Belki güleceksin ama,
Bir gün gelirsen bana,
Seni kabul etmeyeceğim.
Bir de ben ''GİT! '' demeyi tadacağım.
Sen giderken,
Arkandan sadece bakacağım.
Dağda tipiden yolunu kaybetsen
Benim de bir kulübem olsa bacası tüten.
Sen oyuncağını kaybetmiş bir çocuk gibi,
Umutsuzca dolaşırken,
Sevinçle kulübemin kapısını çalsan bile,
Bu sana olan hıncımın ifadesine olacak vesile.
Kulübemin buğulu camına
tersten bir ''GEÇ KALDIN'' yazıp;
Seni içeri almayacağım.
Bir de ben ''GİT! '' demeyi tadacağım.
Sen giderken arkandan sadece bakacağım.
Dünyada ikimiz kalsak,
ve mevcut tek yatakta,
yaşamak için yatmak zorunda kalsak bile,
O yatağa yatmayacağım,
Dudaklarının tadına bakmayacağım.
Bir de ben ''GİT! '' demeyi tadacağım.
Sen giderken arkandan sadece bakacağım.
Anlayacağın...
Belki güleceksin ama
Bir gün gelirsen bana
Gönlüm açlıktan ölme pahasına,
Ekmeğine tekme vuracak....
1..2X2=4 sadece teşbih ve teşbihte hata olmaz...Pireyi deve yapmak deyimi gibi...Sizin mantığınızla şöye diyelim ozaman'' böyle benzetmemi olur... pirede deve olurmuymuş canım....''
Halbuki o deyim bir şeyi olduğundan daha fazla büyütmektir... Haliyle benim yaptığım şudur.... Emin Çölaşan veya Şakir Süter veya X bir şahsiyetin görüşünü ele alırken olayı kişiselleştirip zaten bu adamı biz kötü olarak biliyoruz.. haliyle yazdıkları doğru olamaz mantığından hareket etmek yanlış bence...Bakın ben ne Emin Çölaşanı nede Şakir Süteri sevmem belki ama yazdıklarına katıldım
2.Kimsenin yorum hakkını elinden almak gibi bir düşüncem olmadığı gibi öyle bir şansımda yok...'' Arkadaşlar Şakir Süter şöyle düşünmüş siz ne dersinizmi demeliydim'' yorum şansı verme namına..herkes yorumunda serbest zaten de öyle olmadı mı.?(ki o görüşlere katılıyorum)
3.Tayyip beyin geçirdiği hapis süreci içinse yine yanlış bir noktadan argüman yakalamışsınız....Ben halk iradesiyle haricindeki birileri o kanunu değiştirdi demedimki...Benim söylediğim ..''.O maddeden mağdur olan Tayyip Bey ve hükümeti yeni ceza kanununa ona benzer maddeler koydurdular'' demekti..Yani bu gün birisi bir mitingde''CAMİLER KIŞLAMIZ..MİNARELER SÜNGÜMÜZ'' der ise hakkında suç duyurusunda bulunulabilir... Bu çok garip değilmi sizce....(halkı düşmannlığa alenen tahkir.... gibi bir şey bu yeni kanunda)
haliyle benim uzakta olduğum meyanlara getirilen eleştirler tartışma konusunu yansıtmadı bence... neyse bu konu hakkında daha fazla speküle konusu üretmeme adına son mesajım budur.. hoşçakalın...
Emin Çölaşam kimdir bilmem.. keza Şakir Süteride .. patronları kimdir ne ile beslenirler oda umurumda değil... ben yazılana bakarım.. katılırım veya katılmam...
sizinki hiç sevmediğiniz bir adamın 2X2=4 eder demesine bile '' yahu bu adam soyu sopu belli olmayan...geçmişi şöyle olan.. böyle olan... hatta çalıştığı yer hakkında da şunlar söyleniyor.. katılmamak lazım'' demek gibi birşey...
sonra bakıyorum kurallardan bahsedenlerin tamamının bu alanda söyleyebilecekleri var... hemde benim yaptığımın aynısını yaparak.. hatta şu yazar şöyle bu yazar şöyle bundan önceki hükümetler şöyle diyerek... hakkaten enteresan.. demekki işte insan psikolojisi....
