kol kola gezerken yalnızlığımla beraber
çölün kavurucu kasvetinin ortasındaki vaha misali
bir melek elini uzattı alnıma tüm ihtişamıyla
biraz yaşam üflemişti içime tanrının verdiği yetenekle
giderken yanında götürdüğü yıldızlarımda kaldı gözlerim
ancak o zaman anlayabildim hiçbir iyi şeyin bedelsiz olmadığını
bir melek asla bir insan için yaratılmadı
yıldızlarımı tutamayacak kadar güçsüz olduğum için,
lanet edercesine baktı arkasındaki yıkıntı bedene
bir melek daha lanet ediyordu...
(-göz kamaştıran beyazın ardındaki karanlık parıltı-)
yalnızlık karanlığın içinde zafer kahkahalarına boğuluyordu
giderek sağır eden bir kulak çınıltısına benzemeye başlamıştı
göğüs kafesindeki anlamsız boşluğu doldurması gereken neydi
savaştan galip çıkmak için ihtiyaç olan şey neydi
müttefiksiz bir harbe dalmıştı ruhum
ilham perileri uzaktan gülüşüyorlardı
mitoloji romanlarından çalınmışçasına
bir ızdırap daha yer yüzüne inmişti
gökyüzü katı can çekişini izliyordu yine
cehennemdeki soğuk bir günün başlangıcında
pezevenk kiralamış gözlerimi kör bir tanrıya
şeytanın muhafızları tutamamış dipsiz ateş kuyularında
buz tutan iliklerimden telli çalgılar yapılmış
karanlık üflenmiş kutsal bir kitabın sayfa ayıracına
fahişe gözlerim artık bana ait değil
gelen seslerin sahibi melankolik bir it değil
servis edilmiş renklerim oburluk abidesine
ışığa aç bir nezarethanedeyim şu sıralarda
cellatlara emanet ruhum şuursuz isyanlarda..
kur(u)tulası saatlerin yelkovanında durmuş
azap yelpazesinden yakan yel pareleri
insanı sağır kılan mermisiz silah sesleri
ateşe atmadığımdan yanmayan bir kuru odun
yaşların arasındandır diye düşünceler içinde
meyvesi koparılmış bir ağaç yüzünden yaratılan kötülük
iyilik anlamlı olsun diye bize yedirilmiş...
suskunluğum yaşlandı etrafımda
polyannacılık oynarken bedenler
yüz ifadeleri okulu asmış biçimde gülümsedi
asık yüzlü aşıklar yarışmasıydı
kim daha asıksa o kaybediyordu
aşık olanlara ise acıyarak bakıyorlardı
juri belli etti kazananı dökülen yapraklarla
savaşçılar girdi odama ben uykudayken
rüyalarım istila oldu suskunluğumda
yaşlandım uyurken ve tanrı kazandı
kırılan yapraklarların çığlıklarıyla...
-juri oyunu izlememişti-
kendini tanıtmaktan aciz bir renkti yalnızlık;
gözlerimi zincirlemişken sorgusuzca
varlığımla inatlaşırcasına beni görmezden gelen...
et ve kandan ibaretti gözlerimizin önünde
kayıp ruhlar mide bulantısındayken
kasti üzerimize kusardı tüm iğrençliğini
kukla saatler geçirdik yalnızken
neredeyse inanacaktım yok olduğuma
uzun boylu yapıp hiç olmadığıma
-ve saat durdu-
ben varmaya çalışıyordum
sen kaçmaya yelteniyordun
birlikte yaşanmışlıklarımızı asarken
çiğneniyorduk kurallara
ters yüz olurken tekdüzelikler
ışıklar kapanıyordu üzerimizden
son duyduğumuz fısıltının ardından
yok/oluveriyorduk birbirimize...
çünkü bende şiir yazıyorum ve çok seviyorum edebiyatı.burda konuların çok çabuk atlandığını düşünüyorum yada insanlar yorum yerine sadece teşekkür ediyorlar..bence yazı yada şirlerde anlatılmak istenen yada anlatılan hakkında yorum yapılmalı.
ben teşekkür ederim..
güzel düşünce, "yazılarım okunmuyor" düşüncesi insanı paylaşımdan soğutuyor... yine de ara sıra yazıyorum; belki birilerinin hislerine tercüman olurum diye...
tam olarak bilmiyorum; isim verme ihtiyacı duymadığımdan sanırım... aslına bakarsanız yazdıktan sonra dönüp bir kere dahi okumam hiçbirini... çoğu zaten benim saniyelik düşüncelerim arasından çıkıp gelme. okuduklarınız, sadece sanal ortama aktardıklarım (: