Leyl-i Lal

Leyl-i Lal

Üye
26.10.2009
Genel Kurmay Başkanı
121.238
Hakkında

  • noimage

    OĞUZ HAN
    ATTİLA
    FARABİ
    İBNİ SİNA
    ALPARSLAN
    KAŞGARLI MAHMUT
    CENGİZHAN
    MEVLANA
    HACI BEKTAŞ VELİ
    NASRETTİN HOCA
    OSMAN GAZİ
    YUNUS EMRE
    KARAGÖZ
    TİMUR
    SÜLEYMAN ÇELEBİ
    YILDIRIM BEYAZİT
    HACI BAYRAM VELİ
    AKŞEMSETTİN
    ULUĞ BEY
    ALİ KUŞÇU
    ULUBATLI HASAN
    FATİH SULTAN MEHMET
    KARAMANOĞLU MEHMET BEY
    YAVUZ SULTAN SELİM
    MİMAR SİNAN
    BARBAROS
    TURGUT REİS
    FUZULİ
    KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN
    PİRİ REİS
    SOKOLLU MEHMET PAŞA
    PİR SULTAN ABDAL
    BAKİ
    KÖROĞLU
    KÖPRÜLÜ MEHMET PAŞA
    KARACAOĞLAN
    KATİP ÇELEBİ
    EVLİYA ÇELEBİ
    IV.SULTAN MURAT
    HEZARFEN AHMET ÇELEBİ
    NAİMA
    İBRAHİM MÜTEFERRİKA
    LEVNİ
    NEDİM
    ALEMDAR MUSTAFA PAŞA
    III.SULTAN SELİM
    İSMAİL DEDE EFENDİ
    BÜYÜK REŞİT PAŞA
    ALİ PAŞA
    KEÇECİZADE FUAT PAŞA
    MİTHAT PAŞA
    AHMET VEFİK PAŞA
    UZUN MEHMET
    ZİYA PAŞA
    ŞİNASİ
    AGAH EFENDİ
    GAZİ OSMAN PAŞA
    NAMIK KEMAL
    OSMAN HAMDİ BEY
    II.SULTAN ABDÜLHAMİT
    AHMET MİTHAT EFENDİ
    ABDÜLHAK HAMİT TARHAN
    KOCA YUSUF
    NENE HATUN
    HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
    AHMET RASİM
    HALİT ZİYA UŞAKLIGİL
    TEVFİK FİKRET
    MEHMET AKİF ERSOY
    TALAT PAŞA
    HÜSEYİN CAHİT YALÇIN
    ZİYA GÖKALP
    FEVZİ ÇAKMAK
    ENVER PAŞA
    ATATÜRK
    İBRAHİM ÇALLI
    KAZIM KARABEKİR
    CELAL BAYAR
    İSMET İNÖNÜ
    HALİDE EDİP ADIVAR
    MAZHAR OSMAN USMAN
    YAHYA KEMAL BEYATLI
    ÖMER SEYFETTİN
    REŞAT NURİ GÜNTEKİN
    NAŞİT ÖZCAN
    MUHSİN ERTUĞRUL
    AŞIK VEYSEL
    CEMAL GÜRSEL
    KAZIM TAŞKENT
    SEDAT SİMAVİ
    ADNAN MENDERES
    CEVDET SUNAY
    VEHBİ KOÇ
    CEMAL NADİR GÜLER
    KUBİLAY
    SAİT FAİK ABASIYANIK
    KERİMAN HALİS ECE
    ORHAN VELİ KANIK
    YAŞAR DOĞU
#30.10.2009 10:24 0 0 0
  • YABANCI DESTANLARLA TÜRK DESTANLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

    Türk destanları ile başka toplumları destanları arasında benzerlikler olduğu gibi farlılıklar da vardır. Eski Çağ toplumlarının birbirinden uzak olsalar da yapı, yetenek ve davranışları bakımından benzediklerini; iklim, coğrafya, yaşama koşulları bakımından da farklılıklar gösterdiklerini toplum bilimi ve ona yardımcı olan bilim dalları ortaya koymaktadır.

    Destanlar arasında sağlıklı karşılaştırma yapabilmek, olumlu sonuçlara varabilmek için, bütün faktörleri göz önünde bulundurmak gerektiği gibi, her destanın tümünü elde etmek, incelemek zorunluluğu vardır.

    ...

    Önce şunu kesin olarak söyleyebiliriz:

    Biçim ve işleniş yönlerinden bütün destanlar benzeşirler:

    Destanların doğuşuna, toplumu etkileyen çok önemli olaylar sebep olur.
    Sözlü olarak, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa yayılır.
    Kahramanları, toplumun yürekten benimsediği, yücelttiği, doğa üstü gücüne inandığı; yiğit kurtarıcılardır.
    Destanlar manzum savaş ve kahramanlık hikayeleridir.
    Coşkulu duyguların etkinliği, hayal gücünün sonsuzluğu, dil ve söyleyişteki şiirleşen iyi ve güzel nitelikler, destanlarda, lirik, epik, dramatik öğelerin oluşumunu sağlar.
    Bütün bu nitelikleri, Türk destanlarında bulabiliriz. Örneğin, hepimizin yakından tanıdığı ve destan parçaları olarak bildiğimiz Dede Korkut'ta vardır. Oğus Kağan'ın kurultay toplayarak söylediği sözler; sığındıkları Ergenekon adlı yayladan demir dağı eriterek kurtuluşa ve özgürlüğe ulaşan Göktürkler'in savaşı; yoksulların kurtarıcısı yiğit Manas'ın savaşları... bu gün de etkisi süren, coşkuyla okuduğumuz manzum-mensur hikayelerdir.

    İlyada'daki karşı iki ordunun çarpışmasını bir sonuca bağlamak için dövüşen komutanların yiğitçe, bazen acımasızca savaşmaları, destanların genel niteliklerine örnek sayılabilir.

    Bu örneklerde, dil ve söyleşi bakımından da ortak yönler vardır. Hikaye eden, benzetmelerle güçlendirilen, hayal gücü ile coşkulu, etkili kılınan anlatım:

    "Ey oğullar, ben çok (yerler) aştım,

    Çok savaşlar gördüm.

    Çok mızrak, çok ok attım..."

    (Oğuz Kağan Destanı)

    "Bir demirci dedi ki: Burada bir demir madeni var. Yalın kata benziyor. Şunun demirini eritsek bir yol olurdu. Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun bir kat kömür dizdiler. Dağın üstünü, arka yanını, beri yanını (böylece) doldurduktan sonra yetmiş deriden körük yapıp, yetmiş yerde kurdular. Ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın gücüyle ateş kızdıktan sonra demir dağ eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu."

    (Ergenekon Destanı)

    "Er Manasın üstüne

    Bir kahraman gelmemiş

    Aydınından Ay korkmuş

    Parlaklığından Güneş..."

    (Manas Destanı)

    "Kendisini dostça konuklayana kötülük edemesin

    Bundan böyle doğacak insanlar arasında hiç kimse.

    Böyle dedi; savurdu attı uzun gölgeli kargısını

    Vurdu Priamos'un oğlunu düzgün kalkanından...

    (İlyada Destanı) - Yunan Destanıdır

    Görülüyor ki hepsinde, savaşlar, yiğitlikler, erdemler, ibretler yanında etkili söyleyişler yer alıyor.

    İlyada'nın söyleyişinde, ayrıca, Homeros ile Türkçeye çevirenlerin kalem güçleri etkili olmaktadır.

    Türk destanları ile İlyada destanında göze çarpan en belirgin ayrılık, kahramanların toplumsal-bireysel amaca yönelik savaş ve davranışlarında gözükmektedir.

