Hastanede bugün kaçıncı günüm bilmiyorum.
Yattığım yatağımdan doğruldum. Penceremin kenarına zorda olsa varabildim.
Güçsüzdü bedenim, dizlerimin feri azdı.
Uzakları düşündüm. En yakınımda olanlarda uzağımdaydı . Ne kadar uzaktılar bana...
Pencereyi açtım. Ağacın dalına konmuş iki serçenin seslerini dinledim.. Zorda olsa gülümseyebilmiştim.
Ne kadar güzeldiler. Ne kadar güzel söylediler birlikte şarkılarını ve üstelik kanatları vardı.
Uçabiliyorlardı istedikleri an' da.. Özgürdüler... "Özgürlük ne güzel" dedim kısık bir sesle.
Eski günlerimde olduğu gibi koşabilsem bende, bir çift kanat takıp özlemlerime, hiç görmediklerime uçabilsem keşke..
En yükseğe çıkıp kanatlarımı açarak şarkılar söyleyebilseydim yine ...
Gökyüzünü izledim uzun bir süre maviydi yine rengi.. Mavi... Ne çok severim ben o rengi ve ne çok şeyi yüklerdim maviye.
Sevdiklerim aklıma düştü o an' da. Kim bilir şimdi ne yapıyorlardı, hangi telaşın, hangi yolun başındaydılar?
Hastanenin koridoru çok uzundu. Sonuna kadar gidebilirmiydim ki? Hayır, o kadar gücüm yoktu.
Çıkış yollarını arayan insanları gördüm onlarda telaşlıydı.
Acıları vardı. Kimi sancıyla kıvranıyordu. Kiminin annesi son nefesini veriyordu Allah' ın ismiyle, gözlerini kapatıp sonsuzluğa doğru yola çıkıyordu. Ağlayanları yanıbaşında ki en yakınlarıydı. En uzaktaki yakınları belli ki yetişememişlerdi onu uğurlamaya.
Koridorun tam ortasındaki odada sohbetler baya bir koyuydu. Şakalar yapıyorlardı birbirlerine. Gülüşme sesleri koridorda yankılanıyordu. Odanın kapısından baktım şöyle bir içeriye sessizce. Biliyorum ayıptı bu yaptığım ama yapmak istedim bunu.
Sonradan anladım ki, içeride yatan genç kız kanser hastasıydı. Gençti ve çok güzel gözleri vardı. Yüzünde sanki güller açıyordu.
Üstelik arkadaşının getirdiği elmayı ısırıyordu. Her ısırmasında daha da bir mutlu oluyordu sanki.
ve o anda birden aklıma geldi bende elmayı çok seviyordum. Ama elmam yoktu ve o elmayı getirecek bir arkadaşımda .
O genç kızı ayakta tutan elma mıydı?
Günden güne iyileşiyordu ve sanırım sevgiydi ona güç veren, ilgi ve şefkatti onu bu denli tebessüm ettiren. Evet o genç kızı ayakta tutan elmaydı.
Sonra o genç kızı bir daha görmedim hiç koridorda ve o oda artık boştu. Meraklandım ve odama gelen hemşireye sordum "322 numaralı odada yatan o genç kız nerede?"
Hemşire gülümseyerek bana "o gitti, durumu çok iyi" dedi.
Gitmeden önce sol göğsünü burada bırakmıştı. Ama kendiyle birlikte çok şeyi götürmüştü buradan. O bilmiyordu bunu.
Ama anlıyacaktı sonradan.
Acılar tek başına yaşandığında, daha bir ağır geliyormuş insana. Taşıması meğer ne zormuş. Üzülmesinler diye en yakınımdakilere bile susuyordum.
Uzak yakınımdakilere daha söylememiştim bile. Ne gereği vardı. Onlar çok uzaktı. Zaten gelemezlerdi yanıma.
Ah bir konuşabilsem.. Bir anlatabilsem içimdeki duygularımı.
Umudum nereye gizlenmişti?
Bir yürek dokunsa yüreğime. Elini uzatsa arkamdam sessizce, omzuma dokunsa yavaşça. Bir elma getirse bana ve paylaşsak onu ikimizde...
Tek bir gül olsa elinde, yatağımın başında boş duran vazoya koysam ve kokusu yayılsa odama.
Ne kadar güzel olurdu bu, dışarıdan gelen kuş sesleriyle birlikte tam da bu an' da...
Telefonla birileriyle konuşmak hiç gelmiyor bugün içimden. Sadece yazmak istiyorum boş ve tertemiz bir sayfaya .
Hissettiğim birileri muhakkak vardı uzağımda ve hissetmeyi bilen birileri ...
Varlığı ile güldürürdü yüzümü. Unuttuklarımı tekrar sevdirirdi bana belkide...
Tutunmadan yürüsem O' nunla yan yana, konuşmadan aynı yolda..
Belki en çok sevdiğimiz şarkıları söyler ve en çok sevdiğimiz şiirleri okurduk birbirimize.. Tebessümü yansıtabilirdik gecenin karanlığına inat, gündüzün içinden aydınlığı çalıp kaçardık bir çocuk edasıyla...
