Bildiğimiz tek şey varsa
Yalnızlık..
Yalnız doğup yalnız ölüp gideriz
Aşka bile tek kişilik deriz
Yalnızlığın böylesini görmedim
Bu yürek bitkini ben
Ömür düş yitkini ben
Yüz değil güle bak
Oy hasret yetkini ben
Rüzgar suya şeklin çizer
Döner zülüflerin çözer
Gözlerine bulut yazma
Ozan yüreciğim kızar
Rakıyı eline suyu dumana boğdu
Gözlerin gözlerimde sarhoş oldu
Yüreğim harman gibi savruldu
Sonbahardı..
Gül ala dudağına uzanacaktım
Öyle bir elhar baktınki
Dudaklarım kadeh gibi kırıldı
Dudaklarım sonbahardı..
Yürek oldum doyamadım hasrete
Hasret oldum doyamadım beklemeye
Rakı bastım aç öfkeme her gece
Ben hasretin böylesini görmedim
Bu yürek bitkini ben
Ömür düş yitkini ben
Yüz değil güle bakan
Oy hasret yetkini ben
Rüzgar suya şeklin çizer
Döner zülüflerin çözer
Gözlerine bulut yazma
Seydunaya buda yeter
Sen öyle bir deste kızıl kül gibi
Ateş kalacak yanarak kanayacaksın
Ben cehenneme dönen bedenimi
Bir başıma yatağa atıp
Sonbaharın anasına avradına sarılacağım..
Barışı kim istemez
Kim korkar barıştan
Savaşın girdiği yere
Suyun durusu, ekmeğin bugusu
Gülün kokusu girmez..
Savaşın girdiği yere ışıkta, sağlıkta, varlıkta girmez
Savaş suyuda gülüde ekmeğide çürütür..
Savaş karanlık, hastalık, yokluktur..
Savaşta eşitlik, adalet ve özgürlük suçtur..
Oysa herşey herkes için, herşey yaşamak içindir
Onurlu barış tamda bunun içindir
Dağlarımız gözünü kırpmadan nicedir barışı bekler ayakta
En açık en sade olanı
Biz insanlar daha dik daha alnı açık
Dağ ateşi bir yürekle yakışmalıyız barışa
En az dağlar kadar barışa..
Dağlarının çiçeği
Anasının göçeği
Ne bilsinki kırılacak ah yaşamak isteği
Zalimce koparıldı
Taze bahar isteği..
Kızın adı ceylandır
Zalimlerce avlandı
Bu amansız vahşete
Gözleride dehşet kaldı
Barışa kim kıymak ister?
Gülüşe, mutluluğa, kim?
Savaş mutluluğun düşmanıdır kardeşim
Karnı yok ayak sağlam dönenemiş evine..
Cambaz mezrasında gün bulut çekmiş yüzüne..
Sifan köyünde güneş bulut çekmiş yüzüne..
Kızın adı ceylandır
Zalimlerce avlandı
Bu amansız vahşete
Gözleri dehşet kaldı
Mor yaram
Dalgalar boğdu sular
Kırdı dalgakıranlar, kaba taşlar
Düşlerimi kırdın düş kıran, mor yaram
Ellerindir dalgalar gibi çığlık çığlığa ufalanan
Ellerim kendine kıyan
Ufuklar boğazına sarılmış günün
Güneştir ellerimde can veren
İstanbula benzedi yüreğim
Sevdam kangıren
Neresine bulaşsan gövdemin kesilip atılan
Denizde başladı akşamüstü
Boğazda akıntılar kanamalar
Eksildi dalgalar
Eksildi içimde sular
Yine haziran sonu kuraklık, kıyım
Bildik nakarat, ayrılık, gayrılıkla noktalanan
Hüznümdür gözyaşımdan önce ıslanan
Yüreğimde sararan yıkılan darmadağınık denizlerce kalan
Haziran gecemdi kaykılan ama kalkamayan
Kazım yoldaşta katıldı hazirana nazımca
Yine yılların büyüklüğünde devrilen
Günce devrilen güneşçe..