    Türk destanlarında kahramanlar, savaşırlarken kendi toplumlarının yarar ve mutluluklarını düşünmektedirler. İlyada ve Odysseia'da ise bireysel üstünlükler, bireysel amaçlara yönelik yiğitlikler önem kazanmaktadır. Bu, özellikle, Odysseia'da tek gözlü dev ile, Dede Korkut'taki Tepegöz hikayesinde de görülebilir.
    Alintidir
#30.10.2009 10:20 0 0 0
  • noimage

    MEHTER NEDİR

    Mehter Türk kültüründe dost, sevgi, birlik ve kahramanlık ocağıdır. Mehteri kendine has özellikleri ile korumak yaşatmak gelecek nesil'e bırakmak her Türk'ün görevidir. Mehter; mızıkacı, çadırcı, kavas gibi muhtelif manalarda kullanılmış bir tabir olup Farsça " MIHTER" kelimesi ile ifade edilen ve Osmanlıca ULU-BÜYÜK manasına gelen kelimesinden alınmıştır. Dilimizde bu kelimenin Arapçalaştırılmış şekillerinden " MEHTER" kullanılmaktadır.



    MEHTERİN ÖNEMİ


    Bu konuyla ilgili olarak Evliya Çelebi, Sultan 4.Murat devrinde ordu ile ilgili yaşanmış bir olayı şöyle nakleder: "Mimarların mı, yoksa mehterlerin mi alayda önceliği konusunda karar verilemez. Bu hususda görüşmek üzere Mimarbaşı ile Mehterbaşı Sultan Murat'ın huzuruna çıkarlar; Mimarbaşı başlar söze: Padişahım! Mehterler pirsiz esnaf olup Cemşid sanatını tutmuş bir alay Deccal kavmidir. Biz padişahımıza saraylar, selâtin camileri, köprüler yaparız, İslam ordusunda lüzumumuz, hizmetimiz vardır; elbet mehterlerden evvel geliriz! der.
    Bunun üzerine mehterbaşı da şu iddiada bulunur:
    Padişahım! Hangi bir tarafa gitseniz mehabet, şevket, salâbet ve şöhretiniz için, dosta düşmana karşı davul, kudüm, nefir döverek gitmeniz lazımdır. Cenk Meydanlarında gazileri cenge salmak için köslere biz tokmak çalarız ve askeri şevke getirip biz kaldırırız, padişahımız bir şeye üzülse huzurunda oniki makam, yirmi dört şube, yirmi dört sul, kırk sekiz terkip musiki faslı edip, padişahımızı neşelendiririz. Eski hükema; saz ve söz hanende, âdemin gönlüne safa verir, demişler. Biz de ruha gıda verir esnafız. Bahusus ki nerede Resulullah'ın âlemi olsa, orada dabl-ı Al-i Osman bulunmak gerekir...
    Bunun üzerine Sultan 4.Murat, mehterlerin mimarlardan evvel geçmesini irade buyurur...


    İSTANBUL'UN FETHİNDE MEHTER

    Fatih Sultan Mehmet, Fethin devam ettiği bir sabah şafakla beraber topçularının yanına gitti. Toplar atılırken, Okmeydanı'na dolmuş binlerce ulema, hep bir ağızdan tekbir getirmeye başlamışlardı. Yüzlerce davul ve zurnadan oluşan devasa bir mehteran düşünün. Osmanlı ordusuyla beraber, savaş meydanında bulunuyor. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul surlarının önüne geldiğinde, 300 kişilik mehter takımında, 100 zurna, 70 davul durmadan çalıyor; kalp ve ruhları coşku ve heyecana getiriyor. Okmeydanı'ndaki ikinci mehter de Haliç surlarına hücum eden kıtaların harp şevkini artırıyordu. Gök gürültüsünü andıran korkunç ve insanın içini ürperten sesler çıkarıyorlar, topların seslerini bile susturuyorlardı. Yine Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'a giren muhteşem zafer alayının ortasında, gözlerini yıkılmış surlara dikti, sonra atını ileri sürdü. Maiyet bölükleri, yeniçeri arkasındaki mehteran, davul ve zurnalarını çalarak devirler açıp kapayan, asırlar önce müjdelenmiş olan bu mutlu güne mutluluk katıyor ve cenk havası çalıyordu. Adet olduğu üzere zaferlerden sonra ezan okunur ve mehter çalınırdı.


    AVRUPA'DA MEHTER MUSİKİSİNİN NE GİBİ ETKİLERİ OLMUŞTUR



    18. Asırdan itibaren birçok memleketlerde mehteran bölüklerinden etkilenerek buna benzer gruplar kurulmaya başlanmıştır.
    Bestekâr Mozart ve Haydn da mehter müziğinden ilham alarak meşhur bestelerini meydana getirmişlerdir.
    Büyük Alman bestecisi Beethoven'in büyük senfonisinin son bölümü, mehterin kösüyle, davulu ve zurnasıyla seslendirilmiştir. Beethoven'in Türk Marşını mehterin bir cenk marşından adapte ettiği bilinmektedir.
    Yine Avusturyalı Bestekâr Mozart'ın, Türk askerlerinin hatıralarını terennüm eden Allah Allah seslerini nakarat halinde kullanarak, Türk Marşı diye bir eser meydana getirdiği de vakıadır.
    Alman bestekârı Wagner bir mehter konserini dinlerken heyecanlanmış, kendisini tutamayarak " İşte musiki buna derler" diye mehter hakkında hissiyatını ifade etmiştir.
    18. YY. içinde Avusturyalılar ve Prusyalılar, daha sonra Ruslar, Almanlar ve Fransızlar mehter teşkilatından etkilenerek mızıka takımları kurmuşlardır.


    MEHTERİN TARİHÇESİ


    Mehter Dünyanın ilk ve en eski alaturka Ordu bandosudur.
    Hun'lar zamanındaki adı Tuğ olan ve vurmalı sazlarla nefesli sazlardan oluşan askeri mızıka okulunun Fatih'ten sonra aldığı isim olan Mehter, Hun'lardan beri Türk savaş tekniğinin vazgeçilmez unsurudur. Bu askeri müziğin amacı, çok uzaklardan duyulan ve gitgide yaklaşan gök gürültüsüne benzer yabancı bir müzmin sesiyle düşmanın moralini bozup savaşacak güç bırakmamak, düşmanı teslim almak suretiyle harbi en kısa zamanda bitirmek ve böylece bir bakıma insan kıyımını önlemektir.
    Dünyanın en eski askeri bandosu olan mehtere ilk olarak Orhun Kitabelerinde rastlanmaktadır. Bu kitabelerde "Kübürge" ve "Tuğ" olarak anlatılan askeri bandonun,11. yy. yazılmış Divan-ü Lügat-it Türk'te Hakanların huzurunda müzik yaptığını anlatılır. O zamanlarda küvrük (kös), tomruk (davul), çenk (zil) ve nay-i Türkî adındaki sazlardan oluşan "Tuğ" lar, savaşlarda ve özel günlerde müzik yapmaktaydılar. Ayrıca "Tuğ", Türklerde hâkimiyetin de sembolü olmuştur.
    Selçukluların T'abılhâne veya Nevbet hane dediği bu kurumda Hunlardan beri ikisi nefesli, dördü vurmalı altı temel çalgı yer almıştır: İslamiyet ten sonra adları zurna, boru (nefir veya şahnay), çevgan, zil, davul ve kös'e çevrilen yurağ, boygur, çöken, çanğ, tümrük ve küvrük. Savaşta ordunun önünde giden kös, davul, nakkare, zil, çevgan, çalpara, çengi harbi, zurna ve boru gibi yüzlerce vurmalı ve nefesli çalgının çalacağı müzik, savaş, tören ve oyun (spor) amaçları için özel olarak bestelenirdi.

