doktoruydu

doktoruydu

Üye
30.12.2004
Uzman Çavuş
5.928
Hakkında

  • HİRSUTİZM (AŞIRI TÜYLENME)


    Güzelliğin ve estetiğin vazgeçilmez ön koşulu olarak görülen pürüzsüz bir teni gölgeleyen aşırı tüylenmenin birçok nedeni var. Uzmanlar bu nedenlerin kalıtımdan, hormonal faktörlere, ilaçlardan, kötü huylu tümörlere kadan uzanabildiğine dikkat çekiyorlar.Binlerce yıldır sağlıklı, tüysüz, pürüzsüz bir teni güzelliğin tarifini yapan sanatçılar bunu neredeyse vazgeçilmez bir koşul olarak görmüşler. Öyle yazıp, öyle resmetmişler güzelliği.

    Tabii kaçınılmaz olarak aynı anlayış kadınlar için de geçerli olmuş. Bugün kendisini güzel hissetmek isteyen her kadın cildinin , tüysüz bir görünümde olmasını istiyor. Ama ne yazık ki, her kadın bu kadar şanslı değil. Başta hormonal olmak üzere birçok faktörün yarattığı kıllanmalar kadınların ciddi bir stres altına girmesine, ikili ilişkilerinin, toplumsal yaşamlarının olumsuz etkilenmesine neden oluyor.

    Vücuttaki kılların artışı hem estetik hem de sosyal açıdan sorun yaratır.Bu şikayetlerle hergün yüzlerce kadın iç hastalıkları, endokrinoloji polikliniklerine ve estetik merkezelerine başvurarak çare arıyorlar. Sorunun anlaşılabilmesi için önce vücuttaki normal kıl yapısının bilinmesi gerekir. Vücuttaki tüyler vellüs ve terminal kıllar olmak üzere ikiye ayrılır. Vellüs denilen tüyler çocukların yüzelerini kaplayan ince ve renksiz tüylerdir. Terminal kıllar ise daha kalın ve renkli olup seks hormonlarına bağımlı (erkeklerin çene ve karnında) veya bağımsız (kirpik ve kaşlar) olmak üzere gelişiyorlar. Erkeklik hormonları (androjen) seks hormonunun etkili olduğu alanlarda vellüsleri, terminal kıl haline çevirebilir.

    Kadınlardaki aşırı tüylenmenin tıp dilindeki adının "hirsutizm" olduğunu söyleyen uzmanlar bunun genelde androjene bağlı olarak geliştiğine dikkat çekiyorlar. Genç kadınların ortalama yüzde 25-35'inde karın alt bölgesi, memebaşı kenarları ve dudak üst bölgelerinde terminal kıl bulunur. Birçok kadında yaşla bu kıllarda artış gözlenir.

    Hirsutizm androjene bağlı ve bağımsız olarak iki gruba ayrılıyor. Androjene bağımlı tip hirsutizmde kıllanma, erkekte kıllanma görülen bölgelerde artıyor ve daha çok erginlikle ortaya çıkıyor. Genellikle bu tip hastalıkta altta önemli bir sorun saptanmaz , Androjende hafif bir artmaya veya ciltte androjene karşı gelişen aşırı hassasiyete bağlı olarak bu bozukluk belirir. Androjene bağımlı olmayan hirsutizm ise vücudun herhangi bir bölgesinde kıllanma artışı ile kendini gösterir. Bu durum ya kıl köklerinin kan dolaşımındaki androjen hormonlara aşırı duyarlı olmasına ya da böbreküstü bezleri veya yumurtalıklardan androjen hormon üretiminin artmasına bağlıdır . İlk durumda kanda hormon miktarı artmamıştır, ancak kıl kökleri bu normal düzeydeki hormona aşırı cevap vererek normalden hızlı uzar ve kalınlaşırlar. Böyle kişilerde kıllanma ergenlikle birlikte başlar, 30'lu yaşlara kadar artar, daha sonra o düzeyde kalır. İkinci durumda ise kanda androjen hormon miktarı artmıştır; kıllarda çoğalma ergenlikten önce veya sonra başlayabilir.

    Bu hormonal bozukluğun en sık karşılaşılan nedenleri; yumurtalık veya böbreküstü bezlerindeki kistler, hücre çoğalması veya iyi ya da kötü huylu tümörlerdir. Bu hastalarda androjen hormon fazlalığından kaynaklanan adet düzensizlikleri, deride aşırı yağlanma ve sivilcelenmeler, ses kalınlaşması, göğüslerde küçülme, saç dökülmesi, kötü kokulu terleme gibi belirtiler de bulunabilir. Eğer bu belirtiler oldukça hızlı bir şekilde ortaya çıkarsa ve kandaki hormon düzeyi çok yüksekse kötü huylu tümörlerden kuşkulanmak gerekir.

    Aşırı tüylenmeye bazen çeşitli nedenlerle kullanılan danazol, anabolik steroidler, kortizon, progesteron, fenitoin, diazoksid, siklosporin, streptomisin, minoksidil gibi ilaçlar da yol açar. Bunların bir kısmı androjen etkisine sahip, bir kısmı da kıl büyümesini doğrudan uyaran ilaçlardır. İlaçlara bağlı tüylenme genellikle kalıcı değildir ve ilacın kesilmesinden sonra birkaç ay içinde geriler. Çok daha nadir olarak böbreküstü bezleri ve yumurtalıkların hormon salgılamasını düzenleyen, hipofiz adı verilen bir bezin aşırı çalışması vushing ve akromegali gibi hormonal hastalıklara ve bu hastalıkların bir belirtisi olarak aşırı tüylenmeye yol açabilir. Hipofiz bezinin prolaktin adı verilen bir hormonu fazla miktarda salgılaması, hipotiroidi ve şişmanlık da tüylenme nedenleri içinde yer alır.

    Teşhis nasıl konuluyor?

    Hirsutizmin nedenleri araştırılırken önce altta herhangi bir hastalık yatıp yatmadığının incelenmesi gerekiyor. Araştırma yapılırken dikkat edilmesi gereken konular şunlardır.Öncelikle ilaçların özellikle doğum kontrol haplarının kullanmaya başlandığı yaş sorulmalıdır. Ayrıca hastalarda aile hikayesi, adet düzeni, şişmanlık hikayesi, kıllanma yanında saçın ön bölgelerinde dökülme, ses kalınlaşması gibi belirtiler sorgulanmalıdır. Kanda en fazla bulunan androjen testosterondur. Testosteron cilte etki göstermek için 5 alfa redüktaz adı verilen bir enzime ihtiyaç duyar. Yapılan çalışmalarda hirsutik kadınlarda diğer kadınlara göre bu enzimin daha fazla olduğu gösterilmiştir. Tüm bu saptamalara rağmen hirsutik kadınlarda çoğu zaman altta bir hastalık saptanamamaktadır.
    Düzenli adet gören ve muayenesinde herhangi bir hastalık belirtisi olmayan kişilere genelde hormonal inceleme gereksizdir. Fakat kıllanma yanında adet düzensizliği mevcut ise kan alınıp serum testosteron, prolaktin, progesteron, LH ve FSH düzeyleri incelenmelidir. Hirsutizm kadınlarda ciddi psiko-sosyal sorunlar yaratan bir kozmetik problemdir. Bu olay bir hastalık olmadığı için yapılacak tedavilerin kişiye yarar ve zararı çok iyi hesaplanmalıdır.

    Tedavi yaklaşımı iki yönlüdür:

    1. Kılların mekanik olarak ortadan kaldırılması: Hafif kıllanma artışı olan hastalarda mekanik olarak kılların yok edilmesi yeterli ve güvenlidir. Traşlama, görünen kılların geçici olarak ortadan kaldırılması için en kolay yöntemdir. Birçok kişinin iddiasının aksine traş ile kılların büyümesi hızlanmaz. Elektroliz ise bölgesel kıllanma için güvenli bir yöntem olmasına rağmen pahalı ve uzun süreli bir tedavi gerektiren bir yöntemdir.

    2. İlaç tedavisi: İyi bir ilaç tedavisi ile terminal kıllar daha ince ve daha renksiz bir hale gelebilmektedir. Hafif kıllanması olan genç bayanlarda ilaç tedavisi çok iyi sonuç vermektedir. Ne yazık ki ilaç tedavisi tam bir iyileşme sağlamamakta ve kimi zaman tekrarlamasını önlemek için hayat boyu sürdürülmesi gerekebilir."

    Tedavide değişik dalların işbirliği gerekir. Tedavide amaç, mümkünse nedenin (örneğin kist veya tümörün) ortadan kaldırılmasıdır. Eğer bu mümkün değilse androjen hormon artışının ilaçlarla baskı altına alınmasıyla yeni kıl artışlarının önlenmesi; bunun yanısıra da mevcut kılların vücuttan uzaklaştırılması gerekir.

    Tedavi cerrahi, jinekoloji, endokrinoloji, dermatoloji, kozmetoloji gibi birçok dalın işbirliğini gerektiriyor. Hormonal tedavide kullanılan ilaçlar androjen hormonların böbreküstü bezi ve yumurtalıklardan salgılanmasını veya kıl köküne etki etmesini engelleyerek kılların aşırı çoğalmasını baskılar.
    Glukokortikoidler, oral kontraseptifler, bromokriptin, spironolakton, siproteron asetat bu ilaçlar içinde en çok kullanılanlardandır. Bu ilaçların önemli yan etkileri olabileceğinden mutlaka hekim kontrolünde kullanılması gereklidir. Tüylenme artışında gözlenebilir bir değişiklik elde edilebilmesi için tedaviye en az 6 ay-1 yıl devam edilmesi gerekir. Mevcut kılların tek başına hormonal tedaviyle ortadan kalkmayacağı bilinmelidir; bu nedenle tedavi epilasyon veya diğer depilatuar yöntemleri de gerektirir. Androjen hormon fazlalığına bağlı olmayan aşırı tüylenme durumlarında ise hidrojen peroksitle ağartma, ağda, depilatuar kremler, elektroliz veya laserle epilasyon gibi hastanın tercih ettiği yöntemlerden biri kullanılabilir.
#22.01.2006 14:52 2 0 0
  • Kuş Gribi mi öldürüyor? Yoksa Bilgisizlik Ve İlgisizlik mi?

    Geçen yıldan bu yana konunun doğrudan tarafı olanların dışındaki bir
    çoğumuz, kuş gribi diye bir vakayı ilk defa duyar olduk. Ağrı'nın
    Doğubeyazıt ilçesinde üç bebeğini kaybeden babanın şu sözü her baba için
    ne denli zor bir durum, "oğlum 'baba beni kucağına al dedi' ve yanağıma
    bir öpücük attıktan sonra can verdi". Bilemiyorum siz nasıl karşıladınız
    ancak bir baba olarak bunu kaldıramam. Gerçekten birer gün ara ile üç
    körpe yavrunun ölmesi ve ailelerin birinin acısı bitmeden diğerini toprağa
    verirken acıyı da yüreklerine gömmesi içler acısı. Ölümlerin ardından
    ailelere Allah'tan sabır dilemekten başka yapılacak hiçbir şey elden
    gelmiyor ama tavuk gribine karşı her birimize ve yetkililere söylenecek
    çok şey var.



    Sorun Ne? Sorumlu Kim? Devlet Nerede? Önlem Alınamaz Mıydı?

    Son birkaç gündür yetkililerin söyledikleri kafa karıştırıcı nitelikte.
    Gerçi birkaç aydır her gün bu konu konuşuluyordu ancak işin içinde ölüm
    olunca işler değişti. Ortalıkta konuya vakıf kimse de yok açıkçası. Resmen
    bir bilgi karmaşası yaşanmaktadır. Kimin olayı ne kadar bildiği de meçhul.
    Yetkililer Van'da ayrı tedbir alıyor, Ağrı'da başka, Balıkesir de başka.
    Anlaşılan bu konuda hükümetin resmi bir politikası ve hazırlığı da yok.
    Bilim otoriteleri de maalesef depremde olduğu gibi halkı tatmin edecek net
    bilgi sunmada başarılı olamıyor.

    Üniversitelerin tıp fakülteleri ve veteriner fakültelerinin klinik
    mikrobiyologlarından başka kimse bu konuda bir şey bilmiyor. Doğu ve
    Güneydoğu Anadolu da sınırlı sayıdaki doktorun da ne yapacağı belli değil.
    Herkes bir yerlerde bağırıyor, bir panik almış başını gidiyor. Bildiğiniz
    gibi doğru dürüst doktor yok, ekip yok. O kadar eksik ve yokluk var ki.
    Ölen çocukların yakınları yetkililerin ilgisizliğinden yakınıyorlar.
    Devlet babanın böyle günlerde vatandaşın yanında olması, acıları bir nebze
    olsun hafifletir. Ancak insanların bilgisi ve bilinci dışında gelişmiş bu
    tür ulusal nitelikteki soruna sahip çıkmak gerekir. Yalnızca siyasi selam
    vermek değil, gerçekten yüreği yanan bir ailenin yanında olmak, onlara
    sahip çıkmak bir daha bu tür vakaların olmaması için kurumlar olarak ne
    yapılabilirliğini ortaya koymak gerekiyor.



    Her Kafa Sağlıklı Olmadığı Gibi, Her Tavuk Da Hasta Değil

    TV ekranlarına yansıdığı kadarı ile bölgede işler içler acısı. Neredeyse
    şehirlerin bile kırsalı anımsattığı bölgenin tamamında, şehir
    merkezlerinde bile küçük ve büyük baş hayvan yetiştiriciliği
    yapılmaktadır. Vatandaşın protein kaynağı olan yumurta ve tavukların bir
    anda elden çıkarmasını istemek, hiç de gerçekçi değil. Şu ana kadar 600
    binden fazla kanatlının itlaf edildiği yetkililer tarafından belirtiliyor.
    Tabii bütün hayvanların hasta oluğunu söylemek yanlış olur. Hükümet ile
    toplantı yapan bazı çevreler kapalı kümeslerdeki diğer yüz binlerce
    kanatlının da devlet tarafından parasının ödenmesi koşulu ile yok
    edilmesini istemektedirler. ACABA BİRİLERİ BU İŞTEN ZENGİN Mİ OLMAK
    İSTİYOR? Sorusu akılları terk etmiyor.

    . Vatandaşın evinin bir parçası olan tavuğundan koparılmasını istemek zor.
    Bilinen özdeyiş ile "altın yumurtlayan tavuk" örneğindeki gibi, tavuk
    vatandaşın günlük geçimi için son derece önemlidir. Vatandaş devlete
    tavuğunu teslim etmemek için hayvanlarını saklamaktadır. Doğal olarak
    belirli bir bilinç olamadığı için de hastalanan tavuğunu telef olmasın
    diye yemeye çalışıyor. Nihayet Doğubayazıt'taki olayda böyle gelişmiştir.
    Bir tavuk işletmecisi TV ekranları karşısında tavuğunun hasta olamadığını
    göstermek için tavuğun kafasını ağzına alıyor ve öpüyor. Kimi bağrına
    basıyor. Olacak iş değil. Bu kadar cehalete ne demeli. Tabii hemen sormak
    lazım, neden bu insanlar halen eğitimsiz ve bilinçsiz. Bunun da bir nedeni
    olması gerekir. Sanırım hepimiz bundan sorumluyuz.



