NarCicegi

NarCicegi

Moderatör
11.09.2006
Yarbay
46.667
Hakkında

  • Evet ama o cılız görünümü hiç kaybetmezler.

    Şişman böcekler üzerine yapılan ilk araştırmalar, 1960’ların başlarında ABD’nin Florida eyaletinde çalışan bir böcekbilimcinin obez sivrisinekler üzerine araştırma yayımlamaya başlamasıyla ortaya çıkmış. Bu araştırmacı doğadan yakalanan sinekleri eliyle beslediğinde (“hortumu bir mikropipet haline getirerek”), sineklerin vücudunun yarısını kuru ağırlık olarak yağa dönüştürebildiğini keşfetmiş.

    Daha yakın zamanlarda ise bilim insanları, erkek yusufçuklardaki obezite üzerinde çalışma yapmış. Penn State Üniversitesi’nde biyolog olan Ruud Schilder, belirli bir parazit enfeksiyonunun böceklerin göğüs bölümünde ve uçmak için kullandıkları kasların etrafında yağ birikmesine yol açtığını göstermiş. Bu yağlı yusufçuklar, eşleşme ve bölgelerini rakiplerine karşı savunmada daha düşük başarı sergilemişler; belki de uzun süre uçamadıkları için. Fakat enfekte olmayan böceklerde biraz yağın faydası olabilir: Schilder’ın meslektaşlarından biri, tombul ve sağlıklı yusufçukların daha güçlü uçma kaslarına sahip olduğunu ve daha kolay ürediklerini bulmuş.

    Böcek obezitesi üzerine yürütülen en kapsamlı çalışma meyve sineklerinde yapılmış. Yüksek kalori içeren besinler ile beslenen larvalar, hızlı şekilde şişmanlama eğilimi göstermiş. Yüksek şeker içeren besinlerin verildiği larvalarda ise diyabet benzeri bir durum gelişmiş ve bu sineklerin ömrü kısalmış. Fakat bir sinek yetişkinliğe ulaştığında, belli bir sınırdan fazla büyüyemiyor. Tıpkı bir insan gibi, meyve sineği de fazladan enerjiyi hücrelerde saklanan lipit damlacıkları şeklinde depoluyor. (Bizdeki lipit damlacıkları yağ dokusunda bulunuyor; meyve sineği ise “yağ cismi” adı verilen benzer bir organa sahip.) Fakat yetişkin sinekler, diğer böceklerde olduğu gibi kitinden oluşan bir dış iskelet ile kılıflanmış durumda. Washington Üniversitesi’nde endokrinolog olan Thomas J. Baranski’ye göre bu durum, göbeklerinin genişleyemeyeceği anlamına geliyor. “Böyle bir dış iskeleti bulunduğundan, yağları daha sıkı şekilde depoluyor.”

    Yazar: Daniel Engber/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.
#30.05.2021 11:11 9 0 0
  • Japonya merkezli teknoloji devi Sony'nin piyasaya sürmeye hazırlandığı yeni kulaklığı WF-1000XM4'ün, özellikleri, render görüntüleri ve Avrupa fiyatı sızdırıldı.

    0

    Sony'nin yaklaşan WF-1000XM4 kulaklıklarının özellikleri ve render görüntüleri sızdırıldı. Yeni render görüntüler, daha önce ortaya çıkarılan görsellere büyük çoğunlukla benziyor. Siyah ve gümüş olmak üzere iki farklı renk seçeneğiyle gelecek kulaklığın, lansmandan sonra altın rengi seçeneğe de sahip olması bekleniyor.

    Qi kablosuz şarj desteklenecek
    WinFuture tarafından ortaya çıkarılan bilgilere göre Sony WF-1000XM4, bir önceki modelde de yer alan aktif gürültü engelleme(ANC) özelliğine sahip olacak ancak yeni modelde daha iyi performans sağlanabilmesi için Sony V1 çipi kullanılacak. Kulaklık ayrıca LDAC ve Yüksek Çözünürlüklü Ses teknolojilerini destekleyecek.

    0

    Pil konusunda da iyileştirmeler içeren WF-1000XM4, ANC etkinken tek şarjla 8 saat, şarj kutusu ile birlikte toplamda 24 saat kullanım ömrü sunacak. Bu değerler ANC kapalıyken tek şarjla 12 saate ve şarj kutusuyla toplamda 36 saate çıkacak.

    0

    Şarj kutusu, USB Type-C bağlantı noktası aracılığıyla şarj edilebilecek ayrıca Qi kablosuz şarjı da destekleyecek. IPX4 su ve ter direncine sahip olacak kulaklıkların Haziran'ın ilk yarısında 280 euro fiyat etiketi ile satışa sunulması bekleniyor.
#30.05.2021 05:56 6 0 0
#29.05.2021 23:05 0 0 0
  • Namık Kemal Üniversitesi (NKÜ) Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Göğüs ve Uyku Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nejat Altıntaş, iki doz aşı olanların 'Ben aşı oldum maske takmama gerek yok' algısının yanlış olduğunu söyledi

    Göğüs ve Uyku Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Nejat Altıntaş, "Aşı oldunuz, korunuyorsunuz ama hastalıklı birisiyle muhatap olduğunuz zaman etkileşime girdiğiniz zaman siz virüsü alıyorsunuz, dolayısıyla bu virüsü de başkalarına siz bulaştırabilirsiniz. Türkiye için henüz bu aşı olanların maske çıkartması şu an için uygun değil. Aşı oldum rehavetine kapılıp, maskeyi çıkarmayın" dedi.

