Arka arkaya onbeş gün oruç tutayım diye adak yapan bir hanım, onbeş günü tamamlamazdan önce adet görmüş olursa, yeniden fasılasız oruç tutması gerekir. Bu tuttuğu oruçlar adak yerine geçmez. Araya engel girmiştir. Yeniden tutması gerekir.
--------------------------------------------------------------------------------
Adetli Kadının Oruçlu Gibi Durması Caiz mi?
Adet halinde olan bir kadının, oruç tutmadığı halde yemeyip içmeyip oruçlu gibi durması haramdır. Bu durumdaki hanıma oruç tutmak haram olduğu gibi, yemiyerek, içmeyerek oruçlu gibi durması da haramdır. Aynı şekilde oruca niyet edipte tan yeri ağardıktan sonra hayız veya nifas haline giren kadına, akşama kadat oruçlu gibi aç durmak haramdır. Bu durumdaki hanımların gizli yemeleri İslami edeplerdendir.
Dudaktaki boyanın sökülüp yutulması halinde orucu bozacağı kesindir. Böyle bir yutma söz konusu olmazsa ister ruj, isterse başka boya olsun orucu bozmaz.
Bu iki kelime arasında anlam açısından fark vardır. Fitre, sadaka-ı fıtır'dan kısaltılmış ve biraz değişikliğe uğramış bir kelimedir. Bu, Ramazan'da zengin müslümanların vermekle yükümlü olduğu sadakanın adıdır. Çok yaşlı bir ihtiyarın, tutamadığı oruçlara karşılık verdiği paraya "Oruç Fidyesi" denir.
--------------------------------------------------------------------------------
Göze, burun ve kulağa damlatılan ilaç orucu bozar mı?
Bu konuda farklı görüşler varsa da burada ifade edilecek son görüş, gözle kulağa damlatılan ilaç orucu bozmazsa da, buruna akıtılan ilacın (yemek borusu ve mideyle doğrudan ilgisi bulunduğundan dolayı) orucu bozacağı şeklindedir. Bu itibarla mümkünse bu gibi beden içine akıp giden ilaç koymalar iftardan sonraya tehir edilmeli, değilse sonra bu oruçlar bir gün olarak kaza edilmeli, şüpheli şeyden kurtulma tarafı tercih edilmelidir. Konu tıbbı ilgilendirdiğinden farklı tıbbi yaklaşımlar söz konusu olmuştur.
Hamile kadınla süt emziren kadın oruç tuttukları takdirde ya kendilerinin hastalanmalarından, ya da çocuğun gıdasız kalıp ölmesinden korkarlarsa, oruçlarını bozarlar. Ramazan'dan sonra günü gününe kaza ederler.
Zehebe'z-zameu vebtelleti'l-urûku ve sebete'l-ecru inşâallâhu teâlâ. Eftara indekümü's-sâimûne ve ekele taâmekümü'l-ebrâru ve sallet aleykümü'l-melâike. Allâhumme innî es'elüke birahmetikelletî vesait külle şey'in en tağfira lî zünûbî.
Manası: Susuzluk gitti, damarlar ıslandı ve inşallah mükafat gerçekleşmiş oldu. Yanınızda oruçlular iftar etsin. Yemeğinizi iyi insanlar yesin ve melekler size dua etsin. Allahım, her şeyi kuşatan rahmetinle Sen'den benim günahlarımı bağışlamanı istiyorum.
Oruçlunun kan aldırması mekruh değildir. Ancak orucuna devam edemeyecek durumda zayıf düşmesinden korkulursa mekruhtur.
--------------------------------------------------------------------------------
Orucun Fidyesi
Tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa tutulmuş, aşırı derecede düşkün ve zayıflığından dolayı oruç tutamayan kimseler farz ve vacip olan oruç borçlarından her gün için bir fidye verirler. Bir fidye bir fıtır sadakasıdır. Fidyelerin tamamı bir fakire verilebileceği gibi, başka başka fakirlerede verilebilir. Buna da gücü yetmeyenler Allah'tan af ve mağfiret dilerler.
Oruçlu Kadın Yemeğin Tadına Bakabilir mi?
Kadın bazen yemeğin tadına bakmak zorunda kalabilir. Bazı yiyecekleri satın almak için de aynı mecburiyeti hissedebilir. Boğazdan aşağı inmemek şartıyla yemeğin tadına bakabilir.
Ramazan orucunu eda edebilmek için, hergün ayrı ayrı niyet etmek gerekir. Niyetin zamanı, gecenin başlangıcından, kaba kuşluk anına kadardır. Bu müddet içinde niyet edilmezse, farz eda edilmiş olmaz.