    Hayvan Hakları İhlali Yaşanmaktadır

    Ekranlara yansıyan görüntüler yine tüyler ürpertici nitelikte. Beyaz ve
    acayip (astronot tipli) giyimli yetkililer, mahalle aralarında çocuklara
    toplattıkları tavukları torbalara koyarak diri diri çukura atıp üzerini
    toprak ile örtmesi veya benzin dökerek canlı canlı yakması yüreklerimizi
    burkuyor. Resmen bir hayvan katliamı yapılamaktadır. Dünyanın başka bir
    bölgesinde olsa hayvan hakları savunucuları ayağa akaklar. Kazılan
    çukurlardan kaçan tavukların yetkililer tarafından yeniden yakalanıp
    kuyuya atılması ve üzerine dozer ile toprak kapatan görüntüler tüm
    Türkiye'de üzüntü yaratmıştır.

    AB standartlarında hayvanların büyütüleceği alanların genişliğinin ne
    olması gerektiği bile belirlenmiştir. Hatta hayvan hakları dersleri de
    veteriner fakültelerinde okutulmaktadır. Ancak ülkemizde bırakın hayvan
    haklarını savunmak, biz daha insanların temel haklarına savunamadık.
    Dünyanın her tarafında hayvan hastalıkları söz konusu olduğu zaman
    karantina tedbirleri alınabilir. İngiltere'de deli dana hastalığı söz
    konusu olduğunda bilim kurulu belirli bölgedeki hayvanları itlaf etme
    kararı verdi. Kaldı ki kuş gribinin aşısı var. Ama bizler yanlış
    politikalar sonucu, elimizde var olan aşı merkezini bile kapatmış
    durumdayız.



    Etik Sorun Yaşanmıştır

    Bugün bu dilsiz ve sağır hayvanlara yapılan resmen bir insanlık ayıbı. Bu
    anlayış insanın kendisini dünyanın efendisi olarak görmesinden
    kaynaklanıyor. İnsan her şeyin sahibi o yaşamın her unsurunu belirler.
    Tabii bu da insanın felsefe ve ekoloji bilgisinin yetersizliğinden
    kaynaklanıyor. Bilemiyorum ileride insanlar bizlerin bu anlayışını nasıl
    değerlendirecektir. Ancak şimdiden söyleyelim ki bizleri barbar olarak
    tanımlayacaklardır. Bugün dünyanın bir çok bölgesinde insanın yaşadığı bir
    çok bulaşıcı hastalıktan dolayı o bölgenin tüm insanlarını yok etmeyi
    düşünürümsünüz. Verem, kolera, veba halen dünyanın baş belası salgın
    hastalıklar. Bunlara karşı toplum sağlığının gerekleri sağlıkla ilgili
    bilim insanları tarafından yerine getirilir. Ancak bu bölgenin insanları
    dünya için tehlike saçıyorlar diye çukurlara canlı canlı toplatılıp
    üzerine benzin dökülmez.

    Unutmayalım bu dünyada her canlının ekolojik yaşama bir katkısı vardır.
    Her canlının, insan dahi, bir doğal koruma mekanizması ve savunma sistemi
    vardır. Kuş gribi de bu doğal mekanizmalardan biri diye düşünüyorum.
    Sanırım veterinerlerin ve zoologların bir açıklaması olacaktır.

    Kuş gribi olayı bir etik sorun olarak algılanmalıdır. Hayvanlara karşı
    nasıl davranılacağı ve hastalanması durumunda ne yapılacağı benim de üyesi
    olduğum "biyoetik" derneği tarafından yeniden düşünülmelidir.



    Köy Tavuğu Olmadan Nasıl Ekolojik Tarım Ürünü Yetiştireceğiz

    Bir taraftan organik tarımı geliştirelim derken, Sağlık Bakanı kuş gribi
    ile mücadele için "köy tavuğu ve köy yumurtası kavramı tarihe karışmak
    zorundadır" diyor. Diğer taraftan doktorlar çocuklara köy yumurtası
    önermektedir. Çoğumuz da halen pazarda köy yumurtası arar dururuz. Köy
    yumurtasının sağlıklı olduğu konusundaki tartışmasız üstünlüğü önerirken,
    diğer taraftan köy tavuğu yetiştiriciliği artık tarihe kavuştu demek
    vatandaşın kafasında çelişkiler yaratmıştır. Tabii bunu köylülük
    belirleyecektir. Çünkü toplumumuzun çoğunluğu halen kırsalda yaşamaktadır.
    Köy ile kent arasındaki temel ayrımlardan biri köylerin doğa ile iç içe
    yaşamalarıdır. Bu niteliği gereği tavuk, ördek, koyun keçi, inek ve bir
    binek veya yük taşıma hayvanı at veya eşeği olur. Bunlar köylülüğün
    vazgeçilmezleridir. Bu nedenle tavuksuz-ineksiz bir köy düşünülemez.



    Kuş Gribi Konusunda Önlemimiz Var Mı?

    Pekâlâ, sorun nedir? Neden ülke olarak bu veya benzeri durumu çok önceden
    öngöremedik? Binlerce yıldır yaban kuşların iklimin etkisine göre göç
    ederek yer değiştirdikleri güzergâh üzerindeki ülkemizde bu hastalık
    görülmüyor muydu? Anadolu coğrafyasının kuzeyden gelen kuşların ülkemizden
    geçtiği bir göç yolu olduğunu hepimiz biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki bu
    hayvanlar bu virüsü taşıyorlar. Pekâlâ, neden bu hastalığa karşı önlem
    almadık? Yoksa bu güne kadar köylerde aralıklarla birden bire ölen
    tavuklarınki kuş gribiydi de biz mi bilmiyorduk?



    Bilinçsiz Kırsal Halen Ne Yapacağı Konusunda Aydınlatılamadı

    Sonra bu işi neden bu kadar büyüttük, onu da anlamakta zorlanıyoruz.
    Dünyanın her tarafından bu tür salgın hastalıkları olmakta ve buna uygun
    önlemler alınmakta ve toplumda belirli konularda uyarılmaktadır. Bu
    hastalık doğu bloğu ülkelerinde de görüldü ancak toplum bilinçli olduğu
    için, ne hasta tavuklar kesilerek yenildi ne de hayvanları yakalamak için
    kullanılan eldivenler uluorta sokağa atıldı. Ülkemizde ölen çocukların
    bağışıklık sistemi zayıf, aile bilinçsiz, ölü hayvanı uzaklaştırmak için
    kullanılan eldivenler sokağa atılmış çocuklar da o eldivenler ile oynaması
    ile hastalık bulaşmıştır.

    Sorun toplumsal sağlık bilinci eksikliği yanında temel bilim bilgisi
    eksikliği yaşanmıştır. Temel biyoloji bilgisi dâhilinde yumurta ve tavuk
    etlerinin 70-80 C derecede ısıtılması veya kaynatıldıktan sonra işlem
    görmesi için toplum aydınlatılır. Hayvanlarını kısa süreliğine de olsa
    kümeslerde tutulması önerilebilir. Hasta tavuklara dokunulmaması,
    ölenlerin ise eldiven kullanılarak ortamdan uzaklaştırılması ve toprağa
    gömülmesi öğretilebilir. Son iki haftadır ortalıkta çok söz var, ancak
    icraat yok.



    Hayvanat Bahçesi Yetkililerinin Duyarlılığı Örnek Niteliktedir

    Bu konuda Ankara Hayvanat Bahçesi Yetkilileri çok yerinde bir tedbir
    alarak, kuşların bulunduğu yerin etrafını plastik branda ile kapatıp
    dışarı bırakmamaktadır. Nesli tükenmek üzere olan sınırlı sayıdaki
    kanatlıyı kuş gribi var diye toplayıp yok etmek mi gerekir? Yoksa akılcı
    önlem mi almak gerekir?



    Devletin Bilime Verdiği Önemin Yansımasını Yaşıyoruz

    Sorun biyoloji biliminin ilgi alanı içindedir. Tarım, hayvan, gıda ve besin
    zincirinin son halkası olarak insan sağlığını ilgilendiren bütün süreç
    biyoloji biliminin temel ve uygulamalı bilim dalları içinde oluşmaktadır.
    Ülkenin geleceğini planlamak, uzun ve kısa sürede olası sorunlar ve
    planlar yapmak, çoğu zaman akla bile gelmemektedir. Bu kuş gribi
    süresince görülen manzara, konuyu birinci elden anlatacak ve toplumu ikna
    edecek bilimsel otoritenin olmasıdır. Bu kabahat üniversitelerin değil, bu
    konuya gerekli ilgiyi maddi ve manevi olarak göstermeyen yetkililerindir.
    Bilindiği gibi ülkemizde temel bilimlere, çok para kazanmadığı için çok
    fazla ilgi gösterilmiyor. Bugüne kadar yapılan yanlışların temelinde
    popüler kültüre yapılan yatırımın daha çok oya dönüşeceği üzerine
    kurgulanmıştır. Daha önce temel bilimlerin önemini belirtmek için "kuşun
    nasıl uçtuğunu bilmeyen uçak yapamaz" diye yazmıştım. Şimdi aynı yerdeyiz.
    Biyoloji/Zooloji bilimi yönünden üvey evlat muamelesi görmektedir bilim
    kuruluşlarımız. Konunun bir diğer alt alanı olan mikrobiyoloji çok daha
    önemli olup ülkemizde sağlık nedeniyle tıp fakültelerinde biraz
    işlenmektedir. Dünyada fakülteleri bulunmaktadır. Ülkemizin bütün bu
    konuları bugünden düşünerek geleceğe yatırım yapması gerekir.



    Hayvanların Öldürülmesinde Bilim Kuruluşlarının İzni Var mı?

    Ancak bizde herhangi bir bilim kurlunun kesin olarak saptadığı ve verdiği
    bir karar
    yok. Bakanlıklarda yapılan açıklamada elimizde yeterli eleman yok deniyor.
    Ancak biliyoruz ki Tarım Bakanlığında bir zamanlar 60 bin olan ziraat
    mühendisi, veteriner ve teknisyen sayısı yanlış politikalar sonucu bugün
    25 bin civarına geriletilmiştir. Sorun yanlış politika sonunu bugün
    adamsızlık bahanesi ile çaresizliğimizi belirtiyor. Neredeyse son 20
    yıldır tarım bakanlığı ciddi anlamda sınav ile eleman almamıştır. Hep
    sağdan soldan bakanlığa geçiş yapan elemanlar ile durum idare edilmeye
    çalışılmaktadır. Bir şandan binlerce ziraat mühendisi ve veteriner hekimin
    işsiz olması bahane edilerek ilgili fakültelere ilgisizlik yaratılmakta;
    diğer tarafta yaşanan en küçük bir sorunda ise ne yapalım eleman yok deyip
    işin içinden çıkı verilmektedir.



    Manisa'daki "Tavuk Aşıları Üretim ve Tavuk Hastalıkları Araştırma
    Enstitüsü" Neden kapatıldı?

    Sonra belirli kuşların da ana vatanı niteliğindeki bu ülkede kuşlardan
    kaynaklanacak hastalık taşıyıcı vektörler ile ilgili ne tür işlem yapıldı,
    bunu sormak gerekir. 7 Ocak 2006 tarihli Can Dündar'ın Milliyet
    gazetesindeki yazısı 1982 yılında Manisa'da bu konu ile ilgili bir
    enstitünün kurulduğu ve iki yıl önce de zarar ediyor veya kar etmiyor diye
    kapandığını belirtiyor. Can Dündar'ın konu başlığı "Kuş gribi konusunda
    esprideki gibi- Ortadoğu ve Balkanlar'ın en büyük araştırma enstitüsünün
    Türkiye'de olduğunu biliyor muydunuz?"

    İki yıl öncesine kadar Manisa'daki "Tavuk Aşıları Üretim ve Tavuk
    Hastalıkları Araştırma Enstitüsü"nün koruyucu eğitim de verdiği ve
    hastalığın aşısını da ürettiği belirtiliyor. Veteriner Hekimler Derneği
    Dergisinin geçen ayki sayısında Sayın Adnan Serpen bu Enstitü'de bir
    veteriner hekim ve müdür olarak 11 yıl görev yaptığını belirtiyor. Ve
    Enstitünün gelişimini şöyle belirtiyor, 1982'de Manisa'da kurulan Enstitü
    UNDP'nin ve FAO'nun da desteği ile 1987'den itibaren aşı üretimine geçmiş;
    İngiltere ve Macaristan'dan bilgi transfer edilmiş; piyasaya daha bol ve
    ucuz aşı sağlanmış; üretilen aşılar Orta ve Uzakdoğu'ya ihraç edilir
    olmuş. 1988'de, 1990'da, 1996'da uluslararası Tavuk Hastalıkları
    sempozyumları düzenlenerek yabancı uzmanlar yerli üreticiyle
    buluşturulmuş. Bilimsel araştırmalar yapılmış. 1993'te hastalık Marmara'da
    göründüğünde Enstitü tavuk yetiştiricilerinin imdadına koşmuş, hastalığı
    ve aşıyı anlatan bir kitapçığı ücretsiz dağıtmış. Ancak 2003 yılında
    elektrik masrafı ve diğer giderleri yüksek bulunduğu için kapatılmaya
    karar verilmiştir.

    Sayın Serpen'in belirttiğine göre Manisa Araştırma Enstitüsü şimdi
    teçhizat ve ekipmanlarıyla birlikte İzmir'de farklı bir alanda hizmet
    veren başka bir enstitü içinde bir odaya hapsedilmiş durumdaymış. Şimdi
    İzmir'deki o enstitüyü de kapatmaya hazırlanan Tarım Bakanlığı, yapılan
    reorganizasyonla Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü'nü de kaldırmış.

    Pekâlâ, bu denli alt yapısı oluşmaya başlamış bu enstitü neden kapatıldı?
    Sorun yalnızca masrafların yüksek olması mı yoksa devlete ait her şeyi
    elden çıkarma furyasının bir devamı mı? Yoksa başka yerden serum almak
    daha mı kolay? Hem de aracı firmalar ve kişiler kar mı ediyor? Ya ölen
    canlılar ve çocuklar?



    Tarım Kuruluşlarına Peşkeş Mi Çekiliyor?
    Maalesef ülkemizin ilk şekillendiği dönemde tarımsal çok sayıda araştırma
    kuruluşu kurulmuştu. 1924 yılından itibaren her alanda araştırma
    kuruluşları kurulmuş, hastalık ve zararlılara kaşlı zirai mücadele, hayvan
    hastalıkları, bitki yetiştiriciliği, tohumculuk enstitüleri kurulmuştu.
    Vaktiyle Ülkemizde toprak su teşkilatı vardı ve ülkenin her tarafına hem
    hizmet götürüyordu, hem de bilimsel araştırma yapıyorlardı.
    Üniversitelerin de çok sayıda araştırma birimi vardı, araştırmacı özelliği
    vardı. Bütün tarım işletmeleri teker teker elden çıkarılıyor, var
    olanların arsaları kimlere peşkeş çekilecek belli değil. Maalesef
    ülkemizin en ciddi sorunu olan devlette devamlılık ve kurum kültürü,
    yerini siyasi kayırmacılığa bırakıyor. Sistemin kişilere bağlılığı ve çok
    oynak olan siyasi yapısı gereği, kısa sürelerle birbirinden farklı bakış
    açısına sahip insanların yönetime gelmeleri ile herkes kendi kadroların
    kuruyor. Yeni gelen kadrolar, geçmişin gelişmelerini bilmedikleri için bir
    çırpıda bir çok şeyi söküp atabilmektedirler. Böyle olunca hiç kimse uzun
    süreli plan ve program yapamıyor. Bu da bugün bir bütün olarak yapıyı
    kilitlemiş, verimlilik yok ve ciddi bir laçkalık ve güvensizlik
    yaratmıştır.