    "REHAVETE KAPILMAYIN"
    Doç. Dr. Nejat Altıntaş, iki doz aşı olan vatandaşların, 'Ben aşı oldum maske takmama gerek yok' algısının yanlış olduğunu söyledi. İsrail ve ABD'nin nüfusunun büyük oranını aşıladığını ve bu yüzden vatandaşlarına maskelerini çıkarabileceğini açıkladığını belirten Doç. Dr. Altıntaş, Türkiye'de aşılama sürecinin devam ettiğini ve maskelerin çıkarılmasının henüz erken olduğunu kaydetti.

    Doç. Dr. Altıntaş, şunları söyledi: "Siz aşı olduğunuz zaman hastalıktan korunuyorsunuz, ama bu 'virüsü üzerinizde taşımıyorsunuz' anlamına gelmiyor. Dolayısıyla siz virüsü hala taşıyor olabilirsiniz. Yani aşı oldunuz, korunuyorsunuz ama hastalıklı birisiyle muhatap olduğunuz zaman, etkileşime girdiğiniz zaman siz virüsü alıyorsunuz, dolayısıyla bu virüsü de başkalarına siz bulaştırabilirsiniz. Türkiye için henüz bu aşı olanların maske çıkartması şu an için uygun değil. Ama ne zaman ki İsrail'deki ya da Amerika'daki gibi yüzde 50'lere, 60'lara geldiğimiz zaman hem dışarıda hem ev içerisinde maskeleri çıkartabiliriz. Maskeyi şu anda Türkiye'de çıkartmak çok uygun değil. Çünkü siz kendinizi koruyorsunuz, ama başkalarını korumuş olmuyorsunuz. Aşı oldum rehavetine kapılıp, maskeyi çıkarmayın."

    "TEK MASKE YETERLİ"
    Doç. Dr. Altıntaş, kendisinin tek maske takma taraftarı olduğunu ifade ederek, "Çünkü her halükarda bu cerrahi maskelerden virüs geçiyor. Bizim amacımız maske takarken kendimizin hastalanmasından daha ziyade maskeyle başkalarına hastalığı bulaştırmayalım diye. Özellikle aşı olanlarda ne dedik, hasta aşı olduğu zaman kendisi korunuyor ama ağzının içerisinde, burnunun içerisinde virüsü taşıdığı için etrafındakilere virüsü bulaştırabilir. Ama siz maske takarsanız ve yakın mesafede maske olduğu için ağzınızdan birtakım çıkacak salya, tükürükleri etrafa bulaştırmıyorsunuz. Dolayısıyla maske takmak, özellikle aşı olanlar için hastalığın bulaşmasını engelleyecektir. Tek maske bu anlamda yeterlidir. Çift maskenin anlamı yoktur. Çünkü çift maskeyi bir dönem ben de denedim. Çift maske taktığınız zaman onu düzelteyim derken alttakini elliyorsunuz, düzensiz hale getiriyorsunuz. Dolayısıyla aslında fayda yerine zarar getirmiş oluyorsunuz" dedi.

    "AŞILANDIĞI HALDE İNSANLAR HASTALANIYOR"
    Aşı karşıtlarının halen insanların kafalarını karıştırdığını kaydeden Doç. Dr. Altıntaş, "Aşıyla ilgili aşı karşıtlarının söylemiş olduğu Hint Okyanusu'nda bir ada var. Seyşeller Adası. Bu Seyşeller Adası'nın yaklaşık olarak nüfusu 96 bin 700 yani 100 bin kişilik bir nüfusu var. Ve halkının yüzde 70-80'ini aşılamış vaziyette. Ve aşı oldukları halde hastalık hala yayılmaya devam ediyor. Hatta aşı olduktan sonra hastalığın yayılma hızı daha artmış vaziyette. Aşı karşıtları şunu diyor, 'Bakın elinizde bir örnek var. Bir ada var. Halk aşılanmış. Aşılandığı halde insanlar hastalanıyor' Ama unuttukları bir şey var. Nüfusu topu topu 100 bin nüfuslu bir ada. Ve aşılandıktan sonra rehavete kapıldılar. Maskelerini çıkarttılar ve bol miktarda turist almaya başladı. Yani günlük aldığı turist sayısı kendi nüfuslarından daha fazla. Turisti alırken hem PCR testlerini yapmadılar hem de PCR testlerine gereken önemi arz etmediler. Dolayısıyla turistlerle hastalık içeriye gelmiş oldu. Buradan şunu demek istiyoruz, aşı olsanız bile bu adadakiler gibi dikkat etmediğiniz takdirde yani sosyal mesafeye dikkat etmediğiniz, maskeye dikkat etmediğiniz ve yurt dışından gelecek turistlere dikkat etmediğiniz takdirde hastalığın yayılma ihtimali, bu ada bizim için çok güzel örnek teşkil ediyor" diye konuştu.

    "AĞUSTOS AYINA KADAR DİKKAT ETMELİYİZ"
    Doç. Dr. Nejat Altıntaş, Türkiye'de vaka sayılarının ciddi oranda düştüğünü belirterek, "Sayı azaldıkça sayıyı azaltmak gittikçe zorlaşıyor. Daha çok tedbir almak gerekiyor. Tabi ki bu tedbirleri alırken özellikle vatandaşın dikkat etmesi gerekiyor. Çünkü biz hastaneler olarak elimizden gelen dikkati yapıyoruz. Ve şunu söyleyebilirim, bizim hastanelerimizdeki hastalık oranlarına, yoğun bakım oranlarına ya da poliklinik oranlarına baktığımız zaman biz bu sayıyı net olarak görüyoruz. Yani şu an Türkiye'de ve özellikle Tekirdağ bölgesinde hasta sayısında ciddi oranda azalma var. Yani o televizyonlardaki verilen rakamlarla bizim sahada tespit ettiğimiz rakamlar üst üste örtüşür vaziyette. Mutlaka sayıları daha fazla azaltacaksak bir süreliğine daha en azından ağustos ayına kadar sosyal mesafeye ve maskeye dikkat etmemiz gerekiyor" ifadelerini kullandı.
#29.05.2021 11:25 10 0 0
  • Sağlık Bakanlığınca Kovid-19 ile mücadele kapsamında yürütülen aşılama kampanyası için televizyonlarda gösterilmek üzere "kolları sıvıyoruz" sloganıyla 8 kamu spotu hazırlandı.

    Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Twitter hesabından, Kovid-19 aşılama kampanyası için hazırlanan kamu spotunu, "Hayatımızın yeniden normalleşmesi için kolları sıvıyoruz" mesajıyla paylaştı.

    Kovid-19 salgınından önceki hayata geri dönülebilmesi için aşılamanın öneminin vurgulandığı kamu spotları, "Eski normallerimize yeniden dönmek, işleri tekrar yoluna koymak, koronavirüsün yıkıcı etkilerinden korunmak için kollarımızı sıvıyoruz." ifadeleriyle başlıyor.


    Kovid-19 aşılamasına ilişkin çeşitli bilgilerin yer aldığı videolarda, aşının ikinci dozunun yapılmasının ardından bağışıklığın gelişmesinin genellikle birkaç hafta sürdüğü, aşılanan kişilerin, korunsalar bile virüsü almaları durumunda başkalarına bulaştırabileceği uyarıları yapılıyor.

    Videolarda, toplumsal bağışıklık oluşana kadar maske, mesafe ve temizlik tedbirlerine uyulması gerektiği vurgulanarak, "Sağlık Bakanlığınca uygulanan Kovid-19 aşıları, standart kalite, güvenlilik ve etkinlik çalışmalarıyla geliştirilmiştir. Aşıların yüksek koruma sağladığı klinik çalışmalarla kanıtlanmıştır." ifadelerine yer veriliyor.

    Kovid-19 aşılarının bugüne kadar yapılan klinik çalışmalarında ve aşılanan kişilerde genellikle hafif yan etkiler görüldüğünün belirtildiği videolarda, "Yapılan araştırmalar, Sağlık Bakanlığınca uygulanan Kovid-19 aşılarının, hastalığı ağır geçirme riskini, hastaneye yatış ve ölüm oranını azalttığını göstermiştir." bilgisi veriliyor.

    Kamu spotları, "Tedbirler ve aşıyla Kovid-19'u aşıyoruz. Sağlığımız için kolları sıvıyoruz." ifadeleriyle sonlanıyor.

    "Kolları sıvıyoruz" sloganıyla hazırlanan 8 kamu spotu, bugünden itibaren televizyon kanallarında gösterilecek.
#29.05.2021 11:24 4 0 0
#29.05.2021 10:47 0 0 0
#29.05.2021 00:21 0 0 0
#28.05.2021 13:19 1 0 0
#28.05.2021 11:34 1 0 0
#28.05.2021 09:50 1 0 0
#28.05.2021 05:07 0 0 0
#28.05.2021 04:16 0 0 0
#28.05.2021 04:14 0 0 0
#28.05.2021 04:09 0 0 0
#28.05.2021 03:51 1 0 0
  • Ebced: Cümel, Cifr, Sayı sembolizmi.

    Ebced veya Ebuced, Arap alfabesindeki harflerin kolaylıkla hatırda kalması için düzenlenen bir harf dizisi ile bu harf dizisinin her birine tekabül eden bir rakam değeri sistemi ve diziyi oluşturan sekiz kelimenin ilkinin adıdır.

    Harflerin her birine 1'den 1000'e kadar matematik değerler verilmiştir.

    Ebced hesabı Fars ve eski Türk edebiyatında tarih düşürmede de kullanılmıştır.

    Mesela İstanbul'un Fetih tarihi için Kur'an-ı Kerim'den "Aherun" kelimesi düşürülmüştür.

    Bunların toplamı (elif+gayn+ra+vav+nun)=1+600+200+6+50=857 çıkmaktadır ve bu tarih Hicri 857 (M. 1453) yılı olan fetih tarihidir.

    Ayrıca şair Fuzuli, Kanuni Sultan Süleyman'ın Bağdat'ı fetih tarihi olan 941 H. yılı için; "Geldi burc-i evliyaya padişah-ı namdar" mısraını tarih düşmüştür. Yine Sultan Abdülmecid'in saltanata geçişine de "Bir iki iki delik Abdülmecid oldu Melik" mısrası ile tarih düşmüşlerdir.

    Bütün huruf-u heca denilen yirmi sekiz harfi içine alan Ebced harf tertibinde harflerin sayısal değerleri şöyledir:
    Ebced Değeri: Elif : 1, Ba : 2, Cim:3, Dal:4 Hevvez: He : 5, Vav : 6, Ze : 7 Hutti: Ha : 8, Tı : 9, Ya : 10 Kelemen: Kef : 20, Lam : 30, Mim : 40, Nun : 50 Se'fes: Sin : 60, Ayn : 70, Fe : 80, Sad : 90 Karaset: Kaf : 100, Rı : 200, Şın : 3002 Te : 400 Sehaz: Se 500, Hı: 600, Zel : 700, Dazığ: Dad : 800, Zı : 900, Ğaym 1000.

