Hayat, boş ve tertemiz bir sayfadır. Biz çizeriz kendi hayatımızı kalemimizle...
Boyalarımızla boyarız, keseriz, biçeriz şekil veririz...
Sanatkar olmak gerekir... Bir sanattır hayata şekil, şema vermek...
Resimlendirmek, bir manzara tablosu gibi tüm renkleri içinde barındırabilmek...
Ortaya çıkan tablo, gülümsetebiliyorsa mutluyuzdur...
Sınırları zorlayarak, mantığı kullanarak, duyguları ve düşleri özgür bırakarak, kalple dinleyerek hissederek şahaser yaratmak...
Tablo bittikten sonra, hayatı gülümseyerek ve gülümseterek izleyebilmek...
Seyretmek yakından, bir köşesinden ya da tam ortasından...
Yaşamak ya da yaşatmak... Mutlu ve huzurlu gülüşümüzle...
Hayat; çizimi, şekil vermesi, en zor olandır...
Zor olan ise; en güzel olandır...
Güzel yaşamak ise bir sanattır...
Siz de bir sanatçınız bunu sakın unutmayın...
"Tık tık, tık, tık.. Zaman geçiyor...
Bu yazıyı okumaya başladığınız noktada değilsiniz artık.
Sayısal saatler, bizi okyanus ötesine geçiren uçaklar, hızlı otomobiller,
hayatımızı kolaylaştıran onca teknolojik buluş, zamanı daha fazla yaşamamızı sağlamadı.
Tam tersine kısalttı bu zamanı.
Erik ağacının çiçek açmasını bekleyen, ufka bakan, dalgaların kabarışını gören,
yerdeki karıncayı izleyen insan, zamanı bizden çok daha yoğun yaşıyor.
Onun hayatı, bizim gibi trafikte saatler harcayan insanlardan daha uzun."
Ne kadar da doğru söylemiş Zülfü Livaneli...
ve ben ne kadar şanslıyım ki;
Bahçemde bir erik ağacı..
Önce çiçek açtı...
Dalına bir kuş kondu...
Kuşun cinsi önemli değildi...
Kuşun sesini sabahın ilk ışıklarında da gecenin kör karanlığında da duyabiliyordum çünkü...
Ufuklara baktım...
Sebebi vardı elbette..
Sebep yaratmamıştım kendime...
Bakmam gerekliydi...
Baktım öylece ...
Beklemeyi öğrenmeliydim ve öğrendim en gerçeğiyle...
Yine de mendilimi salladım...
Benden götüren trenin ardından...
Beklemeyi bildim, salladığım mendilimle birlikte...
Bu gün tüm günü bahçede geçirdim...
Karıncaların heyacanını, telaşını gördüm...
Onları izledim, tıpkı çocukluğumda yaptığım gibi...
Ağacın dalında bir çiçek açtı sarıydı rengi...
Yolun kenarında "gelincik" tarlaları...
Hüznü anlatır bana "gelincikler" ..
O yüzden sadece seyrettim ama gitmedim yanlarına...
ve bir gül diktim bolkonumun tam altına...
Başının erdiğini görmedim göye
göremeyeceğim de sanırım...
Ama biliyorum ki,
bir gün evet bir gün uzayacak boyu...
ve mavi bir gül olacak...
Şimdi rengi kırmızı...
ve ben gitsem de onun kökleri, bir zamanlar oturduğum evin balkonun altında...
Benden sonra gelenleri saracak mis gibi kokusu...
Bunca kelimelerim... Bunca varettiğim cümlelerim boşa gitmedi...
Ben zamana karşı savaştım...
Elimde ne baltam ne de okum vardı...
Bir yürek, bir gönül gözü bir de hislerim vardı...
"Zaman" ; o bana yenik düştü...
Demiştim bir zamanlar "ben kaybetmem kazanan hep benim" diye
İnatçıyım Karedeniz dalgaları gibi elbette...
Dalgaları göremiyorlar şimdi
ama ben gönül gözümle gördüm dalgaların kıyıya vurduğunda açtığı yaraları ve de nasıl yarayı kapattığını...
Ben şanslıyım...
Hayatıma "zaman" ayırdım en başından beri...
Hayatıma kattıklarım benimdi, olması gerektiği gibi...
Hiç yalnız bırakmadım içimde uçan uçurtmaları...
Rüzgara bıraktım...
Görmeliydiniz nasıl da uçtu gökyüzünde ..
Önce nazlı, sonra alımlı...
Sonda da umutlu umutlu...
Şimdi o çok mutlu...
"Tık, tık, tık, tık... Zaman akıyor, bunu hiç unutmayın.
Bu tıkları daha değerli ve yaşanılır kılmak elimizde.
Arada sırada gökyüzüne bakalım, ağaçların yapraklarını döküşünü, sonra yine yeşillenişini seyredelim;
saliseli saatlerimizin değil, doğanın ritmini hissetmeye çalışalım; soluğumuz ağzımızda koşturmadan yaşayalım." der sonra da
Zülfü Livaneli.