    Özetin özeti ise yaşanan kuş gribi sorunu bilgisizlik, ihmal ve
    sorumsuzluğun sonucudur. Dünyanın organize olmuş bir ülkesinde, bu tür
    sorunlar çok hızla önlenebiliyor. Bir kez daha gördük ki, en küçük bir
    sorun da bile organize olamıyoruz. Kimin ne yapacağını bilmediği
    görülüyor. Ortalıkta konuyu bilen yetkili organ yok. Binlerce sağlıklı
    kanatlı hayvanı zamanında gerekli önlemleri almadığımız için kolay yoldan
    itlaf etme gibi kolay bir yolu seçerek üstesinde gelmeye çalıştık. Umarım
    bunun arkasında birilerinin zenginleşmesi çıkmaz.

    Bir kez daha gördük ki, sorun insan kaynaklı. Temel sağlık bilgisi
    eksikliği yanında devletimizin bilime verdiği önemin boyutu bir kez daha
    ortaya çıkmıştır. Binlerce yılık doğal kuşların geçiş yolunda yaşanan
    doğal bir olay yıllardır ve bugün süren ihmalkârlıklar sonucu büyük bir
    felakete kapı aralamaktadır. Anadolu insanı eğer bu kadar
    fakirleştirilmeseydi, her halde hasta tavuğunu yemezdi. Biraz da bu
    cepheden bakalım. Sorun, öncelikle bütünsel bakamamaktan kaynaklanıyor.
    Sorunun yoksullukla bağı kurulamıyor.
#18.01.2006 16:46 2 0 0
  • Kısa zamanda zayıflatan sonra da o kiloları aynen geri aldıran diyetlerden bıktıysanız, size önereceğimiz bu sağlıklı gıdaları mutlaka deneyin, zayıflayın!


    Pek çok kişi birkaç kilo daha zayıf olma arzusuyla yaşıyor. Bazıları ise o kadar şanslı değil, birkaç kilodan fazlasını vermeleri gerekiyor. Durum ne olursa olsun, kısa zamanda mümkün olduğunca çok kilo kaybı hemen herkesin ortak dileği. Oysa kısa zamanda kilo verdiren diyetlerin pek çoğu sağlıklı olmadıkları gibi, doğru beslenme şeklini öğretmedikleri için uzun vadede faydadan çok zararları dokunuyor. Hızla giden kilolar bir anda çoğalarak geri dönüyor.

    Kilo vermek ve hep zayıf mı kalmak istiyorsunuz? Size sunulan sihirli çözümlere boşverin. Yapmanız gereken tek şey doğru gıdaları seçmek ve biraz ağırdan almak. Yavaş ama uzun vadeli zayıflama için haftada vermeniz gereken kilo yarım ila 1 kilo civarında. Peki bu kaç kaloriye tekamül eder? Çok aşırı kilolu değilseniz, şu anki kilonuzu 10'la çarparak bunu bulabilirsiniz.

    Örneğin 65 kilo olduğunuzu varsayalım. Bu durumda haftada 650 kalori daha az almanız gerekiyor. 58 kilo olan biri ise günde minimum 1200 ila 1300 kalori almalı, bunun altına düşmemelidir. Bu rakamın altına inerseniz, metabolizma hızınız düşer ve yağdan çok su kaybetmiş olursunuz.

    Kilo kaybetmenin anahtarı dengeli bir yaklaşımdır. Aç değilken yememeli ve sürekli aynı şeyleri yememelisiniz ki sıkılmayasınız. Tüm ana besin grubundan besinlerin diyetinizde bulunmasına da özen gösterin. Günde üç sağlıklı ana öğün ve önceden planladığınız 2 ila 3 ara öğün yiyip, porsiyonlara dikkat edin.

    Yavaş yemek hem hazımsızlık problemini ortadan kaldırır, hem de doyduğunuzu fark etmenizi sağlar. Böylece tüm bir porsiyonu mideye indirmeden önce doymuşsanız yemeyi bırakabilirsiniz. Bulması ve hazırlaması kolay olan besinleri tercih edin. Meyve, sebze ve tam tahıllar hem daha doyurucudur, hem de kalorileri daha azdır. Gün içinde bol bol su için ve ara sıra kendinize hoşlandığınız bir şeyi yeme izni vermeyi de ihmal etmeyin.

    Diyet yaparken ne yiyebiliriz?

    Peki hem size ihtiyacınız olan besinleri sağlayacak, hem de açlık krizlerini sizden uzak tutacak besinler hangileri? İşte bazı örnekler...

    Sahanda yumurta, ekmek ve çilek

    Kilo vermek için yemek yemekten kaçınıyor, ya da öğün atlıyorsanız, uzun vadede başarılı bir sonuç almanız olanaksızdır. Sağlıklı bir kahvaltı, sizi güne hazırlar, metabolizmanızı hızlandırır ve günün geri kalanında iştahınızı düzenlemenize yardımcı olur. Bu nedenle zengin bir protein, fosfor, demir, A, B2 ve B12 vitaminleri kaynağı olan birkaç yumurtayı sahanda kırarak çırpın.

    Az miktarda yağı yumurtayı pişirirken kullanabilir, ya da yumurtaları yağsız pişiriyorsanız, ekmeğinizin üzerine sürmekte kullanabilirsiniz. Bu, vücudunuzun yağda çözünür vitaminleri almasına yardımcı olur.

    Buna bir veya iki dilim tam buğday ekmeği ve biraz da taze çilek ekleyin. Çilek hem lif açısından zengindir, hem de günlük tavsiye edilen C vitamininin hemen hemen yüzde 150'sine sahiptir.

    Tavsiye edilen porsiyon miktarı:

    2 orta boy yumurta: Yaklaşık 130 kalori veya
    1 orta boy yumurta ve bir yumurtanın akı: Yaklaşık 80 kalori
    2 dilim tam buğday tost ekmeği: Yaklaşık 138 kalori
    1 tatlı kaşığı kadar margarin ya da tereyağ: Yaklaşık 32 kalori
    1 fincan çilek: Yaklaşık 49 kalor

    Tüysüz şeftali ve badem

    Kahvaltı ve öğle yemeği arasında doğru şekilde atıştıracağınız ara öğün, metabolizmanızı hızlı tutar, enerjinizi arttırır. Ayrıca öğle yemeğinde daha az yemenizi de sağlar. Orta boy bir tüysüz şeftali ve biraz da bademle hem lif, hem protein, hem de çeşitli mimeral ve vitaminleri alabilirsiniz. Bademde ayrıca kalbiniz için sağlıklı olan yağlar da bulunur.

    Tavsiye edilen porsiyon miktarı:

    1 orta boy tüysüz şeftali: Yaklaşık 60 kalori
    6 ila 8 badem: Yaklaşık 40-60 kalori

    Ispanak, sebze ve tavuk salatası

    Ispanak, salatalık, havuç, kırmızı dolmalık biber, domates ve biraz da iyi pişmiş tavuk göğsüyle bir salata yapabilirsiniz. Buna bir de az miktarda zeytinyağı ve sirke eklerseniz, az yağlı, az kalorili ve doyurucu öğle yemeğiniz hazır demektir.

    Vitamin ve mineral açısından zengin ıspanak, günlük olarak tavsiye edilen A vitamininin yüzde 50'sini karşıladığı gibi, lif ve demir de içerir. Sebzelerin ne kadar besleyici olduğunu renklerine bakarak anlayabilirsiniz. Sebzeler ne kadar renkliyse, besleyicilikleri de o ölçüde artar. Yukarıdaki sebze bileşimi bu anlamda lif, vitamin ve kronik bazı hastalıkları önleyen fitokimyasallar açısından son derece zengindir. Son olarak buna tavuk da eklenince hem protein almış olursunuz, hem de salata sizi daha tok tutar.

    Tavsiye edilen porsiyon miktarı:

    1 fincan ıspanak: Yaklaşık 7 kalori
    Yarım fincan dilimlenmiş salatalık: Yaklaşık 12 kalori
    Çeyrek fincan havuç rendesi: Yaklaşık 10 kalori
    Yarım fincan kırmızı dolmalık biber: Yaklaşık 12 kalori
    6-8 çeri domates: Yaklaşık 18-24 kalori
    60 gr tavuk: Yaklaşık 75 kalori
    2 çorbakaşığı kadar zeytinyağı sirke karışımı: Yaklaşık 90 kalori (zeytinyağı yerine kanola yağı da kullanılabilir)

    Yoğurt ve üzüm

    Bu ara öğün sayesinde kalsiyum, protein ve C vitamini almış olacaksınız. Ayrıca üzüm, kanserle karşı etkili olan antioksidanlarca da zengindir.

    Tavsiye edilen porsiyon miktarı:

    170 gr az yağlı yoğurt: Yaklaşık 160 kalori
    10 üzüm tanesi: Yaklaşık 50 kalori

    Ton balığı ve brokoli

    Bu akşam yemeği, hem sizi az miktarda kaloriyle doyuracak hem de damak tadınıza hitap edecek. Ton balığı, kalp için faydalı omega-3 yağ asitleri açısından zengindir. Brokolide ise günlük tavsiye edilen C vitamininin yüzde 80'i, kalsiyumun yüzde 30'u ve ayrıca fitokimyasallar mevcuttur. Domates, yeşil biber, soğan ve baharatlarla çeşnilendirilmiş pilav ise balığın yanında nefis gider.

    Tavsiye edilen porsiyon miktarı:

    85 gr pişmiş/ızgara ton balığı: Yaklaşık 118 kalori
    1 fincan brokoli: Yaklaşık 25 kalori
    Yarım fincan (yukarıdaki gibi sebzeli) pilav: Yaklaşık 140 kalori


    Vanilyalı diyet dondurma ve meyve sosu

    Diyet yapmanın en zor yanlarından biri tatlıdan uzak durmak. Oysa buna hiç gerek yok. Bu hafif tatlı hem kalsiyum, hem de vitamin ve mineralce zengindir. Burada önemli olansa porsiyon konusundan biraz daha titiz davranmak.

    Tavsiye edilen porsiyon miktarı:

    Yarım fincan vanilyalı diyet dondurma: Yaklaşık 120 kalori
    Yarım fincan karışık meyve: Yaklaşık 60 kalori
#18.01.2006 16:26 2 0 0
  • ÜROLOJİK TÜMÖRLER

    Ürolojik tümörler ve bunlardan özellikle prostat ve mesane tümörleri son yıllarda çok sık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bölümde ürolojik tümörlerin sadece kötü kuylu olanlarını 4 ana grup altında inceleyeceğiz.

    BÖBREK TÜMÖRLERİ

    Malign böbrek tümörleri tüm erişkin tümörlerinin %5-6'sını oluşturur. Amerika'da her yıl ortalama 20.000 yeni vaka bildirilmekte ve bunun yarısı o yıl içinde kaybedilmektedir.
    En sık 50-60 yaş grubunda, ve erkeklerde 2 kat fazla görülür.
    Sigara kullanmı çoğu tümörde olduğu gibi bu tümörde de en önemli etkendir. Bunun yanında analjezik nefropatisi, çevresel faktörlerde önemli rol oynamaktadır.
    Klasik bulgu olarak söylenen ağrı, idrardan kan gelmesi ve kitlenin elle hissedilmesi vakaların en çok %10-15'inde görülmektedir. Bu üç bulgunun dışında anemi, kilo kaybı, sedimantasyonda artma, hiperkalsemi, karaciğer yetmezliği de görülebilmektedir.
    Tanıda ultrasonografi, intravenöz pyelografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme kullanılmaktadır.
    Tanı anında hastaların ortalama %25'i metastatiktir. Halen geçerli tek tedavi metodu radikal cerrahidir. Metastatik olgularda cerrahi sonrası immunoterapi kullanılabilen tek tedavidir. Hastalık kemoterapi ve radyoterapiye rezistandır.

    PROSTAT TÜMÖRLERİ

    Prostat kanseri günümüzde erkeklerde akciğer ve kolon kanseri sıklığını geçerek en sık karşılaşılan tümör olarak karşımıza çıkmaktadır. Erkeklerde tüm kanserlerin %21'ini oluşturmakta ve Amerika'da her 15 dakikada bir yeni prostat kanseri tanısı konulmaktadır. Ülkemizde hastalık insidansının bu
    kadar fazla olmamasının en önemli nedeni düzenli tarama yapılmamasıdır. Hastalığın etyolojisinde yaş, ırk, hormonal etkenler, genetik yatkınlık ve çevresel faktörler ön plana çıkmaktadır. Birinci derece akrabalarında prostat kanseri olanlarda hastalık hem daha erken yaşta ortaya çıkabilmekte, hem de 2-3 kat fazla görülmektedir.
    Prostat kanseri erken tanı konulabildiği takdirde tedavi edilebilir tümörler arasında yer almaktadır. Erken tanı konulanlarda tedavi ile 15 yıllık yaşam şansı %60'lara varmaktadır. Ancak prostat kanseri yayılım yapıncaya kadar genelde belirti vermezler. Erken dönemde tek belirti prostatın yaptığı tıkanıklığa bağlı işeme zorluklarıdır.Çoğunlukla sistemik yayılım neticesi kemik ağrıları ile hastalar karşımıza gelir.
    Erken tanıda elimizde iki önemli araç vardır. Bunlardan en önemlisi parmakla prostat muayenesidir. Bunun yanında prostat spesifik antijen (PSA) denilen bir kan tahlili yapılmalıdır. Muayene veya PSA tetkiki ile kanser şüphesi olan olgulara transrektal prostat biyopsi yapılmalıdır.
    Erken tanı konulan hastalara tedavi metodu olarak en sık radikal cerrahi veya radyoterapi yapılmaktadır.
    İleri evre hastalıkda ise genelde semptomatik tedavi yapılmaktadır. Bu tedavide hormonlar yaygın olarak kullanılmaktadır.