    Ebced ilmiyle elde edilen bilgilerin değeri:

    Kuran-ı Kerim'de bütün ilimler vardır. Bu ilimleri de herkes kendi kabiliyetine göre okuyabilir veya hissedebilir. Ancak bu ilimleri Kuran'dan okurken, benim anladığım ilim kesin doğrudur diyerek değil de, ben böyle anlıyorum, şeklinde söylemek gerekir. çünkü bir gün bu anladığı bilgiler yanlış olursa Haşa Kuran yanlış olmuş gibi algılanır.

    Örneğin Kuran-ı Kerim'de “üzerinde “ondokuz” vardır." ayeti bulunmaktadır. Bu sayıdan hareketle Kuran'ın bazı sırlarına ve şifrelerine ulaşmak mümkündür. Ancak bu bilgilere mutlak doğru ve Kuranın kesin işareti olarak bakmanın bazı sakıncaları olacağından dikkatli olmak gerekir. Hiç olmazsa: "Böyle şeyler anlamak mümkündür, fakat bunlar kesin ve değişmez doğrular olmayabilir. Hesaplamalarımızda hata edebiliriz, bu hatalar da bize aittir." demek gerekir.

    Ebced hesabı da bunlardan biridir.

    Yirmi sekiz harften ibaret olan Arap alfabesi, Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan zamanına kadar Ebced tertibiyle okunur ve yazılırdı. Abdülmelik bin Mervan zamanında Nasr bin Asım ile Yahya bin Ya'mer el-Udvani'den kurulan bir ekip, Arap alfabesinin harf sırasını değiştirdi ve birbirine benzer harflerin ard arda sıralanması esasına dayalı “huruf-u heca” denilen ve bu gün kullanılan alfabeyi oluşturdu. Yazı dilinde bu alfabe kullanılmaya başlandı.

    Arap harflerinin ebced tertibine göre dizilişinin Hazret-i Adem'e (as) dayandığı rivayet edilir. Bu tertip ile alfabenin kullanıldığı tarih süreci içerisinde, zamanla bu harflere sayısal değerler verilmiş; bu sayısal değerler alimler, edebiyatçılar ve şairler tarafından makbul ve muteber karşılanmış ve kullanılmaya başlanmıştır. Şairler ve edipler, yazdıkları manzum ve mensur eserlerde ebced hesabını da kullanmışlar ve harflere verdikleri rakamsal değerler ile önemli tarihleri kaydetmişler; zaman içinde bu usul yaygınlaşma ve gelişme istidadı göstermiş; adeta Arap alfabesinin bir yan ilim dalı olarak olgunlaşmış ve adına da “Ebced Hesabı” veya “Cifir İlmi” denmiştir.

    Ebced dizilişine göre Arap alfabesi; “elif, ba, cim, dal, he, vav, ze, ha, tı, ya, kef, lam, mim, nun, sin, ayın, fe, sad, kaf, rı, şın, te, se, hı, zel, dad, zı, ğayın” şeklindedir ve “ebced” ismini de bu dizilişin ilk dört harfinden almıştır. Bu alfabe kolay ezberlensin diye şu formül ile de ifade edilmiştir: Ebced, Hevvez, Hutti, Kelemen, Sa'fes, Karaşet, Sehaz, Dazağ. Bu dizilişe göre Arap alfabesi sayısal değer açısından üçe ayrılmış; İlk dokuz harfe “ahad” yani “birler”ve birler basamağından değerler verilmiş; ikinci dokuz harfe “aşar” yani onlar denmiş ve onlar basamağından değerler verilmiş; üçüncü on harfe “miat” yani “yüzler” denmiş ve yüzler basamağından değerler verilmiştir.

    Kur'an-ı Kerim inmeye başladığında Araplar arasında Ebced hesabı biliniyordu ve alfabe bilgisi olan şairler ve edebiyatçılar tarafından da kullanılıyordu. Arap lisanının belağat, fesahat ve edebiyat açısından en gelişmiş döneminde nazil olmaya başlayan ve mu'cize ifadeleriyle şairleri ve edebiyatçıları hemen etkisi altına alan Kur'an-ı Kerim'in; bu lisanı vahiy dili olarak kabul edip, bu lisanın yan bir ürünü diyebileceğimiz Cifir İlmini reddetmesi düşünülemezdi. Esasen Cifir İlmini reddetmesi için geçerli bir sebep de yoktu. Zira Kur'an-ı Kerim prensip olarak, insanlığın zararına kullanılmayan her “birikime” kapılarını açan bir İlahi Kitaptı. Cifir İlmi ise, Arap Lisanının binlerce yıllık birikimini yansıtan bir ürünü idi.

    Nitekim, edebiyatça, belagatça, güzel ve şairane söz söylemek sanatı bakımından ve bilhassa düpedüz hakikati ifade etmesi açısından şairlerin ve edebiyatçıların gerisinde asla kalmayan ve sözüyle-hakikatıyla herbir şairi, edebiyatçıyı ve akıl ehlini hayran bırakan Kur'an-ı Kerim'in, ayetlerini Cifir ilmine göre muhtelif tarihler veren birer anahtar hüviyetinde donatması, mucize oluşunun da bir gereği idi. Bundan dolayıdır ki, Peygamber Efendimiz'den (asm) günümüze kadar ehil alimler tarafından, Kur'an-ı Kerim'in ayet ve kelimelerinden Cifir İlmine göre bir takım tarihler çıkarıla gelmiş ve bazı hakikatlerin sırlarına bu yol ile ulaşılabilmiştir.

    Ancak, bu çalışmayı bu ilme vakıf ehliyetli ulema yapabilir. Yoksa, her önüne gelenin bu ilme göre tarih çıkarma girişiminde bulunmasının yanlış ve sıhhatsiz sonuçlara götüreceği açıktır.