Şimdi uyumalıyım. Yorgunum... Üstelik şimdi gece... Karanlık odam. Odamda neyseki cılız bir ışık vardı.
Mum yakabilseydim keşke ama izin vermiyorlardı.
Cok duygulu. Ozlem dolu. Birakiniz elmayi, gulu, mumu, kanat takip guvercinler gibi ucmayi bile ozluyor insan. Yalnizligini yetimligini en derinden hissettiriyor karanlik odalari. Paylasabileceginiz herseyi, paylasabilieceginiz herkesi animsatiyor. Ozlem, yalnizlik sizin satirlarinizda hep hos duruyor. Emeginize saglik, kendimi hissettim orada..
Sevgili geceyeli yazıma yaptığın yorum için düz bir şekilde "teşekkür" edebilirdim.
Ben şiirlerime yada yazımlarıma yapılan yorumlara ayrı ayrı teşekkür etmiyorum malesef bu bir alışkanlık bende.
Ama okuyup da yorum yazan herkese "teşekkür" butonunu kullanarak teşekkür ediyorum.
Arada böyle işte kendi kuralımı bozup yazıyorum.
Bu açıklamadan sonra :
Mutluyum kendi adıma hissedenler az da olsa etrafımda..
Umutluyum hala yaşama, yaşatmaya...
Hissetmeyi öğrendiğim ilk günden beri hissederek yaşama şavaşını kazanma çabamın boşa gitmediğini biliyorum.
İnancım buna... Çünkü hala yaşıyorum şükürün ön anlamıyla
Sen geceyeli, gerçek adını hiç bilmiyorum bilmekde istemiyorum...
İsmin değil bu ismi hangi yüreğin taşıdığı önemli benim için...
Hisseden birileri azdır uzağın yakınında...
ve sen iyi hissedenlersin dolayısıyla benim gözümde hissettiren...
Biliyorum ki, orda bir yerlerde "gelinciğin resmini" sende çizdin...
Yinede senin için tek dileğim hüzünler hiç değil (bu imkansızdır)
hüzünler sana arada uğrasın. Çünkü hüzün, acı insanı son nefesine kadar olgunlaştırır. Seni sen yapar.
Sevgin hep içinde,
içinde yaşama hep tutkun olması dileğimle
Herşeye rağmen hayat yaşamaya değer.
Değerlerini kaybetme...
Uzak yakınlardan selam ve sevgilerimle
Sanırım bu çok alkışlar bana...
Ben kendimi sahnenein ortasında sergilenen oyunun bitiminde
alkışlarınızın arasında selam verip tebessüm ettiğimi gördüm
ve benim tebesümüm benim için önemlidir ve beni tebessüm ettirenler de hep
benim için değerlidir.
Varlığınız ile sayfama onur verdiniz...
Hep varolun ve hep hayatınızda varolamasını dilediğiniz herşeyin sizinle birlikte var olması dileğimdir...
Müsadenizle bende sizi alkışlıyorum yüreğimin elleriyle...
Yoksun Sen ve Yoksundun Sen/ Zaten Hiç Varolmamıştık Sen ve Ben
(Hikaye)
**********************************
Hatırlıyor musun?
Taze gülüşme sesleri çınlardı geceleri. Yüzünün yarısı karanlıkda kalırdı hep.
Diğer yarısı yıldızın ışığına kavuşurdu ve konuşurdu ışığın.
Hatırlıyor musun?
Yoksa unuttun mu sen geçen yılları ?
Bu kadar mı çabuk?
...
Hatırlıyorum da; taze ayrılığın kokusu geliyordu burnuma.. Sert rüzgarın sesi, çınlıyordu akşamdan...
Yüzün silinmiş ve karanlıktaydın sen.. Hayırdır, oysa sen karanlıkta hep parlardın, sanırım hatırlayamıyorsun dünü , yaşamamış sayıyordun bu yüzden.
ve sen yıldızın ışığını söndürmüşsün bana farkettirmeden...
Ama neden? Oysa sen yakmıştın sönmüş alevin ruhunu yeniden, yıldızın ışığını da yıllar öncesinden.
Çözebildiğin bir denklem midir bu?
Kaybın getirdiği yenilgi kimi yenerdi?
Her yitirilenin ardından avuçlarımızda ne kalırdı?
Hadi anlat dostum...
Hadi anlat arkadaşım...
Sesine aşina kulaklarım. Korkma! Ben karanlıktan dinliyorum seni.
Başını çevir geceye, gözlerini aç sadece ama hiç yumma.
ve kulaklarını kapatmana gerek yok, derinden değil gelen bu ses açıktan.
Boşver aldırma hadi sen anlat bana...
Gamzelerinde yeni çizilmiş gülüşlerini al yatağına. Zaten çukurdular, birini daha düşürürdün sen geceden.
Hani sormuştum ya sana daha önceden..
(...)
Hadi anlat dostum..
Hadi anlat arkadaşım...