Acaba aranızda yenik düşen var mı zamana?
Varsa eğer üzüleceğim şimdi yenik düşenlerin adına...
Dün geçti...
Bu gün geçmekte...
Yarına Allah Kerim...
Yine de bir umut..
Belki "tık" ları değerli bilip yaşar ve yaşanılır kılarlar...
Kim bilir?
Sevdikleri şeyleri önemserler ve de hayatı yaşanılması gerektiği gibi yaşamayı öğrenirler... Hatırlarlar ... Yaşadıklarını ve nefes aldıklarını...
Arada bir de olsa sakince nefes alır canları...
"Offf" dedikçe sıkıldıklarını...
Koştururken yetişemediği kendi hayatları...
"Ohh" derken tüm huzuru, hayatlarına yayarlar ...
Kim bilir?
Zamanın aktığını farkedenler "zamanı" yaşamayı öğrenirler...
Arada sırada başlarını gökyüzüne kaldırıp etraflarına bakarlar...
İstanbul çağırıyordu. 'Ey İstanbul' diye haykırıyordu.
Ey İstanbul ey yar!
Günler geçti, aylar.. Unutmadı İstanbul'u. Seviyordu çünkü...
Yazdıklarında anlatmıştı herşeyi.
Zor muydu onu görmek, görüp dokunmak,
Sarılmak...? Hasreti ile kavrulurken yüreği, hep özlemle beklediğini söylemek zor muydu bu kadar?
En sevdiği çiçek, kırmızı, kankırmızısı güldü. Çünkü, sevdiğini o biliyor ve anlatıyordu.
O da biliyordu. Biliyordu da söyleyemiyordu, onu görmek istediğini...
Mevsimlerden kıştı. İlkbahar gelecek yine çiçekler açacaktı. Kuşlar yine şarkı söyleyecekti. Elleriyle beslediği karıncalar, yine görünecekti toprağın üstünde.
Yağmur yağacaktı yine gece ve şehir yıkanacaktı, tozlarından arınacaktı.
O tebessüm edecekti. Umudu vardı hala. Çünkü seviyordu.
Ey İstanbul, ey yar!
Hep yazdı... Anlattı... 'Belki... Belki... ' dedi.
'Keşke' dedi. Keşkeleri vardı.
Herkes gibi görmek istiyordu İstanbul' u.
Bahar bir hazırlıktı...Yaz, o da kendine göre haklıydı.
Yazı da sevmişti o. Yaz mevsiminde, hep içindeydi, yüreğinde o.
Kışın uzun ve sert geçmişti, hüzün getirmişti.
Bahar peşine umudu, mutluluk getirmişti.
Yaz biraz sızlatmıştı içini ama karar mevsimiydi.
İstanbul yazın daha bir güzeldi... Emindi bundan..
Sahile vuran dalgalar, okşuyordu kıyıları.
Buluşuyorlardı gece ay ışığı ve yıldızlar..
Deniz kabukları ve deniz yıldızı bir arada oluyordu.
Martılar özgürdü. Denizin dalgalarına teğet geçiyordu kanatları. Oyun oynuyorlardı sanki. Yemyeşildi ağaçlar, tıpkı gözleri gibi.
Maviydi alabildiğince gökyüzü.
El ele dolaşanlar, umutla bekleyenler... Koşarak gelenler.
Şarkı söyleyenler, şiir yazanlar, resim yapanlar, İstanbul' da...
Ey İstanbul ey yar!
Yaz gelmişti. 'Karar verdim görmeliyim artık' dedi.
'ilk defa görmeliyim, ilk defa dokunmalıyım, ilk defa başımı omzuna koyarak sımsıkı sarılmalıyım. Geçen zamana inat, bütün hıncımı almalıyım ' dedi.
'öpmeliyim ince dudaklardan'
Özlediğini, beklediğini, sevdiğini bu sefer gözlerini içine bakarak söyleyecekti artık.
Gitti...
-Ey İstanbul, ey yar... Ben geldim...
İlk defa görüyordu İstanbul'u... Kararlaştırılan yerde beklemeye başladı.
Elinde ona yazdığı son şiirin ve onun kendisine yazdığı tek şiirin yazılı olduğu bir kağıt parçası vardı... Diğer elinde ise, onun sevdiği kan kırmızısı güller...
Beklemeye başladı zaman epey geçmişti.
Bekledi... Bekledi... O kadar çok bekledi ki bu anı... 'biraz daha bekleyebilirim ' dedi kendi kendine kadın.
Derken tanımadığı biri yaklaştı... Yabancıydı. O, olamazdı. Onu, gözlerinden ve gülüşünden tanırdı. Yabancı onun gibi bakmıyordu. Üstelik gülmüyordu da...
Yabancı 'merhaba' dedi 'onun için geldiniz değil mi? dedi.
- 'Evet' dedi. 'gelmedi gecikti, önemli değil ben beklerim yine de' dedi kadın...
' Sizi, ona götürmek için geldim ' dedi yabancı.
Şaşırmıştı. Neden kendi gelmemişti?