    MESANE TÜMÖRLERİ

    Mesane tümörü ürolojik sistem içinde prostat kanserinden sonra ikinci sıklıkta görülmektedir. Erkeklerde 3 kat fazla görülmektedir. Ortalam görülme yaşı 65 olarak kabul edilse de, ülkemiz gibi sigara tüketiminin çok fazla olduğu ülkelerde bu hastalık çok daha erken yaşlarda görülmektedir.
    En sık neden sigara olsa da bunu yanında genetik yatkınlık,meslek (petrol, boya, deri sanayinde çalışanlar vb.), diyet,kronik enfeksiyon, pelvik radyasyonda etkendir.
    Hastalığın en önemli bulgusu idrardan kan gelmesidir. Tipik olarak pıhtılı ve ağrısız kanma olarak karşımıza çıkar. İleri evre hastalıklarda ise halsizlik, kilo kaybı ve kansızlık gibi genel belirtiler görülür.
    Tanıda ilk yapılması gereken idrar incelemesinin yanında intravenöz pyelografidir. Bunun yanında ultrasonografininde yardımına başvurulur.
    Kesin tanı sistoskopi denilen bir işlem ile konur. Bu işlemde sistoskop adı verilen özel bir aletle penisten girilip mesane göz ile değerlendirilir. Tümör saptanan olgulara transuretral tümör rezeksiyonu (TUR) yapılır.
    Yapılan cerrahi sonrası patolojik inceleme sonrası tümör evrelendirilmesi yapılır. Bu evreleme neticesi yüzeyel tümör olarak kabul edilen olguların bir kısmına mesane içine ilaç (BCG,Mitomycin-C vb) vermek sureti ile (intrakaviter tedavi) tedavi yapılır.
    İnvaziv tümör olarak kabul edilen hastalara ise radikal cerrahi veya radyoterapi uygulanmaktadır.
    Yüzeyel mesane tümörü olanlarda prognoz oldukça iyidir. Bu nedenle sigara içiminin fazla olduğu toplumlarda idrardan kan gelmesi hastalar tarafından ciddiye alınmalı ve sağlanacak bilinçlenme ile bu hastalıkların erken tanı ve tedavisi sağlanmalıdır.

    TESTİS TÜMÖRLERİ

    Oldukça ender görülen tümörler olmasına karşın, sıklıkla genç erişkinlerde görülmesi yönünden önem arz etmektedir. Bir diğer önemli konuda erken tanı konulabildiği takdirde %100'lere varan oranda tedavi edilebilmektedir.
    En önemli neden inmemiş testistir. Bu durum tümör oranını 3-10 kez artırmaktadır. Bunun yanında atrofik testis ve testis travmalarıda önemlidir.
    Hastalar sık olarak testiste ağrısız şişlik ile başvururlar.
    Testisteki her şişlik aksi ispat edilene kadar tümör olarak kabul edilmelidir. Olguların %20'ye yakın kısmı ise metastazlara bağlı karın ağrısı, patolojik kırık, bulantı, kusma, hemoptizi le gelir.
    Tanıda skrotal ultrasonografi yanında AFP ve beta-HCG denilen kan tahlilleri en önemli yöntemlerdir.
    Tümör tanısı konulan hastaya vakit geçirilmeden radikal cerrahi (inguinal orşiektomi) yapılmalıdır.
    Patolojik evreleme sonrası tümörün tipine ve klinik evreye göre hastaların bazılarına kemoterapi veya radyoterapi verilir.
#16.01.2006 19:20 2 0 0
  • BÖBREK TAŞLARI



    Böbrek taşları olağan koşullarda idrarda çözünmüş maddelerin çökelerek sert birikinti parçacıkları oluşturmasıyla ortaya çıkar. Böbrek taşı oluşumuna yol açan bu maddelerin başlıcaları ürat, oksalat ve kalsiyum fosfat gibi bileşiklerdir. Taşın oluşum yerine göre değişen hastalık belirtileri ortaya çıkabilir. Taşlar böbrek çanaklarına (kaliks) ya da havuzuna (pelvis) yerleşebilir. Ayrıca siyek (üretra), idrar kesesi ve idrar borularında da (üreter) bulunabilirler. Böbrek taşları sayılarına, bulundukları yerlere ve kimyasal yapılarına göre sınıflandırılmaktadır. Az sayıda ve küçükseler yuvarlak,
    idrar kesesi taşlarında olduğu gibi çok sayıda ve birbirlerine sürtünüyorlarsa köşelidirler, îri olmaları böbrek çanağı ve havuzu gibi boşluklarda oluştuklarım gösterir. Boyudan ise çok küçük olanlardan bütün böbrek boşluğunu dolduracak iriliğe ulaşanlara kadar değişir.


    HASTALIĞIN NEDENLERİ

    Böbrek taşları bazen bir metabolizma bozukluğuna bağlı olarak gelişir, bazen de kalıtsal yolla ortaya çıkar. Taşın oluşma nedeni idrar yoğunluğunun artması ya da çözünmüş maddelerin idrarda aşın miktarda bulunmasıdır.
    Taş oluşumuna yol açan metabolizma hastalıktan için böbrek kaynaklı asidoz (asitlik düzey inin yükselmesi), kalıtsal hastalıklar için ise sistinüri (şistin gibi gibi amino asitlerin idrarda aşın artması) örnek olarak verilebilir. Ama böbrek taşı olgulannın yüzde 70-80'e varan bölümünde kesin bir neden gösterilemez. Taş oluşumu genellikle kalıtsal ve başka bazı belirleyici etkenlere bağlanır. Bunlar arasında idrarda kristalleşme eğilimi olan maddelerin bulunması;
    idrar akışımn bir engel yüzünden durması; idrarın asillik (pH) derecesinin değişmesi, idrar yollannın iltihaplanma-sı gibi çökelti oluşturacak maddelere uygun fiziksel ve kimyasal ortamın hazırlanması; çevrelerinde çökelmeyi kolaylaştıracak bir öz oluşturan bakteri, hücre artıkları gibi maddelerin varlığı sayılabilir.
    Kendi basma taş oluşumuna neden olan tek hastalık birincil
    hiperparatiroidizmdir. (paratiroit bezinin aşırı çalış-ması). Kanda ve idrarda kalsiyum düze-yinin artması kalsiyum fosfat taşlannın oluşmasına uygun ortamı hazırlar. Kalsiyum taşları ise bütün böbrek taşlannın yüzde 50-80'ini oluşturur.
    En sık görülen böbrek taşlan grimsi kırmızı renkli kalsiyum oksalattan oluşur. Bunu beyaz renkli kalsiyum fosfat ve sanmsı kahverengi kalsiyum ürat taşlan izler. Gut (damla) hastaları gibi idrarlannın asit derecesi yüksek olanlarda kahverengi ürik asit taşlarına oldukça sık (bölgelere göre yüzde 5-33)rastlanır. Ender görülenlerler arasında ise yeşilimsi şistin ve sarımsı kahverengi ksantin taşlan sayılabilir.
    Böbrek havuzunda oluşan taş, çok büyük değilse, idrar borusu yoluyla idrar kesesine iner. Burada prostat büyümesi gibi idrar çıkarmayı güçleştiren koşullar oluşmuşsa, daha da irileşebilir ya da idrarla birlikte keseden atılır. Öte yandan böbrek taşlan idrar kesesine inmeden böbrek havuzu ağzında ya da idrar borusunda takılıp kalabilir. Bu durumda bazen böbrek tıkanıklığı ortaya çıkabilir.


    HASTALIĞIN BELİRTİLERİ

    Böbrek taşı uzun süre belirti vermeyebilir ya da son derece önemsiz yakınmalara yol açar. Değişik şiddette ağn ile idrann kumlu çıkmaya başlaması böbrek taşım düşündürür. Hastalığın temel belirtisi "böbrek koliği" denen tipik sancıdır. Bu birden başlayan şiddetli ağn nöbetlerine, içinde taş bulunan idrar borusu duvannın spazm biçiminde kasılma-lan ya da taşla tıkanmış böbrek havuzunun gerilmesi aniden başlayan şiddetli ağrı nöbetlerine yol açar. Önceleri aralıklı gelen, daha sonra süreklilik kazanan sancılar genellikle ilk olarak bel bölgesinde duyumsamr. Buradan idrar yolları boyunca yayılan ağrı makat çevresinde, erkekte erbezleri ve kamış basında, kadınlarda büyük dudaklarda, ayrıca kasık, uyluk içi ve bazen göğüs altı ve kürek kemiklerinde görülür. Ağnnm en şiddetli olduğu dönemde huzursuzluk, bunaltı, soğuk ter, bel kaslannda kasılma, bulantı ve kusma görülür. Hasta taş düşürüyorsa, taşın dar siyek (üretra) kanalından geçerken yarattığı ağn son derece şiddetlidir. Taş düşürüldükten hemen sonra hasta rahatlar ve ortaya çıkmış olan bütün belirtiler kaybolur. Ağrı sırasında çıkanlan idrar miktan az ve belirgin biçimde kanlıdır. Taşm böbrek havuzuna dönmesi ya da idrar kesesine inmesiyle belirtiler hafifler.
    Belde hafif bir dolgunluk duygusun-dan başka yakınmaya yol açmayan iri böbrek taşlan da olabilir. Bu çelişkili durumun nedeni büyük taşlann böbreğin bir bölgesinde hareket edemeyecek biçimde sıkışmış olmasıdır. Bu olgularda kesin tanı koymak her zaman kolay olmaz.


    HASTALIĞIN TEDAVİSİ

    Böbrek taşının tedavisi üç aşamada yapılır: Ağn tedavisi; taş oluşumuna zemin hazırlayan ya da yol açan genel koşulların tedavisi; böbrek işlevlerim bozan ve/ya da sürekli ağn yapan taşların cerrahi tedavisi. Sancı biçiminde başlayan şiddetli ağn sıcak uygulamasıyla ya da spazm çözücü, iltihap ve ağn giderici ilaçlarla dindirilmeye çalışılır.

    HASTALIKTAN KORUNMA

    Bütün taş türlerinin zamanla yeniden oluşması sık görülen bir durumdur. Kalsiyum taşı olgularının yüzde 20-30'unda bir yıl içinde yinelenme görülmektedir. Bu nedenle bütün böbrek taşı hastalannda ayrıntılı incelemelerin yapılması zorunludur. Böylece birincil hiperpara-tiroidizm, böbrek kaynaklı asidoz, sistinüri ve enfeksiyon gibi belirli bir hastalığa bağlı olarak gelişen böbrek taşı olguları saptanmalı tıbbi ve cerrahi tedavi buna göre yürütülmelidir.
    Böbrek taşı tanısında ultrasonografi gibi hastaya zarar vermeyen tanı yöntemleri başka amaçlar için de kullanılabilir. Bazı durumlarda böbrek taşları, yoğun tedavi gerektiren ağır bir genel hastalığın ilk belirtisi olabilir.
    Böbrek taşı bir yandan iş saati kaybı, doktor ve ilaç masrafları, ultrasonografi ve cerrahi tedavi harcamaları gibi hastaya ekonomik ve sosyal yük getirirken, bir yandan da dayanılmaz sancılar ve enfeksiyonlarla zor bir dönem yaşatır.
    Ultrasonla taş kırma ile tedavinin birkaç kez uygulanması sonucu böbrek işlevlerinin uzun dönemde nasıl etkileneceği iyi bilinmemektedir. Ama yapılan araştırmalarda böbrek taşı hastalanrın yüzde 70'i aşan bölümünde özel bir işlev bozukluğuna rastlanmamıştır. Kalsiyum ve ürik asit atdımında artış, idrar asitliğinin yükselmesi gibi idrar bozuklukları laboratuvar incelemeleriyle ortaya çıkartabilmektedir.
    Laboratuvar incelemelerinde elde edilen bilgilerin İşığında metabolizma bozukluklanna yönelik tedaviler uygulanabilir. Ama bu tedavilerin böbrek taşı oluşumunu önleyici etki yaptığı henüz kesin olarak kanıtlanamamıştır.
    Unutulmaması gereken iki önemli nokta vardır: l) Olguların yüzde 60'ını aşan bölümünde hastaların bol sıvı almasıyla böbrek taşı oluşumu önlenebilir: 24 saatte 1,5-2 it idrar çıkarmak için en az 3-4 it sıvı alınması böbrek taşlan
    nın önlenmesinde çok yararlıdır. Doğal olarak, sıvı alımınm kısıtlandığı kalp yetmezliği, yüksek tansiyon gibi durumlarda bu yöntem uygulanamaz. Ayrıca kalsiyum, oksalat ve pürince zengin besinlerden kaçınmak gerekir. 2) Böbrek taşı yavaş gelişmesinin doğal sonucu olarak kronik bir hastalıktır. Hastanın sürekli olarak doktor denetiminde kalması yararlıdır. Nedeni bilinmeyen böbrek taşı olgulannda idrarda ortaya çıkan yüksek kalsiyum düzeyi idrar söktürücü (diüretik) ilaçlar yardımıyla denetlenebilir. Bu uygulamayla birlikte tuz alımı azaltılarak sodyumun tedaviyi engelleyici etkisi giderilir, idrarında ürik asit ve oksalat düzeyi yükselmiş hastalarda 24 saatte 300 mg allopurinol verilmesi oldukça yararlıdır.
#16.01.2006 19:09 2 0 0
  • KUŞ GRİBİNİN BELİRTİLERİ

    Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Esin Şenol, kuş gribi virüsünün, henüz insandan insana bulaşması için gerekli mutasyonu tamamlamadığını belirterek, ''Henüz insandan insana bulaşma söz konusu değildir'' dedi.

    Prof. Dr. Şenol, Ankara Tabip Odası tarafından düzenlenen basın
    toplantısında yaptığı konuşmada, 1997 yılından önce de kuş gribinin
    olduğunu ancak, virüsün sadece kanatlı hayvanlarda görüldüğünü
    söyledi.

    Kuş gribinin insandan insana bulaşma olasılığının düşük olduğunu
    ifade eden Prof. Dr. Şenol, ''Virüsün, henüz insandan insana bulaşması
    için gerekli mutasyonu tamamlamadığı saptandığından, insandan insana
    bulaşma söz konusu değildir. Virüs, eğer insandan insana geçiş için
    gerekli mutasyonu tamamlarsa, tüm dünyayı etkileyen ve yüksek ölüm
    oranları ile seyretmesi beklenen bir pandemiye yol açabilir'' diye
    konuştu.

    KUŞ GRİBİNİN BULAŞMA YOLLARI

    Kuşların salya, burun salgıları ve dışkılarında etken bulunduğunu
    belirten Esin Şenol, bu salgılarla direk temas veya bunların bulaştığı
    yüzeylerle dolaylı temas sonucu bulaşmanın söz konusu olabileceğini
    söyledi.

    İnsan olgularının çoğunlukla infekte kümes hayvanları ile yakın
    temas veya bulaşmış yüzeylerle temas sonucu ortaya çıktığının
    düşünüldüğünü ifade eden Prof. Dr. Şenol, şunları kaydetti:

    ''Türkiye'de ve salgının yaşandığı güneydoğu Asya ülkelerindeki
    olgularda çoğunlukla hastalanmış hayvanlarla ve bu hayvanların
    dışkılarının yoğun biçimde bulunduğu kümes gibi ortamlarda yoğun temas
    söz konusudur. Temasın yüksek olasılıkla hayvanların kesimi, tüylerin
    yolunması ve pişirme için hazırlanma sırasında olduğu kabul
    edilmektedir. Kuşların dışkısından hazırlanan gübrenin 1 gramının 1
    milyon kuşu infekte edebileceği bildirilmektedir.''

    Kuş gribinin insandaki bulgularının, ateş, öksürük, baş ağrısı,
    kas ağrısı, göz enfeksiyonu, zatürree, ağır solunum yetmezliği ve
    ciddi yaşamsal komplikasyonlar olduğuna işaret eden Prof. Dr. Şenol,
    H5N1 virüsünün pozitif çıkması durumunda ölüm riskinin yüzde 58 olarak
    tespit edildiğini söyledi.