Daha az önce o şiirden geldim ben.
Anladım .. Anladım da sen anlat bana yeniden.
...
Sen anlamamışsın asıl arkadaşım uyarsızdım ben daha önceden, seni uyarmıştım en başından.
Yetti, arttı karanlıkda kalan yüzün ve taştı gecemden..
Döküldü nehrimden incilerim birer birer... Değerdi oysa herbirine ayrı bir tebessüm...
Sen değirmemişsen
ve armağanındı verdiğin değer hiç' liğin gölgesinden..
Yıldızın suçu neydi be arkadaşım..? Neydi gerçekten?
Az önce o şiirden geldim ben.. Yoruldum, epey uzaktı gönlümden.
Yetirdin ya sen.. Önce kendini yitirdin sonra bendekini bitirdin. Öldürdün içimde varolan herşeyimi de "hakkım" diyerek belkide..
Hadi şimdi anlat dostum...
"Hadi" dedim anlatsana ta en başından.
Biliyorsun seni dinlerken hiç sıkılmam ben.
...
Yorgun musun?
Ama neden? Sen hep olduğun yerdeydin bir yere gitmemiştin ki hiçbir zaman..
İstersen koltuğun üzerine uzan biraz, yat dinlen.
Güneş doğar birazdan.
Yorgun güneş, ışığını salar penceremden o da sana benzedi şimdiden.
Dur nereye? Gitme! Biraz daha kalmanı istesem senden...
...
O zaman gitmeden son olarak bana "yokluğu" anlat. Öğret bana nasıl yokolunur gerçekten.
Öğretenim "yok saymayı" sayalım sil baştan.
Hadi!
Yoksun sen, yoksun sen, yoksun sen, ... , ...
Yoksun kaldın işte
seni sevenden değil sana olan sevgimden..
"Farketmez mi "
....
Haklısın, zaten hiç varolamamıştık sen ve ben..
Ruhunu da al giderken, rahatsız etmesin beni geceden..
Düşlerimde büyüttüğüm o ışıkları anlarımı da al istersen..
Yatağına serersin sevişirken.
Gidiyor musun ? Bir kahve içseydin bari elimden.
...
Yok borcun yok bana, hesabı ben kapatırım ...
Nasıl olsa seninle tekrar karşılaşacağım toprağın altındandan geçerken.
Al arkadaşım, al dostum bu daha önceden bana verdiğin gülün kurumuş yağrağından.
Ama nedense hala kokuyor bak.
İşte bu tuhaf gerçekten.
...
Yok dedim ya yok işte borcun falan.
Al üstü sende kalsın, bu hikayeden doğan şiirlerin.
Zaten çoğunun isimlerini sen koymuştun daha en başından.
Temeline koyduğun taşlar, tuğlalar da sendendi. Can vazgeçti ve yıkıldı hepsi, .
Bu manzara "şiir kentinden" Viran olmuş yürek altında kalan ben.
Yüreğimde büyüttüğüm, o da altında kaldı şiirlerin, üzülme yeni yerlerde yeni şiirler doğutturursun sen.
Kapıyı açık bırak giderken . Ben kapatırım ardından.
"Hoşgeldin" demeden "hoşçakal" demeyi unuttum ben, yani sen..
Hoşçakal ve yokluğuma biraz daha iyi davran lütfen.
Direksiyonsuzdu zaten şimdi hepten devrile devrile bu hale geldi cümleler..
Aldırma! Değerleri yoktu, senin bana verdiğin değerden almışlardı değerlerini zaten.
-de ve -da lar artık hep ayrı yazılıyor düzeltmiyorum çünkü gereği yok..
Ne olur beni affet sen.
Affetmeyi ben öğrenmiştim sen gelmeden, sen varken...
Asıl affetmezsem seni, kendime en büyük cezayı verirdim ben....
Affet beni de sen.
Yoksun sen, yoksundun sen.. Yokluğuma biraz daha iyi davran lütfen.
Haklısın... Zaten hiç varolmamıştık sen ve ben.
Düşünüyorumda, papatyaları bir çocukken koparırdım ben..
Büyüdüğümde anlamıştım, papatyaların yapraklarını
"seviyor, sevmiyor" diye sesli söylemek için kopartmam gerekmediğini.
Papatya, o haliyle çok daha güzeldi.
Gelinciklere çocukken dokunurdum ben.
Büyüdüğümde elime hiç almak istemedim. Biliyordum çünkü, pul pul yaşamdan döküleceğini..
Bir tek nergisleri kıskanırdım ben. Bir tek nergisleri..
Adımı Nergis koydular sonraları.
Sonunda anlayacaktım ama henüz bilmiyordum.
Nergisleri kıskandığım için, yazgımın adı olduğunu henüz bilmiyordum..
Lodos rüzgarı okşarken yapraklarımı, poyraz rüzgarı incitiyordu, acıtıyordu dallarımı. Kurutuyordu köklerimi...
O kokusunu aldığın tanımlayamadığın çok kokulu çiçeğin adı da kokusu da Nergistendi.