'Neden? ' diye sordu yabancıya...
Yabancı 'gelin benimle' dedi kadına.
Onunla birlikte gitmeye karar verdi. Evet gitmeliydi.
'Olsun kendi gelmedi ama arkadaşı gelmişti ve o yabancı onu kavuşturacaktı...Sevdiği adama kavuşacaktı en sonunda...
Heycanlandı ve titremeye başladı elleri... Yüzünde tuhaf bir gülümseme vardı.
Arabaya binip yola çıktılar. Uzun bir yol gittiler.
Giderken gülümseyerek etrafı seyrediyordu kadın.
'Ne kadar güzel İstanbul ' diyordu fısıldayarak kendi kendine. Hayran kalmıştı...
İkiside yol boyu hiç konuşmadılar.
Biraz daha gittiler sonra yabancı arabayı durdurdu.. arabadan indi ve kadının oturduğu tarafa geçip, kapıyı açtı ve' geldik' dedi.
Nereye gelmişti? Ağaçlık ve yeşil bir yerdi. Bahçe kapısı gibi bir kapı vardı.
Sonra yabancı başını eğdi ve işaret ederek ' sizi bekliyor' dedi.
Kadın yabancının işaret ettiği tarafa baktı. Birden irkildi.
'Mezarlık' burası 'dedi.
Dedi ve dondu kaldı. Şaşkındı... Kaskatı kesilmişti bedeni...
Yığıldı kaldı oracığa..
Kadının dili lal olmuştu, gözleri kilitlenmişti bir noytaya...
Ama hala elindeydi...Sevdiği adama yazdığı son şiirin ve onun kendisine yazdığı tek şiirin yazılı olduğu kağıt parçası...
Diğer elinde ise, sımsıkı tuttuğu kan kırmızısı güller ve dikelerinin eline batmasına aldırmıyordu... Farkında bile değildi avuçlarının kanadığından...
Savurmuştu rüzgar, gülün yapraklarını çoktan...
Çoktan mezarına uçup konmuştu gülün yaprakları...
Sonra elindeki kağıt parçasını bıraktı avuçlarından.
Rüzgar, şiir yazılı kağıt parçasını aldı ve uzağa, çok uzağa götürdü.
Mavi gökyüzünde kayboldu ve gökyüzünün rengi gri olmuştu.
Güller çoktan dökmüştü yapraklarını...
Onun için bir daha hiç sonbaharı görmek istemedi kadın. Ne gereği vardı.
Zaten dökülmüştü yapraklar... Zaten yaprak misali savrulmuştu sevdiği adamın ömür sayfaları.
'Ey İstanbul' diye haykırdı kadın aniden.
'Geldim, gördüm seni... Tıpkı hayallerimde ki gibisin.. Tıpkı düşlediğim gibi herşey...' dedi ve
...
'Eyy yar...! Geldim ama göremedim seni...' dedi ve uzun bir süre suskun kaldı kadın.
...
...
Geç gelen sevdanın, geç yaşanmış bir aşkın, bulaşamayan ellerin, yanan yüreğin ve hiç bitmeyecek bir sevginin hikayesiydi bu.
Ey İstanbul Ey Yar....
Yarine 'yar' diyemeden, İstanbul' u yaşayamadan, yolları yakın eden ama sonuna varamayan, acı çeken bir kadının hikayesiydi...
Aradan zaman geçmişti... Hala tazeydi yarası, hala acıyordu ve kanıyordu yarası hergün damla damla...
Bir gün kadın güneş doğduğunda her zaman açtığı gözlerini açmamaya karar vermişti ve açmadı gözlerini...
'Ey İstanbul ey yar' diye son nefesini veren bir kadının hikayesiydi bu...
Kadının odasında ki masasının üzerinde, bir resim ve resimin yanında bir kağıda acele karalanmış bir şiir vardı. Şiirin başlığı yoktu... Yarım kalmışlığa yarım bir şiir...
Bir sürü insan gelmişti, evinin etrafında bir kalabalık...
Genç bir delikanlı kadının olduğu odaya girdi.
Masanın üstünde duran acele yazılmış şiirin olduğu o kağıdı alıp eline okudu sesli bir şekilde ...
emanetiz bu dünyaya
ölüm var adı gibi gerçek...
sevdiğinin yok oluşu, gidişi koyar sevene...
hele yürekten seviyorsa
nasıl katlanır?
' artık o, yok' diye
nasıl bakılır dünyaya?
yürek sığmaz işte o zaman bedene...
ne acısı diner,
ne de unutur onu...
eğer gerçekten sevdiyse
hep aklında, kalbinin en değerli köşesinde
elinde kalanlar
geriye bıraktığı...
bir resim...
şiirleri ve yazıları
gülüşleri gelir aklına...
anılar....
kazılmıştır birer birer...
sevgisini yeniden
ve yine hatırlar...
yeniden yaşamak için
'unutmadım seni hala seviyorum' der
yine buluşmaya karar verilir...