    KUŞ GRİBİNİN İNSANDA TEDAVİSİ

    İnsan gribinde kullanılmakta olan ilaçların (oseltamivir-Tamiflu
    veya zanamivir-relenza) hem hastalığı önlemede hem de erken tedavide
    etkili olabileceğini belirten Prof. Dr. Şenol, ''Hastalara yoğun
    bakım desteği de gerekebilir. Ayrıca, şu anda insan gribini önlemek
    için kullandığımız grip aşısının kuş gribini önlemede rolü yoktur.
    Fakat insan gribinin önlenmesi, 2 virüsün bir araya gelerek mutasyona
    uğrama olasılığını azaltacağından, grip aşısına, kuş gribi salgını
    görülen durumlarda öncelik vermek gereklidir'' dedi.

    TAVUK VE YUMURTA YENEBİLİR

    Prof. Dr. Şenol, kuş gribinin gıda kaynaklı olmadığını ve pişmiş
    gıdalarla buluşmadığını ifade ederek, gıdaların 70 derecede pişmesi,
    etin pembe görünümde olmaması ve yumurtanın tamamen piştiğinden (katı)
    emin olunması gerektiğini vurguladı.

    CİDDİ ÖNLEMLER ALINMALIYDI

    Öte yandan, Türkiye'deki sağlık sisteminin sorgulanması
    gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Şenol, ''Hastalık ortaya çıkmadan ciddi
    önlemler alınmalıydı'' eleştirisinde bulundu.

    Doğru ve zamanında bilgilendirmenin çok önemli olduğuna dikkati
    çeken Prof. Dr. Şenol, ''Hastalık Temmuz ayında Rusya'da ortaya
    çıkmıştı. Türkiye'de göç yolları üzerinde olduğu için alarm durumunda
    olmalı ve hastalık Türkiye'de görülmeden önce ciddi önlemler
    alınmalıydı. Halk bilinçlendirilmeli, sağlık personeli, kümes hayvanı
    yetiştiricileri bu konuda eğitilmeli, uzman sağlık personel sayısı
    artırılmalıydı'' dedi.
#10.01.2006 13:25 2 0 0
  • Son günlerin en çok konuşulan hastalığı Kuş Gribinden
    korunma yolları nelerdir?


    Öncelikle şunu belirtelim, Kuş Gribi virusu ,kanatlı hayvanlarda enfeksiyon etkeni olan H5N1 tipi bir virustur.Şu anda Hastalık sadece "Hayvandan insana" geçen bir hastalık olarak kabul edilmektedir.Bunun anlamı şudur: Eğer Kuş giribi olan kanatlılarla temas ta bazı önlemlere riayet edersek, bu hastalıktan büyük oranda korunuruz.

    Bu önlemler:

    1-Virüs, insanlara, özellikle hasta hayvanların dışkıları olmak üzere salgıları ile bulaşır.Bu durumda hasta hayvalara, ölmüş olsa dahi temas etmemek önemlidir.Yine hasta hayvanların yumurtaları ile temas da sakıncalıdır.Hangi hayvanın hasta olduğunu bilmek her zaman mümkün olmadığı için, hastalık bölgesindeki tüm kanatlı hayvanlarla temas dan kaçınılmalıdır.Temas edildiği durumlarda özellikle ellerin en kısa sürede antiseptik solüsyonlar veya bulunamaz ise bol su- sabun ile yıkanması gereklidir.

    2-Özellikle doğadan avlanan kanatlı hayvan etlerinden uzak durmalı ve hastalık dönemi geçinceye kadar hiç bir kanatlı avlanmalıdır.

    3-Kaynağı bilinmeyen kanatlı hayvan etleri ve bunların yumurtaları ile temastan ve bunları tüketmekten kaçınılmalıdır. Bundan kasıt özellikle köylerde beslenen ve hijyen şartları ve kaynağı bilinmeyen kanatlı hayvan etleridir.Sağlık Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmış ,Entegre tesislerde üretim yapılan, markalı tavuk etlerini tüketmekte bir sakınca yoktur.

    4-Her ne şartda olursa olsun tüm kanatlı hayvanlan etleri ve yumurtaları çiğ olarak tüketilmemeli, en az 80-100 derecede 8-10 dakika pişirldikten sonra tüketilmelidir.

    Aslında hastalığın bu hali ile yani, "hayvandan insana geçişi" şartlarında Yaygın tehtid oluşturmayacağı açıktır.Asıl önemli olan ve tüm Dünya tarafından korkulan tehtid, hastalığın "İnsandan insana" bulaşma ihtimaldir.Çok Şükür ki,Halen Dünya üzerinde İnsandan bulaşmış bir Kuş Gribi Virusu vakası yoktur.Böyle bir durumda ise, WHO (Dünya Sağlık Örgütü) yaklaşık 150 milyon insanın ölümü ile sonlanabilecek bir salgın beklemektedir.Bu ihtimali arttıracak önemli bir faktör, kuş giribi virusu ile insan gribi viruslarını mümkün mertebe karşılaşmamasını sağlamaktır.Bu yüzden tüm tavuk üreticilerinin Grip aşısı ile aşılanmaları önemlidir.
#07.01.2006 23:48 2 0 0
  • Konu: BİTLENME
    BİTLENME: PEDİKÜLOZİS

    Saç Biti Nedir?

    Saç bitleri insan saçında yaşayan ve üreyen çok küçük , kanatsız, günde 2-8 kez kan emerek beslenen gri böceklerdir. Sirke denilen yumurtaları görmek bitin kendisini görmekten daha kolaydır ve genellikle enseye yakın, kulakların arkasında ve başın arkasında saç tellerine tutunmuş halde bulunurlar. Sirkeler kir veya kepek gibi yıkanarak temizlenemezler. Önce etkili bir ürün ile öldürülmeli, sonra bu amaç için yapılmış ürünün kutusundan çıkacak olan özel bir tarak ile saçtan temizlenmelidir.

    Saç biti insan vücudu dışında yalnızca 48 saat yaşayabilir ve evcil hayvanlar üzerinde yaşayamaz. Sirkeler ise insan vücudu dışında kumaş ve battaniye üzerinde 10-15 gün canlı kalabilirler.


    Nasıl Bulaşır?

    Bitlenmenin yaygın olarak düşünüldüğü gibi pislikle bir ilgisi yoktur; aslında bit temiz, sağlıklı saçı, kirli saça tercih eder. Yetişkin ya da çocuk, herkes bitlenebilir. En yaygın belirtisi, başın ve ensenin şiddetle kaşınmasıdır. Saç biti son derece bulaşıcıdır. Tarak, fırça, eşarp, yastık, şapka ve tüylü oyuncaklar gibi paylaşılan kişisel eşyalar ile yayılırlar. Tekrarlanan salgın riskini azaltmak için bu eşyaları paylaşmaktan kaçınılmalıdır.



    Bitlendiğimizi Nasıl Anlarız?

    Bitlenmeyi gösteren ilk ipucu sık sık kafa derisinin kaşınmasıdır. Biti tespit etmek ve yayılmasını engellemek amacıyla, ensenin arka kısmındaki ve kulak arkasındaki saçlar dikkatle incelenmelidir. Bitler ışıktan kaçtıkları için, yalnızca saç kılına yapışmış küçük beyazımsı, oval yumurtaları (sirkeleri) görebilirsiniz.


    İdeal Bir Bitlenme Tedavisi Nasıl Olmalıdır?

    Tek uygulama ile kısa sürede etki göstermeli.
    Güzel kokulu, saçları dolaştırmayan, taramayı zorlaştırmayan, etrafa bulaşmayan, boyalı ve permalı saçlarda problem yaratmayan özelliklere sahip olmalı.
    Kalıcı etkisiyle bitlerin saça tekrar yerleşmesini engellemeli.
    Sadece bitleri değil,sirkeleri de yok etmeli.
    Kullanıcı tarafından iyi tolere edilmeli, yan etkileri olmamalı.
    Kullanıcıya toksik etkisi olmamalı
    Bugüne kadar pek çok yolu kullanarak insanoğlu bitle mücadele etmeye çalışmıştır. Kötü kokulu gaz ve kimi zehirli maddeler içeren ilaçlar bunlardan bazılarıdır. Daha çok çocuklarda rastlandığı için tedavinin çocuklar için güvenli, yüksek oranda etkili, sadece bitleri değil yumurtalarını da öldüren bir bit ilacı ile yapılması gerekir.

    Oysa günümüzde artık bu alanda kullanılan madde ve ilaçlarda büyük gelişmeler kaydedilmiş, hatta koruyucu etkili permetrin etken maddesi içeren ilaçlar geliştirilmiştir. Saç biti tedavisinin bitleri olduğu kadar yumurtaları da öldürmesi ve tekrar bulaşmayı önlemesi gerekir. Piyasada birkaç bit öldürücü ilaç vardır ve değişik şekillerde bulunmaktadır; şampuan, saç kremi gibi. Fakat bunların hepsi bit tedavisinde istenen etkiyi göstermez!!!

    Bitlenme tedavisinde kullanılan çeşitli maddeler şunlardır:

    *Gamma Benzen Hekzaklorid

    Böceğin sinir sistemini felç ederek etki gösterir. Ülkemizde yasaklanmıştır.

    *Benzil Benzoat

    Deri ve mukozayı tahriş ettiği için bit tedavisinde pek tercih edilmez.

    *Fenotrin (Sumitrin)

    Işıkta stabilitesini koruyamaz. Uygulamadan sonra güneş ışığı altında etkinliğini yitirir. Bu nedenle kalıcı etkisi yoktur.

    *Piretroidler 1. Jenerasyon

    Krizantem çiçeğinin böcek öldürücü etkisi Farslar zamanında fark edilmiştir. Eski Yugoslavya toprakları üzerinde olan Dalmaçya'daki bir halk hikayesine göre, yaşlı bir kadın beyaz papatyalara benzeyen bir çiçeği toplar. Çiçek solduğunda bir köşeye atar, daha sonra dönüp baktığında solmuş çiçeklerin çevresinde ölü böcekleri fark eder ve krizantem ailesinden olan bu çiçek çeşidinin böcekler üzerinde öldürücü etkisi bu şekilde fark edilir. 1800'lü yıllardan başlayarak kuru çiçekler böcek öldürücü olarak ABD'ye ihraç edilir. 1900'lü yıllarda piretroid olarak adlandırılan bu madde bit tedavisinde kullanılmıştır, ancak ışıkta bozulması sorun oluşturmuştur.

    *Permetrin 2. Jenerasyon 1973'de ışığa dayanıklı piretroid olan permetrin İngiltere'de geliştirilmiştir. Permetrin aynı zamanda bit tedavisinde en az iki haftadan altı haftaya kadar koruyucu etkiye de sahiptir. Günümüzde permetrin koruyucu özelliği, kullanım kolaylığı, yan etkilerinin az olması ve güvenilir olması nedeniyle en çok tercih edilen ilaçlardandır.
#07.01.2006 23:46 2 0 0
  • VİRAL HEPATİT (BULAŞICI SARILIK)





    Bulaşıcı sarılık nedir ?

    Bulaşıcı sarılık veya tıp dilinde viral hepatit, ışık mikroskopu ile görülemeyecek kadar küçük, virus denen mikroorganizmaların oluşturduğu, karaciğerin yaygın iltihabi hastalığına verilen isimdir. Bu hastalığın, A, B, C, D, E ve G harfleri ile isimlendirilen en az 6 farklı virusla oluştuğunu biliyoruz.


    Hastalığın Belirtileri Nelerdir ?

    Bulaşıcı sarılık, A virusu için 15-45 gün, E virusu için 30-60 gün, B virusu için 30-180 günlük bir kuluçka süresini takiben, halsizlik, iştahsızlık, mide bulantısı, karnın sağ üst kadranında ağrı, derinin ve gözakının sararması ve idrarın koyulaşması ile başlar. Kısa süren ateş olabilir. Ancak, çocukların büyük çoğunluğunda ve yetişkinlerin de bir kısmında sarılığın ortaya çıkmaması veya silik kalması mümkündür. Bu nedenle, özellikle küçük yaş gurubundaki çocuklarda hastalık teşhis edilmeden geçip gidebilir, Üstelik çocuklarda belirtiler daha hafif ve kısa sürelidir. Bulaşıcı sarılık genellikle 4-6 haftalık bir hastalıktır, A ve E virusu ile olanlar sonunda şifa ile ile biterler ve kronikleşme (süregenlik) göstermezler. B, C ve D virusları ile oluşan bulaşıcı sarılıklar kronikleşebilir. Bu oran, B virusu için %5 -10, C virusu için %80 kadardır. D virusu hepatitinde de kronikleşme oranı yüksektir. Bunun sonucu olarak, Türkıye'de nüfusun %5-7 kadarı (4 milyona yakın insan) B virusunu , farkında olmaksızın taşımaktadır.

    UNUTMAYINIZ

    Bulaşıcı sarılık (viral hepatit), hastada sarılık yapmadan da seyredebilir.


    Hastalık nasıl bulaşır?

    A ve E virusları dışkı ile atılırlar. A virusu ile oluşan bulaşıcı sarılıkta hastanın dışkısı, sarılığın ortaya çıkışından 2 hafta öncesi ile 1 hafta sonrası çok bulaşıcıdır. Bu viruslar ile oluşan hepatitler esas itibariyle, virus taşıyan dışkı ile kirlenmiş su ve besin maddelerinin (sebze ve meyvalar) ağızdan alınması sureti ile bulaşırlar. Virusla kirlenmiş yüzeylere temas etmiş ellerin ağıza değdirilmesi de kişisel bulaşmada ve virusun yayılmasında çok önemlidir. B ve C virusları ise, başlıca, kan yoluyla (kan ve kan ürünlerinin alınması, mikroplu enjektör ve iğnelerinin kullanılması, ortak jilet veya diş fırçası kullanımı, akupunktur, diş tedavisi---) ve cinsel ilişki suretiyle bulaşırlar. Hastalığın, bu virusları taşıyan anneden bebeğe geçişi de mümkündür. Ancak, B virusu hepatitine yakalanmış hastaların üçte birinde geçiş yolu belirlenemiyor.

    UNUTMAYINIZ

    Hepatit A virusu ellerde saatlerce canlı kalabilir. Bulaşmada ellerin rolü büyüktür. Okullardaki sıra ve kapı kollarının, tuvaletlerdeki muslukların virus taşıyan dışkı ile kirlenebileceğini, buralarda eller aracılığı ile ağızdan bulaşmanın kolay ve yaygın olduğunu unutmayınız. ÇOCUKLARINIZIN SAĞLIĞI İÇİN SIVI SABUN KULLANARAK EL YIKAMAYI ONLARDA ALIŞKANLIK HALİNE GETİRMELİYİZ.


    Bulaşıcı sarılık yaygın bir hastalık mı ?

    A ve B virusları ile oluşan bulaşıcı sarılıklar ülkemizde çok yaygındır. Türkiye 'de, üniversite çağına gelmiş gençlerin %90'ı, A virusu hepatitini farkında olmasalar bile, çocukluk çağında geçirmiş bulunurlar, A virusu hepatitinin çoğunlukla çocukluk çağında geçirilmesine karşılık, Bvirusu hepatitine yakalanma şansı genç yetişkin ve orta yaş gurubunda en yüksektir. Türkiye'de her yıl 200 bin kişinin bulaşıcı sarılığa yakalandığı hesaplanmıştır. Bu olguların yarısına yakın bölümü B virusu ile oluşmaktadır.