sonra şunuda söyleyeyim Tayyip bey 2 sene hapis yattı diyen arkadaşa...
evet şiir okudu diye hapis yatan Tayyip Beyin milletvekili seçilmesi o bana görede çok garip ceza kanununun kaldırılmsı ile mümkün oldu...
ama ya duymadınız.. yada....... neyse bilmiyorum...
yeni ceza kanununa yani bu hükümetin çıkardığı ceza kanununa göre Tayyip Beyin okuduğu şiir benzeri bir söylemle halka hitabette bulunan kişi yine hapisle cezalandırılacak....
yani o bir zamanlar mağdur olunan madde sanki geçmişte kendilerine de zarar vermemiş gibi tekrar kabul edildi...
enteresan değilmi....
şimdi söyleyin ne olur bana bunun adı propagandamı....
bence propaganda bu değildir... bu yorumdur.... yarın güzel bir şey yapılsın(zor görünüyor ama inşallah diyelim) ilk alkışlayacaklardan birisi benim....
anlatmaya çalıştığım ve her nedense anlatamadığım bir sürü şey var...
açın forumu... geçmiş konulara bir göz atın...
ve benim yaptığım şey ile aynı kategoride bulunan bir sürü argüman bulacaksınız...
benim ortaya attığım konu şu olsa idi eminimki pek fazla sorun çıkmayacaktı...
''TAYYİP ERDOĞAN'IN BÜYÜK BAŞARISI'' veya ''AVRUPA BİRLİĞİ YOLUNDA EMİN ADIMLARLA İLERLEYEN TÜRKİYENİN DIŞİŞLERİNDEKİ ONURLU DURUŞU''
Madde 17 ye baktım.... ve kesinlikle söyleyebileceğim şey bu maddenin kapsamı benim yazdıklarımdan bahsetmiyor....
Madde 17 şu olsa idi mesela '' Herhangi bir şekilde bir siyasi parti lideri veya devlet adamı hakkında olumlu veya olumsuz eleştiriler getirilmeyecektir''...
Bakın o zaman olabilirdi....
Forum sitelerinin amacı ne olmalı biliyormusunuz?
Her alanda insanlığın bunun yanısırada vatanın milletin menfaatine yönelik paylaşımların çoğalarak büyüdüğü.. insanların bilinçlendirildiği...
güzel sanatlar....komedi...mizah gibi önemli konu başlıklarıyla insanlara ruh sükunu ve huzurunun sağlandığı meyanlardır amaç olması gereken...
Ve ben bunu yaptığım zannındayım...
İşin bir garip tarafı daha vardırki belki iki sene evveline kadar şu anki mevcut hükümeti en ateşli biçimde savunanlardan birisi oluşum...
Savunduğum hatta oy verdiğim bir oluşumu eleştirmekte hakkım olmalı değilmi...?
Sonra sevgili arkadaşımızın kırmızı ışıkta geçmek konulu mesajının benimle ilişkisinin bulunmadığını düşünüyorum...
Çünkü ben kırmızı ışıkta geçen değil kırmızı ışıkta geçmeye çalışanı hatta geçeni eleştiren bir konumdayım...
Benim ülkemin ve miiletimin kırmızı çizgilerinin ihlal edildiğini düşündüm diğer bir deyişle..
Yoksa mesele bir forum sitesinde üyeliğime son verilmesi değildir...
Ben bu ülkenin asil üyelerinden... ben bu vatanın asil üyelerinden.. ben bir milletin asil üyelerinden olup sonsuza kadarda öylece kalacak birisiyim...
