benimle hiç oyun oynamadı diyor..
İnciler dökülüyor,dökülüyor.. Tutamıyorum kendimi, benim gözyaşlarımda dökülmeye başlıyor.. Birlikte bir süre ağlıyoruz.. Kuşların cıvıltısını duyuyorum. Küçük kıza;
Bak ne güzel kuşlar, ne güzel ötüyorlar değil mi? diyorum.
Küçük kız kafasını kaldırıyor. Önce kuşlara bakıyor, sonra bana.. Gözleri ışıldıyor, kiraz dudağında gülücükler açıyor.. İçimdeki çocuk gülüyor artık.......
.ağlama be çocuk
ağlama..
ne denir bilmem ki
yüreği kanayana
üzülme çocuk
düzelecek, düzelecek mutlaka
demeyi ne çok isterdim ah..
ama sen ağlama
yine de ağlama
bir tren camındaki dünya
ne kadar yanlızsa da
kiösen yoksa da ağlama
doğrusu
ne çok şey var ağlamaya değer şu dünyada
toprağı talan edilen
bir çiftçi yüreğindesin şimdi
toprağı çalınmış
yağmalanmış yeşili,
mavisi..
ağlama be çocuk
camların buğusunda
artık sadece
ölümün sessizliğinin
aldatıcılığı var
toprağın altındaki yürek
senin yüreğin
ağacın, denizin
yağmurun yüreği
söylenebilecek şeyler
bir uçurumun kıyısında
an be an yokolsa da..
ağlama be çocuk
ağlama...
Bil ki bu şehir
senin kadar yanlız
mutsuz, çaresiz
yağmur kokan yalanlar söyle sonra
güneş kokan
adı umut olsun
sevgi olsun
ya da aşk
avuntu dinledikçe yüreğin
ağlama...
bir güvercin hayal et
avuçlarının içinde
kalp atışları hissedebildiğince
parmaklarında hissediyorsun
kurtulması belki
olanaksız
ama yine orada güneş
yağmur dineli çok oldu
oysa...
Ağlama be çocuk
hiç ses yok
bir inilti olsun
koca şehir
derin bir uykuda
bu haykırışa tanıklık eden
bir avuç gök parçası
ve yağmurun ardındaki gökkuşağı..
alın yazısı,kader mi dersin
onları da geçen bir çizgi
var..
canını birileri almış sanki
yıkık binalar altındaki
masumun..
suçsuzlar işlenmemiş suça
sahiplendirildikçe
ağlamamak mümkün se
ağlama çocuk
ağlama...
hüzün kaldı toprağın
altında
gelecek kaldı...
bu gece, sabah
uzak görünüyor
güneş şüpheli...
ağlıyor çocuk
anne diyor
hiç doğmayacak mı güneş
karanlık kaderim mi olacak bundan böyle
sana diyorum anne
açsana gözlerini
gözlerime baksana
anne aç gözlerini
konuşsana..
anne korkuyorum
herkes neden uyuyor
neden böyle karanlık
bu gece
ya sen?
o hep saçlarımı okşayan ellerin
neden böyle soğuk ha..
ya gülünce güller açan
yanakların..
annen öldü diyorlar
ölmedin değil mi?
anne
ölmezsin..
beni bırakmazsın
bu karanlıkta
bırakmazsın değil mi?
Ağla be çocuk
onca ağlanacak şey var ki
ve onca ağlayan..
sen de ağla çocuk
ağla...
.
bu demir divriği dağlarından
ben söktüm ulan ben söktüm
bu namlu divriği demirinden
ben döktüm ulan ben döktüm
bu ak bileklerde bu kara kelepçe
ben dövdüm ulan ben dövdüm
ben dövdüm ateşlerde bu kelepçeyi
bu biçimi bu demire ben verdim
şimdi kaysı çiçekleri tozutur geçer
şimdi şarap düşer kızgın bağlara
şimdi sevdiğimi alır giderler
güz oturur gözlerime dağlar uy
varalım diyelim ki heeeey diyelim
nakışçana duralım korolarla diyelim
heeeeey diyelim heeeeey
yıkılır bu düzmeceler yıkılır
köprüler kurulur aydınlıklara
gelir birgün kaşla göz arasında
en gizli tomurcukların ucunda gelir
ekmeksiz evin yalnızlığında
kınasız parmakların bakışlarında
uykusuz gecelerin ardında gelir
halaylarla çıkalım korolarla duralım
heeeeey diyelim heeeeey
bu namlu divriği dağlarından
bu candarma benim kapıbir komşum
bu türkü benim türküm çoğalır kanayarak
kelepçemin karasında bir ak güvercin
ustam kessin ellerimi benim çocuk ellerimi
dağlar uy
uy dağlar
.ne çok beklemiştin yolumu anne!...