    UNUTMAYINIZ

    Hepatit B geçirmekte olan veya bu virusu hastalık belirtisi göstermeksizin kanında taşıyan annelerden doğan bebeklerde, hastalık %95 sıklıkla kronik gidiş göstererek yaşamın daha ileri döneminde karaciğer sirozu veya karaciğer kanserine neden olabilir. Bu bebekleri nasıl koruyacağımızı biliyor musunuz? Lütfen dikkatle okuyunuz.


    B virusu ile oluşan bulaşıcı sarılık neden daha tehlikeli ?

    Çünkü B virusunun yaptığı hepatit hem çok sık ve yaygındır, hem de hastaların %5-10 kadarında, hastalığın alevli (akut) dönemi geçtikten sonra tam şifa olmaksızın hastalık sinsi ve kronik (süregen) biçimde devam eder, gider. Bu hastaların bir kısmında zamanla siroz ve karaciğer kanseri gelişebilir. Bir kısmında ise virus uzunca bir süre karaciğerda fazla hasar yapmadan kalsa bile, zaman içerisinde bu kronik taşıyıcılarda da denge kişi aleyhine bozularak kronik aktif karaciğer hastalığı gelişebilir. Virusu taşıyan annelerden doğan bebeklerde hastalık, %95 oranında alevli (akut)bir tablo oluşturmaksızın sinsi kronik gidiş gösterir.


    C virüsü ile oluşan bulaşıcı sarılık tehlikeli değil mi ?

    C virusu ile oluşan hepatitlerin büyük çoğunluğu kronikleşerek siroza ve karaciğer kanserine gidiş göstermekle beraber, toplumumuzdaki yaygınlığı çok düşüktür. bu nedenle C virusu hepatiti bireysel açıdan tehlikeli bir hastalık olmakla beraber toplumsal açıdan fazla tehlike arzetmiyor. C virusu hepatiti özellikle hemodiyaliz hastaları ve sık sık kan nakli yapılan hastalar için ciddi bir tehlike oluşturabilir


    Bulaşıcı sarılık gebelerde daha tehlikeli mi ?

    Bulaşıcı sarılık, eğer E virusu ile oluşmuşsa gebelerde tehlikelidir. Diğer viruslarla oluşan bulaşıcı sarılıkların gebelerde, gebe olmayanlara göre daha ciddi seyrettiği gösterilmemiştir.


    B ve C virusu taşıyıcılarının mutlaka hasta olmaları gerekir mi ?

    Gerekmez. Bu taşıyıcıların büyük çoğunluğu belirti vermez, fakat virusu çevrelerine yayabilirler. Bazılarında, virus karaciğeri sessizce hasara uğratır ve siroza giden yolu açar.

    UNUTMAYINIZ

    Hepatit B virusu siroz ve karaciğer kanserinin en önemli nedenidir


    B ve C virusunu taşıyıp taşımadığımı nasıl bilebilirim?

    Bunu bilmenin tek yolu kan testi yaptırmaktır. Testte, HBsAg pozitif ise kişi B virusu ile karşılaşmıştır ve halen bu virusu taşımaktadır. B virusu ile oluşan bulaşıcı sarılıktan şifa ile iyileşmenin kriteri, HBsAg'nin negatif, anti-HBs'nin pozitif bulunmasıdır. Anti-HBs pozitifliği kişide oluşan bağışıklığın simgesidir. C virusu taşıyıcılarında anti-HVC pozitiftir.

    DİKKAT

    Hepatit B virusu, hastanın veya sağlam taşıyıcının kan ve diğer vücut sıvılarında (tükürük, ter, süt, sperm sıvısı, vajen sıvısı) bulunabilir. Nasıl korunacağınızı biliyormusunuz ? Lütfen dikkatle okuyunuz.


    Taşıyıcı ne yapmalı?

    B virusu taşıyıcısı, hasta olmasa bile, kanı ve diğer vücüt sıvıları ile hastalığı başkalarına bulaştırabileceğini bilmelidir. Kan vermemeli ve korunmasız (kondom&) olarak, bağışık olmayan veya aşılanmamış kişilerle cinsel ilişkiye girmemelidir. Panik göstermemeli, fakat doktoru ile düzenli ilişki kurmalıdır. Her 6-12 ayda bir karaciğer fonksiyon testlerini yaptırmalıdır. Alkol almaktan kaçınmalı, herhangi bir nedenle ilaç almak zorunda kalırsa bunu doktoruna danışmalıdır.


    Kimlerde B virusunu alma riski daha fazla?

    Bu risk, sağlık personelinde, virusu taşıyan kişilerle birlikte yaşayanlarda, kan transfüzyonu yapılan kişilerde, damar yolundan ilaç bağımlılarında, diş tedavisi görenlerde, hemodiyaliz hastalarında, hayat kadınlarında daha fazladır.


    Belli bir virusla oluşan hepatiti yeniden geçirebilir miyim ?

    A ve B virusu hepatitlerinde, tam şifa sonucu kişide hemen hemen yaşam boyu süren koruyucu bir bağışıklık oluşur ve bu viruslarla oluşan hepatitler tekrarlanmaz. E virusu hepatitinde bağışıklık daha kısa sürelidir ve yıllar sonra hastalık tekrarlayabilir. C virusu hepatitinde kaliteli ve tam koruyucu bir bağışıklık oluşmaz.


    Bulaşıcı sarılık yapan viruslar birbirlerine karşı (çapraz) bağışıklık oluştururlar mı ?

    Hayır, oluşturmazlar. Bu nedenle, farklı etkenlere bağlı olarak bulaşıcı sarılığın bir defadan fazla görülmesi olasıdır ( Örneğin, çocukluk çağında A virusu hepatiti, daha ileri yaşta B virusu hepatiti geçirilmesi). Bununla beraber, D virusu, B virusunun yardımı olmadıkça hepatit oluşturamaz. Dolayısıyla, B virusu hepatitine bağışık olanlar D virusu hepatitine de bağışık sayılırlar.


    Bu viruslar birlikte hastalık yapabilirler mi ?

    Bazen ( sık kan nakli yapılanlarda, damar yoluyla uyuşturucu bağımlılarında) C virusu ile B virusu aynı hastada birlikte hepatit yapabilirler. D virusu hepatit yapabilmek için B virusu ile birlikte olmak zorunludur.Bunları Biliyor musunuz ?Dünyada 400 milyon insan Hepatit B virusunu (HBV) kronik olarak taşıyor, ülkemizde bu sayı 4 milyon civarında. Dünyada HBV ile karşılaşmış insan sayısı 2 milyar , ülkemizde bu sayı 30 milyon kadar. HBV taşıyanlarda karaciğer kanserine yakalanma riski, bu virusu taşımayanlara göre 100 kat fazla. Dünyada 1 günde HBV 'nun neden olduğu ölüm sayısı, AIDS virusunun neden olduğu ölüm sayısından fazla. HBV, AIDS virusundan 100 kat daha bulaşıcı. Çünkü 1 damla kandaki HBV sayısı AIDS virusu sayısının 100 katından fazla.


    Bulaşıcı sarılıkta tedavi var mı ?

    Akut hastalıkta özel bir tedavi yoktur. Hastaya sindirimi kolay yiyecekler verilir. Yağı az yiyecekler önerilir. Üzüm, bal gibi glikozdan zengin besinlerin mönüde yer alması uygundur. Hasta istirahat ettirilir. Akut hastalık genel olarak 4-6 haftada kendiliğinden iyileşip şifa ile biter. B virusu hepatitinde, hasta görünürde iyileşmiş olsa bile, virus, 6 aydan sonra hala kanda bulunmakta devam ediyorsa, hastalık kronik döneme geçmiş demektir. Bu kişiler için düzenli doktor kontrolu esastır. Bulaşıcı sarılık tedavisi için, halk arasında yapılan yatıra bez bağlama, keserek kan çıkarma, keçi ödü içirme ve benzeri girişimlerin hiçbir değeri olmadığını çevremize anlatmalıyız.


    Kronik hepatit tedavi edilebilir mi ?

    B ve C virusu ile oluşan kronik karaciğer hastalığında interferon-alfa tedavisi hastaların üçte birinde uzun süreli iyileşme sağlayabilir. Ancak, bu tedavinin çok pahalı olduğu bilinmelidir. Bu tedaviye cevap vermeyenlerde uygulanabilecek alternatif tedavi yöntemleri vardır.


    B virusu bulaşımına maruz kalırsam ne yapmalıyım ?

    Bu durumda, temastan sonra birkaç gün içinde, ama mümkün olduğu kadar erken olarak, 0.06 mI /kg hesabı ile HB immunglobulini kas içine yapılmalıdır. Ayrıca, kişinin aşı programına da alınması uygun olur.


    B virusuna karşı genelde nasıl korunabilirim ?

    Test edilmemiş kan kullanılmamalıdır. Ancak, test sonuçlarının temiz çıkmasına rağmen, çok az da olsa, yine bulaşma riski bulunduğunu bilmeliyiz. Enjektör iğnesi veya parmak delici iğne (lanset) birden fazla insanda kullanılmamalıdır. Jilet, diş fırçası gibi malzemeler ortak kullanılmamalıdır. Prezervatif (kondom) kullanmanın, cinsel ilişki ile bulaşmadan korunmada güvenilir yöntem olduğu unutulmamalıdır. B virusunu ısıya ve dış etkenlere oldukça dirençli olduğunu ve vücut dışında, kuru yüzeylerde en az 10 gün canlı kalabileceğini bilmeliyiz. B virusu taşıyıcılarının kullandıkları aletler, yarım saat, binde 5'lik çamaşır suyunda bırakılırsa veya 100oC de 10 dakika kaynatılırsa veya sodyumloril sülfatlı deterjanla muamele edilirse virusun yok edilmesi mümkündür . Taşıyıcının kanı veya diğer vücut sıvıları bulaşmış yüzeyler %10 çamaşır suyu ile bolca ısıtılarak silinmelidir. Bir hastalığa karşı en akıllıca korunma, kuşkusuz, onun etkeni ile karşılaşmadan önce bağışıklık kazanmış olmakla sağlanır. Bunun yolu aşılanmaktadır.


    Aşı hakkında neler bilmeliyiz ?

    B virusu hepatitine karşı, aşı ( ve / veya gerektiğinde HB immunglobulin ) ile, etkin biçimde korunmak mümkündür. Aşı yüksek oranda (%95 )bağışıklık sağlar. Bu bağışıklık en az 5 yıl devam eder. HB aşısı çok güvenilir bir aşıdır. Piyasada bulunan aşılar hakkında pratik olarak önemli fark yoktur. Tümü güvenle kullanılabilir. Yüksek bulaşma riski taşıyanlara (sağlık personeli, virus taşıyıcısı ile aynı evi paylaşan bağışıksız eş ve çocuklar,taşıyıcı anneden doğan bebekler, sık sık kan almak zorunda olanlar, hemodiyaliz hastaları, hayat kadınları ----) aşı yapılmalıdır. Aşılama ideal olarak, 1'er ay ara ile 2 doz ve ilk aşıdan 6 ay sonra 3. doz yapılarak uygulanır. Bu sürelerde belli bir esneklik olabilir; 1 ve 2. Doz arası 2 hafta ile 4 ay, 2 ve 3. Doz arasındaki süre 2 ay ile 18 ay arasında yapılırsa 3 dozluk şema tamamlanmış sayılır. Her dozda, yetişkinler için 20 mikrogram, küçük çocuklar için 10 mikrogram aşı proteini (HBsAg) vardır. Küçük çocuklar ve bebeklere yetişkin dozunun yarısı yeterlidir. Aşı, 2 yaşından büyük çocuklar ve erişkinlerde deltoid kas içine, 2 yaşından küçük bebeklerle yeni doğanlarda uyluğun önyan yüzünden kas içine yapılarak uygulanır. İstenirse 5-7 yıllık aralıklarla bir doz rapel yapılarak bağışıklık sürdürülür. Hepatit B aşısı, BCG, tetanoz, boğmaca, çocuk felci, kızamık gibi diğer aşılarla birlikte yapılabilir. Yüksek bulaşma riski söz konusu ise,aşı gebelere de yapılabilir. Aşı yapılan yerde, 2 gün içinde geçen hafif ağrı ve kızarıklık olabilir. Aşı, yapılıncaya kadar +2oC ile +8oC arasında (buzdolabı kapağında) saklanmalı ve kesinlikle dondurulmamalıdır. Aşı, kullanılmadan önce çalkalanmalıdır.


    Hepatit B (HB ) immunglobulini hakkında neler bilmeliyim ?

    Aşı ile kişinin kendi bağışıklığını oluşturması, zaman isteyen bir olaydır. Eğer, ciddi bir bulaşma riski ve dolayısıyla Bvirusu hepatitine yüksek yakalanma olasılığı varsa, o takdirde, HB immunglobulini olarak önceden hazır bağışıklayıcı maddelerin kişiye aktarılması gerekebilir. Bu amaçla, temastan sonraki birkaç gün içinde ve mümkün olduğu kadar erken, 0.06 mI/kg (pratik olarak yenidoğanlara 0.5 mI, yetişkinlere 5 mI )Hb immunglobulin kas içine yapılabilir.


    B virusu taşıyıcısı olan anneden doğan bebeğe ne yapılmalı ?

    Gebeler, doğum öncesi veya doğumdan hemen sonra test yaptırarak taşıyıcı olup olmadıklarını öğrenmelidirler. Çünkü, B virusu taşıyan anneden plasenta yoluyla veya doğum sırasında annenin kanına temasla bebeğe virusun bulaşma riski vardır. ( C ve D virusları da plasenta yoluyla bebeğe geçebilirler. A ve E viruslarında bu yoldan bulaşma gösterilmemiştir. ) B virusu taşıyan anneden doğan bebeğe, doğumda, 0.5 mI HB immunglobulini uyluğun ön-yan yüzünden kas içine yapılır ve bebek aşı programına alınır.


    Diğer hepatit viruslarına karşı aşı var mı ?

    Hepatit C ve hepatit E viruslarına karşı henüz aşı yoktur. Hepatit D virusuna karşı da özel bir aşı yoktur. Ancak hepatit B ye karşı aşılama, kişiyi D virusu hepatitine karşı da korumaktadır. Hepatit A virusuna karşı, ülkemizde de bulunabilen bir aşı vardır. Aşı, 2 yaşın üzerindeki çocuklara 1 ay ara ile 2 doz ve 6-12 ay sonra rapel doz yapılırsa,20 yıl kadar sürebilen bir bağışıklık sağlanır. Aşı ile önceden bağışıklama için yeterli zaman bulunmayan durumlarda (yakın çevrede hepatit A salgını veya ev içinde bu hastalığı geçirmekte olan varsa) hastalanmamış bağışıksız çocuklar 0.02- 0.06 mI/kg hesabı ile normal immunglobulin (Kızılay'ın hazırladığı preparatlar tercih edilmeli) kas içine yapılarak korunabilirler.

    UNUTMAYINIZ

    Türkiye nüfusunu her yıl 1.5 milyon yenidoğan katılmaktadır. Her yıl bunlardan 92.000 bebek aslında aşıyla önlenebilen bir hastalık olan hepatit B enfeksiyonuna yakalanıp, sonrasında kronikleşmekte ve başkalarına da hepatit B bulaşmaktırabilmektedir. 23.000 bebek siroz veya karaciğer kanserinden kaybedilmektedir. halbuki bu bebekler yaşamlarının ilk aylarında diğer aşılarıyla birlikte B hepatitine karşı aşılansalar, her yıl 92.000 kişi kronik hepatit B olmayacak, 23.000 kişi siroz/ karaciğer kanserinden ölmeyecek, interferon tedavisi gibi çok pahalı tedavilere harcanan para daha yararlı alanlara kaydırılabilecek.