'anlaşıldı bu sefer ben değil,
sen bekliyorsun beni'...
'bekle geliyorum' der
seven yürekler asla unutmaz...
'bekle beni, bekle yar'...
Son satırları okumakta zorlanmıştı okuyan genç...
Gözyaşlarını tutamıyordu ve ağlıyorlardı oradakiler...
yorum yazmak yazılmış metinden daha zor ve önemlidir bence... meşhur sanatçıların konuları eklenmişse zaten kitapçıların ve internetin her tarafında bol bulunan bu eserleri görmek ve okumak çok sıradandır benim için... bu durumda en çok üyesi bulunduğum sitedeki arkadaşlarımın o konudaki fikirleri, eleştirileri, bakış açıları çok önemlidir benim için. onları okurum merakla... tabi ortada bir fikir, eleştiri, yeni bir bakış açısı varsa... evet yorumları okur ve daha önemserim ortada bir yorum varsa, pek rastlamasam da...
......
anladığım kadarıyla vildan uyar sizsiniz... merak ettim neden vildan tuğcu değil? soy adınız evlilik sonucu mu değişti; yoksa yanılmadığını artık kanıksadığım önsezilerim ve öngörülerim yanılttı mı beni, sizin kemalettin tuğcu genleri taşıdığınız konusunda..?
........
yorum yaparken insan hep alıntı yapıp ona göre yorum yazmak istiyor. fakat aklı başında olan insan okuduğu şeylere anlam yüklerken yazan kişinin başka yazılarını da, alıntı yapacağı paragraf ve cümlenin öncesinde metinde geçen diğer olguları da dikkate alıyor. o cümleyi ordan aldığınızda türkçenin esnekliğindne kaynaklanan çok farklı anlam ve mesajlar çıkabilir. yani alıntının öncesindeki ve sonrasındaki cümleler ve konunun genel teması önemlidir. hele de konunun her tarafı gergefe işlenmiş bir nakış gibi özenle ve duygu ile dokunmuşsa...
bu anlamda metnin tamamını alıntı yapmam gerekiyordu... ee bu durumda alıntıya ne gerek var hepsi yukarda değil mi?
o halde şöyle diyeyim kısaca... siz benim bu güne kadar yazdığım binlerce yazı ve şiiri hangi ara okudunuz da çok güzel bir özeti niteliğinde bütün yazdıklarınız..? ( umarım burdaki vurgumu doğru anlarsınız)
.....
EY AHALİ..! başlıklı eserinizle ilgili özel olarak bir şey demek istiyorum... hangi ara sızıverdiniz hücrelerime ve hangi ara emdiniz ve aktardınız kağıda yüreğimdeki usareyi..?
......
.............
...................
sıralama gereği duymuyorum klişe şeyleri en alta... bence bu daha fazla şey anlatır yukarıdakileri yazan kaleme...
Denizlerin dalgalarıyla kavuşmasını izledim hep uzaktan.
Mavi gökyüzünün mavi denizin tam arasında uçup da ufuklara baktım hep... Uzaktan...
Yağmurlar düşerken toprağa korktum
Islanmaktan...
ve ben hep camın arkasından baktım uzaktan...
Ne bu mevsimden, ne havadan, ne gökyüzünden...
Ne de yağmurdan...
Ben yoruldum...
Güneşe özlemle bakarken, ay' a hasretlerimi dizmekten...
Üşümekten korktum..
Yoruldum...
Belli belirsiz hüzünlerden... Hiç gidemediğim yollarda yürümekten..
Yolda yürürken, sahte kırçiçeklerini koklamaktan...
Başı eğik yüzlerden.. Utandım...
Üzmekten korktuğum/ n kadar üzüldüm / üzenlerim...
Anladım...
Gitsem, daha da gitsem hiç bitmeyecek masalım...
Gördüm...
Bu yüzden masalımın sonunda uyuyan ve hiç uyanamayacak prenses olmayı bilmekten...
En başında yitirdiğim elmalarım, gökten hiç düşmeyeceklerim...
Direndiklerim...
Sustuklarım...
Asiliklerim...
Ah güllerim...
ya günlerim...?
Yoruldum...
Kimsesizliğimi alıp koynuma, şimşekler çakan gecelerde uyuyamamaktan...
Sabah olduğunda uyanamamaktan korktum...
Yoruldum...
Yoranlarım...
Yorduklarım...
Yoruldum artık...
ve sustum ölümüm/ n ardından ...
Şiirlerinizdeki başarınızı biliyordum. Her biri duygu sağanağı ve okuyucusunu etkileyici niteliklerdeydi. Özellikle ''Ne Olur Affet Beni'' şiirsel (şiir olarak da kabul edilebilecek nitelikte) anlatımıyla derin etkiler bırakıyor.
Taşıdıkları kalp değil yürek ise; hüzünü de sevinci de barındırmalıydılar içlerinde...
İşte bu yüzden "sevmek" ister... Sever... Sevdiğini söyler ...
Koşmak ister... Koşar, İmkansızın peşinden...
