Dini Bilgiler

Son güncelleme: 05.08.2008 08:34
  • noimage avli Sünnet

    Peygamber (s.a.s)in sözlü sünneti. Peygamber (s.a.s)in günlük yaşayışı sünnetin tümünü kapsamaktadır. Zira sünnet kelimesi övülmüş veya kınanmış yol anlamındadır. Nitekim Kurân-ı Kerimde şöyle buyurulmuştur: Kendilerine hidayet geldiğinde insanları inanmaktan ve Rablerinden mağfiret dilemekten alıkoyan, sadece öncekilerin sünnetinin (gidişatının) kendilerine gelmesini beklemelidir (el-Kehf, 18/55). Hz. Peygamber sünnet kelimesini lugat anlamı olan, yol manasında kullanmıştır: Kim iyi bir sünnet (yon edinirse, onun ve onunla amel edeceklerin sevabı o kimseye aittir...(Müslim, İlim, 15; Zekât, 69).

    Hadisçiler sünneti; Hz. Peygamberin söz, fiil ve takrirleri şeklinde tarif etmişlerdir. Keza onun ahlâk sıfatları, sîreti ve yaşayışı sünnettir. Rasûlüllahın yaşayışı, fiilî sünnet olarak müteala edilirse, sünneti üç kısına ayırmak mümkün olur.

    Birinci kısım; Kavlî sünnet yani Hz. Peygamberin sözleri. İkinci kısım: Fiilî sünnet; Hz. Peygamber'in davranışları ve tavırları. Üçüncü kısım: Takrirî sünnet; Hz. Peygamber'in haberdar olduğu söz ve hadiseler karşısında susması veya ikrarı. Buna göre kavlî sünnet. Hz. Peygamberin çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu mübarek sözlerdir. Bu anlamıyla hadis ve sünnet eşanlamlıdır. Fıkıh usûlü âlimlerinin ıstılahında kavlî sünnet; Hz. Peygamberin sadece hüküm bildiren sözleridir. Şerî bir hüküm kaynağı olmayan ve muhtelif konularda malumat veren diğer sözleri ise yalnızca hadis olarak mütalaa edilmektedir (bk. Muhammed Accâc el-Hatib, es-Sünne, Kahire 1383, s. 16).

    Hadislerin bütünü içerisinde büyük bir yekûn tutan kavlî sünnet, özel çalışmalara da konu olmuştur. Celâleddin es-Suyûtî (ö. 911/1505), el-Câmius-Sağû min Ehadisil-Beşîr Ven-Nezû isimli eserinde kavlî sünnetleri toplamıştır. Fiilî sünnetleri eserin son kısmında kâne ile almıştır. Bunlar Hz. Peygamberin şemâiline, sîretine ve ahlâkına dair olan hadislerdir.

    Hukukî açıdan da kavlî sünnetin önemi büyüktür. Çünkü fiilî sünnetin Hz. Peygamber'e ait özel bir hal olma ihtimali vardır. Takriri sünnette de bir şahsa ve olaya ait özel bir hüküm veya izin olma ihtimali mevcuttur. Halbuki kavlî sünnetin delâleti lafziyesi daha net daha belirgindir. Bu açıdan şerî hükümlerin istinbatında kavlî sünnet, daha kuvvetlidir (bk. Tehânevî, Keşşâf, I, 706).

    Hz. Peygamber (s.a.s)in kavlî sünnetlerine bir örnek: Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: Köleleriniz ve hizmetçileriniz sizin kardeşlerinizdir. Allah Teâlâ onları sizin idarenize ve emrinize vermiştir. Kimin idaresi altında kardeşi olursa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin (Buhârî, İmân, 22; Edeb, 44; Müslim, İmân, 38, 40).
#20.10.2006 00:50 0 0 0
  • noimage iili Sünnet

    Hz. Peygamber (s.a.s.)in davranışları ve fiilî uygulamalarıyla oluşan sünnet.

    Hz. Peygamberin sözle veya fiille açıktan gördüğü ya da duyduğu olayları susarak onaylamak suretiyle zımnen yaptığı açıklamaların tümü diye tarif edilen sünnet; kavlı, fiilî ve takrirî olmak üzere üç bölümde mütâla edilir.

