Dini Bilgiler

Son güncelleme: 05.08.2008 08:34
  • ALLAH (C.C) NİÇİN GÖRÜNMEZ...

    Eger Allah görünseydi imtihan diye bir şey kalmazdı. Allah görülmeyecek ki o görülmeyen Allahı bulan insan mükâfat ( cennet ) kazanabilsin. Ayrıca daha Allahın yarattıklarını görememekteyiz:

    Küçük seyleri göremeyiz : Mikrop ,atom , hücre....

    Büyük seyleri (-n tamamını ) göremeyiz: dünya, ay, okyanus...vs...

    Özelliği görünmez olanları göremeyiz: Rüzgar, ısınlar (alfa, beta, gama, ultraviyole, kızıl ötesi...) ses-radyo dalgaları, akıl, üzüntü, sevinç, elektrik...Bizim görme oranımız 1.000.000/3.5'tur. Yani çevremizde var olan 1000.000 varlığın sadece 3,5 unu görebiliyoruz...O halde bizler daha Allah'in yarattıklarını göremiyoruz. Görülmeyen seyleri yaratan Allah'i hiç göremeyiz.
#17.10.2006 23:26 0 0 0
  • ASR-I SAADETTEN



    Hz. Ömer (r.a.) bir gün Medine mahallelerinden birini dolaşırken bir delikanlıyla karşılaşır. Delikanlı, elbisesinin altında içki şişesi taşımaktadır. Hz. Ömer "delikanlı, elbisenin altında ne vardiye sorar. Delikanlı az kalsın içki diye cevap verecekti ki o anda içinden şöyle dua etti. Allahım beni Ömerin karşısında rezil etme, rüsvay etme, ayıbımı gözünden sakla, bundan sonra bir daha içki içmeyeceğim.

    Arkasından ey Emire-l müminin, elbisemin altında taşıdığım sirke şişesidir diye cevap verdi. Hz. Ömergöreyim der. Delikanlı elbisesini kaldırır, Hz. Ömer bakar, gerçekten şişe sirke olmuştur. Demek ki içki sirkeye dönüşmüştür.

    Kul korkusu ile tevbe ettiği için samimiyetinden dolayı Allahın içkisini sirkeye değiştirdiğini görüyorsun. Bu böyle olunca kötülüğe batmış bir günahkar, dönülmez bir tevbe ederek işlediği kötülüklerden vazgeçecek olsa ulu Allah onun günah içkisini ibadet sirkesine dönüştürecektir.
#17.10.2006 23:29 0 0 0
  • ALLAH (C.C) BİZE SORACAK



    Allah bize ne marka araba kullandığımızı sormayacak...
    Ama gerektiğinde kaç çaresiz insana yardım etmek için arabamıza aldığımızı soracak

    Allah bize kaç kere fazla mesai yaptığımızı sormayacak...
    Ama ailemiz ve sevdiklerimiz için ne kadar fazla çalıştığımızı soracak

    Allah bize kaç tane kıyafetimiz olduğunu sormayacak...
    Ama kaç muhtaç insana kıyafetlerimizi verdiğimizi soracak

    Allah bize hayatta ne kadar yüksek bir statüye geldiğimizi sormayacak..
    Ama daha aşağı statüde olanlara nasıl davrandığımızı soracak

    Allah bize evimize ne kadar eşya girdiğini sormayacak..
    Ama onları alırken ve kullanırken ne kadar tutumlu davrandığımızı soracak

    Allah bize ne kadar para kazandığımızı sormayacak..
    Ama parayı kazanmak için hangi yollardan geçtiğimizi soracak

    Allah bize yaptıklarımızın ne kadar takdir edildiğini sormayacak..
    Ama başkalarının yaptıklarını ne kadar takdir ettiğimizi soracak

    Allah bize işyerindeki ünvanımızı sormayacak...
    Ama o unvanı haketmek için ne kadar çabaladığımızı soracak

    Allah bize hayatta kendimize nasıl yardım ettiğimizi sormayacak...
    Ama gerektiğinde başkalarına yardım edip etmediğimizi soracak...

    Allah bize kaç arkadaşımız olduğunu sormayacak...
    Ama kaç kişinin dostluğuna layık olabildiğimizi soracak

    Allah bize kendi haklarımızı nasıl koruduğumuzu sormayacak...
    Ama başkalarının haklarına saygılı olup olmadığımızı soracak

    Allah bize nasıl bir çevrede yaşadığımızı sormayacak..
    Ama çevremizdekilerle iyi geçinip geçinmediğimizi soracak

    Allah bize tenimizin rengini sormayacak...
    Ama karakterimizdeki her ayrıntıyı soracak

    Allah bize sözlerimizin davranışlarımıza ne kadar uyduğunu sormayacak..
    Ama ne kadar uymadığını soracak...
    Ve Biz Ne DIYECEĞİZ...
#17.10.2006 23:42 0 0 0
  • DELİKANLININ TEVBESİ


    Utbet-ül Gulam şamatacılığı ve sarhoşluğuyla meşhur, günah ve kötülükte ileri gitmiş biri idi. Bir gün Hasan Basri hazretlerinin toplantısına katıldı. Şeyh şu ayet-i kerimenin tefsirini okuyup açıklıyordu. Ayet-i Kerimede ulu Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

    - Allaha iman edenlerin, Onu zikirden dolayı kalplerinin ürpereceği zaman gelmedi mi yani kalplerinin korkacağı vakit gelmedi mi dedi (Hadid 16)

    Hasan Basri hazretleri ayetin tefsirini naklederken gayet etkili bir vaz yaptı, öyle ki, herkesi ağlattı.

    Bu sırada kalabalığın arasından bir delikanlı ayağa kalktı. ey müminlerin müttakisi ! Allah benim gibi günahkarlık ve kötülüğe batmış birinin tevbesini kabul eder midiye sordu. Şeyh tabi, tevbe edecek olsan Allah senin günahkarlık ve kötülüğe dalmışlığını affeder diye cevap verdi.

    Adı Utbe-ül Gulam olan bu delikanlının bu cevap üzerine benzi sarardı, böğürleri titredi ve öylesine gür bir nara attı ki, arkasından baygın olarak yere düştü. Ayılınca yanına yaklaşan Hasan Basri ona şu beyitleri okudu:

    Ey Arşın Rabbine karşı gelen delikanlı

    Bilir misin, nedir günahlarının cezası?



    Günahkarların alınlarının yakalandığı gün
    Asiler için sair var ki, onun yalazı gümbürtülü ve öfkelidir.


    Eğer bu ateşe dayana bilirsen Allaha isyan et,

    Değilse günah işlemekten kaçın

    Kazandığın günahlar yüzünden

    Nefsini ipotek etmişsin, onu kurtarmaya çalış

    Bu şiiri duyan delikanlı, bir kere daha gür bir nara salarak baygın vaziyette yere düştü. Ayılınca Şeyhe yine sordu, ey Şeyh! Esirgeyici olan Allah, benim gibi bir alçağın tevbesini kabul eder mi Hasan Basri hazretleri delikanlıya günahkar kulun duasını bağışlayıcı olan Allahdan başka kim kabul edebilir ki diye cevap verdi.

    Bu cevap üzerine kalbi biraz daha ferahlayan delikanlı, başını yerden kaldırarak Allahtan üç şey dua etti. Birinci duası, Allahım eğer tevbemi kabul ederek günahlarımı affedersen , bana gerek Kuran-ı Kerim ve gerekse diğer ilimler ile ilgili olarak işittiğim her cümleyi kavrayacak derecede kuvvetli bir zeka hıfzetme gücü ihsan eyle

    İkinci duası şuydu: Allahım bana öyle tatlı bir ses bağıla ki, benim dilimden Kuran-ı Kerim duyan en katı kalpli kimselerin bile gönlü yumuşasın

    Üçüncü duası ise, Allahım bana helal lokma nasibeyle, zaruri geçim kaynağımı ummadığım yerden temin eyle
    Allah (c.c.) delikanlının her üç duasını da kabul etti
#17.10.2006 23:54 0 0 0
  • İslami Lûgat

    A

    âb: su.

    âbâ: babalar, atalar.

    aba: yünden yapılmış kaba kumaş.

    âbâd: ebedler, sonsuz gelecek zamanlar.

    Abâdile: Abdullah isimli sahabeler.

    abd: kul, köle.

    abdal: dünya ile ilgisini kesen mânevî makam sahibi kişi.

    abdest: su ile temizlik ibadeti.

    abdiyet: kulluk.

    abes: saçma, gayesiz, hikmetsiz, gereksiz.

    abesiyet: abeslik, saçmalık.

    âbıhayat: hayat suyu.

    âbıkevser: Kevser adlı cennet havuzunun suyu.

    âbid: ibadet eden.

    âbidane: ibadet eden gibi.

    abide: anıt.

    abluka: kuşatma, etrafını çevirme.

    abus: somurtan, surat asan.

    acaib: şaşırtıcı, acayip.

    Acam: Acemler, iranlılar, Arap olmayanlar.

    acb: kuyruk sokumundaki küçük kemik.

    acbüzzeneb: ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde.

    aceb: acaba, hayret.

    Acem: Arap olmayan, iranlı.

    acemi: işin yabancısı, tecrübesiz.

    aceze: âcizler, güçsüzler.

    acîb: benzeri görülmeyen, şaşırtıcı.

    âcil: acele eden.

    âcilen: acele olarak.

    aciniyyet: mâcun halinde olma, yoğurulmuşluk.

    âciz: güçsüz.

    âcizane: güçsüzce.

    âcize: güçsüz.

    âcizem: güçsüzüm.

    acûbe: şaşılacak şey.

    acul: aceleci.

    aculiyet: acelecilik.

    acûze: güçsüz kocakarı.

    acz: güçsüzlük.

    aczâlûd: güçsüzlükle karışık.

    Ad: Hud aleyhisselâmın kavmi.

    âda: düşmanlar.

    âdâb: edepler, ahlâk kuralları.

    adale: kas.

    adalet: hak sahibine hakkını vermek, doğruluk.

    adaletname: mahkemeye davet yazısı.

    adaletperver: adaletsever.

    adaletullah: Allahın adaleti.

    adall: iyice sapıtmış.

    âdât: âdetler, alışkanlıklar.

    adavet: düşmanlık.

    adavetkârane: düşmancasına.

    add: sayma.

    addetmek: saymak.

    aded: sayı, tane.

    Adem: ilk insan ve ilk peygamber.

    adem: yokluk, olmama, bulunmama.

    ademabâd: ebediyyen yok olma.

    ademâlûd: yoklukla karışık.

    ademî: yoklukla ilgili, olmama.

    ademistân: yokluk ülkesi.

    ademiye: yoklukla ilgili.

    ademiyet: yokluk.

    âdemiyet: insanlık.

    ademnüma: yokluk gösteren.

    adese: mercek.

    âdet: görenek, alışkanlık.

    âdeta: sanki.

    âdetullah: Allahın yaratıklardaki kanunları.

    âdi: bayağı, aşağı, sıradan.

    Adil: adalet eden, hakkı haklı olana veren.

    âdilane: âdilce.

    âdiliyet: âdillik.

    âdiyât: her zaman olagelen alışılmış şeyler.

    adl: hak gözetme, tarafsız hüküm, doğruluk.

    adlî: adaletle ilgili.

    adliye: adalet yeri, mahkeme binası.

    Adn: cennette bir bölüm.

    adüvv: düşman.
    [
    COLOR=orange]âfâk: ufuklar, taraflar, yönler.

    âfâkî: dışımızda olanlar.

    âfât: afetler, belâlar.

    âferin: beğenme sözü.

    âfet: başa gelen üzücü hâl.

    afif: iffetli, namuslu, temiz.

    âfil: gurub eden, batan.

    âfitâb: güneş.

    âfiyet: esenlik, sıhhat ve selâmet.

    afüvkâr: affedici.

    afüvv: affeden.

    afv: bağışlama.

    afvcûyem: af diliyorum.

    afyon: ilaç.

    âgâh:haberli, uyanık.

    agel:sarık.

    ağaz:başlama.

    ağdiye: tekelcilik.

    ağleb: daha galib, ekseriyet, çok defa.

    ağleben: ekseriyetle, genellikle.

    ağlebî: ekseriyetle ilgili.

    ağmaz: kolay anlaşılmayan, pek derin.

    ağniya: ganiler, zenginler.

    ağrâz: garazlar, kötü niyetler.

    ağrube: en garip.

    ağsan: dallar.

    ağuş: kucak.

    ağyâr: başkalar, yabancılar.

    ahad: birler.

    ahadî: bir iki koldan nakledilen hadîs türü.

    ahâlî: halk.

    âhar: başkaları, diğerleri.

    ahbâb: sevilenler, dostlar.

    ahbâr: haberler.

    ahcâr: taşlar.

    ahd: söz verme, sözleşme, ahit.

    âhenk: uyum, düzen.

    âher: başka, diğer.

    âheste: yavaş.

    ahfâ: çok gizli.

    ahfâd: torunlar.

    ahî: kardeşim

    ahid: verilen söz, andlaşma.

    Ahir: herşeyden sonra da var olan, varlıkların sonrasına da hâkim.

    âhir: sonraki.

    âhiren: sonradan.

    âhiret: öbür dünya.

    âhirîn: sonrakiler.

    âhirzaman: dünyanın son zamanları.

    âhize: alan, alıcı.

    ahkâm: hükümler, kanunlar.

    ahkem: en çok hükmeden.

    ahlâf: halefler, öncekilerin yerine geçenler.

    ahlâk: insanın iyi veya kötü hâlleri, bunlarla ilgili ilim.

    ahlâkî: ahlâkla ilgili, ahlâka uygun.

    ahlâkiyat: ahlâk ilmi.

    ahlâkiyyun: ahlâk âlimleri.

    ahmak: akılsız, budala.

    ahmakane: ahmakça, budalaca.

    Ahmed: çok hamdeden, övülmeye en lâyık olan.

    ahmer: kırmızı.

    ahrâr: hürriyetçiler.

    ahsen: en güzel.

    ahseniyet: en güzel olma.

    âhû: ceylân.

    âhufizâr: yanıp yakınma.

    ahvâl: haller, durumlar.

    ahvâlât: ahvaller, durumlar.

    ahvel: şaşı.

    ahyâ: diriler, canlılar.

    ahyâr: hayırlılar, iyiler.

    Ahyed: Peygamberimizin Tevrattaki ismi.

    ahz: alma, tutma.

    ahzâb: hizipler, bölümler, partiler.

    ahzân: hüzünler, üzüntüler.

    âid: geri gelen, dönen, dair, ilgili.

    ailevî: aileyle ilgili.

    âkab: hemen sonrası.

    âkabinde: hemen sonrasında.

    akaid: akideler, inanılan hakikatlar.

    akaidî: îmanla ilgili.

    akâmet: kısırlık, verimsizlik.

    akar: gelir getiren mal.

    akarib: akrabalar, yakınlar.

    akçe: eskiden para.

    akd: anlaşma, sözleşme.

    akdam: kademler, ayaklar.

    akdem: en önceki.

    akdes: en mukaddes.

    âkıbet: son, netice.

    âkıbetbîn: işin sonunu görebilen.

    âkıbetendişane: sonu için kaygılanırcasına.

    âkıl: akıllı.

    akıl: zihnin anlama ve düşünme sıfatı.

    âkılane: akıllıca.

    akılfüruş: akıllılık taslayan.

    akılsûz: akla aykırı gelen.

    âkib: hemen sonra gelen, izleyen.

    akid: söz, sözleşme.

    âkid: aralarında sözleşme yapanların herbirisi.

    akide: îman, inanma.

    âkif: devamlı ibadet eden.

    akîk: değerli bir taş cinsi.

    akîka: yeni doğan çocuk için şükür niyetiyle kesilen kurban.

    âkil: yiyen, yiyici.

    âkilüllâhm: et yiyen.

    âkilünnebat: ot yiyen.

    âkilüssemek: balık yiyen.

    akîm: kısır, verimsiz, neticesiz.

    akis: yansıma, yankı.

    akl: akıl, anlama melekesi.

    aklen: akılca.

    aklî: akılla ilgili, akıl alanına giren.

    akliyât: akıl alanına giren şeyler.

    akliyyûn: aklı tek ölçü kabul eden felsefeciler.

    akrabâ: yakınlar, hısımlar.

    akrân: eş ve benzer olanlar, yaşıtlar.

    akreb: daha yakın, pek yakın.

    akrebiyet: yakınlık.

    aks: yankı, yansıma, tersi.

    aksâ: en son.

    aksâm: kısımlar, bölümler.

    aksisadâ: ses yankısı.

    aksülamel: işin tersi, tepki.

    aktâb: kutublar, büyük evliyalar.

    aktâr: her yer.

    aktrist: kadın oyuncu.

    akvâ: en kuvvetli.

    akvâl: sözler, konuşmalar.

    akvâm: kavimler, ırklar.

    âl: aile, sülale, soy.

    âlâ: en yüce, daha iyi, pek iyi.

    alâ: üst, üzere.

    alafranga: Batı tarzında.

    alâik: alâkalar.

    alâim: alâmetler, belirtiler.

    alâka: ilgi.

    alaka: kan pıhtısı.

    alâkadar: ilgili.

    alâkadarane: ilgi gösterircesine.

    alâküllihâl: her durumda, eninde sonunda.

    âlâm: elemler, acılar.

    alâmet: bellik, belirti.

    âlât: âletler, gereçler.

    alaturka: Türk usûlü.

    alay: beş bölük erden oluşan askerî topluluk.

    âlâyıîlliyyîn: yücelerin yücesi.

    âlâyiş: gösteri, gösteriş.

    aleddevam: devamla, devamlı olarak.

    alelâde: sıradan.

    alelamya: körükörüne.

    alelekser: çoğunlukla, ekseriyetle.

    alelinfirad: teklikle, bir olarak.

    alelumum: genellikle, bütünüyle.

    alelusûl: usûlen, öylesine, özen göstermeden.

    alem: bayrak, sancak, nişan.

    âlem: dünya, cihan, evren.

    a'lem: en iyi bilen.

    alemdar: bayrak tutan.

    âlempesend: dünyaca ünlü.

    âlemşümûl: âlemi kaplayan, dünya çapında.

    alenen: açıkça, saklanmadan.

    alenî: açık, gizli olmayan.

    alerresivelayn: baş ve göz üstüne.

    âlet: bir iş veya sanatta kullanılan vasıta.

    âletiyet: aletlik.

    alettahkik: araştırmayla.

    Alevî: Hazreti Ali sevgisini meslek kabul eden.

    aleyh: onun üzerine.

    aleyhdar: onun tersi yönünde, karşı.

    aleyhimüsselâm: Allahın selâmı onlara olsun.

    aleyhissalâtüvesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun.

    âlî: yüksek, yüce.

    Aliaba: Peygamberimizin abası altına aldığı beş kişi.

    Alibeyt: Peygamberimizin neslinden olan.

    âlicenab: yüksek ahlâklı.

    âlîcenabâne: yüksek ahlâklı birine yakışır biçimde.

    âlihe: ilâhlar, tanrılar.

    âlîhimmet: himmeti yüce ve gayreti çok kimse.

    âlîkadr: kıymeti yüksek.

    alîl: hasta, sakat.

    alîlem: hastayım.

    Alîm: sonsuz bilgi sahibi Allah.

    âlim: bilen, bilgili.

    âlimâne: âlimce.

    âlîşân: şânı yüce.

    âlîyat: yüce şeyler.

    âliye: âletle ilgili

    âlîye: yüce, yüksek.

    alîz: cılız.

    Allah: bütün varlıkları yaratan Halıkımızın has ismi.

    Allahüalem: Allah bilir.

    Allahümme: Allahım!

    Allâm: herşeyi en iyi bilen, Allah.

    allâme: pek büyük âlim.

    Allâmülguyûb: dış duyular yoluyla bilinemeyenleri en iyi bilen Allah.

    âlûd: bulaşık, karışık.

    âlûde: bulaşmış, karışmış.

    âlüfte: alışık, iffetsiz kadın.

    âmâ: kör.

    âmâde: hazır.

    âmâk: derinlikler.

    âmal: ameller, işler.

    âmâl: emeller, beklentiler, istekler.

    amame: sarık.

    aman: yardım dileme sözü.

    amazon: eski zamanlarda yaşamış savaşçı kadın.

    amd: niyet, arzu, istek.

    amden: niyet ederek ve isteyerek.

    amed: gerekir, gelir.

    amedî: gelme, geliş.

    amel: iş, çalışma, uygulama.

    amele: işçi, ırgat.

    amelen: amelce, işçe.

    amelî: iş olarak, uygulamalı.

    amelisâlih: dine uygun iyi amel, güzel iş.

    ameliyât: ameller, işler, bir tedavi biçimi.

    amelmânde: iş yapamaz durumda.

    âmennâ: inandık.

    âmentü: îman esasları.

    âmî: âlim olmayan sıradan kimse.

    amîk: derin.

    âmil: işleyen, etkileyen.

    âmin: Allahım kabul eyle!

    âmir: emreden, iş buyuran.

    âmirâne: emreden âmir gibi.

    âmiriyet: âmirlik, emredicilik.

    âmiyâne: bilgisizce, körü körüne.

    âmm: umumi, genel.

    âmme: herkes, kamu.

    ammilgarâib: garipliklerin amcası.

    ammizâde: amca çocuğu.

    amûd: direk, sütun.

    amûdî: dikine, direk gibi.

    amyâ: tam kör.

    ân: en kısa zaman.

    ananât: gelenekler.

    anâne: gelenek.

    anânevî: gelenekle ilgili.

    anarşi: karışıklık, kargaşalık, düzensizlik.

    anarşilik: karışıklık, kanunsuzluk.

    anarşist: düzen tanımaz, yıkıcı, isyancı, bozguncu.

    anâsır: unsurlar, elemanlar, kavimler.

    anbean: gitgide, gittikçe.

    anber: güzel kokulu bir madde.

    andelîb: bülbül.

    anfeanen: gitgide, zamanla.

    angarya: ücret vermeden gördürülen iş.

    Anglikan: ingiliz kilisesi.

    ânî: bir anda, hemen.

    ankâ: hayâlî bir kuş.

    ankebût: örümcek.

    antika: eskiden kalma kıymetli eser.

    Antranik: Ermeni örgütünün liderlerinden biri.

    anûd: çok inatçı.

    anûdane: inat ederek.

    âr: utanma.

    ârâ: fikirler, reyler.

    Arabî: Arap, Arapça.

    Arabîye: Arapça.

    Arabîyyülibare: Arapça söz, ibare, metin.

    ârâf: cennet ile cehennem arasındaki yer.

    Arafat: hacda arefe günü vakfeye durulan dağın ismi.

    arasât: ölümden sonraki dirilme yeri.

    ârâz: arazlar.

    araz: belirti, sonradan meydana gelen özellik.

    arâzî: yerler, topraklar, tarlalar.

    arbede: gürültülü patırtılı kavga.

    Arefe: Mekkede hacıların arefe günü toplandıkları tepe.

    arefe: bayramdan bir önceki gün.

    ârız: gelip çatan, bulaşan, yapışan.

    ârıza: aksama, aksaklık, engebe.

    ârızî: sonradan olan, dıştan gelen.

    ârî: arı, temiz, saf.

    ârif: anlayışlı, sezgili, kavrayışlı.

    ârifane: ârifçe.

    ârifibillah: Allahı tanıyan.

    ârifîn: ârifler, irfan sahipleri.

    Aristo: eski bir filozof.

    âriyeten: emaneten.

    ark: su yolu, kanal.

    arrâf: falcı, kâhin.

    arş: ilâhî kudret ve saltanatın tecelli yeri.

    arşın: 68 santimetrelik uzunluk ölçüsü.

    arşî: arşa dair, mantıkta bir delil.

    arşiv: kıymetli belgelerin saklandığı yer.

    arûz: şiirde bir vezin türü.

    arz: sunma, verme, gösterme.

    arz: yer, yeryüzü.

    arzî: dünyaya ait.

    arzu: istek.

    arzuhal: dilekçe.

    arzukeş: arzulu.

    asâ: baston, sopa, değnek.

    âsâ: "benzer, gibi" mânâsında son ek.

    asab: sinir, damar.

    âsâb: sinirler, damarlar.

    asabî: sinirli.

    asabiyet: sinirlilik. gayret.

    asabiyeten: asabilik bakımından.

    asâkir: askerler.

    asâlet: asillik, soyluluk.

    asâleten: kendi adına.

    âsâm: günahlar.

    asamm: sağır, işitmez, katı.

    asammane: sağırcasına.

    âsân: kolay.

    âsar: asırlar, çağlar.

    âsâr: eserler, yapılanlar.

    âsâyiş: barış, huzur ve güvenlik.

    asdika: samimi dostlar, sadıklar.

    asfiyâ: günahlardan arınmış büyük zatlar.

    asgar: en küçük.

    ashâb: sahipler, sahabeler.

    asıl: kendisi, temel, kök.

    asır: yüzyıl, çağ.

    asırdîde: asır görmüş, çağ yaşamış.

    âsî: isyan eden, başkaldıran.

    asîl: soylu, terbiyeli.

    asîlzâde: asîl kimsenin evladı.

    âsîyâne: isyancı gibi.

    asla: olması imkânsız.

    aslâh: daha iyi, en üstün.

    aslî: asılla ilgili, öze dair.

    asliyet: asıllık, köklülük, soyluluk, gerçeklik.

    aslüfasl: işin aslı ve ayrıntıları.

    asm: "aleyhissalâtüvesselâm" duasının kısa yazılışı.

    asr: asır, yüzyıl.

    asr: ikindi vakti.

    Asrısaadet: Peygamberimizin yaşadığı saadetli zaman.

    asrî: çağa uygun.

    astronomi: gökteki cisimleri inceleyen ilim.

    âsûde: sessiz, dingin, huzurlu.

    âsuman: gökyüzü, sema.

    asvât: savtlar, sesler.

    aşâir: aşiretler, oymaklar.

    âşâr: öşürler, toprak ürünlerinin vergileri.

    aşere: on'lar, on sayıları.

    Aşereimübeşşere: cennetle müjdelenmiş on sahabe.

    âşık: aşırı seven, vurgun, tutkun.

    âşikâr: açık, belli, meydanda.

    âşikâre: belli ederek, açıkça.

    âşikâren: açıkça.

    âşina: bildik, tanıdık, bilen, tanıyan.

    aşîrât: aşireler, onda birler.

    âşire: onda bir.

    âşiren: onuncusu.

    aşîret: kabile, oymak.

    âşiyân: kuş yuvası, sevimli ev.

    aşk: şiddetli sevgi, candan sevme.

    aşknâme: aşkı anlatan yazı.

    aşr: on sayısı.

    atâ: verme, lütuf, ihsan.

    atâlet: işsizlik, tembellik, durgunluk.

    atâyâ: armağanlar, ihsanlar.

    ateh: bunama, bunaklık.

    âteşgede: ateşe tapanların mabedi.

    âteşî: ateşle ilgili.

    âteşîn: ateşli, canlı.

    âteşpâre: ateş parçası.

    âteşperest: ateşe tapan.

    atf: atıf, bağlama, verme, yükleme.

    atfen: birinin adına, birine yükleyerek.

    atıf: verme, yükleme, bağlama.

    âtıfet: karşılıksız sevgi, acıyıp esirgeme.

    âtıl: tembel, durgun, işlemez.

    âtî: gelecek zaman, ilerisi.

    atiyye: hediye, ihsan.

    atlas: üstü ipek altı pamuk kumaş.

    attar: ıtriyat dükkanı, güzel koku satan adam.

    Atûf: karşılıksız seven ve acıyıp esirgeyen Allah.

    avâik: maniler, engeller.

    avâlim: âlemler, dünyalar.

    avam: ilimsiz, sıradan kimse.

    âvân: zamanlar, anlar.

    avâre: işsiz, şaşkın, başıboş.

    avârız: arızalar, aksaklıklar, noksanlıklar.

    âvaz: ses, seda.

    avcıhattı: savaş cephesi.

    avdet: geri gelme, dönme.

    avene: yardımcılar.

    âvize: içinde ampul bulunan ve tavana asılan süs.

    avn: yardım.

    avret: gizlenmesi gereken şey.

    Avrupaperest: Avrupayı taparcasına seven.

    avzen: havuz, göl.

    âyâ: acaba, hayret!

    ayân: belli, açık seçik.

    âyan: seçkinler, ileri gelenler.

    ayânen: açıkça, besbelli.

    ayânısâbite: varlıkların ilâhî ilimde ezelden beri bulunan hakikatları.

    Ayasofya: şimdi müze olan önemli bir cami.

    âyât: âyetler.

    ayb: ayıp, utanılacak kusur.

    âyet: Kurândaki her bir cümle, delil, bellik.

    âyetülkübra: en büyük âyet.

    âyin: dinî tören.

    âyine: ayna.

    âyinedar: ayna olan.

    ayn: göz, aslı, kendisi.

    aynelhayât: hayatın kendisi.

    aynelyakîn: göz ile görmüşçesine kesin biliş.

    aynen: tıpkı, tıpkısı.

    ayniyet: aynı olma.

    ayyâş: haram içkileri çok içen.

    ayyuk: gökyüzünün pek yüksek yeri.

    âzâ: uzuvlar, organlar, üyeler.

    azâb: eziyet, işkence.

    âzâd: salıverme, hür etme.

    âzâde: hür, serbest, kendi başına.

    âzam: en büyük.

    azamet: büyüklük.

    âzamî: en büyük, maksimum.

    âzamîyet: en büyük oluş.

    âzamüşşer: büyük kötülük.

    âzâr: kötü sözle incitme.

    azâzil: şeytan.

    azhar: pek zahir, en açık.

    âzim: azimli, kesin kararlı.

    azîm: büyük.

    azîme: büyük.

    azîmet: dinî emirlere tam uyma.

    azimkâr: azimli, kesin kararlı.

    azimkârâne: azmederek, kararlı bir şekilde.

    azîmüşşân: şanı pek büyük.

    Azîz: pek izzetli, hep galip olan ve asla galebe edilemeyen.

    aziz: Hıristiyanların mübarek bildikleri büyükleri.

    azl: azil, atma, dökme, çıkarma.

    azm: azim, kesin karar, kuvvetli niyet.

    azm: kemik.

    Azrâil: can almakla görevli melek.
#18.10.2006 02:12 0 0 0
  • B

    bââsâm: günahlarla.

    bâb: kapı, bölüm.

    bâd: rüzgâr, nefes.

    bâde: şarap, içki.

    bâdehû: bundan sonra.

    bâdelmemât: ölümünden sonra.

    bâdelmevt: ölümden sonra.

    bâdemâ: bundan sonra.

    bâdıhevâ: boşu boşuna, bedava.

    bâdî: sebep, geçici.

    bâdire: anî felâket, zor geçit.

    bâdiye: çöl, kır.

    bâğî: azgın, yoldan çıkmış.

    bağistân: bağlık bahçelik yerler.

    bâğiyâne: azgınca.

    bağy: azgınlık.

    bahâ: paha.

    bahâdar: pahalı.

    bahâdır: kahraman, yiğit.

    bahâne: vesile, sebep, özür.

    bâhem: birlikte, beraber.

    bahîl: cimri, eli sıkı.

    bâhir: belli, açık.

    bahir: deniz, derya.

    Bahîra: Peygamberimizi çocukken tanıyan mübarek bir rahip.

    bâhire: belli ve açık olan.

    bahis: konu.

    bahr: deniz.

    bahrî: denizle ilgili.

    bahrimuhît: okyanus.

    bahriumman: okyanus.

    bahriye: denizci.

    bahs: bahis, konu

    bahş: bağış, verme.

    baht: talih, kısmet.

    bahtiyâr: talihli, kutlu, mutlu.

    bahusus: özellikle.

    baîd: uzak, ırak.

    Bâis: ölüleri diriltecek olan ve peygamber gönderen.

    bais: sebep.

    bakar: sığır, inek.

    bakarperest: ineğe tapan.

    bakayâ: kalıntılar.

    bâkî: sonsuz, kalıcı.

    bâkir: kullanılmamış, bozulmamış.

    bâkire: el değmemiş, kız.

    bâkiyâne: bakice, sonsuzca.

    bâkiyât: baki olanlar, kalıcılar.

    bâkiye: kalıcı olan, kalan.

    bakteri: tek hücreli bir canlı.

    bâlâ: yüksek, yüce.

    bâlâpervazâne: yüksekten uçarcasına.

    bâliğ: ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, erişmiş.

    bânî: bina eden, kuran, yapan.

    banknot: lira mânâsında para birimi.

    bâr: yük, pas.

    bârân: yağmur.

    bârekallah: Allah hayırlı ve mübarek etsin.

    bârekte: sen mübarek eyledin.

    bârgâh: izinle girilebilecek yüce makam.

    bârık: yıldırım, parıltı.

    Bârî: düzgün ve güzel yaratan Allah.

    bâri: hiç olmazsa, hele.

    bârid: soğuk.

    bâridâne: soğukça.

    bârigâh: izinle girilebilecek yüce makam.

    bârika: şimşek.

    bârikaâsâ: şimşek gibi.

    bâriz: meydanda, açık.

    Barla: Nur Risalelerinin yazıldığı belde.

    bâs: gönderme. yeniden dirilme.

    basar: göz, görme hissi.

    bâsır: gören.

    bâsıra: görme duyusu.

    bâsıt: açan, yayan, genişleten.

    Basîr: her şeyi gören Allah.

    basîrâne: görerek.

    bâsire: görme duyusu.

    basîret: ileri görüş, kuvvetli seziş.

    basit: sade, düz, bölünmez.

    basitâne: basitçe.

    bast: yayma, açma.

    bastızaman: zamanın genişlemesi, az zamanda normalden fazla yaşama.

    basübadelmevt: ölemden sonra diriliş.

    Bâşid: Van ilinde bir dağ.

    başkitâbet: başyazıcılık.

    başmurahhas: baştemsilci.

    başvekâlet: başbakanlık.

    başvekil: başbakan.

    batâlet: işsizlik, durgunluk.

    batarya: enerji kaynağı.

    Bathâ: Mekkenin eski bir adı.

    bâtıl: boş, yalan, çürük.

    Bâtın: bütün varlıkların içini yaratan ve dahiline hükmeden Allah.

    batın: iç, iç yüz, gizli, sır.

    bâtınen: içten, iç bakımından.

    bâtınî: içe ait, içle ilgili.

    Bâtıniyye: Kurânın apaçık mânâlarına itibar etmeyip gizli mânalar bulduklarına inanan sapık bir anlayış.

    Bâtıniyyûn: Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.

    batman: iki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü.

    batn: karın, nesil.

    battal: işsiz, çürük, kullanılmaz.

    baûda: sivrisinek.

    bâvehim: vehimle, kuruntuyla.

    bay: zengin.

    bâyi: satıcı.

    bâyin: aralayıcı, ayırıcı.

    bayrakdâr: bayrak taşıyan, lider.

    baytar: veteriner.

    bâz: oynayan, yapan.

    bâzîçe: oyuncak, eğlence.

    bâziyet: bazenlik, bazılık.

    be: "de, den" mânâsında ön ek.

    becâyiş: birini verip ötekini alma, değişme.

    becû: iste.

    bed: kötü, çirkin.

    bedâat: güzellik, yenilik, özgünlük.

    bedâhet: apaçıklık.

    bedâheten: apaçık biçimde.

    bedâva: beleş, parasız.

    bedâvet: bedevilik, göçerlik.

    bedâyî: görülmedik güzellikte şeyler.

    bedbaht: bahtı kara, talihsiz.

    bedbîn: kötümser, karamsar, ümitsiz.

    bedduâ: birinin kötü olması için edilen dua.

    bedel: karşılık.

    beden: gövde.

    bedestân: çarşı.

    bedevî: göçebe, çölde yaşayan.

    bedeviyâne: göçebe gibi.

    bedeviyet: bedevilik, medeniyetten uzaklık.

    bedhah: kötülük isteyen.

    bedhal: kötü huylu.

    bedî: benzersiz güzel, üstün, özgün.

    bedîa: benzersiz güzel olan.

    bedîhî: delilsiz bilinen şey, apaçık.

    bedîhiyyât: delil ile ispatı gerekmeyen apaçık şeyler.

    bedîî: eşsiz güzellikte olan.

    bedir: dolunay.

    bedîülbeyân: görülmedik derecedeki güzel söz.

    Bedîüzzaman: "zamanın harikası ve en mükemmeli" mânâsında Said Nursî Hazretlerinin ünvanı.

    bedmâye: mayası kötü, soysuz.

    bedr: bedir, dolunay.

    bedraka: yol gösterici, kılavuz.

    begün: et!

    behâim: hayvanlar.

    behcet: güleryüzlülük, şenlik, güzellik.

    behemehâl: her halde, ister istemez.

    beher: her bir.

    behîc: güleryüzlü, şen, güzel.

    behimât: hayvanlar.

    behimî: hayvanca.

    behimiyât: hayvansı varlıklar.

    behişt: cennet.

    behiye: güzel.

    behre: pay, kısmet, nasip.

    behreyâb: nasibi olan, payı bulunan.

    beht: şaşkınlık, hayranlık.

    beis: zarar, fenalık.

    bekâ: devamlılık, kalıcılık, sonsuzluk.

    bekââlûd: kalıcılıkla karışık.

    bekâya: geriye kalanlar.

    bektâş: arkadaş.

    Bektâşî: Bektâşîlik tarikatından olan kimse.

    Bektâşîlik: Hacı Bektaşı velînin kurduğu tarikat.

    bel': yutma, ortadan kaldırma.

    belâ: gam, tasa. musibet, afet.

    belâbil: belâlar, tasalar, musibetler.

    belâgat: sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.

    belâğbaşı: kaynak, pınar.

    belâhet: ahmaklık, budalalık, düşüncesizlik.

    belâyâ: belâlar.

    belde: memleket, büyük köy.

    belî: evet.

    belîğ: düzgün ve adamına göre söylenmiş söz.

    belîğâne: beliğ biçimde.

    beliyyât: belâlar.

    beliyye: belâ.

    Belkıs: bir kadın hükümdar.

    belki: şüphesiz, kesinlikle.

    benâm: namlı, ünlü, seçkin.

    benât: kızlar.

    bend: bent, bağlanmış.

    bende: bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul.

    benî: oğullar.

    benîâdem: ademoğulları, insanlar.

    Benîisrâil: israiloğulları, Yakub aleyhisselâmın neslinden gelenler.

    ber: "alan, dinleyen, yeden, götüren" mânâsında son ek.

    ber: "üzeri, üzerine, yukarı" mânâsında ön ek.

    berâ: için, dolayı.

    berâat: güzellik, parlaklık, üstünlük.

    berâatülistihlâl: güzel bir başlangıç.

    berâet: arınma, kurtulma.

    Berâhime: berehmenler, bazı batıl dinlerin önderleri.

    berâhin: bürhanlar, kuvvetli deliller.

    berât: nişan, ayrıcalık fermanı.

    berâyımâlûmât: bilgi için.

    berbâd: harap, pis, fena, kirli.

    berceste: seçme, iyi mısra.

    berd: soğuk.

    berdevam: devam eden, sürüp giden.

    berekât: bereketler.

    bereket: bolluk, çokluk, feyiz.

    berendâz: kaldırıp atan.

    bergüzâr: hatırlanmak için hediye verme.

    bergüzîde: seçkin, seçilmiş.

    Berham: Yahudi ismi.

    berhava: boşa gitme.

    berhayat: yaşayan.

    berhudâr: saadete erişen.

    berî: temiz, arınmış, kurtulmuş.

    berk: şimşek.

    berkarar: kararlı.

    berkâsâ: şimşek gibi.

    berr: yer, toprak, kara.

    berrak: duru, safi, arı.

    berrî: karacı, karada olan.

    berrîye: karalara ait olan.

    bertaraf: çıkarılıp bir yana atılan.

    bervech: şeklinde, biçiminde.

    berzah: dünya ile âhiret arasındaki âlem.

    berzahî: kabirle ilgili.

    bes: yeter, kâfi.

    besâit: basit şeyler.

    besâtet: basitlik, sadelik, yalınlık.

    besâtin: bostanlar.

    besmele: Bismillahirrahmanirrahim.

    besmelekeş: besmele çeken.

    beste: bağlanmış, şarkı ahengi.

    beşârât: beşaretler, müjdeler.

    beşâret: müjde.

    beşâretkâr: müjdeci.

    beşâretkârâne: müjdelercesine.

    beşâşet: güleryüzlülük.

    beşer: insan.

    beşerî: insanî, insanla ilgili.

    beşeriyet: insanlık.

    beşîr: müjdeci.

    beşûş: güleryüzlü.

    betâlet: işsizlik, durgunluk.

    betül: erkekten sakınan namuslu kadın.

    bevl: sidik.

    bevvâb: kapıcı, men edici.

    bey': satma, satış.

    beyâbân: çöl, kır.

    beyân: açıklayıp bildirme.

    beyânât: açıklayıp bildirmeler.

    beyânî: açıklanıp bildirilen.

    beyannâme: açıklama yazısı, bildiri.

    beyder: harman.

    beyhûde: boşuna, faydasız.

    beyn: ara, arasında.

    beynelenbiya: peygamberler arasında.

    beynelevliya: evliyalar arasında.

    beynelislâm: müslümanlar arasında.

    beynelmilel: milletlerarası.

    beynelulema: âlimler arasında.

    beynennâs: insanlar arasında.

    beyt: beyit, şiirde iki mısra.

    beyt: ev, bina.

    Beytülharam: Kâbenin etrafı.

    Beytülmakdis: Kudüsteki büyük mabet.

    beytülmal: devletin hazinesi.

    beyyin: apaçık, kesin delil.

    beyyinât: apaçık olanlar.

    beyyine: apaçık, kesin delil.

    beyzâ: beyaz, parlak.

    bezirgân: tüccar.

    bezletme: esirgemeden bol bol verme.

    bezm: sohbet meclisi.

    Bezmielest: Allahın, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğu, ruhların da "Evet," diye cevap verdikleri hâdise.

    bî: "siz, sız" mânâsında ön ek.

    bi: "ile" mânâsında ön ek.

    bîaman: amansız.

    biat: kabul etme, seçme.

    biaynelyakîn: gözle görürcesine kesin bilerek.

    bîbahâ: pahasız.

    bîbehre: nasipsiz.

    bibliyografya: kitaplar hakkında bilgi.

    bîçâre: çaresiz.

    bidâ: bidatlar, sonradan çıkan şeyler.

    bidâkârâne: dinde olmayanı dine sokarcasına.

    bidât: dinde olmayıp da dine sonradan giren âdetler.

    bidâtkâr: bidatçı, dinde olmayanı dine sokan bozguncu.

    bidâtüzzaman: zamanın görülmemiş ve harika olanı.

    bidâyet: başlangıç.

    bidâyeten: başlangıçta.

    bidîyât: bidatlar, dine sonradan sokulanlar.

    bîfütûr: fütursuz, gevşemeyen, çekinmeyen.

    bîgâne: ilgisiz.

    bîgünah: günahsız.

    bîhaber: habersiz.

    bihakkalyakîn: yaşayıp bizzat tecrübe edercesine bir kesinlikle.

    bihakkın: hakkıyle, tam olarak.

    bihâr: denizler.

    bîhemta: benzersiz.

    bîhicap: perdesiz, gizlemeksizin.

    bîhûş: şaşkın, sersem.

    biilmelyakîn: şüphesiz ve kesin bir ilimle.

    bîiştibah: şüphesiz.

    biiznillah: Allahın izniyle.

    bîkarar: kararsız, rahatsız.

    bîkes: kimsesiz.

    bikr: bozulmamış, temiz.

    bil: "ile" mânâsına ön ek.

    bilâ: "sız, siz" mânâsında ön ek.

    bilâbedel: bedelsiz.

    bilâd: beldeler, memleketler.

    bilâfasıla: aralıksız.

    bilâhare: sonra, sonradan.

    bilâihtiyar: elinde olmayarak.

    bilâistisna: istisnasız.

    bilâkaydüşart: kayıtsız şartsız.

    bilakis: aksine, tersine.

    bilâmübalâğa: mübalağasız, abartmasız.

    bilâmüreccih: tercih edici biri olmaksızın.

    bilânço: toplam, özet.

    bilâperva: korkusuz.

    bilasâle: aracısız, vasıtasız.

    bilâsebeb: sebepsiz.

    bilâşek: şeksiz.

    bilâşüphe: şüphesiz.

    bilâtefrik: ayırmaksızın.

    bilâtereddüt: tereddütsüz.

    bilâteşbih: benzetmesiz.

    bilâtevakkuf: duraksamadan.

    bilbedâhe: açık seçik.

    bilcümle: bütün, toptan.

    bilfarz: varsaymakla.

    bilfiil: fiilen, çalışarak.

    bilhads: hızlı bir kavrayışla.

    bilhadsissâdık: doğru bir sezgi ile.

    bilhassa: özellikle.

    bilicma: üstünde birleşmekle, topluca.

    bilihtiyar: istemekle.

    bililtizam: taraftar olmakla.

    bilîman: îman ile.

    bilintikal: intikal etmekle, naklederek.

    bilirâde: iradeyle, istemekle.

    bilistidad: yetenekle.

    bilistihkak: hak etmekle.

    biliştiyak: iştiyakla, arzu etmekle.

    bilittifak: ittifakla, hep birlikte.

    bilkabul: kabul etmekle.

    bilkasd: kasıt ile, gaye edinerek.

    bilkuvve: düşünce halinde.

    bilkülliye: büsbütün.

    billah: billahi, Allah için.

    billur: pırıl pırıl cam.

    bilmecburiye: mecburen.

    bilmukabele: karşılık vermekle.

    bilmüşâhede: şahit olmakla.

    bilumum: genel olarak, bütün, hep.

    bilvasıta: vasıta ile.

    bilyakîn: kesin bir bilişle.

    bimüdânî: eşsiz, benzersiz.

    bin: "e, de, ile" mânâsında ön ek.

    bîn: "gören" mânâsında son ek.

    bin: oğul, oğlu.

    binâ: ev, yapı.

    binâen: dayanarak, bu sebeple.

    binâenalâhâzâ: bunun üzerine, bundan dolayı.

    binaenaleyh: bundan dolayı, bunun üzerine.

    binâimechûl: öznesi belirsiz fiil.

    bînamaz: namazsız.

    bînaz: nazsız.

    bînazîr: benzersiz.

    binefsihi: kendisiyle.

    bînisyan: unutmazlık.

    binnefs: nefsiyle.

    binnetice: neticeyle.

    binnisbe: oranla.

    binniyet: niyetle.

    binniyye: niyetle.

    bint: kız.

    bîpâyan: tükenmez.

    bîperva: korkusuz.

    bîr: kuyu.

    birâder: kardeş.

    birâderzâde: kardeş oğlu.

    birr: temizlik, iyilik.

    biryân: kebap.

    bîset: gönderme, peygamberliğin başlangıcı.

