Kadir gecesini bin aydan daha Hayırlı kılan şey Kur'an'ın bugün inmeye başlamış olmasındandır. Kur'an'ın kadrini, kıymetini bildiğimiz oranda Kadir gecesini ihya etmiş oluruz. Kur'an'ın rahmet mesajları bütün insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmayı ve onlara Hakk'ı batıldan ayırabilmek için yön göstermeyi hedeflemiştir. Kur'an'ın ışığında Allah'ın sevgili kullarından olmamız dileklerimizle Kadir gecemiz kutlu olsun
Kadir gecesini bin aydan daha Hayırlı kılan şey Kur'an'ın bugün inmeye başlamış olmasındandır. Kur'an'ın kadrini, kıymetini bildiğimiz oranda Kadir gecesini ihya etmiş oluruz. Kur'an'ın rahmet mesajları bütün insanları karanlıktan aydınlığa çıkarmayı ve onlara Hakk'ı batıldan ayırabilmek için yön göstermeyi hedeflemiştir. Kur'an'ın ışığında Allah'ın sevgili kullarından olmamız dileklerimizle Kadir gecemiz kutlu olsun
Cok iyi niyetli ve hic kimseyi incitmeme gayreti icerisinde olan,her daim yardimsever ve cok alcak gönüllü bir Abimizdi Rabbim gani gani rahmet eylesin,mekanini cennet eylesin Insallah.
Yüce Allah, Kur'ân'ında onu bize 'Üsve-i hasene/'en güzel örnek' diye tanıtmıştır. O, her konuda bizim için en güzel örnek ve önderdir. O'nun Ramazan farklılıkları ve oruç günlüğü de bizim için örnektir.
Onun hayatında Ramazan'ın ayrı bir yeri vardı. Zira ona vahiy Ramazan'da gelmeye başlamıştı. O, Vahiy meleği ile bu ayda müşerref olmuştu. Bu ayda inmeye başlayan Kur'ân, insanlığı Marifetullah bilinci demek olan takvaya erdirmek için gelmişti. İçerisine riya karışmayan, hep ve yalnız Allah için tutulan ve bu ayda farz kılınan orucun hedefi de takvalı insan yetiştirmekti.
Peygamberimizin Ramazan ve Oruç günlüğünü şu şekilde özetlememiz mümkündür:
Ramazan, onun için bir rahmet, bereket, mağfiret ayı; hayır ve güzellikler pazarı; kullukta yoğunlaşma fırsatı idi. O, bu konuda "Ramazan'a eriştiği halde, günahlarından bağışlanmayıp cehenneme girene yazıklar olsun!" buyurarak Ramazan'ın farkına dikkatlerimizi çekmişti.
Ramazanı kulluk fırsatı olarak değerlendiren Peygamberimiz, Ramazan ve ondaki güzelliklerle ilgili şöyle buyurarak bu ayı en güzel şekilde değerlendirmeye teşvik etmiştir: Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.
"Ademoğlunun her ameli katlanır. Hayırlı ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, onu ben mükâfatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terketti."
"Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuşup orucunun sevabını aldığı zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur."
"Cennetin Reyyan adlı bir kapısı vardır, oradan yalnızca oruç tutanlar girer."
O, diğer ayları gibi Ramazan'ı da her türlü günahtan uzak bir şekilde geçirirdi, tuttuğu oruçların sevabını gıybet, dedikodu, yalan ve boş söz gibi günahlarla azaltmazdı. Yine O, orucu uykuya hapsetmezdi, oruçtan en yüksek puanı/sevabı alabilmek için çabalardı.
Hepimiz için en güzel hayat modelleri sunan Peygamberimiz günlük olarak nafile ve farzlarıyla namazlarını kılardı, ama Ramazanda bu namazlarına teravih namazlarını da ekler ve şöyle buyururdu: "Yüce Allah, size Ramazan orucunu farz kıldı, ben de Ramazan gecelerinde (teravih namazıyla) kıyamı sünnet eyledim..." Onun için Ramazan ayı, önce teravih namazı kılınarak başlar ve bu şekilde ertesi günün orucu namaz temeli üzerine bina edilir. Bunun içindir ki bizler onun gül hatırı için teravihlerimizi kılmaya şu sözlerle başlarız: Efendimiz Muhammed'e salat ile selam olsun/ O'na izzet ile ikram, teravihe kıyam olsun!
O, bugün bir çok insanın yaptığı gibi namazı yalnızca Ramazan'a ve teravihe hasretmezdi. Çünkü beş vakit namaz O'nun gözünün nuru idi.
O, diğer aylarda oruç tutardı, ama Ramazan tümüyle Onun oruç ayı idi.
Yani O, oruç gibi yüce ibadetten Ramazan dışında da kopmazdı. Çünkü O, oruçlu iken amellerinin Rabbine arzedilmesini çok isterdi.
Onun orucu, yalnızca midenin aç susuz kalmasından ibaret değildi. O, mide başta olmak üzere tüm organlarına oruç tuttururdu. O, orucu gönlü, beyni, dili ve tüm hücreleriyle tutardı. Ve o, bu konuda şöyle uyarmıştı bizleri: "Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçlarından onlara kalan sadece aç ve susuz kalmalarıdır."
"Kim yalan ve iftirayı terk etmezse bilsin ki, onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur."
"Oruç perdedir, koruyucu kalkandır. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa 'ben oruçluyum!' desin ve ona bulaşmasın."
O, oruç için sahur yapmayı bereket görür ve iftarda acele ederdi: "Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır.""İnsanlar iftarda acele ettikleri müddetçe hayır üzere devam ederler."
Bugün bazılarının yaptığı gibi, iftarı ve sahuru terk etmez ve geçiştirmezdi. Onları vaktinde ve özenle yapardı.
Ağzı dualı bir peygamber olarak iftar anlarını da dua fırsatı olarak değerlendirir ve şöyle dua ederdi: "Allahım, yalız senin için oruç tuttum, sadece sana güvenip inandım ve senin rızkınla iftarımı açtım." "Allah'a hamdolsun. Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah sevap kesinleşti."
Bu yüzden oruçlu iken de oruçsuz iken de O'nun ağzından hayır ve haktan başka bir şey sadır olmazdı.
Oruçluya iftar ettirmek O'nun Ramazan güzellikleri arasındaydı. Bu konuda şöyle derdi: "Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz."
O, iftar sofralarında aşırılığa kaçarak israf sofralarına dönüştürmez ve yalnızca zenginlerin birbirlerine ödünç yaparcasına ağırlandığı sofralara çevirmezdi. O'nun mütevazı sofralarında zengin fakir herkese yer vardı. O'nun hayatında Ramazan, beslenme ayı da değildi, diyet ayı da, eğlence ayı da, festival ayı da değildi
O, oruç tutuyorum diye hayattan kopmaz, yapması gereken işleri hakkıyla yapmaktan geri kalmazdı. Nitekim Bedir savaşına o, bir Ramazan ayında çıkmıştı.
Ne orucu uykuya tutturur ve ne de orucu işini savsaklama aracı yaparak istismar ederdi.
Oruçla ilgili kendisine yöneltilen sorularda, her zamanki gibi kolaylaştırıcı bir yöntem izler ve alternatif çözümler sunardı.
O'nun cevapları yaşanabilirdi. Dini anlatırken taviz de vermezdi, muhataplarını çıkmazlara da götürmezdi.
O, her zaman cömertti, Ramazan'da daha cömert olurdu.. O, Vahiy meleği ile karşılaştığında hayır ve infakta, esen yellerden daha cömert olurdu.
O'nun cömertliği Ramazan ile sınırlı değildi. Verirken fakirlerin nurlarını korur, sahip olduğunun en güzelinden ve sevgiyle verirdi.
Onun, zahidane bir hayatı vardı; ama o, Ramazanda daha bir zahiddi. Çünkü bu ay Onun i'tikaf ayı, mescidin bir köşesinde on gün, kendini Yüce Allah'a verme ayı idi. Hz. Peygamber, kendisine peygamberlik gelmeden önce Hıra mağarasında münzevi bir hayat yaşardı. Ama Kur'ân ayetlerinin inmeye başlamasıyla O, Hıradan toplum içerisine indi ve tebliğ görevini sürdürdü. Fakat O, insanlardan ve dünya nimetlerinin cazibesinden geçici bir süre de olsa uzak kalmayı tamamen ihmal etmedi. Bu sefer halkın içinde, mescidinde O, Ramazanın son on gününü itikafla geçirirdi.
O, halk içinde Hakla beraber olur, ibadetlerini asla hayattan ve insanlardan kopmaya, onlarla ilişkilerini kesmeye ara yapmazdı.
O, her zaman Allah'ı zikrederdi, Ramazan'da daha çok zikrederdi. Bu kutlu ayda dualarına dua katardı.
O, sürekli Kuran okur ve Kur'ân'lı bir hayat yaşardı, ama Ramazanda daha çok Kur'ân okurdu. Onun mukabelelerine Vahiy meleği ve ashabın seçkinleri eşlik ederdi. Onun vahiy meleği ile karşılıklı Kur'ân okuyup ezberini sağladıkları ay da Ramazan'dı.
O'nun Kur'ân okumaları anlamak ve en iyi şekilde yaşamak içindi. O, asla Kur'ân okumayı dünyalıklara alet etmedi ve adete dönüştürmedi.
O, Ramazan'ın son on günü içerisinde, dua, istiğfar, zikir ve ibadet fırsatı olan Kadir gecesini arar ve kadir gecesini ihya etmeye teşvik ederdi: "Kim inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek kadir gecesini ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır."
Kısaca O, Ramazan'da kulluk ve dua yoğunluğu içerisinde olurdu.. Ve Ramazan'da sergilediği bu güzellikleri Ramazan'dan sonrasına taşır ve bunu ümmetine tavsiye ederdi. Yani on bir ayın sultanı Ramazan, onun on bir ayını da yönetirdi: "Kim Ramazan orucunu tutar ve ona şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yıl orucu tutmuş olur." "Resûlullah Zilhicce'den dokuz günle Aşûra günü oruç tutardı. Bir de her aydan üç gün, ayın ilk pazartesi ile perşembe günü oruç tutardı."
Çünkü O'nun için Ramazan, bir eğitim kampı, bir yenilenme fırsatı, bir donanım ve dolum ayı idi. O, Ramazan'dan aldığı enerji ile Ramazan sonrası hayatını şekillendirirdi. O, bayramını tekbir ve namazla başlatırdı. Tekbir ve namaz üzerine kurulan bayram sonrası hayat, tekbir ve namaz doğrultusunda devam ederdi.