    Mesela, Osmanlı ulemasından Molla Cami, Sebe' Suresinin 15. Ayetinde geçen “beldetün tayyibetün” ibaresinden ebced hesabına göre hicri 857, miladi 1453 tarihini çıkarmış ve İstanbul'un Fethinin bu ayetle de müjdelendiğini haber vermiştir.1

    Mesela, bir gün Yahudi alimlerinden bir kısmı Peygamber Efendimizin (asm) huzurunda Bakara Suresinin ve Meryem Suresinin başlarında bulunan şifreli harflerden Cifir İlmine göre tarih çıkararak:

    “Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti az olacaktır!” demişlerdi.

    Allah Resulü de (asm) sair surelerin başlarında bulunan şifreli harfleri Cifir İlmine göre yorumlayarak:

    “Az değil; daha var!” buyurdu. 2

    Cifir İlminin Hazret-i Ali (ra), Hazret-i Cafer-i Sadık (ra), Muhyiddin-i Arabi (ra) gibi bir çok İslam uleması ile birlikte asrımızda üstad Bediüzzaman (ra) tarafından da kullanıldığı ve muhtelif tarihlere, haberlere ve müjdelere işaret edildiği bilinmektedir. 3

    Cifir İlminin tarih boyunca kullanıldığı ve Kur'an'dan da bu ilme dayanarak bazı tarih, haber ve müjdelerin çıkarıldığı doğrudur; ancak bu ilim, gaybı yalnız ve yalnız Allah'ın bildiği; Allah bildirmediği takdirde hiçbir kulun gaybı bilemeyeceği hakikatine gölge düşürecek şekilde kullanılamaz, kullanılmamıştır ve kullanılması doğru da değildir.

    Gaybı ancak ve ancak Allah (cc) bilir. Allah (cc) bildirmediği sürece kul gaybı bilmez. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri (ra) Kur'an'dan bu çerçevede verdiği haberlerde, “Gaybı Allah'tan başka kimse bilmez!” hakikatini hep hatırlatmış; “Gerçek ilim Allah katındaki ilimdir”4 ayetinin rehberliğinde yürümüştür.

    Netice olarak söylemeliyiz ki: Ebced hesabı geleceği keşfetmeye yeterli bir kaynak değildir. Gelecek Allah'ın ilminde, iradesinde ve kudretindedir. Allah bildirmedikçe hiçbir kimse, hiçbir hesaplamayla yarının ne olacağı hakkında bir ön bilgiye veya tahmine sahip olamaz.

    KAYNAK : RİSALE AJANS
#28.05.2021 02:15 8 0 0
  • Tek bir simadaki ahenk dahi mantık ve matematik karşısında tesadüfü imkansız kılarken, aynı ölçünün umumi olması, gelmiş, geçmiş ve gelecek bütün insanlara şamil bulunması yanında hiç kimsenin birbirine benzememesi tesadüf fikrinin düşünce planına bile çıkmamasını gerektirmez mi?

    Mahiyet itibariyle meleklerden de ulvi olan insanoğlunun maddi yapısı; şekil, yapı ve fizyolojik açıdan, muazzam bir ölçü ve tenasüp ile azami tasarruf prensibi içinde daha mükemmeli düşünülemeyen bir sanat eseri olarak dikkatimizi çekmektedir.

    İnsan, kainat içersinde hem sebep, hem gaye durumunda olduğundan; bütün ilimler de sebep ve netice olarak insanda odaklaşır. Bu yazımızda, insanın kafatası ve bilhassa da yüzünde ilk önce nazara çarpan ve herkes tarafından hissedilen mükemmel ölçüyü, başdöndürücü o muntazam geometriyi arz edeceğiz.

    İnsanın anatomik yapısı, bazı prensip ve kaidelerle ifade edilebilen mimari bir esere benzetilebilir. Bu düşünceden hareket eden araştırmacılar, insan yapısına ait ölçü ve nisbetleri birtakım formüllerle ifade etmeye çalışarak bazı sabit değerler aramışlar, elde ettikleri sabitlerin ışığı altında da insanın anatomik yapısında bazı değişmez kaideler olduğunu ortaya koymuşlardır:

    Bugüne kadar farklı araştırıcılarca baş, yüz, el, ayak, omurga, el orta parmağı uzunlukları ve el genişliği gibi değişik yapılar “Birim uzunluklar” olarak kabul edilip diğer vücut bölümleri ve bütün vücut uzunluğu bu birim uzunluklar cinsinden ifade edilmiştir.

    En çok kullanılan birim uzunluk başın ölçüsüdür. Doğumda baş erişkindeki büyüklüğünün yarısı kadardır (Şekil 1) ve vücudun 1/4’ünü teşkil eder. Yetişkin insanda vücudun 7,5—8 baş uzunluğunda olduğu belirtilmiştir. Bu ölçü de çene ucu—meme başı, meme başı—göbek, göbek—kasık bölgesi, kasık bölgesi—femur (uyluk) ortası, Femur ortası (Uyluk kemiği) diz, diz—bacak ortası, bacak ortası—ayak tabanı arası hep birer baş uzunluğundadır .

    Değişik araştırıcılar farklı ölçü birimlerini kullanmışlardır. Bir araştırıcıya göre bütün vücut uzunluğu 61/3 ayak uzunluğuna eşittir. Diğer bir araştırıcıya göre ise vücut uzunluğu el orta parmağının 18 katıdır. Yüz, (saçlı deri ile çene ucu arası mesafe) uzunluğu vücut uzunluğunun 1/10 udur.

    Yüzde yer alan diğer organlar arasında da yine bir tenasüb mevcuttur.

    Göz bebekleri, göz çukuru altı delikleri ve alt çene kemiği deliklerinden geçen hatlar birbirine paralel olduğu gibi; dik olarak göz bebekleri ve alt çene kemiği deliklerinden geçen hatlar da birbirine paraleldir .