    Bismark: ünlü bir devlet adamı.

    Bismillah: Allahın adıyla.

    bissavab: doğru olarak.

    bittâb: tabiatıyla.

    bitamâm: büsbütün.

    bitamâmiha: tamamıyle.

    bîtaraf: tarafsız.

    bîtarafâne: tarafsızca.

    bittabî: tabiatıyle.

    bittakdir: takdirle.

    bittecrübe: tecrübeyle.

    bîvefa: vefasız.

    biyedî: elimi.

    biyografi: bir kimsenin hayatını anlatan eser.

    bîzâr: bıkmış.

    bizâtihi: kendiliğinden.

    bîzeval: sona ermez.

    bizzarure: zaruri olarak.

    bizzât: kendisi.

    bolşevik: Rus komünisti, dinsiz.

    bolşevizm: Rus komünizmi, dinsizlik.

    bostân: sebze bahçesi.

    boşboğaz: yerli yersiz konuşan.

    boykotaj: boykot.

    bûd: uzaklık.

    Buda: Budizmin kurucusu.

    Budeî: Buda dininden olan.

    bûdiyet: uzaklık.

    buğz: sevmeme, nefret.

    buhâr: buğu.

    Buharî: en önemli hadîs kitabının yazarı.

    buhl: cimrilik.

    buhrân: bunalım.

    buhûr: bahirler, denizler.

    bukalemun: bulunduğu yerin rengine giren bir hayvan.

    Burak: Peygamberimizin miraçta bindiği binek.

    burc: güneşle dünya arasındaki hayâlî dilimlerin her biri.

    burjuva: hayatını emek vererek kazanmayan zengin kimse.

    bûse: öpücük.

    butlân: batıllık, temelsizlik, çürüklük.

    bûy: koku.

    bühtân: iftira.

    bükâ: ağlama.

    bülegâ: adamına göre güzel söz söyleyenler.

    bülend: yüksek, yüce.

    bülûğ: erginlik.

    bünyân: yapı.

    bünye: yapı.

    bürde: hırka.

    bürhan: kuvvetli delil.

    bürhanî: delil cinsinden.

    bürûc: burçlar.

    bürûdet: soğukluk.

    büşrâ: müjde.

    büzr: tohum.

    büzûr: tohumlar.
#18.10.2006 02:26 0 0 0
  • C

    cadde: geniş yol.

    câh: makam.

    Câhız: ünlü bir edebiyatçı.

    câhid: din için savaşan.

    câhil: bilgisiz.

    câhilâne: bilgisizce.

    cahîm: cehennem.

    câil: yapan.

    câiz: dine uygun olan.

    câl: yapma, kılma.

    câlî: yapmacıktan.

    câlib: çekici.

    Calinos: eski bir filozof.

    Câmî: büyük bir âlim ve yazarı.

    câmi: toplayan.

    câmia: topluluk.

    câmid: cansız, donuk.

    câmidât: camidler, cansızlar.

    câmidiyet: cansızlık.

    câmiiyet: toplayıcılık.

    câmiülkelîm: zengin mânâlı söz.

    camus: manda.

    cân: hayat, ruh, gönül.

    cânân: sevgili.

    canavar: can alıcı.

    cânhıraş: tüyler ürpertici.

    cânî: cinayet işleyen.

    cânib: yön, taraf, yan.

    câniyâne: canicesine.

    cann: cinler.

    cansiperâne: canını verircesine.

    car: Arapçada bir edat.

    cârî: akan, yürüyen.

    câriye: esir kadın.

    câsus: ajan.

    câvid: devam eden.

    cây: değer, layık.

    caymak: kararından dönmek.

    câzib: çekici.

    câzibe: çekicilik.

    câzibedâr: çekici.

    câzibedarâne: çekici bir biçimde.

    câzibekârane: çekici biri gibi.

    cebâbire: zorbalar.

    cebânet: korkaklık.

    Cebbâr: istediğini mutlaka yaptıran Allah.

    cebbar: cebreden, zorba.

    cebbarâne: zorbaca.

    cebel: dağ.

    ceberût: zorla her istediğini yaptırabilme kudreti.

    ceberûtiyet: her dilediğini yaptırabilme kudreti.

    cebhe: cephe, alın, yön, yüz, savaş bölgesi.

    cebîn: korkak.

    cebir: zor, zorlama.

    cebr: cebir, zor, zorlama.

    Cebrâil: Peygamberimize vahiy getiren büyük bir melek.

    cebren: zorla.

    Cebrî: insan iradesini inkâr eden batıl bir mezhebe inanan kimse.

    cebrî: zorla, zorlamalı.

    Cebriye: insandaki iradeyi inkâr eden batıl bir mezhep.

    cedâvil: cedveller, kanallar, listeler.

    cedd: ata, dede.

    cedel: tartışma, münakaşa.

    cedîd: yeni.

    cedvel: liste, kanal, cetvel.

    cefâ: eziyet.

    cefâkâr: eziyet çeken.

    ceffelkalem: düşünmeksizin.

    cefne: büyük su kabı.

    cehâlât: cahillikler, bilgisizlikler.

    cehâlet: cahillik, bilgisizlik.

    cehâletperver: bilgisizliği seven.

    cehd: çaba, çabalama.

    cehele: cahiller, bilgisizler.

    cehennem: azgınların öldükten sonra gidecekleri ceza yeri.

    cehennemî: cehenneme özgü.

    cehennemnümun: cehennemi hatırlatan.

    cehil: bilgisizlik.

    cehl: bilgisizlik.

    cehlistân: bilgisizlik yeri.

    cehr: açıktan söyleme.

    cehren: açıktan.

    cehrî: açık sesle.

    cehûl: pek cahil.

    celâdet: ululara karşı gösterilen cesaret.

    Celâl: sonsuz azamet ve kibriya, büyüklük ve ululuk.

    celâldarâne: celâlli bir biçimde.

    celâlet: büyüklük, ululuk.

    celâlî: büyüklükle ilgili.

    celb: kendine çekme, getirtme.

    celbkârâne: kendine çekercesine.

    celbnâme: çağırma kağıdı.

    Celcelîtiye: Hazreti Ali radıyallahu anhın önemli bir eseri.

    celevât: cilveler, görünümler.

    celî: belli, açık.

    celîl: büyük, ulu.

    cellâd: ölüm cezası verilenleri öldüren kişi.

    celle: "yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir.

    celse: oturum.

    cem: toplama.

    cemaat: gayeleri bir olan topluluk.

    cemâd: cansız cisim.

    cemâdât: cansız cisimler.

    cemâdiyet: cansızlık, donukluk.

    cemâhir: cumhuriyetler.

    cemâl: güzellik.

    cemâlî: güzellikle ilgili.

    cemâlperest: güzelliğe düşkün.

    cemâlperverâne: güzelliği severcesine.

    cemel: deve

    cemî: bütün, hepsi.

    Cemîl: sonsuz güzel olan ve bütün güzelliklerin sahibi bulunan Allah.

    cemîl: güzel.

    cemîlâne: güzelce.

    cemîle: güzel olan.

    cemiyât: cemiyetler, toplumlar.

    cemiyet: toplum.

    cemiyyet: cemiyet, toplum, genişlik.

    cemm: çokluk.

    cemmigafir: ekseriyet, çoğunluk.

    cemre: ısı.

    cenâb: saygı sözü.

    cenâbet: cünüp.

    cenâh: kanat.

    cenâheyn: iki kanat.

    cenân: cennetler.

    cenaze: henüz gömülmeyen ölü.

    cendere: baskı aleti.

    cengâver: savaşçı.

    Cengiz: zâlim bir hükümdar.

    cenin: ana karnındaki çocuk.

    cenk: savaş.

    cennât: cennetler.

    cennet: inananların dünyadaki güzel amellerine mükafaten sonsuza kadar kalacakları güzellikler âlemi.

    cennetâsâ: cennet gibi.

    cennetmekân: yeri cennet olası.

    cennetmisâl: cennet gibi.

    cenûb: güney.

    cenûbî: güneydeki.

    cerâhat: irin, akıntı.

    cerâid: gazeteler.

    cerbeze: süslü sözlerle aldatma.

    Cercîs: büyük eziyetlerle şehit edilen bir peygamber.

    cereyân: akma, akım.

    cerh: yaralama, çürütme.

    cerhetmek: yaralamak, çürütmek.

    cerîde: gazete.

    cerîha: yara.

    cerr: para alma.

    cerrah: operatör.

    cerrâr: tedirgin edici davranışlarla para koparan.

    cesâmet: irilik.

    cesâret: yüreklilik, korkusuzluk.

    cesed: ceset, cansız vücut.

    cesîm: iri, kocaman.

    cessâs: casusluk eden.

    cesurâne: cesurca, korkusuzca.

    cevâb: cevap, soruya verilen karşılık.

    cevâben: cevap olarak.

    cevâbî: cevapla ilgili.

    cevâd: çok cömert.

    cevâhir: değerli taşlar.

    cevâmî: toplayıcı olan şeyler.

    cevâmid: cansızlar.

    cevâmiülkelîm: zengin mânâlı sözler.

    cevânib: yanlar, taraflar.

    cevârih: organlar.

    cevâsis: casuslar, ajanlar.

    cevaz: izin.

    cevelân: dolaşma.

    cevelangâh: dolaşma yeri.

    cevf: boşluk.

    cevher: öz, kıymetli taş, atom.

    cevherbahâ: mücevher gibi değerli.

    cevhere: tek cevher.

    cevherî: cevherle ilgili.

    cevir: eziyet.

    Cevşen: "zırh" mânâsında Peygamberimizin emsalsiz duası.

    Cevşenülkebîr: Peygamberimize vahiy ile gelen büyük bir dua.

    cevv: atmosfer.

    Cevvâd: sınırsız cömertlik sahibi Allah.

    cevvâl: pek hareketli.

    cevvifezâ: uzay.

    cevvihava: atmosfer.

    ceyb: cep.

    ceyş: asker, ordu.

    cezâ: suça karşılık verilen acı.

    cezâen: ceza olarak.

    cezâlet: sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik.

    cezb: kendine çekme.

    cezbe: Allah sevgisiyle kendinden geçme hâli.

    cezbedarâne: Allah sevgisiyle kendinden geçercesine.

    cezbekârâne: cezbeye tutulmuşçasına.

    cezîre: ada, yarımada.

    Cezîretülarâb: Arap Yarımadası.

    cezm: kesin karar.

    cezmiyet: kesin kararlılık.

    cezrî: köklü.

    cibâl: dağlar.

    cibillî: yaradılıştan, mayadan, soydan.

    cibilliyet: yaradılış, maya, soyluluk.

    Cibrîl: Cebrail aleyhisselâm.

    cidâl: uğraşma, savaş.

    cidar: duvar, çeper.

    cidden: gerçekten.

    cîfe: leş.

    cifir: harflere verilen sayılarla mânâlar çıkarma ilmi.

    cifrî: cifirle ilgili.

    ciğerpâre: ciğer parçası, sevgili yavru.

    ciğersûz: ciğer yakan.

    ciğerşikâf: ciğer parçalayan.

    cihad: din uğrunda savaş.

    cihân: dünya, âlem.

    cihânbahâ: cihan değerinde.

    cihândeğer: dünya kıymetinde.

    cihângîr: cihanın büyük bir kısmını elde eden savaşçı.

    cihânkıymet: dünya kadar değerli.

    cihânpesendâne: dünyanın beğeneceği şekilde.

    cihânşümûl: dünya ölçüsünde.

    cihâr: dört.

    cihât: yanlar, yönler.

    cihâz: aygıt, çeyiz.

    cihâzât: aygıtlar.

    cihet: yön, yan.

    cihetiyet: yönlülük, yanlılık.

    cild: deri, ten.

    cilve: görünme, belirme, naz.

    cilveger: cilve eden.

    cimâ: cinsî münasebet.

    cimri: kimseye bir şey vermeyen eli sıkı kimse.

    cin: göz ile görülemeyen ruhani varlıklar.

    cinân: cennetler.

    cinas: birçok mânâya gelebilen söz.

    cinâyet: adam öldürme, ağır suç.

    cinnet: delilik.

    cinnî: cinlerden olan.

    cins: tür, çeşit.

    cinsî: cinsle ilgili.

    cinsiyet: cinslik, tür olma.

    cirm: oylum, yıldız.

    cisim: uzayda yer dolduran varlık.

    cism: cisim.

    cismanî: cisimle ilgili.

    cismaniyet: cisim olma hâli.

    cismen: cisimce.

    cismiyet: cisimlik.

    civan: yakışıklı genç.

    civanmert: yüce gönüllü, mert.

    civâr: yöre, yakın yer.

    cîz: hurma ağacının kökü.

    cizye: müslüman olmayanlardan alınan vergi.

    cûd: cömertlik.

    Cûdi: bir dağ adı.

    cumâ: önemli bir namaz.

    cumhur: topluluk.

    cumhurî: cumhuriyetle ilgili.

    cumhuriyet: devlet başkanı yönetilenler tarafından seçilen yönetim biçimi.

    cumhuriyetperver: cumhuriyeti seven.

    cûş: coşma, kaynama.

    cûşuhurûş: coşup taşma.

    cûyem: ararım.

    cübbe: namazda giyilen bol elbise.

    cüdâ: ayrı, ayrılmış.

    cühelâ: bilgisizler.

    cühûd: bilerek inkâr etme.

    cülûs: tahta çıkma.

    cümle: bütün, hüküm bildiren söz.

    cümûd: cansız, donuk.

    cümûdet: cansızlık, donukluk.

    cümûdiye: buzul.

    cümûdiyet: donukluk, katılık.

    cüneyd: askercik.

    cünûd: askerler.

    cünûdullah: Allahın askerleri.

    cünûn: delilik.

    cünüb: gusletmesi gereken kimse.

    cüret: ataklık, kendini bilmezlik.

    cüretkâr: atak, kendini bilmez.

    cüretkârâne: atakça.

    cürm: suç.

    cürmümeşhud: suçüstü.

    cürüm: suç.

    cüsse: gövde, kalıp, beden,

    cüz: bölüm, parça.

    cüzî: pek az, ferdi.

    cüziihtiyar: az bir seçme hürriyeti.

    cüziirâde: insanın azıcık iradesi.

    cüziyyât: cüziler.

    cüziyyet: azlık, küçüklük.

    Ç

    çah: kuyu, çukur.

    çâk: çatlak, yarık.

    çal: alnında ve ayaklarının üstünde beyazlık bulunan hareketli at.

    çalab: ilâh, Rab.

    çalâk: atik, çabuk.

    Çamular: Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.

    çâr: dört.

    çar: Rus imparatoru.

    çâre: çıkar yol, kurtuluş yolu.

    çarh: çark, felek, talih.

    çarıyâr: dört büyük halife.

    çariçe: Rus imparatoriçesi.

    çark: dönen, felek, talih.

    çarmıh: suçluyu bağlamak için kurulmuş haç şeklinde ağaç.

    çarnâçar: ister istemez.

    çehre: yüz.

    çelebi: efendi.

    çeleçepe: sağa sola.

    çemen: çimen, yeşillik.

    çemenzâr: çimenlik.

    çendan: gerçi.

    çerağ: çıra, lamba.

    çeşm: göz.

    çeşme: pınar.

    çeşmidîl: gönül gözü.

    çeşmigiryân: ağlayan göz.

    çevik: çabuk davranan.

    çevikçalâk: çevik ve hızlı.

    çığır: patika, ince yol.

    çî: ne?

    çiçekdanlık: çiçeklik.

    çiçekdâr: çiçekli.

    çile: nefsi ıslah için bir yere kapanıp ibadet etmek.

    çilehane: çile evi.

    çimengâh: çimenli yer.

    çîn: buruşukluk.

    çînicebîn: alın buruşuğu.

    Çinimaçin: Çin ve Çinin güney kısmı.

    çirkef: pis su.

    çîz: şey.

    çiznök: dane.

    çorak: verimsiz toprak.

    çuha: sık dokunmuş yün kumaş.
#18.10.2006 02:32 0 0 0
  • D

    dâ: hastalık.

    daavât: dualar.

    dâbb: kertenkele.

    dâbbe: yürüyen yaratık.

    dâbbetülarz: âhirzaman alâmeti olan bir yaratık.

    dâcin: bir nevi kuş.

    dâd: vergi, ihsan.

    dâdıezel: Allah vergisi.

    dâdıhak: Hak vergisi.

    dâfi: defeden, savan.

    dâfia: defetme, savma.

    dâğdağa: gürültü patırtı.

    dâğdâr: yanık, yaralı.

    dağvârî: dağ gibi.

    dâhî: üstün yetenekli.

    dâhil: iç, içeri, içinde.

    dahîl: yabancı, sığıntı.

    dahîlek: sana sığınırım.

    dâhilî: içe ait, içle ilgili.

    dâhiliye: içle ilgili olan, iç işleri.

    dâhiyâne: dahice, gayet zekice.

    dahiye: felâket, büyük belâ.

    dahiye: üstün yetenekli kimse.

    dahl: girme, etki.

    dâî: duacı, çağıran.

    dâil: sapıtmış, azgın.

    dâim: devam eden, süren.

    dâima: devamlı olarak.

    daimî: devamlı, sürekli.

    dâir: ilgili, devreden.

    dâire: saha, alan, geometrik şekil, resmi kurum.

    dâirevârî: daire gibi.

    dâirevî: daire şeklinde.

    dakik: pek ince.

    dakika: pek ince olan, zaman birimi.

    dalâl: sapıklık, haktan ayrılık.

    dalalet: sapkınlık, islâmdan ayrılma, şaşkınlık.

    dalaletâlûd: sapkınlık karışık.

    dalaletpîşe: sapkınlık yolunu tutmuş.

    dalkavuk: menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden.

    dâll: delil olan, yol gösteren.

    dall: sapan, sapıtan.

    dalle: sapanlar, sapıtanlar.

    dallîn: sapkınlar.

    dâlliyet: delil olma, yol gösterme.

    dâm: tuzak, hile, tavan.

    damar: kan borusu, yaradılış, huy.

    dâmen: etek.

    damga: işaret, bellik.

    dânâ: bilgili, âlim.

    dâne: tane, tohum.

    dantela: tentene, dantel.

    dâr: yer, ev, yurt.

    darağacı: idam sehpası.

    darb: vurma, çarpma.

    darbe: tek vuruş.

    darbhane: para basılan yer.

    darbımesel: atasözü.

    dâreyn: her iki dünya.

    dârıharb: savaş yeri, düşman ülkesi.

    dâri: acı bir bitki.

    dârib: vuran, döven.

    dârülfünûn: fenler yeri, üniversite.

    dârülharb: savaş yeri, düşman ülkesi.

    Dârülhikmet: Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş.

    dârülhizmet: hizmet yeri.

    dârülikab: azap yeri, cehennem.

    dârülislâm: Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer.

    Dârüsselâm: kurtuluş ve güven yeri, cennet.

    dâsıtân: destan, meşhur hikâye.

    dâsıtâne: destan gibi olan.

    dâussılâ: vatan hasreti.

    dâva: savunulan düşünce, hak talebi, önemli mesele.

    dâvet: çağrı.

    dâvetname: davet mektubu.

    Dâvûd: büyük bir peygamber.

    Dâvûdvârî: Davut alehisselâm gibi.

    dâye: dadı, çocuk bakıcısı.

    debdebe: gösteriş gürültüsü, görkem.

    debretmek: kımıldatmak.

    deccâl: kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse.

    deccâlâne: deccal gibi.

    deccâliyet: din yıkıcı deccalın ilkeleriyle hareket edenlerin oluşturduğu mânevî şahsiyet.

    def: savma, savuşturma.

    defâ: kez, kere.

    defâât: defalar, kereler.

    defâin: defineler.

    defâten: birdenbire.

    defî: bir anda.

    defîne: yere gömülmüş kıymetli eşya.

    defn: gömme.

    defnetmek: gömmek.

    defterdâr: defterci, defter tutan.

    dehâ: üstün zekâ.

    dehâlet: girme, sığınma.

    dehân: ağız.

    dehlîz: dar ve uzun geçit.

    dehr: zaman, devir.

    dehrî: zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci.

    dehriyye: dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu.

    dehriyyûn: zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler.

    dehşet: ruhu birden kaplayan korku.

    dehşetengiz: korku verici.

    dejenere: bozulma, soysuzlaşma.

    dek: hile, oyun.

    dekaik: incelikler.

    dekk: ufalanma.

    delâil: deliller, kanıtlar.

    delâlat: delâletler, delil olmalar.

    delâlet: delil olma, yol gösterme.

    delâleten: delil olarak, yol göstererek.

    delîl: yol gösterici, kanıt.

    dellâl: yüksek sesle ilan eden, duyuran.

    delv: kova burcu.

    dem: kan, zaman, konu, kıvam.

    demâ: her zaman.

    demâdem: zaman zaman.

    demagoji: güzel sözlerle halkı kandırma siyaseti.

    dembedem: zaman zaman.

    demdeme: vızıltı, ses.

    demode: modası geçmiş.

    demokrasi: yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli.

    demvurmak: söz etmek.

    denâet: alçaklık.

    denî: alçak.

    deniye: alçak olan.

    depresyon: ruhî çöküntü.

    der: "içine, içinde" mânâsında ön ek.

    derâkab: hemen, derhâl.

    derârî: parlak yıldızlar, renkli şeyler.

    derc: içine alma, sokma.

    dercân: canına sokma, içine alma.

    derd: dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele.

    derdmend: derdi olan.

    derecât: dereceler, yukarı katlar.

    derece: gitgide yükselen durumların her biri, kerte.

    derekab: hemen ardından.

    derekât: derekeler, aşağı katlar.

    dereke: gitgide alçalan durumların her biri.

    dergâh: makam, tekke.

    derhâtır: hatırlama.

    derk: anlama, kavrama.

    derketmek: anlamak, kavramak.

    dermân: ilaç, çare, güç.

    dermeyân: ortada, ortaya.

    derpey: ardı sıra.

    Dersaadet: istanbul.

    dershane: ders okunan yer.

    dersiâmm: herkese ders verebilen hoca.

    deruhte: üzerine alma, yüklenme.

    derûn: iç, gönül.

    derûnî: içle ilgili, içten.

    derviş: yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse.

    derya: deniz.

    desâis: desiseler, hileler, oyunlar.

    desâtir: düsturlar, ilkeler.

    desîse: hile, oyun.

    dessas: hileci, oyuncu, aldatıcı.

    dessasâne: hileci, aldatıcı gibi.

    dest: el.

    destan: kahramanlık hikâyesi.

    destbedest: el ele.

    deste: demet, tutam.

    destek: dayanak.

    destgâh: tezgâh, işyeri.

    destûr: izin.

    dev: masallarda geçen korkutucu varlık.

    devâ: ilaç.

    devâen: ilaç olsun diye.

    devâhî: büyük belâlar, üstün zekâlılar.

    devâir: daireler, işyerleri.

    devam: sürüp gitme.

    deverân: dönme, dolaşım.

    devir: dönme, dolaşma, aktarma.

    devlet: ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk.

    devr: devir, dönem, dönme, dolaşma, aktarma.

    devran: felek, talih.

    devre: dönem.

    devriye: dönen, dolaşan.

    deyn: borç.

    Deyyan: herkesin hakkını en iyi bilen ve veren Allah.

    Dıhye: bir sahabe.

    dırahşan: parlayan.

    dıyk: darlık.

    dibâce: önsöz, başlangıç.

    didar: göz, görme, görünme.

    dîde: göz.

    dîdebân: gözcü, gözleyen.

    dîk: ince, dar.

    dikkat: duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik.

    dikta: zorbalık.

    diktatör: devleti keyfine göre idare eden "ulu" önder.

    dil: gönül, kalb.

    dilber: gönül alan güzel.

    dilşâd: gönlü hoş olmuş.

    dimağ: beyin.

    dimdik: gaga.

    din: peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam.

    dinamik: hareketli.

    dinar: eskiden kullanılan bir para.

    dindarâne: dindarca.

    dindaş: aynı dinden olan.

    dinperver: dini seven.

    dinsizdârâne: dinsizce.

    diplomat: ülkenin dış işleriyle uğraşan memur.

    dirâyet: yetenek, beceri, sezgi.

    direktif: yönlendirici emir.

    direm: dirhem.

    dirhem: üç gramlık ağırlık ölçüsü.

    diritnavt: diritnot.

    diritnot: büyük savaş gemisi.

    disiplin: uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı düzen.

    divan: şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir.

    divâne: aklı tam olmayan, kaçık.

    divânece: divane gibi.

    divanhâne: geniş sofa, salon.

    divânıharb: askeri mahkeme.

    diyânet: dindarlık, din işleri.

    diyâneten: dindarlık bakımından.

    diyar: ülke, yer.

    diyet: kan bedeli, can pahası.

    diyk: darlık, sıkışıklık.

    dogma: tartışılmayan kesin fikir.

    dogmatizm: bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe.

    doktrin: bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti.

    donanma: kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik.

    dost: samimi arkadaş.

    dostâne: arkadaşça.

    duâ: Allaha yalvarma, yakarış, isteme, dileme.

    dûçar: tutulmuş, yakalanmış.

    duhâ: kuşluk vakti.

    duhan: duman.

    duhûl: girme.

    dumûr: körelme, kuruma.

    dûn: aşağı.

    dûnhimmet: gayreti az.

    dûr: uzak.

    dûrendiş: ilerisi için kaygılanan.

    dûrendişâne: ilerisi için kaygılanırcasına.

    durûbuemsâl: atasözleri.

    dûş: omuz.

    dûşâb: pekmez.

    dü: iki.

    düello: şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması.

    dühât: dahiler, üstün zekalılar.

    dükkân: öteberi satış yeri.

    Düldül: Peygamberimizin Hazreti Aliye hediye ettiği binek hayvanı.

    dülger: marangoz.

    dümdâr: ordunun arkasında giden gurup.

    dünyâ: içinde yaşadığımız âlem.

    dünyâdâr: dünyalı.

    dünyâperest: taparcasına dünyaya yönelen.

    dünyevî: dünya ile ilgili, dünyalı.

    dürbîn: dürbün.

    dürer: inciler.

    dürr: inci.

    Dürriyetim: Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm.

    dürûs: dersler.

    dürüst: doğru, düzgün.

    düstûr: ilke, kural.

    düşâb: pekmez.

    düşeş: iki altılık.

    düşvâr: zor, güç.

    düvel: devletler.

    düyûn: borçlar.
#18.10.2006 02:34 0 0 0
  • E

    eâmm: pek umumi, en genel.

    eâzım: büyükler.

    eb: baba.

    ebâbil: bir kuş türü.

    ebâd: boyutlar, uzaklıklar.

    ebâtıl: boş inanışlar.

    ebced: Arap harflerinin diziliş sırası, bu harflerin rakam olarak değerlerinden yola çıkılarak yapılan hesap.

    ebcedî: ebcedle ilgili.

    ebdâ: en güzel, en bedi.

    ebed: sonsuz gelecek zaman.

    ebeden: sonsuza dek.

    ebedî: sonsuzla ilgili.

    ebediyet: sonsuzluk.

    ebediyyen: sonsuza kadar.

    ebedperest: sonsuzluğu sevip arzulayan.

    ebedülâbâd: sonsuzlar sonsuzu.

    ebeveyn: ana ile baba.

    ebkem: dilsiz.

    eblağ: yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü.

    ebleh: alık, budala.

    eblehâne: alıkça, budalaca.

    ebnâ: oğullar.

    ebnâyıcins: aynı türden olanlar.

    ebrâr: hayırlılar, iyiler.

    Ebrehe: Kâbeyi yıkmak isteyen kumandan.

    ebrû: kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı.

    ebsâr: gözler.

    ebter: güdük, kesik.

    ebû: baba, ata.

    ebulâşey: hiçbir şeyi olmayan.

    ebvâb: kapılar, bölümler.

    ebyât: beyitler.

    ebyâz: en beyaz, parlak.

    ecânib: yabancılar.

    ecdâd: atalar, dedeler.

    ecel: ömrün sonu, vade.

    ecell: en büyük.

    echel: en cahil.

    echeliyet: aşırı bilgisizlik.

    ecinnî: tek cin.

    ecir: ücret, karşılık.

    ecîr: ücretle çalışan.

    ecirnâ: bizi koru.

    ecirnî: beni koru.

    eclâ: en parlak.

    ecliyet: sebeplik.

    ecmâ: en toplu.

    ecmâin: hepsi, cümlesi.

    ecmel: en güzel.

    ecnâs: cinsler, türler.

    ecnebî: yabancı.

    ecr: ücret, karşılık.

    ecrâm: cansız varlıklar.

    ecsâd: cesetler.

    ecsâm: cisimler.

    ecvibe: cevaplar.

    eczâ: cüzler, parçalar, kimyevi madde.

    eczâhâne: ilaç yapılıp satılan işyeri.

    edâ: yapma, ödeme, davranış, anlatım yolu.

    edat: "hem, için" gibi kendi başına mânâsı olmayan yardımcı kelime.

    eddâî: belli bir duacı, duacınız.

    edeb: terbiye, güzel ahlak, haya.

    edebî: edeple ilgili, güzel söz ve yazı.

    edebiyat: güzel ve etkili biçimde konuşma ve yazma sanatı.

    edebiyyûn: edebiyatçılar.

    edevât: âletler.

    edîb: edebiyatçı, edepli, terbiyeli.

    edîbâne: edebiyatçı gibi, edeplice, terbiyelice.

    edille: deliller, kanıtlar.

    ednâ: pek aşağı.

    edvâr: devirler, dönemler.

    edviye: devalar, ilaçlar.

    edyân: dinler.

    efâdıl: üstün nitelikli kimseler.

    efâl: fiiller, işler.

    efdal: daha üstün.

    efendi: sahip, saygın, terbiyeli.

    efgan: figanlar, inlemeler.

    efhâm: anlamalar, en iyi anlayan.

    efkâr: fikirler.

    efkârıâmme: umumun fikirleri, halkın düşünceleri.

    eflâk: gökler.

    Eflâtun: eski bir filozof

    efrâd: bireyler, insan tekleri.

    efsah: daha düzgün anlatım.

    efsâne: uydurulmuş hikâye, mitoloji.

    efsûn: sihir, büyü.

    efşan: "saçan" mânâsında son ek.

    efzâ: "artıran" mânâsında son ek.

    efzûn: fazla, çok.

    ego: ben, ene.

    eğerçi: gerçi.

    eğlenceperest: eğlenceye pek düşkün.

    Ehad: "bir, tek, benzersiz" olan Allah.

    ehâdîs: Peygamberimizin sözleri.

    ehadiyet: Allahın her bir eserindeki birlik tecellisi.

    ehaff: pek hafif.

    ehak: en hak, daha gerçek.

    ehass: en has.

    ehbâr: âlimler.

    ehemm: en önemli.

    ehemmiyet: önem.

    ehemmiyetkârâne: önem verircesine.

    ehevât: kardeşler.

    ehibbâ: ahbaplar, sevilenler.

    ehil: dost, sahip, usta.

    ehlen-sehlen: hoş geldiniz.

    ehlî: alışık olan, evcil.

    Ehlibeyt: Peygamberimizin neslinden olan.

    ehlibidâ: dine aykırı olanı dine sokanlar.

    ehlidalalet: islâmdan sapanlar, sapkınlar.

    ehlidünyâ: dünya adamı, âhireti düşünmeyen.

    ehlifelsefe: felsefeciler, felsefeye önem veren kimseler.

    ehlifen: fen ilimleriyle uğraşanlar.

    ehligaflet: gaflette olanlar, kul olduğunu hatırlamadan yaşayanlar.

    ehlihak: hak yolda olan.

    ehlihakîkat: hakikatı bulan kimseler.

    ehlihâl: inandıkları mânâları hâlleriyle yaşayanlar.

    ehlihidâyet: îman yoluna erenler, müminler.

    ehliîman: îmanlılar.

    ehliinsaf: insaflılar.

    ehliislâm: müslümanlar.

    ehlikalb: kalben ileri gidenler.

    ehlikeşif: perdeli olanı bilen velî.

    ehlikitab: ilâhî kitaplardan birine inanan.

    ehlikubûr: kabirdeki ölüler.

    ehliküfür: kâfirler.

    ehlinecat: kurtulanlar.

    ehlisefâhet: günahlara dalanlar.

    ehlisuffa: Peygamberimizin mescidinde kalan sahabeler.

    ehlisünnet: Peygamberimizin hak yolunda yürüyenler.

    ehlişirk: Allaha ortak koşanlar.

    ehlitakva: Allahtan korkup günahtan sakınan kimseler.

    ehlitarik: tarikat adamı.

    ehlitarikat: tarikata bağlı olan.

    ehlitevhid: Allahın birliğine inananlar.

    ehlivelâyet: velîler, erenler, kalbi nurlanmış müminler.

    ehlivukuf: iyi bilenler, bilirkişiler.

    ehliyyet: yeterlik, ustalık, yetki.

    ehlullah: Allah adamı, evliya, ermiş.

    ehram: firavun mezarı.

    Ehriman: ateşe tapanların kötülük tanrısı.

    ehülacâib: acayip şeylerin kardeşi.

    ehva: nefis arzuları, boş istekler.

    ehvâl: korkular.

    ehven: en zararsız, pek ucuz.

    ehvenüşşerreyn: iki şerden daha az zararlı olanı.

    ehya: ucuzluk, bolluk.

    eimme: imamlar, öncüler.

    ejder: büyük yılan.

    ejderha: iri yılan.

    ekâbir: büyükler.

    ekall: en az.

    ekalliyet: azlık, azınlık.

    ekânim: asıllar, rükünler.

    ekber: en büyük.

    ekdâr: kederler, üzüntüler.

    ekl: yeme.

    ekmel: en mükemmel.

    ekol: bir fikir üzerine kurulu okul, meslek.

    Ekrad: Kürtler.

    ekrem: daha kerim, en iyi.

    ekser: daha çok.

    ekserî: çoğunlukla.

    ekseriya: ekseriyetle, çoğunlukla.

    ekseriyet: çoğunluk.

    ekseriyetle: çoğunlukla.

    ekva: daha kuvvetli.

    ekvan: yaratılanlar.

    ekvanî: yaratılanlarla ilgili.

    ekvator: dünyayı ikiye ayıran hayâlî çizgi.

    el-amân: aman diliyorum!

    elân: şimdi, hâlâ.

    elâstik: esnek.

    elbette: kesinlikle.

    elcevab: cevabı şu.

    elem: acı.

    eleman: bir bütünün parçaları.

    elemkârâne: acılı bir biçimde.

    elemnâk: acı verici, acılı.

    elf: bin sayısı.

    elfâtiha: Fatiha sûresi.

    elfaz: lafızlar, sözler.

    elhak: hakikaten, doğrusu.

    elhamdülillâh: Allaha hamdolsun.

    elhannas: sinsice aldatan şeytan.

    elhâsıl: kısacası, özetle.

    elhubbulillâh: sevgi Allah içindir.

    elhükmülilekser: hüküm eksere göre verilir.

    elîf: alışan, alışkın.

    elîm: acı veren, acılı.

    elîmâne: acılı biçimde.

    elîme: acılı hâl.

    elîyâzübillâh: Allaha sığınırız.

    elkab: lâkaplar.

    elmas: değerli bir taş.

    elsine: lisanlar, diller.

    eltâf: lütuflar, en latîf, en hoş.

    elvah: levhalar, tablolar.

    elvan: renkler.

    elvanıseba: yedi renk.

    elvedâ: şu ayrılık!

    elyak: daha lâyık.

    elyevm: bugün.

    elzem: daha gerekli.

    elzemiyet: daha gereklilik.

    emam: ön taraf.

    eman: güven, güvenlik.

    emânât: emanetler.

    emânet: sonra alınmak üzere verilen şey.

    emâneten: emanet olarak.

    emâni: güvenlik.

    emârât: emareler, belirtiler.

    emâre: iz, belirti, bellik.

    emâret: beylik.

    emel: ümit, arzu.

    Emevîler: bir islâm devleti.

    emîn: güvenilir.

    emîr: bey, başkan.

    emirber: emir dinleyen.

    emirnâme: emir yazısı.

    emlâk: taşınmaz mallar.

    emmâbâdü: bundan sonra.

    emmâre: emreden, zorlayan.

    emn: eminlik, güvenlik.

    emniyet: güven, güvenlik.

    emperyalizm: bir ülkenin sınırlarını genişletme politikası.

    emr: emir, buyruk.

    emrâz: marazlar, hastalıklar.

    emsâl: misaller, eşler, benzerler.

    emsile: misaller, örnekler.

    emşac: nutfe, dağınık.

    emtar: yağmurlar.

    emvâc: dalgalar.

    emvâl: mallar.

    emvât: ölüler.

    emzice: mizaçlar, huylar.

    enam: yaratıklar, varlıklar.

    enâniyet: benlik, gurur.

    enbiyâ: nebîler, peygamberler.

    encam: son.

    encümen: meclis, komisyon.

    endad: benzerler, misiller.

    endâm: beden, boy.

    endaz: "atan, atıcı" mânâsında son ek.

    ender: içinde.

    ender: pek az bulunan.

    endîşe: kaygı.

    Endülüs: bir islâm devleti.

    ene: ben, benlik.

    enerji: güç.

    enfâ: daha faydalı.

    enfâs: nefesler.

    enfes: pek nefis, çok hoş.

    enfûs: nefisler, ruhlar.

    enfüsî: nefisle ilgili, insanlarının kendi iç âlemlerine ait.

    engiz: "koparan, veren" mânâsında son ek.

    engizisyon: kiliselerin işkenceci mahkemeleri.

    enhâr: nehirler, ırmaklar.

    enîn: inilti.

    enîndâr: inleyen.

    enîs: dost, arkadaş.

    enkaz: yıkıntı.

    enmûzec: nümune, örnek, model.

    ensâb: soylar, nesepler.

    ensac: dokumalar.

    ensâf: yarımlar.

    ensâl: nesiller, kuşaklar.

    ensâr: yardımcılar, Medineli sahabeler.

    enseb: en uygun.

    ente: sen.

    entrika: hile, düzen.

    envâ: neviler, türler.

    envâen: türler olarak.

    envâr: nurlar.

    enver: pek nurlu.

    enzâr: nazarlar, bakışlar.

    erâcif: uydurma sözler.

    erakk: pek ince.

    erbaa: dört.

    erbâb: sahipler, becerikliler, terbiyeciler.

    erbâin: kırk.

    erbâiyyet: dört olmak.

    Ercûze: Hazreti Alinin meşhur bir kasidesi.

    erhâm: döl yatakları, rahimler.

    erham: en merhametli.

    Erhamürrahimîn: merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah.

    erîke: koltuk, taht.

    erkân: esaslar, rükünler.

    ervâh: ruhlar, canlar.

    erzâil: reziller, alçaklar.

    erzâk: rızıklar, yiyecekler.

    erzan: pek ucuz.

    erzâl: reziller.

    erzel: daha rezil.

    esâbi: parmaklar.

    esâd: daha mutlu.

    esâdekümullah: Allah saadet versin.

    esahh: daha doğru.

    esâlib: üslûplar, tarzlar.

    esamî: isimler.

    esâret: esirlik, tutsaklık.

    esas: temel, kök.

    esasât: temeller, esaslar.

    esâtir: uydurulmuş hikâyeler, mitoloji.

    esbâb: sebepler, vasıtalar, vesileler, araçlar.

    esbâbperest: sebepleri yaratıcı sanan.

    esbak: daha önceki.

    esbât: torunlar.

    esdâf: sadefler, inci kabukları.

    esdikâ: sadıklar.

    esed: aslan.

    Esedullah: Allahın aslanı.

    esef: tasa, üzüntü, gam.

    esefâ: yazık!

    eser: yapı, iz, kitap.

    esfel: en aşağı.

    esfelisâfilîn: aşağıların en aşağısı.

    eshâb: sahipler.

    esham: hisseler, paylar.

    eshel: daha kolay.

    esîle: sorular, sualler.

    esîr: alemi kaplayan incecik madde.

    esir: savaşta teslim alınan kimse.

    Eski Said: Bediüzaman Hazretlerinin hayatında birinci dönem ismi.

    eslâf: selefler, öncekiler.

    eslâh: en iyi, en sâlih.

    eslem: en sağlam, en emin.

    esliha: silahlar.

    esmâ: isimler.

    esmaî: isimlerle ilgili.

    Esmaülhüsnâ: Allahın güzel isimleri.

    esmar: meyveler.

    esmer: rengi karaya çalan.

    esnâ: ara, vakit, sıra.

    esnâf: sınıflar, alım satımcı.

    esnam: sanemler, putlar.

    esrâ: pek çabuk.

    esrâr: sırlar, gizli mânâlar.

    esrârengiz: gizli ve sırlı olan.

    esrarkeş: esrar çeken.

    essebebükelfâil: sebep olan yapan gibidir.

    estağfirullah: Allah kusurumu affetsin.

    ester: katır.

    esvâb: giyecekler.

    esvât: sesler.

    esved: siyah, kara.

    eşâr: şiirler.

    Eşârî: itikadî bir hak mezhep kuran âlimin namı.

    eşbah: benzeyenler.

    eşcâ: daha yiğit.

    eşcâr: ağaçlar.

    eşedd: pek şiddetli.

    eşeff: en saydam.

    eşekk: pek şüpheci.

    eşfa: en çok şefaat eden.

    eşfâ: pek şifalı.

    eşfak: çok şefkatli.

    eşgal: işler, meşguliyetler.

    eşhas: şahıslar, kişiler.

    eşhûr: aylar.

    eşirrâ: şerliler, kötüler.

    Eşîya: bir peygamber.

    eşk: gözyaşı.

    eşkâl: şekiller.

    eşkıyâ: yol kesenler.

    eşmel: çok kaplayıcı.

    eşnê: en kötü.

    eşrâf: şerefliler, ileri gelenler.

    eşrâr: şerliler, kötüler.

    eşrât: şartlar, belirtiler.

    eşrâtısaat: kıyamet alâmetleri.

    eşref: en şerefli.

    eşrefimahlûkât: yaratılanların en şereflisi.

    eşşehîr: meşhur, ünlü, tanınmış.

    eşşükrülillah: şükür Allahadır.

    eşvâk: şevkler, aşırı istekler.

    eşya: nesneler, şeyler.

    etbâ: tâbî olanlar, bağlılar.

    etemm: en tam, noksansız.

    etfâl: tıfıllar, çocuklar.

    etıbbâ: tabipler, doktorlar.

    etîme: yemekler.

    etka: günah işlemekten çok çekinen.

    etkıyâ: çok takvalılar.

    etrâf: yanlar, taraflar.

