ya şu anda istanbul okadar güzel ki gelin tavsiye ederim.adalara gitmek içinde mayısve haziran en güzel mevsim.haziranda sınavlar bitince ilk işim gitmek olacak.sizide beklerim
İş kadınlığı ile ev hanımlığını bir arada götüren kadınların, hep sanılanın aksine diğer hemcinslerine göre daha sağlıklı bir hayatları var
Bir zamanlar yalnızca 'evlerinin kadını' olmanın hayalini kuran kadınlar, son yıllarda 'çocuk da yaparım, kariyer de' sloganından hareketle hem evlerinin kadını hem de iş kadını olmak için çabalıyorlar. Haliyle bu durum onları biraz yoruyor. Ancak bilim adamları ve doktorlar, bu yorgunluğun sanılanın aksine sağlığa zararlı değil, yararlı olduğunu vurguluyor.
İŞLEYEN DEMİR
İngiliz Sağlık Gazetesi'nde yayınlanan bir makaleye göre; bir yandan çocuk yetiştirirken, diğer yandan aktif bir biçimde çalışan kadınlar geleceklerine yalnızca maddi ve manevi anlamda katkıda bulunmakla kalmıyor, sağlık da depoluyor. İstatistikler, çalışan kadınların ev hanımlarına göre daha sağlıklı bir ömür sürdüklerini gözler önüne seriyor. Londra Üniversitesi Epidemoloji ve Halk Sağlığı Bölümü araştırma görevlilerinden Anne McMunn, mutlu bir evlilik hayatı olan çalışan annelerin uzun vadede hiç çalışmamış kadınlara göre çok daha şanslı olacaklarını vurguluyor. McMunn "Evlilik, annelik ve iş kadınlığını bir arada götüren kadınlar, bu yoğun tempo nedeniyle kısa vadede stres altında kalabiliyor. Ancak bu hareketli yaşamın uzun vadede insan sağlığına büyük katkıları var" diye konuşuyor.
MUTLU BİRLİKTELİK
Çalışsınlar ya da çalışmasınlar kadınların sağlıklı bir yaşam sürmeleri için temel şart, mutlu bir evliliğe ya da birlikteliğe sahip olmaları. Başka bir deyişle, evde huzur şart! Uzmanlar, dul anneler için de ev ve iş yaşamını birlikte götürmenin çok daha zor olduğunu vurguluyor. Öte yandan, İngiltere'de yapılan araştırmalar çalışan kadınların, özellikle de çalışan annelerin, kilo problemiyle de ev hanımlarına nazaran daha kolay mücadele ettiğini gözler önüne seriyor.
ÇALIŞIN ZAYIF KALIN
İstatistiklere göre, çalışan kadınların yalnızca yüzde 23'ü 50'li yaşlarına geldiklerinde obezite sorunuyla karşı karşıya kalıyor. Bu oran hiç çalışmayan kadınlarda ise, yüzde 38 oluyor. Kilo alımının, genler ve beslenme alışkanlığı kadar sosyal yaşamdan da kaynaklandığını vurgulayan doktorlar, sağlıklı bir bedene giden yolun mutlu bir ev ve aktif bir iş yaşamından geçtiğini ifade ediyor.
İngiltere'nin en çok okunan gazeteleri arasında yer alan Daily Mirror, İstanbul'a övgüler yağdırdı, "Londra bir kasabayken burası metropoldü" denilen haberde, İstanbul'un bin yıldan fazla bir süre dünyanın merkezi olduğu ifade edildi.
İngiliz tabloid gazetesi Daily Mirror, İstanbul'un Avrupa tarihinde önemli bir yeri olduğunu aktardı. Iain Mayhew imzalı haberde, İstanbul'un ziyaret edilmeden önce "biraz çalışılmayı" hakettiği ifade edildi. İstanbul'un önemli bir tarihi geçmişi olduğu aktarılan haberde, ziyaretten önce İstanbul hakkında biraz çalışırısa şehri gezmenin çok daha anlamlı olduğu kaydedildi.