    Resulullahın bütün fiil ve hareket tarzları, sözünü ettiğimiz bu üç ana esastan biri olan fiilî sünneti oluşturur. Bu çeşit sünnetlerde ifade Hz. Peygambere değil de sahâbeden birine ait olur: Kânen-Nebiyyü sallallahu aleyhi ve sellem (Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle idi, şöyle şöyle yapardı...)Raeytün-Nebiyye sallallahu aleyhi ve sellem(Resulullah (s.a.s.)i şöyle şöyle yaparken gördüm...) şeklindeki ifade tarzları fiilî sünnetin rivâyet usul ve kavramlarıdır.

    Hz. Âişenin Resulullahın Şaban ayındaki nâfile orucu ile ilgili açıklaması fiilî sünnete güzel bir örnektir:

    O şöyle nakleder: Rasulullah (s.a.s.) öylesine oruç tutardı ki biz, daha artık iftar etmez derdik. Bir kere de iftar etti mi biz artık daha oruca niyet etmez derdik(Buhâri, Savm, 52, 53; Müslim, Sıyâm, 175, 179; Muvatta Sıyâm, 56).

    Fiilî sünnetler de diğer sünnetler gibi kısmen yazılarak ama büyük bir kısmı hâfızadan hâfızaya ezberle nakledilerek tevâtür, meşhur, âhâd tarikleriyle bize kadar ulasan, hadis adı verilen sözlü ifadelerle belgelenmiş ve bunlar hadis kitaplarında toplanmıştır. Fıkıhta Hanefilerden Serahsı; Şâfiîlerden Ebû İshâk Şirâzî; Mâlikîlerden Kadı Abdulvehhâb; Hanbelilerden Ebû Ya'lâ ve bütün Ehli Hadîs, şöyle der: Buhâri ve Müslimin veya ikisinden birinin Sahîhlerine aldıkları hadisler şüphesiz Hz. Peygambere aittir yani sübûtu katdir. Sözü ve manası mütevâtir olan hadisin Sübûtu kesin; meşhur ve âhâd olanların sübûtu ise zannîdir. Ayrıca delâlette açıklık ve kapalılık, nakledenlerin cerh ve tadili çok önemli ikinci meseledir. Usulcüler hadisleri senet ve metin yönleriyle tenkid ederler. Hadisleri, Hz. Peygamber'den bize kadar bütün râvîleri zikredilenlere müsned; bir veya birkaç râvîsi eksik olanları da mürsel diye nitelendirmişlerdir. Muhaddisler ise mürsel hadis tabirinden tabiînin sahâbiyi atlayarak Hz. Peygamber'den rivâyet ettikleri hadisi anlarlar.

    Bir hadis müsned muttasıl olur, ravîleri de gerekli şartları taşırsa o hadisle amel edilir. Zâhirîler ve Şâfiîler mürsel hadislerle amel etmezler. Ancak Şâfiîler, İmam Şâfiînin belirttiği şartları taşıyan mürsellerle amel ederler. Hanefi, Mâlikî ve Hanbeli hukukçuları ise mürselle amel etmiş onu kıyasa tercih etmişlerdir. Hadisle amel edilen konunun içeriği hakkında da haber-i vâhidin hüccet olduğu yerin yalnız fiil ve amelle ilgili olan şerî hükümler olduğu belirtilmiştir. Sahih hadisle amel etmek için onun ayet ve mütevâtir sünnete muhalif olmaması, akla aykırı olmaması, ilk râvînin fakih olması şartlan aranır. Bu son şart Hanefilere göredir.

    Hz. Peygamber (s.a.s.)in fiilleri üç kısımdır:

    İlki, bütün ümmetin yapması caiz olanlardır. Bunları O yapmış, fakat ümmetine emretmemiştir (bk. Buhâri, Büyû)

    İkincisi, Hz. Peygamberin kendine ait işleridir. Teheccüd namazı gibi. Bu namaz ona farz ümmetine müstehabdır.

    Üçüncüsü, bir insan olarak yaptığı işlerdir. Yemekte sağ elle yemek, saçını ortadan ayırmak gibi. Bu fiiller ümmetine farz değildir; çünkü bunlar beşerî fiillerdir.
#20.10.2006 01:06 0 0 0
  • noimage UR-AN'I ÖĞRENMEK İÇİN HADİS OKUYUN

    Kur-ân âyetlerinin açıklanmasında Hadisin yerini hiç bir şey dolduramaz.