'' bu yazıyı okumayın'' demek lütfen bu yazıyı okuyun.. hatta mecbursunuz demekle eşdeğer anlamlı bir şey bence...
ayrıca... metnin harikulade bir dokusu harikulade mesajlar içeren bir yapısı var....bizimle paylaşma teveccühünde bulunduğun için çok teşekkür ederim arkadaşım
Prof. Dr. Faruk Şen, Türkiyenin ABye girmesini en çok isteyenlerden biridir. Aynı zamanda Türkiye ile Almanya arasında siyasal ve ekonomik araştırmalarıyla köprü görevi üstlenen Türk Araştırmalar Merkezinin başkanlığını yürütüyor. Geçiğimiz günlerde Türk Alman ilişkilerine yaptığı katkı nedeniyle özel bir ödül aldı.
İşte bu Faruk Şen Fransadan başlayan ve Hollandanın da katıldığı anlamlı bir kısmıyla Türkiyeye hayır referandumunun gölgesinde çok önemli açıklamalar yaptı. Gazeteci Yalçın Bayerin aktardığı sözlerden bir bölümünü sizlerle paylaşalım:
Almanyadaki aktif Türk nüfusunun % 31i işsiz durumda. 216 bin Türk işsizlik parası ile yaşıyor. Bir ailenin 4 kişiden oluştuğundan hareket edecek olursak, 860 binin üzerinde Türk, yaklaşık 1.000 Euro ile geçinmek zorunda kalıyor.
Bunun yanısıra, Almanyada 230 bin Türk emekli statüsünde. Emekli maaşı 550 Euro civarında. Bunları da iki kişilik haneden sayarsak 460 bin kişi çok az gelirle yaşıyor demektir. Böylece Almanyada yaşayan Türklerin % 30u fakirlik sınırının altında, % 35lik bir grup da her geçen gün daha da fakirlik sınırına yaklaşıyor. Türklerin artık eski güçlü durumları ortadan kalkıyor.
Faruk Şenin açıklamalarına şu önemli değerlendirmeyle son verelim:
Bizim araştırmalarımıza göre, yavaş yavaş geri dönüş eğilimi ağır basmaya başladı. İşsizlikten dolayı Almanyadan dönecekler için Türkiye şimdiden uyum konusunda hazırlıklar yapmalıdır.
Evet, Almanyayı yakından tanıyan bir profesörün, Faruk Şenin açıklamaları bunlar.
Görüyorsunuz işte, sözcüğün tam anlamıyla Almanya acı vatan!
İçimizdeki kara sevdalı ABciler milleti kandıra dursun, Avrupanın en ileri ülkesi Almanyada deniz bitmiş durumda. Oradaki Türkler yurda dönebilmenin hesabını kitabını yapıyorlar.
Kendi gözlem ve araştırmalarımızdan da biliyoruz ki Almanyada yaşayan Türkler zor durumda. Sosyal baskılar, eğitimde yurttaşlarımızın çocuklarına yapılan gerizekalı muamelesi, kültürel farklılık, polis zorbalıkları ciddi sıkıntılar oluşturuyor. Ama ekonomik gerekçelerle bunların üstüne bir bardak su içebiliyordu işçi kardeşlerimiz. Ama şimdi o da değişti.
Türkiyedeki evini barkını satarak oralarda tutunmaya çalışıyorlar. Ama bunun boşuna bir çaba olduğunu ve kum saatinde geriye işlediğini görüyorlar. Bir furya halinde Alman vatandaşlığına geçmenin bir nedeni de buydu aslında. Yani yurttaşlarımız düşünüyorlar ki Alman uyruğuna geçersek çifte standart kalkar, karnımızı doyurabiliriz. Ama bu da işe yaramadı. 61 milyon seçmeni olan Almanyada 500 bin Türk seçmen olabilmek o kadar da önemli değil. Türke ve "öteki"ne bakış açısının bir ideolojik tercihe dönüştüğü Almanyada bu rakam rahatlıkla es geçilebilir. Onlar da bunu yapıyorlar.
Dikkat ederseniz siyasal partilerde bir noktaya gelen Türk kökenli politikacıların hiçbirinin, Türklükle ve Türkiye'yle ilgisi yok. Simgesel olarak oralardan tutulan, bakın Türkleri nasıl değiştirdik söylemi için reklam edilen adlar, hepsi o kadar. Yani Türk olarak, Türk Belediye Meclisine ya da Parlamentoya girmiyorlar. Türk olarak kalamadıkları için yükseliyorlar. O da zaten 2yi, 3ü geçmiyor.