Yorulur, ara ara dinlenir döner bakar geriye bir de önüne ve kalakalır ortada...
Üzülür ama üzmek de istemez...
Yine de söyler pişman olmamak için...
Çünkü hayat kısadır ve değerlidir saniyeler... Hem kendisi için hem de onun için...
Zorlar yokuşu...Zorlar karşısında duranı...Ama elinde değildir...
ve "sevgilim" der... "Can" der... Canı bilir...
Bir camın ardından görür ilk... Öylece duruyordur karşısında... İçten gülüşüyle, büyülü gözleriyle bakıyordur etrafına..
Camın ardından baka kalakalır, tam da o saatte güneş gözüne vurur...
Camın bu tarafına geçmiştir çoktan gülüşler ve gözler...
ve olan olur... Oysa ki ikisi de biliyordur "sevgili" değildiler.. Olmaları da imkansız...
Bir gece ...
...
ve o gece başlar işte her şey.. Yaşadıkları her neyse, içlerinde yaşarlar..
Gece gece buluşurlar.. Akrep üçün üstündedir. Yelkovan dik, tam olması gerektiği yerde... ve hikaye böyle başlar..
Yaşarlar .. Yaşattığını düşünürler..
Tebessüm ederler uzaktan birbirlerine
ve sonra bir gün...
...
Yağmur Yağıyordu Dışarıda Sessizce
Dışarıda yağmur yağıyordu ve kimse farketmiyordu olup bitenleri...
Bir kadın ve bir adam farkediyordu ...
Bedeni değil yüreği ıslatan yağmurun hüzünlü ve güleryüzlü yere damladığını...
Yağmurlu bir gecede buluştular.. Konuşmaktı gayeleri...
Belki de borçlarını tahsil edeceklerdi birbirlerinden artık..
Alacakları vardı...
Kadın adama; "bana gözyaşı borcun var" dedi...
Adam anlamsızca baktı "nasıl ödeyebilirim sana" dedi...
Kadın; "sadece gülümse bana" dedi.
Kadının elinde fesleğen kokulu bir buket vardı.
Adama uzattı.
Kadın ve adam bahar kokularından bir buket yapmıştı zaten...
Kadın adama "bana mutluluk borcun var" dedi.
Adam şaşkındı. "Nasıl? Nasıl ödeyebilirİm ? " dedi.
Kadın : " Hadi kollarıma yat" dedi. Sarıl bana "
Adam kollarına yattı kadının usulca.. Sessizlik ikisini de bağlamıştı sanki...
Adamın yanağına bir damla düştü aniden.
Kadın, kendi gözünden akan ve adamın yanağına düşen damlayı
parmaklarıyla sildi.
Sessizdi gece... Sessizdi kadın ve adam.
Kadın adamın gözlerine bakıyordu ve "bana yürek borcun var" dedi.
"Tahsil zamanı geldi.. Hadi öde bana" dedi ..
Sessizliği bozan bir çığlıktı bu...
Adam hiç konuşmadan uzattı ellerini... Kadın avuçlarınının arasına aldı
ve yüreğiyle öptü ellerini...
Fesleğen kokusu sinmişti ikisininde avuçlarına...
Kadın; "can" dedi. Canım dediğim bana "can" borcun var" dedi.
Adam usulca kapadı gözlerini... Kadın da adam da sessizdi...
Sonra kadın da kapadı gözlerini...
Adam kadını öptü dudaklarından..
Kadın gözleri hiç açmak istemiyor gibiydi.
Bir sebebi vardı. Açsa bitecekti her şey...
Ama gözlerini açma zamanı gelmişti..
Kadın açtı gözlerini, adamda da açtı gözlerini...
Kadın adama " şimdi sen kapa gözlerini tekrar" dedi.
Adam gözlerini kapadı. Kadın önce sonsuzluğa bakar gibi baktı adama...
ve kadın öyle bir öptü ki adamı, bütün zamandan hınçını alıryordu sanki...
Bütün yüreğindekileri, öpücüğünde saklamıştı sanki...
Bütün gözyaşlarını, bütün mutluluklarını...
Bütün düşlerini, bütün korkularını... Bütün umutlarını.. .Çiçeklerin tüm kokularını...
üstelik dışarıda yağmur sessizce yağıyordu...
Kadının gözleri kapalıydı hala...
Adam gözlerini açtı. Meraklı bakışlarla "Bu nasıl öpmeydi böyle " dedi...
Kadın gözlerini açmak istemiyor gibiydi. Ama açmalıydı gözlerini ve açtı...
"Bu sana verdiğim hayatımın öpücüyüğdü.
Hayatımın gülüne verdiğim, mavi gülümdü.." dedi kadın adama...
Yüreğimin öpücüyüğdü... Bana yaşattıklarının karşılıydı bu öpücük.".
Sonra kadın yüreğinden bir mavi gül çıkardı...
Kadının gözleri kıpkırmızı olmuştu... Mavi gülün yaprağına bir damla akıttı... Yüreğinde sakladığı, gözlerinden salıverdiği...
