kurtjara

kurtjara

Üye
18.02.2005
Teğmen
16.884
Hakkında

  • Fransa Kralı'na o meşhur ferman
    Kanuni'nin Fransuva'ya gönderdiği ferman Fransa'nın acizliği gözler önüne seriyor.

    12.10.2006 13:05
    Fransızlar Şarlken karşısında aciz kalınca Osmanlı'dan yardım istediler. Kanuni'nin Ocak 1526'da Kral Fransuva'nın yardım isteğine karşı gönderdiği ferman Fransa'nın içine düştüğü acizliği gözler önüne seriyordu....

    Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Avrupa'da büyük bir mücadele cereyan ediyordu. Habsburg İmparatorluğu akrabalık bağlarıyla Avrupa'nın önemli bir kısmında hâkimiyet kurmuştu. İtalya, İspanya, Avusturya, Almanya ve Macaristan gibi ülkeler dolaylı veya direkt olarak Habsburg İmparatorluğu'na bağlıydı. Habsburglar'ın önünde direnen tek güç Fransa ve İngiltere idi. Osmanlılar'ın Avrupa'daki bu mücadeleye karışmaları siyasi dengenin yeniden kurulmasını sağladı.
    Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken, Fransa Kralı Fransuva'yı 24 Şubat 1525'te Kuzey İtalya'da Pavia Muharebesi'nde mağlup edip, esir aldı. Fransızlar, Şarlken karşısında aciz kalınca, o dönemde Hıristiyanlığın en büyük düşmanı olarak kabul edilen Osmanlılar'dan yardım istediler. Kanuni'nin Ocak 1526'da Fransuva'nın yardım isteğine karşı gönderdiği ferman Fransa'nın içine düştüğü acizliği gözler önüne seriyordu...

    AVRUPA'NIN HARİTASINI BİZ ÇİZDİK

    16. yüzyılda Fransa, Hollanda ve İngiltere gibi milli monarşiler, Osmanlılar'ın, Habsburglar'a karşı mücadeleye girmesiyle hayat hakkı bulabildi. Nitekim 1532'de Fransa Kralı Fransuva, Venedik elçisine Şarlken'e karşı Osmanlılar sayesinde güvence altında olduğunu söylüyordu. Osmanlılar, Fransa'yı asker göndererek, para vererek veya ticari ilişkilerle Habsburglar'a karşı kuvvetlendirdiler. Kanuni 1533'de Fransa Kralı'na, Şarlken'e karşı İngiltere ve Alman prensleri ile bir ittifak yapması için 100 bin altın göndermişti.
    Kanuni Sultan Süleyman, 1543'te Macaristan üzerinden Habsburglar'ın üzerine yürürken Barbaros komutasındaki Osmanlı donanması Fransızlar'a yardım için Marsilya'ya gitti. Barbaros, Ocak 1543'te Marsilya'ya ulaştı ve büyük törenlerle karşılandı. Osmanlı donanması o kışı Fransa'nın Toulon şehrinde geçirdi. Bahar geldiğinde Osmanlı donanması İspanyollar'ın elindeki birçok kaleyi alıp, Fransızlar'a verdi. İspanyol donanması Barbaros'tan korktuğundan yardıma gelememişti. Osmanlı donanması kışı, yine Toulon'da geçirdi. 1544 Baharı'nda harekat yeniden başladı. Barbaros, ele geçirdiği toprakları Fransızlar'a verdikten sonra İstanbul'a döndü.
    Fransuva'dan sonraki Fransız kralları da Habsburglar karşısında Osmanlılar'dan yardım almaya devam ettiler. 1569'da Fransa'ya verilen ticari imtiyazlardan sonra Osmanlı topraklarında ve nüfuz bölgelerindeki ticaret bu ülkelerin ekonomik açıdan kuvvetlenip, büyümesine sebep oldu. Osmanlı tarihçiliğinin en önemli ismi Halil İnalcık hocamız, İngiliz ve Fransızlar'ın gerek imparatorluk topraklarından aldığı hammaddelerin, gerekse ülkelerinde imal ederek Osmanlı ülkesinde sattıkları ürünlerin kapitalizmin gelişmesinde önemli rol oynadığını söyler.

    AVRUPA'DA TÜRKLERE YER YOK

    1589 ile 1610 arasında Fransa tahtında bulunan Dördüncü Henri zamanında, Fransa'da krallığın otoritesi yeniden tesis edildi. Ülke ekonomisi bir düzene sokuldu. Dördüncü Henri, Fransa için hayati önem arzeden Osmanlı İmparatorluğu ile ticari ve siyasi ilişkileri devam ettirdi. Ancak bizimle görünürde dost olan Fransa Kralı Dördüncü Henri eline geçecek ilk fırsatta bizi arkadan vurmayı planlamıştı. Avrupa Birliği'nin ilk fikir babalarından olan Fransa Kralı, Habsburg İmparatorluğu'nu dağıtıp, müttefiki olan Türkler'i Asya'ya sürdükten sonra Rusya'nın dışarıda bırakıldığı yeni bir Avrupa kurmayı tasarlamıştı.
    Fransızlar, Osmanlılar'dan aldıkları destek sayesinde ayakta kaldıklarını çabuk unuttular. 17. yüzyılın ortalarından itibaren bir taraftan Osmanlı İmparatorluğu'nun nimetlerinden istifadeye devam ederken, diğer taraftan aleyhimize çalışmaya başladılar. Fransa, Güneş Kral lakaplı Fransız hükümdarı 14. Louis zamanında Girit'te Osmanlılar'a karşı savaşan Venedikliler'e yardım gönderdi. Daha sonra da bir numaralı düşmanları olmasına rağmen Avusturya'ya bile Osmanlı karşısında yardım etti. Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa, 1663'te Avusturya seferinde Uyvar'ı fethetti.
    Viyana'nın surları ve tahkimatı zayıf olduğu için fethe uygun durumdaydı. Osmanlı ordusu, Sengotar'da Avusturya kuvvetleri tarafından karşılandı. Meydan muharebesinin başlarında Osmanlılar üstünlüğü ele geçirdiler. Ancak bu muharebe için Avusturya'ya hiç ummadıkları bir ülkeden yardım gelmişti. Avusturya ordusuna yardıma gelen Fransız birliklerinin muharebeye müdahalesi, Avusturya'yı bozgundan kurtardığı gibi savaşı aleyhimize çevirdi.


    İŞTE O FERMAN
    Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah'ın yeryüzündeki gölgesi Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Azerbaycan'ın ve Şam'ın ve Halep'in ve Mısır'ın ve Mekke ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han'ım. Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Fransuva'sın.
    Hükümdarların sığındığı kapıma elçinizle mektup gönderip, ülkenizi düşman istila edip, şu anda hapiste olduğunuzu bildirip, kurtuluşunuz konusunda bizden yardım talep ediyorsunuz. Söylediğiniz her şey dünyayı idare eden tahtımızın ayaklarına arz olunmuştur. Her şeyden haberdar oldum. Yenilmek ve hapsolunmak hayret edilecek bir şey değildir. Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Böyle bir durumda atalarımız düşmanları mağlup etmek ve ülkeler fethetmek için seferden geri kalmamışlardır. Biz de atalarımızın yolundayız ve daima memleketler ve alınmaz kaleler fetheylemekteyiz. Gece gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde kuşatılmıştır. Yüce Allah hayırlara bağışlasın. Allah'ın istediği ne ise olur. Bundan başka haberleri gönderdiğiniz adamınızdan öğrenesiniz. Böyle biliniz.
#12.10.2006 14:05 2 0 0
  • Günlük 100 euro ödeyip kendilerini 'dağa kaldırtıyorlar

    İSPANYAda bir turizm şirketi, macera arayan turistlere, ülkenin dağlık bölgelerinde yaşayan eşkıyayla heyecanlı anlar yaşamak üzere paket turlar düzenlemeye başladı. Tam gün için adam başı 100, yarım gün içinse 50 euro ödeyen turistler, otobüsle ilerlerken eşkıya tarafından durdurulup dağa kaldırılıyor. Tur süreleri, isteğe göre 1 haftaya kadar çıkarılabiliyor.



    İspanyanın güneyindeki Cadiz kentinde Eşkiya Tur (Bandolero Tour) adıyla faaliyet göstermeye başlayan turizm şirketi, bölgenin Fas ile sınır ve dağlık olmasından yararlanıp buralarda kanun kaçağı olarak yaşayan eşkıyayla macera yaşamak isteyen turistlere turlar düzenliyor.
    Eşkiya Tur adlı acentası yoğun ilgi gören girişimci Juan Luis Moreno Bernal, amacının turistlere gerçek İspanyol eşkıyasını tanıtmak olduğunu söyledi. Bu fikri hayata geçirmeden önce dağdaki eşkıyayla anlaştığını belirten turizmci Moreno Bernal, bu kişilerin aslında birer halk kahramanı olduğunu savunarak, turlar sayesinde eşkıyaya yönelik bakış açısının da değişeceğini öne sürüyor.

    KURTARILINCAYA' KADAR 'REHİNE ROLÜNDE EĞLENİYORLAR

    20 kişilik gruplar halinde düzenlenen turlarda, otobüslerle arazide ilerleyen turist kafilesinin önü eşkıya tarafından kesiliyor ve turistler bileklerinden kelepçelenerek dağa kaldırılıyor. Bu andan itibaren eşkıyanın rehinesi olan turistler, uslu dururlarsa kendilerini kaçıranlardan iyi muamele görüyor.
    İspanyol eşkıya geleneklerine göre rehinelere güzel yemekler verilmesi gerektiğinden, sözde kaçırılan turistlere de, açık alanda yakılan ateşler üzerinde pişirilmiş yerel yemeklerle ziyafet çekiliyor. Kanun kaçakları ayrıca söz dinleyen turistlere flamenko gösterileri sunup, kurtarılma vakti gelene kadar onlara eğlenceli anlar yaşatıyor.