    Mehter, Osmanlı imparatorluğuna Anadolu Selçuk Türklerinden geçmiştir. Şöyle ki Osman Gazi'nin kurduğu Beylik; Bizanslılara karşı birçok önlemli savaşlar kazanmış olup topraklarını genişletmiştir. Bu savaşlar neticesinde Osman Gazi'nin, Selçuklu hükümdarı Aladdin Keykubat'a yararlığını göstermek için bu savaşlarda kazandığı bazı harp ganimetlerini Selçuklu Hükümdarına hediye olarak göndermiştir. Bu arada İnegöl kalesini de kuşatarak beyliğine dâhil ederek büyütmüştür. Bu olaylardan çok memnun kalan Anadolu Selçuklu Hükümdarı adamlarından KARA BALABAN ÇAVUŞ vasıtasıyla 1284 tarihinde Osman Gazi ' ye bir ferman göndererek kendisini kutlamış ve Emirlik payesi ile İstiklal (EGEMENLİK) sembolü sayılan Tuğ, Âlem Tabıl (DAVUL), Hakkaniyeti temsilen Nakkare (ÇİFTENARA), Adaleti temsilen de Ak (BEYAZ) renkte sancak göndermiştir. Osmanlılarca TABLI ALI'i OSMAN adı ile anılan ilk mehter nevbeti (KONSER) 1289 tarihinde Bilecik'in bir kasabası olan Söğüdün büyük Mescit Meydanında Osman Gazi ve silah arkadaşlarının huzurunda bir ikindi vakti ayakta dinlenmiş, bu nevbet (KONSER) ile Osmanlının hazarda ve seferde çok büyük hizmetler verecek olan Mehter takımı kurulmuş olur.
    Osman Gazi ve silah arkadaşlarının ayak üzre dinledikleri bu nevbet (KONSER) Selçuklu hükümdarına gösterdikleri hürmetten dolayıdır. Bu adet Osman Gazi'den sonraki Padişahlarca da devam etmiştir.

    Mehterin aynı makamda birçok parçayı art arda çalıp söylemesine nevbet vurma denirdi. Önceleri günde beş kez her namazdan önce nevbet vuran Mehterhane-i Hakanı, II. Mehmet döneminde yalnız ikindi namazlarından önce çalmaya başladı. Bunun dışında cüluslarda, kılıç alaylarında, zafer müjdesi geldiğinde, arife divanlarında, şehzade ve sultanların doğum ve sünnet düğünlerinde de çalardı. Barış zamanında özel yerinde çalan Mehterhane-i Hakanı, seferde padişahın (o yoksa serdarın) çadırı önünde nevbet vururdu. 17. yüzyılın sonunda ve 18. yüzyılda Topkapı Sarayı'nda Demirkapı denen yerde, ayrıca Eyüp sultan, Kasımpaşa, Galata, Tophane, Beşiktaş, Rumelihisarı, Yeniköy, Kavak, Beykoz, Anadoluhisarı, Üsküdar gibi semtlerde geceleri yatsı namazından sonra ve halkı sabah namazına kaldırmak için güneş doğmadan hemen önce nevbet vurulurdu.
    Bu olayı tevid eden Hadidi tarihinde şöyle der:

    HENÜZ (HALEN) VAR PADİŞAHLARDA ADET
    AYAK ÜZRE DİNLERLER ÇALINSA NEVBET



    Mehter takımı yüzyıllar boyunca 3 kıtada Asya, Afrika ve Avrupa'da hazarda ve seferde önemli görevler yapmıştır. Bilhassa savaşlarda Türk ordularına verdiği heyecan ve kahramanlık ifade eden Mehter musikisi marşları ile Türk ordusu karşısında bunalan düşman orduları Türk Sancağından önce Mehter takımına hücum ederek onu susturup saf dışı bırakma faaliyetlerine girişmişlerdir.
    16, 17 ve 18. yy.da yetişen Bestekâr ve icracıları eliyle askeri musiki sanatının zirvesine ulaşan mehter musikisi hem savaşlar, hem Osmanlı elçi veya heyetlerine eşlik eden şatafatlı takımlar münasebetiyle tanındığı Avrupa'da önce ordu birliklerini, sonra da bestecileri etkilemekte gecikmedi. Daha 1683'te Viyana'ya yürüyen Jan Sobieski'nin ordusuna mehter etkisiyle vurmalı çalgı arttırılmış bir askeri bando eşlik etmişti. Batılıların çoğunlukla Yeniçeri müziği anlamına gelen terimlerle adlandırdıkları mehteri ilk uygulayan Lehler oldu (l741): Avusturya, Rusya, Prusya ve İngiltere de arkalarından geldi.
    Daha sonra mehter, bünyesinde barındırdığı sazlardaki değişikliklerle, kapatıldığı 1826 tarihine kadar gelişmesini sürdürür.
    Mehterhane 1828'de II. Mahmut tarafından kapatılmış, bunun yerine III. Selim'in yakın dostu Napolyon'un emekli bando subayı Giuseppe Donizetti'ye Mızıka-i Hümayun adlı Batı kopyası saray bandosu oluşturulmuştur.
    Dünyanın ilk askeri bandosunun tekrar yaşatılmaya başlanması ise Eski Yeniçeri bandosunu ve ordusunu sembolik olarak temsil etmek için mehter: 1914 yılında askeri müze bünyesinde yeniden kurulmuştur. Bu dönemde Mehter musikisini icra eden icracılara ek olarak, bir tuğ takımı ile yeniçeri ortalarını sembolik olarak temsil eden tarihi bir birlik'de mehtere ilave olmuştur. Böylece askeri müzede faaliyete geçirilen mehtere tarihi bir hüviyet kazandırılmıştır. 1.Dünya savaşı, Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin ilk yıllarında askeri müzede varlığını sürdüren mehter: 1935 yılında tekrar kaldırılmıştır.
    1952 yılında ise askeri müze bünyesinde Mehter takımı yeniden kurdurularak daha sonraki yıllarda kurulacak Mehter takımlarının da önü açılmıştır. Bu tarihten sonra da Cumhuriyet Türkiye'sinden günümüze kadar yaşatılmıştır.


    GÜNÜMÜZ AVRUPASINDA MEHTER


    Tarihi " Mehteran Takımı", Avrupa'da Almanya'nın Bielefeld şehrinde 1998 yılında Bielefeld ve Çevresi Türk Kültür ve Sosyal Hizmetler Cemiyeti - Mevlana Cami (Ülkü Ocağı) adına dönemin dernek Başkanı Erdoğan Aktaş tarafından Fatih Mehter Takımı adı ile kurdurulmuştur.
    Fatih Mehter Takımı Avrupa'da kurulup programlarına ara vermeden hizmet eden ilk " MEHTER TAKIMI" olma özelliğini taşır. Sonraki yıllarda Avrupa'da kurulacak diğer mehter takımlarına da ışık olacaktır.

    Kurulduğu günden itibaren çalışmamalarını ve programlarını aksatmadan devam ettiren " Fatih Mehter Takımı" kısa süre içerisinde Avrupa'da tanınmış Türkiye'den çok büyük maddi harcamalarla getirilen mehter takımlarının Avrupa Türklüğüne getirmiş olduğu maddi yükü ise ortadan kaldırmıştır.

    Sanal âlemde (internette) emek harcayarak tarafsız bakış açısıyla bütün kaynakları değerlendirerek hazırlamış olduğu Mehterin Tarihçesi ile birçok Mehter Takımının ve sanal âlemde (internette) site sahiplerinin bu tarihçeyi kullanmaları'nda verdiği hizmeti ortaya koymaktadır. Mehterin bu Tarihçesi aynı zamanda birçok öğrencinin ise ciddi manada bilgi kaynağı olmuştur. Kısaca sanal âlemde de (internette) bir devrim gerçekleştirmiştir.