Tüm bu Ramazan güzellikleriyle o bizleri aydınlatmaya, gönüllerimizi ısıtmaya, beyinlerimizi ışıtmaya, sözlerimizi güzelleştirmeye, davranışlarımızı hep hayır ve güzelliklere yönlendirmeye devam ediyor.
O'nun ümmeti olarak O'nu özlemeye, hayatımızın her alanında O'na benzemeye, O'ndaki güzellikleri yaşamaya ve yaşatmaya var mısınız? O, bizleri, Mahşerde buluşma yerimiz olan Kevser havzının başında bekleyip durmakta.
Salat ü selam, her türlü ihtiram O'na ve O'nun bağlılarına olsun.
Kutsal vatan topraklarının korunması, huzur ve güvenliğinin sağlanması uğruna canlarını feda eden şehitlerimize Allah'tan rahmet, kederli ailelerine ve tüm güvenlik güçlerine başsağlığı diliyorum...Ruhunuz şaad olsun ...
Müslüman hakkında konuşmak - Bir işin iç yüzünü bilemden konuşmak - Zan kötümüdür - Zan ve gıybet hakkinda
ZANLARIMIZ VE BİZ
Bilki bir Müslüman hakkında konuşmak da haram olduğu gibi ,kötü zan,aslını bilmediğin bir konuda Müslüman kardeşin hakkında kötü diye hüküm vermendir.''
Müslüman hakkı batıldan ayıran kimsedir.yani gerçeği yalandan,doğruyu eğridenhak kesin bilgiden,batıl ise zandan beslenir şu halde zanna uymak batıla uymanın,kesin bilgiye uymak hakka uymanın alametidir.
Bir işin iç yüzünü bilemden,ihtimallere dayanarak,verilen hükme zan diyoruz.herhangibir şey veya bir kimse hakkında,kesin bilgi ve delile dayanmaksızın yapılan yorum,analiz,tahmin ve hükümlerin hepsi zan kapsamına girer.
Peki zannın dinimizdeki yeri nedir?zan denilen bir şey midir?kulaktan dolma bilgilerle amel etmek de zanna dahil midir? Bir kimse hakkında zanda bulunmak gıybet veya iftira olurmu?
ZAN KÖTÜMÜDÜR
Öncelikle ifade edelimki,zannın hepsi kötü değldir.iyisi olduğu gibi kötüsüde var.dinimiz zannın iyisini teşvik,kötüsünü zemmetmiş,hatta günah saymıştır.
Nitekim Rabbimiz Kur'anı Kerim'de;ey iman edenler!zanın bir çoğundan kaçının,çünkü zannın bir kısmı günahtır.''hucurat,12buyurur.
Bu ayetten yola çıkan meşhuralimlerimizden imam nevevi(rh.a)kötü zanda bulunmanın haram olduğunu söylemiştir.(tefsiru's sealebi).
İmam gazali(rh.a)de şöyle demiştir:bilki bir Müslüman hakkında kötü konuşmakharam olduğu gibi,kötü zanna kapılmakta haramdır.kötü zan bilmediğin bir konuda Müslüman kardeşin hakkında kötü diye hüküm varmendir.''
ZANLAR VE GERÇEKLER
Yüce kitabımız Kur'anı Kerim zannın daha çokmüşriklerin alışkanlık edindiği bir durum olduğunu haber verir.onların kesin bilgiye uymaktan çok zanna uymayı tercih ettiklerinden bahseder.çünkü zan keşin bilgiye uylaşmaktan daha kolay,daha zahmetsizdir.Yunus suresini 36 ayetinde müşrükler için;''onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz.''buyrularak bu hakikate dikkat çekiliyor.ancak ayetin devamında;elbette ki zan ,haktan ( gerçekten) hiçbir şeyin yerini tutmaz.'' Buyurulmakla zannın mutlak gerçeğe halef olamayacağının altı çiziliyor.
KULAKTAN DOLMA SÖZE İTİBAR
Günümüzden zannı daha çok kulaktan dolma laflarla beslenmiş olanına rastlıyoruz.hangi konuda veyakiminle ilgili olursa olsun,biri bir şey söylemişse o sözün gerçek olup olmadığı araştırılmadan hemencecik verildiği görülüyor.
Peki bir kimsenin bir olay eya şahıs hakkında ''şöyleşöyledir''diye haber vermesi; o şeyin gerçekten öyle olup olmadığına hükmetmemiz için yeterlimidir?anlatılan şeyin doğruluğunu araştırmak gerekmezmi?peki ya anlatan kişi de gerçek diye aktardığı şeyi kulaktan dolma öğrenmişse?ya söylenen şey kasıtlı bi karalmadan ibaretse?
Şu hade içbir olay veya kişi hakkında aslını iyice öğrenmeden,kulaktan dolma bilgilere dayanarak;''bu böyledir''diye hüküm veril memelidir.heleki bu haberi,günah i
Şlemeyi alışkanlık haline getiren fasık biri söylemişseÇünkü Cenab ı Hak fasıktan gelen haberin mutlak surette araştırılamsını istemişve buyurmuşki:'' ey iman edenler!eğrer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın.yoksa bilmeden bir topluluğa bilmeden bir kötülük edersiniz de sonradan yaptığınıza pişman olursunuz.''(hucurat 6)
Günümüzde basın yayın organlarından haberlerden tutunda,tartışma purogramlarına kadar hemen hemen her alanda bir şeyler söyleniyor.ve maalesef söylenenlerin önemli bölümünün zan üzere bina edilimiş olduğu ortada.