İşte bu koşullar altında acı vatan Almanyadaki yurttaşlarımız bugün Türkiyeye, büyük kitleler halinde dönmüyorsa bunun nedeni psikolojiktir. Bir yandan aile bireylerinin tümü ortak bir dönüş kararı alamıyor. 3. kuşak dönüş için ikna edilemiyor. Bu da parçalanmış aileler anlamına geldiği için, annebaba mecbur Almanyada çocuğunun başında bekliyor. Kısaca yurttaşlarımız, sakal bıyık meselesinden dolayı dönemiyorlar. Ama bu dönüşü tetikleyecek bir şey olursa emin olun hepsi soluğu Türkiye de alacaktır.
***
Şimdi ve bu koşullar altında sormak gerek:
AB yi hala bir umut, bir zenginleşme kapısı olarak göstermeye, bu yalandan siyaseti üretmeye kimsenin hakkı var mıdır? Ya da olmalı mıdır?
Kendisine bakamayan, ülkesine davet ettiği Türk işçisini işsiz ve aç bırakan Avrupa, 70 milyon Türk e kapılarını mı açacak?
Arkadaşlar.... Ben bir TSM solisti ve bestekarı olmama rağmen.... forumumuzun müzikle ilgili bölümüne ilk defa yazmaktayım...
Müzik evrensel bir olgu olarak güzel sanatların en harikulade dallarından birisidir...Haliyle herkesin müzik tercihine saygı duymaktayım....
Ancak bir serzenişte bulunmadanda geçemeyeceğim..
Müzikle ilgili paylaşımları kısmendse olsa takip edebildiğim kadarı ile müzikal anlamda sanatsal değeri bulunmayan.. mevsimlik ve 3-5 ay sonra unutulup gidecek nağmelerin ön plana çıktığını üzüntüyle izlemekteyim...
Bende sizinle bizim öz müzik tarzlarımızdan birisi olan ve yıllara meydan okurcasına hala ayakta durmayı becerebilip hafızalara kazınan eserlerin sözlerini paylaşmak istedim....
Teşekkür ederim...
Sizi bilmem ama benim yüreğim daralıyor, içimde fırtınalar kopuyor, böğrüme hançerler saplanıyor...
Şu ülkenin siyasetçilerinin, bir zamanlar şu toprakları işgal eden ve bugün daha modern ve küresel işgallere tâbi tutmak için çırpınan Batı dünyası ile aynı ittifak içine girebilmek için çılgınca tavizler verdiğini gördükçe böğrüme hançer saplanıyor.
Bu ülkeyi özgür kılabilmek için canını veren Memedleri düşünüp, bu ülkeyi ABye peşkeş çekmek için didinen mandacıları gördükçe içimde fırtınalar kopuyor..
O Memedler; dün bu toprakları hür ve egemen kılmak için ölen o Memedler, o Gelibolu, o Çanakkale, o sakarya, o Dumlıpınar yiğitleri, şu ülkeyi yabana peşkeş çekmek için uğraşan siyaset ve ihanet mensuplarını görselerdi ne yaparlardı acaba?
Bigalı Mehmet Çavuş düşüyor aklıma. Gelibolu yoğun bir şekilde bombalanırken mangasıyla nöbettedir Mehmet Çavuş. Gizlendiği yerden çıkar ve düşmana ateşe başlar Bigalı Mehmet.
Düşman da karşılık verir. Mesafe çok yakındır. Bir ara tüfeğinin mekanizmasının çalışmadığını görür, durur mu? Durmaz. Hemen yerden istihkam küreğini alır, düşmana saldırır. Elindeki kürekle, kendisine mermi yağdıran düşmana hücum eder. Kaç kişiyi öldürdüğünü kendisi bile hatırlamaz. Gözünü açtığında kendisini sıhhiye çadırında bulur Mehmet Çavuş.