Yüreğimdi bir haziran sonu karanlıkta kalan mor açılan
Bir sancı gibi kaldım beyoğlunun boş böğründe ovup duran
Yüreğimde mapushane türkülerim yalnızlığıma çoğalan
Sevdam yedi kol demirindeki gibi alamutta boğulan
Umudum surun dışındaki iklime firara kurulan
Yorgun naçar uykusuz talan
Bir tek ellerindir avucumda emanet kalan
Gerisi lalıhar gerisi yalan
Çocuklar gibi gülümseyen ellerim
Havada ıhlamur kokusu bir haziran
Ne bahar kaldı yüreğimde
Ne yaprak güneşte kızaran
Mırıltısı anlaşılmayan sevdadır
Toparlanıp gitmeye hazırlanan
Birde gençliğim geriye hazan bırakan
Hani gözlerin kıyıya çekecekti
Safrasını denize boşaltan
Çıması pahasıyla batan yüreğimi
Bırak sularda kalsın
Suların kucağında kadavram
Sevdama murdarsın mor yaram
Birde yüreğim alsa apansız gidişleri anlasa
Böyle yanmayacak türküce
Işıklarım söndü
Gökyüzü senle vardı geceleri
Sustum tamamen sustum
Sadece susmak yetiyor gerisi çıldırmak
Öyle bakma üşüyorum
Susuşum üşümeden de get ha de get..
Bütün kuşlara sesimi verdim kurtuldum
Gökyüzünü sesimle yaktım suçluyum
Kuşları değil yüreğimi yargılayın
O kuşlarki yarın dağlara yolcudur derin dağlara
O kuşlar sesimi dağlara salacak
Sesim başı bulutlara karışacak
Dağ yar'a
Yüreğimse kentlere tutukludur
Sığ kentler tutukludur
Yüreğimi diyorum asın
Yoksa dağ ateşini utandıracak
Sabahlar kimine göre
Güneş aydınlık
Gündoğmayla başlar
Bende karanlık
Kendine yetmeyen yürek
Gönül viranlık
Umudu dağlara gülüm süresi gelir
Kendine yetmeyen yürek
Gönül viranlık
Ben değil bu acıya kentler utansın..
Derin dağlara gülüm
Serin dağlara
Yağmurlar giyinen eşkıya dağlara
Derin dağlara gülüm
Serin dağlara
Dağlarla çevrilen köyün nikahına..
Üç kuruşa köle oldum
Durdum dilendim
Çürüttü ömrümü paslı yalnızlık
Yanlış aşklarda usta yenildim
Umudu dağlara gülüm süresim gelir
Yanlış aşklarda usta yenildim
Seydunayım bu acıya kentler utansın
Derin dağlara gülüm
Serin dağlara
Yağmurlar giyinen eşkıya dağlara
Derin dağlara gülüm
Serin dağlara
Dağlarla çevrilen köyün nikahına..
Bu kent gecelerde hep düşük yapar
Ve çocuk yaşta kızlarımızın rahmine kıllı elller dadanır
Gelin genci ömürler çürütülür
Endişesiz bir kavgaya girer gibi giremem
Bu kente ellerim üşür
korkumdan korkarım gözlerim taş keser
Eksilir bakışlarım
Eksilmez yürek çırpınışlarım
Susuşum üşür
O kalabalık yalnızı bakışlardan ödüm kopar
Çaresiz gözler üzerime yığılır
Sabrım üşür
Bu kente verecek sözüm yok dilimde
Kelimelerim üşür
Tenimde göz göz yalnızlık yaraları
Ayrılık kanamaları
Bu kente düşürecek sevdam yok
Yüreğim üşür
Gölgemde gömün köyün nikahına
Bu kentte ölümüm üşür
Bu dağ taslaklarına bırakmayın
Sonram üşür
Ölümler kendi diliyle anlatılır
Yoksa akıbetim üşür..
Kendime abanıyorum anne
İnsanlığın damarındaki kandık
İnsandık yenildik
Çok yaralandık
Şimdi hangi suya vardımsa birbirini boğazlıyor sığlar
Rüzgarlar havayı kirletiyor yada esmiyor
Veya yükünü dağlara çözüyor
Ve o dağlar serçe parmağa akan pınarlarımızı kurutuyor
Ağıtlar her mevsim sonbahar ürüne durmuyor
Toprak avuç ayası kadar yüreğinden çatlıyor
Ve karnında zelzeleleri pusuya yarıtıyor
İnsandık sırf bu yüzden darağacını boyladık
Sütlü şafaklara kan damladık
Etimizi yedik yoldaşlarla açlık grevlerinde
Her işkence sonrası yaralarımızı yaladık
Nöbetleşe..
