Mehmetcik Icin...
Bugün bu cennet vatana dikilen hain gözlerin çok olduğu, içimizden dışımızdan saldırıların her zaman olduğu, ne zaman birbirimize düşersek, üzerimize leş kargalarının uçuşmaya başladığının en fazla görüldüğü bir dönemdeyiz. Bu cennet vatanımızda bize yaşamayı çok gören hainler tarih boyunca olageldi, hala da olmaya devam ediyor.
Rabbimden dileğim o dur ki; içimizden çıkarılıp aldatılan, kandırılan, adı `Ahmet`, `Mehmet`, `Hasan`, `Hüseyin` olan, bu güzel adlarını dahi değiştirerek bizi bizim içimizden çıkardıkları, kandırdıkları kişilerle vurmaya çalışan hainlere rabbim fırsat vermesin. Kandırılan kardeşlerimize Allah hidayet versin. Gerçeği görebilmeyi, bu vatanı bize emanet eden ecdadının emanetini koruyabilmeyi, hainlik yapmanın bir insana özellikle inanan bir insana yakışmayacağını bilebilmeyi, bu şuura erebilmeyi, içimizdeki bütün gaflet içinde olanlara rabbim hissedebilmeyi, duyabilmeyi nasip eylesin.
Allahım, ordumuz, yurdumuz, milletimiz sana emanet, muhafaza eyle. Mehmetçiğimize yurt savunmasında, vatanımızı koruma da güç ve kuvvet nasip eyle. Karada, havada, denizde, her yerde, her an nusretini, yardımını esirgeme yarabbim. Canlarını feda ederek bize emanet bıraktığın vatan topraklarımızı düşmanın çizmesi altında ezdirtme yarabbi. Rengini şehitlerimizin kanından alan, semalarımızda nazlı nazlı dalgalanan, istikbalimizin sembolü al bayrağımızı indirtme yarabbi. Ordumuzu, askerimizi, polisimizi, jandarmamızı muvaffak eyle yarabbi."
Beni bir mü'min kulun gördu.
Yanımdan geçiyordu, beni fark etti.
Durdu geri döndü, geldi.
Yüzüme uzun uzun baktı.
Önce gözleriyle, sonra elleriyle okşadı. Kokladı,
kokladı.
Bir öpücük kondurdu yanaklarıma ayrılmadan.
" Ne guzel yaratmış!" dedi sessizce.
İste o an, niçin var oldugumu anladım.
Melekler sardı etrafimızı ansızın, imrenerek seyrettiler olup biteni.
Görmedigi Rabbine görmüş gibi inanan bir insanın yuceliğini görduler.
Ve herseyi en ince ayrıntısıyla kaydettiler.
Çekilen resimlerde ben de vardim.
Ey dualara cevap veren Rabbim, ben cansız bir tohumdum.
Dualarımı kabul ettin, guzel bir çiçek oldum.
Senin kudretinle canlandım, Senin san'atınla süslendim, Senin lütfunla
güldüm.
Simdi bir duam daha kaldi mahşere sakladığım:
Beni gören gozleri ateşte yakma,
Ey her şeye gücü yeten ve kullarına onların şah damarından daha yakın olan Rabb'imiz! Ne olur, bizi göz açıp kapayıncaya kadar hatta daha az bir zamanda bile nefsimizle başbaşa bırakma... Nurunla tecelli buyurup, Sana ulaşan yolları bize de göster...
Fazlınla bizi öyle çepeçevre kuşat ki, Senden başka hiçbir kimseye en ufak bir ihtiyacımız kalmasın; kalmasın da Senin hakikî dostların gibi biz de her zaman başkalarına karşı müstağnî yaşayabilelim.
Ey kullarına her zaman hilmle muamele edip, onların günahlarını görmezden gelen yüce Mevlâ'mız! Bizler çok hatalar irtikâp ettik, çok günahlar işledik. Şimdi "Tevbeler tevbesi!" diyor, yüce huzurunda boyun büküyor, huşû ile iki büklüm oluyoruz.
Şayet bizi cezalandıracak olursan adaletinle muamele etmiş olursun; yok eğer o hududu olmayan rahmet ve merhametinle muamelede bulunur ve affedersen, o da Sen'in hayal sınırlarımızı aşan fazlındandır. aminn
Sevgililer arasında neyin söylendiği çok önemli değildir; önemli olan
Sevgili'ye konuşmaktır.
Önemli olan Sevgili'nin yanında kalma süremizi konuşma bahanesiyle
uzatmaktır.
İşte dua da böyledir; duanın en önemli faydası, Rabbinin huzurunda olmandır.
O'ndan ne istediğin önemli değil; O'ndan istemen, O'na konuşman önemlidir.
İşte bu yüzden, sevgili Peygamberimiz (asm) ayakkabınızın kopan bağını bile
Rabbinizden isteyin der bize.
Yani ki, ayakkabınızın bağının kopması bile Rabbinize konuşma vesilesi
eyleyin der...
Dua etmek kimseyi yormaz; korkma Rabbinden de senden bıkmaz! Kalbimin kiri, yuzumun karasiyla kapndayim....
Bir mûmîn bir hataya ikinci kez dûsmezdi;
ben dûstûm Geldim; Sen Afûv oldugun icin Rahmet kapisinin ônûnde durdum
adini sesliyorum
hic durmadan, yilmadan iste geldim; Sen benim tek inandigim, dayandigim,
medet diledigim,
dost um dedigimsin.
- Beni kendine Halil edindiklerinden eyle. iste simdi kalbimde ne varsa
dilimde,
Sen benim Mabudumsun, Halikimsin, Rezzakimsin, Settarimsin; beni de abdi
hitabina muhatap
olanlardan eyle.
-Sûrttûgumde dûzeltmeyi, dûstûgumde dogrulmayi nasip eyle.
su anda duaya durmus mûslim ve mûslimelere, mûmin ve mûminlere Mucib isminle
muamele et
ve bizleri yolunun yolculari eyle.
Hayatimizi ôlûmûmûzû ve hasrimizi hayirli ve gûzel eyle....
Rabbim,
Bir insani koy kalbime ama o insan Senin de sevdigin bir insan olsun.