    Başın en üst noktası ile —saçlı derinin başladığı nokta arası; saçlı derinin başladığı nokta ile kaşları birleştiren çizgi arası; kaşları birleştiren çizgi ile burun alt kenarı arası; burun alt kenarı ile çenenin alt kenarı arası mesafeler birbirine eşittir .
    Alın kemiği ile burun kemiği arasındaki eklem yeri orta olmak üzere başın üst kısmı ile alt kısmının yükseklikleri eşittir .

    İki göz arası mesafe bir göz boyutu kadardır. Burun genişliği bir göz genişliği kadardır. Ağız genişliği göz genişliğinin 1.5 katına eşittir .

    Burun uzunluğu ile kulak uzunluğu birbirine eşit ve eğimleri de birbirine paraleldir. Herkesin işaret parmağının boyu burnunun boyuna eşit ve yine herkesin elinin genişliği ve boyu yüzünün genişliğine ve boyuna eşittir. Ağız uzunluğu kulak boyuna eşittir. Kulak ile burun arası uzaklık şahsın orta parmağı uzunluğuna eşittir.

    Burun kanatlarından dik bir hat indirildiğinde köpek dişlerinin tepesinden geçer.

    Burun çentikleri ve filtrum kenarlarından indirilen dikey hat üst birinci orta kesici dişlerin dış kenarından geçer.

    Ferdinant Graf Von Spee’ nin tespit ettiği gözyaşı kemiği kenarı arkasında bulunan noktayı merkez kabul edersek alt çene köpek dişlerinden başlayarak büyük azı dişlerinin yanak tarafındaki kabartılardan devam eden çember yayı üzerine dişler dizilmiştir. Buna Spee eğrisi denir. Bu çemberin yarıçapı 6.5—7 cm dir . Üst çenedeki bu dişlerin eksenleri uzatıldığı zaman Ciezynski noktası dediğimiz bu merkezde birleşirler.

    Diş şekilleri genel olarak diş kavisleri ve yüzün şekli ile yakından ilgilidir. Üst orta kesiciler ters çevrilip bakıldığında şahsın yüz şeklini aksettirir .

    Yüzün sol bölgesi sağa nazaran hafifçe basıktır. Bu bütün insanlara has karakteristik bir yapıdır, bütün ırklar için geçerlidir.

    İnsan anatomisinin küçük bir bölümünü meydana getiren kafatası ve yüzün kabaca görünen zahiri plandaki bazı ölçülerini matematiki ifadelerle arzetmeye çalıştık. Bu ölçünün bir nizam ve dolayısıyle ilmin eseri olması tartışılmaz bir gerçektir.
    İnsan vücuduna ait bütün riyazi kaideler, onun yaratılışında kader kaleminin hiç şaşırmadan çalıştığını ve en güzel surette yaratılan insana ait bu ölçüleri koyan ve tanzim eden bir Sanatkarın varlığını bildirip bizlere tanıttırmaz mı?

    KAYNAK : RİSALE AJANS
#28.05.2021 02:13 4 0 0
  • Kuranı Kerimin her ayeti birer mucizedir. Bu bakımdan Kurandaki bütün mucizeleri burada anlatmak mümkün değildir. Bazıları şöyledir:

    1- “Allah O’dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti” ( Ra’d suresi, ayet 2) ayeti göklerin dağlar sayesinde ayakta duruyor hurafesini ortadan kaldırmıştır.

    2- Kur’an-ı Kerimde evrenin yaratılışı şöyle açıklanır. “ O gökleri ve yeri yoktan var edendir” ( En’am suresi, 101) bu ayet şimdiki ilim dünyasının ulaştığı son nokta olan – tüm evrenin zaman ve mekan boyutlarıyla bir sıfırdan, büyük bir patlamayla ortaya çıktığı- gerçeğini 1400 sene evvel haber vermiştir.

    3- Kainatın daima genişlediği artık ilim ve bilim dünyasının kabul ettiği bir ilmi buluştur. Buna Kur’an şu ayetiyle işaret etmektedir. “Biz göğü büyük bir kudretle bina ettik. Ve şüphesiz biz onu genişleticiyiz” ( Zariyat suresi, 47)

    4- 20. asrın bir buluşu da her yıldız ve gök cisimlerin bir yörüngede durduğu gerçeğidir. Bu duruma Kur’an “ geceyi, gündüzü, güneşi ve Ay’ı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gidiyor.” ( Enbiya suresi, 33)

    5- Güneşin sabit olarak durduğu zannedilirdi. Oysa kur’an güneşin sabit değil aksine daima hareket eden ve belirli bir hızla ilerleyen bir gök cismi olduğunu söylüyordu. Ve asırlar sonra da ilim onu tasdik edecekti. Şöyleki “ güneşte kendisi için tespit edilen bir karar yerine doğru akıp gitmektedir. Bu üstün ve güçlü olan bilenin takdiridir.” ( Yasin suresi, 38)

    Kur'an-ı Kerim'deki Jeolojik Mucizeler:

    Karaların Azalması:

    Yüce Allah 14 asır önce indirdiği Kuran-i Kerim’de Kendi yaratısıyla ilgili bazı sırları haber vermektedir. Bu sırlar hem Kuran’ın Allah sözü olduğunu kanıtlamakta hem de doğa bilimlerindeki gelişmenin önünü açmaktadır.