    Karaciğerinizi Tanıyor musunuz ?

    Karaciğer, vücudumuzun en büyük organı. Onun, yaşamsal önemde o kadar çok işlevi var ki. O, yiyeceklerimiz içindeki besin maddelerini kaslara, enerjiye,hormonlara,kanın pıhtılaşma faktörlerine ve bağışıklık faktörlerine dönüştürüyor. Bazı vitaminleri,mineralleri ve şekerleri depoluyor, yağ depolarını düzenliyor ve kolesterol yapımını ve salınmasını kontrol ediyor. Dahası var: Yenen yiyecekleri sindirmemize ve önemli besin maddelerinin barsaktan emilmesine katkıda bulunan safra karaciğerde yapılıyor. Zehirli maddeleri karaciğerimiz ortadan kaldırıyor, alkolu nötralize ediyor. O, aynı zamanda henüz doğmamış bebekte bir süre için kan hücrelerimizin de yapıldığı bir organ. Karaciğer, içimizdeki, yorulmayan, şikayet etmeyen kimyasal güç kaynağımız bizim. Onu, toksinler, mikroplar, ve alkol gibi zarar verebilen herşeyden korumalıyız.

    *Viral Hepatitle Savaşım Derneği Broşüründen derlenmiştir.
#31.12.2005 00:00 2 0 0
  • BEHÇET HASTALIĞI




    Nedir?

    Behçet sendromu ya da Behçet hastalığı (BS), tekrarlayan oral (ağız) ve genital (cinsel organlar) ülserlerle, göz, deri, eklem, damar ve sinir sistemi tutulumuyla giden, nedeni bilinmeyen bir vaskülittir (damar iltihabı). BS, 1937 yılında bir Türk doktoru olan Prof. Dr. Hulusi Behçet tarafından tanımlanmıştır.

    Ne kadar sıktır?

    BS dünyanın bazı yerlerinde daha sıktır. BSnin coğrafik dağılımı tarihi ipek yolu ile örtüşür. Japonya, Kore, Çin, İran, Türkiye, Tunus ve Fas gibi Uzak Doğu, Orta Doğu ve Akdeniz bölgesinde bulunan ülkelerde daha çok görülür. Yetişkin popülasyonda görülme sıklığı Japonyada 1/10.000 ve Türkiyede 1-3/1000dir. Kuzey Avrupada ise bu sayı 1/300.000 civarındadır. ABD ve Avustralyadan az sayıda vaka rapor edilmiştir. Çocuklarda BS, yüksek riskli popülasyonlarda bile nadirdir. Tanı kriterleri, BS hastalarının yaklaşık %3ünde 16 yaşından önce tamamlanmış olur. Hastalığın ortalama başlangıç yaşı 20-35tir. İki cinsiyet arasında eşit dağılmıştır fakat erkeklerde daha ağır seyreder.

    Hastalığın nedenleri nelerdir?

    Hastalığın nedenleri bilinmemektedir (idiopatik). BSnin gelişiminde genetik yatkınlık rol oynar. Herhangi bir tetikleyici neden yoktur. Hastalığın nedenleri ve tedavisi üzerine araştırmalar çeşitli merkezlerde yürütülmektedir.

    Kalıtımsal mıdır?

    Kesin bir kalıtım biçimi yoktur ancak, genetik yatkınlık söz konusudur. Özellikle
    Uzakdoğu ve Akdeniz kökenli hastalarda, hastalık bir genetik belirleyici (HLA-B5) ile ilişkilidir. Literatürde tanımlanmış bazı ailesel olgular mevcuttur.


    Neden benim çocuğum hasta oldu? Önlenebilir mi?


    Hastalığın nedeni bilinmemektedir ve engellenmesi mümkün değildir.


    Bulaşıcı mıdır?

    Bulaşıcı değildir.


    Esas belirtiler nelerdir?

    1) Ağız yaraları (aftlar): Bu lezyonlar hemen her hastada vardır. Ağız yaraları,
    hastaların üçte ikisinde ilk bulgudur. Çocukların çoğunda, çocuklukta sık görülen tekrarlayan ağız yaralarından ayırt edilemeyen çok sayıda küçük yara gelişir. Büyük yaralar daha nadir görülür fakat tedavisi çok zordur.
    2) Genital yaralar: Erkek çocuklarda yaralar esas olarak skrotumda, daha nadir
    olarak da peniste yerleşmiştir. Yetişkin erkek hastalarda bunlar hemen her zaman iz bırakarak iyileşir. Kız çocuklarda esas olarak dış genital organlar etkilenmiştir. Bu yaralar oral aftlara benzerler. Ergenlik öncesi çocuklarda daha az genital yara görülür. Erkek çocuklarda tekrarlayan orşitler (yumurtalık iltihabı) görülebilir.
    3) Deri tutulumu: Değişik deri lezyonları vardır. Akne (sivilce) benzeri lezyonlar
    ancak ergenlikten sonra görülür. Eritema nodozum, genelde bacakların alt kısmında yerleşen, kırmızı, ağrılı, ciltten kabarık sertçe lezyonlardır. Bu
    lezyonlar ergenlik öncesi çocuklarda daha sıktır.  Paterji reaksiyonu , BS hastalarında bir iğne ucu batırılmasına derinin verdiği yanıttır. Bu, BSde tanısal bir test olarak kullanılabilir. Ön kolun derisine steril bir iğne batırılmasından sonra, 24-48 saat içinde bir papül ya da püstül oluşur.
    4) Göz tutulumu :Bu, hastalığın en ciddi tablolarından biridir. Toplumda görülme sıklığı %50 olduğu halde , erkek çocuklarda %70e kadar çıkar. Kızlar daha az etkilenir. Hastalık, hastaların çoğunda iki taraflıdır. Genellikle, gözler sendromun başlangıcından sonraki ilk 3 yıl içinde tutulur. Göz hastalığı, alevlenmelerle giden kronik bir seyir gösterir. Gözün hem ön hem arka kamaraları tutulur (anterior ve posterior üveit) Her alevlenmede sonra, giderek görme kaybına neden olacak bazı yapısal hasarlar oluşur.
    5) Eklem tutulumu : BSli çocukların yaklaşık %30-50 sinde eklem tutulumu
    görülür. Genellikle, ayak bileği, diz, el bileği ve dirsek eklemleri etkilenir.
    Monoartiküler (tek eklem tutulumu ) ya da oligoartiküler (4 ya da daha az eklem tutulumu) tutulum gözlenir. Bu iltihap genellikle birkaç hafta sürer ve araz bırakmadan düzelir. BS artritinin eklem hasarıyla sonuçlanması çok nadirdir.
    6) Nörolojik tutulum: BSli çocuklarda nadir de olsa nörolojik tutulum görülebilir.
    Sara nöbetleri, artmış kafa içi basıncıyla ilişkili baş ağrısı ve beyin bulguları
    karakteristiktir. En ağır biçimi, erkeklerde görülür. Bazı hastalar, psikiyatrik
    problemler geliştirebilir.
    7) Çocukluk çağı BSda damar tutulumu %12-20 oranında görülür. Kötüye gidişin bir göstergesi olabilir. Genelde vücutta büyük damarlar tutulur. En sık tutulanlar baldırdaki toplardamarlardır. Baldırlar şişer ve ağrılıdır.
    8) Gastrointestinal tutulum: Özellikle Uzak Doğulu hastalarda yaygındır. Bağırsak incelemesinde ülserler (yaralar) görülebilir.


    Hastalık her çocukta aynı mıdır?

    Her çocukta aynı değildir. Bazıları, oral ülserlerle giden hafif hastalık geçirirken,
    bazılarında deri lezyonları olabilir; diğerlerinde göz ya da sinir sistemi tutulumu
    görülebilir. Ayrıca, kız ve erkek çocuklar arasında farklılıklar vardır. Erkeklerde
    genelde, daha sık göz ve damar tutulumu olur ve daha şiddetli bir hastalık seyri gözlenir.

    Çocuklardaki hastalık, erişkinlerdekinden farklı mıdır?


    BS erişkinlere oranla çocuklarda daha nadirdir. Ergenliğe geçiş ile birlikte bazı
    farklılıklar görülür. Ergenlik sonrası çocuklarda hastalık daha çok erişkin hastalığına benzer. Yetişkinlere oranla çocuklarda daha fazla ailesel olguya rastlanır. Bazı istisnalara rağmen genel anlamda, çocuklardaki BS erişkin hastalığına benzer.

    Nasıl tanı konur?


    Tanı esas olarak kliniktir. Hastanın BS için tanımlanmış uluslararası kriterleri doldurması 1-5 yıl sürebilir. Genellikle tanı ortalama 3 yıl gecikir.
    BSye özgü laboratuar bulguları yoktur. Çocukların yaklaşık yarısı HLA- B5 taşırlar. Bu daha şiddetli hastalık ile ilişkilidir. Daha öncede tanımlanmış olan paterji deri testi, hastaların yaklaşık %60-70inde pozitiftir. Damar ya da sinir sistemi tutulumunu tanımak için damarların ya da beynin özel olarak görüntülenmesi gerekmektedir. BS çok-sistemli bir hastalık olduğundan göz uzmanı, dermatolog ve nörolog hastaların tedavisine katılmalıdır.


    Testlerin önemi nedir?

    1. Paterji deri testi tanı için önemlidir. Uluslar arası Çalışma Grubunun Behçet
    Hastalığı sınıflandırması kriterlerine de dahildir. Ön kolun iç yüzeyine steril bir
    iğne 3-5 defa batırılır. Çok az acıtır. Reaksiyon 24-48 saat sonra değerlendirilir. Bu aşırı hassasiyet kan alınan bölgelerde ya da cerrahi sonrası da hastalarda gözlenebilir, bu nedenle BS hastalarına gereksiz girişimler yapılmamalıdır.
    2. Ayırıcı tanı için bazı kan tetkikleri yapılır fakat BS için özgül olan hiçbir
    laboratuar tetkiki yoktur. Genel iltihabı gösteren tetkikler hafifçe yükselmiştir. Bu testlerde orta derecede anemi ve beyaz kan hücrelerinde artış saptanabilir. Eğer
    hasta hastalığı ya da ilaç yan etkileri açısından izlenmiyorsa, bu testleri tekrar
    etmeye gerek yoktur.
    3. Damarsal ya da nörolojik tutulumu olan çocuklara çok sayıda görüntüleme tekniği uygulanır.

    Tedavi edilebilir mi?


    Hasta iyileşme dönemine girebilir fakat seyri boyunca alevlenmeler görülebilir.
    Kontrol edilebilir ama iyileştirilemez.

    Tedavi seçenekleri nelerdir?


    BSnin nedeni bilinmediği için özgül bir tedavisi yoktur. Değişik organ tutulumları için geniş spektrumlu tedavi alternatifleri söz konusudur. Bu yelpazenin bir ucunda hiç tedaviye ihtiyaç duymayan BS hastaları, diğer ucunda ise kombinasyon tedavileri gerektiren göz, santral sinir sistemi ve damar hastalıkları olan hastalar vardır.

    BS tedavisi ile ilgili hemen hemen tüm veriler erişkin çalışmalarından gelmektedir.

    Başlıca ilaçların listesi şöyledir:

    1. Kolşisin: Önceleri BSnin hemen hemen tüm bulguları için kullanılan bu ilacın
    son çalışmalarla, eklem problemleri ve eritema nodozum tedavisinde daha etkili
    olduğu gösterilmiştir.
    2. Kortikosteroidler: iltihabı kontrol etmede çok etkilidirler. Steroidler çoğunlukla göz, merkezi sinir sistemi ve damar tutulumu olan çocuklara yüksek dozlarda (1- 2mg/kg/gün) verilirler. Gerektiğinde hızlı bir yanıt almak için (bolus steroid tedavisi), damar içine de yüksek dozlarda uygulanabilirler (30mg/kg/gün, 3 kez).
    Topikal steroidler ağız yaralarının tedavilerinde ve göz hastalığında göz damlası olarak kullanılır.
    3. İmmün baskılayıcı ilaçlar: Bu ilaç gurubu ağır hastalara, özellikle göz ya da
    başlıca organ tutulumları olanlara verilir. Azatioprin, siklosporin-a, siklofosfamid
    bu guruba dahildir.
    4. Anti-agregan ve anti-koagülan tedaviler: Damar tutulumu olan seçilmiş olgularda kullanılır. Hastaların büyük bir kısmında bu amaçla aspirin kullanmak yeterli olur.
    5. Oral ve genital ülserler için bölgesel tedaviler.
    6. Anti- TNF tedavisi: Seçilmiş merkezlerde bu yeni ilaçlar incelenmektedir.
    7. Talidomid: Bazı merkezlerde büyük oral ülserleri tedavi etmek için
    kullanılmaktadır.

    BS hastalarının takip ve tedavisi için bir takım çalışması gereklidir. Takıma
    romatolog (varsa çocuk romatoloğu) dışında bir göz doktoru, nörolog ve bir
    hematolog dahil edilmelidir. Hastanın ailesi hekimle ya da tedaviden sorumlu olan merkez ile sürekli temas halinde olmalıdır.

    İlaç tedavisinin yan etkileri nelerdir?

    1. İshal, kolşisinin en sık yan etkisidir. Ender olgularda beyaz kan hücreleri veya trombositlerin sayısında azalmaya neden olabilir. Azospermi (sperm sayılarında azalma) bildirilmiştir fakat tedavi dozlarında problem olmamaktadır.
    2. Kortikosteroidler en etkili iltihap çözücü ilaçlardır fakat, uzun süreli kullanımda şeker, hipertansiyon, kemik erimesi, katarakt ve gelişme geriliği gibi ciddi yan etkileri olduğu için kullanımları kısıtlıdır. Steroidle tedavi edilmesi gereken çocuklar tedavi dozunu mümkünse günde bir kez ve sabah almalıdır. Uzun süreli tedavide kalsiyum eklenmelidir.
    3. İmmün baskılayıcı ilaçlar: Azatioprin hepatotoksik (karaciğere toksik ) olabilir, kan hücrelerinin sayısını azaltabilir ve enfeksiyonlara yatkınlığı arttırabilir. Siklosporin A esas olarak böbreklere toksiktir ve hipertansiyona neden olabilir. Vücut kıllarında artış ve diş eti problemleri gözlenebilir. Siklofosfamidin yan etkileri kemik iliği depresyonu ve mesane problemleridir. Uzun süreli tedavide adet düzenini bozabilir ve kısırlığa neden olabilir. Bu tedavileri alan hastalar yakından takip edilmelidir. Her ay ya da iki ayda bir kan ve idrar tetkikleri yapılmalıdır.


    Tedavi ne kadar sürmelidir?

    Bu sorunun kesin bir yanıtı yoktur. Genellikle immün baskılayıcı tedavi en az 2 yıl sürdürüldükten sonra ya da hasta tam iyileşmeye girdikten iki yıl sonra kesilmelidir.
    Ne var ki, çocukta tam iyileşmenin kolay sağlanamadığı damar ya da göz tutulumu varsa, tedavi ömür boyu sürebilir. Böyle bir durumda ilaç ve dozları klinik bulgulara göre değiştirilir.