- Ve beni ôyle bir insana sevdir ki, o insanin kalbinde Sen olasin.
Ki ben o insanin kalbinde Seni bulayim.
Beni ôyle bir insanla bulustur ki bendne ônce onunla bulusmus olan Sen
olasin.
- Onunla el ele tutustugumda ikimizin elinin ûstûnde Senin Elin olsun.
Bana ôyle gôzler gôster ki ben o gôzlerden Sana bakayim.
- Bana ôyle bir sevgili ver ki bakisi cennete acilan iki pencere olsun.
- Onunla ôyle bir yolda yûrûyelim ki kilavuzumuz SEn olasin ey Rabbim.
Öyle bir sevgili ver ki bana ona sarildigimda kainat bize bakip birbirine
sarilsin.
Bize ôyle bir sevgili ver ki Rabbim, Sevgimizden Muhammed sevilsin.... aminn
Ey kendisinden başka ilah olmayan,
Her şeye gücü yeten, hiçbir şeye muhtaç olmayan,
Rahman ve Rahim olan Rabbimiz !
İşte yalvarıyor ve yakarıyoruz. !
Korkarak, ümit ederek
ve huşu içinde boyun bükerek
sana dua ediyoruz: (7/56,30)
Ey Rabbimiz biz nefislerimize zulmettik(7/23)
Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan,
Muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan oluruz.(7/23)
Ey Rabbimiz,
biz "İlâh" ve Rab olarak sadece seni tanıdık,
Sana inandık, sana güvendik...
İndirdiğin kitaba imân ettik, Rasûlüne tabi olduk.
Bizi şahitlarle beraber yaz.(3/53)
Ayaklarımızı sabit kıl 82/250)
Hidayetten sonra kalplerimizi kaydırma(3/8)
Ey Rabbimiz,
içimizdeki beyinsizler yüzünden
bizi helak etme(7/155)
Ey Rabbimiz,
bizi şu zalimlerin arasına katma! (7/47)
Bizi af et, bizi bağışla, rahmetini yağdır üstümüze!
Sen bizim Mevlamızsın!
İnkarcı, nankör topluma karşı bize yardım et(2/286)
Ey Rabbimiz
bize bu dünyada iyilik ver,
Ahirette de iyilik ver
ve bizi Cehhennem azabından koru !(2/291)
Ey Rabbimiz,
hesabın görüleceği gün
bizi, anamızı, babamızı
ve bütün mü'minleri bağışla...(14/41)
Ey Rabbimiz,
duamızı kabul buyur (14/40)
Doğrusu sen duaları işitensin 83/38)
Rahman ve Rahim olan
alemlerin Rabbi Ve din gününün
yegane sahibi
Allah'a hamdolsun.
Yalnız sana kulluk ediyor
ve yalnız senden yardım diliyoruz.
Bizi kendilerine,
nimet verdiklerinin yolu olan
"Sırat-ı Müstakim"e ulaştır.
Gazaba uğrayanların
ve sapanların yolundan bizleri koru. (1/1-7
Utanırım ya Rahman senin aşkın ile açan ve hoş kokular veren bir gül olamadım. Bir güneş olup doğamadım bir rüzgar olup esemedim
Bütün mahlukat sana itaat ederken aşk ile hu çeker aşk ile döner yunus misali...
Utanırım ya Rahman gaflet uykularımdan utanırım. Sabahlara kadar sana secde eden bir Ebubekir bir Ömer bir Osman olamadım. Onlar gibi Rasule aşık olamadım onunlayken bile hasret kalamadım...
Utanırım ya Rahman eshabı guzinin tövbesinden utanırım. Uzeyr olup harama baktım diye vuramadım kendimi dağlara ağlaya ağlaya AFFET YA RABBİ diyemedim
Utanırım Ya Rahman mümin din kardeşlerim zulm altındayken gidip Ali olamadım. Senin rızan için öldüremedim onları. Ömer gibi hanımını çocuklarını yetim öksüz bırakmak isteyen gelsin diyemedim...
Utanırım Ya Rahman korkamadım yatağa girip uyumaktan Seddad Bin Evs olamadım yataktan kalkıp sabaha kadar secde edemedim.
Ya Rahman ne güzel kulların var ben onlardan olamadım. Simdi ağlıyorum sessizce. Sanki oturduğum yerde ölümümü bekliyorum. Yok misali yasıyorum.. Her vasıtaya bindik fanide simdi sıra tabut denen cansız ata binmekte...
Şehadettir arzuhalım nasib edermisin Ya Rahman cennette cemalinle şereflendirirmisin bu acizi. RAHMETIMDEN GAZABIMDAN USTUNDUR buyurmuşsun. Rahmetinle muamele eyle bizlere biz aciz kullarınız. Öylesine bir ölüm nasip eyleki Azrail as geldiğinde hoş gelsin ve geldiğinde o görevini yerine getirmeden sen bizlerden Razı ol İnşallah...
AMİN
Allahım
Günahlarımı
bilgisizlik yüzünden yaptıklarımı
haddimi aşarak işledigim kusurlarımı
benden daha iyi bildigin bütün suçlarımı bagışla!
Allahım
Ciddi ve şaka yollu yaptıklarımı ,
Yanlışlıkla ve bilerek işledigim günahlarımı affeyle!
Bütün bu kusurların bende bulundugunu itiraf ederim.
Allahım!
Şimdiye kadar yaptıgım,
Bundan sonra yapacagım ,
Gizlediğim ve açıga vurdugum,
Ve benden daha iyi bildigin günahlarımı affeyle.
Öne geçiren de sen
Geride bırakan da sensin
Senin gücün herşeye yeter.
Ey Rabbim! Ben zayıfım, rızân yolunda benim zaa*fımı kuvvetlendir. Beni nâsiyemden tutup hayra sevk et. İslâm'ı rızâmın en son noktası kıl. Ey Rabbim, ben zayıfım, beni kuvvetlendir. Ben zelîlim beni azîz kıl. Ben sana muhtacım, beni rızıklandır
İlahi!