    “Onlar görmüyorlar mi ki, gerçekten Biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz...” (Rad Suresi, 41)

    “... Fakat simdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mi?...” (Enbiya Suresi, 44)

    Küresel ısınmayla birlikte kutuplardaki buz tabakaları erimekte ve okyanuslardaki deniz suyu seviyesi yükselmektedir. Artan su miktarı da daha fazla karayı kaplamaktadır. Deniz kıyıları sular altında kaldıkça, yeryüzünün toplam yüz-ölçümü veya kara miktarı da azalmaktadır. (Dr. Mazhar U. Kazi, 130 Evident Miracles in the Qur'an, Crescent Publishing House, New York, USA, 1998, s. 115) Ayetlerde geçen "onu çevresinden eksiltiyoruz", "etrafından eksiltmekte olduğumuz" ifadelerinin de, deniz kıyılarının sularla kaplanmasına işaret ediyor olması muhtemeldir.

    New York Times gazetesinde bu konu ile ilgili yer alan bir haber şöyledir:

    Geçen yüzyıl boyunca, yeryüzünün ortalama yüzey ısısı 1 Fahrenheit kadar yükseldi, ısınma oranı da son çeyrek yüzyılda artış gösterdi. Bilim adamları, 1950 ve 1960'larin denizaltı verilerini 1990'larin gözlemleri ile karsılaştırdılar ve Kuzey Kutbu havzasındaki buz tabakasının %45 oranında inceldiğini ispatladılar. Uydu görüntüleri, bölgeyi kaplayan buzların boyutlarının geçtigimiz yıllarda önemli ölçüde azaldığını göstermektedir. (www.planetwaves.net/polar_NYT.html; New York Times, August 19, 2000)

    20. yüzyıl sonlarında elde edilen bulgular, Enbiya Suresi'nin 44. ve Rad Suresi'nin 41. ayetlerindeki hikmetleri anlamamıza yardımcı olmuştur.

    Kıtaların Sürüklenmesi

    Yer kabuğu kendisinden daha yoğun olan manto tabakası zeminde adeta yüzer gibi hareket etmektedir. Ilk olarak 20. yüzyılın başlarında Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, yeryüzündeki kıtaların dünya'nın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını keşfetmiştir.

    Yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlılardı ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu'nda bulunuyordu.Yaklaşık 180 milyon yil önce Pangaea ikiye ayrıldı.Farklı yönlere sürüklenen bu iki dev kıtanın birincisinden Afrika, Avustralya, Antarktika ve Hindistan; ikincisinden ise, Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya’nın Hindistan dışındaki kısımları oluştu.

    Kıtasal hareketin yilda 1 ile 5 cm civarında olduğu hesaplanmıştır. Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir.Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir . (Carolyn Sheets, Robert Gardner,Samuel F. Howe, General Science, Allyn and Bacon Inc.Newton, Massachusetts, 1985, s. 305)

    Allah dağların hareketini ayette "sürüklenme" olarak bildirmiştir.Bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de "continental drift" yani "kıtasal sürüklenme"dir.

    “Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler...” (Neml Suresi, 88)

    Yerin Yedi Katmandan Oluşması:

    Allah’ın Kuran'da yeryüzü ile ilgili bilgilerden biri, yeryüzünün, yedi kat olan gökyüzüne benzerliğidir: “Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı…” (Talak Suresi, 12)

    Rabbimiz asırlar önce yerin ve göğün yedişer kat olduğunu bildirmiştir. Asırlar sonra uzun jeolojik araştırmalar sonucunda varılan netice de aynı olmuştur.

    Bilim adamlarının sıraladığı bu katmanlar şöyledir: Hidrosfer, Litosfer, Astenosfer, Üst manto, Alt Manto, Dış Çekirdek ve Iç Çekirdek:

    Hidrosfer okyanus ve denizlerin en üst kısmı ile bunlardan etkilenen karaların kıyılarıdır. Litosfer, Dünya’nın en üst katmanını oluşturan katı kaya tabakadır. Diğer katmanlarla kıyaslandığında oldukça ince, daha soğuk ve daha katıdır; bu bakımdan yeryüzünde kabuk görevi görür.

    Litosferin altında Astenosfer katmanı bulunur. Bu katman yüksek ısı ve basınca maruz kaldığında yumuşayıp eriyebilen, sıcak, yarı-katı maddelerden oluşmuştur. Kati Litosfer tabakasının, yavaşça hareket eden Astenosfer tabakası üzerinde yüzdüğü ya da hareket ettiği düşünülmektedir. Bu katmanın altında yüksek sıcaklıkta, yarı-katı kayalardan oluşan yaklaşık 2.900 km kalınlığında manto denilen bir tabaka vardır. Kabuktan daha fazla demir, magnezyum ve kalsiyum içeren manto daha sıcak ve yoğundur; çünkü Dünya’nın içindeki ısı ve basınç derinlikle birlikte artar.

    Dünya’nın merkezinde de neredeyse mantonun iki katı yoğunlukta olan çekirdek yer alır. Bu yoğunluğun sebebi içeriğinde kayalardan çok metaller (demir-nikelalasimi) bulunmasıdır. Dünya’nın çekirdeği ise iki ayrı parçadan oluşur: Biri 2.200 km kalınlığında olan sıvı dış çekirdek, diğeri de 1.250 km kalınlığındaki katı bir iç çekirdek. Dünya döndükçe sıvı dış çekirdek Dünya’nın manyetik alanını oluşturur.

    Her şeyden önemlisi, 20. yüzyıldaki teknoloji ile tespit edilebilen bu bilimsel gerçeklerin Kuran'da yerelması Kuran’ın çok sayıdaki mucizesinden sadece birkaçıdır.