    İslâm tarihinde çözülmelerin yaşandığı ve Kur-ân ruhundan uzaklaşıldığı zamanlar âlimler çıkış yolunu Sünnetin içinde aramışlar ve orada da bulmuşlardır. Çünkü Kur-ân-ı en iyi anlatan şüphesiz Peygamberdir. İşte Hadis ve Sünnet konusunda uzman olan Prof. Dr. İbrahim Canan bize bu yolu anlattı ve hadisleri tefsir açısından değerlendirdi. Bilindiği gibi Prof. Dr. İbrahim Canan, ilâhiyat camiasında birçok ilim adamının yetişmesine vesile olmuş bulunmaktadır. Bu arada Sünnetle ilgili birçok eser yazmış ve özellikle Kütüb-i Sitte gibi büyük bir hadis külliyatını tercüme ederek milletimize Peygamber çizgisini anlatmıştır.

    İslâm âlimlerinin hepsi, Kur-ân-ı açıklamada Peygamber (a.s.m.) sünnetini birinci kaynak olarak görmüşlerdir. Bunun dayandığı bir gerçek var mı?



    Evet, peygamberlik görevi sadece Kur-ân-ı getirmekle bitmez; onu açıklamak, izah etmek ve nasıl tatbik edileceğini göstermek, onun görev sınırları içindedir. Meselâ şu âyetler onun İlâhî görevlerinden bir kısmını belirtiyor:

    "Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik."(İbrahim Sûresi,14-4)

    "O kimseler ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de vasıflarını yazılı buldukları ümmî peygamber olan Resulullaha uyarlar. O peygamber ise kendilerini iyiliğe sevk edip kötülükten sakındırır; temiz ve güzel nimetleri onlara helâl, habis olanları ise haram kılar; daha önce kendilerine yüklediğimiz ağır yükleri ve üzerlerindeki bağları onlardan kaldırır. İşte ona îmân eden, ona hürmet eden, düşmanlarına karşı ona yardımda bulunan ve onunla indirilmiş olan nûra uyanlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendisidir."(A'raf Sûresi, 7-157)

    "Allah ve Resulü bir meselede hükmünü verdiği zaman, bir mü'min erkeğin yahut bir mü'min kadının artık işlerinde başka bir yolu seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse, apaçık bir sapıklığa düşmüştür." (Ahzab Sûresi ,33-36)

    "Hayır! Rabbine and olsun ki, onlar, aralarındaki anlaşmazlıklar için senin hükmüne müracaat edip, sonra da verdiğin hükme gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle râzı olup uymadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa Sûresi, 4-65)

    "Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur. Kim bundan yüz çevirirse, seni öylelerinin üzerine muhâfız olarak göndermedik; sen ancak doğru yolu gösterip tebliğ etmekle mükellefsin."(Nisa, 4-80)

    "Peygamber size ne emretmişse alın, neyi yasaklamışsa ondan da kaçının. Allah'tan korkun. Muhakkak ki Allah'ın azâbı pek şiddetlidir."(Haşir Sûresi, 59-7)

    "De ki: Eğer Allah ' ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir (Âl-i İmran Sûresi, 3-31)

    Evet, buna benzer âyetler Peygamberimizin (a.s.m.) görevini, sadece Kur-ân-ı insanlara getirmekle sınırlı olmadığını belirtiyor.


    Bunu biraz açabilir miyiz?



    1. Efendimizin bir görevi özet şeklinde olan âyetleri açıklamaktır: Meselâ Kur-ân "Namaz kılın" diyor, ama namaz nasıl kılınacak? "Rükû ve sücud yapın" diyor, ama rükû ve sücud nasıl yapılacak, teferruat vermiyor. Kıyam nasıl yapılacak, ayrıntı yok. İşte Peygamberimiz "Ben nasıl namaz kılıyorsam öyle kılın" diyerek âyet-i kerimeyi şekil ve muhteva olarak açıklıyor ve nasıl tatbik edilebileceğini gösteriyor. Namaz, oruç, zekât, hac gibi Kur-ân-ı Kerimde mücmel (özet) olarak gelip açıklanmayan emirleri Peygamberimiz açıklıyor.