Adama uzattı mavi gülü... Mavi gülün yarısı artık kırmızıydı...
bu sana "veda öpücüğümdü" dedi... ve sustu kadın...
Adam, kadının uzattığı mavi-kırmızı gülü aldı eline...
O da bir damla akıttı gülün yaprağına
...
Kadın adama; "gülüme iyi bak, onu susuz bırakma sakın... Onu öldürme ve içinde yaşat" dedi...
"Sadece gülümse ve okşa yapraklarından...
Onun yaşaması için sadece bu gerekli" dedi kadın..
Adam gülümsedi, hüzünlü ve kederli...
Dışarıda yağmur yağıyordu ve kimseler bilmiyordu...
Yüreği ıslatıyordu ve üstelik gülümsüyordu yağmur, hüzünlü ve kederli...
Kadın yağmurun altında, bomboş sokakta bir sokak lambasının aydınlattığı o dar sokkakta kayboluyordu...
Son defa dönüp baktı adama ve kipriklerinin kıyısında sallanan damlayı sildi.. Gülümsedi kadın uzakta kalan adama...
Yağmur hala yağıyordu.. Kimse bilmiyordu, kimse görmüyordu...
Sessizlik içinde, çığlıklar yankılanıyordu can çekişir gibi...
Kimseler duymuyordu...
Oysa ki yürek ıslanıyordu...Bir kadın ve bir adam uzaktan birbirine hüzünlü ve kederli gülümsüyordu...
Uzun bir filmin finaliydi bu...
O yağmurlu geceden sonra, bir daha hiç buluşamadılar
İstediler buluşmayı ama Bir daha hiç buluşmadılar
Hep birbirlerini hissettiler Çok yakındılar
Çünkü; sonsuza kadar içlerinde yaşamaya ve yaşatmaya söz vermişlerdi..
ve hep gülümsediler hüzünlü ve kederli
Her yağmur yağdığında ıslandılar
Bedenleri ıslanırken, yürekleri de ıslandı..
Yüreklerini, kuruması için güneşe hiç çıkarmadılar
Islak kalmalıydı ve yarım kalmalıydı her şey
Sevdaya yakışanı yapmalıydılar ve o günden sonra iki sevdalı,
simsiyah acılarını, sevdalarına çaldıkları karayı hep içlerinde yaşadılar, yaşattılar
Satırlar döktüm bembayaz sayfalara... Yokken varettim parça paça...
Yüreğinin kuytusunda, hatıların kollarında...
Bildin... Bilmek istemedin...
Gördün, görmek istemedin..
Sen, sadece gördüğünü hissetmeyi sevdin..
Ay parlardı ya hani gecelerde...
Ay karanlık bu gece.
Kalbi durmuş yıldızların..
Bulutlar parça parça, toplanıyor yine bir araya...
Ağaçlar baş eğiyor sevgimin karşısında..
Kuşlar teker teker geliyor pencereme...
Beklediğim beyaz güvercin nerede?
Günler günleri kovaladı... Bir gün yüreğim, "özledim" dedi. Kalemim yazdı.
Aylar ayları kovaladı...Gülümsedi yüreğim yeniden kalemime...
Kalemim yine haykırışta..
Yaz günlerinden kalma hüzme hüzme bu yüzüme vuran ışık.
"Özledim" dedi yüreğim, gözlerim yumdu kendini.
Yaz güneşi gülüşünü, çocuksu tuhaflığını,
gönlümü sarıp sarmalayan sözlerini, gelmeyen gelişlerini özledim.
Gecelerin sabahlarla buluşması gibi,
bir günün öncesinde özleyerek seni, bir gün sonrasının gecesinde gelmeni özledim...
Doyumsuz, sınırsız saçmalıklarımızı özledim.
İki delinin gülümsemesini özledim.
Neredeydin? Şimdi kimin yanında elinde çay bardağın, kiminle konuşmaktasın?
Ah şimdi bir bilsen neler demeyi isterdim...
"Özledim" dedi yüreğim... Kalemim çatladı orta yerinden...
Yağmurların altında ıslanan arzularını, çırılçıplak düşlerini,
giyinik düşüncelerini, yüzündeki çizgileri, ince uzun parmaklarını...
Vedasız "hoşçakal" larını...
Bana verdiğin gülleri... Yüreğini özledim...
Anılarımızı sandığından çıkardım. Güneş değdi yüzlerine ve güldüler bu gün...
Sonra aldım kollarıma ve öptüm hepsini tek tek...
Yağmur yağarken ıslandılar, üşüdüler.. Örtemedim hepsinin üzerlerini...
Üzgünüm bu yüzden... Sırf bu yüzden...
Kalemim "bitti" dedi. Yüreğim susmadı ya...
Kalem yazmak zorunda kaldı...
Yüreğimin son sözü "varlığını özledim " oldu.
Kalem yazdı yüreğimin son sözlerini...
Bir umut, özlem gidecekti bir gün... Bir gün varlığın gelecekti bana..
Sevgi neydi? Sevgi emekti.