Bir süsmüşüm meğer ben hayata. Ölüme yakın anladım bunu.
Keşke, her mevsim açmasaydım da, ölmeseydim..
Erkenden öldürmeseydin beni keşke..
Köklerime inen suyun sanırırm cesareti buydu.
Zehirli bir karışım yavaş yavaş köklerime iniyordu,
günden güne soluyordum sanki.
Her sabah uyandığımda yaprağımda bir damla bulurdum, nerden geldiğini hiç anlayamazdım.. Hergün ölmenin ne demek olduğu artık öğrenmiştim...
Keşke, "keşkeler hiç doğmasaydı da belki' lere gebe kalmasaydı yarınlar.
Oysa "iyi ki" ler varolmuştu durak durak bekleyerek ve hep susarak sadece sevdiklerine özlemler büyütülürdü.
Poyraz rüzgarı depremin habercisiymiş de, sonraları anladım bunu.
Yaşadığım an' lar dan çıkarılıp
yaşama sırtımı çevirdiklerinde yaşayamayacağımı öğrendim.
Depremin etkisiyle oluşan artçıların içinden yazıyorum şimdi bunları.
Adım attığımda biliyorum ki köklerimin kopacağını.
Değişir miydi ki yazgı?
Adım atmayıp kalsam toprağımda deprem beni de es geçer miydi..?
Yaşamda olağan dışı bir depremdi bu.
Biliyordum depremin mutlaka bir gün her şeyle birlikde benide içine alarak yok edeceğini.
Ansızın öğrenecektim bunu. Henüz bilmiyordum depremin olacağını..
Önce köklerin sızlar, yaprakların titrer, tohumlarında bir acı başlar.
Başın eğilir toprağa, yüzün cama dönük güneşi beklersin...
Belki son defa da olsa görebilirim gözlerini diyerek
umut umut ağlarsın özünden.
Gözyaşların, kendi içinden kendi köklerine düşer.
Şimdi diğer nergisler bekliyor olmalı beni.
Sakın ola ki kıskanmayın nergisleri, benim gibi...
Sevin ama daha az, daha az sevdirin gülleri.
Severken yakmayın güllerin canlarını.
Güllerin yazgısı da benimki gibiydi.
Oysa bilmiyordum çocukken bunu..
Çünkü çocukken yazdığım masallarımda bir gül hep yaşar ve gülümserdi.
Gülümserken severdi, sevdirirdi kendini.
Seveni onu hep yaşatırdı.
"Çocuk aklı" demezdim çünkü çocukken daha çok kıymet verilirdi, samimi, içten sevmelere ve çocuk halim daha çok biliyormuş sanki her şeyi.
Bir gül gibi gülümser, sever, sevildiğini hissettiğinde gözleri ile konuşurdu...
"Açtırırlar, gül_dürürler sonra da öldürürlermiş gülleri."
Öyle yazıyordu son okuduğum kitabın son sayfasında.
O sayfada kurumuş bir gül gördüğümde anladım gerçeği ve Nergislerin yazgısı da buydu.
Öğrenmiştim artık...
Çocuk halime söylemesin kimse bunu, çok üzülür çünkü.
Nergisler hep yaşar, tıpkı güller gibi değil mi? Tıpkı güller gibi....
Eylüldü... Bir hafta daha geçip gitmişti. Günden güne büyüyen özlemim daha bir büyümüştü...
Çok yalvarmıştım zamanında. Çok istemiştim bir kere sadece bir kere dediğim günlerde ihtiyacım vardı sesini duymaya...
O günlerde çok sisler çökmüştü üstüme...
Eylüldü ... Bir eylül sabahı uyanıp uykumdan lavaboya gittim. Elimi yüzümü yıkadığımda aynaya baktım bir an...
O gün, bugündü... Gözlerim bana "yapmalısın" dedi ve gülümsedi...
20 gündür içimde cebelleşiyordu duygular.. Düşünceler karmaşık, kararsız, O' nu arayıp aramamakta...
Ama o gün, bugündü. Bir eylül sabahı ...
O sabah kimseyle konuşmadım ve o an' ı yaşamayı kendime layık görmüştüm.
Çantamın içine evden çıkmadan önce sigaramı, çakmağımı, telefonumu , tek bir şiir yazılmış kağıdı ve karışık sıralanmış numaralar yazan not kağıdını koyup dışarıya çıktım.
Sonsuzluğa gider gibiydim, uçar gibi... Dilimde sessiz bir türkü ve dağın zirvesindeki gibi serinletiyordu rüzgar tenimi ...
Bugün tarih yazacaktı.. Bugün, beklediğim o an'ı yaşamak bana mutluluğun resmini yaptıracaktı...
Heyacandan olsa gerek ya da nebileyim içimde bir kuşun kanat sesinde dans eden bir yürek vardı...Tuhaf bir gülümseme dudağımdaydı.
Şehrin kalabalığının arasından sessizce yürüyordum.