"LONDRA KASABAYKEN İSTANBUL METROPOLDÜ"
Bin yıldan uzun bir zaman diliminde İstanbul'un bilinen dünyanın merkezi olduğu kaydedilen haberde, şehrin Bizanslılar, Romalılar, Haçlılar ve son olarak Osmanlılar tarafından yakıldığı ardından yeniden inşa edildiği belirtildi.
Haberde, "15'inci yüzyında Londra 50 bin kişiden fazla insanın yaşamadığı bir küçük kasabayken İstanbul'da bir milyon kişi yaşıyordu ve İstanbul Batı'nın en büyük şehriydi" ifadeleri yer aldı. İstanbul'un daha sonra Osmanlılar tarafından fethedildiği hatırlatılan haberde, "Osmanlı İmparatorluğu Avusturya'dan Mısır'a kadar uzanmıştı" denildi.
"SOLUMDA AVRUPA SAĞIMDA ASYA VAR"
Haberi boğazın ortasındaki Kız Kulesi'nden yazdığını aktaran Mayhew, "Burası bir zamanlar fener, kale, gümrük binası ve James Bond'un 'The World is not Enough' filminde şeytani Elektra'nın gizli sığınağıydı" dedi. Mayhew'in haberinde "solumda Avrupa, sağımda ise Asya var" ifadeleri yer aldı.
Şehrin aynı zamanda oldukça modern bir şehir olduğu aktarılan haberde, Avrupa Birliği'ne giden bu yolun pek kolay olmadığı ve bugün Türkiye'de herkesin "Brüksel'in evet demesi için" dua ettiği belirtildi.
Atatürk'ün fesi yasakladığında ülkeyi daha batılı bir 20'nci yüzyıla taşımak istediği ifade edilen haberde, ülkenin hızla değiştiği buna rağmen İstanbul'un büyüsünü ve gizemini koruduğu aktarıldı.
Haberde, Ortaköy ve Rumeli Hisarı'nda dolaşıldığında "Sultanların, vezirlerin, haçlıların ve Bizans prenslerinin" hayaletlerinin yürüyen kişiye eşlik ettiği ifade edildi. Haberde, "İstanbul, İngiltere'den 4 saat uzakta ve hafta sonu kaçamağı için muhteşem bir yer" denildi.
Daily Mirror gazetesi, İstanbul'da mutlaka Sultanahmet Camisi'nin, Topkapı Sarayı'nın, Hipodrom bölgesinin, Yerebatan Sarnıcı'nın, Aya Sofya'nın ve Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nin görülmesi gerektiğini kaydedildi. Gazetenin geniş yer verdiği İstanbul tanıtımında, bazı turistik alanların giriş ücretleri ile nerelerde konaklanarak yemek yenebileceği gibi ayrıntılara da yer verildi.
Tıkanırcasına yeme bozukluğu, belli bir zaman süreci içinde hastalarda kontrol hissinin yitirilerek aşırı miktarda gıda alımı olarak tanımlanıyor. Bu hastalar aşırı yeme sonrasında kendini kusturma gibi kilo almayı engelleyici bir çıkarma işleminde bulunmuyor. Bu hastaların bulimik kişilere nazaran obez veya obez olmaya yatkın bireyler olduğunu belirten Uzm. Turacı, hastalığın en büyük belirtisinin tekrarlayıcı tıkanırcasına yeme atakları olduğunu söylüyor: atak esnasında hastada kontrol hissi kaybolur. Olağandan daha hızlı yemek, rahatsız olana kadar yemek, aç olunmamasına rağmen aşırı miktarda yemek, çok aşırı yemek yediği için yalnız yemek yemeyi tercih etmek, aşırı yemek yendikten sonra depresyon ve suçluluk hissi gibi belirtiler de tıkanırcasına yeme bozukluğunun belirtileri arasında yer alır. Ataklar 6 aylık bir süre zarfında ortalama haftada 2 gün görülür."
Tıkanırcasına yeme bozukluğuna benzeyen başka bir yeme bozukluğu da gece yeme sendromu olarak adlandırılıyor. Belirtileri arasında sabahları iştahsızlık akşamları, bilhassa akşam yemeğinden sonra aşırı miktarda yemek yeme ve uyku sorunları yer alıyor. Günlük total kalorinin en az yüzde 50si akşam yemeğinden sonra alınıyor. Sendromun oluşumunda akşam anksiyetesinin payı büyük. Bu hastalarda gece süresince melatonin ve leptin düzeylerindeki artış düşerken, gün içindeki kortizol seviyeleri yükseliyor. Gece yeme sendromu daha çok obez kişilerde görülüyor.