    EŞKIYA 'GERÇEKSE ŞİRKET KAPATILABİLİR

    Moreno Bernal, tura katılacak kişilere, bu kanun kaçaklarının nefis yemekler yapan aşçılar olduğunu da hatırlatarak, "Gerçek İspanyol yemeklerini eşkıyayla birlikte dağlarda, doğal ortamda yiyin" çağrısında bulunuyor. Turlara özellikle ABDden büyük ilgi var.
    Juan Luis Moreno Bernalin düzenlemeye başladığı turlara İspanyol hükümetinin nasıl bir tepki göstereceği de merak konusu oldu. İspanyol gazeteleri, açıkgöz girişimcinin turlarında görülecek eşkıyanın
    gerçek olması halinde turizm şirketinin kapatılacağını savunuyor.
#19.01.2006 11:11 2 0 0
  • Duble Zeka
    noimage
    İki aracı birleştirip 1oda 1 salon dubleks minibüs yapan lokantacı Volkswagen firmasının dikkatini çekti ve Almanya'ya davet edildi.
    15 bin YTL harcadı...
    Nevşehirli Mehmet Erdoğan'ın (52) müthiş icadı, otomobil devi Volkswagen'in yöneticilerini hayretler içinde bıraktı. Lokantacı Erdoğan, 1966 model Volkswagen marka otomobilini 1978 model aynı marka minibüsünün tavanına monte etti. Bu iş için 15 Bin YTL harcayan lokantacı, yeni dizany ettiği aracına televizyon, müzik seti, yatak, vitrin, çalışma masası ve lavabo yerleştirdi. Sonra da icadının fotoğraflarını Volkswagen firmasına gönderdi.

    Aynısından üretebilirler
    Fotoğrafları gören firma yetkilileri, Türk vatandaşının kıvrak zekası karşısında şaşkınlıklarını gizleyemedi. Hemen iletişime geçen otomobil firması, aracı çok beğendiklerini söyleyerek, Mehmet Erdoğan'ı aracıyla birlikte Almanya'daki fuara davet etti. Türk zekasından ilham alan Volskwagen firmasının benzer araçlar üretmeyi planladığı öğrenilirken, Erdoğan şimdi ilginç arabasıyla Kapadokya'da turist gezdiriyor.

    Tosbağa'yı minibüsün tavanına monte etti...
    Zekasını işleterek çok kısıtlı imkanlarla süper bir araç yapan Mehmet Erdoğan, önce Tosbağa'yı kapı seviyesinden kesti, ardından da aynı marka olan minibüsünün tavan kısmına monte etti. Pratik zekası ve maharetiyle dünya otomobil devinin dikkatini çeken Erdoğan, "Birkaç turist büyük paralar teklif etti ama, yaptığım bu aracı satmam" diyor.
#04.05.2005 10:57 2 0 0
  • Konu: Ay Işığı
    noimage


    Oyuncular:
    Sinem Kobal
    Parla Şenol
    Selda Özbek
    Zuhal Topal
    Hakan Altıner
    Sinan Çalışkan
    Cansu Demirci
    Gizem Güven
    Zuhal Yalçın

    Yapım:
    Süreç Filmcilik- Ali Gündoğdu, İnci Kırhan Gündoğdu
    Yönetmen:
    Bora Onur
    Senaryo:
    Gani Müjde-Tükenmez Kalem
#18.10.2006 13:28 1 0 0
  • Zirveden inmeyen, Türkiye'yi güldüren "AVRUPA YAKASI" noimage
    Oyuncu kadrosu: Gülse Birsel (Aslı), Gazanfer Özcan (Tahsin), Hümeyra (İffet), Tolga Çevik (Sacit), Hasibe Eren (Makbule), Peker Açıkalın (Gaffur), Sarp Apak (Tanrıverdi), Levent Üzümcü (Cem), Şenay Gürler (Fatoş), Hale Caneroğlu (Yaprak), Engin Günaydın(Burhan) Rutkay Aziz(Bülent), Suna Keskin(Sedef), Yıldırım Öcek (Patron), Veysel Diker (Tacettin), DJ Yavuz (Sertaç) ve Vural Çelik (Kubilay)...
    atv'nin çok sevilen dizisi, Çarşamba ekranının zirvesinden inmeyen, Türkiye'yi güldüren "AVRUPA YAKASI" yeni sezonda yeni yüzlerle yine zirvede...

    Yapım:
    Plato - Sinan Çetin
    Yönetmen:
    Jale Atabey Özberk
    Senaryo:
    Gülse Birsel
#18.10.2006 13:17 1 0 0
  • En güzel 10 sonbahar manzarasından biri Küre`de
    Yağmurlu günleri beraberinde getiren, yaprakları sarartan, kışın habercisi sonbahar; insanı hüzünlendirdiği kadar, kendine has güzellikler de sunuyor. Ağaçların yeşilden sarıya, sarıdan turuncuya ve hatta kimi zaman kırmızıya büründüğü, göğün çelik grisi renginin göllerin üzerine düştüğü günler muhteşem manzaralar vaat ediyor.

    Özellikle fotoğrafçılar ve ressamlar için bulunmaz zamanlar. Türkiyede en güzel sonbahar manzarasını sunan yerler. Pek çoğu Milli Park statüsünde bulunan, yaprak döken ağaçlar bakımından zengin ormanlık alanlar listeye ağırlığını koydu.

    EN İYİ 10

    1. Yedigöller - BOLU

    2. Ihlara Vadisi - AKSARAY

    3. Kaz Dağları - ÇANAKKALE

    4. Sarayburnu - İSTANBUL

    5. Nemrut Dağı - ADIYAMAN

    6. Gökova - MUĞLA

    7. Kaçkarlar - RİZE

    8. Borçka Karagöl - ARTVİN

    9. Küre Dağları - KASTAMONU

    10. Polonezköy - İSTANBUL

    YEDİGÖLLER

    Kızılın her tonu

    Yedigöller bölgesi Sazlıgöl, İncegöl, Küçükgöl, Deringöl, Büyükgöl ve Seringölden oluşuyor. Sonbahar ve kış mevsiminin en güzel yaşandığı yerlerden biri. Birçok profesyonel fotoğrafçının gözbebeği. Ağaçların turuncu ile kızıl arasında dolaşan rengi, göllerin üzerine düştüğünde manzaranın seyrine doyum olmuyor. Sabahın ilk ve akşamın son ışıkları kaçırılmaması gereken saatler. Yedigöllere ulaşmak için İstanbul-Ankara yolunun Bolu il sınırları içindeki Yeniçağa Kavşağını döndükten sonra karşınıza çıkan yolu takip etmeniz gerekiyor. Orman içi yolculuğunuza, yön tabelaları ile devam edebilirsiniz. Yedigöller Milli Parkı içinde bir dinlenme tesisi var.

    IHLARA VADİSİ

    Sonbahar ışığında harika

    Sadece ağaçlardaki farklı renk tonlarının peşinde değilseniz, 10 km uzunluğa ve 80 metre derinliğe sahip Ihlara Vadisi, içinde yer aldığı kanyonla birlikte size farklı bir manzara sunacak. Hasandağından çıkan bazalt ve andezit yoğunluklu lavların soğumasıyla oluşan çatlaklar ve çökmelerle meydana gelen bu bölgede dolaşırken, kayalara oyulmuş barınak, mezar ve kiliseleri sonbaharın farklı ışığında göreceksiniz. Vadiyi bir de yukarıdan, bütün halinde seyretmek isterseniz, Kapadokyadan balona binebilirsiniz. Ihlara Vadisine Nevşehirden Aksaraya giderken, Aksaraya 11 km. kala sola, Güzelyurt yoluna dönerek ulaşmanız mümkün.

    KAZ DAĞLARI

    Yaprak döken ağaç bol

    Tanrıların Dağı olarak bilinen, Çanakkale ve Balıkesir sınırları içinde yer alan Kaz Dağlarının en alçak yeri Edremit Körfezinin kuzey kıyıları, en yüksek yeri de 1774 metrelik Karataş Tepesi. Yani bölgeye gittiğinizde hem deniz, hem de orman manzarası bulacaksınız. Egede kışın yaprak döken ağaçların bol olması, sonbaharı rengarenk sevenler için bir avantaj. Tertemiz akan şelalelerin ardında kalan, sarı ve turuncu yapraklarla donanmış ağaçlarla karşılaşmak hoşunuza gidecek. Küçükkuyu, Akçay, Altınoluk ve Güre gibi denize kıyısı olan bölgelerde konaklamanız mümkün.

    SARAYBURNU

    Topkapı Sarayı ve Gülhane

    Tarihi Yarımadanın en uç noktası. Hasbahçe ağaçlarının arasından yükselen Topkapı Sarayının bulunduğu Sarayburnu; Haliç, Marmara Denizi ve Boğaziçini gören eşsiz bir konumda. Bizansın her devrinde ağaçlıktı, o vakitler geniş zeytinliklerle kaplıydı. Fatih Sultan Mehmet burayı dışarıdan getirttiği ağaçlarla da bezeyerek, içinde köşk ve pavyonlarıyla Gülhane Parkını yarattı. Kasım başlarında yaprak döken ağaçlar renkleniyor. İsterseniz Sarayburnu&ndan, bulutlar nedeniyle çelik grisine bürünen İstanbul Boğazının girişini, isterseniz Galatadan veya Salacaktan Sarayburnunun kendisini izleyebilirsiniz. Sararan yaprakların arasından Topkapı Sarayı ve Sirkeciye yanaşan vapurlar güzel bir manzara oluşturuyor.

    NEMRUT DAĞI

    Günbatımında muhteşem

    2150 metre yüksekliğindeki Nemrut Dağı, gündoğumu ve günbatımını en güzel seyredebileceğiniz yerlerin başında geliyor. Gündoğumunu yakalayabilmeniz için 1-2 saat önceden yola çıkmanız gerekiyor. Tepeye ulaştığınızda günün ilk ışıklarıyla sarının farklı tonlarını izleme şansı bulabilirsiniz. Vakit günbatımına yaklaştığında ise ışıklar azalıyor, sarılar turuncuya, turuncular ise kırmızıya dönmeye başlıyor. Adıyaman il sınırları içinde yer alan dağda, doğanın sonbaharda hazırladığı güzelliklerin dışında, dünyanın en yüksek açık hava müzesiyle karşılaşacaksınız. Buradaki taş heykeller de tıpkı yapraklar gibi sararan ahşap görünümlere bürünüyorlar.

    GÖKOVA

    Özellikle güney yakası

    Muğla ili sınırları içinde yer alan Gökovayı hep yazın görmeye alıştıysanız, bir de sonbaharda görmenizde fayda var. Jüri üyemiz Kadir Kır, özellikle güney yakasının bu mevsimde muhteşem olduğunu söylüyor. Hem deniz, hem de ağaçlar renk değiştiriyor, ancak listedeki diğer yerlere nazaran sonbahar buraya biraz daha geç geliyor.

    KAÇKARLAR

    Yapraklar sararmaya başladı

    Kaçkarlarda manzara sarıya dönmeye başladı bile. Doğu Karadeniz silsilesinde bulunan, Türkiyenin en yüksek dördüncü dağı olan Kaçkarlar, Karadeniz kıyılarından itibaren yükselmeye başlıyor. Görkemli zirveler, şelaleler, berrak göller ve zengin bitki örtüsü ile her tür sonbahar manzarasını burada yakalayabilirsiniz. Sislerin ardında kalan dağlarla karşılaşacaksınız. Kaçkarlara, Artvin-Yusufeli ve Rize-Çamlıhemşinden ulaşabilirsiniz.

    BORÇKA KARAGÖL

    Gölde sandal sefası

    Karagöl, 19. yüzyıl başlarında, bugünkü Aralık Yaylasının yakınlarındaki bir tepenin, heyelan sonucu derenin önünü kapatmasıyla oluştu. Anıt sayılabilecek birçok yaşlı ağaçla çevrili olan bölgede zengin bitki örtüsünün yanısıra hayvan çeşitliliğine de rastlanıyor. Özellikle bu mevsimde gölde yapacağınız sandal keyfi sırasında ağaçların rengarenk görüntüsünü seyredebilirsiniz. Artvinin Borçka İlçesi sınırları içindeki Karagöle, Borçka-Camili yolunun 2. kilometresinden ayrıldıktan 5 km. sonra ulaşılabiliyor. Karagöl Orman Misafirhanesinde konaklanabilir.

    KÜRE DAĞLARI

    Sayısız şelale var

    Ağaçlarının yoğunluğu, alanın büyüklüğü, zengin biyolojik çeşitliliği ve bünyesinde barındırdığı yaban hayatının zenginliği ile ön plana çıkan Küre Dağları, Doğal Hayatı Koruma Vakfının (WWF) belirlediği, Avrupanın acil korunması gereken yüz ormanlık alanından biri. Küre Dağları Milli Parkı ise Küre Dağlarının batısında, Kastamonu ile Bartın arasında kalan 34 bin hektarlık bir bölgeyi kaplıyor. Karstik yapıya sahip arazi bol yağış alıyor. Her an gökkuşaklarıyla karşılaşabilirsiniz. Ağaç çeşidi bol. Karstik yapının neden olduğu sayısız mağara, derin kanyon ve şelaleler de görülmesi gereken güzellikler arasında.

    POLONEZKÖY

    Bu mevsimde çok romantik

    İstanbula bağlı Polonezköy, hafta sonu kaçamakları için birebir. İlkbahar ve yaz aylarında piknikçilerin gözdesi. Pek çok konaklama tesisi var. Sonbaharda oldukça romantik bir görünüme kavuşuyor. Çoğunlukla kiraz ağaçları var. Etrafı ormanlarla çevrili. Dökülen yapraklarla kaplı, ağaçlarla çevrili beş kilometrelik yürüyüş yolu muhteşem.
#13.10.2006 22:02 1 0 0
  • Serpil Gülgün'ün yazdığı Ruhlar ve Âşıklar adlı öykü kitabı Everest Yayınları'ndan çıkarak raflardaki yerini aldı. Usta bir gazeteci bir gün öykü yazarsa ne olur? Edebiyatımız yepyeni bir yazar kazanır!

    Yıllardır başka bir alanda kullandığı kaleminin kıvraklığını bu kez öykülerine taşıyor Serpil Gülgûn. Ancak o kalem bu kez korkutucu şeylerden bahsediyor. Bilinmeyenlerden, kuşkulardan, çözülemeyen bilmecelerden En büyük korkunun güvenli hayatın tam da içinde saklanmış olduğunu düşünenlerdenseniz, Serpil Gülgûnla harika bir yolculuğa çıkacaksınız demektir.

    Arkanıza dönüp bakmayın, düşündüğünüzden daha tehlikeli olabilir.

    Arka kapaktan...

    Usta bir gazeteci olarak tanıdığımız, edebiyat ve kitaplar üzerine yazılarını, yorumları Usta bir gazeteci olarak tanıdığımız, edebiyat ve kitaplar üzerine yazılarını, yorumlarını zevkle okuduğumuz Serpil Gülgûn bu kez de bambaşka bir pencereden sesleniyor bize: Kısa öykünün penceresinden.

    Korkutucu öyküler bunlar. Belki korkutucu değil de, ürpertici demek daha doğru olur. Çünkü çoğunlukla yalın ve güvenli hayatımızın içindeki o tehlikeli şeyleri hatırlatıyor bize. Hani öyle bir an gelir de, en sakin halimizde bir ürperti sarar ya içimiziİşte o anların öyküleri bunlar.

    Aklınıza gelince ödünüzü patlatacak türden

    Kan revanla değil, buz gibi bir gerilimin ve bilinmezin önünde titremeyi sevenlerdenseniz, Serpil Gülgünle ve öyküleriyle iyi yolculuklar

    Serpil Gülgün hakkında...

    1958;de İstanbulda doğdu. Notre Dame de Sion Lisesini bitirdi. Bir süre, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümüne devam etti. 1982 yılında çevirmen olarak dergiciliğe başladı. Uzun yıllar Kadınca, Kim ve Negatif dergilerinde çalıştı. Halen Milliyet Sanat dergisi ve Milliyet Kitap ekine yazılar yazan Serpil Gülgûn, İstanbulda yaşıyor.
#16.09.2006 22:58 1 0 0
  • noimage



    noimage
    noimage
    noimage
    noimage


    World Trade Center

    Vizyona Giriş Tarihi
    29.09.2006

    Türü
    Dram

    Ülke
    ABD

    Süresi ve Yapım Yılı
    125 dakika - 2006

    Yönetmeni
    Oliver Stone

    Oyuncular
    Nicolas Cage
    Michael Pena
    Maria Bello
    Maggie Gyllenhaal

    Senaryo
    Andrea Berloff

    Müzik
    Craig Armstrong

    Görüntü Yönetmeni
    Seamus McGarvey

    Enkaz altında 12 saat

    11 Eylül 2001 sabahı New York alışılmadık ölçüde sıcak bir güne başlamaktadır. Liman koruma polisi Will Jimeno, izin gününü en sevdiği hobisi olan okçuluğa ayırmak yerine, çalışmaya karar verir. New York Limanı Polis Departmanının deneyimli komiser yardımcılarından John McLoughlin de günlük rutin görevlerinden olan bir buçuk saatlik devriye görevine hazırlanmaktadır. McLoughlin iş arkadaşlarıyla Manhattanın yolunu tuttuğunda, bu gün de diğer günlerden farksız geçecek gibidir; ama devamı öyle olmaz.

    Dünya Ticaret Merkezine düzenlenen saldırının hemen ardından kulelere ulaşan ilk ekip, New York Limanı Polis Departmanına bağlı tim olur. Aralarında McLoughlin ile Jimenonun da bulunduğu beş kişi binalara girer, ancak kulelerin çökmesi üzerine enkazın altında mahsur kalır.

    McLoughlin da, Jimeno da mucizevi şekilde hayatta kalmıştır. Ama çöken kulelerin enkazının 6,5 metre altında beton ve metal yığınları arasında mahsur durumdadırlar. Birbirlerini göremeseler de, enkaz arasından gelen seslerden diğerlerinin de hayatta olduğunu anlarlar. Sonraki 12 saat boyunca McLoughlin ve Jimeno, birbirlerine ailelerini, polis örgütündeki hayatlarını, umut ve hayal kırıklıklarını anlatarak hayata tutunmaya çalışacaktır

    Dünya Ticaret Merkezinin enkazı altında hayata tutunmaya çalışan insanların öyküsünü anlatan film, aynı zamanda onların ailelerinin yaşadığı acıları da perdeye yansıtıyor. Yönetmenliğini üç Oscar ödüllü, Platoon, Wall Street, Born on the Fourth of July, The Doors, Natural Born Killers ve Alexander filmlerinin yönetmeni Oliver Stoneun üstlendiği filmin senaryosunu Andrea Berloff yazmış.

    John McLoughlin ile Will Jimenonun 11 Eylül 2001 günü yaşadığı gerçek deneyimi konu alan filmin başrolündeki iki polis memurundan John McLoughlin rolünde Nicolas Cage, Will Jemino rolünde Michael Pena kamera karşısına geçmiş. John McLoughlinin eşi Donna rolünde Maria Bello, Will Jimenonun eşi Allison rolünde Maggie Gyllenhaal oynamış. Oyuncu kadrosunda yer alan diğer isimler ise Stephen Dorff, Jay Hernandez, Michael Shannon, Gary Stretch, William Mapother, Jon Bernthal, Lucia Brawley ve Frank Whaley olmuş. Filmde ayrıca o günkü kurtarma operasyonuna katılmış gerçek itfaiyeci, polis ve sağlık görevlileri de yer almış.