Sevdiğine verdiğin belki de en büyük hediye...
Sevmek için, sebep gerekli miydi?
Belki de sevmek için, bir neden gösterilmesi gereksizdi.
Yeni bir söylem var ki; "yürekten seviyorum". Zaten seviyorsan yüreğinle seversin, yürekten gelir bütün şiirler ve yazılıp, çizilenler.
Geriye tek şey kalır, yüreğin duyulması ve sonra dinlenmesi.
Karar vakti gelmeli ardından. Eğer yürekliyse yürek; o da sever, sevmenin en yalın haliyle, en doğal haliyle o yüreği
ya da tıkar yüreğinin kulaklarını susmayı tercih eder.
Susmaya karşılık verir yürek. Sever yine ama soru işaretlerini de koyarak... Biraz da düşünceli sevmeye devam eder....
Sevgi ve aşk. Hangisi daha acı...?
Sevmek niye acı versin ki? Sevmek belki de karşılığı olmayandır. Gönüllüdür sevmeye.
Sevmenin ne şekli, ne yaşı ne de bir kuralı vardır. Sevmek mutluluk verir insana...
Aşk; acıtır insanı.
Mutlu aşk yoktur bence.
Bir kemanın sesinden dinlersin gerçeği.... Bir sazın teline dokunursun, anlatsın olup biteni... Bir gitar çalınır yavaş ya da hızlı...
İşte bunlar için çok göz yaşı gerekir.
Söylenmiş sözlerin nefes alması için, bir rüzgarın esintisini hep hissetmek için acı çekmek gerekir.
Yaralı kalbinde, sonsuza dek yaşaması için, ayrılmak gerekir.
Mutlu aşk yoktur. Bunu böyle bilmek gerekir.
Yüreğin varsa ve yürekliysen hadi durma sev.
Aşk; ona siz karar verin.
Bol acı sevenlere tavsiyemdir.
Tutku; yanında değilken sevdiğin ya da sahip değilken herhangi bir şeye, onun müthiş kokusunu duyup, tadını vermektir.
Hissedilmesi zor olanı hissetmektir.
Bakışlarda ki sevgiyi, çarmıha gerer gibi acıtarak, acıyarak seyretmektir uzaktan önceleri...
Sonraları ise; en yakınındaymış gibi, içindeymiş gibi yaşamak ve yaşatmaktır.
Ateşin içinde ve o ateşe dokunmadan, ruhunun zindanlarında zincirleyerek ona sahip olmaktır...
Tutku sınırlı yerde, sınırsız imkansızlıklardır aslında...
İmkanlı olsaydı 'şok şok....! ' denirdi ya...
Bunun adı ancak ' sonsuz aşk' olabilirdi.
Tutkuyla, son ana kadar...
Evet tutku; sınırlı evrende sonsuz imkansızlıklar içinde sancılı bir dönemdir.
Yan etkilerinin çok olduğu ve ateşli bir hastalıktır.
Her ne kadar bu açılım bilimsel ve tıbbi bir tanım olsada aslında değildir.
Aşksa bu eğer; tek başına kabul etmektir.
Tukuların varsa... Bırak...
Yapacağın tek şey o an' ı yaşamak...
'Duygumun güneşi' deyip ısınmak, ısıtmak...
Seveceksen derinden sev...
Tamam sevenler kırılır ama yaşamak istyorsan önce sev, yanan sigara gibi söndürmek istemiyorsan hayatı...
Tutkuyla sev...
Yaşam; bir tuvalin üstünde ki renkler gibidir...
Tutkuysa o renklerin tonlaması...
Bir tuval ki içinde barındırır herşeyi.
Tuvalin üzerindedir bir deniz ve bir gökyüzü...
Ayrı yönde ve aynı renkte...
Sadece birleştirilmeyi bekler o muhteşem dokunuşla...
Öyle bir dokunuş olmalı ki bu; yumuşak ve sıcak...
Öyle bir birleşmeli ki; geçişleri muhteşem olmalı...
Ufkun o paralel çizgisi varla yok arası, bakan anlayamamalı aynı olduğunu sanmalı...
Tutku, detaylarda gizlidir.
İşte o detay o an' da tutkunun eseridir...
Alırsın eline bir kalem, kağıt sesizce hazır ol duruşunda..
Amaç yazmak gibi görünsede sadece yazmak, ezbercilerin işidir.
Veriyorsan kendinden ve koyuyorsan sağından solundan içine, bir nefes üflüyorsan harflerin yüzüne
İşte tutkuya bulanmış bir kelime değil cümle çıkar mürekkebin içinden
ve sen tutkun olmasaydı yazar mıydın şu an?
Duvara asılı olan sazı eline alıp dokunmaktır ince ve kalın tellerine...
Bazen konuşmaktır en yumuşak ve en sıcak sesinle ve dokunmaktır en kalın tele
Bazen de yüksek sesle konuşmak istediğinde dokunmaktır en ince teline...
Çığlık çığlığa susmaktır aslında tutku.
Bir kuş olmaktır... Oysa bilirsin ki; kuşalara doğuştan verilmiştir kanatlar.