Bugünkü yayıncılık anlayışında dile getirilen pek çok konu ve hüküm zanmı gerçekmi oldupunu araştırılmadan kobul edilmesi, helede başkasına aktarılmasıda vebaldir.çünkü Rabbimiz hakkın da kesin bilgiye sahip olamdığımız şeykerşn ardına düşmekten bizleri sakındırmış ve buyurmuştur ki:birde bilmediğin şeyin ardınca gitme.çünkü kula.göz,gönül,bunların her biri ondan sorumludur.''(isra 36)
Adalet ve faziletiyle ikinci ömer diye anılan alife ömer bin Abdülaziz,yanında birinin fazilet ve iyiliği anlatılınca sorardı:
Anlattıpın o kişi yanında bir kardeşinden bahsedildiği zaman nasıl davranırdı?
Onların kıymetini düşürür,haklarında kötü ve lekeleyici ifadeler kullanırdı,derlerse derki:
O zaman anlattığın gibi değilmiş!
Eğer:
Onlardan iyilik ve güzellikle bahsediyor,derlerse:
Allah'ın izniyle o adam anlattıpınız gibi biridir,derdi.
(tefsiru's sealebi)
ZAN VE GIYBET İLİŞKİSİ
Bilirizki bir kimsenin arkasından onun hoşlanmayacağı şekilde konuşulduğu zamna bu konuşmaya gıybet olur yada ifitira.eğer söylenen şey o kişide bulunuyorsa bu giybettir,bulunmuyorsa iftira.dolayısıyla hakkında zanda bulunulan şahsın gerçek durum zanna uygunsa zan isabet etmiş fakat bu zannı dile getiren gıybet etmiştir.eğer isabet etmemişse,bu defa zanna dayanarak hüküm vern kişi, zan yürüttüğü şahsın hakkında iftirada bulunmuş demektir.zanna dayalı konuşmanın sözlerin en yalanı olduğu ifade edilmiştir.nitekim Sevgili Peygamberimiz(s.a.s)zandan sakının!muhakkakki zan sözlerin en yalanıdır.''(buhari Müslim)
İnsanız.. elimizde olmadan içimize iyi veya köyü bir çok düşünce doğabilir.bundan kaçınmak mümkün değil.önemli olan o düşüncelerin kötü olanlarıyla hareket etmemek,onları başkalarına anlatmamak,böylece onlarında aynı husustakötü düşünmelerine sebebiyetre vermemektir.
İSLAM ZAHİRE HÜKMEDER
İslam zahire,yani olayın görülebilen kısmına bakarak hüküm verir.kalbe göre hüküm vermek ancak Allah'u teala'ya aittir.buna Usame bin zayd(r.a) örneğinde açıkça görebiliyoruz.bilindiği üzere bu mübarek sahabi,bir savaşta kelimiği sahadet getirdiği halde öldürülmüştü.kendince,ölen adamın canını kurtarmak içinşahadet getirdiğini zannediyordumesele Peygamberimiz e intikal edince üzülmüş ve buyurmuşk:''(o adamın doğrumu yalanmı söylediğini anlamak için)kalbinimi yardın?''(nesai)
Bu örnekten bir kez daha anlaşılıyorki niyet okumaya çalışmak,inancını tartmaya cür'et etmek,''asıl sen onun kalbine bak,içi bozuk''gibi sözler söylemek tehlikeli ve yanlıştır.
ŞÜPHE ÇEKMEKTEN UZAK
Bu arada zan gütmemek kadar,zan altında kalmaya yok açacak durumlardan uzak durmak da büyük önem arz ediyor.çünkü günah işlememeye dikkat ediyor olsak bile,günahkar biriylearkadaşlı yapmamız yahut alenen günah işlenen yerde bulunmamız,hakkımızda kötü zanda bulunulmasına sebep olabilir.dolayısıyla insanların bizi yanlış anlamasına,hakkımızda kötü düşünülmesine fırsat vermiş olabilir.o halde zan uyandıracak hal ve tavırlardankaçınmalı,gerekirse açıklamada bulunulmalıyız.zira yanlış anlama büyük bi ihtimalle şüpheye,o da zanda bulunmaya götürür.
Resul-u Zişan Efendimiz(s.a.s)bunu çok dikkat ederdi.bir gece mübarek hanımlarından safiye(r.a)mescidte itikafta bulunan Peygamberimizi ziyarete gider.bir süre konuştuktan sonraayrılam üzere ayağa kalkar.
Peygamber Efendimiz(s.a.s) onu kapıya kadar uğurlar.tam o sırada ensardan iki genç oradan geçmektedir.
Peygamberimizi görünce hızlanırlar.peyganber(s.a.s):
Biraz durun,der, bu kandın eşim safiye bint hüyeydir,
Gençler beklenmedik bi andayapılan bi açıklamaya bi anlam veremezler.derlerki;
Subhanalla ey Allah'ın Resulü! Bunu bize neden söylediniz?
Efendimiz(s.a.s) durumu söyle açıklık getirir:
Şettan kanın damarda dolaştığı gibi dolaşır durur.ben onn kalblerinise bir kötülük atmasından,vesvese vermesinden endişe ettim.(buhari Müslim ebu davud)
DAİMA İYİ ZAN
Özetlemek gerekirse,hakkında net bilgi ye sahip olmadığımız her ne varsa,o konuya dair bir fikir yürütmemiz,kulaktan dolma haberlerle ahkam kesmemiz,görmediğimiz bir şeyi görmüş gibi anlatmamız zandır.zannın iyisi, iyi kötüsü kötüdür.