    Geleneksel olmayan / tamamlayıcı tedavinin yeri nedir?


    BS için böyle bir tedavi söz konusu değildir.


    Ne gibi kontrol muayeneleri gereklidir ?


    Kontrol muayeneleri hastalığın aktivitesini ve tedaviyi izlemek ve özellikle göz
    iltihabı olan çocukların takibi için önemlidir. Üveit tedavisinde uzmanlaşmış bir göz uzmanı tarafından göz muayeneleri yapılmalıdır. Muayenelerin sıklığı hastalığın aktivitesi ve kullanılan ilaca göre değişir.

    Hastalık ne kadar sürer?

    Genelde hastalığın seyri iyileşme ve alevlenme dönemleriyle gider. Hastalığın
    aktivitesi zaman içinde azalır.


    Hastalığın uzun dönemli sonuçları (prognoz) nelerdir?

    Çocukluk çağı BS hastalarında uzun süreli izleme ilişkin yeterli veri yoktur.
    Elimizdeki verilere dayanarak tedavi gerektirmeyen pek çok BS hastasının olduğunu söyleyebiliriz. Ne var ki, göz, sinir sistemi ve damar tutulumu olan çocuklar özel bir tedavi ve takip gerektirir. Genç erkekler, bir şekilde hastalığı kızlardan daha ağır geçirirler. Gözler, hastalığın ilk birkaç yılı içinde tutulur. Özellikle bazı ırklarda (örn. Japonlar) görüldüğü gibi, damar tutulumu (akciğer atardamarlarının yırtılması ya da diğer anevrizmalar), ağır merkezi sinir sistemi hastalığı, bağırsak ülserleri ve delinmeleriyle giden ender olgularda BS ölümcül olabilir. Uzun dönem problemlerin (morbidite) başlıca nedeni çok ağır seyredebilen göz hastalığıdır. Çocuğun büyümesi steroid tedavisine ikincil olarak duraklayabilir.


    Tam iyileşme mümkün müdür?


    Bazı hafif olgular tamamen iyileşebilir fakat genellikle çoğunda uzun süreli iyileşme dönemleri görülür.


    Hastalık çocuğun ve ailenin günlük hayatını nasıl etkileyebilir?


    Herhangi bir kronik hastalık gibi BS de çocuğun ve ailenin güncel hayatını etkiler. Eğer hastalık, göz ve diğer önemli organ tutulumu olmaksızın sürüyorsa genelde aile normal hayatını sürdürebilir. Bu grupta, en yaygın problem genellikle tekrarlayan ağız yaralarıdır, öyle ki, çoğu çocukta sorun olabilir. Bu lezyonlar çok ağrılı olup yeme içmeyi engelleyebilir. Göz tutulumu da aile için ciddi problem olabilir.

    Okula gidebilir mi?

    Kronik hastalığı olan çocukların eğitime devam etmesi gereklidir. BSde eğer göz ya diğer önemli organ tutulumu yoksa çocuk düzenli olarak okula gidebilir. Görmede azalma özel eğitim programlarını gerekli kılabilir.

    Spor yapabilir mi?

    Eğer yalnız deri ve mukoza tutulumu söz konusuysa çocuk spor aktivitelerine
    katılabilir. Eklem iltihabı atakları sırasında spordan kaçınılmalıdır. BSdeki artrit kısa sürelidir ve tamamen iyileşir. İltihap çözüldükten sonra hasta spora tekrar başlayabilir. Ancak, göz ve damar problemleri olan çocuklarda hareket kısıtlanmalıdır. Alt ekstremitelerde damar problemi olan çocukların uzun süre ayakta kalmaları tavsiye edilmez.

    Beslenme nasıl olmalıdır?

    Besin alımına karşı herhangi bir kısıtlama yoktur.


    İklim hastalığın seyrini etkileyebilir mi?

    Hayır, iklimin BSnin seyri üzerine belirgin etkisi yoktur.


    Çocuk aşılanabilir mi?

    Çocuğun hangi aşıyı alabileceğine hekim karar vermelidir. Eğer hasta immün
    baskılayıcı ilaç ile tedavi ediliyorsa (steroid, azatioprin, siklosporin A, siklofosfamid, anti-TNF) canlı zayıflatılmış virüs aşılarıyla (kızamıkçık, kızamık, kabakulak, oral polio) aşılanma ertelenmelidir. Canlı virüs içermeyip yalnız enfeksiyöz protein içeren (tetanoz, difteri, polio salk, hepatit B, boğmaca, pnömokok, hemofilus, meningokok) aşılar uygulanabilir.


    Cinsel yaşam, gebelik ve doğum kontrol nasıl olmalıdır?


    Cinsel hayata ilişkin önemli problemlerden biri genital yaraların oluşmasıdır. Bunlar tekrarlayıcı ve ağrılı olup cinsel birleşmeyi engelleyebilir. BSli kadınlar hastalığı hafif geçirdiği için normal bir gebelik sürebilirler. Eğer immün baskılayıcı ilaç kullanıyorlarsa doğum kontrolü uygulamaları gereklidir. Bu nedenle doğum kontrolü için ve gebelik durumunda doktorlarına danışmaları gereklidir.
#30.12.2005 23:55 2 0 0
  • ZENCEFİL:

    İştah açar. Kusmayı önler. Bağırsak bozukluklarını giderir.

    ZEYTİN:

    Zeytinyağı, safrayı artırır. Karaciğeri çalıştırır. Karaciğer ağrılarını keser. Sarılıkta faydalıdır. Yaprak ve kabukları yüksek tansiyonu düşürür. Kandaki şeker miktarını düşürür. Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardımcı olur.
#22.01.2006 23:56 1 0 0
  • YENİBAHAR:

    Damar sertliğini önler. Hazmı kolaylaştırır. Mide ve bağırsak gazlarını giderir.

    YOĞURT:

    Vücudun çeşitli organlarında bulunan bakterilerden bağırsakta barınanları, sindirim sisteminin düzenli çalışması açısından önemlidir. Bu bakteriler, enfeksiyonların ve bulaşıcı bir hastalık geçirirken almak zorunda kaldığımız antibiyotiklerin saldırısına uğrayabilir. Bu da sindirim sistemini harap eder. Yoğurt bu sorunu çözer, azalan bakteri miktarını normal seviyesine getirir ve enfeksiyonları hem önler, hem de onlarla mücadele eder. Bağışıklık sistemini de canlandırır. Kalsiyum oranı sütten fazla olan yoğurdun, protein oranı süte eşittir.


    YULAF:

    Çocukların hazım güçlüklerini giderir. Bedeni ve ruhi yorgunlukları giderir. Kandaki şeker miktarını azaltır.

    YERELMASI:

    Şeker hastaları için faydalıdır. Besleyicidir. Vücudun direncini arttırır. Kabızlığı giderir.
#22.01.2006 23:56 1 0 0
#22.01.2006 23:55 1 0 0
  • TARÇIN:

    Ruhi sıkıntıları giderir. Sürmenajda faydalıdır. Kalbi kuvvetlendirir. İştah açar, hazmı kolaylaştırır.

    TERE:

    İştah açar. Hazmı kolaylaştırır. Bronşları temizler, öksürük söktürür. İdrar söktürür, böbrekleri ve idrar yollarını temizler.

    Kanser, anemi ve lif hastalıklarına karşı etkili. Tere kanserle savaşan sebzelerin arasında olduğu gibi aynı zamanda en fazla kalsiyum, demir ve folik asit içerenlerin başında geeliyor. Tere gibi yeşil sebzeler yiyen kadınların, life ilişkin hastalıklara yakalanma riskleri daha az.

    Kanser, anemi ve lif hastalıklarına karşı etkili. Tere kanserle savaşan sebzelerin arasında olduğu gibi aynı zamanda en fazla kalsiyum, demir ve folik asit içerenlerin başında geeliyor. Tere gibi yeşil sebzeler yiyen kadınların, life ilişkin hastalıklara yakalanma riskleri daha az.

    TON BALIĞI:

    Çok yağlı olmasına rağmen Omega-3 adlı önemli bir yağ asiti içerir. Bu madde, yüksek tansiyon, kalp çarpıntısı ve şiddetli migren ağrılarına iyi gelir. Ayrıca cilt kuruluğunu ve egzamayı tedavi eder. Ancak taze olarak yenmelidir. Konserve olarak satılan ton balığı yüksek D vitaminin içermekle birlikte Omega-3 yağ asitinden yoksundur.

    TURP:

    Böbreklerdeki mikropları öldürür. Kum ve taşların dökülmesine yardımcı olur. Karaciğer şişliğini indirir. Sarılıkta faydalıdır. Safra taşlarının düşürülmesine yardımcıdır. Romatizma, siyatik astım ve bronşite faydalıdır.
#22.01.2006 23:54 1 0 0
  • SALATALIK:

    Salatalığın kendisi ya da suyu cildimizi bir tonik kadar temizler. Salatalık kabızlığı önler, böbrek ve kalp hastalıklarında vücutta biriken suyun atılmasına yardımcıdır.

    Kalp hastalıkları ve enfeksiyonlara karşı etkili. Kükürt içeriyor ve bu madde vücudun enfeksiyonlara karşı dayanıklılığını artırdığı gibi, kolestrolü de düşürüyor.

    SALEP:

    Öksürük ve bronşite faydalıdır. Aybaşı kanamalarının düzenli olmasını sağlar. Zihni çalıştırma gücünü arttırır.

    SOĞAN VE SARIMSAK:

    Yüksek tansiyon ve kalp hastalığı tehlikesini azaltırlar. Soğan, mide kanserine yakalanma riskini; sarımsak da bağırsak kanserine yakalanma riskini azaltıyor. Sarımsağın mayasında bulunan maddeler hücrelerin zarar görmesini önleyerek, vücudu erken yaşlanmaya karşı koruyor. Antibiyotik ve nefes darlığını gideren bileşimler içeren sarımsak bağışıklık sistemini de kuvvetlendiriyor.

    Kalbe ve alerjik hastalıklara karşı etkili. Soğan içerdiği kimyasal maddelerle kalbimizi güçlendiriyor ve alerjik reaksiyonları engelliyor. Newcastle'da yapılan araştırmalar, düzenli bir şekilde soğan yiyenlerin damarlarının tıkanma riskinin azaldığını gösteriyor.

    SOYA:

    Uzun yaşamak isteyen herkes mutlaka soya tüketmelidir. Soya, içerisinde östrojen hormonuna benzer işlev gören ve bu hormonun etkilerini sulandıran bir madde içerir ve buda kadın bünyesi için son derece yararlıdır. Çünkü, hücre yenilenmesini hızlandıran östrojen hormonunun aşırı üretimi, göğüs, rahim ve boyun kanserine yakalanma riskini çok arttırır.
#22.01.2006 23:53 1 0 0
  • PATATES:

    Kızarmış yemezseniz kilo aldırmaz. Sindirimi kolaylaştırır, kabızlığı önler. Yorgunluğa karşı birebirdir. Bol miktarda C vitamini ve protein içerir.
    Halsizliğe karşı etkili. Vücuda enerji veren madde olan karbonhidrat içeren patates, C ve E vitaminleri ve beta karotin açısından en zengini.
    Halsizliğe karşı etkili. Vücuda enerji veren madde olan karbonhidrat içeren patates, C ve E vitaminleri ve beta karotin açısından en zengini.

    PIRASA:

    İdrar söktürür. Mide rahatsızlığına iyi gelir. Kabızlığı giderir. Basur memeleri için faydalıdır. Böbreklerdeki kum ve taşların düşürülmesine yardımcı olur.


    PORTAKAL:

    Antioksidantlar ile dolu bir meyve. Kanseri önleyici olarak bilinen bütün maddeleri içeriyor. Ayrıca bol miktarda C vitamini içeriyor.
#22.01.2006 23:52 1 0 0
  • ÖKSEOTU:

    Kalbin atışlarını arttırır. Damar kireçlenmelerinde faydalıdır. Sara ve akciğer kanamalarında kullanılır.
#22.01.2006 23:52 1 0 0
  • NAR:

    Vücudu kuvvetlendirir. İshali keser. Burun poliplerine faydalıdır. Şerit düşürür. Kalbi kuvvetlendirir. Mide, bağırsak hastalığı olanlar, küçük çocuklar ve hamileler fazla kullanmamalıdır.

    NOHUT:

    Vücudu kuvvetlendirir. Anne sütünü arttırır
#22.01.2006 23:51 1 0 0
  • MAYDANOZ:

    Salata ve yemeklerin süsü maydanozun nerdeyse deva olmadığı dert yok gibi.. A ve C vitamini ile demir, kükürt, fosfos ve mangan elementleri deposu olan maydanoz sindirimi kolaylaştırıyor, böbrek taşlarını düşürüyor, görme gücünü ve anne sütünü artırıyor.
    Bir demir deposudur. Genellikle taze yenen maydanozda, kalsiyum, potasyum ve A vitamini vardır. Bir tutam maydanoz, günlük C vitamini ihtiyacının çoğunu karşılar. Böbrekleri çalıştırarak idrar getirir ve taşları düşürüyor , kan şekerini normal seviyede tutar ve kansere karşı da koruyucudur. Yatmadan evvel yenildiğinde sabahları tatlı bir nefesle uyanmamızı sağlar. Anne sütünü artırır. Vücuttaki zehirli maddeleri dışarı atar. Görme gücünü artıyor, kaynatılıp içiildiğinde ve cilde bu suyla pansuman yapıldığında sivilcelere iyi geliyor. Kaynatılan maydanozun suyu gözlere pansuman yapıldığında gözdeki iltihaplanmaları önlüyor ve yanmayı geçiriyor. Kaynatılıp sirke ile saçlar yıkandığında saçların uzaması ve kuvvetlenmesini sağlıyor..

    MANTAR

    Bağışıklık sistemini güçlendiriyor. Özellikle Çinliler'in ilaç niyetine yedikleri bu sebze, bünyeyi hastalıklara karşı koruyor ve bağışıklık sistemini güçlendiriyor.

    MARUL

    Kemik erimesine karşı etkili. Sütten bile daha fazla kalsiyum içeren bu sebze, kemikleri güçlendirmesi açısından bir numara. 100 gramında, küçük bir bardak sütün içinde bulunan kalsiyumdan daha fazlasına sahip. Bu miktar günlük kalsiyum ihtiyacının dörtte birine tekabül ediyor.

    MELEKOTU:

    Kan dolaşımını düzenler. Terletir. Kurutulmuş melekotu dövülüp başa sürülecek olursa bitleri öldürür. Astım nöbetlerine faydalıdır.

    MEYANKÖKÜ:

    Grip, nezle, anjin ve nefes darlığına faydalıdır. Öksürük ve balgam söktürür. Yüksek tansiyonu düşürür.

    MISIR:

    Yüzde 18.3 gibi yüksek oranda lif içeriyor. Mısırın içeriğindeki yüksek karbonhidrat, enerji seviyenizi yükseltir. İçinde protein, kalsiyum, demir, fosfor, A ve B2 vitaminleri bulunur.


    MUZ:

    Folik asit, potasyum ve B6 vitamini bakımından son derece zengin bir meyvedir. Potasyum krampları önler.
#22.01.2006 23:49 1 0 0