--------------------------------------------------------------------------------
Ramazan'da Güneş Doğduktan Sonra Adet Görme
Oruca niyet edip güneş doğduktan sonra adet gören hanımın orucu bozulur. Bu durumda olan hanım yemeğini yer. Adet halinde olan bir hanımın, oruç tutmadığı halde yemeyip, içmeyip oruçlu gibi durması haramdır. Ancak gizili yemesi İslami edeptendir.
Ramazan'da güneş doğduktan sonra adet ve lohusalıktan temizlenen bir kadın, eğer oruca aykırı bir şey yapmamış ise, derhal niyet ederek oruca başlar. Bu şekilde orucunu tutmuş olur.
Oruçlu bir kimsenin evvelce çiğnenmiş olan sakızı çiğnemesi mekruh olup, yeni alınmış bir sakızı çiğnemesi ise asla caiz değildir. Hele içinde tat ve koku bulunan çikletleri çiğnemek ise oruç için tehlikelidir.
Oruçlu eşlerin çıplak durumda birbirine sarılmaları, kendilerinden emin olsunlar, olmasınlar mekruhtur. Birbirlerinin dudaklarını öpmeleri, emmeleri mekruhtur. Eğer bu sevişme esnasında erkekten meni, kadından da yaşlık gelirse ikisinin de orucu bozulur, kaza gerekir.
Nefes almakta zorluk çeken astımlının boğazına pompaladığı hava orucu bozmaz. "Çünkü bu bir hayati ihtiyaçtır. Üstelik yutulan hava zerrecikleri içeriye gittiği doğru olsa bile akciğerden ileriye geçmediği, mideye ulaşmadığı, gıda ve susuzluk ihtiyacını karşılamadığı ileri sürülmektedir. Bu sebeple de orucu bozmamaktadır."
--------------------------------------------------------------------------------
Üç Aylarda Oruç
Halk arasında Recep, Şaban ve Ramazan aylarına üç aylar denilmektedir. Peygamberimiz peşpeşe bu ayları hiçbir zaman oruç tutmamış, bu şekliyle de ümmetine tavsiye etmemiştir. Hatta ramazan ayının dışında hiçbir ayı baştan sona oruçlu geçirmemiştir.
--------------------------------------------------------------------------------
Yıkanmak, Denize Girmek Orucu Bozar mı?
Ağızdan ve burundan dimağa veya mideye su kaçırmamak şartıyla, yıkanmak orucu bozmaz. Yalnız İmam-ı Azam serinlemek için suya girmeyi veya yaş elbiseye sarılmayı mekruh saymıştır. Ebu Yusuf'a göre değildir. Allah Resulü oruçlu iken hararetini gidermek için başına su dökmüştür. Ancak denize veya nehre girip de uzun müddet yüzülecek olursa çok büyük bir ihtimalle mideye veya dimağa su kaçar. Böylecede oruç bozulur.
Hz. Musa'dan sonra, Hz. Yuşa peygamber olmuştu.
İsrailoğulları'nı çölden çıkardıktan sonra Şeria nehrinin yanına kadar getirmiş oradanda. Eriha şehrini kuşatmıştı.
Eriha'yı savaşarak ele geçirdikten sonra mukaddes topraklara kavuşmuşlardı.
Hz. Yuşadan sonra Israiloğullarında Hakimler devri başlamıştı. Bu devirde İsrailoğullan'nın başına Amalikalıların acımasız hükümdarı Calut bela olmuştu.
Oldukça gaddar olan bu dev cüsseli Calut, İsrailoğullarına sürekli baskı yapıyor, onları devamlı zor durumda bırakıyordu. Üstelik İsrailoğullan için manevi önem taşıyan Tabutu'da ele geçirmişlerdi. Şimdide mukaddes toprakları kaybetme tehlikesi ile karşı kärşıya bulunuyorlardı.
Sonunda kendilerine yeni bir önder yeni bir kumandan aramaya başladılar. Bu nedenle Hz. IsmaiTin yanına gittiler ve şöyle dediler;
- "Bize bir lider gerekmektedin O lider ne derse biz onu yaparız."
Hz. Ismail liderlik için Talüt'u seçti. Ama Talüt'un malı, mülkü olmadığından İsrailoğulları ona itiraz ettiler.
Aradan günler geçti. Amälika kavmi, İsrailoğullan için
kutsal sayılan Tabüt'un çevresine pislemeye başladılar. Bunu duyan İsrailogulları oldukça üzülüyorlardı.
Daha sonra Yüce Allah'ın bir mucizesi gerçekleşti. Tabut'un çevresine pisleyen amansız bir hastalığa yakalanıyordu. Bunun üzerine Calüt Tabüt'u iki öküzün üstüne koyarak çöle yolladı. Oküzler Tabut'u doğruca Talüt'un evine getirmişlerdi.