Bu ülkeyi dün Çanakkalede püskürttüğümüz Haçlı güruhuna yamamak isteyenleri gördükçe Gelibolulu Mehmet Çavuşu hatırlıyorum.
Ve o yiğitlerin destansı hikayeleri düşüyor yâdıma birer birer...
Çanakkale savaşının en yoğun günleri... Sedyeciler hiç durmadan yaralı taşımaktadır. Doktorlar sadece yaraları sarabilmekle meşgul olur. Tam işin en yoğun olduğu bir sırada bir tabibin önüne yaralı bir asker gelir. Bağırsakları dışarı çıkmış, bacağının biri kopmak üzeredir. Doktor fazla bir şey yapamaz. Bağırsakları toplar, sıhhıyecilere kaldırın bunu! der. Genç asker baba diye seslenir. Doktor yaralıya dikkatle bakar. Bu kendi oğludur. Bu benim oğlum der. Gölge bir yere kaldırın.
Masanın üzerine çoktan başka bir yaralı Mehmetçik yatırılmıştır. Doktor onunla meşgul olmaya başlar, sırada daha çok Mehmetçik belemektedir.
Doktor kendi oğluyla ilglenecek zamanı ancak ertesi gün bulmuştur, ancak oğlu çoktan defnedilmiştir.
Peki ya General Şükrü Naili Gökberkin anılarındaki şu olayı dinleyip de çarpılmayan olur mu?
Gene Çanakkalede... İleri mevzide Keçideresinin karşısında, düşman makineli tüfeklerini kurmuş, durmaksızın bu dereyi ateş altında tutuyor ve hergün bizden on onbeş kişiyi şehit ediyordu.
Bir gün teftişe gittiğim sırada, o dereden geçmek gerekti. Dere başına gelince Alay Komutanı bana, Bu sırat köprüsüdür, önce ben geçeyim sonra siz dedi ve bu kırk adım kadar mesafeyi hızla koşarak geçti. Ben de öyle koşarak geçtim. Düşman ateş ediyor, makineli tüfekleri işleyip duruyordu.
Bir de arkama döndüm baktım ki; bir Mehmetcik, ellerindeki bakraçlarla ateşe hiç aldırmadan, ağır ağır geliyor. Koş, koş, vurulacaksın koş, diye bağırdım.
Sesimi işitmemiş gibi, hiç istifini bozmadı. Nihayet yanıma yaklaşınca niçin koşmadığını sordum. Ne cevap verse beğenirsiniz: Koşsam bakraçlardaki bakla çorbası dökülür, arkadaşlarım aç kalırlar. Düşmandan korkulmaz komutanım!
Çanakkalenin senei devriyesinde, bu ülkeyi yabana peşkeş çekmek isteyenlere karşı o yiğit Memedlerin yiğit hikayeleri delmez mi yüreğimizi?
İşte size yürek delici bir olay daha:
Kirte muharebeleri sırasında bölükler arka sıralarda hücum sıralarını beklemektedirler. Ön siperdekiler ileri fırlamış boğuşuyorlar. Yüzbaşı hücum için emir bekliyor. Askerin tamamı süngü takmış siperden fırlamak için hazır. Sinirler gergin. Dudakları kıpır kıpır, dualar okuyor, kelimei şehadet getiriyorlar. Süre uzuyor. Yüzbaşı erlere sesleniyor, Yavrularım, arslanlarım, biraz sonra Cenabı Rabbül Aleminin huzuruna varacağız. Abdestsiz gitmeyelim. Haydi! Tüfeklerimizin kabzalarına ellerimizi sürüp hep birlikte teyemmüm edelim.
Teyemmüm edilir. Bekleme devam etmekedir. Biraz sonra Yüzbaşı; Çocuklarım, sanıyorum biraz daha bekleyeceğiz. Önümüzde biraz daha zaman var. İleride arkadaşlarımız şehit oluyor. Hem onlar için, hem de vakit varken kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım. Kâbe karşımızda... Arkadan Oflu Ali Çavuş bağırır: Er kişi niyetine... O gün yapılan hücumda kendi cenaze namazını kılan pek az kişi sağ kalabilmişti. Onlar Allaha verdiği sözü tuttular...