Hamdini sözüme sertac ettim, zikrini kalbime mi'rac ettim, kitabını kendime minhac ettim. Ben yoktum var ettin, varlığından haberdar ettin, aşkınla gönlümü bikarar ettin. İnayetine sığındım, kapına geldim, hidayetine sığındım lütfuna geldim, kulluk edemedim afvına geldim. Şaşırtma beni doğruyu söylet, neşeni duyur, hakikatıı öğret.Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen sevdirmezsen ben sevdiremem.Sevdir bize hep sevdiklerini,yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize erdirdiklerini. Sevdin habibini kainata sevdirdin: Sevdin de hil'at-i risaleti giydirdin.makam-ı İbrahimden makam-ı Mahmuda erdirdin. Server-i asfiya kıldın.Hatem-i enbiya kıldın.Muhammed Mustafa kıldın.Salat-ü selam, tahiyyat-ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun Al-ü Ashab-u etbaına ya Rab!
Amin
Allah'im bize Kur'an'dan öyle bir pay ayir ki, bu sana
karsi islenecek günahlarla bizim aramizda bir engel olsun.
Hz.Muhammed (s.a.v)
Allâh'im, ey kalpleri çeviren Rabbim,
kalbimi senin dinin üzerinde saglam tut.
Allâh'im, ey kalpleri ve gözleri döndüren,
kalplerimizi sana itâate döndür.
Sevgi ; Önce "ben" yerine önce "sen" diyebilmektir.
Kendinden önce onu, onun mutluluğunu düşünebilmektir.Onun yanında huzur bulmak, güven duymaktır.
Her ne olursa olsun yanında olacağını, seni seveceğini bilerek "kendin" olmaktır.
Sevgi ; Sevdiginin yüreğinin güzelliğine ve sevdasına inanmak , onu mutlu etmek uğruna zevkle emek etmektir. Sevdiğinin gözlerinde kaybolmak ,bedeninde bir olmaktır.
Sevgi ; Sevdiğine saygı duymak varlığından gurur duymaktır.Kahkaha kadar gözyaşını da ,sohbetler kadar sessizliği de büyük bir zevkle paylaşmaktır.
Sevgi ; Sadakat, vefa, bağlılıktır, sorumluluk, özveri, şevkattir.
Sevgi ; Anlayış, hoşgörü, sabırdır.Tutku, cesaret, risktir.
Sevgi ; Bakmak, dokunmak, söylemektir.Yaşatmak,yaşamak, göze almaktır.
Sevgi ; Umuttur, soluktur, hayattır.Bir bedende bütün olmak, birlikte çoğalmaktır.
Sevgi ; Yüreğinle gülümseyebilmek,insan olabilmektir.
Günümüzde lüzumsuzca kullanılan sevgi sözcüklerini hak eden kişilere kullanmamız ve hak ettiğimiz değeri bulmamız dileğiyle....
Yüreğinizden sevgi hiç eksik olmasın......
Kurutulmuş sevgiler vardır
Günü geçmiş sevdalarda
Karın doyurmaz onlar
Boş laflardır ağızlarda
Bana bir avuç sevgi ver
Yıpranmamış olsun
Taze olsun
Her şeyden önemlisi
Boş olmasın içi
Tok tutsun
Ağızlara sakız olmamış bir sevgi bana
Gevelenmemiş olsun
Saf olsun
İçten olsun...
Seviyorsan öyle bir söyle ki
Sadece sevdiğin değil, kâinat duysun
Öyle bir sev ki
Ay değil, her bir varlık şahit olsun
Fakat ne yazıktır ki
Bilinmez olmuş sevginin kıymeti
Bir günlük çiklet olmuş ağızlara sevgi heyhat
Şair Serhat
Ne kadar etse azdır nasihat
Bu şiir belki anımsatır size bazı şeyleri
Hatırlarsınız yeniden sevginin kıymetini
İşte size sevginin unutulmuş tarifi
Deneyin hayatınızda, siz de tadın lezzetini
Önce temiz bir kâse alın önünüze
Bakın bakalım içine
Sevgisiz ne kadar da boş
Ama dolacak o hayat, endişelenme
Bir tutam "(S)ORUMLULUK" alıyoruz üzerimize
Söylemesi kolay olsa da
Tadı ağırdır aslında
Nice ezilenler bilirim
Bu sorumluluk altında
Bir kaşık "(E)MEK" koyuyoruz sonrasında
Emek, sevginin değeri
Ne kadar istersen o kadar kat kaba
Ama emeğini boşuna ziyan da etme
Kâsenin dışına hele hiç dökme
Olan sana olur yazık edersin kendine
Şimdi fırına atıp biraz bekleme zamanı
"(V)AKİT" ayırmaktır sevginin esası
En yüce sevgiler sabrın ürünüdür
Ne kadar vakit ayırırsan
Sevgin o kadar büyür
Isınan kâsemizi fırından çıkarıp
Bolca "(G)ÜVEN koyuyoruz içine
Hem kabarsın
Hem de diğer malzemeleri bir arada tutsun diye
Dökebildiğin kadar dök içine
Şimdi de geldik en son malzemeye
Sevgi keki `nin sosu "(İ)lgi" `ye
Güzelce dağıt ilgiyi hiç bir yer kalmasın boş
Gereklidir bu sevginin olması için hoş
İşte dostlar budur sevgi
Size lazım olanlar
(S)orumluluk, (E)mek, (V)akit, (G)üven ve (İ)lgi
Fazla soğutmadan paylaşın bu keki
Sevgi sıcak yenen bir kektir
Ve unutmayın ki tek değil, en az iki kişiliktir
alinti
Siz hiç yurtdışında yaşayan bir Türk oldunuz mu? (3)
Bazen güleceksiniz, bazen de "Yok artık, daha neler!" diyeceksiniz. Ama yurtdışında yaşayan Türk olmak, işte böyle bir şey. Tabii benim bu "kadrolu yurtdışında yaşayanlar" yanında esamim okunmaz. Ben zırt pırt İstanbul'dayım. Sizi öpüyorum, geç de olsa "İyi bayramlar" diliyorum...