Sonra şehrin tam ortasında ki bir çay bahçesinde yer ayırdım bana, kendime bir çay ısmarladım "sevda tadında"...
İçimde ki heyecan gitgide zirveye tırmanıyordu. Rüzgar hızlı esiyordu. Dağılan saçlarımı bir taraftan topluyordu ellerim.
Telefonum, masanın üzerindeydi. Parmaklarım telefona bir yaklaşıp bir uzaklaşıyordu.
Aniden telefonu aldım elime ve parmaklarım telefonun tuşlarında çoktan gezinmeye başlamıştı.
Aradığım numara uzun uzun çaldı... Ama açan yoktu. Her çalışta "ya hiç açılmazsa " diyordum içimden.
Ya hiç açılmazsa...
Tam umudumu kesmiştim ki, telefonun diğer ucunda ki ses "alo" dedi.
O muydu , değil miydi? bilmiyordum.
Yıllar sonra iki ses çarpışacaktı. Ne çok beklemiştim bu anı...
Sormalıydım O olup olmadığını.
-.....
"evet benim, buyrun" dedi.
Adımı söylediğimde sessizlik telefonun diğer ucunda yayılmaya başlamıştı.
Benim olduğum tarafda bir yürek bekliyordu birşeyler söylemesini...
Nasıl olduğunu sordum ama sorumun cevabı bir türlü gelmemişti.
İnanmamıştı ben olduğuma...
Oysa bendim ama fırsat bile vermemişti 2 dakika dinlese beni yüreğimden tanıyacaktı oysa...
Benimle konuşmak istemediğini söyleyip telefonu yüzüme kapatmıştı.
Telefon elimde, uzun bir süre kalakaldım öylece olduğum yerde... Şaşkındım, çaresiz...
İnsanlar geçiyordu sağımdan solumdan, ben konuşamıyordum bile...
Dizilmişti boğazıma bir şiirin mısralarında dizilmiş gibiydi harflerin oluşturduğu kelimeler.
Yutkunamadım, nefesim kesilmişti o an' da...
Bir adım attım geriye, ne yana gideceğini bilemeyen üzgün, kırgın bir çocuktum o sırada...
Kendimi ilk bulduğum tenhaya attım ve çöktüm olduğum yere...Bir sigara yaktım umutsuz, donuk gözlerle...
Sustum.. Sustum sigaram biteseye..
" Yok " dedim "Yok az önce görüştüğüm telefondaki O olamazdı" dedim kendi kendime...
Toparladım kendimi ve bir daha aradım o numarayı.
Çünkü içimde bir ses "yeniden aramalısın" diyordu. Telefonu biri açtı ve sanki o bir yabancıydı.
"Müsayit değilim" dedi sert bir şekilde ve telefonu ikinci bir defa daha yüzüme kapatmıştı.
"Yapma... Yapma bunu ... " diyebilmiştim en son...
Ama çok geçti telefon yüzüme kapanmıştı.
"Merhaba " bile dememişti ve ben "hoşçakal" bile diyememiştim...
İnsanlar konuşuyordu etrafımda ben susuyordum. İnsanlar yürüyordu etrafımda ben olduğum yerde duruyordum.
Şehrin kalabalık sokaklarında yürüdüm.. yürüdüm ... Uzak yollarda yürür gibi... Uzun bir yolda yürüdüm ....
Rüzgar saçımı darmadağın etmişti çoktan... Yüzümü kapatıyordu saçlarım, aldırmıyordum..
Nereye gittiğimi bilmiyordum.
İçimde bir taş, yüreğimi linç ediyordu sanki...
Gözümün kıyısına kadar gelen gözyaşım akmaya utanıyordu.
O an' da gök gürlemesiyle irkildi ruhum... ve bir damla düştü üzerime yağmur yağmaya başlamıştı.
Bulutlar anlamıştı kalbalığın içinde ağlayamadığımı sanki... Yağmurlarını üzerime hızır olarak gönderiyordu.
Boşaldı yağmur üzerime ve artık yüzüm ıslaktı. Ben çekinmeden ağlıyordum artık kalabalığın içinde...
İnsanlar koşuşturmaya başladı etrafımda... Ben sessizce hıçkırıklarımın sesleri arasında yürüyordum hala... O uzak ve uzun yolda...
Yolun sonu nereye gidiyordu hiç bilmiyordum sadece ağlayarak yürüyordum...
Bir eylüldü ve yağmur yağması normaldi ve iyiki yağdı iyiki...
Bir eylüldü ve anlıyordum açan çiçek sert rüzgarda yaprak döküyordu...
Canımdan bir can , can çekiştirerek ayrılıyordu...
Eylüldü ve ben ağlıyordum hala... Güneş çoktan terketmiş, sokak lambaları ışıklarını caddelere, sokaklara salmaya başlamıştı.
Bir sokak lambasının aydınlattığı yolda yürüyordum ve iliklerime kadar artık ıslaktım.
Bir yığın an' ı avuçlarımdan düştü.
Geriye dönsem aynı yoldan avuçlarımdan yere düşen an' larımın kırıntılarından geri dönüş yolunu bulabilirdim.