dokuz aylık mesafeye dikmiştin gözlerini / içinde (!)
can verirken bedenime /
alnıma yazılan yazıda ellerin vardı aslında
aldanmıştın bir kere / 'seni seviyorum' diyen sese
şimdi pişman mısın yoksa?
en içli ninniyi sen söyledin /
en yanık türküyü gene sen!.. / kulağımda durur hala...
ne varki:
aç kalacağımı / simit çalacağımı
üstünden tren geçen köprünün altında yatacağımı /
yıldızları sayacağımı / şaşıracağımı
anlatmadın bana...
çoktan değişti ciğerime verdiğin hava
baliler / tinerler aldı yerini...
üstümden geçen trene binip gitti
hayata duyduğum sevda...
bu ne haldir ki anne!!! / gülüyorum halime...
tutup
-dağlara / duvarlara / yollara- yazıyorum kinimi
çeteler kuruyorum / sayımız kaçtı , unuttum !
boy atıyor içimde MANİSA lalesi / korkuyorum....
al beni!...
İSTANBUL sokaklarından geliyorum /
ANTEP baklavacısından /
cami avlusunda karanlık toplamaktan ...
ağlamaktan geliyorum anne!!! ağlamaktan....
sen böyle istemedin / biliyorum!..
güneş düşünmüştün benim için / olmadı işte, üzülme!!!
-ninnilerde / türkülerde / masallarda- kaldı adı /
yalanmış meğer / şimdi anlıyorum
uçurduğum anka kuşu / kaf dağı varamadığım !..
Hayat Nedir Anne
Benim hiç sapanım olmadı anne,
Ne kuşları vurdum,
Ne kimsenin camını kırdım...
Çok uslu bir çocuk değildim ama,
Seni hiç kırmadım, hem boynumu kırdım.
Ben hayatım boyunca
Bir tek kendimi vurdum!.
Suskun görünsem de,
Fırtınalı ve mağrurdum anne.
Bir mızrak gibi,
Aynada hep dik durdum anne!
Ben sana hiçbir gün laf getirmedim,
Leke sürmedim.
Ama göğsümü çok hırpaladım,
Kalbimi çok yordum...
Ben hayatım boyunca,
En çok kendimi sordum!.
Benim hiç sevgilim olmadı anne,
Ne bir yuva kurdum,
Ne bir gün şansım güldü...
Öpemeden bir bebeğin gıdısını,
Tükendi gitti çağım...
Kimi yürekten sevdiysem,
Yüreğini başkasına böldü...
Bir muhabbet kuşum vardı,
O da yalnızlıktan öldü...
Sen beni hep, göğsünde
Acılarla mı soğurdun anne?
Yoksa, evlat diye,
Koca bir taş mı doğurdun anne?
Eziyet değilim, zahmet değilim,
Musibet hiç değilim;
Bir senin mi balına sinek kondu, söylesene!
Doğurdun da beni,
Ne ile yoğurdun anne?
Benim hiç hayalim olmadı anne...
Ne seni rahat ettirdim,
Ne kendim ettim rahat...
Bir mutluluk fotoğrafı bile çektirmedi bu hayat!
Kaybolmuş bir anahtar kadar
Sahipsizim anne...
Ne omzumda bir dost eli,
Ne saçımda bir şefkat...
Say ki yollardan akan,
Şu faydasız çamurdum anne...
Say ki ıslanmaktan, üşümektim,
Say ki yağmurdum anne!
Bunca yıldır gözyaşını,
Hangi denizlere sakladın?