Bir şey hakkında zanda bulunacaksak eğer iyi zanda bulunmalıyız.çünkü Peygamber Efendimiz(s.a.s)buyururki;iyi zanda bulunmak,güzel kulluktan gelir.(ebu davud)
Müslümana yakışan,karşısındakine iyi zanda bulunması,kendisine ona nispetle dağa asağıda durumda görmesidir.karşısındaki şayet çocuksa,kendine kıyasda daha az günah işlemiş olabileceğini,yaşlı ise daha fazla ibadet yapmış olabileceğini.alimse daha fazla bilgi sahibi olabileceğini düşünmesi gerekir.
Allah'u Teala hakkındada iyi zanda bulunmak gerekir.
Çünkü bir hadis-i kudside Rabbimiz buyurmuşki:
''ben kulumun zannı üzereyim.(hakkımda) hayır zannederse hayırla,şerle zannederse şerle muamele ederim.''(tabereni)
İslamda Çocuk gözetimi - Çocuğun Kefaleti - İslamda Çocuğun Kefaleti hakkinda - müslüman bir annenin çocuğuna ilgisi
Çocuğun kefaleti farzdır.
Çünkü terk edildiği zaman çocuk helak olur. Bu, Allah'ın vacip kıldığı canın korunması türünden bir farziyettir. Dolayısıyla çocuğun helak olmaktan korunması ve helak edici şeylerden kurtarılması gerekir. Çocuğun kefaleti farz olmakla birlikte akrabalık hakkı ile de ilgilidir. Çünkü orada çocuğun istihkakının temin edilmesi söz konusudur. Dolayısıyla kefaletin farziyetinin bununla ilgisi olduğu gibi hak sahibi olmanın da ilgisi vardır. Her çocuk için bir kefalet hakkı vardır. Bu hak, çocuğun kefaleti üzerine farz olanlara aittir. Aynen belirtildiği zaman bu, "hadın" üzerine farz olur. Ancak Allah'ın, kefaleti üzerlerine almayı farz kıldığı kişilerin buna ehil olmaları lazımdır. Dolayısıyla herkesin bunu alma hakkı yoktur. Örneğin; çocuğu zayi edecek kimse bu kefalet hakkına sahip olamaz. Zira bu durumdaki bir çocuğun yok olmakla karşılaşması kaçınılmazdır. Dolayısıyla çocuk olan bir kimsenin veya bunağın kefaleti olmaz. Zira her ikisi de çocuğa bakmaktan acizdirler. Üstelik bunamış bir kimse başkasına muhtaçtır. Başkasına muhtaç olan ise bir çocuğun kefaletini üstlenemez. Dolayısıyla yanında çocuğun kaybolacağı kimse, ihmalinden, emzirme ile uğraşmasını engelleyecek bir işle meşgul olmasından ya da fasıklık sıfatlarına sahip olmasından dolayı -zira böyle bir kişinin elinde yetişen çocuğun da fasık olması söz konusudur- kefalet hakkını kazanamaz. Çünkü bozgunculuk helak türlerindendir.
Kafir bir kimsenin müslüman bir annenin çocuğuna babalık yapması tasavvur dahi edilemez. Çünkü müslüman bir kadının kafir bir erkekle evlenmesi caiz değildir. Dolayısıyla çocuğun kefaleti için en uygun kimsenin annesi veya annesinin dışında bir başkasının olabileceği görülmektedir. Bu durumda meseleye bakılır. Şayet çocuk eşyaları kavrayabilecek kadar akıl sahibi ise, annesi ile babasının muamelesini ayırabiliyorsa yani sütten, memeden kesilme yaşının üstünde ise, annesi ile babası arasında ikisinden birisini seçmekte serbest bırakılır. Ebu Davud, Abdulhamid b. Cafer'in babasından ve dedesi Rafi' b. Sinan'dan şunu rivayet etmektedir:
"Rafi' b. Sinan müslüman oldu. Annesi ise müslüman olmaktan kaçındı. Annesi Nebi (s.a.v.)'e gelerek; "Kızım henüz sütten kesildi veya sütten henüz yeni kesilmiş bir yaştadır" dedi. Rafi'; "Kız benimdir" dedi. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.), Rafi b. Sinan'ın bir yanına, kadının da diğer yanına oturmalarını söyledi. Ardından onlara: Çocuğu kendinize çağırın, dedi. Çocuk, annesine yöneldi. Nebi (s.a.v.): Ey Allah'ım, onu doğru olana yönelt, deyince çocuk babasına yöneldi ve babası çocuğu aldı." Aynı hadisi Ahmed ve Nesei de, bu hadisde yer alan aynı anlamda farklı lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Çocuk, eşyaları henüz tanıyamıyacak kadar küçük ise, annesi ile babasının muamelesini birbirinden ayıramıyorsa yani sütten kesilme yaşında veya daha altında ise ya da buna yakın bir yaşta ise, anne veya babasından birisini tercihte serbest bırakılmaz, doğrudan doğruya annesine verilir. Yukarıda geçen Rafi' b. Sinan hadisinin mefhumu bunu göstermektedir. Zira çocuğu emzirmede annenin daha çok hak sahibi olduğu sabittir. Bundan anneyi men edecek herhangi bir nass da yoktur. Kefalet, bir nevi velayet gibidir; dolayısıyla müslümanın kafir üzerinde velayeti söz konusu olamaz, şeklinde bir itiraz ileri sürülemez. Zira çocuk henüz memededir ve bakıma muhtaçtır, bu ise velayet değildir. Dolayısıyla velayetle ilgili hükümler burada uygulanamaz.