Yüreği olanların, bu hadiseleri duyup gözyaşına bulanmaması mümkün mü?
Kendi cenaze namazını kılan yiğitler, askere bakla çorbası getirmek için kelle koltukta ölüme atlayan Memedler, evladını ağır yaralı olarak karşısında gören babalar, kürekle düşmana saldıran Mehmet Çavuşlar, dün düşman işgalinden kurtarmak için uğrunda şehit düşdükleri bu vatanın küresel kurtlar pazarına sürülerek yutulmaya hazır hale getirildiğini görselerdi, ne yaparlardı acaba?
Ve Ankara sakinleri, size sesleniyoruz:
Siz, yürek nedir bilir misiniz? Vatan nicedir haberdar mısınız?
arkadaşlar sevgili ablam nuran bülbülün fırçasından çıkmış bulunan resimleri sizinle paylaşmanın hazzını yaşamak istedim... sevgilerimle
mavcozan
TANITIMI..............
1947 İSTANBUL DOĞUMLUYUM. EL SANATLARI İLE İLGİLİ NE KADAR KONU VAR İSE İLGİLENDİM. (SERAMİK, CAM BOYAMA, TAKI, BAKIR ÜZERİNE MİNE KAPLAMA(EMAY), 1991 YILINDA RESİM ÇALIŞMALARINA BAŞLADIM.
Yaz-bahar ayları gelince papazlara bir haller olur.
Temmuz, hele Ağustos aylarında Karadeniz kıyılarına bilhassa son on yıldır gökten uçaklarla, denizden gemilerle papaz yağar.
Yakından, uzaktan, içeriden, dışarıdan her yerden gelirler.
Kafilelerle, cüppelerini savurarak gelirler.
Bilmiyorum yeni TCKda din adamlarının dini giysilerini ibadethaneler dışında giymeleri serbest bırakıldı mı?
Hele yabancı uyruklu din adamlarının Türkiyede kapalı veya açık havada ayin yönetmeleri serbest mi?
Dananın asıl kuyruğu; Barthalemeos dinince dinlenmeye başlayıp da yerine Sen Sinoddan birisi atanmaya kalkılınca kopacak.
Sen Sinod artık çoğunlukla yabancı uyruklu papazlardan oluşuyor.
Bu yabancı uyruklu papaz, İstanbulda ayin yönetebilecek mi?
Peki ya TC uyruklu üyeler ve din adamları?
Meselâ Barthalemeosun İstanbul dışındaki Rumların dini ihtiyaçları ile ilgilenmesi ne derece mümkün?
İstanbulun içindeki Türk Ortodokslara bile karışamayan papazın ne işi var Türkiyenin dört bir yanında?
Bırakın ekümenikliği, Başpapazın Türkiyede İstanbul dışında herhangi bir yetkisi var mı, dini bir etkinliğe katılabilir mi, ayin yönetebilir mi?
Türkiyede İstanbulda mevcut 2000 Rumun dışında Rum var mı?
Barthalemeosun akıl hocalarına sorarsanız; Türkiyede herhangi bir yere davet üzerine- gidiyorlarmış..
Cübbesinin eteklerini savura savura ve kendisine yeni tahsis edilen otomobilli koruma polisleri ile.
Söz dönüp dolaşıp Trabzona geliyor.
Ağustos ayının başı, kutsal Sümela Yortusu imiş kıymetli okuyucu..
her Türk vatandaşı gibi biliyorum; neredeyse bir on sene kadar önce Barthalemeosun güya Karadenizi temizlemek masum gayesi ile ama aslında Trabzonu takdis eylemek amacı ile Koç destekli Venizelos gemisiyle denediği huruç hareketi başarısızlıkla sonuçlanmış, papaz kıyıya yanaştığı halde sahile çıkamamıştı.
Kafayı ciddi şekilde oraya taktığı anlaşılıyor.
Trabzonun bir şanssızlığı da çok sık değişen ve kısa sürede bölgenin özelliklerine, duyarlı konularına uyum gösteremeyen valileri.