Bu mucize karşısında İsrailogullan Talut'un liderligini
kabul etmek zorunda kalmıştı.
O günden sonra savaş hazırlıkları yapıldı. İsrailoğulları savaş için hazırlandıktan sonra yola koyuldular. Sıcak çöllerde uzun süre yol aldılar. Dinlenmek için bir dağm eteğinde durdular. Talut askerlerine şöyle seslendi;
- "İsrailogulları! Bu dağı geçince bir nehir göreceksiniz. Nehri geçer geçmez savaş başlayacaktır.
Ancak Yüce Allah sizi bu nehirde imtihan edecektir. Kimse bu sudan içmesin, yoksa savaşma gücünüzü yitirirsiniz. Sadece serinlemek için bir avuç suya izin vardır."
İsrailoğullan dağı aştılar ve nehire vardılar. Ancak pek çoğu Talüt'un dediklerini unutmuştu. Çok az kimse suyu içmemişti. Suyu içenlerin savaşma gücü kalmamıştı. Hepsi suyun kenarında yığılıp kaldılar.
Talüt çok az askeri ile karşıya geçmişti, Calüt'un ordusu daha nüfuslu, ath ve silahlı idi.
Savaş başlamış ortalık bir anda çığhklar ve at sesleriyle
inler olrnuştu. r
Savaş iyice hızını arhrmıştı ki, Calüt meydanın ortasına
çıkarak kendisi ile teke tek dövüşecek bir asker istedi.
Calüt iri yan oldugu için herkes ondan korkuyordu. Az
sonra bir ses duyuldu;
- "Ey Calut seninle ben dövüşecegim."
Bu cevabı veren Hz. Davud idi. Hz. Davud genç idi çobanhk yapıyordu ve oldukça iyi sapan atardı. Calüt, Hz. Davud'u karşısında görünce onunla alay etmeye başladı. Çünkü onu önemsemiyordu. Calut atı ile Hz. Davud'un üzerine hızlı gelmeye başladı.
Hz. Davud'un elinde bir bıçak ile sapandan başka birşey yoktu. Calüt iyice yaklaşınca Hz. Davud elindeki sapan ile onu avladı. Calüt atından düşmüştü. Daha sonra Hz. davud hızla atılıp elindeki bıçak ile Calüt'u öldürdü. İsrailoğullan savaşı bir avuç insan ile kazanmışlardı.
Sonraki zamanlarda Talüt kızını Hz. Davud ile evlendirdi. Talüt öldükten sonra yerine Hz. Davud geçti. Hz. Davud hükümdar olarak ç'ahştıktan bir müddet sonra peygamber oldu. Böylece Hz. Davud hem peygamber hem'de padişah olan ilk insan olmuştu.
Devletinin parasını yememek için demirden zırh yapıp satmaya başladı. O artık geçimini böyle sağlıyordu. Hz. Davud'a dört büyük kitaptan biri olan Zebur gönderildi. Hz. Davud, Zebur'u her zaman okurdu. Herkes onu dinlerdi. Sesi çok güzeldi. O yüzden dinleyenler çok etkilenirdi.
Hz. Davud tsrailogullan'nı refaha kavuşturnıuştu. "^ Ancak İsrailogulları tekrar azmıştı. Yeniden doğru yoldan çıkmaya başladılar.
Hz. Davud vfefatına kadar İsrailoğullarına Yüce Allah'ın vahiylerini anlatmaya devam etti.
Hz. Yakûb'un neslinden gelen kavme İsrailoğullan denilir. Bu kavim yaklaşık 10 asırdır Mısırda yaşamaktaydı. Nil sayesinde bolluk ve bereketler ülkesi olan Mısır'ı Firavunlar idare ediyordu. İsrailoğullarının sayısı her geçen gün dahada artıyordu.
Bu durum Mısın idare eden Firavunlan çok korkutuyordu.
Çünkü birgün Mısın Israiloğullarına kaptıracaklarından korkuyorlardı. Bu korku zalim Mısır Firavununu daha da acımasız hale getirmişti. Bu yüzden İsrailoğullarını rahat bırakmıyor onlara her türlü ızdırabı çektiyordu. Onlara türlü türlü eziyetler ediyor, ellerindeki malları mülkleri alıyordu.
Firavun birgün gördüğü rüyanın etkisiyle oldukça korkmuş ve kahinlerini falcılarını çağırtmışti.
Kahinler Firavunun rüyasını şöyle tabir etmişlerdi.
- Ey Firavun! Senin sonun yeni doğacak bir erkek İsrailoğlunun eli ile olacak.