    Etrâk: Türkler.

    etvâr: tavırlar, davranışlar.

    evâhir: âhirler, sonlar.

    evâil: başlangıçlar.

    evâmir: emirler.

    evânî: kaplar.

    evâsıt: vasatlar, orta hâlli olanlar.

    evc: doruk, yüce.

    evfak: en uygun.

    evhâm: vehimler, kuruntular.

    evkaf: vakıflar.

    evkat: vakitler.

    evkemâkal: söylendiği gibi.

    evlâ: daha iyi.

    evlâd: veledler, çocuklar.

    evleviyet: öncelik.

    evliyâ: kalbi nurlu müminler, erenler, velîler.

    evliyâullah: Allahın velîleri, sevgili kulları.

    evrâd: devamlı okunan dualar, zikirler.

    evrak: yapraklar, kağıtlar, belgeler.

    evride: toplardamar.

    evsâf: vasıflar, özellikler.

    evsat: orta, orta hâl.

    evtâd: direkler, kazıklar.

    evtâr: tek, eşsiz.

    evvâbin: tevbe edip günahtan dönenler.

    Evvel: herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden Allah.

    evvel: ilk, önce, birinci.

    evvelâ: birincisi, önce.

    evvelbaba: ilk baba, her türün bir anda yaratılan ilk ferdi.

    evvelen: ilk olarak.

    evvelîn: öncekiler.

    evzâh: daha açık.

    ey: hitap sözü.

    eyâdi: eller.

    eyne: nereye, nerede?

    eynelmefer: nereye kaçmalı?

    eynesserâminessüreyya: yer nerede, Süreyya nerede?

    eytam: yetimler, babaları ölmüş çocuklar.

    eyvallah: peki, öyle olsun.

    eyvan: köşk, saray.

    eyyâm: günler.

    Eyyûb: hastalığına sabretmesiyle meşhur bir peygamber.

    eyyü: "ya, ey" mânâsında hitap edatı.

    eyyühelmünâfık: ey münafık, ey mümin görünen kâfir!

    eyzan: önceki gibi.

    ez: "den, dan" mânâsında ön ek.

    ezâ: üzme, incitme.

    ezahir: çiçekler.

    ezan: namaza davet için edilen nida.

    ezber: zihinde tutma.

    ezcümle: meselâ, bunun gibi.

    ezdâd: zıtlar.

    ezel: başlangıcı olmama, öncesizlik.

    ezelî: başlangıcı olmayan.

    ezeliyet: varlığının başlangıcı olmama.

    ezhân: zihinler.

    ezhâr: çiçekler.

    Ezher: Mısırda bulunan büyük bir üniversite.

    ezher: pek parlak.

    eziyet: büyük sıkıntı, incinme.

    ezkâr: zikirler, Allahı anmalar.

    ezkaza: kaza olarak.

    ezkiyâ: temiz ve iyi insanlar.

    ezkiya: zekiler.

    ezlem: en zâlim.

    ezman: zamanlar.

    ezmine: zamanlar.

    ezost: ondan.

    ezvâc: eşler.

    ezvâcıtâhirât: Peygamberimizin iffetli hanımları.

    ezvak: zevkler.

    ezyâl: zeyiller, ekler.
#18.10.2006 02:35 0 0 0
  • F

    faal: çalışkan, işleyen.

    faalâne: çalışkanca.

    faaliyet: çalışkanlık, çalışma.

    Faalünlimâyürîd: her istediğini yapabilen Allah.

    fâcia: acıklı olay.

    fâcir: günah işleyen.

    fâcire: günahkâr kadın.

    fâdıl: üstün nitelikli.

    fahâmet: anlayışlılık.

    fâhim: anlayışlı.

    fâhir: övünen, iftihar eden.

    fâhiş: ahlâksız, aşırı.

    fâhişe: büyük günahlar işleyen iffetsiz kadın.

    fâhişehâne: genelev.

    fahl: ileri gelen, üstün.

    fahm: kömür, karbon.

    fahr: övünme, iftihar etme.

    fahrî: karşılıksız, parasız.

    Fahriâlem: âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz.

    Fahrikâinat: kâinatın övüncü olan Peygamberimiz.

    fahriye: övünme.

    fahrüddeverân: devirlerin övüncü.

    fahşâ: büyük günahlar.

    fahûr: çok övünen.

    fâide: fayda, yarar.

    fâik: üstün.

    fâikiyet: üstünlük.

    fâil: iş yapan, özne.

    fâiz: paranın haram olan kârı.

    fakat: ama.

    fâkat: yokluk, bulunmama.

    fakd: bulunmayış.

    fakdülahbâb: sevilenlerin bulunmaması.

    fâkih: islâm hukukunu bilen.

    fâkihe: yaş meyve, yemiş.

    fakîr: muhtaç, yoksul.

    fakîrâne: fakirce.

    fakîrülhâl: fakir hâlde.

    fakr: yoksulluk, muhtaçlık.

    fakrıhâl: fakir hâllilik.

    fakrımutlak: tam ve sınırsız fakirlik.

    fakrpîşe: fakirlik yolunda.

    fakruzarûret: fakirlik ve yoksulluk.

    faktör: bir sonucu oluşturan unsurlardan her birisi.

    fakülte: meleke, üniversitenin bölümlerinden her biri.

    fâl: fal, belirti, uğur.

    Fâlık: büyümesi için tohumu çatlatan Allah.

    fâlihayr: iyilik belirtisi.

    familya: aile, soy.

    fanatik: aşırı taraftar.

    fânî: geçici, ölümlü.

    fâniyât: faniler, gelip geçiciler.

    fantâziye: yalandan gösteriş, boş debdebe.

    fantezi: hayâl ürünü, aşırı süs.

    fanus: süslü fener.

    Farâbî: Aristonun tesirinde kalan bir filozof.

    Faraklit: Peygamberimizin incildeki ismi.

    Fârân: Mekke dağlarının incildeki adı.

    faraş: süprüntü toplama aleti.

    farazâ: diyelim ki.

    farazî: farzedilen, varsayılan.

    faraziye: ispat edilmemiş düşünce, varsayım.

    farfara: gürültücü, övüngen.

    fâriğ: devreden, geçiren, çekilen.

    fârika: ayırıcı özellik.

    Fâris: iranlı.

    Fârisî: iran dili, iranla ilgili.

    farîza: kaçınılmaz ödev, boyun borcu.

    fark: ayrılık, başkalık.

    farmason: mason, islâm düşmanı.

    Fars: iranlı.

    fart: aşarılık.

    Fârûk: "hak ile batılı ayıran" mânâsında Hazreti Ömerin lâkabı.

    farz: her müslümanın şahsen yapmakla yükümlü bulunduğu ilâhî emir.

    farzetme: sayma, tutma.

    farzıayn: her müminin mutlaka yapması gereken vazife.

    farzıkifâye: bazı müminlerin yapmasıyla sorumluluktan kurtulunan vazife.

    farzımuhâl: imkânsızı bir an mümkün sayma.

    farziyet: farz oluş.

    fâsık: günahkâr.

    fâsıkımütecâhir: açıkça günah işlemekten utanmayan.

    fâsıl: ayıran, bölen.

    fasıl: mevsim, bölüm.

    fâsıla: ara, durak.

    fâsılasız: aralıksız.

    fâsid: bozuk, yanlış.

    fasîh: düzgün ve güzel konuşan.

    fâsih: fesheden, bozan,

    fasl: bölüm, mevsim.

    fâş: ortaya çıkmış.

    faşist: ırka dayalı baskı rejimine taraftar olan kimse.

    Fâtır: benzeri bulunmayan eserleri yaratan Allah.

    fâtih: açan, fetheden.

    fâtiha: başlangıç, birinci sûre.

    fâtihâne: fatihçe.

    fâtinülasr: asrın en akıllısı.

    faysal: hakkı batıldan ayıran.

    fayton: at ile çekilen binek arabası.

    fazâil: faziletler, üstünlükler.

    fâzıl: faziletli, üstün.

    fazîlet: üstün nitelik, meziyet.

    fazîletfuruş: üstünlük taslayan.

    fazîletkâr: faziletli, üstün nitelikli.

    fazîletmeab: üstün nitelikleri olan.

    fazîletperver: üstün nitelikleri seven.

    fazl: üstünlük, lütuf.

    fazlî: iyilik olsun diye.

    febiha: ne âlâ.

    fecâat: acıklı durum.

    fecere: günah işleyenler.

    fecet: acıklı hâl.

    fecî: çok acıklı.

    fecir: havanın ağarma zamanı.

    fecr: fecir, tan.

    fecrikâzib: yalancı fecir.

    fecrisâdık: gerçek fecir.

    fedâ: değerli nesi varsa verme.

    fedâî: feda eden, kendini adayan.

    fedâkâr: fedacı.

    fedâkârâne: fedakârca.

    fehim: anlama.

    fehm: anlayış.

    fehmen: anlama bakımından.

    fehmetmek: anlamak.

    fehva: mânâ, kavram.

    fekahet: fıkıh ilminde âlimlik, anlayışlılık.

    fekk: açma, ayırma.

    felâh: tam kurtuluş.

    felâhat: tarımcılık.

    felâket: büyük zararlar veren olay.

    felâketzede: felâkete uğramış.

    felâsife: felsefeciler, felsefeler.

    felç: inme.

    felek: gök, talih.

    felekiyyât: gök ilmi.

    felekiyyûn: gök ilimcileri.

    feletât: sürçmeler, falsolar.

    felillâhilhamd: Allaha hamdolsun.

    fellâh: ekinci, tarımcı.

    fels: bakır para, pul.

    felsefe: akıl yoluyla "niçin" sorusuna cevap arayan ilim.

    felsefî: felsefeyle ilgili.

    fem: ağız.

    fen: maddî ilim, bilim, hüner.

    fenâ: yokluk, geçicilik, kötü.

    fenâfilihvan: kardeşlerin varlığında erime.

    fenâfillâh: dünyayı kalben terkedip tamamen Allaha yönelmek.

    fenâfirresûl: kendi isteklerini terkedip peygamberde fani olmak.

    fenâfişşeyh: şeyhinde fani olmak.

    fennen: fence.

    fennî: fenle ilgili.

    fer: ışık, parıltı, süs.

    fer': ikinci derecede olan, kol, dal.

    ferâce: bütün vücudu kaplayan bir cins elbise.

    ferâgat: hakkı olanı bile istememe.

    ferah: geniş, iç açıcı, tasasız.

    ferâiz: farzlar, yapılması mecburi olan dinî emirler.

    ferâset: anlayış.

    ferc: yarık, dişi tenasül uzvu.

    ferd: fert, birey, tek, benzersiz.

    ferdâ: yarın.

    ferdaniyet: teklik, birlik, benzersizlik.

    ferdî: şahsî.

    ferdiferîd: benzeri görülmemiş, eşsiz.

    ferdiyet: birlik, teklik, eşsiz ve benzersiz oluş.

    ferec: ferahlık, genişlik, rahatlık.

    ferh: yavru.

    ferhan: sevinçli, rahat.

    ferî: ayrıntılarla ilgili.

    ferîd: eşi ve benzeri bulunmayan, yekta.

    ferik: general.

    ferikiyet: generallik.

    ferişte: melek.

    feriyye: ayrıntılar.

    fermâ: buyurucu.

    ferman: kesin emir, hüküm, bildiri.

    Ferraşin: Doğuda büyük bir ova.

    fersah: beş kilometrelik mesafe.

    ferş: yer, döşeme.

    feryâd: yüksek sesle yardım isteme.

    feryâdüfîzar: yüksek sesle yardım isteme ve yalvarma.

    ferzendâne: evlat gibi.

    fesâd: fesat, bozukluk, karışıklık.

    fesâdât: fesatlar, bozukluklar, karışıklıklar.

    fesâhat: düzgün ve güzel söz söyleme.

    fesh: bozma, kaldırma.

    fesl: ek yeri, hak söz.

    fesübhanallah: Allah bütün noksanlıklardan uzaktır.

    feşân: "saçan" mânâsında son ek.

    fetânet: zihin açıklığı, çabuk kavrayış.

    fetebârekallah: Allah mübarek etsin.

    fetevâ: fetvalar.

    feth: açma, fetih.

    fetih: açma, ele geçirme.

    fetişizm: bazı eşyaları putlaştırıp aşırı düşkünlük gösterme.

    fetk: ayırma, yarma.

    fetret: iki peygamber arasındaki bulanık zaman.

    Fettâh: her şeyi görülmedik biçimlerde açan Allah.

    Fettâhiyet: herşeyi uygun şekilde açma fiili.

    fetvâ: bir meseleyle ilgili dinî hüküm.

    fevâid: faydalar.

    fevâsıl: fasıllar, bölümler.

    fevâtih: başlangıçlar.

    fevc: gurup, topluluk.

    feverân: fışkırma, hızla çıkma.

    fevk: üst.

    fevkalâde: olağanüstü.

    fevkalbeşer: insanüstü.

    fevkalhad: sınırın üstünde.

    fevkalkanun: kanun üstü.

    fevkalkül: hepsinin üstü.

    fevkalmêmul: umulanın üstünde.

    fevkalzaman: zaman üstü.

    fevkaniyet: üstünlük.

    fevrî: hemen, düşünmeden.

    fevt: yitme, ölme.

    fevzâ: kargaşa.

    feya: ey!

    feyaacaba: hayret doğrusu!

    feyalilaceb: hayret ifadesi.

    feyezân: su taşkını.

    feyiz: bolluk, bereket, mânevî gıda.

    feyizdâr: feyizli.

    feyizkâr: feyizli.

    feyizyâb: feyiz alma, manen istifade etme.

    feylesof: filozof, felsefe ile uğraşan kişi.

    feylesofâne: filizofça.

    feylûle: ikindiden akşama kadar olan mekruh uyku.

    feyyâz: çok feyiz veren.

    feyz: bolluk, bereket, mânevî gıda.

    feza: artıran, çoğaltan.

    fezâ: uzay.

    fezâil: faziletler, üstün nitelikler.

    fezleke: özet.

    fıkdan: yokluk, bulunmama.

    fıkıh: ince anlayış, islâm hukuku.

    fıkra: kısa yazı, küçük hikâye, nükteli hikâyecik.

    fırâk: fırkalar, partiler, bölükler.

    fırfıra: topaç.

    fırka: parti, bölük.

    fırtına: şiddetli rüzgâr, korkutucu dalgalanma.

    fısk: günah, haktan sapma.

    fışkı: pislik, hayvan gübresi.

    fıtnat: yaradılıştan gelen iyi anlama kabiliyeti.

    fıtra: fitre, her zenginin vermesi gereken sadaka.

    fıtrat: yaradılış.

    fıtraten: yaradılıştan.

    fıtrî: yaradılışla ilgili.

    fî: içinde, içine, hakkında, üzere, dair.

    fidda: gümüş.

    fidye: bir suçtan veya esirlikten kurtuluş parası.

    figan: çığlık, inilti.

    figür: şekil.

    fîhinazarun: bir bakmak lâzım!

    fihrist: içindekiler listesi.

    fihriste: kitabın konularını gösteren liste.

    fihristevârî: fihrist gibi.

    fiil: iş, eylem, yüklem.

    fiilen: fiille, iş ile.

    fiilî: fiille ilgili.

    fiiliyât: fiiller, işler.

    fikir: düşünce.

    fikr: fikir, düşünce.

    fikren: fikirce.

    fikret: düşünme.

    fikretmek: düşünmek.

    fikrî: fikirle ilgili.

    filasl: aslı üzere.

    filcümle: genellikle, bütünüyle.

    filhakîka: gerçekten.

    fillah: Allah için.

    filvaki: olduğu gibi.

    firâk: ayrılık.

    firâr: kaçma.

    firârî: kaçak.

    firâset: hızlı kavrayış.

    firâş: döşek, yaygı.

    Firâvn: Firavun.

    Firâvun: ilâhlık davası güden ünlü bir ulu önder.

    Firâvunâne: Firavun gibi.

    Firâvuncuk: küçük bir Firavun.

    Firâvuniyet: Firavunluk.

    Firâvunmeşreb: Firavunun yolunda olan.

    Firdevs: cennette bir tabaka.

    Firdevsî: cennet gibi.

    firenk: Batılı.

    firenkmeşreb: Batılıların yolunda giden.

    firkat: ayrılık.

    fisâl: ayrılmışlar.

    fîsebîlillâh: sadece Allah için.

    fistan: hanım elbisesi.

    fiten: fitneler.

    fitne: kargaşa, karışıklık.

    fitneengiz: fitne sesebi olan.

    fîzâr: inilti, inleme.

    fobi: bazı şeylere karşı duyulan korku.

    fonoğraf: teyp.

    forma: bölüm, elbise.

    foya: aldatıcı süs, hile.

    Frengî: Batı dili, Batı ile ilgili.

    Frengistân: Batı ülkeleri.

    Frenk: Batılı.

    Frenkmeşreb: Batılıların izinde giden.

    fuâd: kalb, gönül.

    fudalâ: üstün nitelikli kimseler.

    fuhş: edebe aykırı hareket, haram, zina.

    fuhşiyât: çirkin işler, günahlar.

    fuhûl: büyükler, ileri gelenler.

    fuhuş: zina, haram fiil, günahlı iş.

    fukahâ: islâm hukuku âlimleri.

    fukarâ: fakirler.

    Furkân: hak ile batılı ayıran Kurân.

    fusahâ: düzgün ve güzel kanuşanlar.

    fustat: kıldan yapılan büyük çadır.

    fusûl: fasıllar, mevsimler, kısımlar.

    fuzlâ: en faziletli.

    Fuzûlî: büyük bir divan şairi.

    fuzûlî: gereksiz, fazlalık.

    fuzûlîyâne: gereksiz ve fazlalık olarak.

    füccâr: günahkârlar.

    fücêten: birdenbire.

    fücûr: günah, zina, sapma.

    fülûs: bakır paralar.

    fünûn: fenler, ilimler, hünerler.

    fürce: girecek yer, yarık.

    Fürs: doğu kavimleri.

    fürû: dallar, kollar, çocuklar, torunlar.

    fürûat: ayrıntılar.

    fürûş: döşemeler, yaygılar.

    füruş: "satan, taslayan" mânâsında son ek.

    füsehâ: güzel ve düzgün konuşanlar.

    füsûk: haktan sapma, doğrudan ayrılma.

    füsûn: büyüleyici güzellik.

    füsûnkâr: büyüleyici.

    fütûhât: fetihler, açmalar.

    fütur: bezginlik, gevşeklik.

    fütüvvet: iyi geçim, ihsan.

    füyûz: feyizler, mânevî ihsanlar.

    füyûzât: feyizler, mânevî gıdalar.

    füzûlât: gereksiz ve faydasız şeyler.
#18.10.2006 02:36 0 0 0
  • G

    gabâvet: anlayışsızlık, kalın kafalılık.

    gabî: anlayışı kıt.

    gabn: hileli alışveriş.

    gadab: öfke, gazap.

    gadabiye: öfkeyle ilgili.

    gaddâr: acımasız.

    gaddârâne: acımasızca.

    gadir: haksızlık etme.

    gadr: haksızlık.

    Gaffâr: günahları affeden ve bağışlayan Allah.

    gafil: habersiz, kul olduğunu hatırlamadan yaşayan.

    gafîr: kalabalık.

    gaflet: olup biteni sezmeme, kul olduğunu unutma hâli.

    gafletkârâne: gaflet edercesine.

    Gafûr: günahları daima ve pek çok affeden, Allah.

    gâh: arasıra, bazan.

    gâh: "yer" mânâsında son ek.

    gaib: görünmeyen.

    gaibâne: görünmeksizin.

    gaile: üzüntü veren belalı iş.

    gait: pislik.

    gaiyye: gayeye ait.

    galâ: pahalılık.

    galat: yanlış.

    galatât: yanlışlar.

    galebe: yenme, üstün gelme.

    galeri: sanat eserlerinin sergi yeri.

    galeyan: kaynama, coşma.

    galî: kıymetli.

    gâlib: galip, üstün, yenen.

    galibâ: sanılır ki.

    galibâne: galip şekilde.

    galiben: çok zaman, üstün olarak.

    galibiyet: üstünlük, yenme.

    galîz: çirkin.

    gam: tasa, kaygı.

    gamgama: haykırma.

    gamgîn: gamlı, kaygılı.

    gamız: derin ve gizli olan.

    gamıza: kolay anlaşılmayan, derin.

    gammaz: söz taşıyıcı.

    gamnâk: gamlı, tasalı.

    gamz: süzgün bakış.

    gamze: çene veya yanak çukuru.

    ganâim: savaşta elde edilen mallar.

    gangren: bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.

    Ganî: sonsuz zengin olan Allah.

    ganîmet: savaşta elde edilen mal.

    gâr: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek.

    gar: mağara.

    garâbet: gariplik.

    garâib: garip şeyler.

    garâibperest: garip şeylere pek düşkün.

    garâm: canlı duygu, arzu.

    gârât: yağmalar.

    garaz: gaye, kötü niyet.

    garazkâr: garazcı.

    garazkârane: garaz edercesine.

    garb: batı.

    gardiyan: hapistekileri bekleyen görevli.

    garet: yağma, talan, çapul.

    garetgîr: yağmacı.

    garetkâr: çapulcu.

    gareyn: alt ve üst çene, yani ağız.

    garib: batan.

    garîb: garip, yabancı, kimsesiz, yâd ellere düşmüş, yadırganan şey.

    garîbane: garipçe.

    garîbe: garip şey.

    garîbem: garibim.

    garîbüzzaman: zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan.

    garîk: batmış, boğulmuş.

    garîm: alacaklı.

    garîze: yaradılıştan olan.

    gark: batma, boğulma.

    garnizon: askerî birliklerin bulunduğu yer.

    garra: parlak.

    gars: fidan dikme.

    gasb: hakkı olmayanı zorla alma.

    gasıb: zorla alan.

    gasıbane: zorla alırcasına.

    gasl: yıkama, gusül.

    gaşiye: perde, kıyamet, bir sûre.

    gaşy: kendinden geçme.

    gavâmız: anlaşılması zor bilmeceler.

    gavî: çok azgın.

    gavr: çukurun dibi.

    Gavs: Abdülkadiri Geylanî hazretleri.

    gavs: büyük evliya.

    gavsiyet: büyük evliyalık.

    gâvur: kâfir, îmansız.

    gavvas: dalgıç.

    gâyât: gayeler.

    gayb: gizli, görünmeyen, belirsiz.

    gaybâşinâ: gaybı bilen.

    gaybbîn: gaybı gören.

    gaybet: orada bulunmama.

    gaybî: görünmeyenle ilgili.

    gaybîyâne: görünmeyenle ilgili olarak.

    gaybîyât: görünmeyenler.

    gaybîye: görünmeyen.

    gaybûbet: görünmeme, orada bulunmama.

    gaye: erişilmek istenen sonuç.

    gayet: pek çok.

    gayetsiz: sınırsız.

    gaylûle: sabah uykusu.

    gayr: diğer, başkası.

    gayret: çaba, çalışma arzusu, kıskanma duygusu.

    gayretullah: Allahın gayreti, hakkı koruma sıfatı.

    gayrimeşrû: helâl olmayan, yasak.

    gayrimüslim: müslüman olmayan.

    gayrimütenâhî: sonu olmayan.

    gayriresmî: resmî olmayan, sivil.

    gayrullah: Allahtan başkası, yaratılanlar.

    gayyâ: cehennem kuyusu.

    gayyur: gayretli, çalışkan.

    gayz: hınç, öfke.

    gazâ: din uğruna savaş.

    gazab: gazap, öfke, kızgınlık.

    Gazâlî: büyük bir islâm âlimi.

    gazanfer: kahraman, iri aslan.

    gâzât: gazlar.

    gazel: bir şiir türü.

    gazevât: gazalar.

    gazî: gaza eden.

    gazve: savaş.

    gedâ: fakir, kimsesiz.

    gem: idare etmek için atın ağzına takılan demir.

    genc: hazine, define.

    ger: eğer.

    ger: "yapan, yapıcı" mânâsında son ek.

    gerçi: her ne kadar.

    gerdân: boyunla göğüs arası.

    gerdendâde: boyun eğme.

    gergedan: vahşi bir hayvan.

    germ: sıcak, kızgın.

    geven: dikenli bir bitki.

    gevher: akıl, edep, asıl, cevher.

    Geylânî: kerametleriyle ünlü büyük bir velî.

    gıbta: imrenme.

    gıdâ: besin.

    gılâf: kılıf, kın.

    gıllugış: karar verememe, gönül sıkıntısı.

    gılman: cennet genci.

    gınâ: zenginlik.

    gıpta: imrenme.

    gıptakârâne: imrenircesine.

    gışâvet: göz perdesi.

    gıtâ: örtü, perde.

    gıyâb: göz önünde bulunmama.

    gıyâben: görmeyerek.

    gıyâbî: görmeziye.

    gıyâs: yardım isteyene yardım eden.

    gıybet: orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma.

    gidişât: gidişler, işlerin yürüyüşü.

    gîr: "yapan, tutan" mânâsında son ek.

    gîrân: ağır, bıktırıcı.

    girdab: suların dönerek aktığı tehlikeli yer.

    girift: karışık, girişik, çapraşık.

    giriftâr: tutulmuş.

    girive: içinden çıkılmaz karışık durum.

    girizgâh: giriş yeri.

    giryân: ağlayan.

    girye: gözyaşı.

    Goethe: Almanların ünlü şairi.

    gonce: tomurcuk.

    görenek: görüp özenme.

    gramer: dilbilgisi.

    granit: bir çeşit sert taş.

    gubâr: toz.

    gudde: bez.

    gufrân: af.

    gulâm: genç, esir, çocuk.

    gulât: coşmalar, taşkınlıklar.

    gulûv: taşkınlık.

    gûlyabânî: masallarda sözü edilen hayâlî varlık, umacı, dev.

    gûnagûn: çeşit çeşit.

    gurbet: yabancı memleket, yâd el.

    gurbetzede: gurbete düşen.

    gurebâ: garipler.

    guremâ: alacaklılar.

    gurre: ışıldama.

    gurûb: batma.

    gurûr: kendini beğenme duygusu, böbürlenme.

    gurûrkârâne: gururlu bir biçimde.

    gusn: dal, budak.

    gusse: üzüntü, tasa, gam.

    gussedâr: gusseli, tasalı.

    gusül: bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik.

    gûyem: diyorum.

    guyûb: görünmeyenler, gizliler.

    guzât: gaziler, din için savaşanlar.

    güfte: şarkı sözü.

    güftügû: dedikodu.

    gülbank: toplulukça söylenen dua ve tekbir.

    güldeste: gül demeti, seçme.

    gülistân: gül bahçesi, güller ülkesi.

    gülle: top mermisi.

    gülşen: gül bahçesi.

    gülzâr: gül tarlası.

    güman: zan, şüphe.

    gümrah: günahkâr, gür, bol.

    günâh: dince suç olan şey.

    gürûh: topluluk.

    gürültühâne: gürültülü yer.

    güyâ: sanki.

    güz: sonbahar.

    güzâf: boş söz.

    güzerân: geçme, geçiş.

    güzergâh: geçilecek yer.

    güzeşte: geçen, geçmiş.

    güzîde: seçkin, seçilmiş.
#18.10.2006 02:37 0 0 0
  • H

    hâb: uyku.

    habâis: pislikler, kötülükler.

    habâset: pislik, pislik, kötülük.

    habb: tohum, dane.

    habbe: tohum, dane.

    habbecik: tohumcuk.

    haber: yeni duyulan bilgi.

    haberdâr: haberli.

    Habeş: Afrikada bir ülke.

    Habeşî: Habeşli.

    habîb: sevgili, sevilen.

    habîbiyet: sevgililik.

    Habîbullah: Allahın sevgili kulu.

    Habîr: her şeyden haberi olan Allah.

    habîr: haberli.

    habîs: pis, kötü.

    habîsât: pisler, kötüler.

    hablullah: Allahın ipi.

    hablülmetîn: sağlam ip.

    hablülverîd: şahdamarı.

    habr: âlim, bilgili.

    habrülümmet: ümmetin âlimi.

    habt: şiddetli vurma, battal etme, unutma.

    hacâlet: utanma.

    hacâletâver: utandırıcı.

    hacamat: kan aldırma.

    hâcât: ihtiyaçlar.

    hacc: Kâbeyi ziyaret ibadeti.

    hâce: hoca.

    hâcegân: Nakşîlerin bir ünvanı.

    hacel: utanma.

    hacer: taş, kaya.

    Hacerülesved: Kâbede bulunan ünlü kara taş.

    hâcet: ihtiyaç, lüzum.

    hacil: utanmış.

    hacim: oylum, bir cismin uzayda doldurduğu boşluk.

    hacz: engelleme, el koyma, ayırma.

    hâç: Hıristiyanların sembolü olan şekil.

    Haço: Ermeni isimlerinden biri.

    had: bir nevi ceza.

    hadâret: gençlik, tazelik.

    hadd: sınır, çizgi.

    haddibülûğ: ergenlik sınırı.

    haddizât: aslı, kendisi.

    hadeka: gözbebeği.

    hademât: hademeler.

    hademe: hizmetçi.

    hades: yeni, sonradan, abdest bozan bir hâl.

    Hâdî: hidayet veren Allah.

    hâdî: hidayete ermiş, mürşit.

    hadîd: demir.

    hadika: bahçe.

    hâdim: hizmet eden.

    hâdim: yıkan, mahveden.

    hâdimüllezzât: lezzetleri bozan.

    hadîs: Peygamberimizin sözü.

    hâdis: sonradan var olan.

    hâdisât: olaylar.

    hâdise: olay.

    hadîsibilmânâ: anlam bakımından doğru hadîs.

    hadîsikudsî: mânâsı ilâhî sözü peygamberî olan hadîs.

    hadîsişerîf: Peygamberimizin şerefli sözü.

    hadra: yeşillik, yeşil.

    hadravat: yeşillikler.

    hads: birdenbire sezilen bilgi.

    hadsen: birdenbire sezmekle.

    hadsî: birdenbire sezilen.

    hadsiz: sınırsız.

    hafâ: gizlilik.

    hafakan: yürek oynaması, sıkıntı.

    hafâyâ: sırlar.

    hafaza: koruyucu.

    haffâr: kazıcı.

    hâfız: Kurânı ezberlemiş kimse.

    hâfıza: ezberleme yeteneği.

    hafî: gizli, saklı.

    hafîd: torun, oğul.

    hafiye: biri hakkında gizlice bilgi toplayan kimse.

    Hafîz: her şeyi koruyan ve saklayan Allah.

    hafîz: koruyan.

    hafîzâne: hafîzce.

    hafîziyet: hafîzlik, koruyuculuk.

    hafriyât: kazılar.

    hahambaşı: Musevîlerin dinî lideri.

    hâhem: isterim.

    hâhiş: fazla arzu.

    hâhişger: arzulayan.

    hâib: nasipsiz, ümitsiz, utanan.

    hâif: korkan, korkak.

    hâil: perde.

    hâin: emanete hıyanet eden.

    hâinâne: haince.

    hâiz: sahip, içine alan.

    hâize: sahip olan.

    hak: adalet, pay, doğruluk, emek, ücret, doğru.

    hâk: toprak.

    hakâik: hakikatlar, gerçekler.

    hakâikâşinâ: hakikatlere alışık.

    hakâiknümâ: hakikatları gösteren.

    hakaret: küçüklük, küçük görme.

    hakaretâmiz: hakaretle karışık.

    hakaretkârâne: hakaret edercesine.

    hakbîn: hakkı gören.

    Hakem: haklı ile haksızı ayıran Allah.

    hakendiş: hak için kaygılanan.

    hakeza: bunun gibi.

    hâkî: toprakla ilgili.

    hakîkat: öz, asıl, gerçek.

    hakîkatbîn: hakikatı gören.

    hakîkatfeşân: hakikat saçan.

    hakîkatmedâr: hakikatın kaynağı.

    hakîkatperest: hakikata pek düşkün.

    hakîkatperestâne: hakikata düşküncesine.

    hakîkatşiken: hakikatı kıran.

    hakîkatdâr: hakikatlı.

    hakîkî: gerçek, asıl, öz.

    Hakîm: her fiilinde hikmet ve gayeleri gözeten Allah.

    Hâkim: "hüküm veren, hak ve adalet üzere hükmeden, başkasını müdahale ettirmeden idare eden" mânâsında ilâhî isim.

    hakîmâne: hikmetlice.

    hâkimâne: hükmedercesine.

    hakîmiyet: hakîmlik.

    hâkimiyet: hâkimlik.

    hakîr: aşağı, küçük, önemsiz.

    Hakk: Allah.

    hakk: doğru, gerçek, pay, adalet, din.

    hâkk: kazma, oyma.

    hakkalyakîn: kendisi yaşamışcasına en yüksek seviyede bilme.

    hakkan: gerçekten, doğrusu.

    hakkaniyet: gerçeklik ve doğruluk.

    haknümâ: hakkı gösteren.

    hakperest: hakka pek düşkün.

    hakperestâne: hakka pek düşkün biri gibi.

    hakşinas: hakkı tanıyan.

    hâl: durum, görünüş, nitelik, şimdi, tâkat.

    hal: yapıp bitirme, indirme.

    hâlâ: şimdi, henüz.

    halâs: kurtuluş.

    halâskâr: kurtarıcı.

    hâlât: hâller.

    halâvet: tatlılık, şirinlik.

    halâyık: hizmetçi.

    hâle: ay çevresinde görülen parlak daire, ayla.

    halecân: kalbin çarpıntısı.

    hâledâr: hâleli.

    halef: birinin yerine geçen.

    halel: bozukluk, zarar.

    haleldâr: bozulmuş, zarar görmüş.

    hâlen: durumca, şimdi de.

    hâlet: hâl, durum.

    hâletinezi: can çekişme.

    half: arka.

    Hâlık: yaratıcı.

    Hâlıkıyet: yaratıcılık.

    hâlî: boş, tenha.

    hâlî: hâlle ilgili.

    halîc: liman, koy.

    haliçe: küçük halı.

    hâlid: sonsuz.

    hâlif: yeminli, sözleşen.

    halîfe: öncekinin yerine geçen, Peygamberimizin vekili.

    hâlihâzır: şimdiki durum.

    hâlik: helâk olan, yıkılan, bozulan, silinen.

    halîl: samimi dost.

    halîliye: dostane münasebet ve samimi kardeşlik.

    Halîlullah: "Allahın dostu" mânâsında ibrahim aleyhisselâmın namı.

    halîm: yumuşak huylu, kızmayan.

    halîme: yumuşak huylu kadın, Peygamberimizin süt annesi.

    hâlis: saf, duru, katışıksız.

    hâlisâne: halisçe.

    hâlisen: halis olarak.

    hâlisiyet: halislik, saflık, duruluk.

    halita: karışık olan, karma.

    hâliyet: hâl oluş.

    halk: insan topluluğu.

    halk: yaratma.

    halka: daire, çember.

    halkışer: kötüyü yaratma.

    hallâc: pamuğu didik didik eden.

    Hallâk: yaratan.

    hallâkiyet: yaratıcılık.

    hallisnâ: bizi kurtar.

    hallüakd: çözme ve düğümleme.

    hallüfasl: çözme ve ayırma.

    hallüsinasyon: olmayanı varmış gibi hissetme.

    halt: karıştırma, hata.

    halûk: iyi huylu.

    halvet: tenha yerde yalnız kalmak.

    halvethâne: yalnız kalınan yer.

    Halvetî: gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu.

    hamâkat: ahmaklık, bönlük.

    Hâmân: Firavunun veziri.

    hamâset: kahramanlık.

    hamd: medih ve şükür.

    hamdele: Elhamdülillah sözü.

    hamdüsenâ: medih, şükür ve övgü.

    hâme: kalem.

    hamele: taşıyanlar, yüklenenler.

    hâmızıkarbon: karbondioksit.

    hâmî: himaye edici, koruyucu.

    hâmîd: hamdeden.

    hâmie: çamurlu, dumanlı.

    hâmil: yüklenen.

    hâmile: yüklü, gebe.

    hâmisen: beşinci olarak.

    hamiyet: din ve millet gibi önemli değerleri koruma ve bunlara hizmet etme duygusu.

    hamiyetfurûş: hamiyetlilik taslayan.

    hamiyetkâr: hamiyetli.

    hamiyetperver: hamiyetsever.

    haml: yük, yüklenme, yükleme.

    hamle: yüklenme, saldırma.

    hamletme: yükleme.

    hamr: şarap.

    hamrâ: kırmızı.

    hamse: beş.

    hamûle: yük.

    hamûş: susmuş.

    han: eski zaman oteli.

    hân: hükümdar.

    han: "okuyan" mânâsında son ek.

    hân: sofra.

    Hanbelî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse.

    hançere: gırtlak.

    handân: gülen.

    hande: gülüş.

    hâne: ev.

    hânedân: asil ve köklü aile.

    Hanefî: bir mezhep, bu mezhepten olan kimse.

    hânende: şarkıcı.

    hangâh: tekke.

    hanîf: islâmdan önce eski dinlerin kalıntılarıyla kulluk eden kimse.

    hanîn: arzudan gelen inleme, sızlanma.

    hanîs: yemini bozan.

    hankâh: tekke.

    Hannân: "çok acıyan, pek acıyıcı" mânâsında ilâhî isim.

    hannâs: şeytan.

    hanumân: ev, ocak.

    hanzale: meyvesi acı bir bitki.

    haps: hapis.

    har: diken.

    harâb: harap, yıkık.

    harâbe: yıkıntı.

    harâbegâh: yıkıntı yeri.

    harâbezâr: yıkılmış yer.

    harâbiyet: haraplık.

    harac: müslüman olmayanlardan alınan vergi.

    harâm: dince yasak edilmiş şey.

    harâmî: haydut, yolkesen.

    harâmiyet: haramlık, yasaklık.

    harârât: hararetler, sıcaklıklar.

    harâret: sıcaklık, ısı.

    harb: savaş.

    harbî: düşman.

    harbiye: harble ilgili, askeri okul.

    harc: gider, vergi.

    hardal: tohumları küçük bir bitki.

    hardale: hardal tanesi.

    harec: zorluk, sıkıntı.

    harekât: hareketler.

    hareke: Kurân harflerinin okunuşunu belirleyen işaretler.

    hareket: kımıldanma, davranma.

    harem: herkesin giremeyeceği yer, aile, eş.

    Haremeyn: Mekke ve Medine.

    Haremişerîf: kâfirlerin giremeyeceği Kâbe ve civarı.

    harf: alfabenin kendi başına bir mânâsı olmayan her işareti.

    harfiye: harf gibi olan şeyler.

    hârık: yakıcı, yakan.

    hâric: dış, dışarı, dışarıdan.

    haricen: dışarıdan.

    Haricî: Haricîler denilen asiler hareketine mensub kimse.

    haricî: dışa ait, dış ile ilgili.

    Haricîler: islâm tarihindeki asi ve sapık topluluklardan biri.

    hariciye: dışişleri.

    hârika: normalin üstünde olup hayret uyandıran şey.

    hârikanümâ: harika gösteren.

    hârikapîşe: harika eserler yapan.

    harikıyet: harikalık.

    hârikulâde: olağanüstü.

    harîm: herkesin girmesi yasak yer, harem.

    Harîrî: Makamât adlı eseri yazan ünlü edibin ünvanı.

    hâris: ekici.

    hâris: hırslı, açgözlü.

    harîs: aşırı hırslı.

    harita: bir yerin coğrafî durumunu bildiren çizgiler.

    hark: yakma.

    hârre: çok sıcak.

    hars: sürme, koruma, ekme, kazanma.

    Hârûn: Musa aleyhisselâmın kardeşi olan peygamber.

    Hârût: sihir belleten iki melekten birinin ismi.

    hâs: özel.

    hasâd: hasat, ürün kaldırma.

    hasâil: hasletler, huylar, nitelikler.

    hasâis: hasseler, nitelikler.

    Hasan: Peygamber Efendimizin büyük torunu.

    hasârât: zararlar.

    hasâret: zarar, ziyan.

    hasâset: yoksulluk, düşkünlük.

    hasb: göre, dolayı, için, cihetiyle.

    hasbelbeşeriyye: insanlık dolayısıyla.

    hasbelkader: kaderden dolayı.

    hasbetenlillah: Allah için.

    hasbî: karşılık beklemeyen.

    hasbihâl: görüşüp konuşma.

    hasbiye: "hasbünallahü ve nîmel vekil" sözü.

    hasbünâ: bize yeter.

    haseb: dolayı, sebebi, gereği.

    hased: haset, kıskançlık.

    hasen: güzel, güzellik.

    hasenât: güzel şeyler.

    hasene: güzel şey, sevap.

    hasf: ay tutulması.

    hâsıl: ortaya çıkan, ürün.

    hâsılât: ürün, gelir.

    hâsılıbilmasdar: masdarla oluşan fiilin uygulanmasından çıkan sonuç.

    hasım: düşman, muhalif.

    hâsid: haset eden, kıskanan.

    hasîn: sağlam.

    hasîr: hasret çeken.

    hasîr: zarara uğrayan.

    hasîs: basit, ufak, kötü.

    hâsiyet: özellik, özel fayda.

    haslet: huy, nitelik.

    hasm: düşman, muhalif.

    hasmâne: düşmanca.

    hasnâ: güzel kadın.

    hasr: yalnız biri için ayırma.

    hasret: özleyiş.

    hâss: özel.

    hassa: özellik, duygu.

    hassâs: duyarlı.

    hassâse: duyma melekesi.

    hassâsiyet: duyarlılık.

    hâssaten: özellikle.

    hasse: duyu, duygu.

    hasûd: kıskanan.

    hasûdâne: kıskanırcasına.

    hâşâ: asla.

    haşerât: böcekler.

    haşere: böcek.

    haşhaş: bir bitki türü.

    hâşî: huşûlu.

    Hâşimî: Peygamberimizin sülâlesinden.

    haşîn: kırıcı, katı.

    haşir: ölümden sonra dirilip toplanma.

    hâşir: toplayan, haşreden.

    hâşiye: sayfanın altındaki açıklama yazısı.

    haşmet: büyüklük, ihtişam, görkem.

    haşmetkârâne: haşmetlice.

    haşmetnümâ: haşmet gösteren.

    haşr: ölümden sonra dirilip toplanma.

    haşruneşr: dirilip toplanma ve yayılma.

    haşv: fazladan söz, haşiv.

    haşyet: sevgiyle karışık korku.

    hat: yazı, çizgi, sınır.

    hatâ: yanlış, yanlışlık.

    hatab: odun.

    hatâender: hata içinde.

    hatâkâr: hatalı.

    hatâkârâne: hata edercesine.

    hatar: tehlike, uçurum.

    hatâyâ: hatalar.

    Hâtem: cömertliğiyle tanınan bir zengin.

    hatem: mühür, son.

    hatemiyet: hatemlik.

    Hâtemülenbiyâ: nebilerin sonuncusu olan Peygamberimiz.

    hatf: göz kamaştırma.

    hâtıf: göz kamaştıran.

    hâtır: akıl, zihin, hâl, gönül, değer.

    hâtırâ: anı, akılda kalan.

    hâtırât: hatıralar.

    hatiâ: hata, yanlış.

    hatiat: hatalar, yanlışlar.

    hatîb: konuşmacı, hatip.

    hâtif: sesi işitilen görünmez varlık.

    hâtime: son, son söz.

    hatip: konuşan, hitap eden.

    hatm: bitirme.

    hatme: baştan sona okuyup bitirme.

    hatt: sınır, çizgi, yazı, yol.

    hattâ: bile, hem, üstelik.

    hattab: oduncu.

    hattat: güzel yazı yazan kimse.

    hatve: adım, bölüm.

    havâdis: hâdiseler, olaylar, haber.

    havaî: hava ile ilgili.

    havâic: ihtiyaçlar.

    havâle: işin görülmesini başka birine bırakma.

    havâlî: yöre, taraf.

    havârık: harikalar.

    havârî: isa aleyhisselâmın yardımcısı.

    Havâric: sapık bir anlayışın sahibi olan Haricîler.

    havîriyyûn: havariler.

    havas: seçkinler.

    havâss: duyular, duygular.

    havâtıf: göz kamaştıran şeyler.

    havâtır: hatıralar.

    havâtim: mühürler, sonlar.

    havf: korku.

    havfullah: Allah korkusu.

    hâvî: kapsayan.

    hâviye: cehennem.

    havl: kuvvet, korku.

    havsala: kavrama kabiliyeti.

    havz: havuz.

    havza: sınırlı bölge.

    hayâ: utanma hissi.

    hayâl: insanın kafasında tasarladığı şey.

    hayâlâlûd: hayâlle karışık.

    hayâlât: hayâller.

    hayâlen: hayâl olarak.

    hayâlet: gerçek olmayan görüntü.

    hayâlî: hayâl ürünü olan.

    hayâliyyûn: hayâl edilen şeyleri gerçek kabul edenler.

    hayâlperest: hayâl peşinde koşan.

    hayat: dirilik, canlılık.

    hayatâlûd: hayatla karışık.

    hayatdâr: hayatlı.

    hayatfeşân: hayat saçan.

    hayatî: hayatla ilgili, önemli.

    hayatiyet: canlılık.

    hayatkârâne: hayatlı bir şekilde.

    hayatperest: yaşamaya pek düşkün olan.

    hayatperverâne: hayatı severcesine.

    haybet: elde edememe, mahrumluk.

    haydar: cesur, yiğit, Hazreti Ali.

    haydût: yol kesici.

    hayfâ: yazık!

    hayhay: baş üstüne.

    hayırhâh: iyilikçi.

    hayız: kadınlarda her ayın belirli günlerinde kanama ile kendini gösteren özel bir hâl, âdet hâli, hayz.

    haylaz: yaramaz, aylak.

    hayli: oldukça.

    haylûlet: araya girip perde olma, kapama.

    hayme: çadır.

    haymenişîn: çadırda oturan.

    hayr: iyilik.

    hayrân: çok beğenmiş, şaşıp kalmış.

    hayrât: hayırlar, iyilikler.

    hayret: şaşma.

    hayretâlûd: hayretle karışık.

    hayretbahşâ: hayret veren.

    hayretefzâ: hayret artıran.

    hayretengiz: hayret veren.

    hayretfezâ: hayret artıran.

    hayretkâr: hayretli.

    hayretkârâne: hayret edercesine.

    hayretnümâ: hayret içinde bırakan.

    hayretnümûn: hayret veren, şaşırtan.

    hayriyet: hayırlılık, iyilik.

    hayrülhalef: bırakılan yeri dolduran hayırlı kimse.

    haysebeyse: kararsızlık, karışıklık, darlık.

    haysiyet: değer, saygınlık.

    haysiyetiyle: bakımından.

    haysülâyeşûr: hissedilmeksizin.

    hayt: ip, bağ.

    hayvân: hayatlı, canlı, diri.

    hayvânât: hayvanlar, canlılar.

    hayvânî: hayvanla ilgili.

    hayvâniyet: hayvanlık.