Neden oluşuyor?
Şişmanlık, sosyokültürel baskılar, vücut hoşnutsuzluğu, diyet yapma, mükemmeliyetçilik, ergenlik dönemi ve genetik etkiler yeme bozukluklarının başlıca oluşum nedenleri. Bes. ve Diy. Uzm. Hamzaoğlu, "Vücut hoşnutsuzluğu yeme bozukluklarında en önemli risk faktörlerinden birisi. Vücut hoşnutsuzluğu ve kilo kaygısı, kişiyi diyet yapmaya yönelttiği için bulimik semptomları artırıyor. Diyet yapmak, tıkanırcasına yeme ve bulimiya başlama riskini artırıyor. Diyet kurallarını bozma aşırı yemeyle sonuçlanıyor" diyor.
Bilgi için teşekkürler casper .düzenli spor yapamıyorum ,yürüyüş yaparak telafi etmeye çalışıyorum.Sana katılıyorum spor sadece kanser değil şeker hastalığındada önemli .hepimize sağlık ve spor dolu günler dileğimle
ah casper istanbul şu anda gerçektende çok güzel.derslerden vakit buldukça kalamış marina ve fenerbahçe parkına gitmeye çalışıyorum.boğazda ise erguvanlar açtı.istanbula geldiğinde mail atarsan birliktede gezeriz.sevgiler
Gözlerinize dikkat!
Havuz Enfeksiyonları Bu Yaz Keyfinizi Bozmasın.
Sıcak yaz günlerinde serinlemek isteyenler havuzlara koşuyor. Ancak temizlik koşullarına dikkat edilmediği takdirde, havuzlar göz sağlığı için tehlike oluşturuyor.
Yaz aylarında yapılan hafta sonu faaliyetlerinin arasında havuza gitmek de geliyor. Yazın sıcağını üzerinden atmak isteyenler kendilerini havuzlara atıyor. Ancak bazı noktalara dikkat edilmediğinde hafta sonu keyfi tatsız sonuçlar doğurabiliyor. Havuzların yarattığı en önemli tehlike gözlerde oluşan enfeksiyonlar. Elbette yüzmek gibi son derece sağlıklı ve faydalı bir spor ile hastalığı bir arada düşünmek hoş değil. Ancak özellikle havuzlardan bakteri kapıp, enfeksiyona yakalananların sayısı küçümsenmeyecek kadar çok.
AcıbademGöz Sağlığı Merkezi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Mahmure Borlu, havuzlarda temizlik koşullarına çok dikkat edilmesi gerektiğini belirterek bir noktanın altını önemle çiziyor: Havuzun klor miktarı çok önemlidir. Klor aşırı miktarda olursa gözde irritasyon yaratarak kızarma, yanma gibi belirtilere yol açar. Bir havuza temiz diyebilmek için klor kullanmanın yeterli olmadığını unutmamak gerekir. Sadece klor kullanarak temizliği sağlanan havuzlarda yüzenlerin başlarını suya sokmamalarını öneriyorum.
Bakteriler tehlike yaratıyor.
Havuzlarda yüzenleri bekleyen tehlikelerden biri de bakteriler. Bakteriler gözlerde konjuktivite neden oluyor. Konjuktivit, gözün iltihaplanması anlamına geliyor. Gözlerde kızarma, yanma gibi belirtilere yol açıyor. Bu hastalığın tedavisi zor değil. Kısa süreli damla kullanımı ile tedavi ediliyor. Ancak havuzdaki asıl tehlike sadece havuzlarda var olan özel bir bakteri türü. Havuzda üreyen bu bakteri gözlerde salgın şeklinde görülen havuz konjuktiviti ne sebep oluyor. Dr. Borlu bu konjuktivit türünde gözün dış zarında zedelenme yaptığını belirterek şunları söylüyor: Salgınlara yol açar. Tedavide antibiyotikli damlalar kullanılsa da kesin yanıt vermez. Kendi tablosunu tamamlar. Bu sebeple tedavide daha çok gözü rahatlatmayı amaçlarız.