HOLLANDA'DAN
33 yıl Hollanda'da yaşadım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, insan gurbette tuhaf alışkanlıklar geliştiriyor: Mesela, arabayla yolda giderken önüne bir Türk TIR mı çıkıyor, sevindirik oluyorsun. "N'apsam da ona Türk olduğumu anlatsam?" diyorsun. "Korna mı çalmalıyım, penceremi açıp ona el mi sallamalıyım?" Ya da "Kardeş, memleket nere?" diye bağırmak istiyorsun. Hele hemşeriysen, TIR'ın plakası da doğduğun ile aitse... Gel keyfim gel. Ben daha ne delilikler yaptım. Otoparkta duran bir Türk TIR'ın yanına yaklaştım ve o çamurluklarına bakıp, "Bu çamur muhakkak Türkiye'nin çamurudur" diye elimi sürdüm. Biliyorum saçma geliyor ama gurbet böyle yapıyor işte adamı. (Ahmet)
- Yaratıcı ifade gücünüzden dolayı sizi tebrik ediyorum Ahmet Bey. Meseleyi yerli yerine oturtmuşsunuz. Hakikaten doğru. "Memleketin çamurunun kurbanı olayım!" Duygu bu. Saçma ve komik olması da durumu değiştirmiyor. Plaka meselesine gelince ben hálá 01 görünce heyecanlanıyorum. Türkiye'de bile. Hele bir de bu karşılaşma yurtdışında söz konusu olursa, kim tutar beni...
SİNGAPUR'DAN
9,5 yıldır Singapur'dayım. Eskiden Türk ürünü bulmak neredeyse imkansızdı. Şimdi, seyrek de olsa mümkün. Bulur bulmaz çok alıyorum ki, dükkan sahipleri "A ne güzel satılıyor. Bir daha getirelim" desinler. Satın aldığım şeylerin içinde Kent marka lolipop, Bifa marka bayatlamış gofret, Duru sabunu, kuru kayısı, kuru incir, Ülker marka bisküvi, gül ve kayısı reçeli var. Sürekli gelmiyor, o yüzden bulur bulmaz alıyorum, bayat bile olsa memleket koktuğu için tüketiyorum. Yeni aldığım buzdolabının ise Türkiye'de imal edildiğini öğrenince çocuklar gibi sevindim. Neredeyse ağlayacaktım. (Ali İ.)
- İnsanın size "Haklısınız" demesi için aklını kaçırmış olması lazım. Çünkü durum mantıklı değil. Ama ne kadar haklısınız! Bazı şartlarda mantık aranmıyor. Duygular öne çıkıyor. O ne lükstür, yabancı memleketlerde Türkiye gibi kokan şeyleri tüketmek. Ve ne kıymetlidir...
YENİ ZELANDA'DAN
Size Yeni Zelanda'dan yazıyorum. Allah'a şükür burada Türk malı bulabiliyoruz. Özellikle Hazer Baba ve Şah Baba markalı lokumların, ambalajı çok güzel. Ne var ki, Türk lokumu ile alakaları yok. Bir de ayıptır söylemesi bayat oluyorlar. Bir alan, bir daha almıyor. Üzüntüm, olan Türk lokumuna oluyor. Halk yavaş yavaş lokumdan soğuyor. Sanırım, yakında kimse almayacak. Lütfen firmaları uyarın. Yurtdışındaki kişiler aptal değil. Geçenlerde bir yerden alışveriş yapıyordum, Türk olduğumu söyleyince koştu içeriden ne getirdi biliyor musunuz? Kalebodur karosu. Evinin banyosunu yeniliyormuş. "Çok kaliteli" dedi. Bir de büyük bir markette Aygaz gaz sobası gördüm. Hemen kasiyere "Bak, bunlar benim ülkemden geliyor" diye hava yaptım... (Fahreddin)
- Alemsiniz ve çok şekersiniz! Hava yapmaya ve gördüğünüz her türlü aksaklığı bildirmeye devam ediniz. Saygılar sunarım. Bu arada ben de Yeni Zelanda'yı görmek için ölüyorum bilesiniz. Ama neden o kadar uzaksınız?
BREZİLYA'DAN
Brezilya, Sao Paulo'da yaşıyorum. Benim hastalığım da başka: Marketlerde Türkiye etiketli, kayısı, kuru incir gibi ürünler görünce, eğri filan duruyorlarsa hemen düzeltiyorum. Ya da kutuyu çaktırmadan öne alıyorum. Maksat, memleketimizin ürünü daha iyi görünsün. (Vedat)
- Valla Vedat Bey, şahanesiniz. Ne de olsa bir temsil durumu söz konusu. Eminim, kendi evinizde o kadar titiz değilsinizdir ama Türkiye'nin tanıtımı söz konusu olunca...
HİNDİSTAN'DAN
Eşim, İngiliz bir diplomat. Bu yüzden son 5 senedir sürekli hareket halindeyiz. 2 sene önce Hindistan'ın kuzey tarafında bulunan Simla'daydık. Simla, Hindistan'ın Nepal sınırına yakın, Tibet'e komşu bir yere konuşlandırılmış harika bir yer. Himalayaların o enfes görüntüsü, Budist ve Hindu tapınakları... Kısacası, dünyanın damındasınız ve etrafta gezilecek tonla şahane yer var. Bir sabah, maymun tanrı Hanuman'ın tapınağını ziyaret etmeye karar verdik. Tapınak yürüyerek yaklaşık 4-5 km. Bir süre sonra acıktık, yolda gördüğümüz ufak bir bakkala daldık. Bisküvi almak niyetindeyim. Fakat önümüzde sıra var. Tamamını portakal rengi kıyafet giymiş Budist rahipler oluşturuyor. Onlar da bisküvi alıyor. Ben de bari şu rahiplerin aldıklarından alayım dedim. Kalmış mıdır acaba? Birden bire, Allah'ın Himalayasında bir de ne göreyim? Eti bisküvileri. Kremalı olanı bile var. Budist rahipler Eti bisküvileri yiyor! Nasıl gururlandım anlatamam... (A. Wilson)
- Anlattığınız anekdot, bir reklam filmi gibi gözümün önünde canlanıverdi. Özellikle de turunculu Budist rahipler ve kremalı bisküvi... Çok, çok hoşuma gitti. Öpüyorum. Kremalı bisküvi gibi hoş bir yıl diliyorum!
