Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, grip aşısı hakkında merak edilenlerimynet okurları için yanıtladı.
1. Grip aşısı nasıl hazırlanır?
Grip aşısı, her yıl bir önceki mevsim en çok rastlanan grip virüslerinin türlerine göre yeniden hazırlanır. Bu amaçla, 80 ülkedeki 110 laboratuardan elde edilen bilgiler, Dünya Sağlık Örgütü'nde toplanarak her yıl dünyada en çok hastalık yapmış olan ikisi A ve biri B olmak üzere üç değişik virüs grubu belirlenir.
Mesela, bu yıl tüm dünyada uygulanmakta olan grip aşılarında, A tipi virüslerden H1N1 benzeri Yeni Kaledonya ve H3N2 benzeri Kaliforniya virüsleri ile B tipi Şanghay benzeri virüsler bulunmaktadır.
2. Aşı ne zaman yaptırılmalıdır?
Grip aşısı, grip salgınları başlamadan önce yaptırılmalıdır. Bunun için ideal dönem ekim-kasım-aralık aylarıdır.
3. Aşının etkisi ne zaman başlar?
Grip aşısının etkisi yapıldıktan 2-3 hafta sonra ortaya çıkar. Bu nedenle grip aşısının bir grip salgınından en az 2 hafta önce yapılmış olması gerekir.
4. Koruyuculuk ne kadar sürer?
Aşının koruyuculuğu, genellikle 6-12 ay kadardır.
5. Kimlere aşı yapılması sakıncalıdır?
Grip aşısı ateşli bir hastalığı veya akut bir enfeksiyon tablosunda olan hastalara yapılmamalıdır. Yumurtaya, tavuk proteinlerine, neomisine, formaldehite ve oktoksinole alerjisi olanlara da yapılması sakıncalıdır.
6. Gebeler aşı olabilir mi?
Gebeliğin ilk üç ayı içinde yapılmamalıdır. Grip nedeniyle yüksek risk altında olan gebelere ilk üç aydan sonra grip aşısı yapılabilir.
7. Süt veren anneler aşı olabilir mi?
Annenin süt vermesinin grip aşısı bakımından bir sakıncası yoktur.
8. Grip aşısının sık görülen lokal yan etkileri nelerdir?
Grip aşısı uygulanan yerde ağrı, şişlik, kızarma, morarma ve sertleşme gibi lokal reaksiyonlar görülebilir.
9.Grip aşısının sık görülen genel yan etkileri var mıdır?
Grip aşısının genel yan etkilerinin başlıcaları, ateş, kırgınlık, titreme, yorgunluk, baş, eklem ve kas ağrıları ile terlemedir.
10. Yan etkiler önemli midir?
Grip aşısının yukarda belirtilen lokal ve genel yan etkileri önemli değildir, 1-2 gün içinde kendiliğinden düzelir.Tedavi edilmeleri gerekmez.
11. Grip aşısı deri döküntülerine yol açar mı?
Grip aşısı olanların bazılarında seyrek olarak kaşıntı, kabartı ve kızarıklıklar görülebilir.
12. Grip aşısı anaflaksiye neden olabilir mi?
Grip aşısı çok seyrek olarak alerji komasına yani anaflaksiye de neden olabilir.
13. grip aşısının diğer önemli yan etkileri nelerdir?
Grip aşısı yapılanlarda çok ender olmakla beraber, nevralji (sinir ağrısı), uyuşmalar, havale nöbetleri, beyin iltihabı gibi nörolojik belirtiler olabileceği bildirilmiştir.
14. Başka aşılarla beraber yapılabilir mi?
Grip aşısı farklı yerlere enjekte edilmek şartıyla diğer aşılarla aynı zamanda da yapılabilir.
15. Aşı nereye yapılmalıdır?
Aşı kas içine veya deri altına derin olarak yapılabilir. Erişkinlerde kol kası, küçük çocuklarda bacak kası uygun yerlerdir. Aşı asla damar içine verilmemelidir.
16. Aşı yapılırken nelere dikkat edilmelidir?
Aşı yapılmadan önce oda sıcaklığına getirilmeli ve yapılmadan önce iyice çalkalanmalıdır.
17. Küçük çocuklar da aşı olabilir mi?
Grip aşısı 6 aylıktan büyük çocuklara yapılabilir.
18. Aşının dozu nasıldır?
Grip aşısı erişkinlere ve 3 yaşından büyüklere tek doz olarak 0.5 ml yapılır. 6 aylıktan 36 aylığa kadar olan çocuklara yarım doz aşı (0.25 ml) yapılır. İlk defa aşı yapılacak olan 8 yaşından küçük çocuklara 4 hafta sonra ikinci bir doz aşı yapılmalıdır.
19. Kimler mutlaka aşı olmalıdır?
Risk altındaki kişilerin ve topluma giren ve gribe yakalanmak istemeyen herkesin grip aşısı olması gerekir. Ayrıca, doktor, hemşire gibi sağlık personeli ile huzurevlerinde çalışanlar da grip aşısı olmalıdırlar.
20. Kimler risk altındadır?
65 yaşından yaşlı olanlar, huzur evlerinde yaşayanlar, kronik kalp, akciğer, böbrek ve şeker hastalığı olanlarda gribin riski daha yüksektir.
21. Grip aşısı ne kadar etkilidir?
Grip aşısının etkinliği, aşı içinde bulunan virüs tipleri ile salgına neden olan virüs tipleri arasındaki uygunluğa göre değişir. Grip aşısı ideal şartlarda %70-80 oranında koruma sağlar.
22. Grip aşısının etkinliği yaşa göre değişir mi?
Aşı yapılan kişinin yaşı önemlidir, aşının koruyuculuğu gençlerde yaşlılara göre daha fazladır.