Bunun üzerine, İsraillilerin çoğalmasından zaten endişe duyan Firavun şu emri verdi.
- Yeni doğan İsrailoğullarını öldürün!
Böylece Firavunun askerleri yeni doğan erkek çocuklannı öldürmeye başladılar.
Israiloğulları soyundan gelen İmran'ın bir oğlu oldu.
Ogluna Musa adını koydu. İmran hanım oğlu olduğu
için çok üzülüyordu. Oğlunu üç ay herkesden gizledi.
Fakat çok korkuyordu. Sonunda Yüce Allah anneye
şöyle buyurdu:
- "Bir sandık yap. Musa'yı içine koy ve Nil nehrine bırak."
Anne Allah'ın buyurduğu gibi yapmıştı. Nil nehri Musa'nın sandığını Firavun'un sarayına kadar götürdü.
Saraydakiler sandığı görünce çok şaşırdılar. Firavun sandığı getirmeleri için emir verdi. Sandığı açtıklarında Musa'yı gördüler. Firavun çocuğun öldürülmesini söyledi. Ancak Firavun'un hanımı Asiye Musa'yı yanına almak istedi. Firavun kabul etmişti. Ne varki
Asiye Musa'yı emziremiyordu. Birçok süt anne gelmesine karşın Hz. Musa hiçbirini emmiyordu. Musa'nın ablası sarayda çalışıyordu. Izin alarak annesini saraya getirdi.
Üç gün sonra nihayet Musa emmeye başladı. Hiç kimse Asiye'nin Hz. Musa'nın annesi olduğunu bilmiyordu. Yıllar böyle geçti. Artık Hz. Musa sarayda bir prens gibi büyüyordu.
Günlerden birgün Hz. Musa çarşıya çıkmıştı. Bir İsrailli ile bir Mısır'lının kavga ettiklerini gördü. Mısırlı sürekli vuruyordu. Musa onlan ayırmak istedi. O sırada Mısır'lıya vurmak zorunda kaldı.
Ancak vuruşu biraz sert olmuştu. Mısır'lı oracıkta ölmüştü. Bunun üzerine hızla oradan uzaklaştı. Saraya dönmüştü. Allah'a yalvardı ve tövbe etti. Üstelik öldürmek için vurmamıştı. Musa'yı gören olmamıştı. Ertesi gün Musa şehirde gezerken aynı israillinin yine kavga ettiğini gördü. İsrailoğulunu azarladı ve kavgayı ayırmak için araya girdi. Fakat İsrailoğlu korktu. Musa'nın kendini vuracağını zannetti ve şöyle dedi;
- Musa.. Musa.. Dün bir Mısırlı'yı öldürdün. Bugün de beni mi öldüreceksin?
Kimse birgün önce ölen adamı kimin öldürdüğünü bilmiyordu. Ama şimdi herkes haberdar olmuştu. Musa hemen oradan ayrıldı. Artık Musa'nın adam öldürdügünü herkes biliyordu. Bunun üzerine Mısır'ı terkedip yollara düştü. Mısırdan çok çok uzaklaşmış, Medyen'de bir kuyunun yanıbaşında oturuyordu.
Öte yandan orada bulunan diğer insanlarda hayvanlannı sulatıyorlardı. Birden birşey Musa'nın dikkatini çekti. Koyunlannı sulatmak isteyen iki kız, kuyu başına inmiyor, dolayısıyla koyunlarınıda sulatamıyorlardı. Bunun üzerine Musa şefkatle sordu.
- Neden koyunlannızı sulamıyorsunuz?
Kızlar cevap verdi
- Once halk sulayacak sonra da biz. Biz kadınız ve zayıfız. Babamız yaşı ilerlemiş bir ihtiyar oldugu için biz buradayız. Bunun üzerine Hz. Musa hemen harekete geçti. Ve kadınların koyunlannı suladı. Kızlar teşekkür edip oradan ayrıldılar. Şimdi Musa nereye gidecekti? Kuyunun başında biraz dinlenmek için oturdu.
Kızlar da eve gitmişler ve Hz. Musa'nın yardımını
babalanna anlatmışlardı.
İhtiyar baba, Hz. Musa'yı misafir etmesi için kızlardan birini Hz. Musa'nın yanına gönderdi. Az sonra Hz. Musa kız ile beraber eve geldi. İhtiyara başından
geçenleri anlattı. Bunun üzerine ihtiyar şöyle dedi;
- "Korkma, artık bundan sonra güvendesin. Ben de Allah'ın peygamberlerinden Şuayb'ım. Eger benim yanımda sekiz yıl çalışırsan kızlarımdan birini sana nikahlarım.