    İLK ÇOCUK MEHTER TAKIMI



    Bielefeld ve Çevresi Türk Kültür ve Sosyal Hizmetler Cemiyeti - Mevlana Cami-i (Ülkü Ocağı) adına dönemin Cemiyet Başkanı Erdoğan Aktaş, Fatih Mehter Takımı bünyesinde 2000 yılında Avrupa'da, Türkiye'de hatta Dünyada bir ilki gerçekleştirerek bünyesinde miniklerden oluşan birde çocuk mehter takımını kurdurmuştur. Miniklerden oluşan çocuk mehteranlar daha sonraki yıllarda Türkiye'de ve Avrupa'da kurulacak diğer çocuk ekiplere de örnek olacaktır. Fatih Mehter Takımı sadece Avrupa Türklüğüne değil Dünya Türklüğüne hizmet ettiğini her alanda göstermiştir.


    AVRUPA'DA MEHTER'İN KURULUŞ AMACI VE FATİH MEHTER TAKIMI


    Uyum içerisinde yaşamakta olduğumuz Avrupa'da, kültürümüzü muhafaza ederek, Müslüman Türk Milletinin tarihten gelen kültür zenginliğini, Avrupa insanına en iyi şekilde sunmak kuruluş olarak hedefimizdir.

    Fatih Mehter Takımı'nın, uyum ve bütünleşme çalışmaları noktasında Avrupa genelindeki kültür ve sanat etkinliklerinde büyük katkısı olmuştur.

    Fatih Mehter Takımı 1998 yılından itibaren büyükler 2000 yılından itibaren ise miniklerden oluşan Mehter Takımlarıyla birçok konser vermiş olup, Almanya içi ve dışı yoğun konser teklifleri alan Mehteranımız, milli gün ve gecelerin yanı sıra uluslararası organizasyonlarda da yer alıp Tarihi Mehter Takımını en iyi şekilde temsil etmektedir. Bugüne kadarda çeşitli Türk ve yabancı televizyon kanallarına ve gazetelerine haber konusu olmuş ve olmaya da devam etmektedir.
    Topluluğumuz, bünyesindeki dört katlı mehteri ile Almaya içinde birçok şehirde ve Almanya dışında Danimarka, Hollanda, Belçika, Fransa, İsviçre ve Avusturya gibi ülkelerde birçok konser vermiştir. Bu konserlerde, üzerine düşen tarihi, kültürel ve sanatsal görevin sorumluluğu içinde hem klasik mehter repertuarını icra etmiş, hem de yeniliklere açık olacak şekilde programlar yapmıştır.


    MEHTER TAKIMI'NIN YAPISI

    Mehter takımının yürüyüş nizamında merasime iştirak şöyledir: Önde çorbacı başı (Emir-i Âlem) unvanını taşıyan ve başında "üsküf" bulunan mehteran bölüğü komutanı, onun arkasında, sol tarafta zırhlı muhafızı ile birlikte yeşil sancak, ortada istiklal alameti olan ak sancak, sağ başta ise zırhlı muhafız ile birlikte kırmızı sancak bulunur. Sancakların arkasında ise üçerli koldan üç sıra halinde dizilmiş dokuz tuğ gelir. Sağ taraftaki kırmızı sancağın arkasında, yeniçerilerin taşıdığı hücum tuğu yer alır. Tuğlardan sonra ortada mehterbaşı bulunur. Mehterbaşından sonra ise mehterin iki katı adedince çevgenler (okuyucular), zurnazenler, boruzenler, nakkarezenler, zilzenler ve davulzenler gelmektedir. En arkada ise at sırtında taşınan kös bulunmaktadır.
    Mehter takımı katlardan oluşur ve 3 katlı, 5 katlı, 7 katlı, 9 katlı 11 katlı, 13 katlı Mehter diye adlandırılır. En küçüğü 3 katlı, en büyüğü 13 katlı olarak kurulmuştur. Mehter takımında katlı demek her sazdan o kat nispetinde Enstrüman <saz> bulunması demektir. Yani 5 katlı Mehter takımında, 5 zurna, 5 boru, 5 nakkare, 5 zilve, 5 davul var demektir. Bu düzene göre takımda 10 çevgen (diğer sazların iki misli) bulunur. 13 katlı Mehter yalnızca Padişaha aittir.


    MEHTER DİZİLİŞ VE YÜRÜYÜŞÜ


    Mehter takımının kendine has bir yürüyüş şekli vardır.
    Yürüyüşlere daima Besmele ve sağ ayakla başlanır. Yürüyüş yapılırken her üç adım atışta sağa ve sola dönülerek yürünür. Bu, Mehter Takımı'nın sağa ve sola RAHİMALLAH - KERİMALLAH manasına gelen selamlama yürüyüşüdür. Yoksa bazı çevrelerin ifade ettiği gibi iki ileri bir geri gibi bir anlam taşımaz.



    KONSER DÜZENİ


    İlk kurulduğu yıllarda çember biçiminde dizilen mehter, sonraları yarım daire (hilâl) biçiminde dizilmeye başladı. Mehteran, daire şeklinde nevbet nizamını oluşturur, nakkare zenleri oturup diğerlerinin ayakta durmasıyla da hilal görünümü verir. Kösler hilalin orta ilerisine konulur. İçoğlanı Başçavuşu, mehter faslı başlamadan önce daireden çıkarak ortaya gelir ve: "Vaktı-i Süruru sefa Mehterbaşı Ağa! Hey! Hey! " diye bağırır. Bu sırada hazır bulunanların dikkatlerini çekmek için nakkarelerle sofyan usulünde üç tempo atılır. Nakkareler çalarken de Mehterbaşı ağa mehterin önüne gelir: "Merhaba Ey Mehteran!" der ve sağ elini göğsüne koyarak mehteri selamlar.
    Mehteran da hep beraber sağ ellerini göğüsleri üzerine koyarak koro halinde "Merhaba, Mehterbaşı Ağa!" diyerek karşılık verirler. Daha sonra mehterbaşı ağa: "Hasduuuur" diyerek çalınacak makamın ve eserin adını söyler (mesela "Der fasl-ı Acem aşiran, cihadı-ı ekber marş!" der) hemen arkasından "Haydi.. Ya Allah !" diyerek mehteri icraya geçirir. Nevbet bitince Mehter Gülbankı (duası) okunur ve fasıl sona erer...


    MEHTER DUASI


    Allah Allah, Celilü'l-Cebbar, Muinü's-Set tar Halıku'l-Leyli ve'n-Nehar, Layezal, Zülcelâl, birdir Allah Anın birliğine, Resul-ü Enbiya Peygamberimiz Cenab-ı Ahmed-i Mahmut-u Muhammed Mustafa ( bütün efrad elleri göğüste olduğu halde rükûa diger gibi eğilirler ) Al-i evladı-ı Resulü müçtebi imdadı-ı ruhaniyetine; bir cümle Âlem-i İslam'ın sıhhatü selametine, Ordularımızın devamı muzafferiyetine aziz devletimizin beka-ü temadüsüne üçler, yediler, kırklar, göçenler demine devranına "Hu diyelim Huuu" denildikten sonra bütün mehter takımı davul ve zilleri şiddetle vurarak dokuz defa "Hu" çekerlerdi. Sonra da üç defa kös vururlardı.
    Eli kan kılıcı kan, sinesi üryan, ciğeri püryan, meydan-ı şahadette Allah yoluna revan, Kahrımız Gazabımız düşmana ziyan!... Adüvden korkmadık, korkmayız hiç bir zaman, Kur-anda zafer va-ad ediyor Hazreti Yezdan, uğrun açık olsun ey Serdarı Mücahid, Hüda kılıcını keskin etsin. Ömrünü gün gibi bedid! Fahri âlemi hoşnut etsin. Hak, gaza-i ekberin etsin mübarek ve sait.