Ulu orta sessizliğim yankılanıyordu artık o boş sokaklarda... Boştu herşey içim ne kadar doluysa o kadar işte.
Ağzımda bir tad acımsı, buruk... Kekremsi bir ayrılık içmiştim dilden sanki..
Gözümde sönmüş bir ışık, yüreğimde bir sızı, ve "neden?" diye bir soru içimde yankılanıyordu...
İnciniyordum çeperlerimde çarpıp duran o boşluğa kendim düşürülmüştüm..
Yankıları ruhumu rahatsız ediyordu. Ölüden farksızdım bir beden öylece yürüyordu o uzak ve uzun yolda tek başına.
İçerde depremlerin arçılarında kalan biri vardı ve ben seslenemiyordum bile "beni duyan var mı?" diye...
Gittikçe yok oluyordum o tenha sokakta çünkü siliniyordum hayattan usulca...
İnandığım güller savrulmuştu etrafımda, güvendiğim dağıma kar yağmıştı.
Eylüldü ve yağmur beni seviyordu çünkü hep üzerime yağmıştı...
Karanlık da beni hiç sevmiyordu üzerime karanlığın gölgesi çökmüştü.
Evin yolunu bulmakta zorlandım ama sonunda bir yıldızı takip ederek evimin kapısına varabilmiştim.
Kapının anahtarını alıp elime sessizce çevirdim anahtarı ve açtım kapıyı içeriye girdim ıslak elbiselerimden hala damlıyordu yağmur taneleri...
Annem karşıladı beni ve merak etmişti " çok oldu evden çıkalı, seni merak ettim " dedi.
Ben susuyordum sadece ve güçlükle söylemiştim üzerimin ıslak olduğunu...
Odama girip kapıyı kapattım..
Üşüyordum ama penceremi açtım yinede... Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım gözlerimle ama ne bir yıldız ne de Ay yerindeydi o gece.
Sonrasını hiç bilmiyordum, sanki ondan sonrası silinmişti zihnimden...
Bitkin düşen bedenim, yanına yorgun ruhumu da alıp bütün dermanımı alıp yüreğimden beni yere atmıştı.
Ağlarken, ruhum çıkmıştı kısa bir süreliğine. Uyumuş bedenim yere serilmiş halının üzerinde...
Kendime geldiğimde annem odamda, baş ucumdaydı...
Telaştan ne yapacağını şaşırmış bir kadın yanımdaydı ve hala ıslak giysilerim üzerimdeydi.
Ertesi gün "suskunluk kapımı çalıp, içeri girdi" ve o günden beri hep bende misafirdi...
"Gider" dedim. "Bir süre sonra gider. Ama bu defa uzun kalmaya niyetliydi sanki.
Çünkü suskunluğumu sevdiğim bana göndermişti. O' nun hatırına suskunluğum hala bendeydi.
" Bilmediği bir şeyi insan nasıl özler? Daha önce varolan bir şey yokolduğunda onun yoksunluğunu duymaktır özlem."
Bilmiyordum ve bilmediğim şeyi özlemek de neyin nesiydi?
Bilmiyordum teninin kokusunu.
Hiç dokunmadım sana. Ellerimi uzattım yinede dokunamadım sana...
Çekildiğin köşende, hiç olmadım ben o anda yanında. Sessizliği payşalmadık seninle.
Mesela omzuna dayamadım hiç başımı. Kollarına bırakmadım beni.
Parmaklarım gezmedi saçlarında. Kollarım hiç sarmadı bedenini.
Gözlerin bana gülerken, hiç fotoğrafını çekmedim.
Aynı albümde, iki ayrı sayfada bile konmadı gülerken çektirdiğimiz fotoğraflar.
Kahkahayla anlattığın komik bir anını dinleyip, seninle gülmedim ben..
Her zaman inandığım şeyi söyledim.
Her zaman yapmak istediklerim oldu ve sıraya koydum.
Hep duymak istediğimi değil, doğruları bilmek istedim.
... Kadere inandım ve inandığım içinde önce inandığım bir şeyin sonuna kadar gittim.
Yapmak istediklerim için uğraşı verdim.
Resim çizmeyi sevdiğim gibi kaderimi de kendim çizdim.
Sonra boyadım hayat tuvalimde, yaşadığım renklerle.
Bir şeyleri kendim yapmayı sevdim. Yokken varetmeyi..
Mükemmeli aramadım. İyi olan benim için en mükemmel olandı.
Gerçekten istediklerime onay verdim hayatımda ve imzamı attım altına.
Bir süre sonra "gerçeklerim" oldular.
Yalandan korktum ve hiç sevmedim yüzünü.
Hayatıma sokmadım ben.
ve en önemlisi "kendim gibi" biriydim.
Gülmeyi seviyordum ve güldürmeyi daha da çok seviyordum.
Varlığıma alışanlar, yokolduğumda bana "yokluğun belli oluyor" derken aslında hiç yokolmadığımı anladılar.