Lensle havuza girmek doğru değil !
Lens kullanan kişiler havuza ya da denize lensleriyle girmeyi tercih ediyorlar. Oysa lensle havuza girmek iki açıdan risk taşıyor. Birincisi havuz suyu gözden lensi çekip alabiliyor. İkincisi ise göz bir bakteri kaparsa lenslerde bu bakteri daha kolayca üreyebiliyor. Dr. Borlu lensler bakterileri daha kolay barındırabileceği için, lens kullananlara havuza lensle girmemelerini öneriyor.
Önlem alınmalı!
Temizlik kurallarına uymayan havuzların, kirli olarak adlandırılan denizlerden daha tehlikeli olduğunun altını çizen Dr. Borlu havuza girmek isteyenlere şu önerilerde bulunuyor:
Temiz olduğundan emin olduğunuz havuzları tercih ediniz.
Enfeksiyonlara yakalanmamak için yüzme sırasında deniz gözlüğü kullanınız.
Kontakt lens kullanıyorsanız yüzme sırasında kesinlikle lenslerinizi çıkarınız.
Hepimizin titizlik, simetriye önem verme, kapıyı-pencereyi kontrol etme gibi küçük takıntıları olabilir. Ancak bu takıntılar kişinin yaşamla ve çevresiyle ilişkisini bozmaya başlamışsa, bunun psikiyatrideki adıyla Obsesif -Kompulsif Bozukluk - OKB (Saplantı-Zorlantı Hastalığı) olabileceği üzerinde düşünülmeli.
Saplantılar ya da takıntılar ve buna eşlik eden zorlantıların incelenmesi insanlık tarihi kadar eski. Shakespearein Macbethinde Obsesif Kompülsif Nevrozun klasik bir örneğini görüyoruz. Lady Macbethin ince manevraları ve etkilemesi ile kocası Macbeth, Kral Duncanı katleder. Bundan sonra Lady Macbethde el yıkama hastalığı başlar& Ve Arabistanın bütün kokulu sabunları getirilse bu elin kirleri temizlenemez der ve sürekli ellerini yıkar. "Saplantı veya takıntı, irade dışı, bireyi tedirgin eden, benliğe yabancı (ego-dystonic), bilinçli çaba ile kovulamayan, ortadan kaldırılamayan, düşünmeden edilemeyen ve inatçı biçimde tekrarlayan düşüncelerdir." Acıbadem Hastanesi Bursa Psikiyatri Uzmanı Bekir Tasalı böyle yapıyor saplantının tanımını. Saplantı-Zorlantı hastalığında kişi, saplantılarının aklına gelmemesi için olağanüstü çaba sarf eder, fakat zorlandıkça istenmeyen düşünceler yine gelir ve bunu istenmeyen hareketler (kompülsiyonlar) takip eder&
Saplantılı zorlantı bozukluğunun genellikle genç yaşta, 18 25 yaş aralığında görülmeye başlandığını söyleyen Psikiyatri Uzmanı Bekir Tasalı konuyla ilgili şu bilgileri veriyor: "Erkeklerde daha erken yaşlarda görülebildiğini biliyoruz. Bu tip reaksiyonların başlangıcında belirtiler hafif ve sinsi bir şekilde başlar. Bireyin bizzat kendisi, kendisine hastalık kelimesini yakıştıramaz. Hastalıklarını gizlerler. Kimseye belli etmezler. Bir kısmı ise bunu bir yaşam felsefesi olarak kabullenirler. Diğer bir düşünce tarzı, onlara anormal gelebilir."