23. Grip aşısının yaşlılardaki etkisi nasıldır?
Aşının yaşlılarda grip nedeniyle hastaneye yatışları %50, zatürree riskini %60 ve ölüm riskini de %70 oranında azalttığı bilinmektedir.
24. Grip aşısı alışkanlık yapar mı?
Grip aşısı alışkanlık yapmaz, aşının her yıl tekrarlanmasının nedeni koruyuculuğunu artırmak içindir.
25. Grip aşısı kuş gribine karşı da etkili midir?
Halen piyasada satılmakta olan grip aşısının kuş gribine karşı hiçbir koruyuculuğu yoktur.
26. Kortizon grip aşısını etkiler mi?
Kortizon ve bağışıklığı etkileyen ilaç (immunsüpresif) kullananlarda aşının etkinliği daha düşüktür.
27. Piyasada satılan çeşitli markalar arasında fark var mıdır?
Grip aşıları arasında fark yoktur. Piyasada satılan tüm aşılarda bulunan virüsler Dünya Sağlık Örgütü'nün belirlediği virüslerdir.
28. Kanserli hastalar grip aşısı olabilirler mi?
Kanserli hastalar da grip aşısı olabilirler.
29. Grip aşısı gribe neden olur mu?
Grip aşısı gribe neden olmaz, çünkü aşıda virüsün kendisi değil onun antijenleri vardır. Aşı olduktan sonra ateş çıkması enfeksiyona değil, bağışıklık sisteminin tepkisine bağlıdır.
30. Bu grip aşısı olan gelecek sene aşı olmazsa ne olur?
Grip aşısı her yıl olunmalıdır, çünkü aşı içindeki virüs türleri yıldan yıla farklıdır. Bir yıl aşı olup gelecek sezon aşı olmayanlarda grip riski yüksektir.
Acıbadem Hastanesi Bakırköy Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Murat Saruç, Ramazan ayında beslenme şekli ve öğün sayısının birden bire değiştiğini ifade ederek, beden sağlığı için önerilere uymaları konusunda vatandaşları uyardı.
Gün boyunca oruç sırasında vücutta yaşanan değişimler konusunda bilinçli ve dikkatli olunması gerektiğini belirten Doç. Dr. Murat Saruç, "Üstelik sindirim sisteminde sorun yaşayanların bu noktada çok daha dikkatli olması şart. Ramazan ayının gelmesiyle birlikte oruç tutan kişilerin günlük beslenme şekli ve öğün sayısı birdenbire değişiyor. Uzun bir süreyi aç olarak geçirdikten sonra iftarda yenilen yemeklerin özellikleri ve miktarı, oruca hazırlanmak için sahur yemeklerinin yenmesi vücudumuz için farklı bir duruma uyum sağlama zorunluluğunu ortaya çıkarıyor. Beslenme saatleri değişse de günlük alınması gereken enerji, protein, vitamin ve mineral oranları Ramazan ayında da değişmiyor. Beden sağlığını korumak adına yeterli miktarda meyve ve sebze yemek, su içmek kuralı Ramazan ayında da geçerliliğini koruyor" dedi.
Doç. Dr. Murat Saruç, "Bazı şeylere dikkat ederek bu ayı sağlıklı olarak geçirmek mümkün olabilir. Özellikle sindirim sistemimizle ilgili nelere dikkat etmemiz gerektiğini bilmek, oruç tutarken aynı zamanda da sağlığımızı korumamıza yardımcı olacaktır" diye konuştu.
HANGİ ORGANLAR ORUÇTAN NASIL ETKİLENİYOR?
Yemek Borusu: Son zamanlarda isminden çok fazla söz edilen reflü hastalığı, midedeki asit ve gıdaların yemek borusuna geri gelmesi ve burada tahrişe ve kişide göğüs arkasında yanma gibi şikayetlere neden olması şeklinde tanımlanıyor. Normal zamanlarda da toplumda sık olarak gözlenen bu durum Ramazan ayında artmaktadır. Uzun süren açlık sonrası, dikkatsizce yüksek kalorili ve fazla miktarda yiyecek yenmesi en önemli nedendir. Ayrıca sahurda yemek yendikten sonra hemen yatılması da zararlıdır. Yatar pozisyonda yiyeceklerin mideden yemek borusuna geri gelmesi kolaylaşmaktadır. Bu faktörler, Ramazan ayında şiddetli reflü şikayetlerinin görülmesine yol açar.
Bu açıdan özellikle daha önceden reflü tanısı konulmuş olan hastaların, Ramazan ayı öncesi gastroenterologlarıyla görüşmeleri, yeni öneri ve ilaç değişikliklerini öğrenmeleri gerekiyor. Oruç tutarken iftarda yüksek kalorili ve yağlı yiyeceklerden kaçınmak, reflü olasılığını azaltan etmenlerden. Ayrıca iftarda az miktarda yiyerek, iftardan 3 saat kadar sonrasına küçük bir öğün eklemek de mideyi aşırı doldurmayı önleyecektir. Sahurda hafif yiyecekler yemek ve yemek yedikten sonra hemen yatmamak gece reflülerini engelleyecektir. Reflü için, doktorunuzun kullanmanızı söylediği ilaçları, iftarda ve sahurda alınması, gün boyu aç kalan ve yüksek miktarda asit salgılayan midenizin asit salgısını azaltacaktır. Sigara ve alkol alınmaması, çikolata, kahve, biberli, yağlı baharatlı yiyeceklerden uzak durulması önemli yarar sağlar. Ramazan süresince kilo alınmaması, sıkı giysiler giyilmemesi ve gerektiğinde yatak başının yükseltilmesi de koruyucu önlemlerdir.
Mide: Çok miktarda yemek yenmesi hazımsızlığa, karın ağrısına, bulantı ve kusmaya neden olabiliyor. Rahatsız olmamak için dengeli beslenmeye, gerekli tüm besin öğelerinden az miktarlarda yemeğe ve iftarla sahur arasına yatmadan 2 saat kadar öncesine küçük bir ara öğün sıkıştırmaya dikkat etmek gerekiyor. Ramazan ayında dikkat edilmesi gereken bir nokta da "Ülser hastalığı". Özellikle mide şikayetleri olanların, daha önce mide ülseri veya kanaması geçirmiş olan kişiler oruç tutmaya başlamadan önce mutlaka bir gastroenterologla görüşmelerinde yarar var. Kontrollerin yapılmadığı durumlarda oruç tutulması ciddi mide ve 12 parmak bağırsağı kanamalarına neden olabilmekte ve istenmeyen sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. Ramazan ayı süresince ağrı kesicilerin kullanımı da özen ister. Zaten mide için oldukça zararlı olan bu ilaçların doktor önerisi olmadan kullanımı oruç sırasında tehlikeli kanama ve mide delinmelerine neden olabilir.
RAMAZAN'DA KİLO ALMANIN NEDENLERİ
Karaciğer: Ramazan ayı süresince uzun süre aç kalınmasına rağmen iftar ve sahurda yenilen yüksek kalorili hamur işleri ve tatlılar nedeniyle kilolar alınıyor. Bu kısa süre içinde vücut ağırlığında ortaya çıkan bu artış karaciğerde yağlanmaya yol açıyor. Yüksek karbonhidratlı beslenme insülin kan seviyemizi yükseltmekte, bu da karaciğerde daha kolay yağ birikime neden olmaktadır. Özellikle kronik karaciğer hastalığı (hepatit) olan kişiler oruç tutmaya başlamadan önce doktorlarına kontrol olmalı ve gerekli önerileri almalıdır.
Safra kesesi: Safra kesesi taşı orta yaş ve üstünde, kilolu kişilerde, çok doğum yapmış kadınlarda sık görülüyor. Uzun süre açlık sırasında safra kesesi içinde kalan safra koyulaşmakta, akışkanlığı azalmakta ve yeni taşların oluşumu artmaktadır. Safra kesesinde taşın bulunması hazımsızlığa, çok miktarda yağ içeren besinlerin yenmesi karın ağrısı, bulantı ve kusmaya neden olabilmektedir. İftarda yenilen çok miktardaki besinden sonra şiddetli karın ağrıları ve akut kolesistit denilen safra kesesi iltihapları ortaya çıkabilir. Bu gibi durumlarda zaman kaybetmeden doktora başvurulmalıdır.
Pankreas: Kronik pankreatit, geçirilmiş akut pankreatit gibi pankreas hastalığı bulunan kişilerin oruç tutmadan önce mutlaka doktorlarından onay almalarında fayda var. Safra kesesinde oluşan taşların safra kanalına düşmesi pankreasta iltihaba neden olarak istenmeyen durumlara yol açabiliyor. Doktor izni olmadan kronik pankreatit hastalarının oruç tutmaması, tutacaklar ise önerilere sıkı sıkıya bağlı kalmaları, insülin düzeylerinin ayarlanması ve pankreas enzim takviyesi yapılması gerekiyor.
Bağırsaklar: Ramazan süresince görülen en sık hastalıklardan bazıları hazımsızlık, ishal, kabızlık ve besin zehirlenmeleri. Daha sık ev dışında yemek yendiğinden besin zehirlenmeleri, parazit ve enfeksiyon hastalıkları da artıyor. Bu sebeple yemek yenilen yerlere ve gıda temizliğine dikkat edilmesi besin zehirlenmelerini önleyebilir. Bir diğer sorun olan kabızlık posası az ve yüksek kalorili yemek yeme nedeniyle ortaya çıkıyor. Yiyecekler dengeli olarak seçilir, yeterince çiğ sebze ve meyve tüketilir, unlu gıdaların kepek içermelerine özen gösterilirse bu davranış değişiklikleriyle düzenli barsak alışkanlıklarını sürdürmek zor değil. Gaz ve hazımsızlık da hızlı ve çok miktarda yemek yeme nedeniyle Ramazan boyunca sık görülen yakınmalar arasında yer alıyor. Dengeli ve sağlıklı beslenmenin ana kurallarına uyulduğunda, gazlı ve katkı maddeli içeceklerden çok tüketmek yerine, yeterli miktarda su içilmesiyle bu sorunun da kolayca çözülmesi mümkün olabilir.
Bilim adamlarının yeni geliştirdiği bir teknik sayesinde, hastalar karaciğerlerini vücutlarında büyütebilecekler.
İngiliz gazetelerinde yer alan haberlere göre, yeni geliştirilen teknikte, doktorların aldıkları sağlam karaciğer hücreleri, laboratuvarda büyüttükten sonra hastalara geri aşılayacaklar.
''Embolizasyon'' olarak bilinen bu teknikte, cerrahlar, karaciğerin kan beslenmesinin bir bölümünü keserek, organın daha hızlı hücre üretmesini sağlıyorlar.
Bu alandaki araştırmayı yürütenlerden Floransa Üniversitesi Öğretim Üyesi Profesör Massimo Pinzani, kan beslenmesi bir miktar kesilirken, karaciğerin yüzde 20'sinin yeni hücreler yetiştirilmesi için alındığını, yeni hücreler aşılandıktan sonra karaciğer hücrelerinin hızla büyümesinin sağlandığını belirtti.
Bilim insanları, bu tekniğin denenmesine önümüzdeki aylarda başlanacağını kaydettiler.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Danıştay'ın enerji içecekleri tebliğinde değişiklik yapılması hakkında tebliğin yürütmesini durdurma kararı vermesi nedeniyle enerji içeceklerinin üretimi ve ithaline izin verilmemesi, dağıtımı ve satışlarının durdurulmasını isteyerek, daha önce verilmiş izinlerin de iptal edildiğini bildirdi.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü'nden yapılan yazılı açıklamaya göre, Tüketici Hakları Derneği tarafından Tarım Bakanlığı aleyhine "Türk Gıda Kodeksi-Enerji İçecekleri Tebliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğin" iptali istemiyle açılan davada Danıştay 10. Dairesi 22 Temmuz 2005 tarihli kararıyla tebliğin yürütülmesinin durdurulmasına karar verdi.
Söz konusu kararla ilgili olarak Koruma Kontrol Genel Müdür Vekili Durali Koçak, Tarım Bakanlığı'nca izin verilen enerji içeceklerinin üretimi, dağıtımı ve satışlarının yasaklandığını, daha önce verilmiş izinlerin ise iptal edildiğini bildirdi. Koçak, söz konusu yürütmenin durdurulması kararının Tarım Bakanlığı'na tebliğ edildiği 19 Ağustos 2005 tarihinden önce tebliğ hükümlerine göre ithalat, üretim izin ve tescil işlemleri sonucu piyasaya sunulan ürünlerin, yasal dayanağı kalmadığından 5179 sayılı kanunun 17. maddesi gereğince, gıda işletmecisi tarafından ürünün pazardan çekilmesi için gerekli uyarının yapılması, aksi durumda kanunun 29. maddesi uyarında yasal işlem yapılacağını kaydetti.
Öte yandan Bakanlık İl Müdürlükleri'ne talimat göndererek, enerji içeceklerinin bundan sonra üretimi ve piyasada satışının yasak olduğunu belirterek toplatılması konusunda uyarı yaptı.
ÇAKAR: BU İÇECEKLERDEN ZARAR GÖREN VATANDAŞLAR DAVA AÇABİLECEKLER
Tüketici Dernekleri Federasyonu Başkanı Turhan Çakar, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın enerji içeceklerinin üretimi ve satışını yasakladığını, ancak 1.5 yıldır satışının serbest olmasından dolayı bu içeceklerden herhangi bir zarar gören vatandaşların Bakanlık ve işletmeler aleyhine dava açabileceğini söyledi.
Tüketici Dernekleri Federasyonu Başkanı Çakar, yaptığı yazılı açıklamada, derneğin girişimi sonucu enerji içeceklerinin üretimi ithalatı, dağıtımı ve satışının Tarım Bakanlığı tarafından yasaklandığını belirterek, piyasada bulunan enerji içeceklerinin toplanmaya başladığını bildirdi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın enerji içecekleri konusunda yanlış ısrarının tüketicilerin ve toplumun zararına neden olduğunu kaydeden Çakar, tüketicilerin bilinçli tüketici ve yurttaş sorumluluğuyla enerji içeceklerinin satıldığı yerleri şikayet etmelerini istedi. "Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, temel olarak halkın sağlığını koruma ve halkın tükettiği gıda maddelerini sağlıklı olmasına sağlamakla görevlidir" diyen Çakar, açıklamasına şöyle devam etti:
"Gıda mevzuatına göre güvenli olmayan gıda piyasaya sunulamaz, ama ne yazın ki Bakanlık, bilim insanlarının görüşlerine aykırı bir şekilde yüksek limit değerlerine sahip 9 Mart 2004 tarihli enerji içecekleri tebliğiyle bu içeceklerin ithalini ve satışın serbest bıraktı. Tüketici Hakları Derneği'nin açtığı dava sonucunda, tebliğ ilgili maddesiyle ilgili Danıştay tarafından yürütülmesini durdurulmasına karar verdi. Daha sonar Bakanlık tarafından Red Bull markalı enerji içeceğinin formülü aynen kullanılarak yeni tebliğ yayınlandı. Tüketici Hakları Derneği yeni dava açması sonucu Danıştay 2. kez bu tebliğin de yürütülmesinin durdurulmasına karar verdi. Danıştay'ın bu kararının ardından Bakanlık, enerji içeceklerinin satışı, üretimi, ithaline izin verilmesi ve dağıtımını durdurdu."
Çakar, ancak Bakanlığın gıda mevzuatına ve tüketici haklarına aykırı olan bu yanlış ısrarları üzerine bir buçuk yıldan beri riskli ve tehlikeli olan enerji içeceklerinin tüketimine neden olunarak tüketicilere ve topluma zarar verildiğini belirterek, enerji içecekleri nedeniyle zarara uğrayan tüketicilerin Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile ilgili firmaya dava açabileceklerini kaydetti. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın gıda mevzuatına uygun davranmaya çağıran Çakar, tüketici sağlığını riske atacak kararlar alınmaması uyarısında bulundu. Çakar ayrıca, tüketicilerin de enerji içeceklerinin satıldığı yerleri bilinçli bir tüketici ve yurttaş sorumluluğu anlayışıyla Tarım İl Müdürlükleri'ne, Tarım Bakanlığı'na ve Tüketici Dernekleri'ne şikayet etmelerini istedi.
Hayatımızın vazgeçilmezi renkler, satışlarda da etkili oluyor.
Renklerin iş hayatında etkili kullanılması durumunda, satış sürecinde işe yarayacağı belirtiliyor. Ürünlerde kullanılan birbirinden farklı renkler, insanlarda çeşitli çağrışımlara sebep oluyor. Renklerin, insanlar üzerindeki etkisini fark eden batılı şirketler, yıllardır bunu iş yaşamında sıklıkla kullanıyor.
İş psikologu Dr. Kerry Johnson, satın alma davranışları üzerinde renklerin çok büyük etkisi olduğunu vurguluyor. Satışlarda mavi, gri ve yeşilin en ikna edici renkler olduğunu ifade eden Johnson'a göre, ürünlerde kullanılabilecek en kötü renkler siyah, mor ve sarı. Yiyecek üreticileri ürünlerini asla siyah ve beyaz pakete koymuyor. Yapılan araştırmaların, çocukların en fazla dikkatini çeken renklerin mavi ve kırmızı olduğunu, yeşil rengin prestij ve güvenliğin önemli olduğu sektörlerde kullanıldığını, temizlik, parlaklık, sadelik ve masumiyet duyguları veren beyazın ise özellikle çocuk ve sağlık ürünlerinde tercih edildiğini ortaya koyduğu bildiriliyor. Uzmanlar ürünün, logonun ve paketlerin renklerinin, insanlar üzerindeki çağrışımları dikkate alınarak seçilmesi durumunda, başarı oranının daha yüksek olacağı konusunda birleşiyor.
Etkilerine göre iş yaşamında en çok tercih edilen renkler ve özellikleri şunlar:
Kırmızı: Kırmızı, vücuttaki hipozun salgısını harekete geçirir. Daha hızlı nefes almayı sağlar ve kan basıncını, kalp atışlarını, adrenalin salgısını yükseltir. Bu reaksiyon sonucunda kırmızı, heyecan ve yüksek enerjiyi çağrıştırır. Aynı zamanda en uyarıcı, seksi, dinamik, tutkulu ve dikkat çekici renktir. Özellikle dikkat çekmesi istenen satış noktalarında ve iştah uyandırdığı için gıda sektöründe kullanılır.
Kahverengi: Toprakla bağlantılı bir renk olduğu için tutarlılık, süreklilik ve zenginlik çağrıştırır. Toprak renkleri genelde olumlu etki doğurur. Ancak moda sektöründe sorunlu renk olarak değerlendirilir. Kahverengi, ev sektöründe çok kullanılan bir renktir. Toprakla bağlantısından dolayı güvenlik duygusu pekişir. Yemek sektörü için de önemli bir renktir. Bal ve çikolata gibi ürünler sebebiyle lezzetli tatları, kepekli ekmek, kepekli pirinç, tahıllar gibi ürünler sebebiyle de sağlıklı ve organik ürünleri çağrıştırır.
Turuncu: Gün batışıyla sonbaharın yanık renklerini çağrıştırır. Parlak, canlı, cana yakın, dışadönük, mutlu ve çocuksu bir karaktere sahiptir. Oyuncaklarda, ucuz plastik malzemelerde ve gençlere hitap eden yeni ürünlerde kullanılır. Canlı turuncu tonlar, kırmızı gibi dikkat çektiği için satış noktalarında, iştah açıcı olduğu için fast-food mekanlarında ve buradaki işaretlerde kullanılır.
Sarı: Güneş ışınlarının rengi olduğu için aydınlık ve sıcaktır. Parlak, sarı tonları dikkat çekici, neşeli ve enerjiktir. Satış noktasında kullanmak için çok uygundur. Otopark duvarları gibi dikkat çekilmesi istenen noktalarda siyah ve sarı kombinasyonu uygundur. Ayrıca yemek servis alanlarında ve ürünlerinde kullanılır.
Mavi: Su ve havayla bağlantılı olduğu için her an hayatımızda var olması gereken ve her zaman orada olan bir renk gibi algılanır. Bu sebeple mavi güvenilir, sağlam, emin izlenimini verir. Banka ve finans sektörleri bu rengi tercih eder. Mavinin suyla bağlantısından dolayı içeceklerin şişelerinde ve paketlerinde bu renk kullanılır. Aynı zamanda huzurlu ve sakin bir renk olan mavi, konsantrasyon ve rahatlama gerektiren ortamlarda ve hastanelerde kullanılır. Koyu mavi ise en ciddi renktir. Bu yüzden polis ve pilot üniformalarında kullanılır. Güvenilir, sağlam, emin izlenimini veren mavi, banka ve finans sektörlerinin de tercihidir.
Yeşil: Tabiatla olan bağlantısından dolayı tazeliği ve şifayı çağrıştırır. Koyu yeşil, para ve prestij rengidir. Prestij ve güvenliğin önemli olduğu sektörlerde kullanılır. Ispanak, salata gibi sebzelerin tonları ise gıda sektöründe kullanılır. Mavi-yeşil birlikteliği kaplıcaları çağrıştırdığından, hijyen ürünleri için idealdir.
Mor: Kraliyet rengi olduğu için şıklığı ve zenginliği hatırlatır. Aynı zamanda esrarengiz, ruhani ve duygusal bir renktir.
Beyaz: Gözün en parlak algıladığı renktir. Bu yüzden işaretlerde, paketlerde ve satış noktalarında zıtlık oluşturarak dikkati çekmek için başvurulur. Temizlik, parlaklık, sadelik ve masumiyet duyguları veren beyaz, özellikle çocuk ve sağlık ürünlerinde kullanılır.
Siyah: Karanlık ve geceyi çağrıştırdığı için esrarengiz, güçlü, klasik ve şık bir renk olarak algılanır. En güçlü renktir. En güçlü renk olan siyah, fiyatı yüksek ürünlerin rengidir. Ağır bir renk olduğu için düşme, ya da batma izlenimi doğurabilir. Bu sebeple uçaklarda ve gemilerde kullanılmaz.
Kanserde erken tanı yaşamsal önem taşıyor. Ancak bu tanının yapılabilmesi için yapılan taramalar, testler her kanser türüne göre değişiklik gösteriyor.
Kanserde erken tanıyı sadece "önemli" diye tanımlamak yetersiz. Çünkü kanserde erken tanı hayati önem taşıyor. Birçok kanseri özellikle tanısı erken konduğu zaman ortadan kaldırmak mümkün olabiliyor. Lenfoma gibi bazı türlerinde tanı o kadar erken olmasa bile hastalıktan kurtulunabiliniyor. Ama bazı kanserler var ki birkaç tedavi yöntemini birleştirerek hastalıktan tamamen kurtulmak için hastalığın yayılmamış olması gerekiyor. Akciğer kanseri, kalın barsak kanseri, prostat kanseri, meme kanseri gibi sık rastlanan birçok kanserin üstesinden gelebilmek için erken tanı esas.
Ancak, birbirine karışmış iki kavram olan erken tanı ve kanseri önlemeyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Çünkü bazı kanserleri oluşmadan önce, ileride oluşma ihtimaline karşı engellenmesi mümkün olabiliyor. Bunların başında da kalın barsak kanseri ve rahim ağzı kanseri geliyor. Bu ikisinde yapılacak basit tarama testleriyle ileride kansere dönüşmesi muhtemel lezyonları tespit edip, ameliyat olmaya gerek olmadan bunların çıkarılmasıyla kanserin önlenmesi mümkün oluyor.
Toplumda en yaygın olarak görülen kanser türleri arasında, kalın barsak, meme, akciğer, mide ve cilt kanserleri geliyor. Ve kanser toplum sağlığı açısından ayrı bir önem taşıyor, çünkü kalp hastalıklarından sonra en fazla ölüme neden olan hastalık olarak tanımlanıyor.
Gerek birey, gerekse toplum açısından bu denli ciddi kayıplara neden olan kanserin önüne geçebilmek, toplumun konuyla ilgili bilinçlendirilip, bilgilendirilmesine dayanıyor. Kanser türlerinde erken tanı dendiğinde, hastalık yayılmadan önceki aşamadan bahsediliyor. Hastalığın yayılmadan nasıl yakalanacağının cevabında ise her kanser için ayrı kriterlerden söz ediliyor.
Toplumda en sık görülen ve bunlarda erken tanı kriterleri konusunda bilgi veren Acıbadem Hastanesi Kozyatağı, Onkoloji Uzmanı Dr. Kerim Kaban, toplumun bu konuda bilgilendirilip, davranış biçimlerini buna göre değiştirmesi gerektiğine işaret ediyor. Konuşmasına kadınlarda en sık görülen kanserlerin başında gelen meme kanseri ile başlayan Dr. Kaban şu bilgileri aktarıyor:
MEME KANSERİ
"Kadınlarda meme kanseri en sık görülen kanserlerden bir tanesi. Meme kanserinde erken tanıda hekime gelinceye kadar olan basamakta kendi kendine muayene son derece önem taşıyor. Erken dönemde saptanan meme kanserlerinde hastalıktan kurtulma şansı çok yüksektir ve hastaya ağır tedavi programları gerektirmeyebilir."
Dr. Kaban, meme kanserinde tarama için kullanılan üç yol bulunduğunu söyleyerek, bunları kendi kendini muayene, senede bir hekim muayenesi, senede bir mammografi ve gerekirse ultrasonografi olarak sıralıyor.
Kadının kendi kendine muayenesi: Meme kanseri tarama programının ilk basamağını oluşturan kendi kendine muayenenin en az ayda bir kez yapılması gerekiyor. Dr. Kaban'ın verdiği bilgiye göre, muayene için en uygun dönem, adet bitiminden sonraki ikinci ve üçüncü gün. Bu dönemde memelerdeki dolgunluk ve duyarlılık da azalacağı için kontrol de kolaylaşıyor.
Menopozdaki kadınlar ise her ayın belli bir gününü seçerek kontrol yapabilirler. Meme kanserinin erken dönem bulgularının pek belirgin olmadığının anlatan Dr. Kerim Kaban sözlerine şöyle devam ediyor: "Kanser ilerledikçe, memelerde kadının dikkatli izlemesi gereken bazı değişiklikler ortaya çıkar.
Bu değişikler, memede veya koltuk altında ele kitle gelmesi, memenin boyutunda veya şeklinde değişiklik olması, meme başında akıntı, memenin derisinde renk değişikliği olması veya meme başının içe dönmesi olarak sıralanabilir."
Mammografi testi: 40 yaş üstü kadınların senede bir kez yaptırması gereken bir test olan mammografi, kadınların olası meme hastalıklarının erken fark edilmesinde kullanılan bir görüntüleme yöntemi. Bu yöntemde geliştirilmiş özel bir röntgen cihazında her iki meme incelenerek, değişimler gözlenir. Mammografi testinde duyarlılığın yaşa göre değişiklik gösterdiğini söyleyen Dr. Kaban, duyarlılığın 40 yaş altında kadınlarda meme yoğunluğuna bağlı daha az olduğunu ve yaş ilerledikçe giderek arttığını ifade ediyor. Dr. Kaban, bu sayede özelikle 40 yaş üstü birçok kadında, meme tümörünün hastada belirtiler başlamadan veya ele gelmeden saptanabildiğini belirtiyor.
Meme ultrasonu: Meme kanserinin erken tasında kullanılan bir başka yöntem meme ultrasonudur. Tek başına ya da meme filmiyle birlikte birbirlerini desteklerler.
KALIN BARSAK KANSERLERİ
Kolorektal kanserler Türkiye'de en yaygın olarak görülen kanserler arasında yer alıyor. Çoğunlukla 50 yaşın üzerinde görülen kalın barsak kanserleri hem erkek, hem de kadınlarda ortaya çıkabiliyor.
Kalın barsak kanserlerinde de yaş, aile öyküsü, beslenme şekilleri, polipler, kronik barsak iltihabı, aşırı kilolu olmak, egzersiz yapmamak, diyabet, sigara ve alkol kullanmak gibi birçok risk faktörü etken olabiliyor.
Kolorektal kanserlerde, ailesinde ailevi polipozis hastalığı bulunan ve ailevi polipsiz kolorektal kanser hastalığı bulunan ve kronik barsak iltihabı, ülserit kolit veya Crohn hastalığı bulunan kişiler yüksek riskli grup olarak değerlendiriliyor ve bu kişilerin çok daha dikkatli davranması son derece önem taşıyor. Bu kişiler için uygulanacak tanı yöntemlerinin sıklığı değişkenlik gösterdiği için hekimlerinden bilgi almaları gerekiyor.
Bu nedenle risk faktörlerinden bir ya da birkaçına sahip olan kişilerin, kolorektal kanser açısından ne zaman hangi testleri uygulayacağı konusunda hekiminden bilgi almasında yarar var. Peki kolorektal kanserin erken tanısında hangi testler kullanıyor?
Dr. Kerim Kaban, uygulanan bazı testler konusunda şu bilgileri veriyor: Dışkıda gizli kan testi (DGTK): Kolorektal kanser veya poliplerin yüzeyindeki damarlar dışkının geçişi sırasında zedelenip kanar. Ancak kanama az olacağı için özel bir test yapılmadan saptanamaz. Dışkı örneğinde bir kez bile gizli kan saptanırsa, ikincisinde saptanmamış olsa dahi araştırılması gerekiyor. Dışkıda gizli kan testinin 50 yaşından sonra senede üç kez yapılmasını öneriyoruz. Bu test öncesinde uyulması gereken bazı kurallar bulunuyor ve hekiminiz bu konuda sizi bilgilendirecektir.
Kolonoskopi: barsakların ucunda ışıklı bir kamera olan uzun bir tüple (kolonoskop) ile bakılması işlemidir. Yaklaşık yarım saat süren bir testin, her şey normalse on yılda bir tekrarlanması gerekir. Testten bir akşam önce barsaklar iyice boşaltılır ve testten önce hiç birşey yenmez. Kolonoskopi sırasında da hasta ilaçla uyumaya yakın hale getirilir ve kolonoskopla kalın bağırsağın içi izlenir. Eğer hastadan bir polip çıkarıldıysa bu kişiler kolerektal kanser riski yüksek olan grup içinde değerlendirilir ve kolonoskopi on yıl beklenmeden tekrarlanır. Kolonoskopiden kaçınılmaması gerekir. İyi ellerde yapıldığı taktirde gerçekten de hastalar hiçbir şey hatırlamaz.
Parmakla makattan muayene: Doktorun rektumun son kısmı ve anüste anormal alanları hissetmek için kayganlaştırılmış ve eldivenli bir parmağı makattan içeri soktuğu muayene şeklidir. Hasta açısından sıkıntı verici bir işlem olarak görülse de hekim açısından önemli verilerin elde edildiği bir test.
AKCİĞER KANSERİ
Erkeklerde en sık görülen, kadınlarda da sigara alışkanlığının artmasına paralel olarak artan akciğer kanserinde bugün için söylenebilecek en önemli şey önlemek. Dr. Kerim Kaban'ın verdiği bilgiye göre günümüzde akciğer kanseri için başarılı tarama testleri hala mevcut değil. Tetkikler geliştirilmekteyse de bunlar henüz taramada kullanılacak aşamada değil. Birçok kanserin nedenine dair somut bir nokta belirlenemez iken akciğer kanserinde durum böyle değil. Çünkü çok belirgin bir suçlu var; sigara.
Yapılan araştırmaların da ortaya koyduğu gibi, akciğer kanserinin çok büyük bir çoğunluğunun sigaradan kaynaklandığını hatırlatan Dr. Kerim Kaban, akciğer kanserinde tarama testinin de bulunmaması nedeniyle önleme açısından sigara kullanımını engellemenin alınabilecek tek tedbir olduğunu söylüyor.
Kaban, "Sigarayı bırakmak dışında, hekime yardımcı olabilmek adına insanlara önerebileceğimiz şey, daha önce çekilmiş bir tomografi ya da akciğer röntgeni varsa mutlaka saklamalarıdır. Çünkü günün birinde akciğerinde bir şey saptanırsa eskiden de var olup olmadığını bilmek hekime çok yardımcı olacaktır" diyor.
PROSTAT KANSERİ
Erkeklerde akciğer kanserinden sonra en sık rastlanan ikinci kanser olan prostat kanserinin aslında biraz dikkatli davranıldığı taktirde erken safhalarda ortaya konabildiğini ve bunun da son derece büyük bir şans olduğunu anlatan Dr. Kerim Kaban, basit bir kan testi ile prostat kanserinin erken tanısının mümkün olduğunu söylüyor.
Prostat kanseri sıklıkla 50 yaşından sonra ortaya çıkıyor ve bu yaştan sonra, erken tanı için senede bir kez PSA testi yapılması, ayrıca yine senede bir kez de rektal muayene yapılması gerekiyor. Çok az kanserde sadece kan testi ile tanının konabileceğini hatırlatan Dr. Kaban, bu nedenle prostat kanserinde erken tanının hem son derece kolay hem de iyileşme sağladığını söyledi. Dr. Kaban sözlerini şöyle sürdürüyor:"Aslında prostat kanseri sandığımızdan çok daha sıktır. 85-90 yaşında başka bir sebepten dolayı hayatını kaybetmiş kişilere otopsi yapıldığında %50-60'ında prostat kanseri olduğu görülecektir. Çok büyük bir rakam olmakla birlikte çoğu kez fark edilmez.
Prostat kanseri yavaş yayılmakla birlikte, yayıldığı taktirde hastalığı kontrol altına almak mümkün olmayabilir. Prostat kanserinde de genetik risk söz konusudur. Bazı ailelerle kümelenme olabiliyor ve kümelenme olanların daha dikkatli davranmaları gerekiyor."