    Yarılan Yeryüzü:

    ”Dönüşlü olan göğe and olsun. Yarılan yere de.” (Tarik Suresi, 11-12)

    Yukarıdaki ayette geçen Arapça "sada" kelimesi Türkçe de "çatlama, yarılma, ayrılma" anlamlarına gelmektedir. Allah’ın yerin yarılması üzerine yemin etmesi, başka bir Kuran mucizesidir.

    1945-46 yıllarında, bilim adamları mineral kaynaklarını araştırmak için ilk kez deniz ve okyanusların diplerine indiler. Araştırmaların da dikkati çeken en önemli noktalardan biri Dünya’nın kırıklı yapısı oldu. Dünya’nın dış yüzeyindeki kayalık tabaka; kuzey-güney ve doğu-batı doğrultulu olup, on binlerce kilometre uzunluğunda çok sayıda geniş çatlak(fay) ile yarılmıştı.

    Yeryüzünün bu kırıklı yapısı sayesinde, önemli miktarda ısı dışarı atılır ve erimiş kayaların büyük bir kısmı okyanuslardaki tepeleri oluşturur. Eğer yeryüzünün, kabuğundan yüksek miktarda ısının dışarı çıkmasına olanak veren bu yapısı olmasaydı Dünya üzerinde hayat imkansız olurdu. Çünkü bu durumda yer kabuğunun altından çıkış noktası bulamayan ısı, çok büyük miktarlarda olumsuz nükleer etki meydana getirecek.

    KAYNAK : RİSALE AJANS
#28.05.2021 02:08 6 0 0
  • 50 ayete dayalı 50 özellik.

    Her biri iki puandan 100 puan eder. İsterseniz hepimiz bu konularda kendimize not verelim ve bakalım ne çıkacak.

    Evet, mü’min’lerin Kur’an da geçen 50 özelliği:

    1. Allah’ın adı anıldığında kalpleri ürperirler. / Enfal-2

    2. Allah’a asla şirk koşmazlar. / Furkan-68

    3. Namuslarını (ırzlarını) korurlar. / Furkan-68

    4. (Hiçbir türlü) zinaya asla yaklaşmazlar. / Mü’minun -5

    5. Namazlarını huşu içinde ve doğru olarak kılarlar. / Mü’minun 2,9

    6. Anne ve babalarına “öf” bile demezler. / İsra-23

    7. Boş şeylerden tümüyle yüz çevirirler. / Mü’minun -3

    8. Mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler. / Tevbe-5

    9. Asla zanda bulunmazlar. / Casiye -24

    10. Cahillerle asla tartışmazlar. / Furkan-63

    11. Kınayıcının kınamasından korkmazlar. / Maide-54

    12. Asla yalan söylemezler. / Mü’minun-8

    13. Emanetlerine ihanet etmezler. / Bakara-177

    14. Söz verdiklerinde sözünde dururlar. / Bakara-177

    15. Zekâtlarını hakkıyla verirler. / Bakara-177

    16. Yetimin hakkını asla yemezler. / Nisa-2

    17. Yolda kalmışlara yardım ederler. Bakara-177

    18. Kafirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidir. / Fetih-29

    19. İnsanların kusurlarını affederler. / Al-i İmran-135

    20. Yalnızca Allah’a dayanıp güvenirler. / Tevbe-20

    21. Kâfirler ile Allah yolunda savaşırlar. A.imran-28

    22. Darlıkta da bollukta da infak ederler. A.İmran-133

    23. Kızdıkları zaman öfkelerini yenerler. A.İmran-133

    24. Başkalarının ilahlarına sövmezler. En’am-108

    25. Haksız yere bir cana kıymazlar. / En’am-151

    26. Allah’ın ayetlerini az bir pahaya satmazlar. / Al-i İmran-199

    27. Hakkı bile bile gizlemezler. / Bakara-44

    28. İnananlara ‘sen mü’min değilsin’ demezler. / Nisa-94

    29. Rasullerden hiçbirini birinden ayırt etmezler. / Bakara-136

    30. Yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler. / Furkan-63

    31. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yaparlar. / En’am-52

    32. Helal ve temiz olan şeylerden yerler. / Bakara-168

    33. Asla yalan şahitlik yapmazlar. / Furkan-72

    34. Dillerini eğip bükerek (geveliyerek) konuşmazlar. / Nisa-135

    35. İnsanlar arasında adaletle hükmederler. / En’am-151

    36. Yoksulluk yüzünden evlatlarını öldürmezler. / En’am-151

    37. Yeminlerini hiçbir zaman bozmazlar. / Nahl-91

    38. Adaklarını yerine getirirler. / İnsan-7

    39. Allah’ın ahdini yerine getirirler, anlaşmayı bozmazlar. / Ra’d-20

    40. Yakınlarına (akrabalarına) yardım ederler. / Bakara-177

    41. Yolda kalmışlara ve hastalara yardım ederler. / Bakara-177

    42. Yoksullara ve esir düşenlere yardım ederler. / Bakara-177

    43. Zorda, darda ve savaş anlarında sabrederler. / Bakara-177

    44. Verilen rızıktan yerli yerince harcarlar. / Enfal-3

    45. Geceleri az uyurlar. / Zariyat-17

    46. O gün yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. / Fetih-29

    47. İnsanlara iyiyi emreder, kötülükten de alıkorlar. / Enfal-71

    48. Açıklanınca hoşlarına gitmeyecek şeyleri sormazlar. / Maide-101

    49. Yapacakları işlerde kendi aralarında danışırlar. / Şûra-38

    50. Gerçekten felaha kavuşanlardır. / Mü’minun-1

    Rabbim bizleri Ahirette felaha erenlerden eylesin... Âmin!..

    Kaynak: KUR'AN-I KERİM.
#28.05.2021 02:05 5 0 0