Kadınlarda daha sık görülüyor
Son yıllarda gerek ABD gerekse İngilterede yapılan çalışmalar hastalığın yüzde 2 3 oranında görüldüğünü gösteriyor. Ülkemizde yapılan araştırmalarda ise, bu oranın yüzde 1 2 arasında değiştiği, kadınlarda erkeklere oranla 2 3 misli daha fazla görüldüğü tespit edilmiş. Psikiyatri Uzmanı Bekir Tasalı, bu tür hastalıklara yatkınlığı olan kişilerin, premorbid kişilik yapısına sahip olduklarını yani aşırı titiz, düzenli, mükemmeliyetçi, aşırı kontrollü ve kuralcı olduklarını söylüyor ve devam ediyor: "Saplantılar ve takıntılar giderek hastayı tedirgin eder, bunaltır. Bunaltıyı gidermek için hasta zorlantılara (kompülsiyonlara) başvurur. Bu husus bir döngü biçiminde sürer gider. Düşünce düzgün akışta ve bununla beraber uyumludur. Hasta bunların saçma olduğunu bilmesine rağmen düşünmeden edemez. Bazı grup hastalarda metafizik düşünce bozuklukları dahi görülebilir. Numara sayma, elin kirli olup olmaması, kapının kilitli olup olmaması, hava gazının açık olup olmaması ve benzeri takıntılar obsesif düşünce örnekleri olarak sıralanabilir." Uzm. Tasalı oluş nedenleri ile ilgili ise şu bilgileri veriyor:
Biyolojik etkenler: 20Š yıl öncesine kadar ruhsal olarak kabul edilen bu bozukluğun, son yıllarda kalıtsal (tek yumurta ikizlerinde yüzde 60) olduğu gözlemlenmiştir. Yine yapılan çalışmalarda ve tedavi gözlemlerinde, antidepresan ilaçlardan SSRIların (seçici serotonin geri alım baskılayıcıları) hastalık tedavisindeki başarısı biyolojik mekanizmada serotoninin etkisinin önemli olduğunu göstermiştir. Son yıllarda Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) ve SPECT ile yapılan görüntüleme araştırmalarında, OKB (Obsesif -Kompulsif Bozukluk) hastalarında beynin bir kısım bölgelerinde yüksek düzeyde anormal etkinlik gösterilmiştir.
Psikososyal etkenler: Titiz, özellikle çocukluk çağında aşırı kuralcı ve disiplinci eğitim veren düzenli, temizliğe fazla değer veren, zaman ve düzen kavramı daha güçlü gelişmiş toplumlarda bu reaksiyonun görülme sıklığı daha yüksektir. Toplumumuzda çok sık görülen, uğursuzluğa karşı birkaç kez tahtaya vurma gibi davranışlar aslında nevroz belirtisi olmasa bile bunlar inanılan bir kötülüğü, uğursuzluğu kovmak için yapılan ve büyüsel düşünceye dayalı zorlantılı davranış bozukluklarıdır.
İnatçı bir hastalık
Takıntılı, zorlantılı hastalığın genellikle süregen ve inatçı bir rahatsızlık olduğunu söyleyen Psikiyatr Tasalı, "Başlangıçta hastalar saplantılarını gizlemeye çalışırlar. Bunları, kendileri de anlamsız ve gereksiz buldukları için, belli etmemeye, özellikle kompülsif tarafını gizlemeye çalışırlar. Kendi iradeleri ile bunun altından kalkacaklarını düşünürler. Belirtiler artıkça ve yayıldıkça, köşeye sıkıştıklarını anlayıp bunaltıya girerler. Kompülsiyonlarla ne kadar sıkıntılarını hafifletmeye çalışsalar da, reaksiyon daha dramatikleşir. Bilahere, toplumsal defektler oluşur. Hasta sekonder anksiyete duyar" diyor. Eskiden bu takıntı bozukluğuna iyileşmez gözüyle bakıldığını söyleyen Psikiyatr Tasalı bugün, bilinçli ilaç kullanımı, ilaçla birlikte davranışsal kognitif yöntemleri, gevşeme egzersizlerinin hatta elektroşokun bu reaksiyonun tedavisinde çok önemli yararlar sağladığını vurguluyor.
sevgili superisi bunlara eklenebilecek daha çok şey var,ama en önemlisi gerçekten yaşamı sevin hayata asılın unutmayalımki gerçekten yaşamak isteyen yaşar,mutlu olmak isteyen mutluluğu bulur.herkese kaliteli ,mutlu ve uzun yaşamlar