    Hayy: ezelden beri hayat sahibi olan Allah.

    hayy: diri, canlı.

    hayye: gel, haydi!

    hayyealelfelâh: tam bir kurtuluşa gelin!

    hayyiz: yer, yön, hacim.

    hayz: hayız.

    hâzâ: bu, şu, o.

    hazâin: hazineler.

    hazâkat: ustalık, uzmanlık.

    hâzâminfadlırabbî: bu Rabbimin fazlındandır.

    hazân: sonbahar, güz.

    hazar: barış zamanı.

    hazer: çekinme.

    hazerat: büyükler.

    hazf: çıkarma, silme.

    hâzık: işini iyi bilen, uzman.

    hâzım: sindirici.

    hâzır: hazırda, huzurda olan.

    hâzırâne: orada gibi.

    hâzırûn: orada olanlar.

    hazîn: hüzünlü, üzüntü verici.

    hazînâne: hüzünlü bir hâlde.

    hazîne: altın, para ve mücevher gibi kıymetli şeylerin saklandığı yer.

    hazînedâr: hazine görevlisi.

    hazm: düşünceli hareket, sabır, sindirme.

    hazmınefs: kendi adına sabretme, içine sindirme.

    hazravât: yeşillikler.

    hazret: saygı ifadesi.

    hazz: haz, hoşlanma.

    hebâ: boşa gitme.

    hebâenmensûrâ: boşuboşuna.

    Hebenneka: ahmaklığı ile tanınmış bir adam.

    hecâ: ses artıran harfler, harflerin dizilişi.

    hecâî: heca ile ilgili.

    heccâv: hicveden, yeren.

    hedâyâ: hediyeler.

    hedef: gaye, nişan tahtası.

    heder: boşa gitme.

    hediye: armağan.

    hedm: yıkmak.

    hegemonya: üstünlük ve baskı.

    hekîm: doktor, hikmet sahibi.

    helâk: mahvolma, yıkılma.

    helâket: helâk olma, yıkılma.

    helâl: dinin izin verdiği şey.

    helezon: gittikçe daralan iç içe daireler.

    helminmezîd: daha yok mu?

    helümmecerrâ: çek beri getir, var kıyas eyle!

    hem: aynı, birlikte.

    hemcins: aynı cinsten.

    hemdest: el ele, birlikte.

    hemec: at sineği.

    hemeezost: hepsi ondandır.

    hemeost: hepsi odur.

    hemheme: rüzgârın tesiriyle çıkan yaprak sesi.

    hemşehri: aynı şehirden.

    hemşîre: kız kardeş, bacı.

    hemtâ: eş, benzer.

    hemze: elif harfi.

    hendek: kazılan uzun ve derin çukur.

    hendese: geometri, mühendislik.

    hendesevârî: geometrik.

    hendesî: geometri ile ilgili.

    hengâm: an, sıra, zaman.

    hengâme: gürültü patırtı.

    henîenleküm: afiyet olsun, helâl olsun, tebrik ederim.

    hercâî: yanar döner, gelgeç.

    hercümerc: karmakarışık.

    herçibâdâbâd: her ne olursa olsun.

    herdem: her zaman.

    herîf: âdi adam.

    Herkül: kuvvetiyle meşhur bir Yunanlı.

    herze: boş söz.

    herzegû: saçmasapan konuşan.

    herzekârâne: saçmasapan konuşarak.

    hesâbât: hesaplar.

    hevâ: nefsin istekleri, kötü arzular, hava.

    hevâî: uçarı, nefsine düşkün, sorumsuz.

    hevâiye: hava gibi olan lâtif şeyler.

    hevâmm: böcekler.

    hevâperest: yasak arzuları peşinde koşan.

    hevâperestâne: yasak arzuların peşinde koşarcasına.

    hevâtif: seslenen görünmez cinler.

    heves: gelip geçici istek, arzu.

    hevesât: hevesler, geçici arzular, yasak istekler.

    hevesî: hevesle ilgili.

    heveskâr: hevesli.

    heveskârâne: heves edercesine.

    hevesperverâne: hevesine düşkün bir biçimde.

    hevheve: yaprakların sesleri.

    heyâkil: heykeller, putlar.

    heyât: biçimler, görünüşler, topluluklar.

    heybet: hürmetle karışık korku uyandıran hâl.

    heyecân: coşkunluk, şiddetli hislenme.

    heyecânât: heyecanlar.

    heyelân: toprak kayması.

    heyêt: şekil, duruş, görünüş, topluluk, gök ilmi.

    heyhât: yazık, ne yazık!

    heykeltıraş: heykel yapan.

    heylûlet: araya girme, perdeleme, kapama.

    heyûla: korkutucu hayâl, felsefede eşyanın aslı kabul edilen şey.

    hezâr: bin.

    hezârân: binler.

    hezecât: ezgiler.

    hezeliyât: ciddi olmayan sözler.

    hezeyan: saçmalık, saçmalama.

    hezeyanvârî: saçmalarcasına.

    hezîmet: bozgun.

    hezl: saçma, uydurma.

    hıfz: saklama, koruma, ezber.

    hıkd: kin, intikam arzusu.

    hıllet: candan arkadaşlık.

    hınsıyemîn: yemin bozma.

    hınzır: domuz.

    Hırâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara, Hira.

    hırka: kalınca kumaştan yapılmış elbise.

    hırkat: yanma.

    hırs: aç gözlülük, aşırı düşkünlük.

    hırz: koruma, saklama.

    hırzıcân: canı gibi koruma.

    hısâl: güzel huylar.

    hısâs: hisseler, paylar.

    hısn: kale, sığınak.

    hısset: düşüklük, adilik, küçüklük.

    hışm: öfke, hiddet.

    hıyâbân: iki tarafı ağaçlık yol.

    hıyânet: hainlik.

    hızân: hazine.

    Hızır: Kurânda adı geçen mübarek bir zatın ismi.

    hızlân: zarar, rahmetten mahrumiyet.

    hibe: bağış.

    hicâb: perde, utanma.

    Hicaz: Mekke ve Medinenin bulunduğu yer.

    hicrân: ayrılık, ayrılık acısı.

    hicret: göç, Peygamberimizin Medineye göçü.

    Hicrî: Hicretle başlayan takvime göre.

    hicv: hiciv, yerme, taşlama.

    hiç: boş, değersiz.

    hiçâhiç: bomboş.

    hidâyet: islâm yolu.

    hidâyetbahş: hidayet veren.

    hidâyetedâ: hidayet verici.

    hiddet: öfke.

    hidemât: hizmetler.

    hiffet: hafiflik.

    hikâyât: hikâyeler.

    hikâye: öykü.

    hikâyet: hikâye.

    hikem: hikmetler.

    hikemiyât: hikmetler, hikmetli sözler.

    hikmet: gaye, felsefe, gizli sebep, faydalı söz, bilgi.

    hikmetdârâne: hikmetlice.

    hikmetedâ: hikmetli.

    hikmetfeşân: hikmet saçan.

    hikmetmedar: hikmet kaynağı.

    hikmetnümâ: hikmet gösteren.

    hikmetperverâne: hikmetsevercesine.

    hilâf: karşı, zıt, aykırı.

    hilâfet: halifelik, Peygamberimizin mânevî mirası.

    hilâfî: ihtilaf sebebi olan.

    hilâfiye: ihtilaf konuları.

    hilâl: ara, aralık.

    hilâl: incecik yeni ay.

    hilât: süslü elbise, kaftan.

    hîle: düzen, aldatma.

    hîlebâz: hile yapan.

    hîlekâr: hileci.

    hîlekârâne: hile edercesine.

    hilkat: yaradılış.

    hilkaten: yaradılışça.

    hill: helâl.

    hilm: yumuşaklık, kızmama.

    hilye: güzel sıfatlar, Peygamberimizi tasvir eden yazılar.

    himar: eşek.

    himâye: koruma.

    himâyegerde: korunmuş.

    himâyet: koruma.

    himâyetkâr: koruyucu.

    himayetkârâne: korurcasına.

    himem: himmetler.

    himmet: kayırma, yardım, emek.

    hîn: zaman, vakit.

    hînâ ki: vakta ki, ne zaman ki.

    Hirâ: Peygamberimize ilk vahyin geldiği mağara.

    hisâr: kale.

    hiss: duygu.

    hisse: pay.

    hissedâr: hisseci, pay alan.

    hissen: duygu bakımından.

    hissetmek: sezmek.

    hissî: hisle ilgili, hissedilen.

    hissikablelvukû: önsezi.

    hissiyât: duygular.

    hitâb: hitap, konuşma.

    hitâbât: konuşmalar.

    hitâbe: konuşma.

    hitâben: konuşmakla.

    hitâbet: konuşma, nutuk.

    hitam: son.

    hitap: konuşma.

    hizâ: sıra, düzlük.

    hizb: bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap.

    hizb: parti, topluluk, gurup.

    hizbullah: Allaha îman eden topluluk.

    hizbüşşeytan: şeytana uyan topluluk.

    hizlân: ilâhî rahmetten mahrum kalmak.

    hizmet: emir dinleyip iş görme.

    hizmetkâr: hizmet eden.

    hoca: ilim öğreten kimse.

    hocavârî: hoca gibi.

    hod: kendi.

    hodbîn: bencil, kendini gören.

    hodbînâne: hodbince, bencilce.

    hodendiş: kendini düşünen.

    hodfikir: kendi fikrini beğenen.

    hodfurûş: kendini öven.

    hodfurûşâne: kendini övüp beğendirmeye çalışarak.

    hodgâm: kendini beğenmiş, bencil.

    hodperest: kendine düşkün.

    hodpesend: kendini beğenen.

    hodpesendâne: kendini beğenmişcesine.

    hokka: mürekkep kabı.

    hor: değersiz, adi.

    Horhor: Bediüzzaman Hazretlerinin medreselerinden biri.

    hoş: gönül okşayan.

    hoşâmedî: hoşgeldin.

    hoşnud: memnun.

    hoşsohbet: sohbeti tatlı.

    hû: o, Allah.

    hubâb: daneler, tohumlar.

    hubb: sevgi.

    hubbucâh: makam sevgisi.

    hubûb: tohumlar.

    hubûbât: tohumlar, tahıl.

    Hûd: Ad kavminin peygamberi.

    Hudâ: Rab, Allah.

    hudâ: hile, düzen.

    Hudâbîn: hakkı gören, Allahı tanıyan.

    Hudâperest: Allaha tapan.

    huddam: hizmetçi, hizmet eden cin.

    hudr: yeşillik.

    hudûd: sınır.

    hudûs: sonradan var olma.

    huffaş: yarasa.

    huffâz: hafızlar.

    hufre: çukur.

    hukuk: haklar, haklarla ilgili ilim.

    hukukî: hukukla ilgili.

    hukukiyyûn: hukukçular.

    hukukullah: Allahın hakları.

    hulâsa: özet.

    hulâsaten: özetle.

    hulâsatülhulâsa: özetin özeti.

    hulefâ: halifeler.

    hulel: hulleler, güzel elbiseler.

    hulf: dönme, aykırılık.

    hulfülvaad: sözden dönme.

    hulk: huy, tabiat.

    hulkî: yaradılışla ilgili, yaradılıştan gelen.

    hulle: değerli elbise.

    hulûd: ebedîlik, ölmezlik.

    hulûk: ahlâklar, ahlakî özellikler.

    hulûl: girme, geçme.

    hulûs: halislik, saflık, arılık.

    hulûsiyet: halislik, samimilik, temizlik.

    hulyâ: hülya, kuruntu, hayâl.

    humarî: sarhoşluktan gelen sersemlik hâli.

    humk: ahmaklık.

    humma: bir ateşli hastalık.

    humret: kırmızılık.

    hums: beşte bir.

    humûd: şehvet yokluğu, soğukluk, isteksizlik.

    Huneyn: Peygamber Efendimizin savaşlarından biri.

    hunhâr: kan dökücü.

    hunnes-künnes: bir kısım yıldızlar.

    hurâfât: hurafeler.

    hurâfe: uydurma.

    hurâfetkârâne: hurafeli gibi.

    hurâfevârî: hurafe gibi.

    hurdebîn: mikroskop.

    hurdebînî: mikroskobik.

    hurfe: mahrumluk.

    hûrî: cennet kızı.

    hûrilîyn: tarifsiz güzellikte cennet kızı.

    hurmet: haramlık, yasaklık.

    hurmetiribâ: faizin haram olması.

    hûrşîd: güneş.

    hurûc: çıkma, çıkış.

    hurûf: harfler.

    hurûfât: harfler.

    hurûfumukattaa: sûre başlarındaki şifreli harfler.

    hurûş: coşma, bağırma.

    hurûşân: coşmalar, şamatalar.

    husûf: perdelenme, ay tutulması.

    husûfât: perdelenmeler, ay tutulmaları.

    husul: olma, oluş.

    husulpezîr: meydana gelen.

    husûmet: düşmanlık.

    husûmetefzâ: düşmanlık saçan.

    husûmetkârâne: düşmanca.

    husûs: iş, konu, özellik.

    hususan: hususca, özellikle.

    hususât: hususlar, konular.

    hususen: özellikle.

    hususî: özel.

    hususiyet: özellik.

    huşû: sevgiyle karışık korku.

    huşûnet: kabalık, kırıcılık.

    hût: balık.

    hutame: cehennem.

    hutbe: dinî konuşma.

    hutebâ: konuşmacılar.

    hutûr: hatırlama.

    hutut: çizgiler, yazılar.

    hutuvât: adımlar.

    huveynât: hayvancıklar, mikroplar.

    huveyne: hayvancık, mikrop.

    huy: insandaki yerleşmiş özellik.

    huz: al, tut.

    huzmâsafâdâmâkeder: safa vereni al keder vereni bırak.

    huzme: ışık demeti.

    huzû: tevazu hâli.

    huzûr: birinin yanında bulunma, rahatlık.

    huzûrî: huzurda olarak.

    huzûrkârâne: huzurda gibi, huzur duyarak.

    huzûz: hazlar.

    huzûzât: hazlar, hoşa giden şeyler.

    hüccet: senet, belge, delil.

    Hüccetülislam: "islâmın delili" mânâsında Gazalînin namı.

    hücciyet: hüccetlik.

    hüceyrât: hücreler.

    hüceyre: hücre.

    hücre: odacık, canlıların en küçük yapısı.

    hücûm: saldırı.

    hücumât: saldırılar.

    hüddam: hizmet edenler, hizmet eden cin.

    Hüdhüd: Süleyman aleyhisselâmın haberci kuşu.

    hükemâ: hakîmler, düşünürler.

    hükkâm: hâkimler, söz sahipleri, devlet adamları.

    hükm: hüküm, yargı.

    hüküm: yargı, egemenlik.

    hükümdâr: hüküm sahibi, devlet başkanı.

    hükümet: hükmetme, ülkeyi idare eden kimseler topluluğu.

    hükümfermâ: hüküm süren.

    hükümrân: hükmeden, sözü geçen.

    Hülagû: kan dökücü bir hükümdar.

    hülyâ: hayâl, kuruntu.

    hümâ: devlet kuşu, saadet.

    hümanizm: insancılık iddiasıyla insanı tanrılaştıran sapık bir felsefe.

    hümâyun: kutlu, mutlu.

    hüner: ustalık, beceri.

    hünerver: hünerli.

    hünkâr: padişah.

    hünsâ: cinsiyeti belli olmayan.

    hürmet: saygı, haramlık.

    hürmeten: saygı duyarak.

    hürmetkâr: saygılı.

    hürmetkârâne: hürmet edercesine.

    hürr: hür, serbest.

    hürriyet: hürlük.

    hürriyetperver: hürriyetsever.

    hürriyetşiken: hürriyet kırıcı.

    Hüseyin: Peygamberimizin torunu.

    hüsn: güzellik.

    hüsnüniyet: güzel niyet.

    hüsnüzân: güzel sanma.

    hüsrân: zarar, umduğunu bulamama acısı.

    hüsûf: ay tutulması, sönme.

    hüsün: güzellik.

    hüsünperest: güzellik düşkünü.

    hüsünşiken: güzellik bozucu.

    hüşyâr: uyanık.

    hüvallah: o Allahtır.

    hüve: o, Allah.

    hüvehüvesine: aynen.

    hüvelbâkî: baki olan Allahtır.

    hüviyet: öz, kimlik.

    hüzn: üzüntü.

    hüznengiz: hüzün veren, üzen.

    hüznengizâne: üzüntü veren bir hâlde.

    hüzün: üzüntü.

    hüzüngâh: hüzün yeri.
#18.10.2006 02:38 0 0 0
  • I

    ırak: uzak.

    ırâka: akıtma.

    ırk: kök, soy.

    ırz: namus, iffet.

    ırza: razı etme.

    ıskat: düşürme.

    ıslâh: iyileştirme.

    ıslâhât: iyileştirmeler.

    ıslâhhâne: ıslahevi.

    ısrar: ayak direme.

    ıstıfâ: ayıklanma, saflaşma.

    ıstılâh: bir kelimenin belli bir ilim dalında kazandığı anlam, terim.

    ıstılâhât: ıstılahlar, terimler.

    ıtlâk: sınırlandırmama, salıverme.

    ıtnab: sözü uzatma.

    ıtr: ıtır, güzel koku.

    ıtriyyat: güzel kokular.

    ıttılâ: bilgi, bilme.

    ıttırad: düzenli gidiş.

    ıyâdet: hastayı ziyaret edip hatırını sormak.

    ıyâl: bir kimsenin geçindirmek zorunda olduğu kişiler.

    ıyaz: sığınma.

    ızdırabat: ızdıraplar, acılar, darlıklar, sıkıntılar.

    ızrar: zarar verme.

    ıztırâb: acı, darlık, sıkıntı.

    ıztırâr: zorda kalma.

    ıztırâren: zorda kalarak.

    ıztırârî: mecburi.





    i

    iâde: geri verme.

    iâdeten: geri vererek.

    iânât: yardımlar.

    iâne: yardım.

    iâşe: geçindirme, besleme.

    ibâ: çekinme.

    ibâd: kullar.

    ibâdât: ibadetler.

    ibâdet: Allahın emirlerini yerine getirmek.

    ibâdetgâh: ibadet yeri.

    ibâdethâne: ibadet evi.

    ibâdetkâr: ibadetli, ibadet eden.

    ibâdullah: Allahın kulları.

    ibâhât: haram olmayanlar.

    ibâhe: helâl kılma.

    ibâhiyye: haramı helâl sayan sapkınlar.

    ibârât: ibareler, metinler, yazılar.

    ibâre: metin, yazı.

    ibâret: meydana gelmiş, kadar.

    ibdâ: yoktan örneksiz yaratma.

    ibhâm: kapalı bırakma, açıklamama.

    ibkâ: sürekli kılma, bakileştirme.

    iblâğ: ulaştırma.

    iblis: şeytan.

    iblisâne: şeytanca.

    ibn: oğul, oğlu.

    ibnullah: "Allahın oğlu" mânâsında sapkınlık ifade eden bir tabir.

    ibnüzzaman: zamanın oğlu, devrin adamı.

    ibrâ: temize çıkarma.

    ibrâhimvârî: ibrahim aleyhisselâm gibi.

    ibrânî: Yahudi sülalesi, o sülaleden olan kimse.

    ibrâz: gösterme.

    ibre: ölçü aletlerindeki iğne.

    ibret: bir hâdiseden alınan ders.

    ibretâmiz: ibret öğreten.

    ibretfeşân: ibret saçan.

    ibretnümâ: ibret gösteren.

    ibrik: bir su kabı.

    ibrişim: ipekten yapılmış iplik.

    ibtâl: bozma, boşa çıkarma, uyuşturma.

    ibtâlihis: duyguları uyuşturma, anestezi.

    ibtidâ: başlangıç.

    ibtidâî: ilkel.

    ibtilâ: tiryakilik, düşkünlük.

    ibtizâl: çokluktan dolayı değer kaybı.

    îcâb: lüzum, gerek.

    îcâbât: gerekler, cevap vermeler.

    icâbet: cevap verme.

    icâbî: icapla ilgili, gerekli.

    îcad: yoktan yaratma.

    îcadî: yaratmayla ilgili.

    îcâr: kiralama.

    îcâre: kira, gelir.

    icâz: az sözle çok mânâ anlatma.

    îcâz: benzerini yapmakta insanı âciz bırakan.

    icâzât: izinler, diplomalar.

    icâzdârâne: az sözle çok mânâ anlatırcasına.

    icâzet: izin.

    icâzetnâme: diploma.

    îcâzî: icazla ilgili, mûcize olan.

    icâzkâr: icazlı, sözü az mânâsı çok.

    îcâzkârâne: benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına.

    îcâzvârî: mûcize gibi.

    icbâr: zorlama.

    icl: dana.

    iclâ: cilalama.

    iclâl: saygı göstermek, büyüklük.

    iclâs: oturtma, tahta çıkarma.

    icmâ: toplama, büyük âlimlerin bir mesele üzerinde birleşmeleri.

    icmâen: topluca, birleşerek.

    icmâkârâne: topluca.

    icmâl: özetleme.

    icmâlen: kısaca, özetle.

    icmâlî: kısa, özlü.

    icrâ: uygulama, yapma.

    icrâât: uygulamalar, yapmalar.

    ictihâd: âyet ve hadîslerden hüküm çıkarma, içtihat.

    ictihâdât: hüküm çıkarmalar.

    ictihâdî: içtihatla ilgili.

    ictihâdîye: içtihatla ilgili olan.

    ictimâ: toplanma, içtima.

    ictimâât: toplanmalar.

    ictimâî: toplumla ilgili.

    ictimâiyyât: sosyoloji, toplumbilim.

    ictimâiyyûn: toplumbilimciler.

    ictinâ: meyve toplama.

    ictinâb: içtinap, sakınma, kaçınma.

    îd: bayram.

    îdâd: hazırlama.

    îdâdî: hazırlıklık devresi.

    îdâdiye: hazırlamayla ilgili, eskiden lise seviyesindeki okul.

    îdam: yok etme, öldürme.

    idâme: devam ettirme.

    idâre: yönetme, yönetim.

    idbâr: düşkünlük.

    iddet: kocası ölen kadının bekleme süresi.

    iddia: tez, direnme.

    iddiaen: iddia ederek.

    iddianâme: iddiaların toplandığı yazı, metin.

    iddihâr: biriktirme.

    iddihârât: biriktirmeler.

    ideâl: gaye, ülkü.

    ideoloji: fikir sistemi.

    idgam: gizleme.

    idhâl: içeri alma, ithal.

    idhâlât: dışarıdan alımlar, ithalat.

    idlal: saptırma, sapma.

    idman: alıştırma.

    idrâk: kavrayış.

    idrâr: sidik.

    idris: ilk elbiseyi diken peygamber.

    îfâ: ödeme, yerine getirme.

    ifâdât: anlatımlar.

    ifâde: anlatım.

    ifâkat: iyileşme.

    ifâza: feyizlendirme.

    iffet: namusluluk.

    ifhâm: anlatma.

    ifhâm: susturma.

    ifk: iftira.

    iflâh: kurtulma.

    iflâs: fakirleşme.

    ifnâ: yok etme.

    ifrağ: dönüştürme.

    ifrat: aşırılık.

    ifratâlûd: aşırılıkla karışık.

    ifratkâr: aşırı giden.

    ifratkârane: aşırı gidercesine.

    ifratperver: aşırılığı seven.

    ifratperverâne: aşırılığı severcesine.

    ifrâz: ayrılma, akma, salgı.

    ifrâzât: akıntılar, salgılar.

    ifrit: tehlikeli cin.

    ifsâd: bozma.

    ifsâdât: bozmalar.

    ifşâ: gizli olanı açıklama.

    ifşâât: ifşalar.

    iftihar: övünme, kıvanma.

    iftiharkârane: övünürcesine.

    iftikar: fakirliğini bilip gösterme.

    iftikarat: fakirliğini bilip göstermeler.

    iftira: birine aslı olmayan bir suç yükleme.

    iftirak: ayrılma.

    iftiraname: iftira yazısı.

    iftiras: parçalama.

    iftitah: namaza başlarken alınan tekbir.

    iğbirar: kırılma, gücenme.

    iğdab: öfkelendirme.

    iğdiş: burulmuş.

    iğfal: aldatma, ayartma.

    iğfalât: iğfaller, aldatmalar.

    iğlak: kapalılık, anlaşılmazlık.

    iğtinam: yağmalama.

    iğtişaş: karışıklık.

    iğva: azdırma, baştan çıkarma.

    ihafe: korkutma.

    ihâle: işi uygun olana verme.

    îhâm: vehme düşürme.

    ihânet: hainlik.

    ihânetkâr: ihanetçi, hain.

    ihânetkârâne: ihanet edercesine.

    ihâta: çevirme, kuşatma, kavrayış.

    ihâtât: ihatalar, kuşatmalar, kavrayışlar.

    ihbar: haber verme.

    ihbarât: haber vermeler.

    ihdâ: îman yolunu gösterme, hediye etme.

    ihdâs: yeni bir şey ortaya çıkarma.

    ihfa: gizleme.

    ihkak: hakkı yerine getirme.

    ihkakıhak: hakkı sahibine vermek.

    ihkâm: sağlamlaştırma.

    ihlâf: yemin ettirme.

    ihlâk: helâk etme, yok etme.

    ihlâl: bozma, sakatlama.

    ihlâs: her işi Allah için yapmak.

    ihmâl: boşlama, savsaklama.

    ihrâc: ihraç, çıkarma, dışarı atma.

    ihrâcât: dışarıya mal satma.

    ihrak: yakma.

    ihram: hacıların elbisesi.

    ihrâz: kazanma, erişme.

    ihsâ: sayma.

    ihsan: güzelce verme, iyilik.

    ihsanât: ihsanlar.

    ihsanperver: ihsan etmeyi seven.

    ihsâs: hissetme, hissettirme.

    ihtar: hatırlatma.

    ihtarât: hatırlatmalar.

    ihticâc: delil gösterme.

    ihtidâ: îman yoluna girme.

    ihtifâ: gizlenme.

    ihtifâl: tören.

    ihtifâlât: törenler.

    ihtikâr: malı kıymetlensin diye saklama.

    ihtilâc: çırpınma, seğirme.

    ihtilâf: anlaşmazlık, uyuşmazlık, ayrılık.

    ihtilâfat: anlaşmazlıklar, ayrılıklar.

    ihtilâfî: anlaşmazlık konusu.

    ihtilâl: ayaklanma, kargaşalık.

    ihtilâlât: ihtilâller, ayaklanmalar.

    ihtilâlkârâne: ihtilâl yaparcasına.

    ihtilâm: uyurken cenabet olma.

    ihtilât: karışma, görüşme.

    ihtilâtat: karışmalar, görüşmeler.

    ihtimal: olabilirlik.

    ihtimalat: ihtimaller.

    ihtimam: özen, özenme.

    ihtimamât: ihtimamlar, özenmeler.

    ihtimamkâr: ihtimamcı, özen gösteren.

    ihtimamkârâne: ihtimam gösterircesine, özenerek.

    ihtirâ: yepyeni bir şey ortaya çıkarma.

    ihtiram: hürmet etme.

    ihtiras: aşırı istek.

    ihtirasât: ihtiraslar, aşırı istekler.

    ihtiraz: çekinme.

    ihtisar: kısaltma.

    ihtisaren: kısaltarak.

    ihtisas: hissetme, duyumsama.

    ihtisas: uzmanlık.

    ihtisasat: hislenmeler, duygulanmalar.

    ihtisasat: uzmanlıklar.

    ihtişam: görkem, etkileyici görünüş.

    ihtiva: içine alma, kapsama.

    ihtiyacât: ihtiyaçlar.

    ihtiyac: gerek duyma, gerek duyulan şey.

    ihtiyar: seçme, isteme, yaşlı kimse.

    ihtiyare: ihtiyar hanım.

    ihtiyarem: ihtiyarım, yaşlıyım.

    ihtiyaren: seçerek, isteyerek.

    ihtiyarî: isteğe bağlı, istemekle.

    ihtiyarsız: istek dışı, istemeden.

    ihtiyat: ilerisini düşünerek davranma.

    ihtiyaten: ilerisini düşünerek.

    ihtiyatî: ihtiyatla ilgili.

    ihtiyatkâr: ihtiyatlı.

    ihtiyatkârane: ihtiyatlı bir biçimde.

    ihtizâr: çekinme, sakınma.

    ihtizaz: titreme, hoşlanma.

    ihtizazât: titremeler, hoşlanmalar.

    ihvân: kardeşler.

    ihvânî: kardeşlikle ilgili.

    ihvetî: kardeşim.

    ihyâ: canlandırma.

    ihzâr: hazırlama.

    ihzârât: hazırlamalar.

    ihzâriye: hazırlama.

    îka: yapma, etme.

    îkaât: yapıp etmeler.

    ikab: azap, eziyet, ceza.

    ikame: yerine koyma.

    ikamet: oturma, yerleşme.

    ikametgâh: oturulan yer, adres.

    îkan: kesin biliş.

    îkaz: uyarı.

    îkazât: uyarılar.

    îkazkâr: uyarıcı.

    îkaznâme: uyarma yazısı.

    ikbâl: yönelme, talihlilik, saadet.

    iklim: bir yerin hava durumu.

    ikmâl: tamamlama.

    iknâ: inandırma.

    ikra: oku!

    ikrâh: zorlama, tiksinme.

    ikrâm: ağırlama.

    ikrâmât: ikramlar.

    ikrâmiye: armağan olarak verilen para.

    ikrâr: söyleme, dile getirme.

    ikrâz: borç verme.

    iksir: çok tesirli ilaç.

    iktibas: alıntı, söz nakletme.

    iktibasen: alıntı yaparak.

    iktidâ: uyma.

    iktidâen: uyarak.

    iktidar: güçlülük.

    iktifa: yetinme.

    iktifaen: yetinerek.

    iktiham: dayanma, katlanma.

    iktiran: iki şeyin bir arada gelmesi, yakınlık.

    iktisa: giyinme.

    iktisâb: kazanma, edinme.

    iktisâd: tutum, harcamada aşırıya kaçmama, ekonomi.

    iktisar: kısaltma.

    iktiza: gerekme, gereklik.

    ilâ: "kadar" mânâsında ön ek.

    îlâ: yüceltme, yayma.

    ilââhir: sonuna kadar.

    ilââhirilâyet: âyetin sonuna kadar.

    ilâh: tanrı.

    ilâhe: tanrıça.

    ilâhî: Allaha dair.

    ilâhiyat: Allahtan bahseden ilim.

    îlâm: bildirme.

    îlâmnâme: bildirme yazısı.

    ilân: duyurma, duyuru.

    ilânât: ilanlar, duyurular.

    ilânihaye: sona kadar.

    ilânnâme: duyurma yazısı.

    ilâve: ek.

    ilâveten: ek olarak.

    îlâyıkelimetullah: Allah kelâmını yayma.

    ilbâs: giydirme.

    ilca: gereklilik, zorlama.

    ilcaât: gereklilikler, zorlamalar.

    ilel: sebepler, hastalıklar.

    ilelebed: sonsuza kadar.

    îlem: bil!

    îlemeyyühelazîz: bil ey azîz!

    ileyh: ona.

    ilga: kaldırma.

    ilhâd: dinsizlik.

    ilhâh: zorlama.

    ilhak: katma, ekleme.

    ilhâm: Allah tarafından kalbe gelen mânâ.

    ilhâmât: ilhamlar, kalbe gelen mânâlar.

    ilhâmen: ilham olarak.

    ilhâmî: ilhamla ilgili.

    ilka: ekme, bırakma.

    ilkaât: ilkalar, ekmeler.

    ilkah: dölleme, aşılama.

    illâ: ille, ne olursa olsun, özellikle.

    illallah: Allahdan başka.

    ille: sebep, illa.

    illet: hastalık.

    illet: asıl sebep.

    illiyet: sebeplik.

    illiyyîn: cennetin en yüksek yeri.

    illüzyon: cisimleri yanlış idrak etmek.

    ilm: ilim.

    ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin biliş.

    ilmî: ilimle ilgili, ilme uygun.

    ilmihâl: "hâl ilmi" mânâsında herkese gerekli olan dinî hükümleri bildirmek maksadıyla yazılan kitaplara verilen isim.

    ilmiye: âlimler yolu.

    ilsâk: yapışma, bitişme.

    iltibas: karıştırma, ayıramama.

    ilticâ: sığınma.

    ilticâgâh: sığınak.

    ilticâkârâne: sığınırcasına.

    iltifât: lütfetme, gönül alma, güzel sözle okşama.

    iltifâtât: iltifatlar, gönül almalar, lütfetmeler.

    iltifâtkârâne: iltifat edercesine.

    iltihâb: yanma, kızışma.

    iltihak: katılma.

    iltihâm: kaynaşma.

    iltika: kavuşma.

    iltimas: kayırma.

    iltisak: kavuşma.

    iltiyâm: kaynaşma.

    iltizam: kayırma, taraf tutma, gerekli bulma.

    iltizamkârâne: taraf tutarcasına.

    iltizamperverâne: taraf tutmayı severcesine.

    ilyâs: Kuranda adı geçen bir peygamber.

    ilzâm: susturma, sözle üstün gelme, yenme.

    îmâ: dolayısıyle anlatma.

    imâd: direk.

    îmâen: ima ederek.

    îmâî: ima şeklinde.

    îmâl: yapma, yapım.

    îmâlât: yapmalar, yapımlar.

    imâle: meylettirme, uzun okuma.

    imam: namaz kıldıran kimse, büyük âlim, önder.

    imame: sarık, tesbih başı.

    imamet: imamlık, önderlik.

    imamımübîn: bir nevi kader defteri.

    imân: çok dikkatli olma.

    îmân: inanma.

    îmânî: îmanla ilgili.

    îmânperver: îmanı seven.

    îmar: yapma, onarma, şenlendirme.

    îmarât: imarlar, yapmalar, onarmalar.

    imâret: bayındırlık, fakirlere yemek verilen yer.

    îmarkârâne: imar edercesine.

    imâte: öldürme.

    imbik: süzme aleti.

    imdâd: imdat, yardım.

    imdâdât: yardımlar.

    imdi: şimdi.

    imha: bozma, yıkma, yok etme.

    imhâl: erteleme.

    imkân: olabilirlik.

    imkânât: imkânlar, olabilmeler.

    imkânî: olabilen.

    imlâ: doldurma, yazma bilgisi.

    imrân: Hazreti Meryemin babası.

    imrâr: geçirme.

    imsâk: el çekme, oruca başlama zamanı.

    imtidâd: uzama.

    imtihan: sınama.

    imtihanât: sınamalar.

    imtinâ: çekinme, yanaşmama, imkânsız olma.

    imtinân: minnet etme.

    imtisâl: misal edinme, benzemeye çalışma.

    imtisâlen: misal edinerek, uyarak.

    imtiyaz: ayrıcalık.

    imtiyazât: ayrıcalıklar.

    imtizâc: uyuşma, kaynaşma.

    imtizâcât: kaynaşmalar, uyuşmalar.

    imtizâckâr: uyuşan, kaynaşan.

    imtizâckârâne: kaynaşarak, uyuşarak.

    inâbe: günahı terkedip hakka yönelme.

    inâd: ayak direme, inat.

    inâdî: inada dayanan.

    inâm: nimetlendirme.

    inâmât: nimetlendirmeler.

    inâmperver: nimetlendirmeyi seven.

    inâs: kadınlar.

    inaş: hareketlendirme.

    inâyât: yardımlar.

    inâyet: yardım.

    inâyethâh: yardım isteyen.

    inâyetkâr: yardım eden.

    inâyetkârâne: yardım edercesine.

    inâyetnâme: yardım yazısı.

    inâyetperver: yardımsever.

    inbât: otun bitmesini sağlama.

    inbik: imbik, süzme âleti.

    inbisât: genişleme.

    incil: dört büyük ilâhî kitaptan biri.

    incilâ: cilâlanma, parlama.

    incilâb: celbedilme, çekilme.

    incimad: donma, katılaşma.

    incirar: çekilme, sona erme.

    incizâb: cezbedilme, çekilme.

    incizâbât: cezbedilmeler, çekilmeler.

    incizâr: çekilme.

    ind: yan, kat.

    indallah: Allah katında.

    indelbüleğa: adamına göre güzel söz söyleyenler yanında.

    indelhâce: gerek duyulduğunda.

    indî: kendince, keyfî.

    indifâ: def olma, püskürme.

    indimaç: kenetlenme.

    indiras: bozulma, silinme.

    ineb: üzüm.

    infâk: nafaka verme.

    infâz: yerine getirme.

    infiâl: hareketlenme, kızma.

    infiâlât: infialler.

    inficâr: tan yerinin ağarması, tohumun çatlaması.

    infikâk: ayrılma, ayrışma.

    infilâk: patlama.

    infirad: teklik, benzersizlik.

    infisah: bozulma, dağılma.

    infisal: ayrılma.

    infitar: yarılma.

    inhidam: yıkılma.

    inhilâl: ayrışma, dağılma.

    inhimak: kapılma, düşkünlük.

    inhinâ: bükülme, eğrilme.

    inhirâf: sapma.

    inhisaf: tutulma.

    inhisar: bir şeyin sadece bir kişiye verilmesi, tekel.

    inhitat: düşme, çökme.

    inhizam: bozulma, dağılma, yenilme.

    inîdam: yok olma.

    inîkad: kurulma, gerçekleşme, bağlanma.

    inîkas: yansıma.

    inkâr: inanmama.

    inkârî: inkârla ilgili.

    inkıbâz: tutukluk.

    inkılâb: inkılâp, değişme, dönüşme.

    inkılâbât: değişmeler.

    inkılâbvârî: inkılâp gibi.

    inkıraz: sönme, tükenme.

    inkısam: bölünme.

    inkısar: kısalma.

    inkısarât: inkısarlar.

    inkıtâ: kesilme, tükenme, tıkanma.

    inkıyâd: boyun eğme, bağlanma.

    inkıza: olup bitme.

    inkisar: kırılma.

    inkisarat: kırılmalar.

    inkişâ: açılma.

    inkişaf: açılma, gelişme.

    inkişafat: açılmalar, gelişmeler.

    innî: eserlerden eser sahibine götüren delil.

    ins: insan.

    insâ: unutma.

    insâf: merhamete dayalı adalet.

    insâfkârâne: insaflıca.

    insaniyet: insanlık.

    insaniyeten: insanlık bakımından.

    insaniyetkârâne: insanlığa yakışırcasına, insanca.

    insaniyetperver: insanlıksever.

    insî: insanla ilgili, insan cinsinden.

    insibab: dökülme, katılma.

    insibağ: boyanma.

    insicâm: düzgünlük.

    insilâh: soyulma, sıyırılma.

    insiyak: sevkedilme.

    inşâ: yapma, kurma.

    inşâallah: Allah dilerse.

    inşâd: şiir okuma.

    inşât: ferahlandırma.

    inşiâb: bölümlenme.

    inşikak: yarılma.

    inşirâh: ferahlanma, açılma.

    intâc: netice verme.

    intâk: konuşturma.

    intâkıbilhak: Allahın konuşturması.

    intâniye: mikrobik.

    intiaş: dinlenip canlanma.

    intibâ: izlenim.

    intibâh: uyanma.

    intibâhkârâne: uyanmışçasına.

    intibak: uyma.

    intifâ: faydalanma.

    intifâ: sönme.

    intihâ: son, sona erme.

    intihâb: seçme.

    intihal: çalma.

    intikal: geçme, anlama.

    intikam: öç.

    intikamkârâne: intikam alırcasına.

    intisab: bağlanma, kapılanma.

    intişâr: yayılma.

    intişârât: yayılmalar.

    intizam: düzgünlük, düzen, yerli yerindelik.

    intizamât: intizamlar.

    intizamkârâne: düzgünce.

    intizamperver: düzensever.

    intizamperverâne: düzensevercesine.

    intizar: bekleme, gözleme.

    intizaren: bekleyerek.

    inzâl: indirme, inme.

    inzâr: korkutma.

    inzibât: sıkı düzen.

    inzimâm: eklenme.

    inzivâ: bir köşeye çekilme.

    inzivâgâh: inziva yeri

    ipnotizma: telkinle uyutma.

    îrâb: düzgün söz söyleme.

    irâd: gelir, kazanç.

    îrâd: söyleme, dile getirme.

    irâde: seçme ve isteme kabiliyeti.

    irâdet: irade.

    irâdî: iradeyle ilgili, istemekle.

    irâe: gösterme.

    irâs: verme, miras bırakma.

    îrâz: yüz çevirme.

    ircâ: indirme, döndürme.

    irfân: bilme, anlama, zihni olgunluk.

    irhâsât: Efendimizin peygamberlikten önceki harika hâlleri.

    irs: miras, kalıtım.

    irsâ: sağlamlaştırma.

    irsâl: gönderilme.

    irsâlât: göndermeler.

    irsiyet: kalıtım.

    irşâd: hak yolu gösterme.

    irşâdât: irşatlar.

    irşâdgâh: irşat yeri.

    irşâdî: irşatla ilgili.

    irşâdkâr: irşatçı.

    irşâdkârâne: irşat edercesine.

    irtibât: bağlılık, ilgi.

    irticâ: geri dönücülük.

    irticâc: çalkalanma.

    irticâkârâne: geri dönercesine.

    irticâlen: hazırlıksız söyleme.

    irticâlî: hazırlıksız konuşma.

    irtidâd: dinden dönme.

    irtidâdkâr: dininden dönen.

    irtifâ: yükseklik.

    irtihâl: göçme, ölme.

    irtikâb: işleme.

    irtisam: resmedilme.

    irtişâ: rüşvetçilik.

    irzâ: razı etme.

    irzâk: rızık verme.

    isa: dört büyük peygamberden biri.

    isâbet: yerini bulma, rast gelme.

    isâbetiayn: göz değmesi.

    isâd: yükseltme, mesut etme.

    isâet: kötü iş işleme.

    îsâf: yardıma koşma.

    âsal: ulaştırma.

    isâle: akıtma.