Duyduk ki bu vali de Barthalemeosun ziyaret isteğine baştan olumlu yaklaşmış ve Türkiyenin Misak-ı Milli sınırları çizilmiş 200-300 kişi Trabzonu işgal mi edecek? demiş..
Yol olur Sayın Valim, yol olur&
Sonra; durumun ciddiyetine bir ölçüde vâkıf olunca da Haber Türk ekranında lafı dolaştırmaya, topu taca atmaya çalışmış.
Trabzon Valisi Hüseyin Yavuzdemir, Sümela Manastırının ayine açıldığı haberleriyle ilgili HABERTÜRK TVde ANAHABER bültenine bağlanmış. Ancak Vali Yavuzdemir, kısa bir anlatımın ardından Murat Ongunun sorularını cevaplamadan kaçmış. Sümela Manastırının ayine açılmadığını belirten vali, son durum hakkındaki değişikliği anlatamamış.
Sümela Manastırı ören yeri ve müzedir. Burada ayin yapılması mümkün değildir. Tadilat sürüyor. Zaten ayın yapılması mümkün değildir. Ancak bireysel mum yakma ve dua etmeleri mümkündür demeye getirmiş..
Bu bireysel mum aldatmacasını daha önce de yaşadık biz kıymetli okuyucu..,
Bireysel mum ve dua diye geldiler, yüzlerce kişi toplu ayin yapıp sonra da horon teptiler.
Trabzonda kamuoyu bazı konularda son derece hassastır..
Son bayrak ve TAYAD olayları yüzünden sinirler def gibi gergindir.
Allah korusun yanlış bir kıvılcım, yığınların arasına karışacak yanlış bir kişi, söylenecek tek bir kelime bile önü alınamayacak olayların başlamasına neden olabilir.
Davet aldatmacasına vali ve yetkililer aldanmamalıdır.
Papazın şehre gelmesi ateşe bidonla benzin dökmektir.
Bütün Karadeniz ve Trabzonda Barthalemeosu ayin için şehre çağıracak, davet edecek bir tek kişi, kurum yoktur.
Çünkü Karadenizde Rum yoktur. Ortodoks yoktur.
Olsa bile Başpapazın İstanbul dışında yetkisi yoktur.
Cihanpatrikliği palavrası tam bir gözbağcılığıdır ve Cihan Padişahlığından mülhemdir.
Osmanlı devrindeki bütün Ortodoksların başı statüsüne özlemdir.
Hala Cumhuriyetle tanışamamışlardır.
Ne yazık ki etkili yetkililer veya etkisiz yetkililer yahut etkili yetkisizler de bu konuda en ufak bir şey yapmamakta, parmaklarını bile oynatmamaktadırlar.
Patrikhane hem bir takım kazanımlarını Osmanlı zamanındaki fermanlara dayandırmakta; hem de yeni yeni Cumhuriyetin 1926 Medeni kanun ve 1936 Vakıflar düzenlemesine karşı çıkmaktadır.
Azınlıklar; 1926da medeni kanunun kabulü ile Lozanda edinmiş oldukları bir takım sosyal ayrıcalıklardan kendiliklerinden vaz geçmişlerdi.
1936da da bir genelge ile azınlık vakıflarının mal edinmelerine sınır getirilmişti.
Dikkat edin her ikisi de Atatürk devri tasarrufudur.
Trabzon valisi; 5 Mart 2005 günü Giresuna Sempozyum için gelen Denktaşı halktan kaçırmak için Giresun valisi ile beraberce nasıl perdeleme görevi yapmaya çalıştıysa Barthalemeosa da aynı duyarlığı göstermeli, halkın arasına karışmasına, gösteri yapmasına, ayin düzenlemesine, bir takım kilise ve manastır harabelerini gezmesine izin vermemelidir.
Hatta daha iyisi Trabzona gelmemesini sağlamalıdır.
Çünkü durum kritiktir.
Mayıs başında Gül bir soru üzerine; Fransada referandum var. Brükselden bize şu ara öne çıkmayın dediler. Bu da bize makûl geldi demişti.