Musa kabul etti ve çalışmaya başladı ve bu sekiz seneyi doldurdu. Daha sonra zevcesi ile beraber yola koyuldu. Gece olmuş ve çöl bayağı soğumuştu. Isınmak için ateşe ihtiyaçlan vardı. İleride bir ateş gördüler. Musa hanımını orada tuttu ve ateşe doğru tek başına ilerledi. Oraya vardığında şöyle bir ses duydu;
- "Ey Musa, Ben senin Rabbinim. Hemen
ayakkabılannı çıkar, çünkü sen mukaddes vadi
Tuva'dasın"
Sonra Yüce Allah vahyetti;
- "Ben seni peygamberliğe seçtim. Şu sağ elindeki nedir ey Musa?"
- "O asamdır."
Yüce Allah buyurdu;
- "Onu yere bırak"
Musa'da öyle yaptı ve gördü ki asa yılan olmuştu.
Ällahü Teäla şaşkınlıktan donakalan Musa'ya yeniden buyurdu.
- "Onu tut! Korkma, biz onu yine eski haline çevireceğiz."
Sonra Yüce Allah şöyle buyurdu;
- "Ikinci bir mucize olarak elini koynuna koy, kusursuz olarak bembeyaz çıksın."
Daha sonra Allahü Tealä Musa'yı Firavun'a gonderdi.
Firavun ile konuşmasını istedi
Bunun üzerine Hz. Musa;
- "Ey Rabbim, lisanımın açılmamasından korkuyorum; Onun için kardeşim Harun'a da peygamberlik ver."
Onunla sırtımı kuvvetlendir.".
Allahü Tealä, Harun'a da peygamberlik vermişti.
Hz. Musa ile Hz. Harun, Yüce Allah'a, Firavun'un kötülük edebileceğini bu yüzden endişeleri olduklarını söylediler.
Ancak Yüce Allah onlara: "Aklınıza gelenlerin bışınıza gelmesinden korkmayın. Çünkü ben sizinle beraberim.
'Herşeyi işitiyor ve görüyorum. Onun zulmünden sizi koruyacağım.
Hz. Musa ile Hz. Harun, Rab'lerinin emrine uyup, Mısır'a Firavun'a gittiler.
Firavun yıllar sonra Hz. Musa'yı kardeşi ile birlikte karşısında görünce çok şaşırdı. Üstelik Hz. Musa'nın kendini Hak yola davet etmesine de çok kızmıştı.
Onu nankörlükle suçladıktan sonra. Işlediği cinayeti hatırlatıp, Hz. Musa'yı suçladı. Ancak Hz. Musa masum olduğunu olayın bir kazadan ibaret olduğunu söyledi.
Ancak Fıravun, Hz. Musa'nın başına kakmaya devam edip onu yediği ekmeğe nankörlük etmekle suçlayıp zor duruma sokmak istiyordu. Ne varki Hz. musa'nın verdiği cevaplarla köşeye sıkışan Firavun onu delüikle suçlarnaya başladı.
Peki seni Peygamber seçen Rabbin kimdır?
- Benim Rabbim bütün kainatı yaratan, insanları ve canhları besleyip büyüten, eşi ve benzeri olmayan, alemlerin yegane hakimi olandır.
Firavun iyice öfkelenmişti.
Peki bir delilin var mı? Bu söylediklerinin doğru olduğuna nasıl inanalım.
Bunun üzerine Hz. Musa, asasını yere attı.
Asa birden yılana dönmüştü. Elini cebinden çıkarınca eli bembeyaz olmuş. Müthiş bir ışık saçmaya başlamıştı.
Ancak Firavun ve yanındakiler bunu sihre yordular. Hz. Musa'nın mucizelerini boşa çıkarmak onun davasını hiçe indirmek için ülkenin dört bir tarafından sihirbazlannı davet etti.
Sihirbazların Hz. Musa ile karşılaşacaklan gün gelip çattı. Büyük bir kalabahk meydanı doldurmuştu.
Önce kimin hünerini göstereceği konusunda münakaşalar oldu. Ancak Hz. musa önce sihirbazların hünerlerini göstermelerini istedi. Sihirbazlar ellerindeki ipler ve bastonlan yere bırakıverdiler. Meydan büyüklü küçüklü yılanlarla doluvermişti. Hz. Musa ve halka, bu yılanlar hareket ediyormuş gibi gösterilmişti. Firavun sevinçten dört köşe olmuştu. Çünkü sihirbazlannın galip geleceğinden oldukça emindi.