    îsâr: kendisi muhtaç olduğu hâlde başkasına verme ahlâkı.

    isbât: delil göstererek hakikatı ortaya koyma.

    isevî: isa aleyhisselâmın dininden olan kimse.

    isevîlik: isa aleyhisselâmın dini.

    iska: sulama.

    iskân: yerleştirme.

    iskât: susturma.

    iskender: sayısız beldeler fethetmiş bir hükümdar.

    islâm: Hazreti Muhammed aleyhisalâtü vesselâmın getirdiği din.

    islâmiyet: islâmlık.

    ism: günah, suç.

    ismar: meyve verme.

    ismet: masumluk, temizlik.

    ismiâzam: en büyük ilâhî isim.

    ismifâil: kimin iş yaptığını bildiren isim, özne.

    ismullah: Allah adı.

    isnâaşer: on iki.

    isnâd: dayandırma.

    isnâdât: dayandırmalar.

    ispirtizma: cinlerle konuşup da ruhlarla konuştuklarını sananların fikri.

    isrâ: geceleyin götürme.

    isrâf: gereksiz yere harcama.

    isrâfât: gereksiz harcamalar.

    isrâfil: sur borusunu üflemekle görevli büyük bir melek.

    isrâfilmisâl: israfil gibi.

    isrâfilvârî: israfil aleyhisselâm gibi.

    isrâil: Hazreti Yakubun lâkabı.

    isrâiliyyat: Yahudilikten kalma bilgiler.

    istahrabat: ateşe tapanların ünlü ateşlerinin bulunduğu yer.

    istasyon: demiryollarında durak.

    istatistik: hüküm çıkarmak için bilgi toplama ve sınıflandırma ilmi.

    istiâb: içine alma, kaplama.

    istiânât: yardım istemeler.

    istiâne: yardım isteme.

    istiâre: bir kelimeyi başka anlamda kullanma.

    istiâze: sığınma.

    istibâd: akıldan uzak görme.

    istibdad: baskıcı yönetim.

    istibdadât: baskılar.

    istibka: kalıcı kılma.

    istibrâ: küçük abdestten sonra idrarın iyice kesilmesini beklemek.

    istibşâr: müjdeleme.

    istibşârkârâne: müjdelercesine.

    istîcâl: acele etme.

    isticvâb: sorup cevap isteme.

    istîdâ: dilekçe.

    istidad: istidat, yetenek.

    istidadat: yetenekler.

    istidadî: yetenekle ilgili.

    istidlâl: delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma.

    istidrâc: derece derece yükselme, hayırsız başarı.

    istidrâcî: istidracla ilgili.

    istidrâdî: başka konu anlatılırken arada söylenen söz.

    istif: yığma.

    istifâ: işten ayrılma.

    istifâde: faydalanma.

    istifâdeten: faydalanma bakımında.

    istifâza: feyizlenme, manen gıdalanma.

    istifâzaten: feyizlenme bakımından.

    istifhâm: soru, sorma.

    istifra: kusma.

    istifsâr: anlamak için soru sorma.

    istifta: bir meselede dinin hükmünü sorma.

    istigase: yardım isteme.

    istiğfar: Allahtan af dileme.

    istiğna: gönül tokluğu, nazlanma, uzak durma.

    istiğrâb: yadırgama, garipseme.

    istiğrâbkârâne: yadırgarcasına.

    istiğrâk: ilâhî aşka dalıp coşarak kendinden geçme, esrime.

    istiğrâkî: istiğrakla ilgili.

    istiğrâkkârâne: kendinden geçercesine.

    istihâl: temizleme.

    istihâle: başkalaşma.

    istihâre: bir işin iyi olup olmadığını anlamak için rüya görmek niyetiyle uykuya yatma.

    istihâza: âdet kanı.

    istihbâb: güzel sayma.

    istihbâr: haber alma.

    istihbârât: haber almalar.

    istihdâf: hedef edinme.

    istihdâm: hizmet ettirme.

    istihfâf: hafife alma.

    istihkak: hak etme.

    istihkâm: sağlamlık, siper.

    istihkâr: hor görme.

    istihlâk: tüketim.

    istihrâc: çıkarma, çıkarım.

    istihrâcât: çıkarmalar, çıkarımlar.

    istihsâl: üretim.

    istihsân: güzel sayma.

    istihsan: korunma.

    istihsânât: güzel saymalar.

    istihsânkârane: beğenircesine.

    istihyâ: haya etme, utanma.

    istihzâ: ince alay.

    istihzâkârâne: alay edercesine.

    istihzar: hazırlama.

    istihzarât: hazırlamalar.

    istikamet: doğrultu, yön.

    istikbâl: gelecek zaman, yönelme.

    istikbâlbîn: geleceği gören.

    istikbâlî: gelecekle ilgili.

    istikbâliyât: gelecek zamanda olacaklar.

    istiklâl: bağımsızlık.

    istiklâldârâne: bağımsızca.

    istiklâliyet: bağımsızlık.

    istikmâl: tamamlama.

    istikrâ: ayrı ayrı olaylardan genel bir hüküm çıkarma.

    istikrâen: istikra bakımından.

    istikrah: tiksinme.

    istikrâr: karar kılma, yerleşme.

    istikrâz: borçlanma.

    istikzâr: pis görme.

    istilâ: kaplama.

    istilâkârâne: kaplarcasına.

    istilhak: kendine alma.

    istilzâm: gerektirme.

    istilzâz: lezzet alma.

    istimâ: dinleme.

    istimâl: kullanma.

    istimdâd: yardım isteme.

    istimdâdgâh: yardım isteme yeri.

    istimdâdkârâne: yardım istercesine.

    istimlâk: kamulaştırma.

    istimrâr: devamlılık.

    istimsâl: örnek alma.

    istimzâc: kaynaşma, karışma.

    istinâbe: başka yerde bulunan şahidin ifadesinin alınması.

    istinad: dayanma.

    istinaden: dayanarak.

    istinadgâh: dayanak.

    istinaf: başlangıç, mahkeme.

    istinâs: alışma, ısınma.

    istinbât: bir sözden gizli bir mânâ çıkarma.

    istincâ: helada temizlenme.

    istinkâf: çekinme, katılmama.

    istinkâr: inkâr etme.

    istinsâh: sayfaları yazarak çoğaltma.

    istintak: konuşturma.

    istirâhât: dinlenme.

    istirâhâtgâh: dinlenme yeri.

    istirâhâthâne: dinlenme evi.

    istirâk: hırsızlık.

    istirdâd: geri alma.

    istirhâm: merhamet dilenme.

    istirhâmnâme: merhamet dilenme yazısı.

    istîsâb: güç sayma.

    istîsal: kökünü kazıma.

    istiskal: yüz vermeyerek kovma.

    istismâr: menfaatine alet etme.

    istisnâ: ayrılık, kural dışı.

    istişâre: danışma, konuşma.

    istişfâ: şifa isteme.

    istişhâd: şahit gösterme.

    istişmâm: koklama.

    istitafkârane: merhamet isteyen gibi.

    istitar: örtünme.

    istitrad: ara söz.

    istivâ: düzelme, güneşin tepeye gelmesi.

    istizâh: açıklama istemek.

    istizâm: büyütme.

    istizân: izin isteme.

    istizhâr: birinden yardımcı olmasını isteme.

    isyân: ayaklanma, başkaldırma.

    isyânkârâne: başkaldırırcasına.

    îşâ: yatsı.

    işâa: haber yayma.

    işâl: alevlendirme.

    işâr: sezdirme.

    işârât: işaretler.

    işârâtülîcâz: mûcizelik işaretleri.

    işâret: anlamlı davranış, belirti.

    işâreten: işaret ederek.

    işârî: işaretle ilgili.

    işbâ: doyurma.

    işgal: oyalama, alma.

    işgüzar: çalışkan.

    işhâd: şahit gösterme.

    işkâl: güçleştirme, çetinleştirme.

    işkembe: hayvan midesi.

    işkil: vesvese, kuşku.

    işmâm: koklatma.

    işmar: anlamlı işaret.

    işrak: Allaha ortak koşma.

    işrâk: ışıklandırma, parlatma.

    işrâkiyye: batıl bir felsefe.

    işrâkiyyûn: işrâkiyyeciler.

    işret: içkili toplantı.

    iştiâl: alevlenme.

    iştibâh: şüphelenme, benzerlik.

    iştibâk: şebekelenme, örgülenme.

    iştigal: uğraşma.

    iştihâ: iştah.

    iştihar: ünlenme.

    iştikak: türeme.

    iştira: satın alma.

    iştirak: ortaklık, katılma.

    iştiyak: şiddetli istek.

    iştiyakât: şiddetli istekler.

    iştiyakâver: pek istekli.

    iştiyakengiz: istek veren.

    îta: verme.

    itâat: söz dinleme.

    itâatkârâne: söz dinleyerek.

    itâb: azarlama.

    itâm: yemek yedirme.

    itfa: söndürme.

    ithaf: yazılan kitapta birinin adını anma.

    ithâm: suçlama.

    ithâmnâme: suçlama yazısı.

    îtibar: saygınlık.

    îtibarî: var sayılan.

    îtidâl: orta hâllilik.

    îtidâlidem: soğukkanlılık.

    îtikâd: gönülden inanma.

    îtikâdât: inanmalar.

    îtikâden: inanma bakımından.

    îtikâdî: inanmakla ilgili.

    îtikaf: bir yere çekilip ibadet etmek.

    îtilâ: yükselme.

    îtilâf: anlaşma.

    îtimâd: güvenme.

    îtimâden: güvenerek.

    îtinâ: özen.

    îtiraf: saklamayıp söyleme.

    îtiraz: karşı çıkma, karşı söz.

    îtirazât: itirazlar.

    îtiraziye: cümlede ara söz

    îtirazkârâne: itiraz edercesine.

    îtiraznâme: itiraz yazısı.

    îtisaf: haksızlık.

    îtiyad: alışkanlık.

    îtizâl: ayrılma, sapma.

    îtizâr: özür bildirme.

    itkan: sağlam yapma.

    itlâf: öldürme.

    itlak: bağlama, asma.

    itmâm: tamamlama.

    itminân: tatmin olma.

    itminânbahş: tatmin eden.

    itminânkârâne: tatmin olurcasına.

    ittibâ: tabi olma, uyma.

    ittibâen: tabi olarak, uyarak.

    ittifâk: birleşme.

    ittifâken: birleşerek.

    ittifâkî: birleşmeye dair, üstünde birleşilen.

    ittifâkkârâne: birleşircesine.

    ittihâd: birlik.

    ittihâdıislâm: Müslümanların birlik olması.

    ittihâm: suçlanma.

    ittihâmkârâne: suçlanarak.

    ittihâmnâme: suçlanma yazısı.

    ittihâz: alma, sayma.

    ittika: sakınma.

    ittikan: sağlamlık.

    ittisâf: sıfatlanma.

    ittisâfkârâne: sıfatlanırcasına.

    ittisâk: düzenli diziliş.

    ittisâl: bitişme.

    ittizâh: açıklık.

    ittizân: ölçülülük.

    ityân: belirleme.

    ivaz: karşılık.

    îvicâc: eğrilik.

    îvicâcât: eğrilikler.

    îyanî: görünen.

    îyd: bayram.

    izâ: birdenbire.

    izâbe: eritmek.

    izâc: taciz etme, rahatsız etme.

    izâcât: taciz etmeler.

    izâe: aydınlatma.

    izâfe: bağlama, yükleme.

    izâfî: göreli, göreceli.

    îzâh: açıklama.

    îzâhât: açıklamalar.

    îzâhen: açıklama ile.

    izâle: giderme.

    izâm: büyükler.

    îzâm: büyütme.

    izân: anlayış.

    izânî: anlayışla ilgili.

    izâr: elbise.

    îzâz: ağırlama.

    izbe: kuytu.

    izdihâm: yığışma.

    izdivâc: evlenme.

    izdiyad: artma.

    izhâr: gösterme.

    izinnâme: izin belgesi.

    izmihlâl: bozulma.

    izn: izin.

    izzet: üstünlük, galibiyet.

    izzetâlûd: izzetle karışık.

    izzetinefis: insanın kendine saygısı.



    J

    jâle: çiy, şebnem, kırağı.

    jandarma: asayişle görevli asker.

    jelatin: kokusuz bir madde, bir cins kağıt.

    jeolog: yeryüzü ilmi ile uğraşan kimse.

    jeoloji: yeryüzünün yapısını inceleyen ilim.

    jest: anlamlı beden hareketleri.

    jiyân: kükremiş.

    Jöntürk: Osmanlıların son döneminde yaşayan yenilik sevdalısı gençler.

    jurnal: günlük, ispiyon.

    jülîde: perişan, dağınık.

    jüri: bir mesele hakkında hüküm vermek için toplanan heyet.
#18.10.2006 02:40 0 0 0
  • K

    kabahat: kusur, suç.

    kabaih: kabahatlar.

    kabâil: kabileler.

    Kâbe: namaz için yöneldiğimiz mukaddes mabet.

    Kabıkavseyn: Peygamberimizin mîraçta ulaştığı son nokta.

    kâbız: tutan, sıkan, kavrayan.

    kabîh: çirkin.

    kabil: olabilir, gibi, türlü.

    kabîle: aynı soydan olup beraber yaşayan insanlar.

    kabilîyet: yetenek, etkilenebilirlik.

    kabine: bakanlar kurulu.

    kabir: mezar.

    kabl: önce.

    kablelbülûğ: ergenlikten önce.

    kablelvukû: olmadan önce.

    kablelvücûd: var olmadan önce.

    kabr: kabir, mezar.

    kabristân: mezarlık.

    kabûlüadem: yokluk kabulü.

    kâbus: korkulu rüya.

    kabz: tutma, alma, tutukluk.

    kabza: sap, el, avuç.

    kabzıervah: ruhların alınması.

    kabzıruh: ruhun alınması.

    kaddesallahüesrarehüm: Allah onların sırlarını mukaddes kılsın.

    kade: namazda oturuş.

    kadem: ayak, adım.

    kademe: derece, sıra.

    kader: Allahın herşeyi ezelden bilip takdir etmesi.

    Kaderiye: "kul fiilin yaratıcısıdır" diyen sapık mezhep.

    kadî: kadı, hâkim.

    kadîb: kılıç.

    Kadîm: öncesiz olan Allah.

    kadîm: eski zaman.

    Kadîr: güçlü.

    kadîrâne: güçlü olarak.

    kadirdanlık: değerbilirlik.

    Kadirî: Abdülkadir Geylanî tarikatından olan.

    kadîriyet: güçlülük.

    kadirşinâs: değerbilir.

    Kadîülhâcât: ihtiyaçları veren, Allah.

    kadr: kadir, kıymet, değer.

    Kaf: hayâlî bir dağ.

    kâffe: bütün.

    kâfi: yeter.

    kâfil: kefil olan.

    kafile: yolculuk eden topluluk.

    kâfir: îmansız.

    kâfirâne: kâfirce.

    kafiye: mısra sonralarında ses bezerlikleri.

    kafiyeperest: aşırı kafiye düşkünü.

    kâfûr: bir madde ismi, cennette bir kaynak.

    kağnı: öküz arabası.

    kâh: bazen.

    Kahhâr: kahreden.

    kahhârâne: kahredercesine.

    kahır: derin üzüntü.

    kâhil: erişkin.

    kâhin: falcı.

    kahir: üstün gelen.

    kahr: zorlama, mahvetme, ezme.

    kahraman: büyük işler başarmış kişi.

    kahramanâne: kahramanca.

    kaht: kıtlık.

    kahtıricâl: adam kıtlığı.

    kahtügalâ: yokluk ve kıtlık.

    kaid: lider, kumandan.

    kaide: kural.

    kaideten: kural olarak.

    kail: inanmış.

    kaim: ayakta duran.

    kaime: para.

    kâin: olan.

    kâinat: evren.

    kal: konuşma.

    kal': koparma.

    kalâ: kale.

    kalade: gerdanlık.

    kalâk: gönül sıkıntısı.

    kalb: duyguların sultanı, gönül.

    kalben: gönülle.

    kalbetme: dönüştürme.

    kalbî: gönülden.

    kalbolma: dönüşme.

    kale: dedi.

    kale kîle: dedi denildi.

    kalen: konuşarak.

    kalî: konuşmakla.

    kalîl: az.

    kalkale: okurken harfi iki kere seslendirme.

    kalori: gıdaların vücuda ısı vermesi bakımından değeri.

    kalp: sahte.

    Kalûbelâ: Allahın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorması ve ruhların "evet" demeleri olayı.

    kâm: dilek, arzu.

    kamer: ay.

    kamervârî: ay gibi.

    kamet: boy.

    kamet: namazın farzından önce okunan ezan.

    kâmil: yetkin, erişkin, olgun, tam.

    kâmilâne: kâmilce.

    kâmilen: tamamen.

    kâmilîn: kâmiller.

    kamtarir: çatık kaşlı.

    kamu: halkın hepsi.

    kamûs: büyük sözlük.

    kanaât: kısmetine razı olma, kabullenme.

    kanaâtbahş: kanaat veren.

    kanaâtkârâne: kanaat edercesine.

    kanâdil: kandiller.

    kandil: idare lâmbası.

    kâne: oldu.

    kangren: hücrelerin ölmesiyle oluşan bir hastalık.

    kanî: kanaat eden, inanmış.

    kantar: tartı aleti.

    kantara: köprü.

    kanun: uyulması gereken kesin kural.

    kanunen: kanunca.

    kanunî: kanuna göre, uygun.

    kanuniyet: kanunluk.

    kanunnâme: kanun yazısı.

    kanunperest: kanun düşkünü.

    kâr: "yapan, eden" mânâsında son ek.

    kâr: para kazancı.

    karâbet: yakınlık.

    karakter: temel özellik.

    karar: hüküm, çare, düzenlilik, ölçülülük, tahmin.

    karardâde: düzelmiş.

    karargâh: karar yeri, askeriyede kurmayların yeri.

    kararnâme: kararların yazısı.

    karaşina: iş bilir.

    karavana: büyük yemek kabı.

    karbon: bir element, kömür.

    kardeşane: kardeşce.

    kârgir: taş yapı.

    kârıakıl: akla uygun.

    karındaş: kardeş.

    karî: okuyucu.

    karîb: yakın.

    karîben: yakında.

    karîha: düşünme melekesi.

    karîn: yan yana, yakın.

    karîne: belirti.

    Karlayl: ünlü bir tarihçi.

    karn: devre, asır.

    karulâsâ: doktorun bedene vurarak muayene etmesi.

    Karûn: azaba uğramış ünlü bir zengin.

    karye: belde.

    karz: ödünç.

    karzen: ödünç olarak.

    karzıhasen: Allah için verilen borç.

    kasâid: kasideler, övgü için yazılan şiirler.

    kasas: kıssalar, hikâyeler.

    kasâvet: katılık.

    kasd: niyet, istek.

    kasden: niyet ederek.

    kasdî: kasıtlı olarak, kasıtla ilgili.

    kâse: tas, çanak.

    kâselîs: çanak yalayıcı.

    kasem: yemin.

    kasemât: yeminler.

    kasıd: kasteden, niyetli.

    kasır: kusurlu.

    kasır: kısa.

    kasır: saray.

    kasî: katı.

    kâsib: kazanmaya çalışan.

    kasid: kesat olan, sürümü olmayan.

    kasîde: övgü şiiri.

    kasîdehân: kaside okuyan.

    kasir: kısa.

    kasirünnazar: nazarı kısa.

    kasîyye: katılık.

    kasr: kısalık, saray.

    kasvet: sıkıntı, katılık.

    kâşâne: gösterişli ev.

    kâşif: keşfeden.

    kat: kesme, geçme.

    katâ: asla.

    katarât: damlalar.

    katıa: kesin olan.

    katıüttarîk: yol kesen.

    katî: kesin.

    kâtib: yazıcı.

    kâtibâne: yazıcı gibi.

    kâtibe: yazıcı kadın.

    kâtibîn: insanın amelini yazan melekler.

    katil: öldüren.

    katîye: kesin.

    katîyyen: kesinlikle.

    katîyet: kesinlik.

    katl: öldürme.

    katliâm: herkesi öldürme.

    katmer: kat kat oluş.

    Katolik: Hıristiyanlıkta bir mezhep.

    katran: siyah bir madde.

    katre: damla.

    katuf: tembel hayvan.

    kavâid: kurallar.

    kavânin: kanunlar.

    kavî: kuvvetli.

    kavil: söz, sözleşme.

    kavim: aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk.

    kavis: yay, eğri.

    kaviyyen: kuvvetle.

    kavl: söz.

    kavlen: sözle.

    kavlirâcih: üstün bulunan söz.

    kavm: kavim, aynı ırka mensub olanların oluşturduğu topluluk.

    kavmiyet: kavimlik.

    kavmiyetçilik: ırkçılık, olumsuz milliyetçilik.

    kavmiyeten: kavim olma bakımından.

    kavs: yay, eğri.

    kavseyn: iki yay.

    kavsıkuzeh: gökkuşağı.

    kavvâd: günaha vasıta olan.

    kay: kusuntu.

    kayd: yazma, bağ.

    kayıt: yazma, bağ.

    kaylûle: öğle uykusu.

    kayser: Bizans imparatorunun lâkabı.

    kayyum: toplayıp ihsan eden.

    Kayyûm: yarattıklarını varlık âleminde tutan Allah.

    Kayyûmiyet: Kayyumluk.

    kazâ: kaderde yazılanın gerçekleşmesi.

    kazâ: vaktinden sonra kılınan namaz.

    kazâ: zarar veren olay.

    kazârâ: kaza olarak.

    kazasker: ilimde bir rütbe.

    kazâyâ: kaziyeler, hükümler.

    kazâzede: kazaya uğramış

    kazf: namuslu kadına iftira.

    kâzım: öfkesini yenen.

    kâzib: yalancı.

    kaziye: hüküm.

    kazurât: pislikler.

    kebâir: büyük günahlar.

    kebîr: büyük.

    kebîre: büyük günahlar.

    keder: üzüntü.

    keennehu: sanki o.

    kef-nûn: Allahın "ol" yani "kün" emrindeki harfler.

    kefâet: denklik.

    kefâlet: kefillik.

    kefe: terazinin bir gözü.

    kefere: kâfirler.

    keffâret: dini suçun affı ümidiyle dünyada çekilen ceza.

    keffâreten: kefaret olarak.

    keffâretüzzünûb: günahların kefareti.

    kefîl: "borcunu ödemezse ben ödeyeceğim" diyen.

    kehânet: gelecekten haber verme.

    kehânetfurûş: geleceği bilirim diyen sahtekâr.

    kehf: mağara.

    kehfmisâl: mağara gibi.

    kehkeş: samanyolu.

    kehkeşan: samanyolu.

    kehribar: çekme özelliği olan bir madde.

    kehrübâ: kehribar.

    kelâl: bitkinlik.

    kelâm: konusu îman olan bir ilim.

    kelâm: söz, ilâhî sıfatlardan biri.

    kelâmullah: Allah sözü.

    kelb: köpek.

    kelbiyet: köpeklik.

    kelbiyyûn: dünyadan el çekmeyi ilke edinen felsefeciler.

    keler: kertenkele.

    kelîle: az gören, çakal.

    kelîm: kendisine söz söylenen.

    kelimât: kelimeler.

    kelime: sözcük.

    kelimetullah: Allah sözü.

    kellâ: hayır, asla!

    kem: kötü.

    kemafissâbık: daha önce geçtiği gibi.

    kemâl: olgunluk, erginlik, tamlık.

    kemâlât: kemâller, olgunluklar.

    kemâlî: kemâlle ilgili.

    kemer: kavisli yapı, kuşak.

    kemerbeste: kuşak bağlamış, hazırlanmış.

    kemiyet: nicelik.

    kemiyeten: nicelik bakımından.

    kemter: âciz, fakir, hakir.

    kemterâne: acizce, aşağıca.

    kenz: hazine, define.

    Kenzülarş: önemli bir bir dua.

    kerâhet: çirkinlik.

    kerâmât: kerametler.

    kerâmet: Allahın izniyle velîlerin gösterdikleri harikalar.

    kerâmetkârâne: kerametli bir şekilde.

    kerâmetvârî: keramet gibi.

    Kerbelâ: Hazreti Hüseyinin şehit edildiği yer.

    kerem: iyilik, lütuf, ikram, değer.

    keremkâr: keremli.

    keremkârâne: keremlice.

    keremnâmdâr: keremiyle tanınan.

    kerhen: istemeyerek.

    kerîh: tiksindirici.

    kerîm: kerem sahibi.

    kerîmâne: kerimce.

    kerime: kız evlat.

    kerîmiyet: kerîmlik.

    kerrât: defalar.

    kerre: defa.

    kerremallahuveche: Allah yüzünü ak etsin.

    kerrûbî: büyük melek.

    kerrûbiyyûn: büyük melekler.

    kerrüfer: çekilip yeniden saldırma.

    kervân: topluca yolculuk edenler kafilesi.

    kes: kimse.

    kesâd: durgunluk.

    kesâfet: yoğunluk.

    kesâlet: tembellik, uyuşukluk.

    kesân: kimseler.

    kesb: kazanma, edinme, işleme.

    kesbî: kesble ilgili.

    kese: kısa yol, para torbacığı.

    kesel: tembel.

    kesîf: katı, yoğun, mat.

    kesîr: çok, bol.

    kesir: kırılmış.

    kesr: kırma.

    kesret: çokluk, bolluk.

    keş: "çeken" mânâsında son ek.

    keşf: açma, bulma.

    keşfelkubûr: ölünün kabirdeki durumunu bilme.

    keşfirâz: sırrı ortaya çıkarma.

    keşfiyât: keşifler.

    keşide: çekilmiş.

    keşif: açma, bulma.

    keşiş: papaz.

    keşmekeş: karışıklık.

    keşşaf: keşfeden, açan, bulan.

    ketebe: yazıcılar.

    ketf: omuz.

    ketm: gizleme.

    ketmetmek: gizlemek.

    ketûm: sır saklayabilen.

    kevahin: kâhinler, falcılar.

    kevakib: yıldızlar.

    kevkeb: yıldız.

    kevn: yaratılan, âlem.

    kevneyn: iki âlem.

    kevnî: yaratılanlarla ilgili.

    kevniye: yaratılanlarla ilgili olan.

    kevser: cennette bir havuz.

    keyd: hile, düzen.

    keyfe: nasıl?

    keyfemâyeşâ: canı nasıl isterse.

    keyfen: nitelikçe.

    keyfî: keyfince.

    keyfiyât: özellikler, nitelikler, durumlar.

    keyfiyet: nitelik, özellik, durum.

    keyfiyeten: nitelik bakımından.

    keyif: hoş hâl.

    kezâ: bunun gibi.

    kezâlik: bu da öyle.

    kezzâb: yalancı.

    kıble: Kâbenin bulunduğu taraf.

    kıblegâh: kıble yeri.

    kıblename: kıbleyi gösteren yazı.

    kıblenümâ: kıbleyi gösteren.

    kıdem: öncelik, öncesizlik.

    kıllet: azlık.

    kıraat: okuma.

    kıraaten: okumakla.

    kırav: çorak tarla.

    kırba: deri su kabı.

    Kırgız: Türkî kavimlerden biri.

    kısas: kıssalar, hikâyeler.

    kısâs: öldüreni öldürme cezası.

    kısâsen: kısas olarak.

    kısım: bölüm.

    kısm: bölüm.

    kısmen: bir bölümü.

    kısmet: nasip.

    kıssa: ibretli hikâye.

    kıssât: kıssalar, hikâyeler.

    kıssîs: keşiş, papaz.

    kıstas: ölçü.

    kışır: kabuk.

    kışr: kabuk.

    kıtâ: kara parçası, şiir parçası.

    kıtal: birbirini öldürme.

    Kıtmîr: Ashabıkehfin köpeği.

    kıtr: erimiş bakır.

    kıvâm: olgunluk, tav, dik, direk.

    kıyâm: ayakta durma, ayaklanma.

    kıyâmet: dünyanın yıkılıp son bulması.

    kıyâs: karşılaştırma.

    kıyâsât: karşılaştırmalar.

    kıyâsen: kıyasla.

    kıyâsımaâlfârık: birbirine benzemeyenlerin karşılaştırılması.

    kıymet: değer.

    kıymetdâr: kıymetli, değerli.

    kıymetşinâs: değerbilir.

    kıyye: okka,1282 gram ağırlık.

    kızıl: kırmızı.

    kızılbaş: Alevilere verilen bir isim.

    kızılelma: eski Roma.

    kibar: ince, nazik.

    kibâr: büyükler.

    kibir: büyüklük, büyüklenme, büyüklük taslama.

    kibriyâ: büyüklük.

    kifâyet: yeterlik.

    kile: 40 litrelik tahıl ölçüsü.

    kîle: denildi.

    kilk: kalem.

    kîlükal: dedikodu.

    kimyâ: bir ilim kolu, ilaç.

    kimyâger: kimyacı.

    kimyâhâne: deneyevi.

    kin: gizli düşmanlık.

    kinâiyyât: kinayeler.

    kinâye: mânâyı dolayısıyla anlatan söz, üstü örtülü dokunaklı söz.

    kinâyeten: kinaye bakımından.

    kindâr: kinci.

    kinedâr: gizli düşmanlık besleyen.

    kirâm: ulular, cömertler, kerimler.

    Kirâmenkâtibîn: günahları ve sevapları yazan melekler.

    kisb: işleme, edinme, kazanma.

    kisbî: edinmeyle ilgili.

    kîse: kese.

    kisrâ: eski iran hükümdarı.

    kisve: kılık, elbise.

    kitâb: kitap.

    kitâbe: yazılı levha.

    kitâbet: yazma işi.

    kitâbeten: yazmakla.

    Kitâbımübîn: apaçık kitap, kaderin bir türü, Kurân.

    kitâbî: kitaba uygun, kitapla ilgili, ilâhî kitaplardan birine inanan.

    kitâbullah: Allahın kitabı, Kurân.

    kitle: kütle, yığın, öbek.

    kiyâset: akıllılık.

    kizb: yalan.

    klâsik: zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış.

    klinik: hastaya bakılan yer.

    kof: içi boş.

    kolordu: ordunun bir bölümü.

    kombinezon: tertip, düzenleme.

    komisyon: özel bir maksad için kurulan heyet.

    komita: siyasi bir maksat için bir araya gelenlerin gizli cemiyeti.

    komite: bir iş için toplanan heyet.

    kompleks: karmaşık, şuur dışı meyillerin tümü.

    komplo: bir kimse aleyhine alınan gizli karar.

    komprime: hap.

    Konstantiniyye: istanbul.

    kontenjan: ilgililerin her birine düşen pay ölçüsü.

    kordon: zincir.

    kozmoğrafya: uzay ilmi.

    kozmoz: âlem, kâinat.

    köle: esir, alınıp satılan insan.

    kritik: tenkit, sıkışık durum.

    kubbe: yarım küre şeklinde bina damı.

    kubh: çirkinlik.

    kubûr: kabirler, mezarlar.

    kuddîsesırruhu: sırrı mukaddes olsun!

    Kuddûs: "temiz olan ve temizlikleri yaratan" mânâsında ilâhî isim.

    kudemâ: kadimler, eskiler, büyükler.

    kudret: güç.

    kudsî: kutsal, temiz, arınmış, yüce.

    kudsiye: kutsal.

    kudsiyet: kutsallık, yücelik, temizlik.

    kudûm: uzaktan gelme, ayak basma.

    kul: insan.

    kulûb: kalbler.

    kulunç: acı veren bir hastalık.

    kumandan: komutan.

    kumbiiznillah: Allahın izniyle kalk!

    kumistân: kumluk yer, çöl.

    kundak: bebek sargısı, yangın çıkaran ateş parçası.

    kurâ: ad çekme.

    Kurân: "okunan" mânâsında ilâhî kitabımızın adı.

    Kurânî: Kurânla ilgili, ait.

    kurb: yakınlık.

    kurbiyet: yakınlık.

    Kureyş: Peygamberimizin kabilesi.

    kurrâ: Kurân okuyucuları.

    kurûn: çağlar, asırlar, devreler.

    kusûr: eksiklik, pürüz, özür, kabahat.

    kusûrât: kusurlar.

    kusûriyet: kusurluluk.

    kûşe: köşe.

    kut: gıda, azık.

    kutb: büyük evliya.

    kutbiyet: büyük evliyalık.

    kutbuâzam: en büyük kutub, zamanın en büyük velîsi.

    kutr: çap.

    kutub: büyük evliya.

    kutulâyemût: ölmeyecek kadar yiyecek.

    kuvâ: kuvveler.

    kuvve: kuvvet, düşünce, duygu, yetenek.

    kuvvet: güç.

    kuvvetüzzahr: yardım kuvveti.

    kuyûd: kayıtlar, bağlar.

    kuzeh: renk renk çizgiler.

    kübra: en büyük.

    küdûret: koyuluk, kederlilik.

    küffâr: kâfirler.

    küfr: îmansızlık.

    küfrân: îmansızlık, nankörlük.

    küfrî: küfürle ilgili.

    küfriyât: küfürle ilgili şeyler.

    küfür: îmansızlık.

    küfürbaz: küfredici.

    küfüv: denk, eş.

    kühûlet: erginlik.

    külâh: tepesi sivri başlık.

    külfet: yük, zahmet, zorluk.

    külhân: hamam ocağı.

    küll: bütün.

    küllî: bütün fertleri ihtiva eden genel kavram, genel, kapsamlı.

    külliyat: hepsi, bir yazarın bütün eserleri.

    külliye: bütünlük, ilgili bütün kısımların bir arada bulunduğu yapı.

    külliyen: bütünüyle.

    külliyet: bütünlük, genellik, kapsamlılık.

    kültür: bir milletin maddî ve mânevî varlıkları, yaşayış ve davranış şekli, kazanılan genel bilgi.

    kün: "ol" emri.

    küngân: su borusu.

    künh: asıl, öz, kök.

    künnes: gece görünen yıldızlar.

    künûz: hazineler.

    künye: kimlik.

    Kürdî: Kürdistânlı.

    küre: yuvarlak.

    küreiarz: yer yuvarlağı, dünya.

    kürevî: yuvarlak.

    küreviyet: yuvarlaklık.

    küreyvât: kürecikler.

    küreyvâtıbeyzâ: akyuvarlar.

    küreyvâtıhamrâ: alyuvarlar.

    Kürsî: arşı azamın altındaki makam.

    Kürt: Müslüman bir kavim, o kavimden olan kişi.

    küsûf: kararma, güneş tutulması.

    küsûfât: kararmalar, güneş tutulmaları.

    küsûr: artık.

    küsûrât: küsurlar, artıklar.

    küşâ: açan.

    küşâd: açma.

    küşâde: açılmış.

    küşâyiş: açıklık.

    küşûf: keşifler, açmalar, bulmalar.

    kütle: yığın, öbek.

    küttâb: kâtipler.

    kütüb: kitaplar.

    Kütübüsitte: güvenilir olan altı hadîs kitabı.

    kütük: bütün adların yazıldığı büyük defter.

    küvar: petek, kovan.





    L

    lâ: yoktur, hayır.

    lâakal: en azından.

    lâalettâyin: gelişigüzel.

    lâbis: giyinmiş.

    lâbüd: şüphesiz, kesin.

    lâdinî: din dışı, dinsiz.

    lâedrî: kendi varlığından bile şüphe eden felsefeci.

    lâfıgüzâf: boş söz.

    lâfız: söz.

    lâfz: söz.

    Lâfzaicelâl: "Allah" lafzı.

    lâfzen: sözle.

    lâfzî: sözle ilgili.

    lâfziye: sözle ilgili olan.

    lâfzullah: "Allah" lafzı.

    lağv: geçersiz, boş.

    lahd: mezar.

    lâhık: ulaşan, eklenen.

    lâhika: eklenen, katılan.

    lahm: et.

    lahn: güzel ses, kuralsız okuyuş.

    lâhut: ilâhî âlem.

    lâhutî: ilâhî âlemle ilgili.

    lahza: an, en kısa zaman.

    lâik: dini olmayan, din dışı.

    laîn: lânetli.

    lâin: lânet eden.

    lâkab: lâkap, takma ad.

    lâkayd: kayıtsız, ilgisiz.

    lâkaydane: kayıtsızca, ilgisizce.

    lâkin: ama, fakat.

    lâkita: buluntu.

    lâl: dilsiz.

    lâlezâr: lâle bahçesi.

    lâmeşrû: yasak.

    lâmise: dokunma duyusu.

    lânet: nefret, öfke.

    lâsiyyema: özellikle.

    lâşe: leş.

    lâşek: şüphesiz.

    lâşey: bir şey değil.

    lâtaknetû: kesmeyiniz.

    lâtenâhî: sonsuz.

    lâteşbih: benzetmek gibi olmasın!

    Lâtif: lütfedici.

    lâtif: yumuşak, güzel, şirin, ince.

    lâtifane: lâtifçe.

    lâtife: ince duygu, hoş söz, nazik şaka.

    Latin: eski bir kavim.

    lâubâlî: senli benli, saygısız, ilgisiz, umursamaz.

    lâubâlîyâne: saygısızca, ilgisizce.

    lâyemût: ölümsüz.

    lâyemûtâne: ölümsüz gibi.

    lâyenkatı: kesilmeksizin, aralıksız.

    lâyetecezzâ: bölünmez.

    lâyetefellel: kırılmaz, körelmez.

    lâyetenahî: sonsuz.

    lâyetezelzel: sarsılmaz.

    lâyezâl: yok olmaz.

    lâyezâlî: yok olmayan.

    lâyıha: tasarı.

    lâyık: uygun, yaraşır.

    lâyuad: sayısız.

    lâyuhsâ: hesapsız.

    lâyuhtî: hatasız.

    lâyutak: güç yetmez.

    lâyüsel: sorumsuz.

    lâzım: gerekli.

    lâzımâmed: lâzım gelir.

    lâzıme: gerekli olan.

    leb: dudak.

    lebâleb: dopdolu.

    lebbeyk: buyurunuz.

    lebbeykzen: "buyurunuz" diyen.

    Lebîd: ünlü bir şair.

    ledün: gizli ilim, marifetullah.

    ledünniyât: Allah vergisi olan gizli ilimler.

    leffen: ekli, bitişik.

    lehce: bir beldenin konuşma tarzı.

    leheb: ateş alevi.

    lehine: onun faydasına.

    lehiv: günahlı eğlence.

    lehülhamd: Allaha hamdolsun.

    lehviyât: günahlı eğlenceler.

    leim: alçak, kötü.

    lekedâr: lekeli.

    lema: parıltı.

    lemeân: parıldama.

    lemeât: parıltılar.

    lemha: göz atma.

    lemyezel: yok olmaz, devamlı.

    lenf: beyaz kan.

    lenfisâm: asla kırılmaz ve kopmaz.

    lenger: demir çapa.

    lengerendâz: demir atan gemi.

    lenterânî: beni asla göremezsin!

    lerzân: titrek.

    lerze: titreme.

    leşker: asker.

    letâfet: hoşluk, güzellik, incelik, yumuşaklık.

    letâif: ince duygular, incelikler, güzellikler.

    levâzım: gerekli olanlar.

    levâzımât: gerekli şeyler.

    levent: denizci asker, yakışıklı.

    levh: levha, yazı, resim, manzara.

    levha: manzara, yazı, resim.

    Levhimahfûz: olmuş ve olacaklarla ilgili bütün bilgilerin yazılı bulunduğu kader levhası.

    Levhimahv: varlıkların yazılıp silindiği levha.

    levm: kınama.

    levn: renk.

    levs: pislik.

    levvâme: kınayan.

    leyâl: geceler.

    leyl: gece.

    leylî: gececi.

    leys: yokluk.

    leyse: olmadı.

    leyte: keşke.

    leyyin: yumuşak.

    lezâiz: lezzetler.

    lezîz: lezzetli.

    lezîzâne: lezzetlice.

    lezzât: lezzetler.

    lezzet: tad.

    liân: lânetleşme.

    liaynihî: kendisiyle.

    libas: elbise.

    liberal: kişi hürriyetine önem veren.

    lieclillah: yalnız Allah için.

    ligayrihi: başkalarıyla.

    lihye: sakal.

    lika: kavuşma.

    lillah: Allah için.

    lillâhî: Allah için.

    lillâhilhamd: hamd Allaha mahsustur.

    lime: parça.

    limmî: açıklık.

    limmî: eser sahibinden eserlerine götüren delil, ateşin dumana delil olması gibi.

    limmîyet: açıklık.

    lisan: dil.

    lisanen: dil ile.

    lisanıhâl: hâl dili, meramını durum ve görünümüyle anlatma.

    livâ: sancak.

    livechillah: Allah namına.

    liyâkat: layıklık, uygunluk.

    lizatihî: kendisiyle.

    lohusa: yeni doum yapan kadın.

    Lokman: Kurânda adı geçen tıp bilgisiyle ünlü bir zat.

    lûb: oyun eğlence.

    lûgat: lügat, sözlük, kelimelerin anlamlarını kısaca bildiren kitap.

    Lût: Sodom halkına gönderilen bir peygamber.

    lüb: iç, öz.

    lüks: şatafat, aşırı süs.

    lülü: inci.

    lümeyâ: parıltıcık.

    lümme: vesvese, nokta.

    lütf: lütuf.

    lütfen: lütuf ile.

    lütuf: iyilik.

    lütufkâr: lütuf eden.

    lütufkârane: lütuf edercesine.

    lütufnâme: lütuf mektubu.

    lüzum: gereklilik.
#18.10.2006 02:41 0 0 0
  • M

    ma: su.

    maa: "beraber, birlikte" mânâsında ön ek.

    maabid: mabetler, tapınaklar.

    maâd: âhiret.

    maâdâ: başka.

    maadin: madenler, metaller.

    maahazâ: bununla beraber.

    maalesef: yazık ki.

    maalgayr: başkasıyla birlikte.

    maali: yücelikler.

    maaliftihar: iftiharla, seve seve.

    maaliyat: yüce bilgiler, yüksek mertebeler.

    maalkerâhe: kerahetle, çirkinlikle.

    maalkifaye: yeterli olmakla birlikte.

    maalmemnuniye: memnuniyetle.

    maamâfih: mamâfih, bununla beraber.

    maânî: mânâlar, anlamlar.

    maârif: marifetler, ilimler, tanımalar, eğitim.

    maârifperver: eğitimi seven.

    maâriz: sözün gizli mânâları.

    maâsi: günahlar, isyanlar.

    maaş: geçinilecek şey, yaşayış, aylık para.

    maaşen: yaşayış ve geçim bakımından.

    maatteessüf: üzülerek, yazık ki.

    maâyib: ayıplar.

    maazallah: Allah korusun.

    mâbâd: sonrası.

    mâbâdettabiîye: fizik ötesi, metafizik.

    mâbed: mabet, ibadet yeri.

    mâbeyn: arası.

    mâbihiliftihar: kendisiyle iftihar olunan.

    Mâbûd: kendisine ibadet edilen Allah.

    Mâbûdiyet: Mabutluk.

    mâcerâ: serüven.

    mâcid: yüce, şerefli.

    mâcun: maddelerin ezilmiş hâli.

    madalya: başarılı kimselere takılan madeni nişan.

    madalyon: boyuna takılan süs eşyası.

    madde: uzayda yer dolduran varlık.

    maddeperest: maddeye taparcasına düşkün olan.

    maddeperver: maddeyi seven.

    maddeten: maddece, madde bakımından.

    maddî: madde ile ilgili, maddece.

    maddîyât: maddî şeyler.

    maddîye: madde olan.

    maddiyyun: maddeciler, mâneviyata inanmayanlar îmansız felsefeciler.

    maddiyyunluk: maddecilik, materyalizm, maddeden başka her şeyi inkâr eden dinsiz felsefeciler.

    mâdele: adalet yeri.

    mâdelet: adalet etmek.

    mâdem: böyle olunca.

    mâden: metal, kaynak.

    mâdeniyat: madenler, metaller.

    mâder: ana.

    madrûb: vurulmuş, dövülmüş.

    mâdûd: sayılan.

    mâdûm: yok olan.

    mâdûmât: yok olanlar.

    mâdûmiyet: yok olma, yokluk.

    mâdûn: alt taraf.

    mâfât: telef olan, yiten.

    mâfevk: üst.

    mâfihâ: içindekiler.

    mafsal: eklem.

    mâfüvv: bağışlanmış.

    mağazî: gaza hikâyeleri.

    mağdûb: gazaba uğramış.

    mağdur: haksızlığa uğramış.

    mağfiret: Allahın affı.

    mağfûr: affedilen.

    mağlata: kafa karıştıran aldatıcı söz.

    mağlûb: yenilmiş, mağlup.

    mağlûbane: yenilmiş bir hâlde.

    mağlûbiyet: yenilgi.

    mağmûm: gamlı, tasalı, bulutlu.

    mağmûre: adı sanı silinmiş, yerinde yeller esen.

    mağrib: batı, akşam.

    mağrur: gururlu.

    mağrurâne: gururluca.

    mağruren: gururlanarak.

    mağz: öz, iç.

    mah: ay.

    mahal: yer.

    maharet: ustalık, beceri.

    maharim: mahremler, yasaklar, gizliler.

    mahbes: hapishane.

    mahbub: sevgili.

    mahbubâne: sevilerek.

    mahbubât: sevgililer.

    mahbubiyet: sevilirlik.

    mahbus: hapsedilmiş.

    mahbusîn: hapsedilenler.

    mahbusiyet: hapsedilmişlik.

    mahcûb: utangaç, sıkılgan.

    mahcûbiyet: utangaçlık.

    mahcûr: kısıtlı.

    mahdûd: sınırlı.

    mahdûdiyet: sınırlılık.

    mahdum: oğul, kendisine hizmet edilen.

    mahdumiyet: mahdumluk.

    mahfaza: koryucu kap.

    mahfel: kapalı yer, camilerde yüksek yer.

    mahfî: gizli.

    mahfîyât: gizlilikler, gizli olanlar.

    mahfûz: korunmuş.

    mahfûzât: hafızadakiler, korunanlar.

    mahfûziyet: korunurluk.

    mâhî: balık.

    mâhir: maharetli, becerikli.

    mâhirâne: ustaca, beceriklice.

    mahiyet: öz, nitelik, kendilik.

    mahiyyat: mahiyetler, özler.

    mahkeme: davaların görülüp hükme bağlandığı yer.

    mahkî: hikâye olunan.

    mahkîanh: kendisinden bahsedilen.

    mahkûm: hükümlü, cezalı, mecbur.

    mahkûmiyet: mahkûmluk.

    mahlâs: yazarın takma adı.

    mahlûk: yaratık.

    mahlûkat: yaratıklar.

    mahlûkiyet: yaratılmışlık.

    mahmil: deve üstündeki sepet, bir söze yüklenen mânâ.

    mahmûd: övülmüş.

    mahmûl: yüklenilen.

    mahmûle: yük.

    mahmûr: baygın göz.

    mahrec: çıkış yeri.

    mahrek: yörünge.

    mahrem: gizli, yasak, başkasına haram olan, evlenilmesi haram olan akraba.

    mahremâne: mahremce, gizlice.

    mahremiyet: mahremlik, gizlilik, yasaklık.

    mahrûkat: yakıtlar.

    mahrûm: yoksun.

    mahrûmiyet: yoksunluk.

    mahrût: koni.

    mahrûtî: konik.

    mahsub: hesaplanmış.

    mahsûd: kıskanılan.

    mahsûl: ürün.

    mahsûlât: ürünler.

    mahsûldâr: ürünlü.

    mahsûr: kuşatılmış.

    mahsûs: hissedilmiş, birine ayrılmış, bile bile.

    mahsûsât: mahsuslar.

    mahsûsiyet: mahsusluk.

    mahşer: ölülerin dirilip toplanacakları yer.

    mahşernümâ: mahşeri andıran.

    mahşûş: içine girilmiş, lekelenmiş.

    mahtûmâne: bitirircesine, bir kitabı bitirince verilen ziyafet gibi.

    mâhud: bilinen, sözü edilen.

    mâhudiyet: bilinirlik.

    mahuf: korkulu.

    mahv: benlik bakımından silinme.

    mahvetme: silme.

    mahviyet: silinme hâli.

    mahviyetkâr: benliğini silen.

    mahviyetkârane: benliğini silercesine.

    mahz: sadelik.

    mahzâ: sade.

    mahzân: sadece.

    mahzen: hazine odası.

    mahzeniyet: mahzenlik.

    mahzûf: çıkarılan, kaldırılan.

    mahzûn: üzgün.

    mahzûnâne: üzgünce.

    mahzûr: sakınca.

    mahzûrât: sakıncalar.

    mahzûz: hoşlanan.

    mahzûzât: hoşlanılan şeyler.

    maî: su cinsinden, su ile ilgili, mavi.

    mâide: sofra.

    mâil: eğilmiş, meyilli, istekli, andırır, yörünge.

    mâile: eğri, eğik.

    mâilikamer: ayın yörüngesi.

    maîşet: yaşayış, geçim.

    maiyyet: yanındakiler.

    makabir: mezarlar.

    mâkabl: öncesi.

    makad: oturak yeri, arka.

    makalât: makaleler.

    makale: söz, gazete yazısı.

    makalid: kilitli yerler.

    makam: yer, mertebe, müzikte usul.

    makamât: makamlar.