    Dünya Ticaret Merkezi ile Oliver Stone, kariyerini belirleyen temaları yeniden keşfetme olanağı bulmuş. Ünlü yönetmenin bu konudaki sözleri şöyle: 11 Eylül olgusuna bu şekilde kişisel, aslına uygun, yalın ve sade- yaklaşmak beni epeyce zorladı. Olabildiğince gerçekçi bir film yapmaya çalıştık. Kulelerin enkazında 24 saat mahsur kalan iki insanın öyküsünü anlatırken öncelikle şu soruları sorduk: Bir insanı canlı tutan unsurlar nelerdir? Böylesine zor koşullar altında bile hayatta kalmalarını sağlayan nedir? Birbirleriyle iletişim kurmasaydılar veya aileleriyle ilgili deneyimlerini paylaşmamış olsaydılar büyük olasılıkla ölmüş olacaklardı. Sonuçta ben bu insanların tamamen kişisel ve spritüel sebeplerle hayatta kalabildiğine inanıyorum.
#15.09.2006 12:05 1 0 0
  • "Boşanacakken benim kitaplarımı okuyup bir araya gelen çiftler oluyor"

    Robin Sharma: "Sanki iyi yemek yemek, iyi araba sahibi olmak gibi hayatın zevklerinin yaşanmasına karşı çıktığımı düşünenler olabiliyor. Aksine beni okuduktan sonra multimilyoner olduğunu söyleyen de boşanacakken vazgeçip bir araya geldiğini anlatan çiftler de var"



    Robin Sharma'yı büyük ihtimalle birçok kişi gibi "Ferrari'sini Satan Bilge" kitabıyla tanıyorsunuz. İşte zaten de bu kitap yüzünden herkes onun Ferrari'sini sattığını düşünüyor. Hem de binlerce kez hiç Ferrari'si olmadığını söylemesine rağmen. Ayrıca insanların mutlu ya da başarılı olması için arabalarını satmaları gerektiğine inanmıyor. Kitabının Ferrari satışlarına kötü bir etkisi olmadığını da söylüyor. Hatta buradaki bir Ferrari bayisinde kendi imzaladığı bir kitap duruyor. "Bu sadece bir kitap ismi. Ve ben başlık bulma konusunda yetenekliyimdir" diyor. Ama Ferrari'lere meraklı. Çekim için gelen Ferrari'yi uzun uzun inceliyor, çok beğendiğini söylüyor.
    Türkiye ve dünya listelerinde yıllardır ilk sıraları kimselere bırakmayan Sharma, İstanbul'daydı. Kitaplarını okumadıysanız şöyle özetleyebiliriz... İnsanların kendi içlerine bakmaları gerektiği, daha iyi, mutlu, başarılı bir hayat için neler yapabilecekleri konusunda yazıyor. Basın toplantısında dans ettiren, meditasyon ve masaj yaptıran bir adam. Kitaplarındaki "mesajlarını" tekrar tekrar aynı heyecanla anlatabiliyor. Hatta öyle bir halde ki "Çocuklarınızla ne yaparsınız?" sorusunun da, "Nasıl eğlenirsiniz?" sorusunun da ucu bir şekilde odaklanmaya, daha iyi bir hayat yaşamaya geliyor. Bakıyorum yine "Ölüm döşeğinde pişman olmamak lazım"ı konuşuyoruz. Sakin, kibar, güler yüzlü, ufak tefek bu adam kitaplarından, yaptıklarından, hayatından çok memnun görünüyor.
    Çok çalışkan. Tüm bu seminerler ve kitaplar arasında Microsoft gibi çok büyük şirketlere danışmanlık, Bill Gates gibi işadamlarına yaşam koçluğu yapıyor. Yetmiyor, 2007'de filme çekilecek olan, henüz yönetmeni ve oyuncuları belirlenmeyen "Ferrari'sini Satan Bilge"de rol alacak. "Ben insanlara risk almalarını, korkularıyla yüzleşmelerini söylüyorum. Bu da benim için öyle olacak" diyor.
    Bu arada bir notum var: "10 yıl önce" dediğine göre tam da "Ferrari" kitabı çıkmadan hemen önce boşanmış. Bu konuda çok konuşmak istemiyor. Demek ki Sharma da böyle şeyler yaşayabiliyor. Zaten o da "Ben de insanım" diyor.

    Bu İstanbul'a ikinci gelişiniz. İlk gelişinizde burayı çok sevdiğinizi biliyorum. Şimdi neler hissediyorsunuz?
    İkinci gelişimle birlikte burayı daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Hele dün gece (perşembe) sihirli gibiydi. Boğaz'ın üstünde bir teknedeydim. Dolunay vardı. Bazen durup "Şu andan daha iyisi olamaz herhalde" demek lazım. İşte öyle anlardan biriydi. İstanbul bir Avrupa kenti ama bir yandan da çok doğuya özgü, bir şark şehri.

    Atölye çalışmaları, konferanslar, imza günleri için tüm dünyayı dolaşıyorsunuz. Tüm bunların arasında o şehirleri gezecek zamanınız kalıyor mu?
    Ne yazık ki çoğunlukla gittiğim şehirlerde çok sıkışık bir programım oluyor. Keşke daha çok vaktim olsa. Ama bazen bir gün boşluğum oluyor. Ben sanat galerilerinde dolaşmayı çok severim mesela. İstanbul Modern'i görmek isterim. Bir de iyi yemeği çok seviyorum. Geçen sefer buraya geldiğimde, hayatımın en güzel deniz ürünlerini, balıklarını yemiştim.

    Kitaplarınızı okuyunca iyi yemeğe de düşkün olabileceğinizi düşünmüştüm zaten.
    Nedense aksine, kitaplarımı okuyan bazı insanlar benim hayattan zevk almadığımı ya da böyle zevklere vakit ayrılmaması gerektiğini düşündüğümü sanıyorlar. Sanki "İyi yemek peşinde olmamalısınız", "İyi bir arabaya sahip olmamalısınız" diyormuşum gibi. İyi yemek yemekte, iyi bir hayat yaşamakta, çok para kazanmakta, başarılı olmakta bir sorun yok. Kitaplarımı okuyan birçok insan da işlerinde daha başarılı oluyor. Ya da daha çok paraları oluyor, daha mutlu bir hayatları oluyor.

    Ama kitaplarınızda da maddiyat ön planda olmamalı diyorsunuz.
    Evet, önemli olan öncelikleriniz. Neyle mutlu olacaksınız... Öncelikleriniz ilişkilerinizdir, iç mutluluğunuzdur. Dışarıdaki hayat için içsel mutluluğunuzdan, kendinizden feragat etmeyin. İyi, harika bir insan olun. Küçük mutluluklardan, güzelliklerden zevk almak için zaman ayırın. Yani dün gece benim yaşadığım dolunay zevki gibi. Ya da bir arkadaşınızla içtiğiniz iyi bir kahve gibi.

    "İmza günlerime ev kadını da, CEO da geliyor"

    Bunlar çok güzel şeyler de bazen bu ufak mutlulukların farkına varmak için, hatta bir arkadaşla dışarıda kahve içebilmek için zamana ve paraya ihtiyaç oluyor. Zaten size de galiba zenginler için kitaplar yazdığınız konusuda eleştiriler geliyor, değil mi?
    Evet, bazen insanlar gelip bu kitapların ancak zengin insanlara hitap edeceğini söylüyor. Ama sonuçta görünen o değil. Eğer imza günlerime gelirseniz, demografik dağılımın ne kadar çeşitli olduğunu göreceksiniz. Ev kadınları, öğrenciler, anneler, yönetim kurulu başkanları, öğretmenler, şairler, atletler, politik liderler, film yıldızları... Bu insanlar her zaman çok daha iyi bir hayat yaşayabileceklerini bilen insanlar. Daha fazla mutluluk, daha fazla eğlence, daha fazla başarı isteyenler.

    Demek istediğim; mutluluk için illa çok paraya ihtiyaç olmayabilir ama ailesine bakmak zorunda olan bir adam, belki de çocuğu da hasta olan biri gece bir de oturup bunlar üzerine düşünemeyebilir.
    Enerji almak için en güzel yollardan biri kitap okumaktır. Kitaplar size ilham verir. İnsanlar bana "Bu kitapları bile okuyacak zamanım yok çünkü hayat mücadelesi içindeyim" diyor. Dışarıdaki mücadelede başarılı olmak için önce siz güçlü bir içsel dünyaya sahip olmalısınız. Şöyle düşünün, uçaklarda bile tehlike anında oksijen maskesi takacaksanız önce kendinize, sonra çocuğunuza takın diyorlar. Yani önce siz kendinizi garantiye alacak, kendiniz iyi olacaksınız ki etrafınızdakilere de yardım edebilesiniz, onlara karşı iyi olabilesiniz. Okumak, belki bir günlük tutmak, belki sabahları sadece 15 dakika kendinize zaman ayırıp hayat hakkında düşünmek... İşte bunlar önce kendinize oksijen maskesi takmanız gibi.

    "Nasıl yaşayacaklarını düşünmek yerine yaz tatillerini planlamaya daha çok zaman ayırıyorlar"

    Siz avukatlık yaparken işinizi bırakıyorsunuz. Şimdi daha meşgulsünüz, doğru mu?
    Evet, daha meşgul olduğumu söyleyebilirim.

    Ama sevdiğiniz şeyi yapıyorsunuz.
    İşte anahtar bu. Yapmam gerekeni yapıyorum. Elbette yoruluyorum ama çok mutluyum. Çok çalışıyorum ama şimdi aileme, sevdiklerime daha çok vakit ayırabiliyorum. Ne istediğimi bildiğim için... Hayatımda istemediklerime de hayır diyebiliyorum. Konfiçyüs "İki tavşanı birden kovalayan adam hiçbirini yakalayamaz" der. Önemli olan odaklanmak. Biz birçok şeyi bir arada yapmaya çalışıyoruz.

    Siz özetle insanlara ne yapmaları gerektiğini söylüyorsunuz?
    Hayatları hakkında, kendileri hakkında düşünmeye başlamalılar. İnsanlar yaz tatillerini nerede geçireceklerine dair plan yapmak için daha çok zaman harcıyor. Böyle yaşayarak da aslında hayatlarındaki en önemli şeyin ne olduğunu anlama yolunda hiç adım atmadan yaşamış oluyorlar. Ve yaşlandıkları zaman, ölüm döşeklerinde "Keşke daha çok risk alsaydım, keşke şöyle bir insan olsaydım, keşke nasıl yaşamam gerek diye daha çok düşünseydim" diyorlar. Bence bir insan için en büyük suç başkalarının istediği hayatları yaşamak. Kendi doğrularınızı, hayatınızı, başarılarınızı yaşamalısınız.

    Ve bu çok zor.
    Ama liderlik de işte bu. Zaten liderlik kolay olanı değil, doğru olanı yapmaktır. Harika bir hayata sahip olmak zaten kolay bir şey değil ki. Sabahları erken kalkmak, insanların içindeki en iyiyi görmek, korkulardan kaçmak yerine korkularla yüzleşmek... Bunlar zor tabii. Ama bunları yapmazsanız ölürken "En değerli şeyimi, hayatımı kaçırdım" diye pişmanlık duyarsınız.