Hz. Musa bütün bunların sihir olduğunu biliyordu. Bu nedenle hiç endişelenmedi. Elindeki asayı yere bıraktı. Asa ejderi andıran bir yılana dönmüştü ve kısa sürmediki hepsini yutmaya başladı. Bunun üzerine, gerçeği gören bütün sihirbazlar iman ettiler. Bu duruma oldukça sinirlenen Firavun bütün bu olanların bir komplo oldugunu, bu müsabakanın planlı olduğunu iddia etmeye başlamıştı. Sihirbazlara Hz. Musa'ya iman etmemeleri için uyanda bulundu.
Ancak sihirbazlar imanlarından vazgeçmeyince onlan zindana attırdı.
İsrailoğulları'da topluca iman etmişlerdi. Bunun üzerine paniğe kapılan Firavun, Israilogulları'na baskı ve zulmü arttırdı. İsrailoğulları çektikleri eziyet karşısında adeta Hz. Musa'ya isyan edercesine itaat ediyorlardı.
- Neler oluyor ey Musa. Sen peygamber olmadanda eziyet çekiyorduk. Şimdide işkence görüyoruz. Değişen ne oldu ki?
Bu durum karşısında Hz.'Musa onlara sabırlı olmalarını beklemelerini tavsiye ediyordu. Firavun'un yakınlarından da bazı kimseler Hz. Musa'ya iman etmişti. Bunlardan biriside Firavunun zevcesi Asiye idi. Firavun bu durumdan haberdar olunca ona da çeşitli işkenceler yaptı. Sonunda imanından asla vazgeçmeyen Asiye'yi öldürdü.
Yüce Allah işkencelerini arttıran Firavuna ders olsun diye felaketler göndermeye başladı. Önce Nil nehri taştı ve her yer sellere boğuldu. Daha sonra ülkeyi çekirgeler sürüsü kapladı, peşinden korkunç bir kıtlık başladı.
Bunun üzerine Firavun; "Eger bu belalar ortadan kalkarsa iman edecegini" bildirdi. Bunun üzerine Yüce Allah Hz. Musa'nın dualannı kabul etti.
Önce çekirgeler yok oldu. Mahsuller çoğaldı ve bolluk bereket yeniden geldi. Ama Firavun ve adamlan yine de iman etmediler. Üstelik iman edenlere baskı ve zulmü arttırdılar.
Yüce Allah, tekrar felaketler göndermeye başladı. Kurbağalar, bitler, Firavunu köşeye sıkıştırmış. Çaresiz bırakmıştı.
Her seferinde iman edeceğini bildiren Firavun, bu felaketler ortadan kalktıktan sonra yine iman etmemişti.
Hz. Musa'ya Mısır'dan çıkması için ilahi emir gelmişti. Kavmi İsrailoğullan ile birlikte filistine doğru gece gizli olarak yola çıktılar. Bu durumdan haberdar olan Firavun derhal askerlerini toplayarak onları takibe başladı. Kısa sürmediki İsrailoğullarına yetiştiler.
Firavun'un dev gibi bir ordu ile geldiğini gören, İsrailoğulları çok korkmuşlardı. Ancak Hz. Musa onlan sakinleştirdi.
- Ey İsrailoğulları korkmayınız. Yüce Allah sizi yıllar boyu süren işkencelerden nasıl kurtardı ise şimdi yine kurtaracaktır.
Yüce Allah'ın buyurmasıyla. Hz. Musa, asasını Kızıldeniz'e vurdu.
Asa denize değer değmez, denizin suları çekilmeye başladı. Ortadan yarılan su İsrailoğullarının geçmesi için müsait bir yol açmıştı. Bu mucize karşısında şaşıran ve o derece sevinen Israiloğulları bu yoldan geçerek karşı kıyıya geçtiler. Bu sırada onlara yetişen Firavun, hırsla onların gittiği yoldan peşlerine takılmıştı. Ancak tam denizin ortasına gelmişlerdiki birden sular çözülüverdi. Suların iki ucu bir birine ulaşınca, Firavun ve adamları suların altında kaldılar.
Olecegini anlayan Firavun, son anda imana gelmişti. Ancak Yüce Allah, onun imanını kabul etmedi. Böylece Firavun ve ordusu. Sulara kapılarak helak oldular.
İsrailoğuIIan böyle bir belayı Yüce Allah'ın sayesinde atlattıklan halde yine de Hz. Musa'yı hep üzmüşlerdir. Hz. Musa bu nankör kavim için yıllarca ugraşmıştır. Eriha şehrini kuşatırkende, hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Hz. Adem ile Hz. Hawa yeryüzünde ayrı ayrı yerlere indirilmişlerdi. Uzun zaman birbirlerinden ayrı yaşadılar. Allahü teäläya hep yalvarıp, çokça tövbe ettiler. Yüce Allah (c.c.) tövbelerini kabul edip onlar: Mekke civarında; "ARAFAT" denilen yerde buluşturdu.