    Takımın içinden evvelce seçilmiş dik ve güzel sesli biri tiz perdeden: "Nasrünminallahi ve fethün garib. Ve beşşiril müminin" ayetini okur, üç defa "Allah" diyecek kadar dururdu. Sonra bütün aletlerle beraber davullar ve kösler hafif vurarak devamlı teramole yapılır, bu sırada hep bir ağızdan "Allah Allah" deyince susarlar ve baş eğerek geriye döner ve dağılırlar.

    MEHTER MÜZİĞİ



    Mehter müziği klasik Türk müziğindeki makam ve usullerin kullanıldığı tek sesli bir müziktir. Peşrev, semai, nakış, cengi harbi, murabba, kalenderi gibi formları vardır. Mehterhane'nin repertuarında bu formalrın dışında, serhat türküleri de yer almıştır. Buna karşılık, bazı mehter peşrevleri de fasıl müziğinde çalınmıştır. Mehter müziğinde ahlâtı, revani, saf gibi fasıl müziğinde hemen hemen hiç kullanılmamış usullere de yer verilmiş, bunların çoğu, o usulde bestelenmiş yapıtların form adı da olmuştur.

    Mehter müziğinin bestelerinin çoğunu Mehterhane'de görevli müzikçiler yapmıştır. Günümüze ulaşan mehter melodilerinin en eskileri Nefiri Behram, Emir-i Hac, Hasan Can ve II. Gazi Giray gibi 16. yüzyıl bestecilerinin yapıtlarıdır. Notası bulunan yapıtların da büyük çoğunluğu 17. Yüzyıldan kalmıştır. Bu yüzden belli başlı bestecileri Zurnazen Edirneli Dağı Ahmed Çelebi, Zurnazen başı İbrahim Ağa, Müstakim Ağa, Ham mali ve Şah Murad'dır. Hızır Ağa da 18. Yüzyılın en büyük mehter bestecisidir. 16. ve 17. Yüzyılın çoğu peşrev formunda olan yapıtları Ali Ufki Bey'in ünlü derlemesi ile Mecmua-i Saz dergisinde, ve Söz ve Kantemiroğlu Edvarı adıyla tanınan Kitabı İlmi'l-Musiki ala Vechi'l-Hurufat eseri aracılığıyla günümüze ulaşmıştır.

    Mehter müziği bestecileri, Osmanlı ordusuna cesaret ve coşku verici, düşman askerini korkutucu melodiler yaratmaya özen göstermişlerdir. Osmanlıların Avrupa'nın ortalarına kadar ilerlemesi, 17. yüzyılda mehter müziğindeki birçok öğenin Avrupa müziğine de girmesine yol açmıştır. Bunların başında kös, nakkare, çevgan, halile gibi belirsiz ses veren vurmalı çalgıların kullanılması gelir. Ayrıca bazı batılı bestecilerin yapıtlarında mehter müziğinden esinlenilmiş bölümler de vardır.

    Mehter, sanılanın aksine sadece marş çalmaz. Kendi yapısına uygun kâr, karçe, beste, semai, fasıl şarkıları, serhat ve Rumeli türküleri, peşrev ve saz semaileri de mehterin repertuarı içinde yer alır.

    KIYAFETLER

    Saz başları kırmızı cübbe, kırmızı kavuk, kırmızı şalvar, sarı üç etek ve sarı yemeni giyerler. Diğer sazlar koyu mavi cübbe, kavuk, şalvar ve renkli üç etek ile kırmızı yemeni giyerler. Çevgânlar da saz başları gibi giyinirler.


    MEHTERANDA BAZI KOMUTLAR VE MALZEMELERİN ANLAMLARI


    KONSER:NEVBETİ

    DİKKAT:HEY HEY

    SAFTA TOPLAN:SAF NİZAMINI

    YÜRÜYÜŞ KOLU:YÜRÜYÜŞ NİZAMINI

    UYGUN ADIM:YAKŞİ KADEMİ

    MARŞ:HAYDİ, YA ALLAH

    KONSER DÜZENİ:NEVBET NİZAMINI

    TÜRKLÜK:KIRMIZI SANCAK

    İSLAMİYET:YEŞİL SANCAK

    ADALET VE BATI:BEYAZ SANCAK

    TUĞLAR: BEYLİKLERİ

    MEHTERAN BÖLÜK KOMUTANI (EMİR-İ ÂLEM BAŞLIĞI): ÜSKÜF

    KOMUTANIN BELİNDE BAĞLADIĞI KUŞAK:SİLAHLIK

    SANCAKTAR VE TUĞCU BAŞLIĞI:BÖRK

    SANCAKTAR VE TUĞCU YELEĞİ:KARTAL KANADI

    SANCAKTAR VE TUĞCU GÖMLEĞİ:MİNTAN

    BÜTÜN MEHTERANIN PANTOLONU:ŞALVAR

    ÇEVGANI VE SAZ EKİBİ BAŞLIĞI:KAVUK

    İÇLERİNE GİYDİKLERİ ENTARİ :ÜÇETEK

    ÜZERLERİNE GİYDİKLERİ:CÜBBE

    bÜTÜN MEHTERAN AYAKKABISI: YEMENİ

    BÜTÜN MEHTERANIN BELİNE SARDIĞI: KUŞAK

    HALKALARDAN ELBİSE GİYEN: MUHAFIZ-ZIRHLI

    BAŞINA GİYDİĞİ: MİHFER

    OMUZUNA TAKTIĞI TEPSİMSİ YUVARLAK:KALKAN

    MEHTER BAŞININ KONSERİ İDARE SOPASI:ASA

    KABA ZURNA:ZURNAY

    BORU -TROMPET:BURGAY-NEFİR

    NAKKARE: ÇİFTENARA-KOSADUMBUL

    ZİL:CENG-SANC-ZENÇ

    DAVUL:TABIL-TIVIL

    KÖS: KUS-KÖBÜRGE-KÜVRÜĞ

    MEHTERAN BÖLÜK KOMUTANI: EMİR-İ ÂLEM

    KONSER MUSİKİ ŞEFİ: MEHTERAN BAŞI

    ÇEVGENLER: ÇEVGANİ

    SANCAK TAŞIYANLAR: SANCAKTAR

    SANCAKLARI VE TUĞLARI TAŞIYAN OMUZLUKLAR: HAMA-İ

    noimage
#30.10.2009 10:18 0 0 0
  • Vasiyetname Yazan Tek Padişah

    Bu padişah,Fatih'in babası 2.Murat'tır.Ölümünden 5 yıl kadar önce düzenlediği vasiyetnamesinde 2.Murat servetini dağıtıyor, kölelerini de azat ediyordu.

    2.Murat,Osmanlı Devleti'ni yeniden kuran 1.Mehmet (Çelebi)'nin oğlu,Yıldırım Beyazit'in de torunudur.1402'de yani,dedesinin Timur'a yenik düştüğü yıl,Emine Hatun'dan dünyaya gelmiş,iki kez tahta çıkmış;toplam olarak 28 yıl padişahlık yapmıştır.



    Padişah 2.Murat

    Aslı Arapça olan bu vasiyetnamenin Türkçe tercümesinin tam metni:

    "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyle,

    Görüş sahibi olanların gözlerinden gaflet karanlığını açıp kaldıran Allah'a hamd olsun.Efendimiz Muhammed'e ve onun iyi,güzel ve temiz soyundan olanlara dualar olsun.