Boşanan bir anne çocuğun kefaletinde daha fazla hak sahibidir. Ebu Davud Abdullah b. Amr b. el-As'dan rivayet ediyor:
"Bir kadın Rasulullah (s.a.v.)'e gelerek şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasulü! Şu benim oğlum, karnım ona bir kap, göğsüm ona su kaynağı, bağrım onu bastığım yer oldu. Babası ise beni boşadı ve onu benden çekip almak istedi? Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi: Başkası ile evlenmediğin sürece onu almak senin hakkındır." İbni Şeybe, Ömer'den şunu rivayet eder: Ömer, Asım'ın annesini boşadı, sonra kucağında Asım olduğu halde yanına geldi ve annesinin kucağından onu almak istedi. Aralarında bir sürtüşme oldu ve bu nedenle çocuk ağladı. Ardından doğruca Ebu Bekir es-Sıddık'a gittiler de Ebu Bekir (r.a.) şöyle dedi: "Annesinin onu sıvazlaması, bağrına basması, annesinin kokusunu alması, çocuk için senden daha hayırlıdır. Ta ki çocuk yetişinceye kadar. O zaman da çocuk istediğini seçer." Ancak anne, yukarıda sayılan kefalet şartlarının tümüne veya bir kısmına ehil değilse, yani kadın bir başkası ile evlenmiş, bunamış veya bir başka durumda ise adeta yok olmuş gibidir. Bu durumda, çocuğun kefaleti çocuğa en yakın olana intikal eder. Ancak ebeveynin her ikisi de çocuğa bakmaya ehil değillerse onlara en yakın olan kimselere bu hak intikal eder. Zira onların her ikisi yok hükmündedirler. Çocuğun bakımıyla ilgili durumların tümünde annenin önceliği vardır. Sonra annenin annesi yani anneanne gelir. Bu silsile anne tarafından yakınlık sırasına göre kadınlar arasında devam eder. Çünkü onlar kadındırlar ve onların doğurganlıkları gerçek bir vakıadır. Bunlar anne konumundadırlar. Daha sonra baba, babaanne, dede, dedenin annesi, dedenin babası, dedenin babasının annesi Babaanneler mirasçı olmasalar dahi çocuğun bakımında hak sahibidirler. Çünkü onlar baba tarafından "hadane" grubuna giren kadınlardandır. Eğer ortada anneler ve babalar yoksa çocuğun bakımı, terbiyesi kız kardeşlere intikal eder. Kardeşler arasında ise anne-babanın kız kardeşlerinin önceliği vardır. Sonra babadan kız kardeşi daha sonra da anneden kız kardeş gelir. Kız kardeşin erkek kardeşe önceliği vardır. Çünkü kız kardeşler süt emzirme grubuna giren kimselerdendir. Erkekler kadınlarla aynı derecede olmalarına rağmen kadınlar tercih edilirler. Şayet kız kardeşler yoksa, anne-babanın erkek kardeşlerinin öncelikleri vardır. Bunlardan sonra baba bir kardeşi, sonra öz ve üvey amca çocukları gelir. Anne bir erkek kardeşin hadane hakkı yoktur. Bütün bunların hiçbiri yoksa hadane hakkı teyzelere intikal eder. Teyzeler yoksa halalara, halalar da yoksa ana-baba bir amcalara, sonra bab bir amcalara, sonra bab bir teyzelere, anne bir amcaların bakım hakkı yoktur. Bunlar da yoksa bakım hakkı anne bir teyzelere sonra baba bir teyzelere sonra babanın halalarına intikal eder. Annenin halalarının bakım hakkı yoktur. Çünkü onlar anne grubuna girenlerdendir.
Çocuğun bakımı, bu saydığımız kişilerden hiçbiri bulunmadıkça ya da bunların yetersizlikleri söz konusu olmadıkça bir başkasına intikal etmez. Ancak çocuğun bakımı çocuğa bakabilme hakkına sahip olan birisine bırakılmışsa, çocuğun bakımını bir başkasına geçmesini gerektirecek bir durum olmadıkça başkasına intikal etmez. Zira çocuğa bakmak her ne kadar "hadın"a ait bir hak ise de aynı zamanda onun görevidir de. Dolayısıyla çocuğun bakımı, bu görevi daha iyi yerine getirecek bir kişinin bulunması dışında başkasına bırakılamaz. Böylesi bir durum söz konusu olduğu zaman yukarıdaki sırılamaya göre yakınlık derecesindeki kişilerden birisine intikal eder. Ancak çocuğa bakma hakkını elinde bulunduran bir kimse bu hakkından vezgeçmek isterse, çocuğa bakma ehliyetine sahip oldukça bu hakkından vazgeçemez ve çocuk kendisine geri verilir. Aynı şekilde anne evlenir ve çocuğa bakma hakkı düşerse ardından da tekrar boşanırsa çocuğun kefalet hakkı tekrar anneye döner. Bu durum çocuğun bakımında yakınlık sırasındaki tüm kimseler için böyledir. Yani çeşitli sebeplerle bakım hakkını kaybeden kimseler engellerin ortadan kalkmasıyla bu hakkı tekrar kazanırlar.