Hz. Adem ile Hz. Hawa'nın buluşmalarından sonra, insan nesli süratle çoğalmaya başladı. Hawa annemiz her doğumda: biri erkek, biri de kız olmak üzere, ikiz doğuruyordu.
İlk doğumdan olan erkek çocuğa Kabil adını vermişlerdi. Daha sonraki doğumdan olan erkek çocuğun ismi ise Habil idi. Sinirli ve kıskanç bir yapıda olan Kabil, tarla işlerine bahçeye ve ağaçların bakımına yardım ediyordu. Kardeşinin aksine yumuşak huylu ve sakin bir çocuk olan Habil ise, hayvanların bakımı işiyle uğraşıyordu. Kız kardeşler ise evde annelerine yardım ediyorlardı.
Nihayet gençlerin evlenecekleri zaman gelip çatmıştı. Kabil ile doğan kız Habil'e, Habil ile doğan kız Kabil'e verilecekti. Çünkü, Yüce Allah böyle buyurmuştu.
(İnsan neslinin çoğalması için, önceleri kardeşler arasında evlenme yasak edilmemişti. Yine de birlikte doğan, kız ve erkek çocuklar birbiriyle evlenemiyor, bir önceki ya da bir sonraki çocuklar birbirleriyle evlenebiliyorlardı. Zamanla insanlann çoğalması belli bir seviyeye gelince (Hz. Nuh döneminde) bu duruma; yani kardeşlerin birbiriyle evlenmesine bir son verilip bu durum yasaklandı.
Habil'in alacağı kız, yani; Aklima, Kabil'in alacağı kızdan daha güzeldi. Öteden beri Habil'i kıskanan Kabil bu durumu kabul etmiyordu. Hz. Adem ile Hz. Hawa'nın tüm çabaları sonuç vermemişti. Çünkü Kabil bu düşüncesinde oldukça ısrarlıydı. Bu nedenle ailede huzur kalmamıştı.
Günlerce düşünüp taşındıktan sonra bir çözüm yolu buldular. İki kardeş de yüce Allah'a birer kurban takdim edeceklerdi.
Allahü teälä kimin kurbanını kabul ederse, Aklima'yı o alacaktı. Habil kurban için koyunlarından en güzelini seçmişti. Yüce Allah'a ancak böyle iyi bir kurbanı takdim edebilirdi. Kabil ise uzun süre düşünüp taşındıktan sonra, kurban olarak bir tutam buğday taktim etmeyi uygun görmüştü.
O zamanlarda, Yüce Allah kabul ettigi kurbana bir ateş gönderip onu yakardı. Kabul olunmayan kurban ise olduğu gibi kalırdı.
Kurban sahibinin ise yüzü kararırdı. Bu adet; Benî İsrail zamanına kadar devam etmiş, daha sonra Allahü teälä tarafından kaldırılmıtı.
Her iki kardeş, kurbanlarını götürüp yüksek bir tepede yan yana koymuşlardı. Ertesi gün gidip baktıklarında, Habil'in kurbanının yanmış olduğunu gördüler. Bunun üzerine kıskançlık duyguları daha da kabaran, Kabil iyice köpürmüş, babası ile annesini suçlamaya başlamıştı.
Kurban sahibinin ise yüzü kararırdı. Bu adet; Benî İsrail zamanına kadar devam etmiş, daha sonra Allahü teälä tarafından kaldırılmıştı. Her iki kardeş, kurbanlarını götürüp yüksek bir tepede yan yana koymuşlardı. Ertesi gün gidip baktıklarında, Habil'in kurbanının yanmış olduğunu gördüler. Bunun üzerine kıskançlık duyguları daha da kabaran, Kabil iyice : köpürmüş, babası ile annesini suçlamaya başlamıştı.
O gece hiç uyumamıştı. Gece boyunca hep Habil'i nasıl öldüreceğini tasarlayıp durmuştu. Habil koyunları otlatmak için uzaklara gittiğinde, gizlice peşinden gidip, onu münasip bir yerde kıstıracaktı.
Ertesi gün geldiğinde, Habil yine her zamanki gibi, koyunları otlatmak için dağlara çıkmıştı. Şeytan ise Kabil ile beraberdi. Kabil'e kardeşini öldürmesi için habire uyarılar yapıyordu. Kabil bu sese uyarak, gizlice kardeşini takip etmeye başlamıştı.