    Her türlü noksanlardan uzak olan yüce Tanrı;Ulu Sultan ve Büyük Hakan,milletlerin idarecisi,Arap ve Acem hükümdarlarının efendisi,gazi ve mücahitlerin yardımcısı,kafirlerin ve Tanrı'ya ortak koşanların katili,azgın ve inatçıları kahredici;zayıf,yoksul ve çaresiz Müslümanlara yardım edici,denizlerin ve karaların sultanı,fetih sahibi,şehit Sultan Beyazit oğlu kutlu Sultan Mehmet'in oğlu Murat Hanı-Yüce Tanrı mülkünü ve saltanatını devamlı etsin-herkesin ölümü tadacağını ve dünyada olan herkesin sonunun olacağını,ancak çok ulu ve karşılıksız verici Allah'ın kalacağını bilmeye ve Yüce Tanrı'nın "Dünya hayatı sizleri gurura düşürmesin.Gurur,Allah'a mahsustur" sözünü düşünmeye,-Allah'ın dua ve selamı üzerine olan-peygamberimizin,"Vasiyet edecek bir şeyi bulunan Müslümanın vasiyeti yanında yazılı olarak bulunmadıkça iki gece yatmaya hakkı yoktur."sözünü sıkı sıkı tutmaya muvaffak etti.

    Kendisi-Allah hayrını kabul etsin-iyi niyetle ve saf inanışla 850 yılının Camaziyelevvel ayının yedinci günü(31 Temmuz 1446),Saruhan(Manisa)'da bulunan malının üçte birini vasiyet etti ve o maldan aşağıda harcama şekli açıkça bildirilecek 10.000 filori(Floransa altını,Florin) tayin etti.

    3.500 filori Mekke-Allah onu şerefli etsin-fakirlerine ve öbür 3.500 filori
    yine öyle-Allah'ın dua ve selamı üzerine olsun-Peygamberimizin şehri Medine fakirlerine harcansın.500 filori Mekke ahalisinden Kabe ile Hatun denilen yer arasında toplanıp 70.000 kere "Allah'tan başka tapacak yoktur"sözünü tekrarlayarak sevabını vasiyet sahibine verenlere-Allah hayırlarını kabul etsin-harcansın.

    Ve yine o paradan 500 filori-Allah'ın dua ve selamı üzerine olsun-Peygamberimizin şehri Medine ahalisinden Peygamberimizin mescidinde toplanıp onun tertemiz kabrine karşı oturarak 70.000 kere "Allah'tan başka tapacak yoktur." sözünü tekrarlayıp sevabını adı geçen vasiyet sahibine verenlere-Allah hayırlarını kabul etsin-harcansın.

    Geri kalandan 2.000 filorinin 1.500'ü Kabe fakirlerine ve 500'ü Kudüs'teki Mescid-i Aksa'da Sahre kubbesinde 70.000 kere "Allah'tan başka tapacak yoktur." sözünü tekrarlayanlara ve Kur'an-ı Kerim'i defalarca okuyanlara harcansın.

    Böylece filoriler tükendi.Allah'ın,meleklerin ve bütün halkın laneti,bunları duyduktan sonra değiştirenlerin üzerine olsun.

    Ayrıca o maldan,ayrıntıları aşağıda anlatıldığı gibi harcanmak üzere 12.000 filori daha vasiyet ettim.Allah hayırlı olanı kabul etsin.7.000 filori vakfeden için her gün ve her gece bu filori bitene kadar usulüne uygun olarak güzel Kur'an-ı Kerim okuyanlara ve sevabını vasiyet edene verenlere-Allah hayırlı olanı kabul etsin-1.000'i(her ayın)ilk gününde Peygamber soyundan gelenlere ve son 1.000'i-dua ve selam üzerine olsun-Peygamberimize 70.000 salavat okuyanlara ve sevabını vasiyet edene verenlere-Allah iyi işlerini kabul etsin-harcansın.Ayrıca 1.000 filori de yine o zata 70.000 kere "Allah'tan başka tapacak yoktur" diyenlere ve sevabını vasiyet edene verenlere-Allah hayırlarını kabul etsin- harcansın.Bu 10.000 de tamam oldu.Bunları duyduktan sonra değiştiren olursa,Allah'ın ,meleklerin ve bütün halkın laneti üzerine olsun.

    Bundan sonra şöyle vasiyet etti,Allah hayırlarını kabul etsin;,Kırmızı yakuttan bir miskalden fazla ağırlıkta taşı olan ve yanında bir deliği bulunan yüzüğünün satılmasını vasiyet etti.Bu yüzüğü kendisi 95.000 dirhem(ortalama 301 gram) gümüş değerine satın almıştır.Bu para bitene kadar gece gündüz ruhu için
    Kur'an-ı Kerim okuyanlara harcansın.

    Yine taşı elmas olan yüzüğünün de satılmasını vasiyet etti.Parası,kendisinin gömülmesinden evvel ve sonra 70.000 kere "Allah'tan başka tapacak yoktur" diye tekrarlayanlara harcansın.Bu yüzükler,o sırada satılamzsa bir yerde rehine konulsun,borç para alınıp söylenen yerlere harcansın.Ondan sonra satılır ve borç ödenir.

    Bundan sonra üzerine farz olup yerine getiremediği hac görevi karşılığında,birisine hac ettirilmesini vasiyet etti.Bu maldan,hac edecek kimseye 1.000 filori harcansın ve namaz borçlarının sadaka suretiyle hilesiz olarak düşürülmesini vasiyet etti.Bunun için de adı geçen paradan yettiği kadar harcansın.Bunları duyduktan sonra değiştiren olursa,Allah'ın,meleklerin ve bütün halkın laneti üzerine olsun.

    Yine adı geçen Bursa'da oğlu Alaaddin'in yanına 3-4 bin zira(75,8 cm)uzağına gömülmesini ve naaşının ola gelen sünnete göre toprak içine konulmasını ve sultanlar serdabu(yer altında özel oda) gibi serdap yapılmamasını vasiyet etti ve mezarının avlusuna dört duvar yapılmasını ve Kur'an okuyanların oturması için dört taraftan üstlerine dam konulmasını damın ortasının da,Allah'ın rahmetleri eserlerinden olan yağmurun mezarının üzerine yağması için açık bırakılmasını vasiyet etti.Bunların yapılması için o paradan 5.000 filori harcansın.Oraya kendisinden başka,evlad ve akrabalarından kimselerin konulmamasını vasiyet etti.

    Yine vasiyet etti ki,eğer ömrü vefa etmezse-Allah ömrünü uzun eylesin-Allah'ın yardımıyla Bursa şehrinden oraya(yani türbesinin bulunduğu yere.O zaman burası şehrin dışında bulunuyordu.)getirilsin.Başka yerde ölürse naaşı perşembe günü Bursa şehrine varıp, toprağın altında yatışının ilk gecesi Cuma gecesi olsun.

    Bundan sonra dedi ki;şimdi sahip olduğum kölelerin hepsi ve bundan sonra sahip olacaklarım Türkçede Yançoğlu adı verilen ve gerek şimdi benim yanımda veyahut bir memuriyete çıkmış bulunanlar olsun,ölüm hastalığından 40 gün evvelinden itibaren hür olsunlar.Ve yine dedi ki,benimle memleketleri olan Saruhan'dan Edirne'ye gelen kölelerin hepsi ve onlardan benimle Edirne'de bulunanlar,ölüm hastalığından kırk gün evvel hür olsunlar.

    Bundan sonra da şöyle vasiyet etti:Allah iyiliklerini kabul etsin.Osmanlı memleketinde sadrazam olan kimseyi bu hayır haklarında bu paradan anılan miktarda harcamak üzere ve Bursa kadısı olan kimseyi ve Bursa'da naip(kadı vekili)bulunan kimseyi ve Bursa medreselerinde müderris olan kimseyi de vasiyete naşın(gözetimci) tayin etti.Onlar,tasarruf cihetlerini(yani neyin ne ve nasıl yapılacağını)bilirler.Vasiyetin yerine getirilmesinde ve bu malların hepsinin bildirilen masraflara harcanması hususuna yardımcı olurlar.Bunlar,850 yılı Cemaziyelevvel ayının ortalarında yazıldı."