Fransada referandum yapıldı ve hayır çıktı.
Durum Mayıs başından daha kritik ve zor.
Trabzonda muhtemel bir patrik gösterisi, gerginlik ve tansiyon yüksekliği şu sıralar kimsenin işine yaramaz.
Yine mi dönüyorum hüzünlü saatlere? Oysa geceye beş kala
çağırışlarını duymuştum. Belki sensindir diye bir umut kapladı içimi.
Nafile, sana uzanan bütün yollar kapalı...öğrendim, evet geç de olsa
öğrendim bunu. Çok geç olsa da...
Uzaklardan bir ses olmak istedi bir dostum, uzaklardan bir el...
Üşüme diye. Olamadı, olamazdı, yokluğun her şeyden daha soğuktu.
Yokluğun soğuk, yokluğun buz gibi...
Hani; öyle üşürsün ki, artık hiç bir şey hissetmez uzuvların,
uyuşur kalır da manâsız bir donukluğun çizgileri oluşur, ardından
bir kabuk içindeki parçalanmayı döker, ezip de geçer tüm bedenini,
acısı en derinden gelir de yakar her yerini...
İşte ben de öyle üşüdüm gece yarısını beş geçe...
Manâsız buluyorum sanki artık her şeyi.
Sevgi deseler sadece bir iç çekebilirim,
sonra gülüp geçerim gibi geliyor.
Aşkı sorsalar, aynı dili mi konuşuyoruz diye
anlamsızca bakabilirim gözlerine...
Anlatın derim durmayın, bırakın tüm şiirleri, şarkıları, masalları...
Dokunabilir miyim aşka, dokunabilir miyim ellerimle diye sorarım,
geçer mi üşümesi yüreğimin, geçer mi üşümesi içimin...
Aşk dediğiniz şey gelince ansızın, anlar mı beni aşkla gelen,
beni ben oldugum için mi, kendi var ettigi için mi ister...
Varolanlara, benden kalanlara hoş geldin mi der,
yoksa bir iki zaman sonra herkes gibi o da mı çekip gider...
Bakışlarım dondu sanki, yüreğim donunca. Nasıl da manasız
bakıyorum etrafa. Görmesin istiyorum hiç kimse gözlerimi,
görmesin hiç kimse hüzün tanelerimi...
Susuyorum artık derin derin. Nasıl da konuşmak istiyorum oysa.
Saatlerce susmadan konuşmak istiyorum. Tüm biriktirdiklerimi
en başından başlayıp sonuna kadar anlatmak istiyorum.
Anlatmak yetmez biliyorum, anlaşılmak da istiyorum...
Bir el istiyorum başımda...
Saçlarıma dokunsun istiyorum, tüm bedenimden söküp alsın
yalnızlığımı tılsımıyla... Bir el istiyorum dokunsun saçlarıma
yumuşacık ve alsın tüm donuklukları usulca.
Bir göz istiyorum gözlerimde...
Anlamsız bakan gözlerimin içini görsün, hâlâ arkalarda kalmış
ışık huzmelerinin içine dalsın, çıkarsın tüm umutlarımı
eski sandığın içinden, açsın da ışığı ile umut olsun yollarıma,
yolum olsun yordamım olsun istiyorum...
Bir omuz istiyorum...
Başımı yaslayıp uzun uzun ağlayabileceğim. Yıllardır biriktirdiğim
hüzün tanelerini tek tek dökebileceğim bir omuz istiyorum.
Ona yaslanınca her şeyi unutmak istiyorum, sıcacık olmak...
İçimi huzur kaplasın istiyorum, hiç konuşmadan saatlerce
orada kalmak, hiç konuşmadan anlaşılabilmek istiyorum...
Biliyorum, ne de çok sey istiyorum...
Bunların sadece puslu bir hayal olduğunu da biliyorum.
Seni bende var edişimi, aslında sadece bende olduğunu,
aslında sadece bir hayal olduğunu çok iyi biliyorum.
Ama yine de seni çok özlüyorum,
yine de çok üşüyorum, ve yine de seni istiyorum...