Oy ben öleyim,
Sen beni ne diye doğurdun anne?
Hayat nedir, nedir ki anne;
Bir oyun, bir masal değil mi?
Bak, kırıldı oyuncaklarım...
Ömrüm gitti,
Sevdam bitti...
İnan, ben hiç büyümedim ki...
Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk....
Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa "niçin, nasıl? ve hayret...
Fatihlik nimetinden yüzü nurlu bir mühür;
Biz akıl tutsağıyız, çocuklar ki asıl hür.
Allah diyor ki : "Geçti azabımı rahmetim!"
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim..
Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası
Çocuk olarak kalsaydım keşke
Acıyı dizimdeki yara zannetseydim
Yangınları sadece ocaktaki ateş bilseydim
Aşkı annemin sevgisi
Sevdayı oyuncaklarıma düşkünlüğüm görseydim
Çocuk olarak kalsaydım keşke
Siyahı bilmeseydim renk olarak
Mavi benim oyun rengim olsaydı
Gökyüzündeki bulutlara hüzünle değil
Neşeyle bakabilseydim
Hayallerim oyunlardan ibaret olsaydı
Çocuk olarak kalsaydım keşke
Bağıra bağıra ağlasam
Kahkahalarla gülebilseydim
Yoruluncaya kadar koşsam
Uykuya çok çabuk dalabilseydim
Çocuk olarak kalsaydım keşke
O zaman geceyi tanımaz
Ayla aramda bir sihir olmazdı
Yarını düşünmeden yaşasaydım
Ölümü ise derin bir uyku bilseydim
Çocuk olarak kalsaydım keşke
Çıkarın ne demek olduğunu bilmeseydim
İki yüzlülüğü duyduğumda
iki tane surat demek mi diye sorsaydım
Tüm hazinem misketlerim
Tek dostum oyuncak bebeğim olsaydı
Çocuk olarak kalsaydım keşke
Hayata masallardaki pencereden bakabilseydim
Büyükler beni tatlı yalanlarla avutsa
Mutluluk kağıt helvamdan aldığım bir ısırık olsa
Ağladığımda, içi yanan annem olsa hep yanımda
Korkuyu yıldırım ve gök gürültüsünde bıraksam
Gözlerimdeki çıldırtıcı masumluk hiç yokolmasa
Ben hep masum kalabilsem
Ben hep mutlu olabilsem
Hiç büyümesem hep çocuk kalsam
Keşke...
Keşke ...
Çocuk olarak kalsaydım keşke...
Sen benim hiç bir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok cığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykum arasında cağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak
Sen benim hiçbir şeyimsin.
soğuk ve şehirlerarası
otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan
ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Veyselkarani`de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
(ankara`da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman)
özlemeye başladım herkesi...
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki,
adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra...
Bizim Kemalettin Tuğcu`larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...
Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık...
Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu, pütürlü duvarlara
ve Türk Dil Kurumu`na inat bir Türkçeyle...
Ağbilerimizden öğrendik, Ş harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi...
Ankara`ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri
Oysa Ankara`da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim...
(Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak...)
Ankara`ya usul usul kurşun yağıyordu...
Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri...
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim...
Ve hiçbir mahkeme tutanağına geçmedi adım...
çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece...
sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde
ama sen yoktun...
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni tenefüs saatlerinde...
Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu...
Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum...
Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.
yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini...
Sonra otobüs oluyordum,
kırık yarık yoların çare bilmez sürgünü...
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliği...
Otobüs oluyordum bir süre...
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum,
yanağım otobüs camının garantisinde...
Otobüs oluyordum...
Bir ülkeden bir iç ülkeye...
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum...
Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin...
Korkuyordum...
Sonra iniyordum otobüsten...
Çarşıdan bizim eve giden,
ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa,
ömrümün en çocuk,
ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum...
Çünkü sonunda annem oluyordum
babam kokuyordum sonunda...
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim, çocuk olmaktan...
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam...
Ben seninle bir gün Van`daki bir kahvaltı salonunda...
Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği) bir yol üstü lokantasında...
Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt`ın herhangi bir toprak damında...
Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim...