Tırnaklara oje katmak haram değildir. Ancak oje tırnak üzerine bir tabaka meydana getirdiğinden abdest ve guslün sıhhatine manidir.
Bunun için abdest almak, cünüp veya hayızdan yıkanmak isteyen ojeli kadın mutlaka ojesini kazımak zorundadır. Aksi takdirde abdest'i veya guslü sahih olmadığından namazı batıldır.
Buda bizim demek istediğimiz....
Kim ne yorum yaparsa yapsın; başörtüsü Kur'an'ın emridir: "Mü'min hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, nâmus ve iffetlerini muhâfaza etsinler. Görünen kısmı müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları organlarını) teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler" (24/Nûr, 31). Başörtüsü teferruat değildir. Allah'ın Kur'an'da emrettiği bir farz teferruat, ayrıntı kabul edilemez. Bu mantık(sızlık)la, eğer başı örtmek teferruat ise, meselâ göğsü örtmek de teferruattır; çünkü o da aynı şekilde farzdır. Başörtüsü, çarpık yorumlarla önemsiz ve hizmet(!) için tâviz verilecek basitlikte görülemez, olmazsa da olur denilecek bir husus kabul edilemez.
Güzel kokudan (parfümden) kaçınmak şarttır: "Bir kadın, güzel koku sürerek bir topluluktan geçer, onlar da 'onun kokusu şöyle şöyleydi' diye konuşurlar. Böyle (koku sürünmesi ve) söylenmesi çirkindir." (Ebû Dâvud, hadis no: 351). Konuşurken ciddî olma mecbûriyeti vardır: "...Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır..." (33/Ahzâb, 32). Müslüman hanımın davranışı, yürüyüşü ağırbaşlı olmalı, dişiliğini, cinselliğini öne çıkarmamalıdır: "... Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar (dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler)." (24/Nûr, 31)...
*
.Canin sıkıldığında benimle paylasmadigini, kirilacak veya tedirgin
olacakolsam bile dusuncelerini acikca soylemedigini anladigim zaman
vazgectim.
*
.Bana yalan soyledigini anladigim zaman vazgectim.*
*
.Gozlerime baktiginda kalbinle bakmadigini ve bana hala
soylemedigin seyler
oldugunu hissettigimde vazgectim. *
*
.Her sabah benimle uyanmak istemedigini, gelecegimizin hicbir
yere
gitmedigini anladigim zaman vazgectim.*
*
.Dusuncelerime ve degerlerime deger vermedigin icin vazgectim.*
*
.Agrilarimi dindirecek sicak sevgiyi bana vermediginde vazgectim. *
*
.Sadece kendi mutlulugunu ve gelecegini dusunerek beni hice
saydigin icin
vazgectim.*
*
.Tablolarimda artik kendimi mutlu cizemedigim ve tek neden sen
oldugun icin
vazgectim.*
*
BENCIL OLDUGUN ICIN VAZGECTIM!!*
*
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgecmem icin yeterli degildi,
cunku
sevgim yuceydi. Ama hepsini dusundugumde senin benden coktan
vazgectigini
anladim. Bu yuzden ben de senden
vazgectim.
Frida Kahlo
Bir erkek vazgecmek istiyorsa tek bir neden yeterlidir ama biz
kadinlar
sevgimiz icin mucadele ederiz, cunku biz kadinlar elimizdekiyle
yetinmesini
ve mutlu olmasini biliriz. Eger sizin icin mucadele edecek, sizi
bir
kadinin hak ettigi degerle susleyecek, sizi hayatina dahil
edebilecek ve
gozlerinizin icine bakip SENI SEVIYORUM diyebilecek bir erkeginiz
varsa
dunyanin en sansli kadinisinizdir demektir.***
Bazı erkekler küçücük bir bakışla bile bir kadının başını döndürmeyi kolayca başarıverirler. Yanında oldukları kadının elini tutuşları başkadır, sözleri ile aşk büyülerinin en alasını fısıldayabilirler. Bir kadının gözlerinin içine baktıklarında dünya üzerinde başka bir kadın yokmuş hissini vermekte de hayli ustadırlar. Oysa ona göre ertesi gün sıradaki diğer kadınlar fethedilmeyi beklemektedir. İşte Kazanova'nın kısa bir tanımı.
Nedir onları bu kadar çekici, dayanılmaz ve aynı zamanda güvenilmez kılan? Güvenilmez oldukça cazibe katsayılarını artıran bu erkekler aslında "Kazanova Kompleksi" denilen psikolojik bir bozukluktan muzdaripler ve tabii her arıza erkek gibi kadınları yörüngelerinin içine hiç zorlanmadan çekebiliyorlar.
Baştan çıkarma senfonisi
Giacomo Casanova, 1725-1798 yılları arasında Venedik'te yaşamış bir yazardı. Sosyal, yetenekli, duygusal, çekici olmasının yanı sıra kendi emeğiyle kazandığı bir serveti de vardı. Dünyayı dolaşarak hayatını yaşayan Casanova tam bir zevk adamıydı. Belki de onu günümüzde hala çekici kılan yanı, bütün bu özelliklerin aynı erkekte toplanmış olmasıdır. Hayatta her şeye ilgi ve merak duyduğu gibi her kadın da onun için keşfedilmesi gereken bir hazineydi. Günümüzle kıyaslayınca Casanova'nın hayatındaki en şaşırtıcı nokta ne kadar çok kadınla beraber olduğu değil, ne kadar az kadınla beraber olduğu olsa gerek. Casanova'nın günlüklerinden öğrenildiği üzere dünyanın gelmiş geçmiş en büyük çapkını 73 yıllık ömrüne sadece 120 kadın sıkıştırmış.
Oysa bizim yerli Kazanovalarımız öyle mi ya! Cemiyet sayfalarından tanınan Murat Cevahir'den, Sezai Taşkent'e; her ne kadar evlenmiş olsalar da Mehmet Ali Erbil'den Erdal Acar'a kadar çapkınlıklarıyla bilinen bu erkeklerin Kazanovalık'larını tartışmaya gerek bile yok. Hatta aşk listelerindeki kadınların arasında soğuk savaş bile hala hafızalarımızda. Deniz Akkaya ile Ayşe Hatun Önal'ın, Özlem Yıldız'la Nefise Karatay'ın çekişmelerini kim unutabilir ki? Her hafta sonu barlardan bir başka kadınla çıkan günümüz erkekleriyle kıyaslayınca Casanova sütten çıkmış ak kaşık gibi kalmıyor mu sizce de?
Ünlü Fransız sosyolog Jean Baudrillard da zaten modern çapkınların Casanova ile karşılaştırılmaması gerektiğini söylüyor. Casanova'nın amacı hiçbir zaman sadece birkaç saatlik bir keyif olmadı. O, ilişkiye girdiği her kadına aşık oldu. Kadınların onun akıl ve kültür düzeyinde konuşmaları onun merakını kabartıyordu. Nükteli ve atışmalı konuşmaları ne kadar çekici bulduğunu her defasında söylüyordu, Casanova. Günlüğünde altını çizdiği cümlelerden biri onun hayatının kısa bir özeti bir bakıma: "Bir sürü kadınım oldu, eğlendi m, oynadım, küçük gördüm ve görüldüm. Aşkın dünyadaki en büyük merak olduğunu ve merak giderildiğinde aşkın yok olduğunu öğrendim."
Nedir bu Kazanova Kompleksi?
Araştırmacı psikolog Peter Trachtenburg'un "Kazanova Kompleksi ve Onlara Aşık Kadınlar" adlı kitabında yazdığı gibi Kazanova Kompleksi, bir erkeğin içinde bir türlü dolduramadığı bir boşluktan duyduğu acıyı dindirmek için çözümü cinsellikte ve kadınlarda bulması. Bu boşluğun nedenini bulmak içinse, söz konusu erkeğin geçmişinde geçirdiği travmalara gitmek gerekli. Annesi tarafından terk edilmesi, ilk kız arkadaşının gözlerinin önünde ölmüş olması, annenin aşırı ilgi göstermesi gibi... Dindi*rilemeyen bir acıyı geçici bir süre için etkisiz hale getirmek ise bağımlılık yarattığı için sonuçta bir kısır döngü oluşuyor. Her yeni kadın bilinç altındaki boşluğa ve acıya çare olarak görülüyor, sonrasında ise her seferinde hayal kırıklığı. Çünkü acıya merhem olacak kişi aslında kadın değil, kişinin kendisi. Acıdan kaçış ise kadınları cezbetme dürtüsüyle ortaya çıkıyor. Her fethedilen kadın, erkeğin acıya karşı koyma gücünü ispat eden bir nesne görevi görüyor.
Kazanova Kompleksi yaşayan erkekler farkında olmasalar da kadınları azize (Meryem yani) ve basit olmak üzere ikiye ayırıyorlar. Her ilişkinin başında iyi bir anne gibi görebilecekleri kadını arıyorlar ve bulduklarını sanıyorlar. İlişki devam ettikçe iyi anne figürü sürekli baskı yapan ve ceza veren anne figürüne dönüşüyor.
Onlar da çareyi, bilinç altında basit kategorisine soktukları kadınlarla günü birlik kaçamaklar yapmakta buluyorlar.
Yakınlık korkusu
Kazanova Kompleksine sahip erkekler, bir ilişkinin yakınlık derecesi arttıkça, kendilerini o kadar tehdit altında hissediyorlar. Bu yakınlık ve samimiyetle başa çıkamayan erkek, yakınlık ve sorumluluk duymak zorunda kalmayacağı yeni bir ilişkiye açıyor yelkenlerini. Limanda ise gözü yaşlı ve ne olduğunu anlayamayan şaşkın kadınlar kalıyor geriye.
Trachtenburg'a göre, geçmişte yaşadıkları travmanın içinde hapis kalmış ve sonrasında duygusal gelişimini tamamlayamadıkları için çocuk kalmış bu erkeklerin ortak özelliklerinden biri narsist olmaları. Trachtenburg, karşısına çıkan vakalar sırasında gözlemlediklerinden yola çıkarak şu sonuca varmış: Bu tip erkeklerin büyük çoğunluğunun boğucu derecede ilgili anneleri ve son derece ilgisiz babaları olmuş, bazı durumlarda babasız büyüyenler de söz konusu. Bu durumda çocuğun egosu ikiye bölünmüş oluyor. İlki, çocuğun sahte karakterini temsil eden çevresine uyumlu ve sistemin gereğini yerine getiren ve dolayısıyla anne-babanın onayladığı ego; ikincisi ise baskı altında tuttuğu ve sakladığı gerçek egosu. Yetişkin bir erkek olduğunda evlenip bir yuva kurması ama sürekli eşini aldatması da bu iki egonun çarpışmasının bir sonucunda ortaya çıkıyor. Yakınlık korkusunun nedeni de bu iki egonun su üstüne çıkma savaşından kaynaklanıyor. Ama erkeğimiz, bir kadınla ne kadar yakın olursa, yıllarca saklı tutup bastırdığı gerçek kişiliği yani egosu o kadar ürkütücü bir şekilde ortaya çıkmaya başlıyor.
Kazanova erkekleri nerede görseniz hemen tanırsınız. Kur yapmakta, romantik olmakta, bir kadını özel ve güzel hissettirmekte üstlerine yoktur. Çünkü Kazanova'nın istediği kadını elde etmek için yapmayacağı şey yoktur. Hatta yeri geldiğinde kendi hayatını bile riske sokabilir. Yeter ki amacına ulaşsın. Bu erkek kur yaptığı kadın tarafından kabul ve şefkat görmeye bağımlı yaşar ancak bir adım ileri gitmeye her zaman korkacak ve hassas egosunu koruma dürtüsüyle kaçacaktır.
"Kaçan balık, büyük olur" diye boşuna dememişler. Kadınların da Kasanovalarla saklambacı, kaçıp-kovalamacası hiç bitmeyecekmiş gibi gözüküyor.
ben dikkat ettiysen konuya yorum yaptım,yoksa senin kişiliğe bir laf söylemedim önce bu dengeyi koruyalım istersen..
Tabii herkes ibadetini kendi içinde yaşar ama kapalıysanız şu soruyu kendinize sorun "Örtünmek kadın ruhu icin zor bir iştir,tamam...bir kere bunu neden yaptıgını iyi bilmesi,sorgulamış ve kabul etmiş olması gerekir" bunun cevabını buldugunda zaten ojeye gerek kalmaz...
Uzun zamandır diyet yapıyor ama bir türlü kilo veremiyorsanız, tartıda ibre hiç düşmüyor ya da grafiğiniz sürekli artıp eksiliyorsa, yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir.
Böyle durumlarda mutlaka diyetinizi sabote eden hatalar olduğunu belirten Taylight Sağlık Merkezi'nden Diyetisyen Berrin Yiğit', "Öncelikle bu hataları tespit etmeli ve fazla kilolarınızı gönül rahatlığıyla düelloya çağırmalısınız" diyor. İşte diyetinizi sabote eden hatalar ve düzeltmenin yolları.
1: HIZLI YEMEK
Hızlı yemek yeme yarışmaları dışında, rekor kırmak istermişçesine hızlı yemek yemenin kimseye yararı yok. Hızlı yaşam ve iş çevremiz hepimizi aceleci kişiliklere çevirmiş olsa da yemek zamanı kişiye özeldir, her öğün yavaş ve küçük lokmalar halinde tüketilmelidir.
2: ÖĞÜN ATLAMAK
Araştırmalar kahvaltı yapmayanların, yapanlara oranla daha kilolu olduklarını gösteriyor. Öğün atlayarak daha başarılı kilo verilecektir yönünde yanlış bir inanış var. Ancak gerçek şu ki günde 3 öğünden az yiyenler, gün sonunda çok daha fazla kalori alır. Güne kalorisi dengeli, lif oranı yüksek, besleyici bir öğünle başlayıp, az az ve sık sık beslenmeye devam edin.
3: SIVI NASILSA DEYİP GEÇMEK
Alkol, kremalı tatlı kahveler, meyve konsantreleri, şekerli çaylar ve meşrubatlar sinsice kilo alımını hızlandırabilecek, besin değeri düşük ve yüksek kalorili içeceklerdir. Yapılan bir çalışma, Amerikalıların günlük kalorilerinin ortalama yüzde 21'ini meşrubatlardan aldıklarını gösteriyor. İçecekler tokluk duygusu vermediğinden daha fazla yemeye teşvik eder. Unutmayın, küçük değişiklikler büyük kalori tasarrufu yapmanıza yardımcı olabilir.
4: BÜYÜK PORSİYONLAR
Mide doygunluğundan çok, göz doygunluğuna dikkat edin. Restoranlarda, izlediğimiz reklam ve filmlerde büyük ebatlarda yenen yemekleri görmeye alışan beynimiz, evde de bu ebatları aramaya yönelebilir. Öncelikle mide kapasitenize uygun, makul porsiyonlarda yemeği, ekstra büyük menüler seçmemeyi, restoranların küçük bir ekstra ile verecekleri promosyonlara hayır demeyi öğrenin. İhtiyacınızdan fazlasını yemeyin, yemek sonrası duyabileceğiniz rahatsızlığı anımsayın.
5: SAĞLIKSIZ EKSTRALAR
Diyet yapmanın salata ve sebze yemek ile diyet kola içmekten ibaret olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Güzelliğin zayıf olmaktan geçtiği inancının yaygın olduğu günümüzde değişen yemek kültürümüz, restoran mönülerinde salataları ana yemek olarak görmeye başlamamıza neden oldu. Ancak eklenen ekstra soslar ve malzemelerle mükellef bir ana yemeğin kalorisine ulaşabilecek salatalarınızı doğru süslemeniz gereğini unutmayın.
6: ŞUURSUZCA YEMEK
"Şuursuz yemek yeme" adeta bir hafıza kaybı yaşayıp bilinçsizce bulunan yemeklere saldırmaktır. Yemek yemek nefes almak gibi kişilerin fizyolojik ihtiyaçları için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır ve zevk alma duyusu olarak kullanılmamalı. Her ekstra kaçamağın, karın ve bel bölgenizde çıkacak ekstra katlar olarak size döneceğini unutmayın.
7: ŞOK DİYETLERE İTİBAR ETMEK
Büyük vaatlerle hızla yayılan medyatik diyetlerin başında düşük karbonhidrat içeriği olan programlar geliyor.
Özellikle Amerikan halkının 10 milyondan fazlasının kalbini feth eden bu diyetler uzun vadede baş ağrısı, mide bulantısı, sersemlik ve kendini yorgun hissetme halleri yaratabilir. Bu tarz tek tip kalori kısıtlı diyetler uzun vadede kişilerde kalori atakları yaratarak, yoğun kalorili besinlere saldırılara neden olabilir. Bu nedenle en doğru yanıtı, kişiye özel diyetlerle alabilirsiniz.
8: NASILSA KİLO VEREMİYORUM DEMEK
Tartı ibresi düşüşü göstermeyince pek çok kişi hemen çok ciddi kalori kısıtlamaları yaparak kilo kaybı sağlamaya çalışır. Oysa ki günlük alınan kaloriyi çok fazla düşürdüğümüz zaman vücut direnç gösterebilir ve yağ kaybı yavaşlayabilir. Bu durumda enerji alımını düşürmekten çok, harcamayı artırmak daha faydalı bir etki yaratacaktır.
9: DIŞARIDA YERKEN İPİN UCUNU KAÇIRMAK
Yemek fizyolojik ihtiyacımız olduğu kadar aynı zamanda sosyal içerikli keyif alınan bir ihtiyaçtır. Özellikle kadınların çalışma hayatına daha fazla dahil olması, dışarıda yemek yeme sıklığını da artırdı. Buradaki en önemli nokta her dışarıda yemek olayını şölene çevirmemek, makul ve doğru seçimler yaparak diyet yolundaki başarı ivmesini düşürmemektir.
10: KENDİNİZİ İNANMAMAK
Merdivenin en uç noktasını görmek zorunda değilsiniz, önemli olan her adımda hedefe yaklaşıyor olduğunuzu bilmekte. Diyetinizdeki sinsi hataları bertaraf ederek hedefe ulaşmak için küçük başarılardan keyif almalı, takdir etmeli ve kendinize inanmalısınız.
NE YAPMALISINIZ?
*Kendi kendinizi test edin. 'Diyet mi yapıyorum yoksa diyette olduğumu mu sanıyorum?' diye kendinize sorun. Uzman kontrolünde diyet yapmayan kişiler zayıflama süreçlerinde almaları gerekenden fazla kalori alıp kendilerini diyet yapıyor sanabilirler. Bunun için diyetinizin size özel olduğundan emin olun.
*Kendi kendinizin diyet polisi olmaya çalışın. Diyette olduğunuzu düşünmeyin. Kalorileri ve diyet yemeklerini düşünmekten çok, beslenme biçiminizde yapmakta olduğunuz hataları ve size kilo aldıran suçluları tespit etmeye çalışın. Sürekli diyette olduğunuzu düşünmek, yemeğe karşı kuşkucu olmanıza, yeme atakları geliştirmenize ve erken havlu atmanıza neden olabilir.
*Başarı hikayelerini okuyun. Kendi beslenme hatalarınızdan olduğu kadar başkalarının hatalarından ve başarılarından da dersler almaya çalışın. Diyetinizi sabote edebilecek gizli düşmanların farkına varın ve onların üzerine gidin. İşte diyetinizi sabote edebilecek 10 gizli düşman.
Ankara kedisi, kökeni çok eskilere dayanan ve zaman zaman tartışmalara neden olan, zarif, dünyevi olmayan, güçlü ve dikkafalı bir türdür. Saf ve doğal bir kedi türü olmasının yanı sıra Türkiye'nin ulusal hazinelerinden biri olarak görülür. Ankara kedisi pek çok kişi tarafından orjinal uzun tüylü kedi olarak kabul edilir.
Eski adıyla Angora olan Ankara, ipeksi, zarif desenli ve uzun postlu hayvanların evi olarak bilinir. Ankara kedileri hala Türkiye'nin köylerinde ve kırsal yerlerinde, yüzyıllardır neredeyse hiç değişikliğe uğramadan dolaşmaktadırlar. Bu kadar zaman boyunca hayatta kalmalarını sağlayan özellikleri, oldukça içgüdülerine bağlı ve son derece zeki olmalarıdır. Günümüzde, özgür yaşamak yerine insanlarla yaşamaya alışmış olsalar da, kendilerine özgü güçlü kişilik özelliklerini korurlar. Bir ankara kedisi beslemiş ya da görmüş olan biri bu gerçeği bilir.
Eskiden Angora olarak bilinen Ankara'da ortaya çıkan Ankara kedisi, Avrupa'da görülen ilk uzun tüylü kedi olarak bilinir. 10. yüzyılın başlarında Viking'ler tarafından Avrupa'ya getirildikleri ve bu yüzden günümüz uzun tüylü kedilerinin ataları oldukları bilinmektedir. Bugünkü Ankara kedisi, varlığını 60'lı yıllarda kendisinden Amerika'ya, sonra da Avrupa'ya ithal edilen Ankara Hayvanat Bahçesi gibi kuruluşlara borçludur.
Ankara Kedisi 16. yüzyılın sonlarında bilimadamı Claude Fabri de Peirese ile birlikte Fransa'ya varmıştır. Vücudunun güzel ve oryantel yapısı kısa zamanda popüler olmasını sağlamıştır. 1868 yılında bir İngiliz yazar tarafından, "genellikle boyun kısmında uzun, gümüşe çalan muhteşem ve farklı tüylere sahip güzel bir kedi" olarak tanımlanmıştır. Bu türün beyaz rengi, türünün gerçek temsilcisi olarak görüldüğünden, beyaz kediler için Ankara Hayvanat bahçesi tarafından bir üreme programı başlatılmıştır.
Ankara kedisi, Türkiye'de çalışan Amerikalılar tarafından 1962 yılında tekrar keşfedildi. O zamanlarda tam 45 yıldır kontrollü bir üretim programı uygulanıyordu. Ankara kedilerinin kökeni Türkiye'ye göç edip, büyük olasılıkla Manul Kedisi'nden türemiş evcil kedilerini beraberlerinde getiren Tatar'lara kadar inebilir.
Ankara kedisinin vücudu uzundur. Uzun bacaklara, uzun bir kuyruğa ve yine uzun ve kaslı, narince yapılanmış bir gövdeye sahiptir. Çok düzgün bir kemik yapısına sahiptir ve zarif bir görüntüsü vardır. Erkek kediler dişilerden büyük olabilir. Uzun bacaklarının arkala tarafları, önlerinden daha uzun olur. Parmaklarının arasında küçük tüyler bulunan, küçük ve yuvarlak patileri vardır. Mevsime göre uzunluğu değişen tüyleri vardır. Günümüzde pek çok değişik renk tüylü Ankara kedisi vardır. En iyi tüylere sahip Ankara kedileri, genellikle üç yaşını geçmiş kedilerdir. Bakılıp tarandıklarında daha da etkileyici tüylere kavuşurlar. Geniş ve badem şekilli gözlere sahiptirler ve renkleri bakır, mavi, altın, yeşil ve ela olabilir. Geniş ve sivri uçlu, dik kulakları vardır. Orta boyda bir buruna sahiptirler. Kuyruklarını yürürken vücut hizasında tuttukları görülür.
Efendiler, Lozan Antlaşması`nın eklerinden olan düşman işgali altındaki topraklarımızı boşaltma protokolu uygulandıktan sonra, yabancı işgalinden tamamen kurtulan Türkiye`nin toprak bütünlüğü fiilî olarak sağlanmıştı. Artık yeni Türkiye Devleti`nin başkentini bir kanunla tespit etmek gerekiyordu. Bütün düşünceler, Yeni Türkiye`nin başkenti Anadolu`da ve Ankara şehri olarak seçme lüzumunda birleşiyordu.
Bu seçimde, coğrafî durum ve askerî strateji en büyük önemi taşıyordu. Devletin başkentini bir an önce tespit ederek, içten ve dıştan gelen kararsızlıklara bir son vermek şarttı. Gerçekten de, bilindiği üzere, başkentin İstanbul olarak kalacağı veya Ankara olacağı konusunda öteden beri içeride ve dışarıda kararsızlıklar görülüyor, basında demeçlere ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada İstanbul`un yeni milletvekillerinden bazıları, R a f e t P a ş a başta olmak üzere, İstanbul`un hükûmet merkezi olarak kalması gereğini bazı örneklere dayanarak ispat etmeye çalışıyorlardı. Ankara`nın gerek iklim, gerek ulaştırma araçları ve gelişme kabiliyet ve istidadı ve gerekse mevcut tessisler ve kuruluşlar bakımından hiç de uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar; İstanbul`un "payitaht" olması lâzımdır ve mutlaka olacaktır, diyorlardı. Bu ifadeye dikkat edilirse, bizim "başkent" deyimiyle kastettiğimiz anlam ile, bu ifadelerdeki "payitaht"deyimini kullananların görüşleri arasında bir fark bulmamak mümkün değildir. Bundan dolayı, bu konuda zaten kesinleşmiş bulunan kararımızı resmen ve kanunî yoldan ilân ettirerek,"payitaht" sözünün de yeni Türkiye Devleti`nde kullanılmasına gerek kalmadığını göstermek lâzım, geldi. Dışişleri bakanı İ s m e t P a ş a,9 Ekim 1923 tarihli tek maddelik bir kanun tasarısını Meclis`e teklif etti. Altında daha on dört kadar zatın imzası bulunan bu kanun teklifi,13 Ekim 1923 tarihinde uzun görüşme ve tartışmalardan sonra çok büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Kabul edilen kanun maddesi şudur : "Türkiye Devleti`nin başkenti Ankara şehridir."
Kaynak:Nutuk
ANKARA`NIN BAŞKENT OLUŞU
Lozan Barış Antlaşması`nın TBMM tarafından onaylanmasından sonra, İstanbul 23 Eylül 1923`ten itibaren tahliye edilmeye başlandı. 6 Ekim 1923`de İstanbul`un yabancı işgal kuvvetleri tarafından boşaltılması tamamlandı. Yabancı işgal kuvvetlerinin İstanbul`dan ayrılması, gündeme hükümet merkezi sorununu getirdi. İsmet Paşa (İnönü) hükümet üyesi olmakla beraber, Ankara`nın başkent oluşunu öngören önergeyi 9 Ekim 1923`te on dört arkadaşı ile birlikte, Malatya Milletvekili olarak TBMM`ne verdi. İsmet Paşa, Ankara`nın hükümet merkezi olması konusunu acil bir sorun olarak görmekte ve Lozan`dan itibaren zihnine yerleşmiş bulunduğunu ifade etmektedir. İsmet Paşa`ya göre, Ankara`nın başkent olması iç ve dış çeşitli sebeplere dayanmaktadır: "Lozan`da Batı dünyasının murahhasları, mütehassısları, diplomatları ile görüşüyorum. Bunlar İstanbul Hükümeti`ni İstanbul muhitini tanıyan insanlar ve yeni devletin o muhitin insanlarına göre kurulmasını arzu ediyorlar. Bunu her hallerinden anlıyorum. Bizim bakımımızdan meselenin daha ehemmiyetli ve değişik cepheleri var. Bir defa Boğazlar askeri bakımdan tamamıyla açık, tamamıyla emniyetsiz. Bu vaziyetteyiz. Lozan Antlaşması`yla elde edebildiğimiz neticeler ve tarihi şartlar bizi endişeye sevk ediyor. Ayrıca Anadolu`nun ortasında bulunarak ve bir Anadolu hükümeti olarak yeni devleti çalıştırmak istiyoruz".
İsmet Paşa`ya göre; Ankara`nın hükümet merkezi olması meselesinin, hilafetle bir ilgisi yoktur. Fakat, Ankara hükümet merkezi olunca, hilafet bir bakıma devletimizin dışına atılmış oluyor: "Gerçi biz hilafeti devamlı bir müessese olarak düşünmüyoruz, Fakat Ankara`nın hükümet merkezi olması ve hilafet merkezinin İstanbul`da bulunması, ondan kurtulmak için ayrıca bir temel vasıta olacaktır."
Teklif edilen Anayasa maddesi gayet kısadır: Türkiye Devletinin makarrı idaresi Ankara şehridir." Ancak teklif edilen kanun maddesinin gerekçesi, Ankara`nın yeni Türkiye`nin merkezi olması gereğini açıklamaktadır. Gerekçe özetle, yeni Türkiye`nin varlığının, ülkenin kuvvet kaynaklarının gelişmesinin sağlanması, Anadolu`nun merkezinde başkent tesis etmek lüzumunu açıklıyor ve coğrafi ve stratejik durum, iç ve dış güvenlik de bunu gerekli görüyordu.
13 Ekim 1923`te TBMM`de kabul edilen tek maddelik bir yasa ile Ankara, yeni devletin başkenti olmuş ve böylece devlet merkezinin İstanbul olacağı yolundaki çekişmelere son verildiği gibi, Cumhuriyetin ilanı için de bir adım atılmıştır. Bu, aynı zamanda Milli Mücadele`nin başından beri uygulanan Ankara`nın İstanbul`a hakim olacağı esasının bir sonucu idi.