    2. Efendimizin görevleri arasında, anlaşılması zor olan âyetleri açıklamak da vardır.

    Meselâ âyet-i kerîmede, "Onlara karşı gücünüzün yettiği her türlü kuvveti ve cihad için ayrılıp eğitilmiş atları hazır tutun ki, onunla Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı ve bunlardan başka sizin bilemediğiniz, fakat Allah'ın bildiği düşmanlarınızı korkutasınız" (Enfâl Sûresi,8-60) buyuruluyor. Bu âyette "Kuvvet ve savaş atlarını hazır bulundurun" tabiri geçiyor. Sahabe Peygamberimize sormuş: "Kuvvet nedir?" Peygamberimiz, "Bilin, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır" diye üç defa tekrar etmiştir. Her devrin değişen atma vasıtalarına süratle, vakit kaybetmeden ayak uydurmamızı emir buyurmuştur.

    3 Sonra Kur'ân-ı Kerimin mutlak ve âm (sınırsız ve genel ifadeli olan) âyetlerini takyitle tahsis ediyor, yani onlara sınır getiriyor. Meselâ, Allah alışverişi helâl, faizi ise haram kıldı"(Bakara Sûresi,2-275) buyuruyor. Bu âyet-i kerîmeye göre her şeyin alışverişi helâldir. Ama Peygamberimiz buna bir sınır getirerek domuzun ve içkinin alışverişini yasaklamıştır. Demek meşru alışverişin sınırlarını bu şekilde açıklamış oluyor.

    Diğer bir örnek ise şu âyet-i kerimedir: "İman eden ve imanlarına zulüm bulaştırmamış olanlarkorkudan emin olmak işte onların hakkıdır ve doğru yola eriştirilenler de onlardır."(En'am Sûresi,6-82) Sahabe bu âyet gelince telâşlanıp Peygamberimize sormuş: "Hepimiz nefsimize zulmediyoruz. Yâ Resulallah, bizde zulme düşmeyen var mı?" Peygamber (a.s.m.) "Şirk pek büyük bir zulümdür"âyetini hatırlatarak buradaki zulmün şirk olduğunu açıklamıştır. Dolayısıyla bu neviden olan Kur'ân-ı Kerimdeki anlaşılması zor olan âyetleri Peygamberimiz açıklıyor.

    3 Sonra Kur-ân'da olan meseleler ayrıca Peygamberimiz tarafından tekraren teyit ve te'kid edilmiştir. Böylece onun daha iyi anlaşılması sağlanmıştır. Bu da bu sadette söylenebilir.

    4 Peygamberimizin bir de şâri yönü, yani, Kur-ân'da olmayan hükümleri koyma yetkisi var. Meselâ, yiyeceklerden haram olanların isimleri iki âyet-i kerimede belirtilir. Ama onların hiçbirisinde eşek eti geçmez. Peygamberimiz Hayber Seferi sırasında, ehlî (evcil) eşek etini haram etmiştir.


    Bunlar niçin Kur-ân'da açıklanmamış da Peygamberimize bırakılmıştır?


    Kurân bütün teferruatı verseydi ciltlerle dolu bir kitap olurdu. Halbuki bu da Kurândan istifademizi zorlaştırır. Bu bakımdan meselelerin bir kısmının açıklamasını Peygamberimize bırakmıştır. Peygamberimize bıraktırmasının da ayrıca birtakım maslahatları var. Çünkü birtakım meseleler zaman içerisinde neshedilmiş, yürürlükten kalkmıştır.

    Hem hadislerin bir kısmı bize zayıf hadisler şeklinde gelmiştir. Bu zayıf hadislerle amel ihtilâf getirmiştir. İhtilâf ise ümmet için rahmettir. Halbuki Kurânı Kerimde kesin olarak bütün bu meseleleri zikretmiş olsaydı, orada ihtilâf etme şartımız azalırdı. Dinimizin gelişen zamana ve toplum şartlarına göre esnekliği azalabilirdi. Halbuki dinimizin üstün bir yönü-kanatimce-zamana ve zemine göre yeni yorumlara imkân tanımasıdır. Bu güzel bir şeydir.