Kimilerimiz ölümün orucunu bozdu büyük yenildik anne
Yaktın ömrümü bir sözün için
Sararıp soldum yar gözün için
Bana herşeyi sen reva gördün
Sadece seni sevdiğim için
Yine kendime yükleniyorum
Üzgünüm anne dagılıyorum
Niye kendime yükleniyorum
Üzgünüm anne dagılıyorum
Hava boğuyor su boğazımda kuruyor
Ekmeğe kursağım düğümleniyor
Geriye aşk kalmıştı
Sevdayı sağaltıcı bellemiştik ya
Orda onarılacaktık
Umut bu ya..
Ve kursağına haram sokmadan sevdanın
Davam gibi kavgam gibi yurdum sınıf kinim gibi
Dişim tırnağımla etimi yiyerek
Gözbebeğim deyip korduğum
Ki o göz bebeklerimi kirpiklerimde al bir bayrak gibi
Alanlara girer gibi sol yanımdan çıkarıp
Dalgalandırarak barikatlara yürüdüm
Daha büyük vurgun yedim
Sırtımdan kör bıçakladı sevdam
Daha büyük yenildim
Yerle birdim
Her yenilgide olduğu gibi hatayı kendimde arıyorum
Yine kendime abanıyorum anne
Garibim yandım söndüremedim
Yüzüm sokuldü güldüremedim
Her yola düştüm döndüremedim
Şimdi sadece yanıyorum
Her yola düştüm döndüremedim
Şimdi sadece yanıyorum
Yine kendime yükleniyorum
Üzgünüm anne daglıyorum
Niye kendime yükleniyorum
Üzgünüm anne dagılıyorum
Abandıkça dağılıyorum
Şiire bıraktım dagınıklığımı
Şimdi türkülerim ağıdım
Ağzım dilim kurudu
Gülüşümü yutttum tıkandım
Dudağım mahkeme duvarı
Savunmam kandı
Yaş yeşilliğim yanmada
Dallarımda ne kalmışsa yağmalanmada
Cigara sar diyeceğim dostumda kalmadı
Tütünüm küflendi tabakamda
Herşeyin usanığıyım yine kendime abanıyorum anne
Anladımki bu zıkkım gibi
Gögsümü avcuma alan yürekle kendimi avlayacağım
Ve biliyorumki hiçbirşey, hiçbirşey değişmeyecek
Her şey yerli yerinde yaşamın kendi iç yasası işleyecek
Ne sakala ne bıyığa yaranacağım
Yaşamak birazda böylemi anne
Kan gibi susturacağım bu yüreği
Anlayacaksın bir tek sen anlayacaksın
Susturduğum senin kanının ucudur alışamadım diye verili yaşama
Değiştirmek isterken yenildim bu kavgada
Yavrum deyip eğilim ak alnımda öpecek
Biliyorum anlamak gibi bağışlayacaksın
Üzgünüm anne
O büyük gün için yeni oğullar doğuracaksın
Sen doğasın
Sen ana..
Al götür
En açık yüreğim yüzün senin
En açık yürekliliğim gözlerim senin
Senin adınla başlar güne benimde gözlerim
İlk harfidir bakışlarımın dilinde elalım
Arkası kopkoyu yalnızlığı günümün
İmkansız aşk düğümlüsü dolaşır
Tay bacaklım ay parçam
Atın soylu güzelliğine katarak sevdiğimsin
Sağırlarına hasretim
Suların yeraltına çekildiği
Kuşların göçten dönmediği
Ve giderken dağların yaralarını kanatlarıyla tarayıp sardıkları
Bir ülkem bir çocukluk hasretimin adı başlangıcısın
Gel al beni her ilişkide bir
Parçası kalan ömrümü toparla
Sonrada al götür
Atlara üryan bilinen o topraklar
Kekliğe pusu kurulmayan kendi sesinden
Rüzgarlara rengini veren kızıl güllere
Çık sular gibi çıplak dağlara
Nevrozlara suların azizliğine
Sohbetin demine
Bir masal boyu köyümü al götür
Ölümün ağıtlardaki güzelliğine
Orda o dağ köylerinde
Gece yarıları pencereye ince bir türküyle
Suya ekmeğe inerler
Ağızlarına inercesine sanki öyle rahat
Bıyıkları gibi sarkarlar evlerin içlerine
Çocuklar korkmasın yada öykünmesin diye
Pusatsız tekin
Gövdelerinde taş diplerinin soluklanması
Dip diri yürekleriyle
Tehdit gibi dolaşsalarda dağlarda
Asıl tehditin yalnızlık olduğunu
İnsani olmadığını en iyi bilen eşkiyalar
Daha karanlıkları kuşatılmamış yerlere al götür
Al götür unuttun konuşmayı kent ikliminde
Susmaları usul usul büyüdü dilimde
Benden yeniden bir dil yarat sen ile başlayan
Elhar kanatacaksan sen kanat
Atları seviyorsun ya
Atsız kentlere inat
Sen kanat
Bu kentte çürüdüm içim rahat
Yeterki sen kanat
Al köpüklenen sağrımda sağalt kanatacak kadar
Sonra kanatlarından korkmayan kırlangıçların indiği sulara götür
Yıka beni kuşlarca
Aktayım kentli gençliğimi eynimde
Yollara kurdum gözlerimi
Seni getirecek ayaklarına
Gögsünü verecek yollara ricada bulundum
Benden önce öpmesin o canımın içlerini
Çakıllarla taşlarla incitmesin
Parmak uçlarından başlayacağım eğilip öpmeye
İstanbulu ayaklarının altına turap edip sereceğim
Dalgın ve yorgun yüreğim gibi çileli ayaklarını
Al götür beni elhar
Sesimin soluğumun kaynağı
Türkülerimin yağmalanmadığı o iklime al götür
Al götür..