FRANSA'DAN
30 yıldır Paris'te yaşıyorum. Bir gün Fransız bir arkadaşımla adres arıyoruz. Gözüme kestirdiğim ilk kişiye Türkçe, "İyi günler kardeşim" dedim ve aradığım sokağı sordum. O da bana "İyi günler abi" dedi, "İlk soldan dön, ileride..." diye cevap verdi. Yine Türkçe teşekkür edip ayrıldım. Yanımdaki Fransız arkadaşım, hayretler içinde kaldı, "Nasıl anladın onun Türk olduğunu?" diye sordu. Sadece gülümsedim. (Süha B.)
- Anlattığınız öykü ilginç. Hemen anladınız, "Bu bir Türk" dediniz, değil mi? Gerçekten de başka hiçbir millet, sadece bakarak birbirine çıkaramaz. Ama biz genellikle karşımızda bir Türk'ün durduğunu bakar bakmaz anlarız. Böyle bir yeteneğimiz var. Doğuştan, genetikten! Fransızlar daha çoook şaşıracak. Yaşasın Türkler!
TÜRKİYE'DEN
Siz şimdi düşünebiliyor musunuz, içi İtalyan zeytinyağları ve İtalyan konserve ve yiyecekleriyle dolu olan bir dükkanın önünden geçen bir İtalyan'ın heyecanlanacağını... (Murat U.)
- Hayır düşünemiyorum. Dönüp bakmazlar bile. Çünkü onların dünya çapında çok markaları var, alışmış durumdalar. Biz öyle değiliz ki. Biz biraz görgüsüz durumdayız. Ama... Umurumuzda bile değil!
ALMANYA'DAN
Komşumuz, Almanya'dan kesin dönüş yaparken, Türkiye'de yoktur diye marketteki zücaciye reyonunu boşaltıyor, eve geldiğinde yeni bardaklarının altındaki Paşabahçe yazısını görüyor. Onun da gözleri doluyor: Ama sinirden! (Semra P.)
- Hepimizin başına gelmiştir, geliyor... Türkiye'de her şeyin álásı var. Ama bizim de nedense hálá kendi malımızdan çok yabancı mala itimadımız var!
İSVEÇ'TEN
Geçenlerde konsoloslukta bir işim oldu. Tam kapısına geldiğimde, tabii ki kapısında Türk bayrağı sallanıyordu, içimden "Ey şanlı bayrağım, ne güzel dalgalanıyorsun!" diye bir şey geçti ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. İçimden kapıdaki koruma görevlilerine bile sarılmak geldi. Bunu Türkiye'de yaşayan anlamıyor işte. Anlatıyorum, "Aman, hadi be sen de!" diyorlar. Değil işte. Bu arada İsveçli eşim de sadece Apikoğlu sucuk yiyor! (R.V)
- Ben size çok iyi anlıyorum. Öyle ki mail'inizi okurken gözlerim doldu. Düşünün artık. Tamam gülmekten ama duygulandım işte. Sevgiler, saygılar. İsveçli yengeye selamlar!
KANADA'DAN
Ben çok uzun yıllardan beri Kanada'da yaşayan bir Türk olarak size şunu söylemeliyim ki, artık sizin sandığınız gibi yurtdışında şunu bunu özlemek gibi bir şey kalmadı. Yazdıklarınızı abartılı buluyorum. (Nuran Ö.)
- Siz nasıl istiyorsanız öyle düşünebilirsiniz. Ama ben size ne yazık ki katılamayacağım.
AMERİKA'DAN
Her markete gidişimde, California'nın renk renk organik meyve ve sebzelerini görür, ülkemde neden hormonlu ve tarım ilaçlı meyvelerini yemek zorunda kaldığıma hayıflanırım. Yürüyüşe çıkarım, kimse çarpmaz bana, kimse yere de tükürmez gözümün önünde. Oysa ülkeme gidince, iki adımda bir tüküren insanlardan çokluğunu görürüm, hayıflanırım. Her metroya, trene, otobüse binişimde, tacize uğramamanın rahatlığı ile içinde gideceğim yere gider ve dönerim. Neden ülkemde bunu yaşayamadığıma hayıflanırım. Sabah sokağa çıktığımda güler yüzle "Günaydın" diyen insanlara "Size de günaydın" demenin mutluluğunu yaşarım. Oturduğum apartmanda, tepeme halılar silkelenmediği, olur olmaz saatlerde, tamirat, koşuşturma ve topuklu ayakkabı sesleri gelmediği için mutluluk duyarım. Neden bunların ülkemde de olamadığına hayıflanırım. Dürüst, yalanı sevmeyen, hümanist; beni dış görünüşüm ve giyim kuşamımın markası ile değerlendirmeyen buradaki arkadaşlarımın samimiyetine güvenirim. Ülkemde ise henüz arkamı bile dönmeden dedikoduya başlayan sözde arkadaş ve komşuların o samimiyetsizliğine hayıflanırım. Kafe ve restoranlarda sigara içilmediği için rahat rahat kahvemi içer, yemeğimi yerken, neden bunun ülkemde bir hayat memat meselesi gibi hálá tartışıldığına ve zaman kaybedildiğine hayıflanırım. Harvard Square'de muhtemelen yüksek eğitim için gelmiş zengin çocuklarının BMW'lerinden ya da jeep'lerinden, Amerikalıların şaşkın bakışları arasında, en üst volümden İbrahim Tatlıses arabesklerinin fışkırmasına hayıflanırım. Yazarları, aydınları söyledikleri ile değil ürettikleri ile değerlendiren bu ülkede, ülkemde neden öyle olmadığına hayıflanırım. Daha pek çok şeye hayıflanırım. Bir de en çok, burada, kendi ülkemde olduğumdan neden daha çok huzurlu ve mutlu olduğuma hayıflanırım. (Sevgi L.)
- Anlattıklarınız sadece sizin değil, pek çok insanın gerçeği. Ne var ki hálá, yurtdışında yaşadığı ya da yaşamak zorunda olduğu hayıflanan insan sayısı, yurtdışında olduğu için mutlu ve huzurlu olduğunu söyleyenlerden çok daha fazladır. Sizi üzmek istemem ama ben de onlardan biriyim. Azınlıktasınız Sevgi Hanım. Öpüyorum, saygılar sunuyorum.