Düşündüm, düşünmeyi sevdim. Düşündürmeyi başarabildiysem ben, önemli bir bireydim kendi gözümde.
Şiir ve edebiyat benim için vazgeçilmezlerin arasındaydı.
Tıpkı resim yapmaya aşık olduğum gibi aşıktım kelimelere ve harflere..
Aşkıma karşılık verirlerdi kimi düz kimi devrik cümlelerle.
Boyalarım ve fırçalarım; içimin ve dışımın aynalarına ışık verirdi sessizce.
Görürlerdi gözümden, yüreği amalar bile..
Çocuktum daha beşinde. Şiirler okurdum yüzlerce insanın önünde.
Yetmedi doyumsuz yüreğime. Şiirler yazdım, hikayeler anlattım kalemimle ve henüz sekizinde..
Işık oldu büyüdüğümde.
19 yaşında yazmaya başladım gerçek anlamda.
5 yıl yazdım ve hayatımın en güzel yıllarının
aynasıydı o devrik cümleler ve kuralsız kelimeler de..
Asi ve deli olmayı sevdim.
Asiydi rüzgarım da.
Kah durdurdu, kah savurdu benimle birlikde alanlarıda.
ve bir gün bende durdum ve savurdu beni hayat rüzgarı da.
Ben kendime yeni bir başlangıç çizgisi çizdim önce şiir yazmayı bıraktım ve hiç kitap okumadım geceleri bile.
Şiirlerimi imha ettim ve kitapları kaldırdım göz önünden de.
Ama araştırmayı bırakamadım, araştırıp irdelemeyi seviyordum belkide ölümüne.
...
Yıllar sonra;
"Ölmeden yaz" dedi birileri kulağıma. Biliyordum "öldüğünde kıymetin artmazdı gözlerde yine de"
Dinledim bu sevdiğim sesi ve yazdım bende..
Kendime gidecek yolun üzerinde duruyor olmalıydım ve bir an' lık kararım; ya koşacaktım kendime
ya da sırtımı dönecektim kendimle birlikte bende varolan herşeye..
Burada bana seslenene, müteşekkirim elbette.
Sonrasında beni önemseme bile, benim önemsediklerimin en başında gelecektir son nefesime kadar geçen zaman da bile ..
Sözüm söz.. Unutulsamda gözlerde bir yerlerde, unutmayacağım içimde..
Mutlu olduğumda gülerdi gözlerimin içi de.. Dudağıma yansırdı o an' ın gölgesi de.
Mutluluğun resmini çizmek istediğimde ; mutluluklar saçardım avuçlarımdan gün ortasında, güneş tepeden
batmaya başladığında kimsesizlerin avuçlarına bırakıp mutluğu da karanlıkta huzur ile otururdum soframa..
Yıldızlar parladığında ise; huzurla baş koyardım yastığıma..
Beni mutlu edeceğini düşündüğüm her şeyi yapmak için hep sıramı kollardım.
Sevmenin "sev" halini sevdim önce.
Nefretin öfkesini hiç beğenmedim.
Haksızlıklarda çabuk sinirlendim ve kalp kırmamak için inanın elimden geleni yaptım.
Yeri geldi müsademle terkettim onları da.
Az biraz zaman geçtikten sonra sular durulduğu an' da saatlerce konuşmayı sevdim.
Dinlediğimdeyse, yelkenlilerini çoktan kıyılarıma salmış olurlardı usulca.
"İnsan gibi, insan" olmayı ve "insan gibi bir kalp taşımayı" sevdim.
ve korktum " ya insan gibi insan olamazsam, insan gibi bir kalp taşıyamazsam" diye.
Nasıl izah edebilirdim ki kendime ben-i - yoksa. Kendim bile anlamazdı beni belki de.
Anlaşılmak için, önce anladım.. Dinlenmek için, önce dinledim.
Empati kurmayı sevdim. Eğer acı varsa karşımda acıyı hissettim ve aynı acıyı yaşadım.
Bu yüzden yazılıp, çizilenler benimle birlikte, benim dışımda olanların anlatısıydı belkide.
Kendimden yaşça büyüklerle arkadaş olmayı sevdim ve yaşımdan önce yetiştim yarına ve yanılmadım hayatın merdivenlerinde.
"Doğruya doğru, eğriye eğri" demeyi sevdim ve bu yüzden de beni sevmeyenin çok olduğunu gördüm. Üzülmedim, çünkü kendi tercihleriydi ve özgürdüler.
Vaçgeçerdim içimden, özgür bırakırdım onları da benden.
Özgürlüğü sevdim, tıpkı çocukluğumda olduğu gibi.
Düzene kafayı takıp, düzeni değiştirmeye çalıştım..
Ama kafamı bozmasına izin vermedim.
Pişmanlık yoktur defterimde.
Pişman olacağım bir şeyi yapmaktan sakındım.
Yaşamam gerekiyorsa yaşadım.
Kurallarım olamalıydı ve kendime kurallar koydum.
Kendimi kendim idare etti. Bense "an' ı" yaşadım...