    Makâmımahmûd: Peygamberimize verilen yüksek makam.

    makamperest: makam düşkünü.

    makarr: karar yeri, durulan yer.

    makasıd: maksatlar, gayeler.

    makber: mezar.

    makberistân: mezarlık.

    makbûl: kabul edilen, geçerli.

    makbûliyet: kabul edilebilirlik, geçerlilik.

    makdis: kutsal yer.

    makdûrat: takdir edilenler, kudret eserleri.

    mâkes: yansıma yeri, ayna.

    makhûr: kahredilmiş, ezilmiş.

    mâkis: karşılaştırma.

    makrû: okunan.

    makrûn: yakın, ulaşmış.

    maksad: istenen.

    maksûd: istenen şey.

    maksûm: bölünmüş.

    maksûr: kısaltılmış.

    makta: kesit.

    maktel: öldürülen yer.

    maktûl: öldürülmüş.

    mâkûd: bağlı.

    mâkûl: akla uygun.

    mâkûlâne: akla uygun biçimde.

    mâkûlât: akla uygun olanlar, akılla ilgili bulunanlar.

    mâkûle: akla uygun olan.

    mâkûliyet: akla uygunluk.

    mâkûs: ters.

    mâkûse: tersine çevrilmiş.

    mâkûsen mütenâsib: ters orantılı.

    makûsen: tersine olarak.

    makzî: kaza olunan, ödenen.

    mâl: bir kimsenin eli altında bulunan değerli şey.

    mâlâmal: dopdolu.

    mâlâyanî: faydasız, boş, saçma.

    mâlâyanîyât: faydasız şeyler.

    mâlâyutak: dayanılmaz, güç yetmez.

    mâlihülyâ: boş hayâller, kara sevda.

    mâlik: mülkün sahibi.

    mâlikâne: büyük ev, sahip gibi.

    Mâlikî: dört hak mezhepten biri.

    mâlikiyet: sahiplik.

    mâliye: mal ile ilgili olan.

    mâlûl: hasta.

    mâlûliyet: hasta olma.

    mâlûm: bilinen.

    mâlûmât: bilinenler.

    mâlûmiyet: bilinirlik.

    mamâfih: bununla beraber.

    mâmelek: olanca malı.

    Mamhuran: bir aşiret ismi.

    mâmûl: yapılmış.

    mâmûlât: yapılmış şeyler.

    mâmûr: bayındır, şenlikli.

    mânâ: anlam, öz.

    mancınık: eski bir silah, taş atma aleti.

    Mançur: Asyada yaşayan bir kavim.

    manda: sömürge, camız.

    mânde: kalmış, yaramaz.

    mânen: mânâca, anlamca.

    mânend: benzer, eş.

    mânevî: maddî olmayan, ruhanî.

    mânevîyât: madde üstü hâller.

    mânevîye: mânâ ile ilgili.

    manevra: hareket kabiliyeti, harp oyunu.

    mânî: engel.

    mânîâ: engel olan.

    mânidâr: anlamlı.

    mânidârâne: anlamlıca.

    mansıb: makam.

    mansub: atanan.

    mansûr: yardım görmüş, zafere ulaşmış.

    mansûs: iyice kesinleşmiş, âyetle sabit.

    mantık: düşünen akla kurallarıyla yol gösteren ilim.

    mantıkî: mantıkla ilgili, mantıklı.

    manyetizma: başka üzerinde uyuşukluk verici tesir.

    manzar: bakış yeri.

    manzara: görünüş.

    manzûm: nazımlı, dizili, düzenli, şiir.

    manzûme: şiir, sistem.

    manzûmeişemsiye: güneş sistemi.

    mâr: yılan.

    mâraz: sergi.

    maraz: hastalık.

    mâreke: çarpışma yeri, çarpışma.

    mârez: sergi.

    mârık: dinsiz.

    mârife: belli, bilinen.

    mârifet: ilim, hüner, tanıma.

    mârifetâşinâ: marifetin yabancısı olmayan.

    mârifetnâme: marifet yazısı.

    mârifetullah: Allahı bilme, tanıma.

    marîz: hasta.

    mâruf: bilinen, güzel.

    mârufiyet: bilinirlik.

    Mârût: sihir belleten iki melekten biri.

    mâruz: arzolunan, verilen, anlatılan, karşı karşıya kalan.

    mâruzât: anlatılanlar.

    marzî: arzu edilen, razı olunan.

    marzîyât: razı olunan şeyler.

    mâsadak: bir sözü onaylayan, doğrulayan.

    masârif: masraflar, giderler.

    masârifât: masraflar.

    masdar: kök, kaynak.

    masdariyet: masdarlık.

    masdûk: tasdiklenen.

    mâsivâ: yaratıklar.

    mâsivâullah: Allahın yarattıkları.

    mâsiyet: isyan, günah.

    maskara: kendisine gülünen.

    maskaraâlûd: maskaralı.

    maskat: düşülen yer, doğum yeri.

    maslahat: fayda, iş.

    maslahatdâr: faydalı.

    maslahaten: faydaca.

    maslahatkâr: faydalı.

    maslahatkârâne: faydalı biçimde.

    masnû: sanatla yapılmış eser.

    masnûât: sanatlı yapılmış eserler.

    masnûiyet: sanat eseri olma hâli.

    mason: "masonluk" denilen kökü dışarıda gizli ve tehlikeli bir örgütün üyesi, islâm düşmanı.

    masraf: gider, harcama.

    masrûf: harcanmış.

    mass: emme.

    mâsum: günahsız, suçsuz.

    mâsumâne: masumca.

    mâsume: suçsuz kadın veya kız.

    mâsumiyet: masumluk.

    mâsûn: korunan.

    mâsûniyet: korunurluk.

    mâşâallah: A
#18.10.2006 02:43 0 0 0
  • N

    nâ: olumsuz yapan ön ek.

    naarât: naralar, gürlemeler.

    naat: Peygamberimizi övmek için yazılan şiir.

    nabız: atardamarın vuruşu.

    nâbit: yerden biten.

    nâbüdü: biz ibadet ederiz.

    nâcî: kurtulan.

    nâçiz: değersiz.

    nâdân: cahil, haddini bilmez.

    nâdide: az bulunur, değerli.

    nâdim: pişman.

    nâdir: az bulunan.

    nâdirât: az bulunanlar.

    nâdire: nadir olan.

    nâdiren: nadir olarak.

    nâehil: işin adamı olmayan.

    nafaka: geçim için gereken para.

    nâfık: geçer akçe.

    nâfî: faydalı.

    nâfia: faydalı olan.

    nâfile: isteğe bağlı ibadet, boş.

    nâfiz: nüfuz eden, içe işleyen.

    nâgâh: birdenbire.

    nâğamât: nağmeler, ezgiler.

    nâğme: ezgi.

    nâhak: haksız.

    nahîf: cılız.

    nahîfe: cılız olan.

    nahiv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı.

    nâhiye: belde.

    nahl: balarısı.

    nahnü: biz.

    nâhoş: hoş olmayan.

    nahr: boğazlama.

    nâhu: öyle ise, şöyle ki, işte.

    nahv: dilbilgisinin konusu cümle olan kısmı.

    nahvî: nahivle ilgili.

    nâib: vekil.

    nâil: erişen, kavuşan.

    nâiliyet: erişme.

    nâim: uyuyan.

    naîm: cennet, bolluk.

    nâk: "lı, li, lu, lü" mânâsında son ek.

    nâka: dişi deve.

    nakarât: tekrar.

    nakd: para.

    nâkıs: noksan, eksik.

    nakış: süs, bezek.

    nakızeyn: iki zıt.

    nâki: takva sahibi, günahtan arınmış.

    nakîb: vekil.

    nakil: nakletme, taşıma.

    nâkil: nakleden, taşıyan.

    nâkile: ileten.

    nâkise: noksanlık, eksiklik.

    nâkiz: nakzeden, çelişen.

    nâkize: zıt olan.

    nakkad: doğruyu yanlıştan ayıran kimse.

    nakkaş: nakış yapan.

    nakl: taşıma, nakil.

    nakliyât: taşımalar.

    nakliye: taşımayla ilgili olan.

    naks: noksanlık, eksiklik.

    nakş: nakış, bezek.

    nakşetmek: nakışlamak, bezemek.

    Nakşî: Nakşibendi tarikatına mensub olan.

    Nakş-bendî: bir tarikat, bu tarikatı kuran zat.

    nakz: bozmak, bir hükmü yok saymak.

    nâlân: inleyen, sızlayan.

    nâlâyık: lâyık olmayan.

    nâle: inilti.

    nâm: lâkap, ün, ad.

    nâmâdud: sayısız.

    nâmağlub: yenilmez.

    nâmahrem: mahrem olmayan, nikâh düşen.

    namaz: en mühim ibadet.

    namazgâh: namaz kılınan yer.

    nâmdâr: namlı, ünlü.

    nâme: mektup.

    nâmerd: korkak, alçak.

    nâmeşrû: dine uymayan, yasak.

    nâmi: büyüyüp gelişen.

    nâmiye: büyüyen.

    nâmus: ırz, ahlâklılık, kanun, melek.

    nâmuskâr: namuslu.

    nâmuskârâne: namusluca.

    nâmusşikenâne: namusu kırarcasına.

    nâmuvâfık: uygun olmayan.

    nâmüsâid: elverişsiz.

    nâmütenâhi: sonsuz.

    namzed: namzet, aday.

    nankör: iyilik bilmez.

    nâpâk: temiz değil, kirli.

    nâr: ateş, cehennem.

    nâra: bağırma.

    narh: resmî fiyat.

    nârin: ince.

    nâs: insanlar.

    Nasâra: Hıristiyanlar.

    nasâyih: nasihatlar, öğütler.

    nasb: atama, dikme.

    nâsezâ: lâyık olmayan.

    nâsır: yardım eden.

    nasib: nasip, kısmet.

    Nâsibe: Haricilerden olan sapkın bir zümre.

    nâsih: hükmünü kaldıran.

    nasîh: öğütçü, nasihat eden.

    nasihat: öğüt.

    nâsir: nesir yazarı.

    nasîr: zafere ulaştıran.

    nâsiye: alın, yüz.

    nasl: ok demiri.

    nasr: yardım.

    Nasrânî: Hıristiyan.

    Nasrâniyet: Hıristiyanlık.

    nass: kesin, tartışılmaz olan, âyet ve hadîs.

    nassen: kesin olarak.

    nasûh: kesin, halis.

    nâş: tabuttaki ölü.

    nâşâd: şâd olmayan, üzgün.

    nâşî: dolayı.

    nâşir: neşreden, yayan, yayıncı.

    nâşize: kocasına üstünlük taslayan kadın.

    natakte: söyledin.

    nâtaman: tamamlanmamış.

    nâtık: konuşan.

    nâtıka: konuşabilme.

    nâtuvan: kuvvetsiz, çaresiz.

    nâvâkıf: bilmeyen, anlamayan.

    nây: ney, ölüm haberi.

    nâz: kendini ağıra satma.

    nazâir: benzerler.

    nâzan: nazlı.

    nazar: bakış, görüş, göz değmesi.

    nazaran: göre, bakarak.

    nazarendaz: nazar eden, bakan.

    nazargâh: bakış yeri, bakılan yer.

    nazarî: henüz düşünce hâlinde olan.

    nazariyât: kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler.

    nazariye: görüş, ileri sürülen fikir.

    nâzdâr: nazlı.

    nâzdârâne: naz edercesine.

    nâzen: nazik, ince.

    nâzenin: nazlı, ince, edalı.

    nâzeninâne: nazlı nazlı.

    nâzım: düzenleyen.

    nâzır: nazar eden, bakan.

    nazif: temiz.

    nâzik: ince, kibar.

    nâzikâne: nazikçe.

    nâzil: nüzul eden, inen.

    nazîr: eş, benzer.

    nazîre: eşi, benzeri.

    nazm: düzen, şiir, nazım.

    nazmşiken: düzeni bozan.

    nazzam: düzenleyen, dizen.

    neâm: evet, olur.

    neba: kaynak olma, fışkırma.

    nebat: bitki.

    nebatat: bitkiler.

    nebatî: bitki ile ilgili, bitki cinsinden.

    nebatiyet: bitki olma hâli.

    nebê: haber.

    nebeân: kaynayıp çıkma.

    nebevî: peygamberle ilgili.

    nebî: peygamber.

    nebiyy: nebi, peygamber.

    nebze: azıcık miktar.

    necâbet: soyluluk.

    necâset: pislik.

    Necaşî: Habeş hükümdarı.

    necât: kurtuluş.

    neccinâ: bizi kurtar.

    necib: soylu, asil, temiz.

    Necid: Arabistanda bir bölge adı.

    necim: yıldız.

    necis: pis.

    necisülayn: pisliğin ta kendisi.

    necm: yıldız.

    necmisakıb: karanlığı delen parlak yıldız.

    nedâmet: pişmanlık.

    nedâmetkârâne: pişman olurcasına.

    nef: fayda.

    nefaset: hoşluk, güzellik.

    nefer: er, asker.

    neferât: neferler, erler.

    nefes: soluk.

    neffâs: üfleyen.

    nefh: üfleme.

    nefha: esme, esinti, üfürük.

    nefis: can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu.

    nefisperest: nefsine aşırı düşkün olan.

    nefisperver: nefsini seven.

    nefisperverâne: nefsini severcesine.

    nefiy: olumsuzluk, yok sayma, sürme, sürgün.

    nefret: tiksinme.

    nefretkârâne: nefret ederek, tiksintiyle.

    nefrin: lânet.

    nefs: can, kendi, istek duygusu, nefis.

    nefsanî: nefsin hoşuna giden.

    nefsaniyet: nefsine düşkünlük.

    nefsî: nefisle ilgili, nefsim!

    nefsiemmâre: insanı kötülüğe sürükleyen nefis.

    nefsülemir: işin kendisi, hakikatı.

    nefy: nefiy, yok sayma, sürme, sürgün.

    nefyetmek: yok saymak, sürgün etmek.

    nehâr: gündüz.

    nehârî: gündüzcü.

    nehiy: yasaklama.

    nehr: nehir, ırmak.

    nehrüssema: samanyolu da denilen yıldızlar kümesi.

    nehy: nehiy, yasaklama.

    nehyianilmünker: kötülükten sakındırma.

    nekahet: hastalıktan sonraki zayıflık.

    nekais: noksanlıklar.

    nekâl: şiddetli azap.

    Nekîr: kabirdeki sual meleklerinden biri.

    nekkad: iyiyi kötüden ayıran.

    nekre: belirsiz.

    nema: artma, çoğalma, büyüme, uzama.

    nemîme: söz taşıma.

    neml: karınca.

    nemmam: söz taşıyıcı.

    Nemrud: dinsiz ve zâlim bir hükümdar, ülkesinin "ulu önder"i.

    Nemrudane: Nemrut gibi.

    nergis: bir çiçek.

    nesc: dokuma, örme.

    neseb: soy, sülale.

    neseben: soyca, soy bakımından.

    nesebî: soy yönünden, neseble ilgili olarak.

    nesh: kaldırma, hükümsüz bırakma.

    nesîm: hoşa giden rüzgâr.

    nesir: düz yazı.

    nesl: nesil, soy, kuşak.

    neslen: nesil bakımından, soyca.

    nesne: şey, tamlayıcı, tümleç.

    Nesr: arş ve sema ile ilgili meleklerden biri.

    nesr: nesir, düz yazı.

    nessac: dokuyucu.

    neşat: sevinç.

    neşe: keyif, sevinç.

    neşê: yeniden meydana gelme, dirilme.

    neşebem: gece değilim.

    neşêt: meydana gelme, çıkma.

    neşîde: şiir.

    neşir: yayım, dağıtım.

    neşr: yayma, dağıtma, ölülerin mahşerde dirilip toplanmasından sonra yayılması.

    neşretme: yayımlama.

    neşriyât: yayınlar, yayıncılık.

    neşter: ameliyat bıçağı.

    neşv: yeşerme.

    neşve: sevinç.

    neşvünemâ: büyüme ve gelişme.

    netâic: neticeler, sonuçlar.

    netice: sonuç.

    neûzübillah: Allaha sığınırız.

    nev: çeşit, tür, yeni.

    nevâ: ses, nağme, çekirdek.

    nevâbit: bitkiler.

    nevadir: az bulunanlar.

    nevafil: isteğe bağlı ibadetler, nafileler.

    nevahi: nahiyeler, taraflar, yanlar.

    nevahî: nehiyler, yasaklar.

    nevakıs: noksanlıklar, eksiklikler.

    nevale: yiyecek içecek.

    nevâmis: namuslar, kanunlar.

    nevân: tür bakımından.

    nevâz: okşayıcı, hoş ses.

    nevâziş: okşayış.

    nevbet: nöbet, sıra.

    nevcivan: delikanlı.

    nevha: ölüye sesli ağlamak, güvercin ötmesi.

    nevi: tür, çeşit.

    nevî: türle ilgili.

    nevibeşer: insan cinsi, insanlık.

    neviyet: aynı türden olma.

    nevm: uyku.

    nevmâlûd: uyku ile karışık.

    nevmîd: ümitsiz, üzgün.

    nevmiye: uyku ile ilgili.

    nevnihâl: taze fidan.

    nevresîde: genç, taze.

    nevrûz: bahar başlangıcı.

    nevvar: nurlu, aydınlık.

    nevvare: aydınlatan.

    nevzad: yeni doğmuş bebek.

    ney: üflemeli bir çalgı.

    neyyir: nurlu, parlak.

    neyyirat: nurlular.

    nez: can çekişme.

    nezâfet: temizlik.

    nezâhet: temizlik, incelik.

    nezâir: benzerler.

    nezâket: naziklik, incelik, zariflik.

    nezaret: bakma, gözetme.

    nezih: temiz, pak, hoş.

    nezîr: korkutan, adak.

    nezr: adak.

    nezzâre: gözcü, seyirci.

    nıkmet: şiddetli ceza, intikam alma.

    nısf: yarı.

    nısfıarz: yeryüzünün yarısı.

    nısfıkutr: yarı çap.

    nısfiyet: yarı olma, yarılık.

    niâm: nimetler.

    niâmât: nimetler.

    nidâ: seslenme, ünleme, ünlem.

    nidd: eş, misil, aynı.

    nifak: içi dışı başka olma, inanır görünüp inanmama.

    nifâs: lohusalık.

    nigâh: bakış.

    nigâr: resim, sevgili.

    nihâd: huy, yaradılış.

    nihaî: sona ait, sonuncu.

    nihâl: fidan, taze.

    nihân: gizli, saklı.

    nihâyât: nihayetler, sonlar.

    nihâyet: son.

    nihâyetpezir: sona erme.

    nihâyetsiz: sonsuz.

    nikab: perde.

    nikâh: meşru evlenme.

    nikal: şiddetli işkence.

    nikât: nükteler, incelikler.

    nikbîn: iyimser.

    Nil: Mısırda bulunan büyük bir nehir.

    nîm: yarı.

    nîmbedevî: yarı bedevi, yarı medeni.

    nîmelvekil: ne iyi vekil!

    nîmet: iyilik, ihsan, rızık.

    nîmetdîde: nimet gören.

    nîmetiyet: nimet oluş, nimetlik.

    nîmetperverâne: nimet vermeyi severcesine.

    nîmmanzum: yarı şiir.

    nîmnurânî: yarı nurlu.

    nîmresmî: yarı resmî.

    nîmşeffaf: yarı saydam.

    nîran: nurlar, ateşler.

    nisâ: kadın, hanım.

    nisab: zekat ölçüsü.

    nisâen: kadın olarak.

    nisâr: saçmak.

    nisbet: ilgi, bağlantı, oran.

    nisbeten: nisbetle, oranla, göre.

    nisbî: diğerine göre.

    niseb: nisbetler, oranlar, ölçüler.

    nisyan: unutma.

    nişân: iz, bellik.

    nişâne: iz, alâmet, bellik.

    nişîn: oturan.

    niyâz: yalvarma, yakarış.

    niyâzdâr: yalvaran.

    niyet: kalbin bir işe yönelmesi.

    niyeten: niyetçe.

    nizâ: çekişme, kavga.

    nizam: düzen, düzenlilik.

    nizamât: nizamlar, düzenler, sistemler.

    nizamnâme: düzen yazısı, düzenleme ile ilgili belge.

    noksan: eksik.

    noksaniyet: noksanlık, eksiklik.

    nokta: benek, konu.

    noktainazar: bakış açısı, görüş.

    nota: özlü düşünce, not.

    nöbetdâr: nöbetçi.

    Nuh: tufan için gemi yapan büyük bir peygamber.

    nukat: noktalar.

    nukûd: nakitler, paralar.

    nukuş: nakışlar, bezekler.

    nur: ışık, aydınlık.

    nurânî: nurlu, ışıklı.

    nurâniyet: nurluluk, aydınlık.

    Nurcu: Nur Risalelerini okuyan, yaşayan ve yayan kimse.

    nurefşân: nur saçan.

    nuristân: nur ülkesi, cennet.

    Nurulenvar: nurlara nur veren Allah.

    nurunâlânur: nur üstüne nur.

    nush: nasihat, öğüt.

    nusret: zafer için yardım.

    nusûs: nasslar, kesin hükümler, âyet ve hadîsler.

    nûş: içici, şerbet.

    nûşe: şerbet içen, sevinçli.

    nutfe: döl suyu, meni.

    nutk: konuşma.

    nutukhân: konuşmacı.

    nübüvvet: nebilik, peygamberlik.

    nübüvvetdârâne: peygamberlik şeklinde.

    nübüvvetkârâne: peygamberce.

    nücûm: yıldızlar.

    nücûmperest: yıldızlara tapan.

    nüfûs: nefesler.

    nüfûs: nefisler.

    nüfûz: içe geçme, sözü geçer olma.

    nühas: bakır.

    nühûset: uğursuzluk.

    nüket: nükteler, ince mânâlar.

    nükhet: koku.

    nüks: geri dönme.

    nükte: dikkat edilince anlaşılabilen ince mânâ.

    nümâ: "gösteren, gözüken" mânâsında son ek.

    nümâyan: görünen.

    nümayiş: gösteri.

    nümûne: örnek, model.

    nümûnegâh: örneklerin bulunduğu yer.

    nümüvv: büyüyüp gelişme.

    nüsah: nüshalar, sayfalar.

    nüsha: dualı kağıt, sahife, yazılı şey.

    nüsûc: dokumalar.

    nüşûr: yaymalar, dağıtmalar.

    nüşûz: kadının kocasına itaat etmemesi.

    nüşûze: asi kadın.

    nüvat: nüveler, çekirdekler.

    nüvaz: okşayıcı.

    nüve: çekirdek.

    nüvid: müjde.

    nüvis: yazıcı.

    nüzhet: neşe, eğlence, ferahlık.

    nüzhetgâh: seyir ve eğlence yeri.

    nüzûl: inme, iniş.

    nüzûr: nezirler, adaklar.



    O

    od: ateş.

    ofis: büro.

    okıyye: eskiden kullanılan bir ağırlık birimi, dörtyüz dirhem.

    okka: 1200 gram ağırlık.

    okyânus: büyük deniz.

    ordu: askerlerden meydana gelen düzenli topluluk.

    ordugâh: ordunun konaklama yeri.

    ordumisâl: ordu gibi.

    organ: uzuv.

    orijinal: kendine has, özgün.

    Ortodoks: Hıristiyanlıkta bir mezhep.

    oruç: mühim bir ibadet.

    Osmanîler: Osmanlılar.

    Osmanlıca: Osmanlılar zamanındaki Türkçe.





    Ö

    ömr: ömür, yaşama.

    örf: âdet, gelenek.

    örfen: âdet bakımından, gelenekçe.

    örfî: gelenekle ilgili, âdet olan.

    örfî idare: sıkıyönetim.

    örfünas: insanlar arasındaki genel anlayış.

    öşrümişar: yüzde bir.

    öşür: tek yıllık ürün veren buğday gibi mallardan alınan onda bir ölçüsünde zekât.

    özür: geçerli bahane, kusur, eksiklik.
#18.10.2006 02:44 0 0 0
  • P

    pâ: ayak.

    pâdişah: ülkeyi idare eden devlet başkanı.

    paha: değer, fiyat.

    pâk: temiz.

    pâkize: temiz olan.

    pakt: andlaşma.

    palaska: asker kemeri.

    pan: "bütün, hepsi" mânâsında ön ek.

    panislâmizm: islâm birliği ülküsü.

    panzehir: zehire karşı ilaç.

    papa: büyük papaz.

    papaz: kilisenin önde gelen din adamı.

    parafe: kısa imza.

    paragraf: yazı bölümü.

    pâre: parça.

    paşa: general.

    pâyân: son, uç.

    paydos: dağılma, tatil.

    pâye: rütbe, basamak, derece.

    pâyidâr: kalıcı, kalımlı.

    pâyimâl: ayak altında kalmış.

    pâyitaht: başşehir.

    peder: baba.

    pederâne: baba gibi.

    pehlivan: güreşçi.

    pejmürde: dağınık.

    penâh: sığınak.

    perçem: kakül, zülüf.

    perdâz: düzelten, yönlendirici.

    perdebirûnâne: edep perdesini yırtarcasına, hayasızca.

    perdedâr: perdeci, perdeleyen.

    perest: taparcasına düşkün.

    perestiş: aşırı düşkünlük, tapınış.

    perestişkâr: tapınan.

    perestişkârâne: taparcasına.

    pergâr: pergel.

    perîşan: dağınık.

    perîşaniyet: dağınıklık.

    pertevefşan: ışık saçan.

    pervâ: çekinme, sakınma, korku.

    pervâne: ışık etrafında dönen küçük kelebek.

    pervâsız: korkusuz.

    pervâz: uçuş.

    perver: koruyan, besleyen, seven.

    perverde: beslenmiş, korunmuş, sevilmiş.

    pes: arka, geri, öyle ise.

    pesend: beğenen.

    pest: alçak, yavaş.

    pestpaye: pespaye, alçak.

    peşkeş: saçıp savurma.

    pey: iz, art.

    peyam: taze haber.

    peydâ: var olan, açık, meydanda.

    peygamber: ilâhî hakikatları insanlara bildirmek ve onlara örnek olmak üzere Allah tarafından tayin edilen, vahiy yoluyla sahip olduğu ilmini yaşayıp neşreden mübarek zatların umumî ismi.

    peygamberân: peygamberler.

    peyk: uydu.

    peyke: tahta sedir.

    peymân: yemin.

    peymâne: kadeh.

    peyrev: izleyen.

    pezir: "eden, edici, alan" mânâsında son ek.

    pırlanta: işlenmiş elmas.

    pırlantamisal: pırlanta gibi.

    pinhan: gizli.

    pîr: ihtiyar, öncü, şeyh.

    pîrifâni: çok yaşlı kimse.

    piş: ön.

    pişdâr: öncü, önder.

    pîşe: alışmış, huy edinmiş.

    plân: tasarı.

    polat: çelik, sert.

    politika: siyaset.

    post: tüylü hayvan derisi.

    pot: falso, dokunaklı söz.

    pota: bir çeşit tas.

    poz: duruş.

    pozisyon: durum.

    pozitif: müsbet, ispatlı.

    pozitivizm: gerçeğe erişmek için sadece deneye güvenen sapık felsefe.

    pratik: uygulama.

    prensip: düstur, ilke.

    program: düzenli niyetler.

    proje: tasarı, layıha.

    propaganda: bir fikrin tanıtılması faaliyeti.

    Protestan: Purut mezhebinden olan.

    Protestanlık: Purutluk, Hıristiyanlıkta bir mezhep.

    psikolog: ruh ilmiyle uğraşan.

    psikoloji: ruh ilmi, ruhiyat.

    psikoz: akıl hastalığı.

    Purutluk: Hıristiyanlıkta bir mezhep, protestanlık.

    pusula: yön bulmaya yarayan âlet, kısacık mektup.

    pûşîde: örtülü, gizli.

    put: heykel, büst.

    puthane: putların konulduğu yer.

    putperest: puta tapan.

    pür: çok dolu.

    pürcemâl: pek güzel.

    püremvat: ölülerle dolu.

    pürheves: hevesle dolu.

    püriştiyak: arzu ve istekle dopdolu.

    pürkemâl: tam anlamıyle olgun.

    pürmerak: merakla dolu, pek meraklı.

    pürniyaz: dua ve yakarış ile dopdolu.

    pürnur: çok nurlu.

    pürrahm: pek merhametli.

    pürsevda: sevda dolu.

    pürşaşaa: çok gösterişli.

    pürşer: çok şerli, kötülüklerle dolu.





    R

    raad: gök gürültüsü.

    Rabb: varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürürken bütün ihtiyaçlarını veren Allah.

    Rabbanî: Rabbimize ait.

    Rabbenâ: ey bizim Rabbimiz.

    Rabbülâlemîn: âlemlerin Rabbi.

    râbıta: bağ, ilgi, irtibat.

    râbıtaimevt: ölümü düşünmek.

    rabian: dördüncüsü.

    rabt: bağlama.

    râci: geri dönen.

    râcî: rica eden, ümit eden.

    râcih: üstün, seçilen.

    râcihane: üstün olurcasına.

    râd: gökgürültüsü.

    râdde: derece, sıra.

    radıyallahuanh: Allah ondan razı olsun!

    râdmisâl: gökgürültüsü gibi.

    radyumvârî: ışık saçan radyum elementi gibi.

    Râfızî: hak mezheblerden ayrılıp sapan kimse.

    râfi: yükseltici, kaldırıcı.

    rağabât: rağbetler, istekler.

    rağbet: istek, ilgi.

    râğıb: istekli.

    rağm: tersi, aksi.

    rağmen: inadına, zıddına.

    râh: yol.

    rahat: sıkıntısız, üzüntüsüzlük.

    râhib: Hıristiyan din adamı.

    râhibe: kadın rahip.

    Rahîm: merhametli, acıyan.

    rahim: döl yatağı, akrabalık.

    rahîmane: acıyarak.

    rahîmehullah: Allah merhamet eylesin.

    rahîmiyet: merhamet edicilik.

    rahle: küçük masa.

    rahm: acıma, esirgeme.

    Rahmân: sonsuz merhametli, Allah.

    Rahmânî: Rahmanla ilgili.

    Rahmânirrahîmîn: Rahman ve Rahîm olan Allah.

    rahmâniyet: Allahın kullarına merhamet etmesi.

    Rahmânürrahîm: dünyada da âhirette de âcizlere merhamet eden Allah.

    rahmet: acıma, esirgeme, şefkat.

    Rahmetenlilâlemîn: âlemler için rahmet olan Peygamberimiz.

    rahmetfeşân: merhamet saçan.

    rahmetullahialeyh: Allahın rahmeti üzerine olsun!

    rahmımâder: ana rahmi.

    rahne: yara.

    rahnedâr: yaralı.

    rahve: harf cezimli olarak söylenirken sesin akması hâli.

    râic: sürümlü, revaçta olan.

    râif: merhametli.

    râik: sade.

    raiyyet: idare edilenler, halk.

    raiyyetperver: halkını seven.

    râkım: kod, denizden yükseklik.

    rakîb: gözetleyen, denetleyici.

    râkib: rakip, rekabet eden, yarışan.

    rakîbane: denetlercesine.

    râkibane: rakip gibi.

    râkid: durgun.

    rakik: ince, duygulu.

    rakkas: dans eden, sarkaç.

    rakkasane: dansöz gibi.

    rakraka: suyun akması.

    raks: dans, oyun.

    râm: boyun eğme.

    ramâd: kül.

    ramak: az şey.

    Ramazan: oruç ayı.

    rân: "süren, sürücü" mânâsında son ek.

    rânâ: güzel, hoş.

    rapor: inceleme sonucunu bildiren yazı.

    rasad: gözetleme, bakma.

    rasânet: sağlamlık.

    rasâs: kurşun.

    rasathâne: gözlem evi.

    râsih: iyice oturmuş, yerleşmiş, sağlam.

    râsihane: derinlemesine, sağlamca.

    rasin: sağlam.

    rasyonalizm: aklı tek ölçü kabul eden sapkın felsefe.

    rasyonel: akla uygun.

    râşe: titreme.

    râşet: titreme, ürperme.

    râşid: erişkin, doğru yola erişen.

    raşidin: raşidler, erenler, ermişler.

    ratb: rutubetli, yaş.

    Rauf: acıyan ve esirgeyen, Allah.

    ravh: rahatlık.

    râvî: rivayet eden, söz nakleden,

    ravza: bahçe.

    Ravzaimutahhara: Peygamberimizin pak ve mübarek kabri.

    rayb: şüphe.

    rayiha: koku.

    râz: sır.

    râzı: hoşnud, memnun.

    Râzık: rızık veren, Allah.

    realist: gerçekçi.

    realite: gerçek.

    realizm: gerçekçilik felsefesi.

    reâyâ: idare edilenler.

    reca: dönüş.

    recâ: ümit.

    Receb: Arabî ayların yedincisi.

    recez: bir nevi şiir.

    recm: taşa tutma, taşlama.

    recûliyet: erkeklik.

    recül: erkek.

    recülifâcir: günahkâr adam.

    red: kabul etmeme.

    redâ: süt emme.

    reddiye: red için yazılan yazı.

    ree: akciğer.

    reel: gerçek.

    ref: kaldırma.

    refah: bolluk, rahatlık.

    refakat: eşlik etme, arkadaşlık.

    refet: merhamet, acıma.

    refetkârane: merhamet edercesine.

    refetmek: kaldırmak.

    refik: arkadaş, eş.

    refika: eş, arkadaş.

    refikaihayat: hayat arkadaşı, eş.

    reform: düzeltme, ıslah.

    Refref: Peygamberimizi Mîraçta en yüksek makama götüren binek.

    reftâr: gidiş.

    regaib: rağbet edilenler, mübarek bir gece.

    reha: kurtuluş.

    rehâ: gevşeklik, kurtuluş.

    rehâvet: tembellik, gevşeklik.

    rehber: yol gösteren.

    rehgüzâr: yol üstü.

    rehin: bir şeyin yerine garanti olarak tutulan.

    rehnüma: yol gösteren.

    reis: başkan.

    reisiâlem: âlemin reisi, Peygamberimiz.

    reisicumhur: cumhurbaşkanı.

    rejim: bir devletin yönetim biçimi.

    rekabet: yarışma.

    rekabetkârâne: yarışırcasına.

    rekât: namazın bir bölümü.

    rekz: dikme, saplanıp kalma.

    remâd: kül.

    remil: bir fal türü.

    remiz: kapalı söyleyiş, işaretle anlatma.

    remz: remiz.

    remzen: remizle.

    remzî: remizle ilgili.

    remzünâz: remiz ve naz.

    rencide: kırılmış, incinmiş.

    rençber: tarım işi yapan kimse.

    rende: düzeltme aleti.

    rendeçlenme: rendelenme, düzeltilme.

    rendeleme: düzgün hâle getirme.

    rengârenk: renk renk, güzel renklerle bezenmiş.

    rengin: süslü, güzel, parlak.

    rês: baş, kafa.

    resail: risaleler, küçük kitaplar, mektuplar.

    resan: "yetişen, getiren" mânâsında son ek.

    rêsen: kendi başına.

    resm: resim.

    resmigeçit: özel günlerde yapılan geçit töreni.

    resmiküşâd: açılış töreni.

    resmiyet: resmîlik.

    resûl: yeni bir kitapla gönderilen peygamber.

    Resûliekrem: "en kerim peygamber" mânâsında Peygamberimiz.

    Resûlullah: Allahın resulü, Peygamberimiz.

    rêsülmal: sermaye, ana para.

    reşad: doğru yolda olma.

    reşadetpenah: doğru sığınak.

    reşahat: sızıntılar.

    reşha: sızıntı.

    reşid: hak yolda giden, ergin, olgun.

    revâ: uygun, lâyık.

    revâbıt: rabıtalar, bağlılıklar.

    revac: geçerlik, değer, sürüm.

    revak: sundurma, çardak.

    revan: giden, akan.

    revâtib: vazifeler, maaşlar.

    revâyih: rayihalar, kokular.

    revh: rahat.

    revnak: parlaklık, tazelik, süs.

    revnakdâr: parlak, taze, hoş.

    rey: oy, görüş, fikir.

    reyhan: güzel bir koku, hoş kokulu bir bitki.

    reyyan: suya kanmış, tatmin olmuş.

    rez: üzüm, asma.

    rezâil: rezillikler, utanılacak şeyler.

    rezâlet: utanılacak hâl ve iş.

    rezil: utanmaz, alçak.

    rezilürüsva: ayıpları meydana çıkmakla alçalıp kötü hâle düşmek.

    Rezzak: bütün yaratıkların rızkını veren, Allah.

    Rezzakane: rızık verircesine.

    Rezzakıyet: Allahın rızık vermesi.

    rıbh: kâr, kazanç.

    rıdvan: memnunluk.

    rıfk: yumuşaklık, tatlılık.

    rıhlet: yolculuk, göç.

    rızâ: memnunluk, hoşnutluk.

    rızâdâde: hoşnut olmuş.

    rızâenlillah: Allah rızası için.

    rızık: Allahın ihsanı olan maddî ve mânevî nimetler.

    rızk: maddî ve mânevî nimetler.

    rızkıfıtrî: yaşamak için gereken normal rızık.

    rızkımecazî: alışkanlık sebebiyle ihtiyaç hâline gelen anormal rızık.

    riayet: uyma, uygunluk.

    riayetkâr: riayet eden, uyan.

    ribâ: faiz, haram para.

    ribh: kazanç.

    rica: ümid etme, isteme.

    ricakârâne: rica edercesine.

    ricâl: erkekler.

    ricâlen: erkek olarak.

    ricânâme: rica yazısı, ümit ifade eden yazı.

    ricat: geri dönme, kaçma.

    ridâ: örtü.

    rifât: yükseklik.

    rîhireyhan: hoş kokulu rüzgâr.

    rikkat: acıma, yumuşaklık, yufka yüreklilik, kalb inceliği.

    rind: aldırışsız, kalender.

    Risale-i Nur: Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin îman ve islâmiyet hakikatlarını izah ve ispat eden çok değerli kitaplarının umumî adı.

    risale: küçük kitap, mektup.

    risalet: resullük, peygamberlik.

    Risaletpenahi: peygamberlik kendisinde noktalanan Peygamberimiz.

    riş: kabuk, yara.

    ritm: ahenk.

    rivâyât: rivayetler.

    rivâyet: hikâye edilen, anlatılan, hadîs nakli.

    riyâ: gösteriş, ihlassızlık.

    riyâkâr: gösterişçi.

    riyâkârâne: gösteriş yaparcasına.

    riyaset: başkanlık.

    riyâzât: riyazetler.

    riyâzet: nefsi ıslah için az gıda ile yaşama.

    riyâzetkârâne: az gıda ile yaşayıp nefsi terbiye edercesine.

    riyazî: matematikle ilgili.

    riyaziyat: matematik ilmi.

    riyaziye: matematik.

    romanvârî: roman gibi.

    rovelver: tabanca.

    röntgen: ışın, ışın aleti.

    rub: dörtte bir.

    Rubûbiyet: ilâhî terbiye, Allahın bütün varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürmesi, bu esnada her nevi ihtiyaçlarını vermesi ve onları emrine itaat ettirmesi.

    rubûbiyetperver: terbiye etmeyi seven Allah.

    Rufaî: Rufailik diye bilinen bir tarikatı kuran, bu tarikattan olan.

    rûh: can, his, öz.

    rûhanî: ruh ile ilgili, görünmez varlık, ruh, melek, cin.

    rûhaniyat: ruhanîler.

    rûhaniyet: ruh hâli, ölen insanın devam eden ruhî kuvveti.

    rûhaniyyûn: ruhlar âleminden olanlar.

    rûhban: Hıristiyan din adamı.

    rûhefzâ: ruhu okşayan.

    rûhen: ruh bakımından, ruhça.

    rûhî: ruhla ilgili.

    rûhiyat: ruh ilmi.

    ruhsat: izin, müsaade.

    Rumî: bir nevi takvim.

    rumûz: gizli anlamlar.

    rumûzât: remizler, gizli mânâlar.

    runümâ: yüzünü gösteren.

    rusül: resuller, peygamberler.

    rûşen: parlak, aydın.

    rutubet: nem, ıslaklık.

    ruyizemin: yeryüzü.

    rûz: gün.

    rûznâme: günleri gösteren yazı, takvim, günlük yazı.

    rûzumahşer: öldükten sonra dirilip toplanma günü.

    rübâ: "alan, çalan, kapan" mânâsında son ek.

    rübai: dörtlük.

    rüchan: üstünlük.

    rüchaniyet: üstünlük.

    rücû: geri dönme.

    rüesa: reisler, başkanlar.

    rüfeka: refikler, arkadaşlar.

    rükn: rükün, direk, sütun.

    rükû: namazda eğilme.

    rükün: direk, sütun.

    Rüstem: kuvvetiyle meşhur bir efsane kahramanı.

    rüsûb: tortu.

    rüsûbât: tortular.

    rüsûh: ustalık, sağlamlık, maharet.

    rüsva: rezil, maskara.

    rüşd: doğru yolu bilme, olgunluk.

    rüşeym: oğulcuk, embriyon.

    rüşvet: bir işin yapılması için haksız alınan veya verilen haram para.

    rütbe: derece, basamak.

    rütbeten: rütbece.

    rütebî: rütbelerle ilgili.

    rüûs: başlar, kafalar.

    rüyâ: uykudayken girilen misalî bir âlemde görülenler.

    rüyâyısâdıka: doğru rüya.

    rüyet: görme.

    rüyetullah: Allahı görme.

    rüzgâr: yel, zaman, dünya.
#18.10.2006 02:46 0 0 0
  • S

    sâ: 3120 gram ağırlık.

    saâdât: saadetler, mutluluklar.

    saâdet: mutluluk.

    saâdetâver: mutluluk verici.

    saâdetfeşân: mutluluk saçan.

    saâdetgâh: mutluluk yeri.

    saâdetkârâne: mutlu olarak.

    saâdetresân: mutluluğa götüren.

    saat: saat, zaman, devir, kıyamet.

    sâb: zor, güç.

    sabâ: hoş bir rüzgâr.

    sabâhat: yüz güzelliği.

    sabâvet: çocukluk.

    sâbık: önceki, geçen, geçmiş.

    sâbıka: önceden işlenmiş suç.

    sâbıkan: önceden.

    sabırsûz: sabrı yıkan, taşıran.

    sabırşiken: sabrı kıran ve bozan.

    sabî: bebek, küçük çocuk.

    sâbian: yedincisi.

    sâbiha: yüzen.