Ayşe ARMAN
01.10.2008 den önce işe başlayanlar vergi indirimi almak mecburiyetindeler.5510 sayılı yasada şöyle denmiştir.
5510 sayılı Kanunun geçici 10 uncu maddesi gayet açıktır bu kanunun yürürlük tarihinden önce veya sonra sakatlığı nedeniyle vergi indiriminden yararlanmaya hak kazanmış durumda olan sigortalılar hakkında 506 sayılı Kanunda düzenlenen vergi indirimiyle emeklilik hakları korunmuştur. Vergi indirimiyle emeklilik hakkı olamayanlar ilk defa 5510 sayılı Kanundan sonra sigortalı olarak işe başlayanlardır.01.10.2008'den sonra işe başlayanlar vergi indirimi almadan erken emeklilik tarihi geldiğinde SGK'nın sevk edeceği bir hastaneden en az %40 rapor almak koşuluyla emekli olabilirler.
Vergi indirimi İçin gerekli evraklar:
1) İşyerinde Çalıştığına Dair Dilekçe
2) Nüfus Cüzdan Fotokopisi
3) 1 Adet Fotoğraf
4) Rapor Aslı (varsa)
5) Bakmakla yükümlü olduğu kişilerin Sağlık Karnesi Fotokopisi
SSK için:
* Emeklilik tahsis ve talep formu
* Nüfus idaresinden vukuatlı nüfus kayıt örneği
* 2 adet fotograf
* Sigortalı hesap fişi İnternet ortamında düzenlenip muhasebeciden alınarak, hesaba geçmeyen prim günlerinin geçmesini istpatlamaya yarayacaktır.)
Bağ-Kur için: Yaşlılık Aylığı Talep Formu
Sigortalılık Belgesi / 1479 sayılı kanuna göre
Sigortalılık Belgesi / 2926 sayılı kanuna göre
Vukuatlı Nüfus Kayıt Örneği (Bağlı bulunulan nüfus idaresinden alınacak)
Ödendiği halde hesabına geçmemiş prim makbuzlarının fotokopisi
alintidir
Hangi insan engelli olmak ister ki! Bilinen ve algılanan şekliyle engellilik gerçekten zordur. "Engelli" kavramı genelde fiziksel veya zihinsel anlamda mahrumiyeti ya da yetersizliği ifade için kullanılmaktadır. Şu kadar var ki bu anlam bakış açısına göre farklılık arz edebilmektedir. Manevi açıdan bakıldığında bu bağlamda yoksunluk da belki insan için en üzücü engellilik olarak değerlendirilebilir. Hak, hukuk tanımayan, vicdan ve gönlü kararmış, kirlenmiş, akli ve zihinsel melekeleri negatif/yaratılış gayesine aykırı düşüncelere mahkûm bir insanın hakikate erememesi engellilik değil midir? Buna karşın engellik kavramı gündeme geldiğinde hemen hepimizin aklına öncelikle fiziksel ya da zihinsel açıdan engelli insanlar gelmektedir. Şüphesiz bu algılamayı haklı çıkaracak türden gerekçelerimiz de yok değildir. Işığı, güneşi, tabiatı görememe, konuşulanları duyamama, konuşamama, akledememe, kavrayamama, hayatın hemen her safhasında bir başkasına bağımlı olarak yaşamaya mahkûm olma, kısaca bedensel veya zihinsel engellik elbette insan için sabrı gerektiren meşakkat dolu bir serüvendir. Ancak hemen ifade edelim ki, din, böyle konumdaki kimselere gerekli sabrı göstererek imtihanı kazanmaları durumunda önemli vaatlerde bulunmuştur. Her şeyden önce Yüce Yaratan, insana taşıyamayacağı yük/sorumluluk yüklemeyeceğini ifade buyuruyor. (Bakara, 286) Var oluşsal açıdan sorumlu bir varlık olarak yaratılan insanın (Kıyâme, 36) nihai hedefi Yüce Yaratıcının rızasını kazanmaktır. Diğer taraftan ışığı göremeyen görme engelli ile hakikati göremeyen, konuşma engelli ile vüsatı ile orantılı hakikati dillendiremeyen aynı konumda mıdır?
Kur'an-ı Kerim'de, fiziksel veya zihinsel yetenek/hassalardan mahrum kimselerin kınandığına dair herhangi bir ayet yer almazken, Allah'ın kendilerine verdiği akıl, görme, konuşma, işitme gibi fizikî ve zihnî hassaları olumlu ve gereği gibi kullanmayanların kınandığı ayetler mevcuttur. Nitekim ilahi çağrıyı, imanı içselleştirmeyenler hakkında, "Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider, konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış kütükler gibidir." (Münafıkûn, 4) nitelemesi, dinin "insan" tasavvuru konusunda bir fikir vermektedir. Gönül ve idrak yoksunluğu ya da "hiç"liği farklı bir benzetme ile kınanmıştır. Aynı şekilde Allah'ın mesajlarına iltifat etmeyip gönülden benimsemeyenlerin ".onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler" (A'râf, 179) şeklindeki nitelemelerle ayette yer alması, engelli kavramının kapsamına farklı bir açılım getirmektedir. Dinimizde, gözü görmediği, kulağı işitmediği, lisanı söylemediği halde, ahlakî güzellikleri yakalamış, gönül ve vicdanı safiyetini korumuş insanların, fiziksel anlamda görmeye, duymaya, konuşmaya sahip bulunmaması bir eksiklik olarak telakki edilmemiştir. Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamberin ahlakının yüceliğine vurgu yapılması (Kalem, 4), Rasulüllah'ın da ahlakî güzellikleri tamamlamak üzere gönderildiğini ifade etmesi (İbn Hanbel, Müsned, II, 381) dinimizin "kamil insan" tasavvurunda ahlakın temel hedef olduğuna işaret etmektedir. Nitekim, "Yüce Allah, bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalplerinize bakar. " (Müslim, Birr, 33) hadisi de bu ifadelere zemin teşkil etmektedir.