Çünkü biliyordum ki 'an'; yaşamdı bende ve zaman cidden acımasızdı.
Beni geçmemeliydi. Zamana yetiştim yorulsamda dahi yetişmeyi becerebildim.
Bazen çelme taksa da ayağıma zaman, doğruldum düştüğüm yerden ve tutundum yanımda olan yakınımdan ve yakın uzağımdan..
Yüreğimin sesini dinlemeyi de sevdim ve yüreğimin bana söylediklerini bir kenara not ettim.
An' sa bu, evet şimdi olmalıydı ertelemeden vakit kaybetmeden. Vaktim azdı belkide.
Aynaya koştum o an ve işte o an da gördüğüm ben. Gülüşüm anlatıyordu beni bana, tüm çıplaklığıyla.
Yüksek bir tepenin zirvesine çıkıp, kollarımı açmayı sevdim.
İskelede ayakta dikilip, dalgaların rüzgarının saçlarımı savurmasını sevdim ve yine kollarımı açtım. Sessizliği sevdim ama çığlık atmam gerekiyorsa çığlık attım, gece sahilde çıplak ayakla dolaşırken.
Gece tüm şehri görebileceğim yerlere gittim ve susarak konuştum her ışık demetiyle.
ve ben hissetmeyi öğrendim.
Hissettiğim herşey, yaşanması gerekendi bende.
O yüzden yaşadım/ yaşıyorum.
Bir ara yorgundum... Yoranlarım vardı benim de.
Dinlendim bazen, büyük yürekli ağaçların gölgesinde
bazen de su içtim ayrılık pınarından eğilerek avuçlarımla.
İyiki tanıdığım dediklerim ve büyük sevmelerim vardı benim de.
Haa bir de gülleri çok severdim.
"Gülleri verenim.. Sende benim kadar hep mutlu ol" derdim.
Dudaklarında ki gülüşü görürken gözlerim, nasıl baktığını görürdüm.
ve kaçamak yaparak, bana olan gülüşünden çalardım. Severdim o gözleri, gülüşü çünkü.
Yüzümde dururdu gitmelerin izleri. "Olsun yine dönecek" derdim .
Ben, severdim dolu dizgin.
Ben, yaşardım engin ve dingin.
Ben evet ben..
Şimdi siz "ben" kelimesine eklediniz mi - cil ekini de .
Allah aşkına, güldürmeyin beni de..
Ben, yaşamayı seviyordum. Severken, yaşadığım an' lar kadar da..
Bana hastane koridorlarında, bakışlarında ki sessiz çığlıklarıyla "öleceksin" dediklerinde bile.
ve öğrendim ölmeden yaşamayı da..
Sonra mı?
Şükrettim soluduğum hava, bastığım toprak, içtiğim su içinde..
Güzellikleri görebildiğime..
Gösterebileceğimi bilerek son bir adımla belkide bu bendeki azim ile.
Çirkinliklerin güzelleştiribileneceğine inandığımdaysa; çok geçti..
Üzüldüm.. Süzüldüm ve sonra sustum onlar içinde.
Gönüllü değillerdi güzelleşmeye, güzelleştirmeye..
Yıllar sonra;
"Hayat; herşeye rağmen yaşamaya değer değil mi ? " dediğimde
Barış Manço' nun "Gülpembe" şarkısı çalıyordu radyomda son sesde.
Yıldız gibi geçmişti o da dünyadan.
Gitmeden önce bu şarkıyı söylemişti dudaklarından.
Yüreklerde yerini almıştı Gülpembe.
ve "bende bir yıldızdım" .. Elbet sonunda bende..
evet bende geçecektim dünyadan, asıl ait olduğum yere
ve dudağımda son bir türkü ile..
Dudağımdan Kalbime
akşam oldu, hüzün çöktü yine
sen yoksun, yoksun sen yanımda
bana öyle bakma ne olur
seni sevdim..
inan..
inan ki ne olur
o gözler yok mu
beni benden alan
o sözler yok mu
beni benden çalan..
dudağımda tek bir söz ile
nefesim, nefesteyken bile
akşam oldu yine
elimde sazım ile
canımda can ile
bağrımda gezinen hasretimle
dolaştım ilden ile
gözümde son bulut ile
yağarım gökten yine
yoksun kaldım belki de
gülüşüm dudağımdayken bile
yaşarım ben yine
sevdiğim yüreklerde
akşam oldu hüzün çöktü yine
bahar gelecektir elbette
yağan güz yağmurlarında
ıslanan arzularsa
yıkılır içimde kurduğum köprüler de
ve akşam olduğunda göçüp gideceğim ben de
sessizce.
kalbimde sevmelerimle..
dudağımda son bir türkü(...) ile
mirasım olsun okuyan gözlere
"dudağımdan kalbime"
Yüreginize..Duyğularınıza...Kalaminize Sağlıkar Dilerim...çok beyendim...çok güzel şiirler...elleriniz derd görmesin inşallah arkadaşım...
Teşekkürler bu güzel şiirleriniz için..