    Sâbiî: yıldıza tapan.

    Sâbiîyyûn: yıldıza tapanlar.

    sâbir: sabreden.

    sâbit: durgun, duran, kesinleşmiş.

    sâbitiyet: sabitlik.

    sabiyy: sabi, bebek, küçük çocuk.

    sabr: sabır, acıya katlanma.

    sabrıcemîl: güzel bir sabır.

    sabûr: çok sabırlı.

    sabûrâne: sabırlı olarak.

    sâcid: secde eden.

    sad: yüz sayısı.

    sadâ: ses, seda.

    sadaka: Allah için yapılan yardım.

    sadâkat: bağlılık, dostluk, doğruluk.

    sadâkatkârâne: sadakat edercesine, bağlılığını gösterircesine.

    sadâkatmedâr: sadakat vesilesi, bağlılık sebebi.

    sadakte: doğru söyledin.

    sadâret: başbakanlık.

    sâdât: seyyidler, Peygamberimizin neslinden olanlar.

    saddaknâ: tasdik ettik, onayladık.

    sâde: yalın, süssüz, katkısız.

    saded: konu, maksat.

    sâdedil: kolay aldanan.

    sadef: kap, kabuk.

    sademât: vuruşlar.

    sâdık: doğru, samimi, bağlı.

    sâdıkane: doğruluk üzerine, samimiyetle, bağlılığını gösterircesine.

    sâdıkıyet: doğruluk, bağlılık.

    sâdır: çıkan.

    Sâdî: Gülistan isimli ünlü eserin de yazarı olan hakîm bir zat.

    sadîk: çok sadık.

    sâdisen: altıncısı.

    sadme: vuruş.

    sadr: göğüs, yürek, ön, baş, ileri.

    sadûk: çok sadık, gayet bağlı.

    sâf: katkısız, duru, temiz, bön.

    safâ: gönül şenliği, ferahlık.

    safahât: safhalar, devreler.

    safbeste: saf bağlamış, saf tutmuş.

    sâfderun: kolay aldanan.

    sâfdil: gönlü saf, kalbi temiz.

    sâfdilâne: kalbi saf biri gibi, safça.

    Safevîler: iranda kurulmuş eski bir devlet.

    saff: sıra, dizi.

    safh: bağışlama.

    safha: devre, dönem.

    sâfî: temiz, katışıksız, duru.

    sâfil: aşağı.

    sâfilîn: aşağılar.

    sâfiyâne: saf hâlde, safça.

    sâfiyât: saflık, temizlik.

    sâfiye: saf, arı, temiz.

    sâfiyet: saflık, temizlik.

    safsata: uydurma, aldatıcı mantık oyunu.

    safsatiyât: safsatalar, uydurmalar.

    safvet: saflık, duruluk, temizlik.

    sağir: küçük, ufak.

    sâha: alan, meydan.

    sahâbe: sahipler, Peygamberimizin arkadaşları.

    sahâbet: sahip olma, sahiplik.

    sahâbetkârâne: sahip çıkarcasına, korurcasına.

    sahâbî: Peygamberimizi görerek îman eden hayırlı kimseler.

    sahâif: sayfalar.

    sahâvet: cömertlik.

    sahî: cömert.

    sâhib: sahip, koruyucu, sohbet arkadaşı.

    sahife: sayfa.

    sahih: doğru, sağlam, kesin hadîs.

    sâhil: kıyı.

    sâhir: büyücü.

    sahn: sıcaklık, boşluk.

    sahne: oyun yeri.

    sahrâ: kır, ova, çöl.

    sahrânişin: çölde oturan, bedevi.

    Sahret: tarihi bir kaya.

    sahte: düzme, yapmacık.

    sahtekâr: sahteci, aldatıcı.

    sahtiyân: cilâlı deri.

    sahûr: oruçta gece yemeği.

    sahv: sahve, ayılma.

    Saîd Nursî: zamanımızın en büyük âlim ve mütefekkiri, asrın müceddidi, Nur Risalelerinin yazarı.

    saîd: saadetli.

    sâik: sevkeden, götüren.

    sâika: sevkedip götüren bir his.

    sâika: yıldırım.

    sâikavârî: yıldırım gibi.

    sâil: soran, isteyen, dilenen, dilenci.

    sâim: oruçlu.

    sâir: diğer, başka.

    sakam: hastalık, bozukluk.

    sakamet: bozukluk, hastalık.

    sakar: cehennem.

    sakf: dam, çatı, tavan.

    sâkıb: parlak.

    sâkıt: düşen, düşük.

    sâkî: sucu, su veren.

    sakîl: ağır, can sıkıcı, çirkin.

    sakîle: ağır olan.

    sâkim: hasta, sakat.

    sâkin: hareketsiz.

    sâkit: suskun.

    sâkitâne: susarak, sessizce.

    sako: ceket, üste giyilen elbise.

    sâl: yıl, sene.

    salâ: minarede okunan dua.

    salâbet: katılık, sağlamlık, merdane tavır.

    salâh: iyilik, rahatlık.

    salâhat: günahsızlık ve temizlik, dindarlık.

    salâhiyet: yetki.

    salâhiyetdâr: yetkili.

    salât: namaz.

    salâtüselâm: dua ve selâm, salâvat getirme.

    salâvât: Peygamberimiz için edilen dualar.

    salhâne: mezbaha.

    salîb: haç.

    sâlibe: negatif, olumsuz.

    salif: geçen, geçmiş.

    sâlih: dindar, uygun, iyi hâlli.

    sâliha: iyi hâl üzere olan dindar hanım.

    sâlihât: iyilikler, dine uygun ameller.

    sâlik: giden, yürüyen.

    sâlim: sağlam, eksiksiz, korkusuz.

    sâlimen: sağlam ve eksiksiz bir hâlde.

    sâlise: üçüncü.

    sâlisen: üçüncüsü.

    sallallahüaleyhivesellem: Allah ona salât ve selâm eylesin.

    saltanat: idarî kuvvet ve kudret, hâkimiyet, sultanlık, padişahlık.

    salvele: Peygamberimize okunan salavat ve sair dualar.

    sâmân: servet, zenginlik.

    Samanyolu: uzaktan parlak bir yol gibi görünen yıldızlar kümesi.

    Samed: Allahın, "herşey kendisine muhtaç olduğu hâlde kendisi hiçbir şeye muhtaç değil," mânâsındaki ismi.

    Samedanî: Samed olan Allah ile ilgili, ilâhî.

    Samedanîyet: Samedanîlik.

    Samediyet: Allahın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmaması ve bütün varlıkların kendisine muhtaç olması hakikatı.

    sâmî: dinleyici.

    sâmiâ: işitme duyusu.

    samie: yüksek, yüce.

    samim: iç, asıl, öz.

    samimane: samimi bir hâlle.

    samimî: candan, içten.

    samimiyet: içtenlik.

    sâminen: sekizincisi.

    sâmite: suskun.

    sân: "benzer, andırır" mânâsında son ek.

    sanât: ustalık, hüner.

    sanâten: sanatça.

    sanâtkâr: sanatçı.

    sanâtkârâne: sanatlıca.

    sanâtperver: sanatsever.

    sanâtperverâne: sanatseverce.

    sanâtüttedelli: muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.

    sanavber: kozalak, koni şeklinde.

    sanâvî: sanatlı.

    sanâyî: sanatlar.

    sandukça: küçük sandık, kutu.

    sanem: put, heykel.

    sanemmisal: put gibi.

    sanemperest: puta tapan.

    sanevberî: koni biçiminde olan.

    sanevî: ikinci derecede.

    Sâni: herşeyi sanatlı yaratan Allah.

    sani: ikinci.

    saniiyet: sanilik, sanatlı yapıcılık.

    saniye: ikinci.

    saniyen: ikincisi.

    sansür: yayınların denetlenmesi.

    santrifüj: merkezkaç kuvveti.

    sarâ: bir çeşit asabi hastalık.

    sarahat: açıklık.

    sarahaten: açıkça.

    saray: büyük ve güzel bina.

    sarf: dilbilgisinin konusu kelimeler olan bölümü.

    sarf: harcama, gider.

    Sarfe: Kuranın mûcize olduğunu gösteren usûllerden biri.

    sarfınazar: gözden kaçan.

    sarfiyât: masraflar, giderler.

    sarhoşane: sarhoşça.

    sarık: başa sarılan bez.

    sârık: hırsız.

    sârıkane: hırsızcasına.

    sârî: bulaşıcı.

    sarîh: açık.

    sarîhan: açıkça.

    sarrâf: kuyumcu.

    sath: yüzey.

    sathî: derinliksiz, sığ, yüzeyden.

    sâtı: parlak.

    satıh: yüzey.

    Satîh: bedeni kemiksiz etten ibaret olan hilkat garibesi bir kâhin, falcı.

    satvet: ezici kuvvet.

    Savâ: kutsal sayılan ve Peygamberimizin doğduğu gece kuruyan bir göl.

    savâb: doğru.

    savb: cihet, yön, taraf.

    savlet: saldırma, saldırı.

    savm: oruç.

    savmıvisal: iftar etmeksizin üst üste tutulan oruç.

    savt: ses.

    sây: çalışma, emek.

    sayd: avlanma.

    saye: koruma.

    sayeban: koruyan, gölgelik.

    sayfiye: yazlık.

    sayha: yüksek ses.

    saykal: cilâ.

    sayyad: avcı.

    sâz: "eden, yapan" mânâsında son ek.

    saz: müzik âleti, musiki sesi.

    sebaimeşhûre: ünlü yediler.

    sebât: dayanma, kararlılık.

    sebâtkâr: sebatlı, kararlı.

    sebâtkârâne: sebat edercesine.

    sebb: sövme.

    Sebê: Yemen ülkesinde tarihî bir şehir.

    sebeb: vasıta, vesile, araç.

    sebebiyet: sebep olma.

    sebil: cadde, su dağıtımı.

    Sebîr: Mekkede bir dağ.

    sebkat: ilerleme, geçme.

    sebr: mantıkta bir ispat yolu.

    sebûiyet: yırtıcılık.

    sebülmesanî: tekrar tekrar okunan, iki kez nazil olan Fatiha sûresi.

    sebzevât: yeşil bitkiler.

    secâ: cıvıltı.

    secâyâ: seciyeler, karakterler.

    seccal: akıp giden.

    secde: Allah için yere kapanış.

    secdegâh: secde yeri.

    secdevari: secde gibi.

    seceât: cıvıltılar, ritimli sesler.

    seci: nesir kafiyesi.

    seciye: karakter.

    seciyeten: karakter itibariyle.

    sedâ: ses.

    sedâd: istikamet, doğruluk.

    sedd: set, engel.

    sedid: doğru, sağlam.

    seele: dilenenler.

    sefâ: eğlenme.

    sefâhet: kıt akıllılık, düşüncesizlik, günahlara düşkünlük.

    sefâhetkârâne: akılsızca, haram eğlencelere dalarcasına.

    sefâin: gemiler.

    sefâlet: düşkünlük, aşağılık.

    sefâlethâne: sefalet yeri, düşkünlük evi.

    sefâret: elçilik.

    sefer: yolculuk, savaş, kez.

    seferber: sefere hazırlık.

    seferî: seferde olma hâli.

    sefîh: kıt akıllı, düşüncesiz, zevke düşkün.

    sefîhane: sefihce, zevkine düşkün biri gibi, düşüncesizce.

    sefîl: düşkün, aşağı.

    sefîne: gemi.

    sefîr: elçi.

    sefk: kan akıtma, kan dökme.

    sehâ: cömertlik.

    sehâb: bulut.

    sehâvet: cömertlik.

    sehâvetkârâne: cömertçe.

    sehâvetperverâne: cömerliği severcesine.

    seher: tan.

    sehergâh: seher zamanı, yeri.

    sehhar: sihirbaz, büyücü.

    sehîm: pay sahibi.

    sehiv: hata, yanlışlık.

    sehl: kolay.

    sehlimümteni: yazılması veya söylenmesi kolay görünen, ama denendiğinde zor olduğu anlaşılan eser.

    sehm: sehim, pay.

    sehpa: küçük masa, idam tahtası.

    sehv: hata, yanlış.

    sehven: yanlışlıkla.

    sekal: cin ve insan.

    sekaleyn: cinler ve insanlar.

    sekam: hastalık.

    sekenât: sekeneler, oturanlar, yerliler.

    sekene: oturan, yerli.

    sekerât: ölüm hâli, kendinden geçmeler, esrimeler.

    sekîne: sakinlik, okuyana sakinlik veren önemli bir dua.

    sekînet: sakinlik, gönül huzuru, kalbin rahat olması.

    sekir: sekr, kendinden geçme hâli, sarhoşluk, esrime.

    Sekkakî: büyük bir edebiyat âlimi.

    sekr: kendinden geçme hâli, sarhoşluk, esrime.

    sekte: durma, kesiklik.

    selâm: rahatlık, emniyet, barış, iyilik.

    selâmet: kurtuluş, emniyet.

    selâset: akıcılık.

    selâsil: silsileler.

    selâtin: sultanlar.

    selb: kapma, alma, silme, kaldırma, red.

    selef: önceki, yeri doldurulan.

    selefisâlihîn: dinin ilk zamanlarındaki rehber âlimler.

    selefiye: önceden yaşamış müslüman büyüklerinin yolu.

    selhhâne: hayvan kesimi yapılan yer, mezbaha.

    selîm: sağlam, kusursuz.

    selîs: akıcı.

    sellemetüsselâm: gelişigüzel.

    selm: barışma, itaat.

    selsebîl: cennette bir pınar.

    selvele: Peygamberimize okunan dualar.

    sem: işitme.

    semâ: gökyüzü.

    semahat: iyilikseverlik, yardımseverlik.

    semâniye: sekiz.

    semâvât: semalar, gökler.

    semâvî: sema ile ilgili.

    sembol: timsal, mânâlı işaret.

    semek: balık.

    semen: yağ, değer.

    semeni: paha, değer.

    semerât: meyveler.

    semere: meyve, ürün.

    semeredâr: meyveli.

    semî: işitici.

    semîane: işitircesine.

    semiz: besili.

    semm: zehir.

    semmikatil: öldürücü zehir.

    sempati: cana yakınlık.

    semrâ: esmer güzeli.

    Semûd: Sâlih aleyhisselâmın kavmi.

    semûm: yakıcı rüzgâr.

    semûre: bir cins ağaç.

    senâ: övme.

    senâhân: sena eden, öven.

    senâkâr: sena edici, övücü.

    senâkârâne: övercesine.

    sene: yıl.

    sened: senet, güvenilir söz veya yazı.

    senevî: senelik, yıllık.

    seng: taş.

    seniyye: temiz, yüce.

    septisizm: şüphecilik felsefesi, kararsızlık.

    ser: baş.

    serâ: yer, toprak.

    serâb: serap, olmayıp da var gibi görünen.

    serâir: sırlar.

    serâpâ: baştan başa.

    serâser: baştan başa.

    serasker: komutan.

    serbeser: baş başa.

    serbestâne: serbestçe.

    serbestî: serbestlik, hürlük.

    serbestiyet: serbest olma hâli.

    serd: söyleme.

    serdâr: komutan.

    serdengeçti: fedakâr, kahraman.

    serefrâz: başı dik, üstün.

    serencâm: başa gelen olaylar.

    Serendib: Seylan adası.

    seretan: kangren, kanser hastalığı.

    sereyân: yayılma.

    serfirâz: başlar üstünde.

    serfürû: baş eğme.

    sergardiyan: baş gardiyan.

    sergerdân: şaşkın, başıboş.

    sergerde: başıbozuk.

    sergüzeşt: macera, serüven.

    sergüzeşte: macera, serüven.

    serî: çabuk.

    serîr: kürsü, taht.

    serîüsseyr: hızlı akan.

    serîütteessür: hemen etkilenen.

    serîüzzevâl: çabuk geçen.

    seriye: askerî bölük.

    serkâtib: baş yazıcı.

    serkeş: baş kaldıran.

    serkeşane: baş kaldırırcasına.

    sermaye: ana mal, ana para.

    sermed: sürekli, ebedî ve ezelî, Allah.

    sermedî: ebedî, sürekli.

    sermediyet: ebedîlik, süreklilik.

    sermest: kendinden geçmiş.

    sermeşk: örnek, nümune.

    sernâme: önsöz, baş yazı.

    serpûş: başlık, başı örten şey.

    serrişte: ip ucu, söyleyip durma.

    serseri: başıboş, işsiz güçsüz, söz dinlemez, düzene uymaz.

    serseriyane: serserice.

    sertâc: baş tacı.

    serteser: baştan başa.

    server: baş, reis.

    servet: mal, varlık.

    serzâkir: baş zikirci.

    serzeniş: başa kakma, takaza.

    set: engel, duvar.

    setr: örtme, gizleme.

    setre: yarı resmi ceket.

    setretmek: örtüp gizlemek.

    setriavret: gösterilmesi yasak yerleri örtme.

    Settar: günahları örten, Allah.

    settare: görünmemek için girilecek yer, örten, kapatan.

    Settarüluyûb: ayıpları örten Allah.

    sevab: sevap, dine uygun davranış.

    sevabdâr: sevaplı.

    sevabdârâne: sevaplıca.

    sevâbit: duranlar, sabit yıldızlar.

    sevâd: karartı.

    sevâdıâzam: insanların ekseriyeti, büyük çoğunluk.

    sevahil: sahiller, kıyılar.

    sevdâ: aşk hastalığı, sevgi, heves, siyah.

    sevk: yollama, gönderme.

    sevkiyât: göndermeler, yollamalar.

    sevkülceyş: asker gönderme, yollama.

    Sevr: Osmanlı topraklarını paylaşmayı esas alan sözleşme.

    sevr: öküz, boğa burcu.

    seyahat: gezme, gezinti.

    seyahatnâme: seyahat yazıları.

    seyda: efendi, hoca, şeyh.

    seyelân: akma, akıntı.

    seyeran: gezinme.

    seyf: kılıç.

    seyfullah: Allahın kılıcı.

    seyl: sel, akıntı.

    seylab: taşkın akan su, sel.

    seyr: etrafa bakınarak gezinme.

    seyran: gezinti.

    seyrangâh: güzel manzaralı gezinti yeri.

    seyrisülûk: manen yükselmek için bir yola girip yürümek.

    seyrüsefer: gezinti ve yolculuk.

    seyyah: seyahat eden, gezgin.

    seyyal: akan, akıcı.

    seyyalât: akıcı şeyler.

    seyyale: akan, akıp giden.

    seyyar: dolaşan, gezen.

    seyyarât: seyyareler, gezegenler.

    seyyare: gezegen.

    seyyiat: çirkinlikler.

    seyyiatâlûd: çirkinliklerle karışık.

    seyyid: efendi, Peygamberimizin soyundan olan.

    seyyie: çirkinlik, günah.

    sezâ: lâyık, uygun.

    sıbah: güzel nesneler, parıltı.

    sıbga: boya.

    sıbyan: çocuklar.

    sıddîk: çok samimi, çok bağlı, çok doğru.

    sıddîkîn: sıddîkler.

    sıddîkiyet: sıddîklik, manen pek yüksek bir makam.

    sıdk: doğruluk, doğru söz, samimilik, bağlılık.

    sıfat: özellik.

    sıfât: sıfatlar, özellikler.

    sıfatî: sıfatla ilgili.

    Sıffin: sahabeler arasında meydana gelen bir savaşın adı.

    sıgar: küçüklük, kıymetsizlik, küçükler.

    sıhhat: sağlık.

    sıklet: ağırlık.

    sıla: isimden sonra gelip ismi açıklayan cümle.

    sılâ: kavuşma, asıl memleket.

    sılâirahim: akrabalarla alâkayı kesmeyip devam ettirmek.

    sımah: kulak.

    sınıf: kısım, bölüm, tabaka.

    sır: gizlilik, gizli bilgi, kalbî bir his.

    Sırat: âhirette cennete gitmek için üstünden geçilen köprü.

    sıratımüstakim: en doğru yol, islâm yolu.

    sıravârî: sıralı gibi.

    sırf: yalnız.

    sırrentenevveret: görünmeden nurlandırma, îman hakikatlarını örtülü hizmetlerle yayma.

    sıtma: bir hastalık.

    sıyam: oruçlar.

    sibak: geçmiş, önceki.

    sicil: kayıt.

    sicn: hapis, zindan.

    sidre: bir ağaç, gökte mânevî bir yer.

    Sidretülmünteha: yaratılanların bittiği sınır.

    siga: kip, fiil çekim şekli.

    sihâm: oklar.

    sihir: büyü.

    sihirbaz: büyücü.

    sihr: büyü.

    sikke: paranın üstüne basılan damga.

    sille: tokat.

    silm: barışma.

    silsile: zincir, zincirleme, ard arda gelen.

    sîm: gümüş.

    sîma: yüz, çehre.

    simurga: büyük bir kuş, anka kuşu.

    simya: eski kimya.

    Sînâ: bir dağ ismi.

    sîne: göğüs, kalb.

    sinematoğraf: sinema.

    sinematoğrafvari: sinema gibi.

    sinemavârî: sinema gibi.

    sinn: yaş.

    sinnen: yaşça.

    sinniteklif: dinî mesuliyetin başladığı ergenlik çağı.

    sinsi: kendini gizleyen, gizlenen.

    sinyal: işaret.

    sipariş: ısmarlama.

    siper: korunak.

    sirâc: lâmba, fener.

    sirâyet: bulaşma, yayılma.

    sîret: insanın mânevî hâli, ahlâkı.

    sirkat: hırsızlık, çalma.

    sitayiş: övme.

    sitayişkârane: överek.

    sitem: çıkışma, eziyet.

    sitte: altı.

    sivil: asker olmayan.

    siyâdet: seyyidlik, efendilik.

    siyak: söz gelişi, bir sözün hemen öncesinde geçen sözler.

    siyanet: koruma.

    siyaset: politika, insanları idare etme sanatı.

    siyasetkârane: siyaset yaparcasına.

    siyasetvari: siyaset gibi.

    siyasiyyun: politikacılar.

    siyer: gidişler, yollar, Peygamberimizi anlatan kitap.

    siyonist: Yahudilerin ülküsüne inanan, islâm düşmanı.

    skolâstik: ortaçağ Hıristiyanlık eğitimi.

    Sofestâî: olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan kuşkucu felsefeci.

    sofî: tarikat adamı, tesavvuf ehli.

    sofîmeşreb: tasavvuf yolunda olan.

    sofizm: hakikatı tanımayan şüpheci filozofların felsefesi.

    sofra: üstünde yemek yenilen yaygı.

    sofu: sofi, tasavvuf yolcusu.

    sohbet: tatlı tatlı konuşma.

    Sokrat: eski bir filozof.

    sosyal: içtimaî, topluma ait.

    sosyalist: sosyalizme inanan, toplumcu.

    sosyalizm: toplumculuk, bütün malları devlet elinde toplamak isteyen bir anlayış.

    spiritüalizm: ruhçuluk.

    sû: kötü.

    suâl: soru, istek.

    subh: sabah.

    sudûr: çıkma, gelme.

    suffa: sofa, suffe.

    Suffe: Peygamberimizin mescidine bitişik yer, bekâr sahabelerin kaldığı mekân.

    sufuf: saflar, sıralar.

    suğra: pek küçük, mantıkta küçük önerme.

    suhre: isteksiz yapan.

    suhuf: sahifeler, bazı peygamberlere gelen ve ilâhî emirleri bildiren sayfalar.

    suhûlet: kolaylık.

    sûiihtiyar: iradenin kötü yönde kullanımı.

    sûiistimal: kötüye kullanma.

    sûikasd: maksadın kötü oluşu, öldürme teşebbüsü.

    sûizan: kötü sanma.

    sûk: çarşı.

    sukut: düşme, alçalma.

    sulb: sert, katı.

    suleha: sâlihler, iyi hâlliler.

    sulfato: kinin, sıtma ilacı.

    sulh: barış.

    sulhkârâne: barış edercesine.

    sulhperver: barışsever.

    Sultan: "saltanatıyle kâinatı idare eden" mânâsında ilâhî isim.

    sultan: padişah, saltanat süren.

    sun: yapmak, iş.

    sunî: yapay, sahte.

    Sûr: kıyamet borusu.

    sur: kale duvarı.

    sûre: Kurânın âyetlerden oluşan her bir bölümü.

    sûret: şekil, biçim, görünüş.

    sûreta: görünüşte, şeklen.

    sûreten: sûretçe, biçimce, görünüşte.

    sûretperest: sûrete pek düşkün olan.

    sûrî: sûrete ait, görünüşte.

    susmar: kertenkele.

    sutûr: satırlar, yazı dizileri.

    suûbet: zorluk, güçlük.

    suûd: yükselme.

    suver: sûreler, sûretler.

    sûz: "yakan, yakıcı, bozucu" mânâsında son ek.

    sûzan: yakıcı.

    sûznâk: yakıcı.

    Sübhan: eksikliklerden uzak ve mükemmel sıfatlar sahibi olan Allah.

    sübhanallah: "Allah eksikliklerden uzaktır" mânâsında bir tabir.

    sübjektif: şahsî görüşe göre olan, indî.

    sübût: sabit oluş, kesinleşme.

    sübûtî: sabit olmakla ilgili.

    sücud: secde etmek.

    süeda: saidler, mutluluğa erenler.

    süfeha: sefihler, kıt akıllılar, günahkârlar.

    süflî: aşağı, adi.

    süfliyât: aşağı şeyler.

    süfliyet: aşağılık, adilik.

    Süfyan: âhirzamanda gelen ve kendisi gibi münafıklara "ulu önder"lik ederek dini yıkmaya çalışan dehşetli bir dinsiz, islâm deccalı.

    Sühâ: pek küçük görünen bir yıldızın ismi.

    süheyl: kolay, uygun, yumuşak, bir yıldız.

    sühûlet: kolaylık.

    sühûnet: sıcaklık, hararet.

    sükna: oturacak yer.

    sükûn: durgunluk, dinme.

    sükûnet: sakinlik, durgunluk.

    sükût: susma, konuşmama, sessizlik.

    sükûtî: susma ile ilgili.

    sülâle: soy.

    süleha: sâlihler, iyi hâlliler.

    Süleymanvârî: Süleyman aleyhisselâm gibi.

    sülûk: bir yola girmek, manen yükselmek.

    sülüs: üçte bir.

    sümme: sonra.

    sümmettedarik: elde edildikten sonra.

    sünbül: başak, filiz.

    sünbüllenmek: filizlenmek, başaklanmak, çoğalmak.

    sündüs: süslü ipek kumaş.

    sündüsmisal: ipekten yapılmış kumaş gibi.

    sünen: sünnetler.

    Sünnet: Peygamberimizin sözleri ve hâlleri.

    Sünnetullah: yanlış olarak "tabiat kanunları" denilen ilâhî kanunlar.

    sünnî: Peygamberimizin izinde giden, sünnete uyan.

    sünûhat: kalbe gelen mânâlar, doğuşlar.

    sürât: hız.

    sürâtli: hızlı.

    Süreyya: Ülker yıldızı, bir yıldız topluluğu.

    sürûr: sevinç, neşe.

    Süryânî: eski bir kavim.

    sütre: perde, engel.

    sütun: direk.

    süvâri: ata binen, atlı asker.

    süveydâ: siyahlık.

    süyûf: kılıçlar.

    Süyûtî: büyük bir fıkıh ve hadîs âlimi.





    Ş

    Şâbân: Arabî ayların sekizincisi.

    şâd: şen, memnun.

    şadırvan: etrafı musluklu kubbeli çeşme.

    şafak: tan zamanı.

    Şâfi: hastaya şifa veren Allah.

    Şafiî: hak mezheplerden biri, onu kuran büyük âlimin ünvanı.

    şâh: hükümdar, sultan.

    şahab: gökteki ışıklı cisim.

    şahâdet: şahitlik, Allah yolunda ölmek.

    şâhâne: şaha yakışır şekilde.

    şahbaz: doğan kuşu, çevik, yiğit.

    şâhenşâh: şahların şahı.

    şâheser: en üstün eser, baş eser.

    şahıs: kişi, kimse.

    şâhid: şahit, tanık, gören.

    Şâhid: bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah.

    şâhik: yüksek, doruk.

    şâhika: yüksek, doruk, zirve.

    şahm: iç yağı.

    şahmpâre: içyağı parçası.

    şahs: şahıs, kişi, kimse.

    şahsımânevî: insanların bir araya gelip oluşturdukları mânevî kişilik.

    şahsî: kişiyle ilgili.

    şahsiyat: kişilikler.

    şahsiyet: kişilik.

    şâibe: leke, kusur.

    şaika: şevk verici, isteklendirici.

    şairane: şairce.

    şakî: yol kesen, haydut.

    şâkir: hâlinden memnun olup şükreden.

    şâkirâne: şükreden gibi.

    şâkird: talebe, öğrenci.

    şakk: yarık, yarılma, yarma.

    Şakkıkamer: Peygamberimizin ayı iki parçaya ayırması mûcizesi.

    şâkul: düşeyliği ölçme âleti.

    şâkulî: düşey.

    şâm: akşam.

    şamar: tokat.

    şâmil: kaplayan.

    şamme: koklama duyusu.

    şân: şeref, nam, hâl, iş.

    şap: tuza benzer bir madde.

    şape: çığ.

    şarab: şarap, içki, bu isim helâl içkileri de kapsar.

    şâre: saç, kıl.

    şârık: doğudan çıkan, doğan, parlayan.

    Şârî: şeriatı ortaya koyan, Allah.

    şârih: şerheden, açıklayan.

    şark: doğu.

    şarkışimâlî: kuzeydoğu.

    şarkiyât: islâm dünyasında araştırma yapma çalışması.

    şarlatan: yalancı, aldatan, yüksekten atan.

    şart: mutlaka gerekli olan, durum, yemin.

    şartiye: şart olan.

    şaş: şaşı.

    şâşaa: parlaklık, gösteriş.

    şâşaapâş: gösterişli görünen.

    şatâhat: mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler.

    şavk: ışık, parıltı.

    şâyân: yaraşır, uygun, layık.

    şâyeste: uygun, lâyık.

    şâyet: eğer, olur ki.

    şâyia: söylenti, yayılma, duyulma.

    şâz: kaide dışı, istisna.

    Şâzelî: Şazeliye tarikatını kuran büyük velî, bu tarikattan olan.

    şeâir: islâmî alâmetler, semboller, âdetler.

    şeâmet: uğursuzluk, kötülük.

    şeb: gece.

    şebab: genç.

    şebabet: gençlik.

    şebabiyet: gençlik, tazelik.

    şebeke: örgülenmiş, örgüt.

    şebih: benzer.

    şebnem: çiy, nem.

    şebnemmisâl: çiy gibi.

    şecâat: yiğitlik, öfke duygusunun normal derecesi.

    şecer: ağaç.

    şecere: ağaç, soy ağacı.

    şecî: yiğit, kahraman.

    şedâid: şiddetliler, şiddetli belâlar.

    Şeddâd: Ad kavminin ulu önderi olan ünlü bir kâfir.

    şedde: harfi iki kere okutan işaret.

    şedîd: şiddetli.

    şedîdâne: şiddetlice.

    şef: çift, baş.

    şefâat: af için vasıta olmak.

    şefâatçi: af için vesile olan.

    şefe: dudak.

    şeffaf: saydam.

    şeffafât: saydam olanlar.

    şeffafiyet: saydamlık.

    şefî: şefaatçı.

    şefik: şefkatli.

    şefikâne: şefkatlice.

    şefiülmüznibin: günah işleyenlerin şefaatçısı.

    şefkat: acıyarak karşılıksız sevme.

    şefkaten: şefkatten dolayı, şefkat bakımından.

    şefkatkâr: şefkatli.

    şefkatkârâne: şefkat edercesine.

    şefkatperver: şefkat etmeyi seven.

    şefkatperverane: şefkat etmeyi severcesine, severek.

    şehâdât: şahitlikler, şehitlikler.

    şehâdet: şehitlik, şahitlik.

    şehâdetnâme: diploma.

    şehâmet: akıllıca yiğitlik.

    şehbaz: çevik, cesur, beyaz doğan kuşu.

    şehd: bal.

    şehevânî: şehvetle ilgili.

    şehevât: şehvetler.

    şeheviye: şehvetle ilgili olan.

    şehîd: şahit olan, Allah için ölen.

    şehîk: hıçkırıkla karışık iç çekme.

    şehir: büyük yerleşim birimi, kent.

    şehîr: ünlü, tanınmış.

    şehlâ: elâ göz, tatlı şaşı.

    şehnâme: padişahların maceralarını anlatan eser.

    şehnâz: ışıldayan, parlayan.

    şehr: ay, şehir, kent.

    şehrâyin: şenlenmiş şehir, şenlik.

    şehrî: ay ile ilgili, aylık.

    şehristân: memleket.

    şehriyâr: hükümdar, padişah.

    şehvânî: şehvetle ilgili.

    şehvet: nefsin arzusu, cinsî istek.

    şehvetengiz: şehvet uyandıran.

    şek: şüphe.

    şekâvet: sıkıntı, azap, işkence.

    şekil: biçim.

    şekl: şekil, biçim.

    şekûr: çok şükreden.

    şekvâ: şikâyet, sızlanma.

    şekvânâme: şikâyet mektubu, yazısı.

    şelâle: çağlayan.

    şem: mum, ışık.

    şemâ: ışık, çıra.

    şemâtet: başkasının başına gelene sevinmek.

    şemâtetkârâne: başkasının başına gelene sevinircesine.

    şemm: koklamak.

    şemme: koklama.

    şems: güneş.

    şemsüşşümûs: güneşlerin güneşi.

    şemta: kocakarı.

    şên: iş, hâl, tavır, hâdise.

    şenâat: kötülük, alçaklık.

    şenî: kötü.

    şer': dinî kanunlar.

    şer: kötülük, kötü.

    şerâfet: şereflilik.

    şerâit: şartlar.

    şerân: şeriata göre, dinî kanunlar bakımından.

    şerârât: kıvılcımlar.

    şerâre: kıvılcım.

    şerâret: şerlilik, kötülük.

    şerâyi: şeriatlar, ilâhî emirler.

    şerâyin: atardamar.

    şeref: yücelik, büyüklük, değer.

    şerefbahş: şeref veren.

    şerefe: minarenin ezan okunan yeri.

    şerefşiar: şerefli.

    şerefyâb: şereflenen.

    şerh: açıklama.

    şerî: şeriatla ilgili, dinî.

    şerîat: din, ilâhî kanunlar, Allahın emirleri ve yasakları.

    şerîatıfıtrîye: Allahın tabiata koyduğu kanunlar.

    şerid: şerit, zincir.

    şerîf: şerefli.

    şerîfeyn: şerefli iki şey, Mekke ve Medine.

    şerik: ortak, rakip.

    şerir: şerli, kötü.

    şerriyet: kötülük.

    şerûr: çok şerli, pek kötü.

    şeş: altı.

    şetâret: şenlik.

    şetm: sövme, kötü söz söyleme.

    şevâhık: doruklar.

    şevâhid: şahitler.

    şevk: şiddetli istek.

    şevkengiz: isteklendiren.

    şevkengizane: isteklendirircesine.

    şevket: heybet, böyüklük.

    Şevval: Arabî ayların onuncusu.

    şey: nesne.

    şeyâtin: şeytanlar.

    şeydâ: tutkun.

    şeyh: pir, tarikat önderi, ihtiyar.

    şeyheyn: iki şeyh

    şeyhûhet: ihtiyarlık.

    şeyhülislâm: Osmanlılarda en büyük din görevlisi.

    şeyn: kusur.

    şeytân: insanı azdırmaya çalışan görünmez yaratık.

    şeytânât: şeytanlıklar.

    şeytânet: şeytanlık.

    şeytânî: şeytanca, şeytanla ilgili.

    şeytânkârâne: şeytanca.

    Şıkk: adeta yarım adam gibi olan ünlü bir kâhin.

    şıkk: yarı, yarım, şık.

    Şia: Şiiler, Hazreti Ali sevgisini meslek kabul edenler.

    şiar: timsal, sembol, parola.

    şiddet: sertlik, katılık, aşırılık.

    şifâ: hastalıktan kurtuluş.

    şifâbahş: şifa veren.

    şifâdâr: şifalı.

    şifâdârâne: şifalıca.

    şifâhen: ağızdan, sözle.

    şifâhî: sözlü.

    şifâkâr: şifalı.

    şifâresân: şifa veren.

    şifâyâb: şifa bulma.

    şifre: gizli işaretlerle yazılan yazı.

    şihâb: şahap, akanyıldız, gök cismi.

    Şiî: Hazreti Aliye aşırı taraftarlık gösteren kimse.

    şikâf: "yırtan, parçalayan" mânâsında son ek.

    şikâk: ayrılma, bölünme.

    şikâr: av.

    şikâyât: şikâyetler.

    şikâyet: yakınma, derdini söyleme.

    şikemperver: midesini seven, obur.

    şiken: "koparan, kıran" mânâsında son ek.

    şimâl: sol, kuzey.

    şimâligarbî: kuzeybatı.

    şimâlişarkî: kuzeydoğu.

    şimendifer: tren.

    şinik: on litrelik kap.

    şîr: aslan.

    şirâ: alım satım.

    şirin: tatlı, sevimli.

    şirk: Allahtan başka ilâh kabul etme.

    şirkâlûd: şirk bulaşmış.

    şirket: ortaklık, ortaklaşa kurulan iş kurumu.

    şirret: geçimsiz, huysuz.

    şita: kış.

    şitab: koşmak.

    şîve: söyleyiş, naz.

    şöhret: ün, tanınırlık.

    şöhretgîr: ün salma.

    şöhretperest: şöhret düşkünü.

    şöhretperverâne: şöhretsevercesine.

    şöhretşiar: meşhur, ünlü.

    şuâ: ışın, ışık teli.

    şuâât: ışınlar.

    şuarâ: şairler.

    şûbe: bölüm, kısım.

    şuh: şen, oynak.

    şuhûd: şahit olma, gözlemleme.

    şuhûdî: görme ile ilgili, görülebilen.

    şuhûr: aylar.

    şuhûruselâse: üç aylar.

    şûle: alev, ışıltı.

    şûledâr: alevli, ışıltılı.

    şûlefeşân: ışık saçan.

    şûm: uğursuz.

    şûra: danışıp konuşmak için toplanılan yer.

    şûre: çorak.

    şûristân: çorak yerler.

    şurût: şartlar.

    şuûn: işler, fiiller.

    şuûnât: işler, hâller.

    şuûr: anlama, hissetme, farkında olma.

    şuûrâne: anlayarak, bilerek.

    şuûrdârâne: şuurlu bir biçimde.

    şuûren: şuur ile.

    şuûrkârâne: şuurlu bir biçimde.

    şuvaz: kızgın ateş.

    şübeh: şüpheler.

    şübehât: şüpheler.

    şühedâ: şehitler.

    şühübât: ateş parçaları.

    şükr: şükür, nimete karşı memnuniyetini gösterme.

    şükrân: şükür hissi.

    şükûfe: tomurcuk.

    şükûfmisâl: tomurcuk gibi.

    şükûk: şüpheler.

    şükür: şükr, nimete karşı memnunluk göstermek.

    şümûl: kapsam.

    şümûs: güneşler.

    şürb: içmek.

    şürekâ: şerikler, ortaklar.

    şürûr: şerler, kötülükler.

    şüyû: yayılma, yayılmış.

    şüyûhât: şeyhler.

    şüzûz: istisna, kural dışı.

    şüzûzât: istisnalar, kural dışı olanlar.
#18.10.2006 02:47 0 0 0
  • T

    taabbüd: ibadet etmek.

    taabbüdî: ibadet etmekle ilgili.

    taaccüb: şaşma.

    taaddüd: adetlenme, sayıca artma.

    taaddüdüzevcât: birden fazla evlilik.

    taaffün: kokuşma.

    taaffünât: kokuşmalar.

    taahhüd: yüklenme, söz verme.

    taakkul: akıl erdirme.

    taalluk: ilgili olma, münasebet.

    taallukât: ilgililer, yakınlar, akrabalar.

    taallül: bahane arayarak işten kaçınma.

    taallüm: ilim öğrenme.

    taam: yemek, gıda.

    taammüd: bilerek yapma.

    taammül: amel etme, çalışma.

    taammüm: umumileşme, genelleşme.

    taannüd: inat etme, direnme.

    taarruz: saldırma, sataşma.

    taarrüf: tanışma, tanıma.

    taarrüfât: tanıtmalar, tanımalar.

    taassub: şiddetli taraftarlık.

    taassubât: taassuplar.

    taaşşuk: âşık olma.

    taat: söz dinleme, ibadet.

    taattuf: acıma, esirgeme.

    taavvüz: sığınma.

    taayyün: belirme, görünme.

    taayyünât: belirmeler.

    taayyüş: geçinme, beslenme, yaşama.

    taazzum: büyüklenme.

    tab: basma, baskı.

    tâb: güç, tâkat.

    tab: huy, yaradılış.

    tabâbet: doktorluk.

    tabaka: kat, katman.

    tabakât: tabakalar.

    tâbân: ışıklı.

    tabân: yaradılıştan, yaradılış bakımından.

    tabasbus: yaltaklanma.

    tabasbusât: yaltaklanmalar.

    tabayi: tabiatlar, temel özellikler.

    tâbi: boyun eğen, uyan.

    tâbî: kitap basan.

    tabiat: yaradılıştan gelen temel özellik, yaradılış, huy, ilâhî kanunlar.

    tabiatperest: tabiatı yaratıcı zanneden kimse.

    tabib: doktor, hekim.

    tabiî: tabiatla ilgili, kendiliğinden.

    Tabiîn: sahabeleri görenler.

    tabiiyet: uyma.

    tabiiyyun: Allahın kanunu ve sanatı olan tabiatı ilâh sananlar.

    tâbir: deyim, söz, yorum, ifade, anlatım.

    tâbirât: tabirler.

    tâbiûn: sahabeleri görenler.

    tabla: kap, yiyecek sunulan kap.

    tabu: uğursuz, hakkında konuşmaktan korkulan.

    tabur: bölüklerden oluşan askerî birlik.

    taburmisâl: tabur gibi.

    tâbut: ölü konan sandık.

    tâbutiyet: tabut gibi olma hâli.

    tâc: taç.

    tâcil: çabuklaştırma, acele ettirme.

    tâcir: ticaret yapan.

    tâciz: rahatsız etme, âciz hâle getirme.

    tâdâd: sayma.

    tâdil: yumuşatma, düzeltme, ılımanlaştırma.

    tâdilât: düzeltmeler.

    tâdilierkân: namazı dikkat ederek ve hakkını vererek kılmak.

    tadlil: "azdı ve saptı" diye verilen hüküm, azdırma, saptırma.

    tafaddul: üstünlük iddiası.

    tafdil: üstün tutma.

    tafra: sıçrama, atlama, yukarıdan atıp tutma.

    tafsil: uzun uzadıya anlatma.

    tafsilât: geniş açıklamalar.

    tafsilen: ayrıntılı olarak, genişçe.

    tafsilî: ayrıntılı, geniş açıklamalı.

