Vücudum buruştu ağlamaktan ; çocukken de teneke oyuncaklarım paslanıyordu hep bu yüzden..
Oyuncaklarımın kıymetini bilmediğimi düşünüyorlardı,yaramaz diyorlardı bana...
Oysa benim yaram hiç az olmadı..
"Dinle Ney-i...
Duymak, işitmek yetmez; dinle...
Öyle dinle ki, ses ve söz önce bilgi'ye sonra hikmet'e dönüşsün...
Koyun kaval dinler gibi değil,
Ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle...
Kulağın kapağı yok, Açman gerekmez..
Aklını aç..Kalbini aç..
İnsafını aç ki dinlemiş olasın..."
Kusura bakma dünya, biz seninle anlaşamıyoruz.
Ya ben sana fazla geliyorum,
Ya da sen benim hayallerime dar geliyorsun
.Ayır bizi hakim bey...
Zaten görücü usulü evlendik.
Ne ona sordular bunu alır mısın ? diye,
Ne de bana sordular dünya'ya gelir misin ? diye.
Seni özlemekten ..
Yokken varsaymaktan ..
Esirin olmaktan ..
Hayal etmekten ..
Yaşanmamış saymaktan ..
Var gibi görmekten ..
Yok gibi yaşamaktan ..
Yoruldum !!!
Zaman şimdiki zaman ...
Ve sen artık hep
Benim geçmişte kalan - yaram -......
Da/yan gönlüm!...
Bîçâre değilsin Yaradan sana Yâr.
Kimsesiz değilsin, yanında "Kimsesizler kimsesi" var!
Biliyorum!
Sığmazsın hiçbir yere bu sevdayla, dünya sana dar!
Ama da/yan gönlüm! ...
Da/yan ki her gecenin mutlaka bir sabahı var!
Aşkın Dili Kuş Dili Gibidir, Ona Süleyman Gerek
Aşkın Sabrı Sonsuzluktur, Ona Yus'uf Gerek
Aşkın Esintisi Tufan Gibidir, Ona İsrafil Gerek
Aşkın Yolu Dağ, Kır Ve Çöldür, Ona Kerem, Ferhat ve Mecnun gerek
Bendeki Aşkın Tarifi Yok Sevgili,
Onu Anlatabilmek İçin Yaşamak Ve Yaşatmak Gerek...
Aşk dediğin şey ateş yaratılışlı bir kevserdir
(İçmek istersin, ama ateştir).
Cennet gibi görünen cehennemin adını da aşk koymuşlar
(girmek istersin, ama yanarsın).
Ben "Çılgınlık" adı verilen bir lügat gördüm ki,
içinde ne kadar cevr ü cefâ (ile ilgili kelime) varsa,
karşılarına hep "aşk" yazılmış.
Unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.
Dünya yordu bizi.
Benim de söyleyemediklerim var.
Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
Uzun bir yolu geliyoruz seninle,
Yolu, geldikçe anlıyorum ki,
Biz, bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile.
Kuytularına saklandığım karanfilce bir aşkın semahındayım.
İçimde küfürbaz katiller...
Notaları orta yerinden çatlamış nihavent bir şarkı sözlerinın
yetim serzenişlerine düşüyorum; esişim kan revan... Ve 'SEN...'
Evet 'SEN...'
Alnında rüzgar yemiş geceyi taşıyan alfabenin üçüncü harfine gül kokularıyla göçen; 'AŞK'.
en icli ezgilerin olsa yüreginde
kendini anlatamazsın
gün gelir şiirlerine sıgmam
mısralarında beni anlatamazsın
gün solar akşamın mateminde
geceleri uyuyamazsın
notalarını bozma sevdanın
bırak otantik kalsın...
Kalbimi kıyıya çektim.
Su aldıkça batışını izliyorum.
Bu yüzden ettiğim hiçbir yeminin geçerliliği yoktur.
Eski sevdaların da sözlerinin arkasında durup bakmıyorum.
Şimdi, kim hangi gönülde bitmeyecek sandığı sevgisine
Yeminler ediyorsa, orada kalsın.
Ben bir müddet daha, en azından yeni bir aşka kadar, kimliğimle birlikte hükümsüzüm!
Vicdan, kalp penceresinden bakar.
Akıl, gözünü kapasa da vicdanın gözünden daima KAN damlar.
"Sabah gecesi"gibi bir tanım olmalı. Belki de vardır, bilmiyorum.
Ama ben en azından yeni buldum bu tanımı.
Gece desen değil, sabah hiç değil; öyle anların vardır.
Bir sokağa çıkma isteği.
Ama herkesin uyumasını bekleyecek kadar tevekkül içinde
bir dört duvarın varken.
Herkes uyur. Usulca sıyrılırsın.
Topuk uçlarında bir hayat, parmak uçlarında biraz ürkmüş diye okunan okunaklı
dualar gibi ezberinde.
Gölgen kendine büyük.
Sesin paranoyak bir hasta görünümü kadar korkutulmuş.
Anlatma o zaman. Sadece yürü