Habil her zamanki yerde hayvanları serbest bırakıp bir ağacın gölgeliğinde istirahate çekilmişti. Arkasındaki hışırtı ile, irkilen Habil, geriye döndüğünde ağabeyi Kabil ile göz göze gelmişti. Kabil burnundan soluyor, gözlerinden kin ve nefret pırıltıları saçıyordu. Habil, Yüce Allah'ın yardımıyla onun niyetini anlamıştı.
- Ey Kabil niyetini anlıyorum. Yapmak istediğin Yüce Allah'ın buyruğuna karşı gelmektir. Yemin ederim ki öldürmek için elini bana uzatsan dahi, ben seni öldürmek icin elimi uzatacak değilim.
Çünkü ben, kainatın Rabbı olan; Allah'tan korkarım.
Habil, Kabil'den daha güçlü ve kuwetli olduğu halde, ağabeyine karşı gelmek istemiyordu. Çünkü o Allah'tan korkuyordu. Onun bu hali Kabil'i dahada öfkelendiriyor kıskançlık damarlarını daha da kabartıyordu. Habil'in umursamaz bir tavırla oradan uzaklaşmak istemesi sonucunda hiddete kapılan Kabil, yerden bir taş alıp, kardeşinin kafasına hızla vurdu. Canı yanan Habil yere düştükten sonra, yine Kabil'e el kaldırmamıştı.
Çünkü ben, kainatın Rabbı olan; Allah'tan korkarım.
Habil, Kabil'den daha güçlü ve kuwetli oldugu halde, ağabeyine karşı gelmek istemiyordu. Çünkü o Allah'tan korkuyordu. Onun bu hali Kabil'i dahada öfkelendiriyo kıskançlık damarlarını daha da kabartıyordu. Habil'in umursamaz bir tavırla oradan uzaklaşmak istemesi sonucunda hiddete kapılan Kabil, yerden bir taş alıp, kardeşinin kafasına hızla vurdu. Canı yanan Habil yere düştükten sonra, yine Kabil'e el kaldırmamıştı.
Bunu fırsat bilen, Kabil, elindeki taş ile kardeşi Habil'in kafasına vurmaya devam etti. Şeytan galip
gelmişti. Kabil'in aklını başından alıp çılgına döndürmüştü bir defa. Böylece toprağa düşen ilk kan,
yeryüzündeki ilk cinayetin habercisi olmuştu. Habil'in Kabil'e acıyan gözlerle bakması bile Kabil'i
durdurmaya yetmemişti. Aldığı darbeler sonucu, Habil ruhunu teslim etmişti...
Uzun süre kardeşinin cesedi başından ayrılmayan Kabil, sanki donup kalmıştı. Bir türlü hareket edemiyor, ne yapacagını bilemiyordu. Deminden beri kendisine yol gösteren, şeytandan, ses seda gelmiyordu artık. Ne yapacagını ne edeceğini, bilemeden uzun süre öylece kalakaldı. Gün gittikçe çekiliyor, gölgeler ise uzuyordu. Panik içindeki Kabil donuk gözlerle etrafı süzüyorken, birden bir karganın gagası ile toprağı eşelediğini farketti.
Karga bir müddet, toprağı kazdıktan sonra, yanıbaşındaki karga ölüsünü iterek, açtığı çukura atmış, sonrada toprakla üstünü örtmeye başlamıştı.
Yerinden doğrulurken, "Yazıklar olsun, bir karga kadar bile olamadım" diye fısıldayıverdi. Hemen, sert bir ağaç parçası bularak, yumuşak toprağı kazmaya başladı. Bu sırada Hz. Adem ile Hz. Hawa, çocuklarının gelmediğini görünce onları aramaya koyulup Habil'in, hayvanları otlattığı yere doğru geliyorlardı.
Çocuklanna seslenerek olay yerine doğru ilerleyen, Hz. Adem, birden Kabil'in panik içinde kaçtıgını görünce, hızla oraya gitti. Yerde kan lekeleri ve örtülmüş toprağı görünce, Habil'in başına gelenleri anladı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başladı. Kabil'in ardından "Kardeşine ne yaptın" diye bağırıp duruyordu.
Korkudan ne yaptığını bilemeyen Kabil kaçmaya devam ediyordu. Yeryüzünde şeytana uyan, ilk insan olan Kabil, babasının bedduasını duymuyordu bile.
- Ey Kabil hiç bir zaman rahat yüzü görme. Sen artık istenmeyen lanetli bir insansın.
Üzüntü içinde evine dönen, Hz. Adem olup bitenleri güçlükle anlatmıştı ailesine. Herkes üzüntüsünden kahrolmuştu. Artık kendine yer olmadığını bilen Kabil kız kardeşini de alarak evi terketmişti. Kendisinden bir daha da haber alınamadı.