ANKARA`NIN BAŞKENT OLMASI İÇİN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI`NA VERİLEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİ
Yüksek Başkanlığa,
Lozan Antlaşması`nın tamamlayıcılarından tahliye protokolünün uygulanması son bulmuş ve baştan başa yabancı işgalinden kurtulan Türkiye`nin fiilen kuruluşu tahakkuk eylemiştir. Milletimizin en değerli beldelerinden İstanbul`umuz, İslamiyet`in hilafet merkezi olma durumunu, İslam alemi içinde tahsisen ve hasren Türk milletinin savunma vasıtalarına emanet edilmiş olarak sonsuza kadar sürdürecektir. Diğer taraftan Türkiye Devleti`nin idare merkezi için Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde karar vermek zamanı gelmiştir.
Bir devletin merkezini tayin için esas olacak düşünce, yeni Türkiye`nin idare merkezinin Anadolu`da ve Ankara şehrinin seçilmesini gerekli kılmaktadır. Söz konusu düşünce; Antlaşma ile Boğazlar için kabul edilen hükümler, yeni Türkiye`nin varlığının esası, memleketin kuvvet kaynakları ve gelişmesini Anadolu`nun merkezinde tesis etmek gereği, coğrafi ve stratejik durumunun müsaadesi çerçevesinde iç ve dış güvenliğin sağlanması hususunda geçmişte edinilmiş tecrübelerle özetlenebilir. Bu düşüncelerin her biri, başlı başına bir önemli gerekçe sayılacak durumdadır.
Devletin idare merkezinin yeni bir şekilde tesis ve gelişmesine bir an önce başlamak iç ve dış tereddütlere son vermek için alttaki kanun maddesinin kabulünü arz ve teklif ederiz.
Kanun maddesi : Türkiye Devleti`nin idare merkezi Ankara şehridir. 9 Ekim 1923
Malatya : İsmet İnönü
Çorum : Ferit Törümküney
Diyarbakır : Zülfü Tiğrel
Ertuğrul (Bilecik) : Dr.Fikret Onuralp
Kütahya : Seyfi Aydın
Malatya : Hilmi Oytaç
Kastamonu : M. Mahir
Erzurum : Rüştü
Erzincan : Sabit
Sivas : Rahmi
Bursa : Necati Kurtuluş
Bursa : Refet (Canıtez)
Konya : Kazım Hüsnü Bey
İstanbul : Ali Rıza Bebe
KarahisarıSahip : M. Kamil
sen zaten adetliyken ibadetini gerçekleştirmezsin,birçok şeyden muafsındır çünkü ama bu dönem bittiğinde tekrar ibadetine dönersin ve bence ibadetini dört dörtlük yapan biri zaten oje sürmezki arkadaşım...yani sana kimse oje sürme demiyor ama halkıpta câizmi değilmi sorma
evli bir çiftin çocukları olmuyormuş ve eşlerden birisi demişki eğer bir evladımız olursa ona dünyanın en uzun ismini koyacağım demiş.
ve sonra bir çocukları olmuş ona dünyanın en uzun ismini koymuşlar adını;
riki riki rambo restarambo bağıra bağıra pişko pinkokoymuşlar...
neyse riki riki rambo restarambo bağıra bağıra pişko biraz büyüyünce ikinci çocukları olmuş onada dünyanın en kısa ismini koymuşlar..adınıda CE koymuşlar
CE de biraz büyüyünce riki riki rambo restarambo bağıra bağıra pişko pinkoyla bahçede oyun oynuyorlarmış..CE oynarken topu havuza düşürmüş.riki riki rambo restarambo bağıra bağıra pişko pinko topu almak için havuza atlayınca boğulmaya başlamış hemen CE koşarak;
Yolculukları sırasında bir genç kızı sırtına alıp ırmağın öbür kıyısına geçiren dervişe, arkadaşı günler boyu sitem eder:"sen nasıl olur da bir kızı sırtına alırsın?" der de der.
Sonunda derviş dayanamaz:
"ben kızı ırmağın beri yakasında sırtımdan indirdim; sen günlerdir kızı kafanda taşıyorsun; kafandan indir artık şu kızı" der.
Irmağın bu kıyısına kadardı bizim işimiz;
Seçim oldu ve bitti.
Kardeşliğimizi siyasal taraftarlığa endekslemedik çok şükür.
Siyasi tercihimizi kutsallaştırmadık;
Kimseyi de hatasız ve kusursuz ilan etmedik.