    Taftazanî: büyük bir kelâm âlimi.

    tagaddi: gıdalanma, beslenme.

    tagallüb: üstün gelme, zorbalık, baskı.

    taganni: zenginleşme.

    tagayyür: başkalaşma, dönüşme.

    taği: azgın, haktan sapan, saptıran.

    tağiyane: azgınca.

    tağlib: galip getirme.

    tağlit: yanıltma, bulandırma.

    tağşiş: karıştırma.

    tağut: azgın, sapkın, îmansız, ilâh gibi saygı gören, heykellerine bile saygı duyulan, sapan ve saptıran.

    tağutî: tağutla ilgili.

    tağyir: başkalaştırma, değiştirme, bozma.

    tağyirât: tağyirler.

    tahabbüb: sevgi gösterme.

    tahaccür: taşlaşma.

    tahaddi: meydan okuma.

    tahaddüs: var olma.

    tahaffuz: korunma.

    tahakkuk: gerçekleşme.

    tahakküm: hükmetme, zorbalık.

    tahakkümî: delilsiz dâvâ.

    tahalluk: ahlâklanma.

    tahallüf: geride bırakılma.

    tahallül: ayrışma.

    tahallüs: kurtulma.

    tahammuk: ahmaklaşma.

    tahammül: sabretme, dayanma.

    tahammülsûz: dayanma gücünü kıran.

    tahammür: ekşime, fermentasyon.

    tahannun: fazlaca acıma.

    tahannün: inleme.

    taharet: temizlik.

    taharrî: arama.

    taharriyât: aramalar.

    taharrüf: sapma.

    taharrük: hareketlenme.

    tahassul: üreme.

    tahassus: hususîleşme.

    tahassün: sığınma.

    tahassüngâh: sığınak.

    tahassür: özleme.

    tahassüs: duygulanma.

    tahattur: hatırlama.

    tahavvüf: korkma.

    tahavvül: değişme.

    tahavvülât: değişmeler.

    tahayyül: hayâl etme.

    tahayyür: şaşakalma.

    tahayyüz: yer tutma.

    tahazzün: birikme.

    tahdid: sınırlama.

    tahdîs: şükürle söyleme.

    tahdîsinîmet: şükür için kendine verilen nimeti söyleme.

    tahdiş: kurcalama.

    tahfif: hafifleştirme.

    tâhir: temiz.

    tâhirât: temiz olanlar.

    tahiyyât: hediyeler.

    tahiyye: hediye.

    tahkik: araştırma.

    tahkikât: araştırmalar.

    tahkikî: araştırmalı.

    tahkim: hakem tayin etme, kuvvetlendirme.

    tahkimât: tahkimler.

    tahkimen: tahkim ile.

    tahkir: aşağılama.

    tahkirât: aşağılamalar.

    tahkirkârâne: aşağılarcasına.

    tahkiye: hikâye etme.

    tahlil: çözümleme.

    tahlilî: çözümlemeli.

    tahlis: kurtarma.

    tahliye: boşaltma, bırakma.

    tahmid: hamdetme.

    tahmidât: hamdetmeler.

    tahmidnâme: medih ve şükür yazısı.

    tahmik: ahmaklaştırma.

    tahmil: yükleme.

    tahmin: aşağı yukarı belirleme.

    tahminî: tahminle ilgili.

    tahrib: yıkma, yıkım.

    tahribât: tahripler, yıkmalar.

    tahribkâr: tahrip edici, yıkıcı.

    tahribkârâne: tahrip edercesine.

    tahric: çıkarma.

    tahrif: bozma, harflerle oynayarak aslını değiştirme.

    tahrifât: tahrifler, bozmalar.

    tahrifkârane: tahrif ederek, bozarak.

    tahrifdârâne: bozarak, bozarcasına.

    tahrik: hareketlendirme, kışkırtma.

    tahrikât: tahrikler.

    tahrim: haram kılma.

    tahrir: yazma.

    tahriş: tırmalama, azdırma.

    tahsil: edinme, derleme.

    tahsilât: edinmeler, derlemeler.

    tahsildâr: vergi derleyen.

    tahsin: beğenme, güzel görme.

    tahsinât: tahsinler, beğenmeler.

    tahsinkârâne: beğenerek.

    tahsis: biri için ayırma.

    tahsisât: biri için ayırmalar.

    tahsisen: birine ayırmakla.

    tahşid: yığma, biriktirme, destekleme, kuvvetlendirme.

    tahşidât: tahşidler.

    taht: alt, aşağı.

    taht: hükümdar koltuğu.

    tahtelarz: yeraltı.

    tahtelbahir: denizaltı.

    tahtessıfır: sıfırın altı, eksi.

    tahteşşuûr: şuuraltı.

    tahtie: hatalı görme.

    tahtiyet: alt oluş.

    tahtnişin: tahta oturan.

    tahvif: korkutma.

    tahvil: değiştirme.

    tahvilât: değiştirmeler.

    tahzir: sakındırma.

    tâib: tövbe eden.

    tâife: bölük, gurup.

    tâk: bina kemeri.

    takaddüm: öncelik, öne geçme.

    takaddüs: pek temiz olma.

    takallüb: çevrilme, dönüşme.

    takallüs: kasılma.

    takarrüb: yaklaşma, yakınlaşma.

    takarrür: kararlaşma, yerleşme.

    takas: karşılıklı değişme.

    tâkat: güç, kuvvet.

    takattur: damlama.

    takavvüs: yay gibi kavislenme.

    takayyüd: bağlanma.

    takazâ: başa kakma.

    takbih: çirkin görme.

    takbihât: çirkin görmeler.

    takbil: öpme.

    takdim: sunma, öne geçirme.

    takdir: belirleme, ölçüleme, beğenme.

    takdirât: takdirler.

    takdirkâr: takdir eden.

    takdirkârâne: takdir edercesine.

    takdis: mukaddes tanıma.

    takdisât: takdisler.

    takdiskâr: takdisci.

    takıyye: sakınma, çekinme.

    takî: sakınan.

    tâkib: izleme.

    tâkibât: takipler, izlemeler.

    taklid: benzemeye çalışma, öykünme.

    takliden: taklit ederek.

    taklidî: taklide dayalı.

    taklidkârane: taklit ederek.

    taklil: azaltma.

    takrî: azarlama, telaşlandırma.

    takrib: yaklaştırma, yaklaşık.

    takriben: yaklaşık olarak.

    takribî: yaklaşık.

    takrir: anlatma, kararlaştırma.

    takriz: bir eserin medih yazısı.

    takriznâme: bir eseri metheden yazı.

    taksim: bölme.

    taksimât: bölmeler.

    taksimülâmâl: iş bölümü.

    taksir: kısaltma, kusur, günah.

    taksirat: kusurlar, günahlar.

    taktaka: tıktıka, taş sesi.

    takti: kesme, kesik kesik okuma.

    taktik: plânlı hareket.

    takvâ: günahlardan sakınma.

    takvâdârâne: günahlardan sakınırcasına.

    takvim: düzeltme, şekillendirme.

    takviye: kuvvetlendirme, destekleme.

    takyid: sınırlama, bağlama.

    takyidâd: sınırlamalar, bağlamalar.

    talâk: boşama.

    talâkat: düzgün sözlülük.

    tâlân: çapul, yağma.

    taleb: talep, isteme, istek.

    talebe: isteyen, öğrenci.

    tâlî: ikinci derecede.

    tâli: kısmet, talih.

    tâlia: öncü, kılavuz.

    tâlib: isteyen, istekli.

    thalik: asma, geciktirme.

    tâlikan: askıya alarak, bekleterek.

    tâlikât: kitap okurken hatıra gelen mânâları not ederek yazılan eser.

    tâlil: sebeplendirme, sebep gösterme.

    tâlim: öğretme, alıştırma.

    tâlimât: talimler, öğretmeler, idmanlar, emirler.

    tâlimgâh: talim yeri.

    tâlimhâne: öğrenme evi.

    tâlimiesma: isimleri öğretme.

    taltif: gönül okşama, lütuf etme.

    taltifat: gönül okşamalar.

    tamâ: açgözlülük, aşırı istek.

    tamah: açgözlülük.

    tamâkâr: tamahkâr, açgözlü.

    tamâkârane: açgözlü biri gibi.

    tamam: eksiksiz, bütün.

    tamamiyet: tam olma.

    tamik: derinleştirme, iyice inceleme.

    tâmim: genelleştirme, genelge.

    tamir: onarım.

    tamirât: onarımlar.

    tâmme: tam, bütün.

    tâmmen: tam olarak.

    tamsetmek: belirsiz kılma, silme.

    tân: yerme, ayıplama.

    tango: şarkılı bir dans.

    tânif: şiddetle azarlama.

    tanîn: tınlama, arı vız vızı.

    tanînendâz: tınlayan.

    tansif: yarı yarıya bölme.

    tansis: dinî temellere dayandırarak hüküm verme.

    tansiyon: kan basıncı.

    tantana: gösteriş, gürültü.

    tanzif: temizleme.

    tanzifât: temizlemeler.

    tanzim: düzenleme.

    tanzimât: düzenlemeler.

    tanzir: benzerini yapma.

    tarab: sevinçlilik.

    taraf: yan, yön.

    tarafdar: taraf tutan.

    tarafdarane: taraf tutarcasına.

    tarafeyn: iki taraf.

    tarafgîr: taraf tutan.

    tarafgîrâne: taraf tutar gibi.

    tarassud: gözetleme.

    tarassudât: gözetlemeler.

    tarâvet: tazelik.

    tarâvetdâr: taze.

    tard: reddetme, kovma.

    tardetmek: kovmak.

    tarf: göz, nazar, bakış.

    tarfetülayn: göz açıp kapayıncaya kadar.

    târık: belâ, yıldız.

    tarif: tanım, tanıtma.

    tarifat: tarifler, tanımlar.

    tarife: tanıtma yazısı.

    tarifename: tanıtma yazısı.

    tarifname: tanım yazısı.

    tarihçeihayat: hayat tarihi.

    tarihvari: tarih gibi.

    târik: terkeden.

    tarîk: yol, tarz, metod.

    tarîkât: ibadet ve zikirlerle kalben ilerleme yolları.

    târiküddünya: dünyayı terkeden.

    târiküssalât: namazı terkeden.

    târiz: dokundurma.

    târizen: dokundurarak.

    tarraka: gümbürtü.

    tarrar: yankesici.

    tarsin: sağlamlaştırma.

    târümâr: darmadağın.

    tarz: biçim, yol, metod.

    tarziye: özür dileme.

    tasadduk: sadaka verme.

    tasaffi: saflaşma, durulma.

    tasallub: katılaşma.

    tasallut: sataşma.

    tasannu: yapmacık.

    tasannuât: yapmacıklar.

    tasannuen: yapmacık olarak.

    tasannuf: yapmacık sınıflandırma.

    tasannukârane: yapmacıklı.

    tasarruf: kullanma, artırma.

    tasarrufât: tasarruflar.

    tasavvuf: kalbi dünyadan arındırma yolu, tarikat.

    tasavvufî: tasavvufla ilgili.

    tasavvur: tasarlama.

    tasavvurât: tasarlamalar.

    tasavvuren: tasarlayarak.

    tasaykul: cilâlanma.

    tasdî: sıkma, rahatsız etme.

    tasdîk: onaylama, doğrulama.

    tasdîkan: onaylayarak.

    tasdîkât: tasdikler, onaylamalar.

    tasdîkgerde: tasdik edilen.

    tasdîkkârâne: tasdik edercesine.

    tasfiye: saflaştırma, arındırma.

    tasgir: küçültme.

    tashih: düzeltme.

    tashihât: tashihler, düzeltmeler.

    tâsian: dokuzuncusu.

    taskil: cilâlama.

    taslit: musallat etme, sataştırma.

    tasnî: düzme, uydurma.

    tasnîât: düzmeler, uydurmalar.

    tasnif: sınıflandırma.

    tasnifât: sınıflandırmalar.

    tasrif: çekip çevirme, çekim.

    tasrih: açıkça anlatma.

    tasrihât: açıkça anlatmalar.

    tasrihen: açıkça belirterek.

    tastir: yazı yazıp satırlar oluşturma.

    tasvib: uygun görme.

    tasvir: resmini yapma, resim, zihinde canlandırma.

    tasvirât: tasvirler.

    Taşnak: Ermenilerin kurduğu bir örgüt.

    taşra: istanbul dışındaki yerler.

    Tatar: bir Müslüman Türk kabilesi.

    tatbik: uygulama.

    tathir: temizleme.

    tatil: çalışmaya ara verme.

    tâtil: inkâr, îmansızlık.

    tatilieşgal: işi bir yana bırakma, dinlenme.

    tatlik: boşama.

    tatmin: ikna etme, manen doyurma.

    tatminkâr: tatmin edici.

    tatvil: uzatma.

    tatyib: hoş etme.

    tâun: veba, salgın hastalık.

    tavaf: etrafını dolaşmak, ziyaret.

    tavaggul: bir işe kendini tamamen verme.

    tavâif: guruplar, bölükler.

    tavân: isteyerek.

    tavassut: aracılık, vasıtalık.

    tavattun: vatan edinme.

    tavazzu: su hâline getirme.

    tavazzuh: açıklanma, aydınlanma.

    tavır: hâl, sûret, davranış.

    tâvik: geciktirme, ilerletmeme.

    tavîl: uzun.

    tâviz: karşılık, bedel.

    tavk: güç, tâkat.

    tavla: ahır.

    tavr: tavır, davranış.

    tavren: tavırla, davranış olarak.

    tavsif: niteleme, özelliklerini söyleme.

    tavsifât: nitelemeler.

    tavsifnâme: özellikleri belirten yazı.

    tavus: süslü bir kuş.

    tavzif: görevlendirme.

    tavzifât: görevlendirmeler.

    tavzih: açıklama.

    tayerân: uçma.

    tayf: hayâlî görüntü.

    tayın: gıda, ekmek, yiyecek.

    tayınat: tayınlar, gıdalar.

    tâyib: ayıplama.

    tâyin: yerini belirleme, atama.

    tayinât: tayinler, belirlemeler.

    tayr: kuş.

    tayy: atlama, kaldırma.

    tayyar: uçucu.

    tayyare: uçak.

    tayyetmek: geçmek, atlamak, kaldırmak.

    tayyımekân: bir yerdeyken birdenbire başka yerde olmak.

    tayyızaman: bir zamandan birdenbire başka zamana geçmek.

    tayyib: iyi, hoş, güzel.

    tayyibât: tayyibler.

    tayyibe: iyi, güzel, hoş.

    tazammun: içine alma.

    tazarrû: yalvarmak, yakarış.

    tazarrûât: yalvarmalar.

    tâzib: azap etme.

    tâzif: artırma.

    tâzim: büyük tanıma.

    tâzimkârane: büyük tanıyarak.

    tâzir: azarlama.

    tâziyâne: eziyet edercesine.

    taziye: yakını ölen üzgün birini teselli etme.

    taziyenâme: taziye mektubu.

    tâziz: şereflendirme.

    tazmin: zararı ödeme.

    tazminât: zarara karşılık verilen para.

    tazyîk: baskı, sıkıştırma.

    tazyîkât: tazyikler, baskılar, sıkıştırmalar.

    teahhur: geri kalma.

    teakub: birbirini izleme.

    teâlâ: namı büyük.

    teâlî: yücelme.

    teâmî: anlamaz gibi görünme.

    teâmül: alışılmış biçim.

    teânuk: sarılma.

    teanüd: inatlaşma.

    tearrüf: araştırarak öğrenme.

    teâruz: zıtlık, zıtlaşma.

    teâruzan: zıtlaşarak.

    tearüf: bilinme, tanınma.

    teâti: alıp verme.

    teâvün: yardımlaşma.

    tebâ: uyma.

    tebaa: uyruk, uyanlar.

    tebâdül: değişme.

    tebâdür: birdenbire aklına gelme.

    tebah: mahvolmuş, yıkılmış.

    tebahhur: buharlaşma.

    tebâiyyet: uyma.

    tebân: ikinci derecede.

    tebârek: mübarek etsin!

    tebârüd: soğuma.

    tebârüz: belirme, görünme.

    tebâud: uzaklaşma.

    tebâyün: uymazlık, zıtlık.

    tebcil: ağırlama, yüceltme.

    tebdil: değiştirme.

    tebe: tabi olanlar, uyanlar.

    tebean: uyarak.

    tebeddül: değişme, değişim.

    tebeddülât: değişmeler.

    tebeî: asıl olmayan, dolaylı.

    tebelbül: dil karmaşası.

    tebellüğ: anlayıp almak.

    tebellür: billurlaşma.

    teberri: arınma, uzaklaşma.

    teberrû: bağış.

    teberrûât: bağışlar.

    teberrük: bereket umma.

    teberrüken: bereket umarak.

    tebessüm: gülümseme.

    tebessümkârane: gülümsercesine.

    tebeyyün: belli olma, belirme.

    tebîd: uzaklaştırma.

    tebîz: ayırma, bölme.

    tebkit: azarlama, susturma.

    tebligât: tebliğler, bildiriler.

    tebliğ: ulaştırma, bildirme, ilâhî emirleri insanlara anlatma.

    tebliğnâme: tebliğ yazısı.

    tebrie: arındırma.

    tebrik: bereket dileme, kutlama.

    tebrikât: tebrikler.

    tebriknâme: tebrik mektubu.

    tebşir: müjdeleme.

    tebşirât: müjdelemeler.

    tebtil: hakka yönelme.

    tebyin: belirtme.

    tebyiz: temize çekme.

    tebzir: malı saçıp savurma.

    tecâhül: bilmezlikten gelme.

    tecânüb: sakınma.

    tecânüs: aynı türden olma.

    tecârüb: tecrübeler.

    tecâvüb: cevaplaşma.

    tecâvüz: sınırı aşma, saldırma.

    tecâvüzât: tecavüzler, saldırmalar.

    tecâzüb: karşılıklı çekicilik.

    tecdîd: yenileme, tazeleme.

    tecebbür: zorbalaşma.

    teceddüd: yenilenme.

    teceddüdî: yenilenmekle ilgili.

    teceddüdperver: yeniliksever.

    tecellî: görünme, belirme.

    tecellîdâr: görünen, beliren.

    tecellîgâh: belirme yeri.

    tecellîyât: görünmeler, belirmeler.

    tecellüd: cesur görünmeye çalışma.

    tecemmû: toplanma.

    tecemmüd: donma, katılaşma.

    tecemmül: güzelleşme.

    tecennüb: sakınma, uzak durma.

    tecennün: delirme.

    tecerrüd: soyutlanma, ayrılma.

    tecessüd: cesetlenme.

    tecessüdiyet: cesetlenme hâli.

    tecessüm: cisimleşme, cisim hâlinde görünme.

    tecessüs: gizlice araştırma.

    tecevvüf: içi boş olma.

    tecezzî: ayrışma, ufalanma.

    techil: cahil sayma.

    techiz: donatma, cihazlandırma.

    techizat: techizler, donatmalar.

    têcil: erteleme.

    teclid: ciltleme.

    tecrîd: soyutlama, yalnız bırakma.

    tecrîdât: tecritler, ayınmalar.

    tecrîdhâne: tek kişilik yer.

    tecrübât: tecrübeler.

    tecrübe: deneyim, deney.

    tecrübeten: tecrübeyle.

    tecrübevârî: tecrübe eder gibi.

    tecsim: cisimlendirme.

    tecvid: usûlüne uygun okuma.

    tecviz: caiz görme, izin verme.

    tecziye: cezalandırma.

    tedâbir: tedbirler, önlemler.

    tedâfü: savunma.

    tedâfüî: savunmayla ilgili.

    tedâhül: birbirine girme.

    tedâi: çağrışım.

    tedârik: edinme, ele geçirme.

    tedârikât: edinmeler.

    tedâvi: iyileştirmeye çalışma.

    tedâvül: dolaşım, sürüm.

    tedbir: önlem.

    tedebbür: sonunu düşünme.

    tedehhüş: korkma, ürperme.

    tedellî: inme, eğilme.

    tedenni: alçalma, inme.

    tedenniyât: alçalmalar.

    tederrüc: adım adım ilerleme.

    tederrüs: ders alma.

    tedhiş: korkutma.

    têdib: edeplendirme.

    têdiye: ödeme.

    tedkik: inceleme.

    tedkikat: tedkikler, incelemeler.

    tedlis: sattığı malın ayıbını gizleyerek aldatma.

    tedric: derece derece ilerleme.

    tedricen: derece derece.

    tedricî: derece derece olan.

    tedrîs: ders verme, öğretme.

    tedrîsât: ders vermeler.

    tedvîn: derleyip düzenleme.

    tedvîr: döndürme, yönetme.

    teehhül: evlenme.

    teehhür: gecikme, geriye kalma.

    teellüm: acı hissetme.

    teellümât: acı hissetmeler.

    teemmel: iyice düşün!

    teemmül: iyice düşünme.

    teennî: düşüne düşüne iş yapma.

    teennuk: kusursuz yapılış.

    teessüf: eseflenme, üzülme.

    teessür: etkilenme, üzülme.

    teessürât: etkilenmeler, üzülmeler.

    teessüs: kurulme, yerleşme.

    teeyyüd: desteklenme.

    teezzi: incitme.

    tefaddul: üstünlük taslama.

    tefâhur: iftihar etme.

    tefâni: birbirinde fani olma.

    tefârık: güzel bir koku.

    tefârik: ayırmalar, ufak şeyler.

    tefârikulasâ: bir olmakla beraber türlü faydaları bulunan.

    tefâsir: tefsirler, yorumlar.

    tefâul: birbirinin fiilinden etkilenme.

    tefâvüt: farklılık.

    tefehhüm: fehmetme, anlama.

    tefekküh: meyve.

    tefekkür: fikretme, düşünme.

    tefekkürât: tefekkürler, düşünmeler.

    tefekkürî: düşünmekle ilgili.

    tefekkürnâme: tefekkür yazısı.

    tefelsüf: filozoflaşma.

    tefennün: fen öğrenme.

    teferru: dallanma, ayrılma.

    teferruât: ayrıntılar.

    teferrüc: rahatlama, gezme.

    teferrüh: ferahlanma.

    teferrüs: iyice anlama.

    teferûn: firavunlaşma.

    tefessüh: bozulma, çürüme.

    tefeül: fal açma, uğur sayma.

    tefevvuk: üstünlük.

    tefeyyüz: feyizlenme.

    tefhim: anlatma.

    tefîl: fiilleri etken hâle getiren kalıp.

    tefrî: kısım kısım ayırma.

    tefrigat: kısım kısım boşaltıp yer açma.

    tefrîh: ferahlandırma.

    tefriî: ayrıntılamakla ilgili.

    tefrik: ayırma, seçme.

    tefrika: ayrılık, dizi yazı.

    tefriş: döşeme, yayma.

    tefrit: normalin altı.

    tefsik: günaha sürükleme.

    tefsir: yorum, açıklama, âyetlerin izahı.

    teftiş: kontrol etme.

    tefviz: işi birine bırakma.

    tegaddi: gıdalanma, beslenme.

    tegafül: bilmez görünme.

    tegalgul: çetinlik, güçlük.

    tegallüb: galip olma, zorbalık, kuvvete dayalı baskı.

    teganni: şarkı söyleme, bir metni müzik eserini andırır biçimde okuma.

    tegayür: uymazlık.

    tegayyür: başkalaşma, dönüşme.

    tegayyürat: başkalaşmalar.

    tehacüm: saldırma.

    tehacümât: saldırmalar.

    tehalüf: uymama, zıtlık.

    tehannün: merhametle nimetlendirme.

    teharrük: hareketlenme.

    tehâsüm: düşmanlık.

    tehattüm: pek gerekli olarak.

    tehavün: ağırdan alma.

    tehcir: zorla göç ettirme.

    tehdid: gözdağı varma.

    tehdidane: tehdit ederek.

    tehdidât: gözdağı vermeler.

    tehdidkâr: tehdit edici.

    tehditkârâne: tehdit edercesine.

    teheccüd: gece namazı.

    tehekküm: alay, azarlama.

    tehevvün: aşağılanma.

    tehevvür: düşüncesizce hareket.

    tehevvüs: heveslenme.

    teheyyüc: coşma.

    têhir: erteleme.

    tehlike: korkulan durum.

    tehlil: "lâilâhe illallah" demek.

    tehvil: korkutma.

    tehvin: kolaylaştırma.

    tehyic: coşturma, heyecanlandırma.

    tehzib: temizleme, düzeltme.

    tekabbel: kabul etsin.

    tekabül: karşılıklı olma.

    tekaddüm: öne geçme.

    tekâlif: teklifler, yükler.

    tekallüd: kuşanma, üzerine alma.

    tekallüs: kasılma.

    tekâmül: olgunlaşma.

    tekarüb: yakınlaşma.

    tekâsüf: yoğunlaşma.

    tekâsül: üşenme, tembellik.

    tekâsülî: üşenmekle ilgili.

    tekâsür: çoğalma.

    tekatû: kesişme.

    tekaüd: emeklilik.

    tekavvüs: eğilme, bükülme.

    tekbir: "Allahüekber" demek.

    tekbirat: tekbirler.

    tekdir: uyarma, azarlama.

    tekebbür: büyüklenme.

    tekebküp: köpekleşme.

    tekeddür: bulanıklık, kederlenme.

    tekeffül: kefil olma.

    tekellüf: zorlanma, özenme.

    tekellüfât: zorlanmalar, özentiler.

    tekellüfkârâne: gösterişe kapılırcasına.

    tekellüm: konuşma.

    tekellümât: konuşmalar.

    tekellümen: konuşarak.

    tekemmül: olgunlaşma.

    tekemmülât: olgunlaşmalar.

    tekerrür: tekrarlanma.

    tekessür: çoğalma.

    tekevvün: var olma.

    tekeyyüf: nitelik kazanma.

    tekfir: birine kâfir demek.

    tekid: kuvvetlendirme.

    tekke: zikir yeri, tarikat evi.

    teklif: görev yükleme, önerme.

    teklifât: teklifler.

    tekmil: olgunlaştırma, bitirme.

    teknik: maddî ilimlerin uygulaması.

    teknoloji: teknik bilgiler.

    tekrarât: tekrarlar.

    tekrim: ikram etme.

    tekrimât: ikram etmeler.

    tekrir: tekrarlama.

    teksif: koyulaştırma, yığma.

    teksir: çoğaltma.

    tekvin: var etme.

    tekvinen: var etmekle.

    tekvinî: yaratmakla ilgili.

    tekvir: sarma, toplama.

    tekye: zikir evi, tekke.

    tekzib: yalanlama.

    telâffuz: söyleyiş, diksiyon.

    telâfi: eksiği giderme.

    telâfif: lif lif olma, kıvrımlar.

    telâhuk: katılma, eklenme.

    telâkî: kavuşma.

    telâkkî: anlayış, anlama.

    telâkkîyât: anlayışlar, anlamalar.

    telâtum: vuruşma, çarpışma.

    telâzum: gerekirlik.

    telbis: giydirme.

    telbiye: lebbeyk demek.

    telebbüs: giyinme.

    telef: zayi olma, ölüm.

    telehhüf: ah etme.

    telêlü: parıldama.

    telemmû: ışıldama.

    telemmüz: talebelik.

    telepati: gelecekte veya uzaktaki bir hâdiseyi hissetme hâli.

    teleskop: gök dürbünü.

    televvün: renkten renge girme.

    televvüs: kirlenme, pislenme.

    telezzüz: lezzet alma.

    telezzüzat: lezzet almalar.

    telhis: özetleme.

    têlif: kaynaştırma, eser yazma.

    têlifât: telifler.

    telîn: lânetleme.

    telkib: lâkap takma.

    telkih: dölleme, aşılama.

    telkin: aşılama.

    telkinat: aşılamalar.

    telmih: metinde sözü edilmeyen bir şeye işaret etmek.

    telmihen: telmihle.

    telvih: açıklama, kinayeli söyleyiş.

    telvihât: telvihler, kinayeli söyleyişler.

    telvihen: açıklayarak.

    telvihî: açıklamalı.

    telvis: kirletme, pisletme.

    telyin: yumuşatma.

    telziz: lezzetlendirme.

    temâdi: sürüp gitme.

    temanü: çatışma.

    temas: dokunma, değme.

    temâsil: timsaller, semboller.

    temâsül: misil olma, benzeyiş.

    temâşâ: seyretme.

    temâşâgâh: seyir yeri.

    temâşâger: seyirci.

    temâyül: meyletme, eğilim.

    temâyülât: meyletmeler, eğilimler.

    temayüz: kendini gösterme.

    temazüc: kaynaşma.

    temcid: Allahın büyüklüğünü bildirme.

    temdid: devam ettirme.

    temdidâd: devamlar, uzatmalar.

    temeddüh: kendini övme.

    temeddühkârâne: kendini övercesine.

    temeddün: medenîleşme.

    temehhuz: bir şeyin safileşip olgunlaşması.

    temekkün: yerleşme.

    temelluk: yaltaklanma.

    temellukkârâne: yaltaklanırcasına.

    temellük: mal edinme, sahiplenme.

    temennâ: el selâmı.

    temennî: dileme, isteme.

    temerküz: merkezleşme.

    temerrüd: direnme.

    temessük: tutunma, yapışma.

    temessül: yansıma, görünme.

    temessülât: yansımalar.

    temevvüc: dalgalanma.

    temevvücât: dalgalanmalar.

    temevvücsâz: dalgalandıran.

    temeyyü: sıvılaşma, sulanma.

    temeyyüz: kendini gösterme.

    temhid: hazırlama, döşeme.

    temhir: mühürleme.

    têmin: edinme, güvenlik.

    têminât: güvence.

    temkin: ölçülü hareket.

    temlik: mülk edindirme.

    temme: bitti.

    temrin: alıştırma.

    temsil: misal verme.

    temsilât: temsiller.

    temsilî: temsile dair.

    temyiz: ayırma, seçme.

    temyizen: ayırarak, seçerek.

    temzic: kaynaştırma.

    tenâfür: karşılıklı nefret.

    tenaggum: nağme yapma.

    tenâhi: bitme, tükenme.

    tenâkus: eksilme.

    tenâkuz: çelişki.

    tenâkür: inkâr etme.

    tenâsi: unutma.

    tenâsüb: uygunluk.

    tenâsüh: ruhun bedenden bedene geçmesi, sapık bir inanç.

    tenâsühvârî: tenasüh gibi.

    tenâsül: türeme, üreme.

    tenâtüc: neticelenme.

    tenâum: nimetlenme.

    tenâvül: beslenme olayı.

    tenâzu: niza etme, çekişme.

    tenâzur: bakışma, simetri.

    tenbelkârâne: tembelce.

    tenbih: uyarma, nasihat.

    tenbihât: tenbihler, uyarmalar.

    tenebbüh: uyanış.

    tenebbüt: büyüme, yetişme.

    teneffür: nefret etme.

    teneffüs: soluk alma, dinlenme.

    tenevvü: çeşitlenme.

    tenevvüât: çeşitlenmeler.

    tenevvüm: uyuklama.

    tenevvür: nurlanma, parlama.

    tenezzüh: temizlik, gezinme.

    tenezzühgâh: gezinti yeri.

    tenezzül: isteyerek inme.

    tenezzülât: tenezzüller.

    tenezzülen: tenezzül ederek.

    tenfir: nefret ettirme.

    tenfiz: uygulama, etkileme.

    tenha: ıssız yer.

    tênis: ısındırma, okşama.

    tenkıs: noksanlaştırma.

    tenkid: eleştiri, değerlendirme.

    tenkidât: eleştiriler.

    tenkidkâr: eleştirici.

    tenkidkârâne: eleştirircesine.

    tenkil: tepeleme, sindirme.

    tenkir: belirsizleme, yadırgama.

    tenkirât: yadırgamalar.

    tenmiye: büyütme, yetiştirme.

    tenperver: rahatına düşkün, tembel.

    tensib: uygun görme.

    tensik: düzenli dizme.

    tentene: dantela, delikli örgü.

    tenvim: uyutma.

    tenvin: kelime sonunu "nun" ile bitiren işaret.

    tenvir: nurlandırma, aydınlatma.

    tenvirât: nurlandırmalar.

    tenzih: kusur kondurmama.

    tenzil: indirme.

    teradüf: eş anlamlılık.

    terahhum: merhamet etme.

    terahhumât: merhamet etmeler.

    terâhî: gevşeklik.

    terâkib: tamlamalar.

    terakki: ilerleme, yükselme.

    terakkivârî: terakki eder gibi.

    terakkiyât: ilerlemeler.

    teraküm: birikme.

    terâne: nağme.

    terâvih: oruç namazı.

    terbiye: eğitim, öğretim.

    terbiyegâh: terbiye yeri.

    terbiyegerde: terbiye eden.

    terbiyehane: terbiye evi.

    terbiyekârane: terbiye edercesine.

    terbiyename: terbiye yazısı.

    terbiyet: terbiye.

    terbiyevî: terbiye ile ilgili.

    terceman: tercüme eden.

    terceme: tercüme, çevirme.

    tercih: üstün tutma, seçme.

    tercihan: üstün tutarak, seçerek.

    tercihat: tercihler, seçmeler.

    tercüman: tercüme eden.

    tercüme: bir sözü bir dilden başka dile çevirme.

    terdâd: tekrar.

    tereccüh: üstün gelme.

    tereddi: gerileme, soysuzlaşma.

    tereddüd: kararsızlık.

    tereffu: yükselme.

    tereke: ölen kişinin bıraktıkları.

    terekküb: birleşme, karışma.

    terekküben: birleşmekle.

    terennüm: ötme, şarkı söyleme.

    terennümât: terennümler.

    teres: pezevenk.

    teressüb: süzülme, dibe inip birikme.

    teressüm: resimlenme.

    tereşşuh: sızıntı.

    tereşşuhât: sızıntılar, belirtiler.

    terettüb: sıralanma, gerekme.

    terfî: yükselme.

    terfîan: yükselerek.

    terfik: arkadaş etme.

    tergib: isteklendirme.

    tergibât: isteklendirmeler.

    terhib: korkutma.

    terhis: izin verme, salıverme.

    terhisât: terhisler.

    terim: özel anlamlı kelime.

    terk: bırakma, vazgeçme.

    terkib: birleştirme, tamlama.

    terkibât: terkibler, birleştirmeler.

    terkim: rakamlandırma.

    terör: yıldırma, korkutma.

    tersâne: gemi yapılan yer.

    tersib: tortulaştırma.

    tersim: resimleme.

    tersimât: resimlemeler.

    tertib: dizme, düzenleme.

    tertil: tane tane ve düşünerek okuma veya konuşma.

    tervic: revaç verme, değerini artırma, geçerli kılma.

    terzik: rızıklandırma.

    terzil: rezil etme.

    tesadüf: rast gelme.

    tesadüfî: tesadüfle ilgili, rast gele.

    tesadüm: çarpışma.

    tesâhub: sahiplenme.

    tesakutan: birbiri ardına düşerek.

    tesallüb: katılaşma.

    tesâmuh: hoş görme.

    tesânüd: dayanışma.

    tesavir: tasvirler.

    tesbih: "sübhanallah" demek.

    tesbihât: tesbihler, namazdan sonra okunanlar.

    tesbihhân: tesbih eden.

    tesbihî: tesbihle ilgili.

    tesbihkârâne: tesbih edercesine.

    tesbit: yerleştirme, görüp göstermek.

    tescil: sicile geçirme.

    teselli: avunma, avutma.

    tesellibahş: teselli bahşeden.

    tesellidar: teselli edici.

    tesellidârâne: teselli edercesine.

    tesellikâr: tesellici.

    tesellikârâne: teselli olurcasına.

    teselliyâtdârâne: teselli edercesine.

    tesellüm: verileni geri almak.

    teselsül: zincirleme, ard arda gelme.

    teselsülen: zincirleme olarak.

    tesemmüm: zehirlenme.

    tesettür: örtünme.

    tesêül: dilenme.

    teseyyüb: üşenme.

    tesfih: sefih görme, kıt akıllı sayma, eğlence düşkünü olarak tanıma.

    teshil: kolaylaştırma.

    teshilât: kolaylaştırmalar.

    teshîr: büyüleme, esir etme, emir altına alma.

    teshîrât: teshirler.

    tesid: kutlama.

    têsir: etki, iz bırakma.

    têsirât: tesirler, etkiler.

    têsis: kurma, kuruluş.

    teskin: sakinleştirme, yatıştırma.

    teslih: silahlandırma.

    teslim: tamamen verme.

    teslimat: teslimler, vermeler.

    teslimiyet: teslim olma.

    teslimkârâne: teslim olarak.

    teslis: Hıristiyanların üç ilâh inancı.

    teslisiyet: Hıristiyanların üç ilâha inanmaları.

    tesmim: zehirleme.

    tesmiye: isimlendirme, adlandırma.

    tesrî: hızlandırma.

    tesvi: genişletme, yayma.

    tesvid: müsvedde yazma.

    tesviye: düzleme, dengeleme.

    teşâbüh: birbirine benzeme, benzerlik.

    teşahhus: şahıslanma, belirme.

    teşahhusat: teşahhuslar.

    teşâub: şube şube olma.

    teşâur: şairlik taslama.

    teşbih: benzetme.

    teşbihât: benzetmeler.

    teşbihperest: benzetme düşkünü.

    teşcî: şecaatlandırma, cesaret verme.

    teşdid: şiddetlendirme.

    teşebbüh: benzeme.

    teşebbüs: bir işe girişme.

    teşebbüskârâne: işe girişircesine.

    teşeddüt: şiddetlenme.

    teşeffi: intikam alma, kalbi buz gibi olma.

    teşehhi: iştahla isteme.

    teşehhüd: şehadet getirme, namazda oturma.

    teşekki: şikayet etme.

    teşekkiyat: şikayet etmeler.

    teşekkük: kuşkulanma.

    teşekkül: şekillenme, oluşma.

    teşekkülât: şekillenmeler, oluşmalar.

    teşekkür: şükretme.

    teşekkürât: teşekkürler.

    teşekkürnâme: teşekkür yazısı.

    teşerrüb: içme.

    teşerrüf: şereflenme.

    teşettüt: dağınıklık, çatallaşma.

    teşêüm: kötüye yorma.

    teşevvüş: karışıklık, bulanıklık.

    teşevvüşât: bulanıklıklar.

    teşeyyû: şiîleşen.

    teşhir: serme, gösterme.

    teşhirgâh: sergi yeri.

    teşhis: şahıslandırma, tanıma.

    teşkik: kuşkulandırma.

    teşkikât: kuşkulandırmalar.

    teşkil: biçimlendirme, oluşturma.

    teşkilât: teşkiller, örgüt.

    teşmil: genelleştirme, kaplama.

    teşmiyet: aksırana dua etmek.

    teşne: susamış, pek istekli.

    teşniat: ayıplamalar, çirkin bulmalar.

    teşrî: kanun yapma.

    teşrif: şereflendirme.

    teşrifat: şereflendirmeler.

    teşrih: açma, açıklama.

    teşrihat: açıklamalar.

    teşriî: şeriatla ilgili.

    teşrik: ortak etme.

    teşrikimesâî: iş birliği.

    Teşrînievvel: Ekim ayı.

    Teşrînisani: Kasım ayı.

    teşt: büyük su kabı.

    teşvik: isteklendirme.

    teşvikhat: isteklendirmeler.

    teşvikkârâne: isteklendirircesine.

    teşviş: karıştırma, bulandırma.

    teşyî: uğurlama, yolcu etme.

    teşyid: sağlamlaştırma.

    tetâbuk: uygunluk.

    tetâbukât: uygunluklar.

    tetahhur: temizlenmiş olma.

    tetâvül: uzama.

    tetebbû: araştırma, inceleme.

    tetebbuât: araştırıp incelemeler.

    tetimmât: tamamlayan ekler.

    tetimme: tamamlama, tamamlayan ek.

    tevâbî: bağlı olanlar, uyanlar.

    tevâfuk: uygunluk.

    tevâfukât: uygunluklar.

    tevaggul: çokca meşgul olma.

    tevahhud: teklik, birlik.

    tevahhuş: korkma, ürkme.

    tevaif: taifeler, guruplar.

    tevâkki: çekinme, korunma.

    tevakkuf: durma, duraklama.

    tevâli: uzama, devam.

    tevârih: tarihler.

    tevârüs: miras intikali.

    tevâtür: yalan söylemez kimselerin ittifakla verdikleri kuvvetli haber.

    tevâzu: alçakgönüllülük, isteyerek mertebesinin altında görünme.

    tevâzukârâne: tevazu edercesine.

    tevâzün: dengelilik, tartılılık.

    tevbe: günahı için af dileyip bir daha işlememeye niyetlenme.

    tevbegâh: tevbe yeri.

    tevbekâr: tevbe eden.

    tevbih: azarlama.

    tevcih: yöneltme.

    tevcihât: yöneltmeler.

    tevdî: bırakma, emanet verme.

    teveccüh: yönelme, ilgi gösterme.

    teveddüd: kendini sevdirme.

    teveddüdât: kendini sevdirmeler.

    tevehhüm: kuruntu etme.

    tevehhümkârâne: kuruntu edercesine.

    tevehhün: gevşeme.

    tevekkelnâalallah: Allaha tevekkül ettik.

    tevekkeltüalallah: Allaha tevekkül ettim.

    tevekkül: vekil etme, gerekeni yaptıktan sonra neticeyi Allaha bırakma.

    tevekkülvârî: tevekkül ederek.

    tevellüd: doğum, doğma.

    tevellüdât: doğumlar, doğmalar.

    tevêm: ikiz.

    tevessü: genişleme, yayılma.

    tevessül: başvurma, sarılma.

    tevessüm: iyice anlatma.

    tevesvüs: vesvese etme.

    tevfîk: insan iradesiyle ilâhî iradenin birbirine uygunluğu.

    tevfîkan: uymakla.

    tevfiz: işi başkasına bırakma.

    tevhid: birleme, Allahın birliğine inanma.

    tevhidî: tevhidle ilgili.

    tevhidkârâne: birleyerek.

    tevhîş: ürkütme, korkutma.

    têvil: sözü çevirme, ayrı mânâ verme.

    têvilât: teviller.

    tevkif: alıkoyma, durdurma.

    tevkifhane: hapishane, tutukevi.

    tevkifname: tutuklama yazısı.

    tevkil: vekil tayin etme.

    tevlid: doğurma, ürün verme.

    Tevrat: Musa aleyhisselâma inen ilâhî kitap.

    tevsî: genişletme.

    tevsik: belgeleme.

    tevsim: adlandırma, mühürleme.

    tevsit: birini araya koyma.

    Tevvab: tevbeyi kabul eden, Allah.

    tevzî: dağıtma, paylaştırma.

    tevziat: tevziler, dağıtmalar.

    tevzin: dengeleme.

    tevziniyet: dengelilik.

    teyakkun: tam bilme.

    teyakkuz: uyanıklık.

    teyemmüm: su yoksa toprakla temizlenme.

    teyemmün: uğur sayma.

    têyid: destekleme, kuvvetlendirme.

    têyiden: desteklemekle.

    tezâd: zıtlık, aykırılık.

    tezâdî: tezatla ilgili.

    tezâhüm: sıkışma, yığılma.

    tezâhür: belirme, görünme.

    tezâhürât: görünmeler, gösterişler.

    tezâuf: kat kat oluş.

    tezâyüd: ziyadeleşme, artma.

    tezebzüb: kararsızlık.

    tezehhüd: dünyadan elini eteğini çeker görünme.

    tezekki: manen temizlenme.

    tezekkür: zikretme, anma.

    tezellül: zillete düşme, alçalma.

    tezelzül: sarsılma.

    tezevvüc: evlenme.

    tezevvücât: evlenmeler.

    tezeyyüd: çoğalma.

    tezeyyün: zinetlenme, süslenme.

    tezgâh: dokuma aleti, işyeri.

    tezhib: yaldızlama, süsleme.

    tezkâr: anma, zikretme.

    tezkere: pusula, izin belgesi.

    tezkir: hatırlatma.

    tezkire: hatırlatma yazısı, not.

    tezkiye: temize çıkarma.

    tezlil: zillete düşürme, aşağılama.

    teznib: ek, ilave.

    tezvic: evlendirme.

    tezvir: söze yalan karıştırma.

    tezvirât: söze yalan karıştırmalar.

    tezyid: arttırma.

    tezyif: çürütme, küçük düşürme.

    tezyifât: çürütmeler, küçük düşürmeler.

    tezyifkârâne: küçük düşürürcesine.

    tezyin: süsleme.

    tezyinât: süsler, süslemeler.

    tıbb: tıp, doktorluk.

    tıfl: tıfıl, çocuk.

    tılsım: gizli sır, şifre.

    tımar: bakım, hizmet.

    tıynet: huy, yaradılış.

    tibyan: beyan etme, açıklama.

    ticâret: alım satım işi.

    ticâretgâh: alım satım yeri.

    Tiflis: Gürcistanda bir şehir.

    tilâvet: okuma.

    tilka: yön, taraf.

    tilmiz: öğrenci.

    timsâl: sembol, model.

    tîn: incir.

    tinnîn: büyük yılan.

    tinnîneyn: iki büyük yılan.

    tip: örnek, nümune.

    tiryak: tesirli ilaç, panzehir.

    tiryaki: alışmış, tutkun.

    tiryakmisal: tiryak gibi.

    tisâ: dokuz.

    töhmet: birine isnat edilen suç.

    traj: baskı sayısı, tiraj.

    tûbâ: güzellik, cennet ağacı.

    tûfân: şiddetli yağmur, büyük su baskını.

    tufeylâne: asalakça.

    tufeylî: asalak.

    tufûliyyet: çocukluk.

    tuğra: padişaha has mühür, damga.

    tuğyan: azgınlık, sapkınlık.

    tuhfe: yeni şey, armağan.

    tuhr: temizlik, paklık.

    tûl: uzunluk, meridyen.

    tûlâ: çok uzun.

    tûliemel: bitmeyen istek.

    tullâb: talebeler.

    tulû: doğma, doğuş.

    tulûât: doğuşlar, kalbe doğan mânâlar.

    tuluk: deriden yapılmış su kabı.

    tulumba: su basma aleti.

    tûr: dağ.

    turâb: toprak.

    turâbî: toprakla ilgili.

    turra: tuğra, padişah imzası.

    turûk: tarikler, yollar, usuller.

    tûti: papağan.

    tuvâ: övülmüş.

    tuvan: güç, kuvvet.

    tuyûr: kuşlar.

    tüflî: posa.

    tünelvârî: tünel gibi.

    türbe: mezar.

    türbedâr: türbe bekleyen.
#18.10.2006 02:48 0 0 0