İnsanın var oluşunu anlamlı kılan, onun saygınlığına zemin teşkil eden iki olgu şüphesiz zihin ve gönül dünyasıdır. Diğer bir ifadeyle aklî ve kalbî melekeler, insanı insan yapan önemli değerlerdir. Din, iman, kutsal, sevgi ve kin, bireysel ve toplumsal hayatta olumlu-olumsuz oluş adına sergilenen tavır ve eylemler, insanın sahip olduğu bu iki olgu odaklıdır. Onun içindir ki Kur'an'da hep aklın işlev-işlevsizliği, vicdanın/gönlün kararması ve katılaşmasından söz edilir. Geçekten vicdani duygu ve refleksleri aşınmış ya da iptal olmuş insan ile söz konusu duygu ve reflekslerin işlevsel olduğu insan aynı konumda değerlendirilmez. Böyle bir değerlendirmenin referansı ister din olsun ister olmasın, insanî erdemler açısından bakıldığında sonuç değişmeyecektir.
Gerçekten zihin veya gönül dünyamız, diğer insanlarla ve Yüce Yaratıcıyla ilişkilerimizin şekillenmesinde ve onların Allah katındaki değerinin tespitinde önemli ve can alıcı bir konuma sahiptir. Gönül ve zihin dünyamız, kabın içerisinde olanı yansıtması misali, âdeta bizim aynamız, davranışlarımıza yön veren mihenk taşı niteliğindedir. Bu itibarla zihni ve gönlü kirlenen insanın hareket ve davranışları da doğal olarak kirlilik eksenine oturacaktır. Buna karşılık zihin ve gönül sarayını güzelliklerin süslediği kimsenin eylemleri de bu erdemler ekseninde şekillenecektir. Aslında kalp, gerek insanlarla gerekse aşkın varlıkla olan ilişkilerde belirleyici bir konuma sahiptir. Güzellikler açısından imanın, sevginin, aşkın, hayatın odaklandığı merkezdir kalp. Aynı zamanda o, kinin, öfkenin, nefretin, küfrün de merkezi olabilecek bir özelliktedir. Güzellikler veya kötülükler adına onun hakim eğilimi, bütünüyle bizi esir alabilmektedir. Onun cezp edici alanına giren gören göz, görmez olur, duyan kulak duymaz olur, meydan okuyan akıl, akletmez olur. Öyle ki hayat ve memat, varlık ve yokluk, âdeta ona kilitlidir. O, fiziksel açıdan işlevsiz hâle geldiğinde nasıl hayat duruyorsa, manevi alanda da kalbin işlevsiz hâle gelişi, Rahmet Peygamberinin söylemi ile Allah'a sığınılacak bir durumdur. Zira böylesi kalbin ve onun etrafında şekillenen kişiliğin, bireysel ve toplumsal ilişkilerinde kırmızı çizgileri yoktur ya da yok olmaya yüz tutmuştur. Bu çizgilerin sadece dinî alanla sınırlandırılması, "kalp" formuna yüklenen anlam ve misyonun daraltılmasıdır. Oysa bu kırmızı çizgilerin belirlenmesinde, insanı insan yapan ahlakî ve insanî değerler bütününün kapsam dışı bırakılması insan tasavvurunun eksik algılanışıdır. Cana kıymanın, hırsızlığın, fuhşun, ilişkiler bütününde sahtekârlığın, kul ve kamu haklarının ihlal ve gaspının, yüz kızartıcı kabul edilen diğer şuçların, insanın zihin ve gönül dünyası ile ilintisinin olmadığı söylenebilir mi? Sadece din eksenli düşünenler için değil hemen herkes tarafından "kırmızı çizgiler" olarak nitelendirilebilecek bu ve benzeri hususların işlenmesine "dur" diyebilecek gönül/vicdan/sağ duyu/iman yoksunluğu bir engellilik telakki edilemez mi?
Çağımızda terör ve şiddetin, savaşların, akıtılan masum kanların temelinde bu tür hassalarını kullanmak istemeyen vicdanı kararmış insanların paylarının ne derece yüksek olduğu izahtan varestedir. Bu bağlamda insanlığın karşı karşıya kaldığı vahim bir o kadar da ürpertici tablolar karşısında hemen herkesin, "yeter ki zihin ve gönüller engelli olmasın" serzenişinde bulunduğu açıktır. Fiziksel ve zihinsel engellileri gören her sahib-i vicdan, şüphesiz gönlünün derinliklerinden gelen bir sızıntıyla "yazık" terennümünde bulunur. Oysa asıl yazık diyeceğimiz kitle, dünyayı yaşanamaz hâle getiren maneviyat engellileridir ki, onlara çekilecek "yazık" ve "ah"ların dozajı oldukça yüksektir. Ve hemen aklımıza, " İşte onlar, Allah'ın; kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte onlar gafillerin ta kendileridir." (Nahl, 108), "onların kalpleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler" (A'râf, 179) ayetleri gelmektedir ki bu ayetler, insanın manevi anlamda engelliliğinin/yoksunluğunun tablosunu gayet anlamlı bir biçimde gözler önüne sermektedir.
İşlevsiz hâle gelen kalp/gönül veya zihne bağlı olarak dış dünyaya açılan pencerelerimiz olan göz ve kulaklarımız da fonksiyonlarını yitirebilmektedir. Açık bir ifadeyle göz bakar, ama işin sırrına ve hakikatine sirayet edemez. Kulak işitir ama gerçeklere iltifat etmez. Bilgi ve algılama organlarımız olarak niteleyebileceğimiz kulak ve göz ile kalp arasındaki bu ilişkiyi şu âyette daha açıkça görmekteyiz: "Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun? (Dolaştılar, ama ibret almadılar). Çünkü gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur." (Hac, 46) Bu ayet ekseninde düşünüldüğünde gerçekte gözlerin değil kalplerin kör olacağı, kulakların değil gönlün sağır olacağı sonucunu çıkarmak hiç de zor değildir. Dolayısıyla kalbin kör oluşu, düşünce ve duygu, söz ve eylem körlüğünü/yürek kirliliğini beraberinde getirecektir. Oysa Yüce Yaratan göz, kulak, kalp bunların her birini belirli bir görev icra etmeleri için insana bir nimet olarak vermiştir. Nitekim "Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi." (Nahl, 78) ayetlerinde bu husus dile getirilmiştir. Görürüz, duyarız, kalbimizin ve zihnimizin derinliklerinde bunları test eder, doğru ve yanlışa, iyi ve kötüye karar veririz.