Ama illaki 'tutku' dediğinde işte 'tutku' o an' da kanatlar takar sana...
ve farkına varırsın illa ki uçmak için kanat gerekli değildir...
Havada süzülmek istiyorsun uzun süre.
Bir paraşütle sadece sen.
Altında mavi deniz, mavi gökyüzü tepende, uzakta batmakta olan güneşin yakamozu değsin yüzüne ve gözlerin bir noktaya takılı
Bak ve gör o mavilerin içinde kırmızı noktayı.
ve hakimisindir artık iki elin ve iki ayağınla...
Kalbini yoklamayı hiç düşünme, o çoktan gitmiştir istediği yere..
Bir uçağı yönetiyorsun.. İşte bak bulutlar ayağının altında..
Bir iniş ve bir çıkış ani ve hızlı...
İşte o an' da "tutku" seni yöneten ve yüzünde o tuhaf gülümsemeyle, yaşadığınsa işte sadece o 'an'
Tutku yok olduğunda, ölümün rengi gibi siyah ve beyaz olur yaşam..
Renkler solar ve sıradanlaşır...
Denizin mavisi gider sana kalansa sadece denizin tuzudur...
Gökyüzünde bulutlar gri ve her an silinecekmiş gibi durur
Sana da tek yağmurlar kalır.
Susamışlığıyla terk etmiştir sözler.
Çalınan şarkılar çok sıradan, söylenen türküler sessiz kalır.
Kanatların aniden düşer yere ve sen de çakılı kalırsın olduğun yerde.
Dümdüz yürürsün; inişi ve çıkışı olmayan o bildiğin tanıdık her gün geçip gittiğin yolda..
Bulutların yağmuru, dalgaların kıyıya vuracağı bir kıyı olmasaydı..
Gözlerinin derinden baktığı bir yer olmasaydı..
Hadi bir düşün 'tutkun' olmasaydı...? ?
...
Kutsal bir dokunuş, ten kadar ipeksi...
Bir fırtına... Deli boran... Kasırga...
Mavinin tüm tonlarında vals edenler...
Yağmura, rüzgara, denize, gökyüzüne an' lık taze gülüşme sesleri arasında, delicesine
Offf...
....
Kalbinin en ortasında başlayan tüm bedeni acıtarak, kırbaçla okşayarak yayılmasıdır tutku.
Geceyi demleyip, sabahı elinin tersiyle iterek, eline alıp yudum yudum tadına varmaktır.
Uzakta parlayan yıldızları gördüğün an, gözlerini kenetleyerek ay' a tutunup sallanmaktır gizemli dengenin içinde..
Varamayacağının bilincinde olup, umarsızca savrulmaktır...
Bir ayna gibi tüm gerçekliğiyle ve çıplaklığıyla bir tebessümü yansıtabiliyorsan karşıya ve bir gülümseme dönüyorsa sana en gerçek haliyle işte tutkunun gerçek açılımını yapıyorsundur.
Tutku, beklemeyi bilmektir biraz da... Beklenilenin tadında...
Beklerken biraz daha büyütmektir içinde...
Bilmediğin yerlerde, işitmediğin seslerde, görmediğin yüzlerde, ulaşamadığın yerlerde soru işareti belki de...
ve cevapların zamana teğet, dizilmesidir beklemenin gölgesinde..
Bir rügar ters estiğinde alıp gider senin ruhunu
Tutkun biterse, tek bölümlü bir hücre içine hapsolduğun bir alan, gökyüzü tepende örülmüş bir yapıt...
Bildiğin düz ve kısa yolda
Dönüp dönüp aynı yere geldiğin bir nokta
İçinde esir kalansa, sadece kendin' sindir....
Mavilerin biterse, bilinmezlikten korkarsa gözün, adını unutursan, en baş sıradan düşerse gözleri ve söndürmelerine izin verdiysen o ateşi, tutkun terketmiştir seni.
Hadi sevgiyi damıt şimdi gözlerinden...
İnan ki bir kere şans verilir insana.
Değerini bildiysen ne ala.
Bilmediysen, seni kimse kurtaramaz o içinde ki yalnızlığından.
Topla yere savrulan hayallerini..
Yaşa an' larda...
Sadece anılar kalsa da avuçlarında...
İnan bana o an' ları olmayanlar, söndürmüştür çoktan yanan sigarayı.
tutku; yanında iken bile özlemektir... lavaboya gidip gelene kadar bile özlemektir...
yaşadım da biliyorum... özlemeyi de yaşadım... özlenmeyi de...
( umarım her kes hayatında bir kere bile olsa yaşar)
başka versiyonları da var biliyorum/yaşadım...
ama her doğru her yerde söylenmez değil mi..?
emeğine, yüreğine, tutkuna sağlık... sevgili sevda yeli...
çok tutkulu bir deneme okudum...
okudum derken her zaman ki okuma moduyla değil. bir kaç defa okudum.. bir kaç defa anladım...
a-n-l-a-d-ı-m...