    "İlk konuşmamda sadece 23 kişi vardı, 20'si de ailemdendi"

    Aslında sizden önce de birçok kişisel gelişim kitabı yazıldı. Ya da hayatın anlamıyla ilgili yazanlar... Ayrıca filozoflar... Zaten siz de alıntılar yapıyorsunuz bol bol kitaplarınızda. Erich Fromm'un bir sözünü, Gandi'nin, sonra Platon'un söylediklerini görüyoruz. Siz onlardan daha fazla ne söylüyorsunuz ki? İş söyleyiş şeklinizde mi? Belki samimiyetinizde... Ya da yeni birine mi ihtiyaç vardı? Sonuçta söylediklerinizin çoğu aslında söylenmişti. Niye siz çok satıyorsunuz?
    Bence ilk neden şu: İnsanlar hikayeleri seviyorlar. Ben de bir hikaye anlatır gibi yazıyorum. Hikayeler insanların içlerindeki çocuklarla konuşabilir. İkincisi de çok kişisel bir şekilde yazıyorum. Ve daha sonra konuştuğum insanlar, bir anne de bir CEO da aynı kitap için "Sanki bu kitabı benim için yazmışsınız" diyor. Böyle bir samimiyet olduğu zaman insanlar da o kitabı okumayı seviyor bence.

    Okuyanlar bir de "Zaten bunu biliyordum", "Zaten bence de böyle" diyorlar. Peki o neden yapmıyordun da bu kitaplarla birlikte heyecanlandın?
    Çünkü dediğim gibi kitaplar enerji verir, hatırlatır, ilham verir. İyi bir kitap okuduğunuzda mutlaka neyin önemli olduğunu hatırlarsınız. Hayatın içinde kolaylıkla aslında ne için yaşamak istediğinizi, neler yapmak istediğinizi unutabilirsiniz. Kitaplarla durup geri dönme şansını yakalıyorsunuz.

    Şu anda bir bestseller yazarısınız ama başta yayıncı bulamamışsınız galiba.
    İlk kitabımı ben kendim bastım.

    Yani yayıncı arayışında da olmadınız.
    Hayır. Annem de editörümdü. Babam da satmama yardım etti. Belki şimdi bir kerede 10 bin kişiye birden seminer veriyor olabilirim ama ilk konuşmamda karşımda sadece 23 kişi vardı. Bunlardan 20'si de benim ailemden insanlardı. Başta okuyanlar, dinleyenler tanıdıkları bir-iki kişiye anlatıyordu, onlar da anlattı, sonra bir kişi 10 kişiye anlatmaya başladı ve böyle böyle yayıldı. Aslında benim bütün kitaplarım böyle ünlü oldu.

    Özellikle danışmanlık hizmeti vermek istediğiniz birileri var mı? Mesela "Ben Saddam'ın koçu olsaydım..." der misiniz?
    Aklımda hiç politikacı ismi yok. Ben daha çok işadamlarıyla çalışıyorum. Ama gönlümden sanatçılara, film yıldızlarına, müzisyenlere danışmanlık yapmak geçiyor. Onlar çok renkli, ilginç insanlar. Babam bana hep "Her zaman çevreni senden daha ilginç insanlar sarsın" derdi.

    "Ben de insanım, sinirleniyorum ama artık kontrol edebiliyorum"


    Herkes sizinle hayatın anlamı, mutluluğun yolu konularını konuşuyor. Sizin başka bir hayatınız da yok mu?
    Ben de normal bir insanım. Çocuklarımla kayağa giderim, iyi yemekten hoşlanırım, iyi şarap severim.

    Belki arada sinirleniyorsunuzdur, hep böyle huzurlu değilsinizdir...
    Tabii, kim hiç sinirlenmez ki.

    "Çocuklarımı Türkiye'ye getirmeyi çok isterim"

    Sanki hiç kimseyle tartışmaz, kavga etmezmişsiniz gibi...
    Elbette sinirleniyorum ama söylemeliyim ki artık kızgınlığımı, sinirimi 10 yıl öncesine göre çok daha iyi kontrol edebiliyorum. Benim de iyi günlerim, kötü günlerim, çıldırdığım günler oluyor.

    Çocuklarınızla kayağa gitmek dışında ne yapıyorsunuz ?
    Birlikte okuyoruz, konuşuyoruz, film seyrediyoruz. Doğada yürüyüşlere çıkıyoruz. Starbucks'a gidiyoruz. Ben kahve içiyorum, onlar sıcak çikolata.

    Onlar da sizinle seyahatlere geliyor mu arada sırada.
    Kızım 10 yaşında, oğlum 12. Şimdi başladılar bazı seyahatlere katılmaya. Onları Türkiye'ye getirmek çok isterim.

    Kayak gibi başka ne zevkleriniz var?
    Sinemayı, film seyretmeyi çok severim. En son seyrettiğim "Devil Wears Prada" filmiydi. Okumayı tabii çok seviyorum. Anladığınız gibi iyi restoranlara gitmeyi, iyi yemek yemeyi, iyi şarap içmeyi seviyorum.

    Yemek de yapıyor musunuz bari?
    İyi yemek yapmayı çok isterdim ama yapamıyorum. Ama çok iyi hamur işleri, makarna yaparım. Zaten İtalyan yemeklerini de çok severim. Balık severim. Bir de burada beni bir yere götürdüler, kebapçıydı. Şiş kebaba bayıldım.

    Ama gayet incesiniz, sağlıklı görünüyorsunuz. Hamur işi ve et seviyorsunuz. Kahveye bayılıyorsunuz.
    Çikolataya da bayılırım. Ama bunları her gün yemiyorum ki. Aslında çok düzenli bir diyet uyguluyorum. Haftada bir kez belki hamurişi yiyorum. Çok iyi bir restorana gidersem belki bir çikolatalı pasta istiyorum. Günde sadece bir fincan kahve içiyorum.

    "Kadınlar benim gibi anlayışlı erkekleri beğenir"

    Sizinle bir ilişkiye girmek zor olabilir. Sürekli mükemmel bir adam portresi çiziyorsunuz. Öfkelenmeyen, anlayışlı, güler yüzlü. Bu bazen çok sinir bozucu da olabilir. Karşınızdaki kavga etmek, kapris yapmak, isteyebilir.
    Ben de mükemmel biri değilim, elbette tartışmalarımız olur. Ama çok anlayışlı olduğumu biliyorum. Çoğu kadın da buna değer verir, bence hoşlarına gider. Ayrıca benim de eğlenceli yanlarım vardır bir erkek olarak, çoğu kişi bilmiyor olabilir. Ve hiç beklenmeyen jestlerim, hareketlerim olabilir.

    Ve kadınlar da sürprizlerden hoşlanır diyorsunuz.
    Evet, hoşlanırlar. Bu özelliğime de güveniyorum.


    "Bir çocuk kitabı yazacağım, bir albüm çıkaracağım"


    Siz avukatken işinizi bırakıp bugünlere geliyorsunuz. Avukat olmanızı anneniz istemiş. Avukatlığı bırakıp bu işlere dalınca tepkisi ne oldu?
    Aslında gayet de destekleyiciydi. Ama bir yandan da her anne gibi yanlış yapmamı istemiyordu. Çünkü ben aslında çok başarılı bir avukattım. Aslında büyük bir risk aldım.

    Ama şimdi mutludur. Daha başarılı, mutlu, paralı ve ünlüsünüz.
    Çok mutlu tabii. Benimle gurur duyuyor.

    Bir müzik albümü yapacakmışsınız...
    Evet. Biraz gitar çalıyorum. Daha elektronik, chill out bir müzik olacak albümümüzde.

    "Tarkan hoşuma gitti"

    Hoş, sizden klasik müzik bekler ya...
    Olur mu canım, elektronik müziği, rock'ı çok severim. Hatta biraz Türk müziği duydum ve hoşuma gitti. Tarkan'ı beğendim. Albümde grubumla beraber müziği yapacağız ama ben konuşacağım. Yani aslında anlatmak istediklerimi o CD'lere anlatacağım.

    Çocuk kitabı da yazacakmışsınız..
    Evet, yazacağım. Daha küçüklükten mutluluğu bulmanın önemini, nasıl başarılı olabileceklerini, nasıl iyi ilişkiler kurabileceklerini öğrenirlerse büyüdüklerinde çok daha mutlu olacaktır.
#10.09.2006 12:10 1 0 0
  • Tuval resminin gelişimine katkıda bulunmak ve genç yeteneklerin sanat ortamına kazandırılmasına olanak sağlamak amacıyla Mac Art Gallerynin düzenlemiş olduğu Genç Sanatçılar Resim Yarışması sonuçlandı. Seçici Kurulunu Kaya Özsezgin, Zeynep Rona, Yalçın Sadak, Ahmet Kamil Görenin oluşturduğu yarışmada başarı ödülü Tunca Subaşının Otoportre adlı eserine verildi. 1800'lerde Paris'te ölen komünist bir grubun fotografından yola çıkarak yapılan eserde; "Komünizm"ölmüştür" kült cümlesinden esinlenerek sanatçı kendi portresini de figürlerin arasına katarak içimizdeki komünizmin öldüğünü anlatmaya çalışmaktadır.

    Yarışma sonucunda seçici Kurul tarafından 20 adet eserde Mac Art Galleryde sergilenmeye değer görüldü. 1 Eylül 2006 saat 19.00dan itibaren Mac Art Galleryde görülebilecek olan sergi 15 Eylül 2006ya kadar açık kalacak.

    İşte eseri sergilenecek olan 20 genç sanatçılar;

    87 Ahmet Albayrak
    66 Ayşegül Sağbaş
    03 Bahar Artan
    34 Belma Yıldırım
    44 Deniz Yılmaz
    41 Erkan Yaprakkıran
    67 Gizem Eruysal
    61 Göksu Gül
    55 Hale Işık
    89 Hayal İncedoğan
    16 Medine Irak
    51 Ömer Aydın
    26 Sema Öcal
    18 Senem Denli
    01 Serkan Adın
    80 Serkan Yüksel
    49 Tunca Subaşı
    53 Haluk Aykan
    75 Mihriban Mirab
    20 Ayçe Kartal

    Sanatçıların bazı eserleri;

    noimage
    noimage
    noimage
    noimage
    noimage
    noimage
    noimage
#07.09.2006 17:51 1 0 0
  • Konu: Fedai
    noimage


    noimage
    noimage
    noimage
    noimage

    The Sentinel

    Vizyona Giriş Tarihi
    01.09.2006

    Türü
    Macera

    Ülke
    ABD

    Süresi ve Yapım Yılı
    108 dakika - 2006

    Yönetmeni
    Clark Johnson

    Oyuncular
    Michael Douglas
    Kiefer Sutherland
    Eva Longoria
    Martin Donovan

    Senaryo
    George Nolfi

    Müzik
    Christophe Beck

    Görüntü Yönetmeni
    Gabriel Beristain

    First Ladynin koruması üzerine tehlikeli oyunlar&

    20 yıl önce Amerika Birleşik Devletleri Başkanının hayatını kurşunların önüne atlayarak kurtaran Pete Garrison, Amerikan Gizli Servisinin gözde ajanlarındandır. İş arkadaşlarınca çok sevilip sayılır. Kariyerinin bundan sonraki kısmını başkanın eşinin yakın ve özel koruması olarak sürdürmüştür.

    Garrisonun içinde yaşadığı kodlar, hiyerarşi, planlar, harita ve prosedürler dünyasında, yalnızca gizli olan açığa çıkarsa tehlikedir. Petein ajan arkadaşlarından Charlie Merriweather, kendisiyle oldukça kritik ve gizli bir bilgiyi paylaşmak ister; ama Garrison ile bir araya gelemeden öldürülür. Soruşturmayı yürütmek Gizli Servisin en iyi ajanlarından; kısa süre önceye kadar Garrisonın çok yakın arkadaşı olan David Breckinridgee verilir.

    Garrison, şüphesiz en iyi koruma ajanlarındandır. Breckinridge, araştırmasında tamamen tarafsız kalmaya çalışmakta, sadece delillerle iz sürmektedir; ancak Garrison ile aralarındaki husumet nedeniyle de bunu başaramamaktadır. Breckinridge, Garrisonın karısıyla birbirlerine aşık olduklarına inanmış ve bu yüzden boşanmıştır. Oysa, bu gerçek değildir.

    Yeni mezun, sert ve hırslı genç ajan Jill Marin ise, mezuniyetinin ardından Gizli Servisin en iyi araştırmacısı olduğu söylenen Breckinridge ile çalışmak istemiştir. Birlikte Başkana yapılacağı düşünülen Gizli Servis suikastini ortaya çıkarmaya çalışacaklardır. 141 yıldır böyle bir şey olmamıştır ama delillerin bir şekilde Garrisonı işaret etmesi, onu şüpheli konuma sokar. Garrisonı şüpheli haline getiren her kim ise, onun kimsenin bilmediği büyük bir sırrı olduğunu ve bunu saklamak için her şeyi yapacağından haberdardır. Garrison, peşinde Breckinridge ve Marin ile, hem başkanın hayatını, hem de kendi hayatını kurtarmak için büyük bir kovalamaca içinde bulur kendisini&

    Tarih boyunca ilk kez Gizli Servis içinden biri Başkanın hayatını tehlikeye sokuyor ve First Ladynin koruması üzerine oyunlar oynayarak onu suçlu gösteriyor Fedai, Başkan ve First Ladynin hayatını kurtarmak için and içen Gizli Servis ajanlarına ait politik bir gerilim ve aksiyon filmi. Clark Johnsonın yönettiği filmin başrollerinde Michael Douglas (Pete Garrison), Kiefer Sutherland (David Breckinridge), Eva Longoria (Jill Marin), Martin Donovan (William Montrose), Kim Basinger (First Lady) ve Ritchie Coster kamera karşısına geçmiş. Gerald Petievichin hikayesinden perdeye uyarlanan filmin senaryosunu George Nolfi kaleme almış. Müziklerse Christophe Beck imzası taşıyor.
#28.08.2006 15:01 1 0 0
  • noimage
    Mizahçı ve senaryo yazarı Yılmaz Okumuşun, "Karl Marx Trabzonda doğsaydı" fikrinden yola çıkarak yazdığı "Laz Kapital" adlı kitabı, fıkra tadında yazılardan oluşuyor.
    Gırgır, Nankör, Hıbır, Ustura ve Küstah gibi mizah dergileri ile İnce İnce Yasemince, Kaygısızlar, Baskül Alise ve Tatlı Kaçıklar gibi dizilerin senaryo yazarı olarak tanınan Yılmaz Okumuş, "Laz Kapital" kitabında, hayatın farklı alanlarından konuları, Karadenizin kendine özgü şivesi ve düşünce tarzıyla ele aldı.
    Okumuş, "Laz düşünür" olarak tasavvur ettiği "Laz Marx"ın yanı sıra, Küstah dergisindeki tipleme "Mustafa Kamil Zorti, Tonyalı Hoca ile asistanı Süleyman, Hakan Şükür, Mustafa Topaloğlu gibi "otorite"lerin de "Laz Kapital" hakkındaki düşüncelerine veriyor.

    KİTAPTAN BAZI BÖLÜMLER

    Okumuşun "Laz Kapital"inde, Karl Marxın metanın kullanım ve değişim değerine ilişkin tezleri mizahi dille şöyle anlatılıyor:
    "Efendum meta iki yönlidur. Kullanum değeri ve değişum değeri vardur. Baluk Pazarinun orada bizum uşaklari bir araya toplayup buni örneklerle açuklamak istedum. Foter Osmani koni mankeni yaptum. Ula Foter Osman, 20 kilo hamsin var tamam mi? Tamam Laz Marks emice. Şimdi buni 20 metre kumaşla değişturmek isteyisun... Ula bu dingil tutturdi, "ben değişturmem, hamsimi kimseye vermem. Ula eşşeğun önde gideni, haburaya size Laz Kapitalun can damari olan bir koniyi, değişum değerini açuklayacağum, bu tutturmiş değişturmem diye. Bizum örnek yatti tabii. Keşke hamsi örneği vermeseydum.
    Efendum tahmin edeceğunuz gibi metayla-metayi değişturmek içun 20 kilo hamsiyi sirtuna vurup çarşu pazar gezinmek berbat bir iştur.
    Haydi 20 kilo hamsiyi taşidun ya 20 tane beyuk kütüğün varsa. Ula kütüğü nasil taşiyacaksun? Kütüğün değişim değerini hayata geçurmek, Asteruks ve Hopdeduks dişindaki insan evladi içun imkansuzdur.
    Uzatmiyayim, soninda bütün metalarun yerine geçecek ortak bir değişum değeri bulundi; para. Böylece o zamana kadar sirtinda 20 kilo hamsiyle, 40 kilo tuzla gezinmekte olan insanluk beyuk bir zahmetten kurtulmiştur. Bakunuz, bel ve sirt ağrilari, disk kaymasi paranun bulunmasindan sonra giderek azalmiştur. Ta ki hali saha denen lanet buluşa kadar." Yılmaz Okumuş, kitabın kısa sürede ikinci baskısını yapmasının, "mizahın yadsınmaz gücünü ortaya koyduğunu" söyledi.
#28.07.2006 11:27 1 0 0
  • Fatih Sultan Mehmet ölümünden sonra mumyalanarak mı gömüldü

    Yahya Kemalin hiçbir şiirinde -fetih hadisesini o kadar yücelttiği halde- Fatihten söz etmediğini biliyor muydunuz? Yazılarında da genellikle isim olarak zikredip geçer. Peyam gazetesinde yayımlanan Çamlar Altında Musahabelerinde, Fatihi Bizanslı mühtedi Zağanos Mehmed Paşanın telkinleriyle antik Yunan ve Latin kültürünün önünü açarak Türk Rönesansını (Türk İntibahı Devri) başlatan padişah olarak tahayyül etmiştir. Türk İstanbul konferansında ise, II. Muradın büyük feragat göstererek onu çocuk yaşta tahta oturttuğunu, bu genç hükümdarı tahtın tam sahibi olacağı zaman neler yapmak lazım geldiği üzerinde düşündürdüğünü, bu terbiye içinde yetiştirdiğini, ona planlar hazırlama fırsatı verdiğini anlatır.

    Yahya Kemalin başka bir yazısında da şanlı sıfatıyla söz ettiği Fatihe hayran olduğundan şüphe edilemez. Nitekim denize bakan geniş bir meydana onun bir heykelinin dikilmesini istiyordu. Çünkü o, bir mucize olarak gördüğü fethi gerçekleştiren padişahtı. Abdülhak Hamidin Merkad-i Fatihi Ziyaretinden -ki çok beğendiği ve her vesileyle okuduğu şiirlerdendi- bir mısraını yazılarında da birkaç defa zikretmiştir: Durmuş başında bekler bir kavm türbedarın

    Demir kapak açılınca

    REŞAT Ekrem Koçu tarafından anlatılan bir hadise, Yahya Kemalin Fatihin hayatıyla ilgili her şeyi çok merak ettiğini ve araştırdığını göstermektedir:

    Sultan II. Abdülhamid devrinde, bir yıl, Fatih civarından geçen ana suyolları patlar ve evlerin bodrumlarını su basar. Tam o günlerde Fatih Sultan Mehmed, semt halkından birkaç kişinin rüyasına girerek Boğuluyorum, beni kurtarın! diye yardım istemiştir. Bu rüyalar halk arasında yayılarak kahvehane sohbetlerinin ana konularından biri haline gelir ve hafiyeler vasıtasıyla II. Abdülhamidin kulağına kadar gider. Telaşa kapılarak büyük ceddinin kabrini gizlice açtırmaya karar veren vehimli padişah, bu iş için Fatih İtfaiye kumandanı Mehmed Paşayı -gördüklerini kimseye söylemeyeceğine yemin ettirdikten sonra- görevlendirir. Hemen işe koyulan Paşa, türbede sandukayı kaldırtıp kabri kazdırır. Üç metre kadar derine inildiği halde Fatihin cesedine rastlanmaz. Nihayet karşılarına bir demir kapak çıkar; kapağı kaldırınca bir taş merdiven görür, aşağı inerler. Şahit oldukları manzara hayret vericidir: Geniş bir mahzenin ortasında büyük bir mermer, onun üstünde de bir tabut. Tabut açılınca, büyük hükümdarın mumyalanmış cesediyle karşılaşırlar. Ceset hiç bozulmamıştır, hatta yüzündeki tazeliği aynen korumaktadır. Durum padişaha arz edilir. Mehmed Paşa, padişahın sıkı tenbihlerine rağmen, bu müthiş sırrı bir süre sonra dayanamayıp yakın dostu Mehmed Şerif Paşaya anlatacaktır. O da Yahya Kemale...

    Yahya Kemal işin peşinde

    Yahya Kemalin, şair muhayyilesini tahrik eden bu rivayeti bir hayli ciddiye aldığı anlaşılıyor. Nitekim yıllar sonra bir gün Mehmed Şerif Paşadan dinlediklerini Reşat Ekrem Koçuya anlatarak ondan meseleyi araştırmasını istemiştir. Başka bir gün de Kocataş Yalısıında aynı meseleyi Necmeddin Mollaya sorar. Yusuf Mardin, Kocataş Yalısı Anılarım adlı kitabında, Büyükbabam bu söylentiyi kendisinin de duyduğunu, hatta Meşrutiyet döneminde bu rivayetin tevsik edilmesi düşünülmüşse de, yapılmamış ve işin müphem kalmış bulunduğunu söyledi. Üstad mumyalanma işinin akla uygun düştüğünü, Selçuk hükümdar ve beyleri arasında da mumyalanarak gömülenler bulunduğuna dair kayıtlar görüldüğünü sözlerine ekledi diyor.

    Reşat Ekrem Koçu, 1950 yılında, Resimli Tarih Mecmuasında yayımlanan bir yazısında söz konusu rivayeti Yahya Kemalden dinlediği şekilde anlattıktan sonra, en azından üç kuşak İstanbullu ihtiyarlar arasında dolaşan başka bir rivayetten de söz eder. Fatih, bu rivayete göre, türbesinde değil, camiinin mihrabı altında yatarmış. İmamlar okudukları ayetlerde kaza eseri yanılırlarsa, yer altından gelen bir ses hatayı düzeltirmiş. İki rivayetin birbirini tamamladığını düşünen Koçu, Fatih Camiinin Havariyyun Kilisesinin yerine yapıldığını hatırlattıktan sonra şunları söylüyor:

    Bu kilisenin altında da birçok dehlizlerin, yeraltı yollarının ve mahzenlerin bulunacağı muhakkaktır. Mehmet Paşa rivayeti ile bu halk rivayetini birbirine bağlarsak, mezkur mahzenin cami mihrabının altına rastlaması mümkündür. Ah bu rivayetler hakikat olsa! Bu, dünya ölçüsünde bir hadise olurdu.
#28.05.2006 21:18 1 0 0
  • noimage

    noimage
    noimage
    noimage
    noimage
    noimage

    Vizyona Giriş Tarihi
    09.06.2006

    Türü
    Duygusal
    Ülke
    ABD

    Süresi ve Yapım Yılı
    97 dakika - 2006

    Yönetmeni
    Tom Dey

    Oyuncular
    Matthew McConaughey
    Sarah Jessica Parker
    Zooey Deschanel
    Justin Bartha

    Senaryo
    Tom J. Astle, Matt Ember

    Müzik
    Rolfe Kent

    Görüntü Yönetmeni
    Claudio Miranda

    Bu çocuğun evlenmeye hiç niyeti olmayacak mı?

    Bazı erkeklerin aile kurması için biraz dürtülmesi yeterli olmayabilir. 35 yaşındaki gelmiş Tripp de onlardan biri. Bu yaşa gelmiş olmasına rağmen henüz aile ocağını terk etmemiş. Üstelik evden ayrılıp kendi hayatını kurmak gibi bir niyeti de yok. Bu durumdan bıkkınlık getiren anne-babası, duruma bir çözüm getirmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazır. Sonuçta Trippi evden çıkarabilmek için çareyi oğullarının hayalindeki güzel ve yetenekli kızı ayarlamakta buluyorlar&

    Yönetmenliğini Tom Deyin üstlendiği romantik komedi filmi Düş Yakamızdanın başrollerinde Matthew McConaughey (Tripp), Sarah Jessica Parker (Paula), Zooey Deschanel (Kit), Justin Bartha (Ace), Bradley Cooper (Demo), Kathy Bates (Sue) ve Terry Bradshaw (Al) kamera karşısında. Filmin senaryosunu Tom J. Astle ve Matt Ember birlikte yazmış; müziklerini ise Rolfe Kent hazırlamış.


    Bumerang jenerasyonu evden ayrılmak istemiyor
    Filmde Tripp karakterini canlandıran Matthew McConaughey, portresini çizdiği karakterin evden ayrılmamak için bazı pratik sebepleri olduğunu belirterek şöyle diyor: Olaya Trippin açısından bakarsak, bozulmamış bir düzeni durduk yerde bozmaya hiç gerek yoktur. Ailesinin evinde güzel bir odası vardır. Çamaşırlarını annesi yıkamaktadır. Üstelik bunların hepsi bedavadır. Kısacası harika bir otelde bedava kalmaktadır.

    Ama Paula ile tanışınca herşey bir anda değişecektir. Genç kadında Trippin aradığı bütün özellikler vardır. Zekidir, esprilidir, yeteneklidir ve güzeldir. Ancak Paulanın bu kadar kusursuz olmasının bir nedeni vardır. Anne babasının oğullarını baştan çıkararak evden çıkartması için anlaştıkları profesyonel bir danışmandır o. Paulanın yörüngesine giren Tripp, işte bu gerçeğin farkında değildir.

    Paula rolünü üstlenen Sarah Jessica Parker, portresini çizdiği karakterin aldığı yeni işe hangi açıdan baktığını şu sözlerle yorumlamakta: Paula önceleri Tripp olayını kolayca çözümleyebileceğini düşünüyor. Başla ve bitir türünde hemen halledeceği bir iş olarak görüyor. Ancak onunla tanıştıktan sonra işinin hiç de kolay olmayacağını anlıyor. Tahminlerinin aksine karşısında gayet aklı başında, iyi eğitimli, normal bir genç var. Üstelik diğer müşterilerine kıyasla en az 50 milyar kere yakışıklı. Tek sorunu ise evden ayrılmak istememesi. İşte bunun sebebini bulmak zorunda.

    McConaughey, portresini çizdiği karakterin aslında günümüz Amerikasında 20li ve 30lu yaşlarda olan gençlerin realitesini yansıttığını belirterek şu yorumu yapıyor: Amerikada eskiye kıyasla çok farklı bir durum var. Çocuklar artık büyüdüğü halde evden ayrılmak, kendi başına hayat kurmak istemiyorlar. Bu artık sosyal fenomene dönüştü.

    Yönetmen Tom Deyin bu konudaki yorumu ise şöyle: Filmi yapmadan önce bu konuyla ilgili çok sayıda makale okudum. Yaşını başını aldığı halde hala evde oturmaya devam eden gençlerin durumunu açıklayan yepyeni sosyolojik terimleri keşfetmek eğlenceli oldu. Bu gençler için çocuk ruhlu yetişkinler, bumerang jenerasyonu veya uçuşa geçemeyenler gibi birtakım deyimler üretildiğini gördüm. Ayrıca bu durumun sadece Amerikaya özgü olmadığını, evrensel bir fenomene dönüştüğünü fark ettim. Yaşı geçmesine rağmen hala evden ayrılmayan gençler olgusunu bilmeyen kalmadı. Bu durumun keyifli yönünü izleyiciye aktarabildiysek ne mutlu bize
#26.05.2006 08:38 1 0 0
  • Konu: Bandidas
    noimage

    noimage
    noimage
    noimage
    noimage
    noimage

    Vizyona Giriş Tarihi
    09.06.2006

    Türü
    Aksiyon

    Ülke
    Fransa / Meksika / ABD

    Süresi ve Yapım Yılı
    93 dakika - 2006

    Yönetmeni
    Joachim Roenning, Espen Sandberg

    Oyuncular
    Penélope Cruz
    Salma Hayek
    Steve Zahn
    Dwight Yoakam

    Senaryo
    Luc Besson, Robert Mark Kamen

    Müzik
    Eric Serra

    Görüntü Yönetmeni
    Thierry Arbogast

    Görünüşe aldanmayın, onlar iki azılı banka hırsızı!

    1888 Meksikasında geçen komedi macera filmi Bandidasta biri eğitimli bir Avrupalı, diğer ise bir köylü olan iki kadının yolları, güçlerini birleştirerek başedilmez birer banka hırsızı olduklarında kesişir. Birbirinden güzel bu iki kadını, erkeklerin zor dünyasında çeşitli maceralar beklemektedir.

    Joachim Roennig ile Espen Sandbergin yönettiği Bandidasın başrolleri Penelope Cruz (Maria Alvarez) ve Salma Hayek (Sara Sandoval) paylaşıyor. Fransa Meksika ortak yapımı filmde ikiliye Steve Zahn (Quentin Cooke), Dwight Yoakam (Tyler Jackson), Denis Arndt (Ashe), Audra Blaser (Clarissa) ve Sam Shepard (Bill Buck) eşlik ediyor. Senaryosunu Luc Besson ile Robert Mark Kamenin birlikte yazdıkları filmin müziklerini Eric Serra bestelemiş.
#26.05.2006 08:28 1 0 0
  • Firinlarda fareler cirit atiyor, pastanelerde hamamböcekleri... Tuvalette dondurma yapiliyor. Baklavaya fistik yerine ezilmis bezelye koyuyor adam... Kirmizi biberde kiremit tozu, zeytinde ayakkabi boyasi var... Bayat tavuk beyaz görünsün diye klora batiriliyor, kurtlanmis ceviz beyaz görünsün diye çamasir suyuna... Küflenmis peyniri jel ile harman harmanlayip, taze kasar diye kakaliyorlar... Lahmacun yag külünden... Sucuk desen, kiyilmis tavuk ayagindan... Kemik ögütüp, salam yapiliyor, sosis, horoz ibiginden... Süt, sulu, dönerde bagirsak var; tavuk dönerinde deri... Baharatta, ot sap... Kazanlar les...
    Hal' i pek görmüyoruz ama, pazarlari görüyoruz. Sebze meyve yerlerde... Yer, zaten çamur içind
    Kimi açik helvayi mincikliyor, kimi peyniri parmakliyor... "Gavur" dedigimiz milletler, köpek mamasini bile açikta satmiyor.
    Türkiye' nin yüzde 99' u Müslüman.
    Esnafin da...
    Üreticinin de...
    Zabıtanın da...
    Peki TSE ne yapiyor?
    Helal Gida Standardi çikariyor.
    Neden?
    Domuz haram çünkü...

    HELAL OLSUN HEPİNİZE,
    HEPİMİZE...
#09.05.2006 11:26 1 0 0
  • İster proje aşamasında ister ikinci el konut satın alın. Mutlaka dikkat etmeniz gereken noktalar vardır. Şimdi size konut satın alırken dikkat etmeniz gereken 41 püf noktayı sıralıyoruz.

    1) İnşaat kalitesi

    Demirden çimentoya, sıvadan işçiliğe kadar bütün unsurlar inşaatın kalitesini oluşturur.

    2) Arsa alanı

    Site ve toplu konut uygulamalarında konuta düşen arsa payı önemli. Bu pay arttıkça fiyat da artar. Satın alırken arsa payı geniş olan projeleri tercih edin.

    3) İnşaat alanı

    Binanın oturum alanının arsaya oranı küçüldükçe konut değerlenir. Projede yeşil afan ve sosyal donatılara daha fazla yer verildiği anlamına gelir.

    4) Toplam kullanım alanı

    Konutun kullanım alanı arttıkça fiyat Artar. Konutlarda fiyatlar brüt metrekare bazında belirlenir.

    5) Net alan

    Oda, salon, koridor ve balkonun toplam alanı. Net alanın fazla olması değeri artırır.

    6) Sosyal tesisler

    Spor alanları ve toplantı salonları gibi sosyal tesisler konuta değer katar. Son dönemde sosyal tesisi olmayan proje neredeyse ilgi görmüyor.

    7) Yeşil alan

    Konutun değerini yükseltir. Çevre düzenlemesi her zaman fiyatı artırıyor. Ayrıca yeşil alanların değerlendiriliş tarzı da konut fiyatlarına etki ediyor.

    8) Mevki

    Binanın bulunduğu semt ve ilçe. Kent göre değişmekle birlikte gelir seviyesi yüksek kesimin yaşadığı semtlerdeki konutlar orta ve alt gelir grubunun yaşadığı semtlere göre daha değerlidir

    9) Doğa manzarası

    Doğa manzarası konutlann fiyatını yükseltir. Doğaya yakın olan projeler, ciddi ulaşım sorunu yoksa çok fazla rağbet görür. Aynca ikinci el piyasası hareketli olur.

    10) Güvenlik sistemi

    Binada güvenlik sistemi varsa, bu fıya olumlu yönde etkiler. Özellikle son yıllarda güvenlik, site yaşamının artmasında önemli bir paya sahip.

    11) Spor kompleksi

    Spor yapılabilecek kapalı salon ve saği merkezinin bulunması konutun fiyatını yükseltir.

    12) Kapıcı dairesi

    Binada kapıcı dairesi, villada müştemil bölümü değeri artırır.

    13) Asansör

    Asansörlü binalardaki konutlar, her zar için daha kıymetlidir.

    14) Hidrofor ve su deposu

    Konutta su deposunun ve hidrofor sisteminin bulunması konutun değerini artırır.

    15) Açık otopark

    Binadaki açık otopark alanı konuta değ katar.

    16) Kapalı otopark

    Konutun kapalı otoparka sahip olması fiyatı açısından olumlu avantajdır. Son yıllarda büyük kentlerdeki merkezi lokasyonda yapılan projelerde kapalı otopark anlayışı ön plana çıktı.

    17) Şömine ve barbekü

    Konutta şömine ve barbekü bulunması, konutun fiyatını yükseltir. Şömine ve barbekülü villa ve daireler, bu özelliğe sahip olmayan konutlara göre her zaman daha kıymetli olur.

    18) Balkon

    Konutlarda aranan özelliklerdendir. Genişliği ve birden fazla olması fiyatını etkiler. Özellikle iklimin yumuşak olduğu kentlerde balkon daha önemlidir.

    19) Oda sayısı

    Konutun fiyatını etkileyen bir diğer önemli faktör de oda sayısı. Oda sayısı ve odaların kullanılışlı olması fiyatı artırır.

    20) Satış kabiliyeti

    Konut satılığa çıkartıldığında eğer kısa sürede satılabilecek özellİkteyse daha değerlidir.

    21) Havuz

    Binanın yüzme havuzunun olup olmaması fiyat üzerinde etkilidir. Yüzme havuzlu site ve apartmanlarda konutlar daha pahalıdır.

    22) Ulaşım

    Konuta ulaşımın kolay ya da zor olması fiyata etki eder. Toplu ulaşım araçlarıyla ulaşımın kolay olduğu semtlerde emlak fiyatları her zaman yüksek olur. Ayrıca ulaşım yatırımları bir bölgedeki emlak fiyatları üzerinde doğrudan etkilidir.

    23) Semt özelliği

    Konutun bulunduğu semt fıyatlandırma açısından çok önemlidir. İyi ve seçkin muhitlerde, konutların fiyatı her zaman için daha yüksek olur. Ayrıca ilgi gören meslek gruplarının tercih ettiği semtlerde fiyatlar yüksek olur.

    24) Tapu durumu

    Konutun tapusunun ortak veya müstakil olması fiyat üzerinde etkilidir. Müstakil tapulu evler her zaman için ortak tapulu evlere göre avantajlıdır.

    25) Zemin durumu

    Konutun yapıldığı alanın zemin sağlamlığı fiyatı etkiler. Zemini sağlam olan bölgelerdeki konutlar daha pahalı olur. Deprem dönemlerinde bu tür konutlar değer kaybetmez. Tam tersi değer kazanır.

    26) Isınma

    Binanın ısıtılmasında kullanılan yöntem fiyata etki eder. En pahalısı A tipi binalarda kullanılan fancoil sistemi. Bundan sonra sırasıyla kat kaloriferi, merkezi kalorifer, doğalgaz soba ve normal sobayla ısıtılan konutlar geliyor.

    27) Katı

    Konutun bulunduğu kat fiyat açısından önemlidir. Bodrum, giriş ve en üst katlardaki konutların değeri her zaman düşük olur.

    28) Prim getiri potansiyeli

    Konutun orta ve uzun vadede prim yapabilecek noktalarda olması fiyatına olumlu yönde etki yapar. Maliyetine göre kâr payı az olan projelerdeki konutların prim potansiyeli yüksektir.

    29) Deniz manzarası

    Deniz gören konutlar her zaman daha pahalıdır. Göl ve akarsu manzaraları da konutun değerini artırır.

    30) Alış veriş merkezine yakınlığı

    Konutun alışveriş merkezlerine ve çarşıya yakınlığı önemlidir. Fiyatını yükseltir. Alışveriş olanaklarının zor olduğu bir sitedeki konutlar çok fazla talep görmez.

    31) Aidat

    Merkezi ısıtma ve güvenlik gibi etkenler aidatları yükseltir. Alınan hizmetlere göre aidatların düşük olması konutun bulunduğu apartmanın ve sitenin değerini artırır. Alınan hizmete göre aidatın yüksek olması konut açısından dezavantajdır.

    32) Malzeme kalitesi

    Kapı, pencere, elektrik ve su tesisatında kullanılan malzemenin belli markaların ürünleri olması konutun fiyatını artırır. İthal markalar (Çin hariç) yerli markalara oranla daha değerlidir.

    33) Yapım yılı

    Binanın yapıldığı yıl. Binanın kullanıldığı süre uzadıkça konut fiyatları düşer. (Türkiye'de 1999'dan sonra yapılan binalar, deprem yönetmeliğine göre yapıldığı için, fiyatı çok yüksek olur.)

    34) Bina özelliği

    Büıanın apartman veya bağımsız ev olması fiyat üzerinde etkilidir. Apartmanlarda arsa payı az olduğu için fiyat düşük olur. Villada ise arsa alanına göre inşaat alanının yoğun olması fiyatı yükseltir.

    35) Güneş alma durumu

    Konutun güneş alıp almaması, alıyorsa günde kaç saat aldığı önemlidir. Ayrıca konutta güneş almayan odalann bulunması konutun fiyatını düşürür. Güneye bakan konutlar her zaman daha fazla rağbet görür.

    36) Özel dekorasyon

    Konutta dekorasyon ve dekorasyonun kalitesi fiyatı yükselten etkenler arasındadır.

    37) Kira geliri

    Konutun aylık kira getirişi ve kiraya verilebilme durumu son derece önemlidir.

    38) Depreme dayanıklılık

    Konutun bulunduğu binanın, Deprem Yönetmeliği'ne göre yapılması, konuta değer katar. Bilinçli bir konut alıcısı asla depreme dayanıklı olmayan bir binadaki konutu satın almaz.

    39) Net alanla brüte arasındaki fark

    Konutun net alanı ile brüt alanı arasındaki fark, inşaat kalitesi ve mimarlık durumuyla ilgili bilgi verir. Fark ne kadar az olursa o kadar iyidir.

    40) Refaranslar

    Konutu inşa eden şirketin referansları önemli. Özellikle proje aşamasında konut satın alıyorsanız, şirketin önceki gerçekleştirdiği projeleri araştırın.
#22.04.2006 12:52 1 0 0
  • Araştırmada sıralama, ücret, kariyer olanakları, stres, esneklik ve yaratıcılık potansiyeline göre oluştu.

    Liste sırasıyla şöyle:

    1 - Bilgisayar programcısı.
    2- Üniversite hocası.
    3- Finansal danışman.
    4- İnsan kaynakları uzmanı.
    5- Doktor asistanı.
    6- Pazar analisti.
    7- Bilişim analisti.
    8- Emlak eksperi.
    9- Eczacı.
    10- Psikolog.
#14.04.2006 13:12 1 0 0
#03.04.2006 11:56 1 0 0