Kur'an'da, gönül ve zihin engelliliğine kişinin olumlu ya da olumsuz eylemlerinin, ihlal ettiği kırmızı çizgilerin neden olduğu belirtilir. "Hayır hayır! Doğrusu onların kazanmakta oldukları kalplerini paslandırmıştır." (Mutaffifîn, 14) Sevgili Peygamberimiz de "Dikkat edin. Vücudunuzda bir çiğnemlik et parçası vardır. Eğer o sağlıklı/fonksiyonel olursa vücudun tamamı sağlıklı olur. Şayet o bozuk/işlevsiz olursa vücudun tamamı bozuk olur. Haberiniz olsun bu et parçası kalptir." (Buhari, İman, 39; Müslim, Müsakat, 107) hadisiyle, Kur'an'ın önemli bir misyon yüklediği merkez olan kalbe/yüreğe aynı paralelde vurgu yapmıştır.
İnsanın, yaratılış ve var oluş amacı ile örtüşmeyecek türden negatif davranış biçimleri sergilemesinde, kararmış bir vicdanın/gönlün/aklın önemli bir etken olduğu açıktır. Başka bir deyişle bu tür eylemler, gönül/kalp/yürek kirliliğinden kaynaklanmaktadır. Küçümsenemez ama çağımızda kirlilik denildiğinde öncelikle ekolojik dengenin bozulmasında etkin olan çevre kirliliği hemen akla gelmektedir. Oysa ahlakî değerlerdeki erozyon, insanlardaki gönül ve zihin kirlilikleri üzerinde durulması gerekli önemli sosyal ve toplumsal olgulardan biri belki de en başta gelenidir. Zira hemen her kirliliğin, karanlığın temelinde kirlenen kalplerin/yüreklerin ve de zihinlerin önemli bir etken olduğu inkar edilemez. Hiçbir değer tanımayan insan, sadece çevre için değil, toplumun/insanlığın huzur ve güveni açısından da büyük problem teşkil etmektedir. Zira sorgulanma/hesap bilincinden uzak, ötesini hedeflemeyen, ötekinin hakkını düşünmeyen insanların neler yapabileceklerini her an gözlemleme imkânına sahibiz. Aslında, "Ey Muhammed! Hevâ ve hevesini tanrı edinen, bilgisi olduğu halde Allah'ın şaşırttığı, kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü?" (Câsiye, 23) ayeti, bütün hislerimize ve aktarılanlara gayet veciz bir şekilde tercüman olmaktadır. Servetlerin, şehvetlerin, kural ve sınır tanımayan nefislerin, makamların, dünya haz ve lezzetlerinin, cehaletin kör ettiği akıl ve gönüllerin, sosyal ve toplumsal ilişkilerde sıkıntısı çekilmiyor mu? Oysa çağımız insanı olarak ders ve ibret alacak muazzam bir tarihsel birikime ve tecrübeye sahibiz. Ama bu tecrübenin doğru okunmasında ve hayata geçirilmesinde, gören, duyan, hisseden vicdana/kalbe/gönle ve de ders çıkaran akla oldukça ihtiyaç vardır. Materyalizmin alabildiğine etkinleştiği çağımızda, Allah'a gönül vermiş müminler olarak herhalde kendimizi bu zihin/gönül engelliliği bağlamında test etmemiz, sorgulamamız ve de ilahî öğretiler ekseninde durum tespiti yapmamızın kaçınılmaz olduğu da bir gerçektir. Özlü ifadesiyle manevi anlamdaki bu engellilik, gönlü masivadan arındırma, kendine gelme/kendini bilme/farkında oluş ile nihayet bulabilir. Zihinsel ve gönül safiyeti, yaratılışın esrarını iliklerine kadar hissetme ve kavrama, söz konusu engelliliğin âdeta panzehiridir. Ne olduğunu, ne olacağını, yaratılış hikmet ve gayelerini idrak ederek zihinsel ve içsel duygularına ve de eylemlerine bu eksende yön vermek, belirtilen engelliliğin önemli bir basamağını teşkil eder.
Rabbim yeter ki zihinlerimizi ve gönüllerimizi engelli eylemesin
alinti
'Ben sevda ırmağında coşup taşan seldim' de,
'Erişilmezi aşıp dağı taşı deldim' de,
'Her şeyimi bırakıp işte sana geldim' de,
Bir masal anlat bana bir varmış hep varmışlı...
Teslimiyetin ve özlemin cok güzel islendigi bir siir paylasim icin tskler.
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını..
Ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez.
Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini,dikkate alınmasını ister.
Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz..
Bir kadın güçlüdür aslında.hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.
Ama bu gücünü herzaman ortaya koymasını sevmez.
İster ki,erkeğin gücü kendisine huzur versin.
Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler.
Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.
Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz.
Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.
Bir kadın sevgidir aslında.
İçinde her zaman sevgiyi taşır.sevdiklerinden kolay ayrılamaz.
Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.zor sever; ama, tam sever.
Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.
Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.
Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.ancak beyninde yer her an terk edilebilirsiniz.
Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette.
Bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri acımak" duygusudur.
Bir kadın yalnızdır aslında. Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.
Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.
O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.
Yalnızlık onun sığınağıdır.
O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.
Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız,onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.
Bir kadın çılgındır aslında. Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez.
Üreticiliğinin sınırı yoktur.
Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.
Hoyratça harcamaz üreticiliğini,sadece erkeğine saklar.
Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir.
Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.
Yemek yemek,su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyormusunuz?
Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz
Bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..!!!
Çünkü Allah gözyaşlarını sayar.....!!!!
Kadın;erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından yaratılmadı..!!!
Öyle olsaydı ezilirdi......!!!
Üstün olsun diye başından da yaratılmadı......!!
AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI......
Eşit olsun diye......
Kolun biraz altında...Korunsun diye...!!!