Hani güvercin vurulmazdı?
19 Ocak'tı gardaş, kış yanığı ocak.
Komşu güvercini vurdular,
Kaldırıma düştü cesedim, kaldırım utandı.
Kar yoktu yüzü kızara, kan vardı taşın yüreğine oturan.
Güvercin kanı yerde kaldı, kalacak gardaş,
Burası Türkiye, yok öyle.
Arada bir benim çatımda su içerdi, maviydi.
Denizin akşamki rengiydi.
Üzgün, şaşkın, acılıyım, eksildim gardaş, çocukluğum yandı.
Nişangahtaydı, çarmıha germişlerdi nicedir.
Yolu yoktu, vurulacaktı,
Göz göre göre oldu gardaş, göz göre göre.
Bunu biliyordu üstelik, ama gardaştı ve bırakmadı bizi.
Gidersem yolda ölürüm dedi.
Düşünce yoldaşımdı, o ermeni, ben azeriydim.
Onu vurdular, ben düştüm kaldırıma.
Kurudum bir dal gibi.
Ah köylümdü, köyümün adı "Kağın".
Köyüm bir Ermeni köyü, babalarımız yanyana yatar mezarlıkta.
Erivan radyosunun o kardeş sesi, hala kulağımda.
O insan sesi gibi içe işleyen duduk nefesi.
Off off, ne güzeldi Kürt'çe ezgileri Erivan radyosunda dinlemek, sevmek.
Hani güvercin vurulmazdı, inancınızda?
Hele insana kıyılmazdı, anlayışınızda?
Kör ettiniz gözünüzü, vurdunuz türkümüzü.
Barışla bir arada, yaşama ülkümüzü.
19 Ocak'tı gardaş, vuruldu Hrank yoldaş.
O ermeni, ben azeri, sol yanım yangın yeri.
Kar yoktu yüzü kızara, taşın kalbine kazıla.
Tasarlanmış bir cinayet, tarihe böyle yazıla.
Babam duvara asardı köyün tek radyosunu bahçede.
Köylülerle beraber yolcularda dinlerdi, dağ köylerinin yolcuları.
Ne çok anlattırırdım büyüklere, köyümün el değiştirme öyküsünü.
O ermeni ailelerle göç ederdi çocuk yüreğim.
Hele umulmaz hastalığı olan o küçük ermeni kızı Ahçik'in hazin öyküsü.
Ermeni mezarlığında hep o küçük mezarı aradım.
Bilmediğim harflere bakıp, kara mezar taşlarında Ahçik ismini yaratmak istedim.
Hala köye gittiğimde gözüm arar Ahçik'i kardeş mezarlıkta.
Bugün o komşu güvercini Ahçik'de vurdular.
Bir kez daha öldü Ahçik, bir kez daha göçtü yüreğim.
19 Ocaktı ey halk, komşu güvercini vurdular.
Hem ürkek, hem tedirgindi, yurdu tabutladılar.
Yüzü koyun kapaklandı, ayağının altı delik.
İnsanlığın belleğinde, utancımız gazetelik.
Hrank gardaş, yetimhane aşkını ömrüme ustaca nakışlayan, destancı.
Utançtan öldüm, ölümün yaşamın en belirli ifadesidir,
Güle güle cesaret, güle güle gardaş.
Yaşıyoruz ya yaşamasına, yüzümüz yerde gardaş, yerde