    Kadıaskerin tasdiki ise şöyledir:

    "Bu vasiyette yazılı olanlar yanımda cereyan etti.Ben bunları vasiyet edenin ağzından işittim.Allah hayırlarını kabul etsin.

    Ben,hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah'ın rahmetine muhtaç,onun yardımını görmüş Kadıasker Feramüzi oğlu Mehmed'im.Allah,ilahi yüceliği ile onları af etsin."

    Kaynak: Devlet Arşivi,İstanbul

    noimage
#30.10.2009 10:04 0 0 0
  • Konu: Dua Defteri
    Rabbim!!!


    Bir insan koy kalbime!
    Ama o insan Senin de sevdiğin olsun.
    Ve beni öyle bir insan sevdir ki;
    O insanin kalbi Seninle yanan bir mabed olsun.
    Beni öyle bir insanla buluştur ki
    Benden önce,
    Onunla buluşmuş olan Sen olasın.
    Onunla el ele tutuştuğumuzda,
    İkimizin elinin üzerinde Sen olasın!!!
    Bana öyle gözler göster ki;
    Ben o gözlerden Sana bakayım.
    Bana öyle bir sevgili ver ki
    O gözler,Cennete açılan iki pencere olsun.
    Onunla öyle bir yolda yürüyelim ki;
    Kılavuzumuz Sen olasın

    Ey Rabbim!!!
    Öyle bir sevgili verki bana,
    Ona sarıldığımda kainat bize baksın.
    Birbirine sarılsın.
    Sevgimiz kurtla kuzuları barıştırsın
    Bize bakıp şeytan Adem'e secde etsin.
    Günah sevap uğruna kendini feda etsin.
    Ölüler birer birer uyansın sevgimizle!!!
    Bize öyle bir sevgili ver ki Rabbim! Sevgimizde,Muhammed(S.A.V) sevilsin.
    Öyle sevelimki birbirimizi.
    Hz. Hatice göklerden bize seslensin,
    Ve desin ki;
    "Bak Ya Muhammed bak şu sevgililere onlar bizde bizde onlardayız.
    Bak Aşkımız birkez daha yaşanıyor yer yüzünde..
    Allah Aşkımızı öyle çok seviyorki binlerce insana yaşatıyor.."
#30.10.2009 08:47 0 0 0
#30.10.2009 08:22 0 0 0
  • Bu cok güzel bir sürpriz oldu cok tsk ediyorum.Kendime ait siirimi sizin sunmaniz ayri bir güzellik.Emeginize saglik...Cok mutlu oldum...Tskler...
#30.10.2009 08:18 0 0 0
  • Ben seni görmeden sevdim
    Yorgun gecelerde titreyen,bir yanı yetim bir yanı öksüz yüreğimle sevdim seni.
    Ey gönül bahçemde büyüttüğüm nazlı çiçek,ey sevdamın adı aşkın gerçek
    anlamı,Bu hasret bu gurbet söyle ne zaman bitecek?
    Ben seni görmeden sevdim
    Yolunu gözledim bir Medine sabahı..Ellerimde güller ,

    güller ki kokunu aldığım,

    kokunu alıp yandığım,yanıp yanıp ağladığım
    Ben seni görmeden sevdim
    Gözlerini gözlerime değdir Efendim,ellerini ellerime.,

    Sevmeyi senden öğrendim ilkin,

    sevilmesi gereken her şeyi senden.Şefkat seninle mana
    buldu,buz çöllerini seninle aştım.Ab-ı hayat sundun sıcak
    ikliminle.Gözlerini gözlerime değdir,ellerini ellerime Efendim.
    Ben seni görmeden sevdim
    Bahar yüzlü insanlar bildim etrafında pervane,onlardan biri olmak istedim
    hep her emrine amade.Seninle yaşamak,seninle ölmek,seninle ağlamak ve
    seninle tebessüm etmek,aynı sofrayı seninle paylaşmak istedim ama en çok
    seni ,seni görmek istedim.Göremesem de..
    Ben seni görmeden sevdim
    Veysel karani sabrıyla büyüttüm sevgimi,hüznü yoldaş ettim.Kah yeller gibi
    estim Yemen'de,kah Mecnun gibi düştüm dillere.Bilki ölüm kapımı çalıp
    geldiğinde,ne zaman,nasıl kim bilir nerede?ben seni görmeden sevdim.
    Ben seni görmeden sevdim
    Rüyalarım var sana dair,özlemlerim var sana.Al yüreğim senin olsun
    sultanım,uyandır beni aşka.Ey gül-ü Vefa,Ey Rahmet
    sağanağı.Yağmur yağmur,tane tane düştünde gönlüme kurak topraklarım
    hayat buldu gelişinle.

    Ben Leyla çölünde seraplar gördüm çoğu zaman,boş hülyalara daldım,
    kayboldum.Su içtiğim pınarlara ateşler dokundu,

    ben aşkımın hicranını sırtımda taşıdım.
    Ben seni görmeden sevdim
    Seni görmeden seven milyonlarca sevdalı gibi..

    En berrak duyguları besledim
    sana,en nadide hisleri.Gel Efendim al götür beni uzaklara,düşmeden gülüm tuzaklara.Gözlerimde yaş akar durur,bu ayrılık beni yakar vurur.

    Gözlerini gözlerime değdir,ellerini ellerime Efendim

    BEN SENİ GÖRMEDEN SEVDİM EFENDİM.

    Alintidir..
#30.10.2009 07:52 0 0 0

  • Sevgiymis vefaymis askmis hepsi hikaye...
    Yürekten seven bulunmaz ne care...
    Gercek seveni bulmakmidir gaye...
    Sevgi hakedene verilir bil bundan böyle...

    insanlik lafta amma ispati yoktur...
    Herkes ben gercegim der sanarsinki yalan yoktur..
    Sevmek gönül isi yürek ister atesten bir oktur..
    Sevgi hakedene verilir bil bundan böyle..

    Yüregi tastanmi yaratilmistir nedir bilemem...
    Gercekte sevip sevmedigini cözemem...
    Kalbinde aynasi yokturki göremem...
    Sevgi hakedene verilir bil bundan böyle...

    Kalp gözünle görsen gözün aldigi heryeri...
    Vefayi sadakati sevgiyi...
    Yalansiz olsunda gelsin yürekten iceri...
    Sevgi hakedene verilir bil bundan böyle..

    Yürüdügüm yollara sevgi eker güller dökerim...
    Özde hakedeni yürekten severim...
    Gerekirse karli zirveleri asarim...
    Sevgi hakedene verilir bil bundan böyle..

    Özde varsa sevgi yürektense eger dile yansir..
    Sevginin sevdasi kagida kaleme yansir...
    Sevgi sir olamaz söze yansir...
    Sevgi hakedene verilir bil bundan böyle..

    Herkesi kendin gibi sanma ac gözlerini
    Sevgi dolu yüregini aglatma hic emi...
    Kalpsizler bezdirdi acikca belli...
    Sevgi hakedene verilir bil bundan böyle..