MİDE KANSERİ
Türk toplumunda çok yaygın olarak görülen mide kanseri sıklık açısından kalın barsak kanserini geçebiliyor. Ama ne yazık ki mide kanserinin rutin bir tarama testi bulunmuyor. Ancak dışkıda gizli kan tanıya yardımcı olabiliyor.
Mide kanserinde erken tanı adına söylenebilecek en önemli şey, birtakım şikayeti olanların vakit geçirmeden hekime gitmesi gerektiği. Hastalığın ortaya çıkışında bazı risk faktörlerine dikkat edilmesi gerektiğini hatırlatan Dr. Kaban, "Demir eksikliği olan durumlarda düşünülmesini gereken ikinci kanser türü mide kanseridir.
Mide kanserinde şüphe uyandırıcı davranışlar, erken doyma, karın ağrısı, hazımsızlık gibi şikayetlerdir. Ancak bu şikayetler her zaman görülebildiği için bu noktada önemli olan bahsettiğimiz bu sorunların uzun süreli ve ısrarcı olmasıdır. Ayrıca bizim toplumumuzda da oldukça yaygın olan helicobacter pylori bakterisini taşıyanlarda da mide kanseri riski artıyor. Bu bakterinin varlığını tespit etmek için yapılan bir solunum testi bulunuyor. Bu bakteri tespit edildiği taktirde kazımak da çok daha kolaydır" diyor.
RAHİM AĞZI KANSERLERİ (Serviks Kanserleri )
Rahim ağzı kanseri tüm kanserler içinde önlenebilir olan tek kanser olarak nitelendiriliyor. Türkiye'de, kadınlarda meme kanserinden sonra en sık görülen kanser türü, "rahim ağzı kanseri". Fakat meme kanseri kadar yaygın olduğu bilinmediği için çoğu zaman tedaviye geç kalınıyor. Oysa senede bir kez yapılacek Smear testi ile hastalık erken tespit edilebiliyor.
Dr. Kerim Kaban, ABD'de 1970 yılından bu yana rahim ağzı kanserlerinde yüzde 90'lara varan ölüm oranı azalmasında temel etkenin bu test olduğunu hatırlatarak, cinsel ilişki dönemine giren her kadının senede bir bu testi yaptırmasının çoğu kez hayat kurtarıcı olduğuna işaret ediyor.
Arkadaşlar maket uçak arıyorum kendin yapıp monte debleceğin tipten planör tipi bu konuda bilgi sahibi olanlar varsa lütfen yardımcı olsunlar şimdiden teşekkür edrim
ÇOK SEVDİĞİM İKİSİNEDE CANIM KADAR DEĞER VERDİĞİM KURTJARA VE PUSLUKURT KARDEŞLERİMİN ANNELERİ VEFAT ETMİŞTİR HER İKİSİNEDE BAŞSAĞLIĞI DİLER MERHUM ANNELERİNE'de YÜCE ALLAHDAN RAHMET DİLERİM.
Sağlık Bakanlığı, Mecburi Hizmet Yasası kapsamında Hakkari'ye ilk etapta 14 uzman ile 8 pratisyen doktor atadı.
Sağlık Bakanlığı, Eylül ayı itibariyle devlet hizmeti yükümlülüğü bulunan toplam 161 uzman ve pratisyen hekimi, ihtiyaç olan Doğu illerine gönderiyor. Bakanlığın göndereceği 133 uzman ve 28 pratisyen hekimden 14 uzman ile 8 pratisyen hekimin Hakkari'ye geleceği belirtildi.
Atamalarla ilgili İHA muhabirine açıklamalarda bulunan Hakkari İl Sağlık Müdürü Dr. İdris Ethemoğlu, Mecburi Hizmet Yasası kapsamında Sağlık Bakanlığı tarafından Eylül ayında yapılan kurada Hakkari'ye 14 uzman ile 8 pratisyen hekimin gönderileceğini belirtti. Dr. Ethemoğlu, "Yeni yasa kapsamında hiçbir doktorun bundan sonra atandığı yere gitmeme gibi bir lüksü olamaz. Ataması yapılan her doktor görev yerine giderek oradaki halka hizmet edecektir. Aksi halde davranan doktorların diplomaları elinden alınacaktır. Yapılan kurada ilimize atanan uzman ve doktor sayısı ilk aşama için yeterlidir. Ataması yapılarak ilimize gelmesi beklenen uzman ve pratisyen doktorlar ilimizde yaşanan doktor sıkıntısını bir nebzede rahatlatacaktır. Yapılan kurada ilimize 2 çocuk sağlığı ve hastalıkları, 1 anestezi, 1 biyokimya, 1 cildiye, 1 enfeksiyon hastalıkları, 1 fizik tedavi, 1 iç hastalıkları, 1 kadın doğum, 1 kulak burun boğaz, 1 nöroloji, 1 radyoloji, 1 psikiyatri ile 1 de üroloji olmak üzere ataması yapılan toplam 14 uzman ve 8 pratisyen doktorumuzun gelip göreve başlamaları bekleniliyor. İlimiz genelinde ise, şu anda 11 uzman ile 23 pratisyen doktor görev yapıyor. Ataması yapılan ve yöreye gelmeleri beklenen doktorlarımızın gelip göreve başlamaları halinde ilimizde uzman doktor sayımız 25, pratisyen hekim sayımız ise 31'e yükselecektir. Bu atamaların devamı gelecektir. İlk atamada yöremize bu kadar doktor gönderildi. Yapılan her atamayla birlikte ilimize uzman ve pratisyen hekim gönderilecektir. Mecburi Hizmet Yasası kapsamında burası doktorlarla dolup taşacaktır" şeklinde konuştu.