Çocuğun bakımını üstlenmekte hangisinin daha bir hak sahibi olduğunda bir grup ihtilaf ederse furu (çocuklar ve torunlar) arasında buna en fazla hak sahibi olan kimse tercih edilir. Bera b. Azib'den: Hamza (r.a.)'ın kızının bakımını üstlenmekte Ali, Cafer ve Zeyd (r.anhüm) birbirleri ile çekiştiler. Ali (r.a.); ona bakmak benim hakkımdır çünkü o, benim amcamın kızıdır, dedi. Cafer (r.a.), o, hem benim amcamın kızıdır hem de onun teyzesi benim karımdır, dedi. Zeyd (r.a.) ise, benim kardeşimin kızıdır, dedi. Bu hususta Rasulullah (s.a.v.), teyzesine verilmesine hükmetti ve şöyle dedi:
"Teyze, anne konumundadır."
Bu açıklamaların tümü, yok olmaktan korunmaya muhtaç küçük çocuğun kefaleti hakkındaki açıklamalardır. Fakat, kefalete muhtaç olmayan bir çocuktan kefalet illeti kalkar. İlletin kalkması ile bununla ilgili hüküm de kalkar. Bu durumda bakılır: Eğer kefalet hakkı kafir bir anneye aitse, çocuk ondan alınarak çocuğun velayetine sahip olan kimseye verilir. Çünkü bu durumdaki çocuğun durumu, kefalet hükmüne değil velayet hükmüne girmektedir. Velayet hakkına ise bir kafirin sahip olması caiz değildir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah, müslümanlar üzerinde kafirlere asla yol vermez." Rasulullah (s.a.v.) de şöyle buyurmaktadır:
"İslam yücedir, onun üstünde hiçbir şey yoktur." Bu nasslar geneldir, herhangi bir şeyle tahsis edilmemişlerdir. Ancak hadane hadisi tahsis edilmiş bir şekilde gelmiştir. Fakat çocuk memeden kesilme yaşından büyükse, özel olarak gelmiş olan hadane hadisi çocuğa uygulanamaz. Ancak kefalet hakkına ve müslümanların velayet hakkına sahip olan kimseye gelince; anne ve baba müslüman kimseler ise kız veya erkek çocuk annesine veya babasına gitmesi konusunda serbest bırakılırlar. Çocuk kimi seçerse ona verilir. Ahmed, İbni Mace ve Tirmizi şu hadisi rivayet ederler: "Ebu Hüreyre'den: Nebi (s.a.v.), bir erkek çocuğu annesi ve babasından birini seçmesi hususunda serbest bıraktı." Ebu Davud'un rivayetinde ise şu vardır:
"Bir kadın Nebi (s.a.v.)'e gelerek şöyle dedi: Ey Allah Rasulü! Kocam çocuğumu benden almak istiyor. Halbuki oğlum bana Ebu Inebe kuyusundan su getirmekte ve faydası dokunmaktadır. Rasulullah (s.a.v.) kura çekmek isteyince adam şöyle dedi: Kim benim oğlumu benden alabilir? Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) çocuğa: İşte annen, işte baban. Bunlardan hangisini istersen onun elinden tut, dedi. Bunun üzerine çocuk annesinin elini tuttu, annesi de çocukla birlikte kalkıp gittiler." Beyhaki, Ömer (r.a.)'ın, bir çocuğu annesi ile babasından birini seçmekte serbest bıraktığını riviayet eder. Yine Ali (r.a.)'ın, yedi veya sekiz yaşlarında olan Ammara el-Cüzami'yi annesi ve halasından birisini seçmekte serbest bıraktığı rivayet edilir. Bu hadislerin tümü açıktır. Anne ve baba çocukları üzerinde çekiştikleri zaman, çocuğun bunlardan dilediğini seçmekte serbest bırakılması gerektiğine ve çocuk kimi seçerse onunla gidebileceğine delalet etmektedir. Ancak Ebu Davud'un rivayetinde yer alan kura çekme olayı, Nesei'nin rivayetinde ve diğer rivayetlerde yer almamaktadır. Dolayısıyla bu rivayet, çocuğun annesi ve babasından birisini seçmemesi durumunda aralarında kura çekileceğine yorumlanır. Çocuğun anne ve babasından birisini seçmekte serbest bırakılması belirli bir yaşla sınırlandırılmamıştır. Bu husus, uzmanların takdirine göre hakimin değerlendirmesine bırakılmıştır. Eğer uzmanlar çocuğun kefaletten yani süt emmeden müstağni olduğunu söylerlerse ve hakim de buna kanaat getirirse çocuğu serbest bırakır. Aksi durumda hadane hakkına sahip olan kimseye verir. Bu hüküm, çocukların durumlarındaki değişiklik ile değişir. Beş yaşındaki bir çocuk kefaletten kurtulabilirken, dokuz yaşındaki bir çocuk henüz kefaletten kurtulmamış olabilir. Burada, kefaletten kurtulup kurtulmadıkları hususunda çocuğun durumu dikkate alınır.