    Anladim is isten gecmeden ögrendim hayat bir imtihan
    Yaradana sigindim ondan dilendim eman...
    Leyla derki sevgi hakedene deger bilene
    Bilmiyenin yolu acik olsun gitsin gidebildigi yere...
#30.10.2009 07:48 0 0 0
#30.10.2009 07:31 0 0 0

  • Askin tarifi yoktur yazabilen hic olmadi
    Ask kalbe gelince kacabilen yoktur
    Ya seveceksin Leylaca yada gidecek
    Ya beyaz olacaksin ya siyah
    Yüzünü griye döndürmeyeceksin
    Ya öleceksin ya bu sevdaya basini vereceksin
    Ya Leylaca seveceksin Hakki bileceksin
    Ya mertce yasayacaksin yada namert öleceksin

#30.10.2009 07:29 0 0 0
  • Konu: ßir Umut


    Bir umut beslersin
    Büyütürsün içinde
    Sonra yağmur yağar
    Yitirirsin herşeyini
    Kahrolursun
    Hep ağlarsın
    Haykırırsın
    Ama duyulmazsın

    Baharım gelmezse gönlüme
    Açmasın çiçekleri dallarımın
    Güneşi o yeşil gözlerinde
    Görmezsem doğmasın sabahlarım
#30.10.2009 07:22 0 0 0
#30.10.2009 07:12 0 0 0
  • Yüregin feryadidir susmak her ne kadar aci versede olgunlastirir insani.Cok güzel bir sunum olmus,yüreginize saglik....
#30.10.2009 07:11 0 0 0
  • Ravza-i Mutahhara Hakkinda - Ravza-i Mutahhara Tanitim - Tertemiz Cicekli Cennet Bagi

    noimage

    RAVZA-İ MUTAHHARA

    Ravza, bahçe ve cennet anlamlarına gelir Ravza-i Mutahhara geniş anlamıyla, âlemlerin Efendisi Hz Muhammed (sas)'in medfün bulunduğu yer ve Mescid-i Nebi demek ise de, özel manasıyla Mescid-i Nebi'nin içinde Hz Peygamber (sas)'in kabr-i saadetleriyle minber-i şerif arasında kalan kısım demektir Bu yer 10 m genişliğinde ve 20 m uzunluğunda 200 m2 lik bir sahadır Bu alanın fazileti ile ilgili olarak Allah Resulu şöyle buyurur: "Evimle minberim arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir" (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 268)
    Medine'de bulunan Mescid-i Nebi'nin fazileti hakkında Allah elçisi şöyle buyurur: "Fazla sevap umarak, içinde namaz ve ibadet için şu üç mescid dışında hiç bir mescid için yolculuk yapmak uygun olmaz: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî ve Mescid-i Aksâ" (Tecrid, IV,199); Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram dışında, diğer mescidlerde kılınan bin namazdan (sevap yönüyle) daha hayırlıdır" (Tecrid, IV, 249) Zikredilen faziletleri bünyesinde bulunduran mescidde, Hz Muhammed (sas)'in medfûn bulunduğu "Hücre-i Saadet", Kâbe dahil yeryüzünün her noktasından, göklerden ve arştan daha üstün ve şerefli kabul edilmiştir (Tecrid, IV 258) Kabr-i saadetlerini ziyaretin faziletiyle ilgili olarak şu iki hadis zikredilir: "Kabrimi ziyaret edene şefaatim sabit bir hak olur" ; Kim ki, beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibidir" (Acluni, Keşful-Hafâ, Beyrut 1351, II, 250) Bu hadisler göz önüne alınınca, Medine'de Hz Peygamber (sas)'in kabrini ziyaret etmenin ve bu Mescid'de namaz kılmanın sevabı kendiliğinden ortaya çıkar Bundan dolayı müslümanlar, gerek hac ve gerekse umre için yaptıkları seyahatlarda bu mübarek yerin ziyaretine çok önem verir Bu mescid ve kabri ziyaret, İslam âlimlerince mendûb bir amel olarak kabul edilmiştir Öte yandan Hanefi bilginleri, mâlî durumları elverişli olan kimseler için bu ziyareti vâcib derecesinde saymışlar; bir zaruret olmaksızın terkedilmesini büyük bir gaflet ve katı yüreklilik olarak kabul etmişlerdir
    Mescid-i Nebî ve kabr-i saadetin hac ibadetinden önce veya sonra ziyaret edilmesi caizdir Ancak Medine-i Münevvere, hacının yolu üzerinde bulunmadığı takdirde yapılan hac farz ise, merkad-i saadetin hacdan sonra ziyaret edilmesi daha uygun görülmüştür Böylece günahlardan arınılmış halde Hz Peygamber (sas)'in huzuruna çıkılmış olur Fakat Medine, Mekke'ye giderken hacının yol uğrağı ise, önce Resulullah'ın kabr-i şerifini ziyaret etmek gerekir Bu durumda kabr-i saadetin ziyaretini hacdan sonraya bırakmak, kişinin katı yürekli olduğuna işarettir Eğer yapılan hac nafile ise, kabr-i saadetin hacdan önce veya sonra ziyareti arasında fark yoktur Her hacı kendi durumuna göre hareket etme serbestisine sahiptir

    This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 800x600.


    Hac veya umre yapmak amacıyla Medine'ye gelen kişi, temiz elbiseler giyer, güzel kokular sürünür, salavât-ı şerife getirerek Mescid-i Nebi'ye "Bâbü's-Selâm" veya "Bâb-ı Cibril" denilen kapıların birinden girer İki rekât "Tahıyyetül-Mescid" kılar Eğer namazı imkan bulursa Resulullah (sas)'ın mihrabı yanında, mümkün olmazsa minber veya mihraba yakın bir yerde, bu da mümkün değilse "Ravza-i Mutahhara" denilen kabr-ı saadet ile minber arasında kalan kısımda kılar Burada yer bulunamadığı takdirde Hz Peygamber (sas) zamanında yapılan Mescidin herhangi bir yerinde kılmak efdaldir Bu da mümkün olamıyorsa, Mescidin sonradan genişletilen kısımlarında uygun bir yerde kılınabilir
    Tahiyettül-mescidden sonra, bu saadete erişmesi sebebiyle iki rekât da "şükür namazı" kılar ve istediği duaları yapar Sonra da tevâzu ve âdâbına uygun olarak Hz Muhammed (sas)'in kabr-i saadetine yaklaşıp başı hizasında durarak, Resulullah'ın kendisini gördüğünü ve sözlerini duyduğunu düşünerek selâm verip dua okur
    Ravza-i Mutahhara adı verilen alan içinde "Ebu Lübâbe" ve "Hannâne" adında direkler vardır Bu direklerin neye işaret olduğunu şöyle anlatmak mümkündür: Ebu Lübâbe, Ensardan ve Evs kabilesindendir Kureyzaoğulları savaşında, düşmana, teslim olmaları halinde kendilerine verilecek cezanın ölüm olacağını işaret etmiş olduğundan kendisini, suçluluk psikolojisi içinde Mescid-i Nebî'de bir sütuna bağlattı Tövbesi kabul edilip Hz Peygamber (sas) tarafından çözülmedikçe bağını hiç kimseye çözdürmeyeceğine ve bir şey yiyip içmeyeceğine yemin etmişti Yedi gün bağlı kaldıktan sonra tövbesi kabul edilmiş ve bağını Resulullah (sas) çözmüştür Ebu Lübâbe'nin kendisini bağlattığı direğin yerindeki sütuna hâlen "Üstüvâne-i Ebu Lübâbe" denilmektedir
    Üstüvâne-i Hannâne, Mescid-i Nebi'de minber yapılmadan önce Hz Peygamber (sas)'in dayanarak hutbe okuduğu hurma kütüğüdür Daha sonra minber yapılıp Resul-u Ekrem oradan ayrılınca ve hutbeyi minberde okumaya başlayınca bu hurma kütüğü ağlar gibi ses çıkardı Hz Peygamber minberden inip mübarek eli ile onu mesh ettikten sonra sesi kesilmişti Bu kütüğün bulunduğu yerdeki sütuna "Üstüvâne-i Hannâne" (Ağlayan sütün) adı verilmektedir (Abbas Kerrâre, Mekke - Medine Tarihi, çev Abdullah Öz, İstanbul 1982, s 247-253; M Asım Köksal, Hz Muhammed ve İslamiyet, İstanbul, 1982, V, 339-343; Mahmud Esad, Tarih-i Din-i İslâm sad AL-Kazancı - O Kazancı, İstanbul 1983, s 693; Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, İstanbul 1986, I, 416)


    noimage
#30.10.2009 00:33 0 0 0