    Hattâ dahası var. Peygamberimiz de âlimlere bir marj bırakmıştır. Dinimizin güzelliği bu. Âlimler Kurânı Kerim ve Sünnetten hareketle hüküm koymada birtakım temel kaideler belirtmiş ve usul koymuştur. Âlimler bu usullerle yeni meseleleri yoruma kavuşturuyor. Böylece başka şeriata ve kültür sistemine ihtiyaç hasıl olmadan, kanun alma ihtiyacı duymadan yeni şartlara göre kanunlarımızı kendimiz koyabiliyoruz. Nitekim Osmanlının son dönemlerine kadar bütün ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarımız kendi değerlerimiz çerçevesinde kanunlaştırılmış, Kurân ve Sünnetten çıkartılmıştır.


    Halkımız hadislerle Kurânı Kerimi nasıl öğrenecek? Meselâ Yâsin Sûresini hepimiz çok okuyoruz. Peygamberimiz acaba bu sûreyi nasıl tefsir etmiş diye öğrenmek istesek, bunu nereden bulacağız. Bir usulü, yöntemi var mı bunun?



    Öncelikle Kurân, Kurân ile tefsir edilir. Çünkü bir âyet diğer bir âyeti açıklar. Bir konu bir yerde bir yönü anlatılır, diğer bir yerde diğer bir yönü anlatılır ve hakeza. Fakat Peygamberimizin de Kurânla ilgili çokça tefsiri vardır. Buharînin en geniş bölümlerinden birisi Tefsirdir. Tirmizînin en geniş bölümlerinden birisi yine Tefsir bölümüdür. Kaldı ki Buharî ve Tirmizîde yer almayan tefsire müteallik hadisler, başka kaynaklarımızda verilmiştir.

    Ben bazan matematiği uygulayarak diyorum ki: bir doğru iki noktadan geçer. Aynı şekilde Kurânı Kerimden çıkaracağımız bir mânâda Kurânı Kerim çıkış noktasıdır. İkinci bir nokta olarak Hadise atıf yapmazsak, o zaman o tek noktadan binlerce görüş çıkabilir. Halbuki din nedir? Tevhid, birlik, beraberlik dinidir. O âyetten herkes kendi kafasına göre bir yorum değil, gerçeğe uygun yorum çıkaracaktır. Acaba Peygamber ne demiştir, ona bakacağız. Peygamber sözlerinde yoksa, acaba Sahabe ne demiştir, Tabiîn ne demiştir, Etbeut-tabiîn ne demiştir, onlara bakacağız. Onlar Kurânı aslına uygun şekilde anlama şansına bizden daha çok sahipti.



    Hadislere ne derece güvenilir?


    Hadislere güvenmemek için bir sebep yok. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Kurânı Kerim insanları Peygamberimize yöneltiyor, Onun getirdiğini alın, onun yasakladıklarından kaçının diyor. Yani Kurân ikinci bir kaynağı olarak devamlı şekilde Peygamberimizi nazara veriyor.

    İkincisi Peygamberimiz kendisini öne sürüyor, Sünnetine dikkat çekiyor ve Sünnetle bu işin yürüyeceğini Peygamber Efendimiz ifade ediyor. Meselâ Peygamberimiz Hz. Muazı Yemene gönderiyor. Orada ne ile amel edeceksin diyor. Hz. Muaz Kurânla amel edeceğim diyor. Kurânda bulamazsan?diye soruyor Peygamberimiz. Sizin sünnetinizle, diyor Hz. Muaz. Sizin sünnetinizde bulamazsam, içtihadımla diyor. Peygamberimiz bundan çok memnun kalıyor. İslâm ulemasının hepsinin elinde delildir bu hadis. İçtihadın gerekli olması hususunda, Sünnetin delil olması hususunda bu delildir. Dolayısıyla Resulullahın sağlığında Sahabe ikinci kaynak olarak hadisi bilmektedir.

    Hz. Ömer anlatıyor: Ben emsalim bir kardeşimle münavebe yaptım. Bir gün o tarlaya gidiyor tarla işlerini yürütüyor, ben Resulullaha gidiyorum, orada Resulullahı dinliyorum. Akşam gelince emsalim olan kardeşime o gün Resulullahtan gördüğümü, duyduğumu anlatıyorum. Ertesi gün ben tarlaya gidiyorum, emsalim kardeşim Resulullahı takibe gidiyor, duyduğunu, gördüğünü akşam bana anlatıyor. Böylece Peygamberimizi her gün yakından takip etme fırsatı buluyoruz.