Ogrenci Vizeleri - Amerika Ogrenci Vizeleri Hakkinda - F-1 Vizesi Bilgileri - J-1 Vizesi Hakkinda - M-1 vizesi - Amerikadaki Turk Elcilikleri
F-1 Vizesi
Amerika'da Full-time ogrencilik yapmak zorunda olan F1 ogrencileri, Kabul
edildikleri okullarin uluslararasi ogrenci ofisinden alacaklari DS-2019 ile beraber
F1 vizesine basvurulur. Amerikadaki hemen hemen butun okullarin uluslararasi
egitim ofisi boyle bir belgeyi hazirlama hakkina sahiptir. Okulun akademik olarak
istedigi belgeleri tamamlayan ogrenciler ayni zamanda finansal olarak da yeterli
paraya sahip olduklarini gostermek zorundadirlar. Bunun icin i-134 Affridavit of
Financial Support belgesi eger okuldan yeterince burs saglanmiyorsa ailesi
tarafindan veya maddi olarak destekleyecegini bildiren birisi tarafindan
doldurulmasi istenmektedir. F1 ogrencileri butun yil boyunca Full time olarak
ogrenci olmak zorundadirlar.
Her donem full time ogrenci olmak icin yeterli sayida kredi almalari
gerekmektedir. Eger full time ogrenciliginiz yerine getirilmezse F1 vizeniz
elinizden alinarak ulkeyi terketmeniz istenecektir.
F1 ogrenciler belirli sartlar altinda haftada 20 saat olacak sekilde kampus
icerisinde calisma hakki alabilir. Bunun yaninda intership veya bazi mesleki
programlarda kampus disi calisma iznine sahip olabilirsiniz.
F1 ogrencisi okulu bitirdikten sonra is arayip Amerika'da calisak isterse o zaman
H-1B gecici bir vize durumuna gecer. Son zamanlardaki degismeler ile F1
ogrencileri ilkokullara veya Adult education programlarina artik katilma hakkini
kalkmistir. Sadece ortaokullara 1 yil kabul hakkina sahiptir.
F1 ogrencilerinin Ozel okullardan Public okullara yatay gecis yapma hakki
yoktur, F1 vize durumunu ihlal eden ogrenciler 5 yil muddetince ulkeye geri
donemezler.
J-1 Vizesi
Kendi ulke hukumeti tarafinda, veya yabanci bir universite tarafinda, veya
uluslararasi bir organizasyon tarafinda, veya kendisi veya ailesi disinda
herhangi biri tarafindan desteklenere Amerika'da egitim goren ogrencilere J1
vizesi verilmektedir. J1 ogrencileri her donem full-time ogrenciliklerini devam
ettirmek zorundalardir. J1 ogrencilerinin sinirli calisma izni vardir.
Eger destek saglayan okul veya kurulus yazili olarak okul icerisinde
calismasinda bir sakincasi olmadigini belirtirse J1 ogrencileri calisabilir. J1
ogrencisi programini tamamladiktan sonra 18 ay akademik egitim amacli olarak
kendi alaninda calisma hakkina sahiptir, buna ek olarak, doktora sonrasi
calismalar icin de 18 aylik bir ek zaman vizelerini uzatabilirler.
J1 ogrencilerinin esleri ve cocuklari J2 olarak kabul edilir ve maddi durumlarinin
yetersizligini belirten bir dilekce ile INS den calisma izni talep edebilirler.
M-1 vizesi
Teknik Egitim ve Gezi amacli ogrenciler M1 vizesi ile kabul edilirler. Yapilacak
islemler aynen F1 deki gibidir. M1 ogrencileri teknik egitimleri veya gezileri
bitinceye kadar arti 30 gun veya toplam 1 yil maksimum olacak kadar zaman
(hangisi daha az ise) Amerika'da kalabilirler. M1 ogrencileri eger Business
School da iseler her hafta en az 12 saat derse kaydolmalari gerekmektedir, diger
okullarda olanlar en az haftada 18 saat veya 20 saat ders almak zorundalar.
Uluslararasi ogrenciler ancak gecerli bir pasaport ile ulkeye girebilirler,
Amerika'ya girerken pasaportunuza giris ve cikislarinizin yazildigi i-94 belgesi
(Genelde zimbalanir) eklenecektir. Amerika'da ne kadar sure kalacaginizi ve
vizenisin suresin belirleyen tarih DS-2019 un bitis suresidir.
Eger gocmen olmayan ogrenci vizeleri ile izin verilen sureden 180 gunden fazla
Amerika'da kalirsaniz o zaman 3 yil Amerika ya giremezsiniz. Eger bir yildir yasal
olarak kalmiyorsaniz o zaman 10 yil Amerika'ya tekrar giris yapamazsiniz.
Amerikadaki Turk KONSOLOSLUKLARI VE ELCILIKLERI
Washington Büyükelçiliği
District of Columbia, Maryland, Virginia, West Virginia
Kişisel Başvuru Saatleri: 10:00-13:00;
Telefon ile Başvuru Saatleri: 14:30-16:30
Günlük Çalışma Saatleri: 9:00-17:30 Pzt-Cuma
Adres:
Embassy of Republic of Turkey, 2525 Massachusetts Avenue N.W., Washington D.C. 20008,
Connecticut, Delaware, Florida, Georgia, Kentucky, Maine, Massachusetts, New Hampshire, New Jersey, New York, North
Carolina, Pennsylvania, Rhode Island, South Carolina, Vermont, Puerto Rico
Kişisel Başvuru Saatleri: 9:00-13:00 / 14:00-15:00;
Telefon ile Başvuru Saatleri: 15:00-17:00
Günlük Çalışma Saatleri: 9:00-17:00 Pzt-Cuma
Adres:
Turkish Consulate General, 821 United Nations Plaza, 5th Floor, New York, NY 10017