    Bir Sahabî diyor ki: Ben Resulullahtan her duyduğumu yazardım. Bana dediler ki, Resulullah da bir insandır. Bazan öfkeli halde konuşur, bazan sükûn halinde konuşur. Her şeyini yazmak doğru değildir.Bunun üzerine vazgeçtim. Ama duyduklarım aklımda kalmaz hale geldi. Onun için yine Peygambere gidip durumu anlattım. Yâ Resulallah, senden güzel şeyler işitiyor ve bunları yazıyordum. Fakat Ensar böyle böyle söyledi. Bunun üzerine vazgeçtim. Ama şimdi yazmayınca da rahatsızım, ne yapayım? dedim. Resulullah mübarek ağzını göstererek Bundan haktan başka bir şey çıkmaz, yaz buyurdu.

    Yine Resulullaha uğrayanlar oluyor ve hafızalarından şikâyet ediyorlar. Peygamberimiz onlara Sağ elini yardıma çağır buyuruyor, yazmalarını söylüyor.

    Bir başka şey daha söyleyeyim. Enes (r.a.) çok hadis rivayet edenlerin arasında yer alır ve Müksirûn denilen yedi kişiden biridir. Müstedrekte rastladığım bir hadiste Hz. Enes diyor ki: Ben Resulullahtan gündüzleri hadis yazar, geceleri tashih etmesi için ona okurdum. Yani, Peygamberimiz onun yazdıklarını düzeltiveriyor. Ondan sonra hadis ilminde talebelerin öğrendiği hadisleri hocalara götürüp okuması, arz etmesi söz konusu olmuştur. Talebe yazdığını, ezberlediğini hocanın önünde okur, hoca onu tashih ederdi ve öyle icazet alınırdı.


    Bütün hadislere Kurân tefsiridir diyebilir miyiz?


    Evet. Peygamberimiz (a.s.m.) yaşayışı ile Kurânı Kerimi pratiğe dökmüştür. Dolayısıyla Kurânın insanlardan istediği ideal hayat tarzı ve şekli Peygamberimizde kendini göstermektedir. Bunu eğer kulluk noktasından ele alırsak, Allaha karşı kulluğumuzun nasıl olması gerektiğini en mükemmel şekilde Peygamberimiz göstermiştir. İbadetlerin hepsini Peygamberimiz en mükemmel şekilde yerine getirmiştir. Peygamberimizin kulluğu, Kurânı Kerimin bizden istediği kulluğun en mükemmel şeklidir, bütün yönleriyle. Beşerî münasebetler de öyle. İnsanlarla ve komşularıyla olan münasebetlerinde en güzel örnekleri göstermiştir. Karıkoca münasebetlerinde en güzel karıkoca münasebetlerini ortaya koymuştur. Çocuk terbiyesinde, çocuklara karşı nasıl davranılması gerektiğini göstermiştir.

    Demek ki Peygamberimiz (a.s.m.) bütün hayatının her safhasında, her kesitinde, her karesinde en güzel örnek olarak Kurânı Kerimin idealini temsil etmiştir, yaşamıştır, göstermiştir. Müslümanlar bunu imkânları nispetinde aynen Peygamberden alabilirler. Bir hadiste Hz. Ayşe Peygamberimiz ahlakını Onun ahlâkı Kurân ahlâkıydı diye ifade ediyor. Dolayısıyla Peygamberimiz ahlâk yönüyle de Kurânı Kerimin ahlâkını şerh etmiştir, açıklamıştır. Belki hepsini kelama dökmemiştir, ama fiile dökmüştür. Onun her sözü, her fiili ve her davranışı, Kurânı Kerimin ruhunun tefsiridir.

    Diğer yandan, eski milletlerle ilgili kıssalara da açıklama getirmiştir. Hz. İbrahimin bazı Kurânda olmayan meselelerini Peygamberimizin hadislerinde bulabiliyoruz. Demek ki, Kurânın temas ettiği, insanlığa getirmek istediği, vermek istediği, hukuk olsun, ahlâk olsun, yaşayış tarzı olsun, bütün derslerin hepsini Peygamberimizin hayatında, bazan sözleriyle, bazan fiilleriyle, bazan tahlilleriyle bulabiliyoruz.
    Şimdi Kurânı Kerimde Yiyin, için, israf etmeyin buyuruluyor. Başka bir âyette de, tebziri yasaklıyor. tebzir, israfın kardeşidir. Şimdi bu iki âyeti daha iyi anlamak için Peygamberimizin uygulamasına bakalım:

    Efendimiz israfa gayet net bir sınırlama getirmiştir ki, bunun en canlı örneği abdesttir. Abdest alırken suyu israf etmemek için ölçülü kullanırdı. Üç avuç suyla organları yıkamayı emir buyurmuştur. Fazlası mekruhtur. Bu miktarla sınırlamış Peygamberimiz. Sahabe şaşırıyor ve diyor: Yâ Resulallah, suyun tasarrufu için mi? Hayır, diyor Peygamberimiz. Nehir kenarında olsan bile organlarını üçer defa yıkayacaksın.

    Ben hadislerde gördüm, Ebu ed-Derdâdan gelen bir rivayet: Bir gün Peygamberimiz bir yere giderken nehre rastlamış. Oradan bir kap su getirmişler Peygamberimize. O da onunla abdest almış ve bir miktar su artmış. Biz olsak o suyu şöyle etrafa serpiveririz. Halbuki Peygamberimiz buyuruyor ki: Gidin, bunu nehre boşaltın. Ola ki ileride bir canlının kursağına gıda olur.

    Bir de, fazla yesek, fazla konuşsak, zamanımızı boş yere geçirsek, israf yapmış oluruz. Bunlar da bizim geri gelmeyecek israflarımız. Veya bir kibrit çöpünün yakılması da israftır. Bunlar da mekruhtur. Günde beş defa abdest alırken suyun israf edilmemesiyle, tabiata karşı saygı dersi verilmiştir. İsrafın hayatın diğer alanlarında da ciddî bir mesele olduğu, abdest örneğiyle ders veriliyor.

    Şimdi, İsraf etmeyiniz âyet-i kerimesinin açıklanmasına bakınız. Demek âyeti kerimeyi okuduğumuz zaman bu âyetlerin hadis-i şeriflerde nasıl açıklandığına bakmamız lâzım. Hadis kültürümüz ne kadar geniş olursa Kurân-ı Kerimi o nisbette anlamış oluruz.


    Ben sonuç itibarıyla şöyle bir şey söyleyebilir miyim? Kuranı Kerimden bir ayet okuduğumuz zaman, bunun anlamını meallerden ve tefsirlerden öğrenmeye çalışacağız. Ancak bununla yetinmeyeceğiz, hadis kültürümüzü çoğaltacağız. Bol miktarda hadis öğrenerek bunlarla hayatımızı şekillendireceğiz. Bu şekilde Kurânı okuduğumuzda onun anlamını Efendimizden bizzat öğrenmiş gibi olacağız.

    Kesinlikle. İşte bunu anlayan âlimlerimiz, meselâ Taberî, bir âyetle ilgili aklına ne kadar hadis gelmişse hepsini yazmıştır. Taberî tefsirinde çok hadis naklediyor diye bazıları tenkit bile etmiş. Kırk ciltlik tefsirinin büyük bir bölümü hadislerle doludur. Ama hadislere baktığımız zaman, âyetleri daha iyi anlıyoruz. Çünkü hadisin verdiği nur başka, kendi tefekkürümüzle çıkartacağımız mânâ başka. Benim görüşüm, Kuranı Kerimi hadislerle anlamaya yönelmek en güzelidir.
#20.10.2006 02:04 0 0 0
  • noimage ÜNNET-İ MÜEKKEDE

    Hz. Peygamber (s.a.s)in devamlı olarak işleyip nadiren terkettiği; farz ve vacib olmayan amelleri. Buna Sünneti hüdâ adı da verilir (Seyyid Şerif elCürcânî, et-Tarifât, Beyrut 1403/1983, s. 122; Damad, Mecmeul-enhur, İstanbul 1328, I, 12 İbn Abidin, Reddül Muhtar Kahire 1272-1324, I, 70). Fukahâdan bazıları ise sünneti müekkedeyi Hz. Peygamber (s.a.s)in terketmeksizin yaptığı ameller olarak anlamışlardır (İbn Nüceym, elBahrurRaik, Kahire 1311, I, 17-18). Sünneti müekkedeleri yerine getirme dini hayatı kemale erdirmeyi ifade eder (Seyyid Şerif el-Cürcânî, a.g.e., s. 122).

    Zira bu tür sünnetler farz ibadetlerde yapılması ihtimal dahilinde olan kusurları telâfi için meşru kılınmışlardır (İbn Âbidîn, a.g.e., I,191). Bu sebeple sünneti müekkedeleri terketmek dinle alay kabul edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) sünnetimi terkeden şefaatime nail olamaz buyurmuştur. Buna göre sünneti müekkedeleri terketmek harama yakındır ve Hz. Peygamberin şefaatinden mahrum kalma neticesini doğurur. Ancak buradaki terkten maksat özürsüz olarak sünnet olan fiili işlememekte ısrar etmektir. Mesela bir kimsenin abdest azalarını bir defa yıkamakla yetinip bunu âdet haline getirmesi böyledir ve bunu yapan günahkar olur (İbn Abidin, a.g.e., I, 70-71). Sünneti müekkedeleri yerine getiren kişi ise sevap kazanır (Cürcânî, a.ge., s. 122). Meselâ sabah namazının farzından önce iki rekat, öğle namazının farzından önce dört rekat, sonra iki rekat, akşam namazının farzından sonraki iki rekat ile yatsı namazının farzından sonra kılınan iki rekatlık namazlar sünneti müekkedeye örnektir (elMevsılî, elİhtiyâr, İstanbul 1987, 465Alaüddin el-Haskefî, edDürrülMüntekâ (Mecmaul-enhur kenarında) I,130).


    Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s) günde belirtilen bu on iki rekat sünneti kılmaya devam eden kişiye Allah Tealanın cennette bir köşk bina edeceğini haber vermektedir (Tirmizî, Salât, 189 Nesâî, Kıyâmülleyl, 66; İbn Mâce, İkâmet, 100). Ayrıca cemaatle namaz kılmakta sünneti müekkededir. Özürsüz olarak cemaati terketmeyi Hz. Peygamberin hoş karşılamadığı nakledilmiştir (el-Mevsılî, a.g.e., I, 57; Damad a.g.e., I,107). Bunlardan başka Necaset olduğu zannedilen ellerin yıkanması (İbn Abidin, a.g.e., I, 75). Abdest alırken misvak kullanmak (a.g.e., I, 77); yine abdest alırken ağız ve burnu iyice yıkamak (a.g.e., I, 79) Parmakları hilallemek (a.g.e., I, 80) Abdest alırken, abdest azalarını üç defa yıkamak (a.g.e., I, 80); Ezanı yüksekçe bir yerde okumak (a.g.e., I, 257) sünneti müekkedenin örneklerindendir.
#20.10.2006 02:57 0 0 0
  • noimage ÜNNET-İ GAYR-I MÜEKKEDE

    Hz. Peygamber (s.a.s)'in bazen yapıp bazen de terkettiği ameller. Bu gruba giren sünnetleri yerine getirmek sevap kazandırır. Terkeden ise ceza, kınama ve azarlamaya müstahak olmaz (Seyyid Şerif e-Cürcânî, et-Ta'rifât, Beyrut 1403/1983, s. 122 İbn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, Kahire 1311, I, 17-18). Yatsı namazı ve ikindi namazlarının ilk sünnetleri sünnet-i gayr-ı müekkede dir. Hz. Peygamber (s.a.s)'in giyinişi, oturup kalkması, taranması ve ayakkabı giymesi vb. hareket ve tavırlarını ifade eden sünnet-i zevaidlerde bu gruba girer (İbn Âbidin, Reddül-Muhtâr, Kahire 1272-1324, I, 321).
#20.10.2006 03:03 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 03:22 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 03:23 0 0 0
  • noimageur-ada Peygamberimizin Sünnetine Uyma ile ilgili Ayetler

    noimage

    noimage
#20.10.2006 03:35 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 03:40 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 03:42 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 03:45 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 03:51 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 03:55 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 03:58 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 04:01 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 04:04 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 04:07 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 04:10 0 0 0
  • noimage
#20.10.2006 04:12 0 0 0