Dünyanın en ilgi çekici imparator mezarı olarak kabul edilen, yaklaşık 2 bin yıl önce Çin tarihinin en önemli kişiliklerinden biri olan İmparator Qin Shihuang tarafından inşa ettirilmiş olan ve dünyanın 8. Harikası olarak tanımlanan müzenin diğer adı imparatorun ismini taşıyan Qin Shihuang Mezarlığıdır.
Mezarı yaptıran Qin (M.Ö 259-M.Ö 210), Çin feodal toplumunun ilk imparatoruydu. Çin'i birleştiren ilk hükümdar olan Shihuang döneminde Çin siyasal güçlenme aşamasına başlamıştır.
O zamanlar imparatorlar kendileri için lüks mezarlar hazırladıklarından, Qing Shi huang da daha 13 yaşındayken, tahta çıkar çıkmaz hemen mezarını hazırlamaya başladı. Başlangıçta yüksekliği 120 metre, genişliği de 500 metre olan bu mezarın günümüzdeki yüksekliği 76 metre genişliği de 100 metreye kadar indi. Tarihi kayıtlara göre, yaklaşık 20 milyon nüfuslu Qing İmparatorluğu'nda 700 bin kişi bu mezarın inşasında çalıştı.Mezar hem dev bir imparator sarayı gibi, hem de bir savunma kenti gibi görünmektedir. Qing Shihuang, hayatı boyunca kullandığı her şeyi bu yeraltı mezarına taşımıştır. Çocuk doğurmayan cariyeler ve mezarı inşa eden ustalar bile onunla birlikte toprağa gömülmüştür. Bunun amacı cariyelerin başkalarıyla evlenmesini ve mezarın bilgilerinin dışa sızmasını önlemekti.
Qing Shihuang, önceleri 4000 çocukla birlikte toprağa gömülmek istiyordu ve vezirine böyle emir verdi. Vezir de halkın isyan etmesi önlemek için Qing Shihuang'a gerçek gibi görünen asker ve at heykelleri yaptırılmasını önerdi. Qing Shihuang, bu öneriyi beğendi ve yeniden emir verdi.
Terra Cotta askerleri ve atları 20.yüzyılda ortaya çıkarılan en önemli ve en görkemli arkeolojik kazıdır. Çalışmalara hala devam edilmektedir. Şu ana kadar 500 asker heykeli, tahtadan yapılmış savaş 18 arabası, 100’den fazla at heykeli çıkarılmıştır.
Müzede sergilenen asker ve at heykelleri toplam 3 dev çukurda bulunmaktadır. Tahminlere göre, bu 3 çukurdan 8000'den fazla heykel çıkarılacaktır. Heykellerin hiç biri birbirine benzememektedir ve canlı gibi görünmektedir. Heykellerin hepsi, Çin'in ilk imparatoru Qing Shihuang'ın koruma birliğindeki askerlere göre yapıldı. Asker heykellerine dikkatli bakılınca, nereli oldukları da anlaşılmaktadır. Çünkü Çin'in doğu ve batısında yaşayanların görünüşleri farklıdır.
Heykellerden en ağır olanı 300 kilo, en hafif olanı ise 100 kilo kadardır. Bu heykel askerlerin ortalama boyu, 1 metre 80 santimetre civarındadır. Qin Shihuang Mezarı’nın büyük tarihi değer taşımasından dolayı, Qin Shihuang Mezarı ve Yeraltı Heykel Ordusu, 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları Listesi’ne alınmıştır
.
Son Günlerde Gözlerim Söz Dinlemez, Yağmurları Andırır Oldu....!
Dilim Suskuluğu Yüreğim İse " Son " Zamanların Küskünlüğüyle Boğuldu....!
Zordu Çınar Ağacı Gibi Olupta , Her Şeye Göğüs Germek....! Zordu.....!
Beklentimde Yok Ey Hayat....! Senden Şimdi Küstürdüğüm Yüreğim,
Suskunluğu Tercih Eden Dilim , Bende Kalan Son Hazine Gibi....!
Onuda Almak İçinse Uğraşın Al Be Senin Olsun......! BEN YAŞARKEN ÖLENLERDENİM......!
DAHA NE OLSUN...! Daha Ne Duymak İstiyorsun...!
Her türlü kaygıyı ve endişeyi yarına yükleriz. Yarın geldiğinde onunda “yeni bir bugün” olduğunu görür ve hiç zaman kaybetmeden yine işlerimizi “yarına” bırakırız.
Sevgimizi vermek, işimizi yapmak, bir şeyleri paylaşmak için yarını beklemeye başlarız. Yine korkularımız depreşir en acı haliyle. Ve yarın gelmez. Çünkü yeni günün adı yine “bugün”dür.
Elimizde var olan tek zaman dilimi aslında “Şu andır” Geleceğinizi belirleyen; şu an düşündüğünüz, yaptığınız, söylediğiniz her şeydir. Gelecek de başka bir şu andır.
Öyle ise bir şey yapacaksanız, elinizdeki büyük fırsatı kullanın ve “bugün”, “şimdi”, “şu an” yapın ya da “gelmeyecek sonsuz geleceğe” erteleyin.
Kapalı kavanozlardaki bal kristalize olur ve sertleşir. Ancak bu, bozulduğu anlamına gelmez.
Açılmış ve kapağı kapatıldıktan sonra bir yerlerde unutulmuş bal kavanozlarını yıllar geçtiğinde bulsanız bile içerisindeki balın bozulmadığınız görürsünüz. Arkeologlar yapılan kazılarda hiç bozulmamış ballara rastlamaktadır. Peki, nedeni nedir? Buzdolabında unuttuğunuz bir parça makarna veya sebzenin çok değil sadece 1 hafta sonra tanımsız bir şekil aldığına şahit olabilirsiniz. Ancak aynı şey bal için geçerli değildir.
Bakteriler içerisinde bulundukları yiyeceklerdeki şeker ve diğer maddelerle beslenir. Bir müddet sonra atık olarak asit ve diğer kimyasalları salgılarlar. Bu kimyasallar besinlerin renk, koku ve tadında değişikliklere sebep olur.
Diğer pek çok yaşam formu gibi bakteriler de yaşamak için suya ihtiyaç duyar. Yiyeceklerin hemen hepsi içeriğinde su barındırırken balda neredeyse hiç su yoktur. Bu da, bakterilerin üremesi ve yaşaması için uygun koşulların var olmamasını sağlar. Balın içerisindeki çok az su bakterilerin yaşaması için yeterli değildir. Kapağı açık halde saklanan bal, havayla etkileşime girerek bozulacaktır. Ancak kapağı açılmayan bir kavanozdaki bal, yüzyıllar boyunca bozulmadan kalabilir.
İnsan hayatının ilk 28 günlük sürecine yenidoğan dönemi denir. Zamanında doğan yenidoğan bebeklerin %60’ında; erken doğan bebeklerin ise %80’inde yenidoğan sarılığı görülür. Yenidoğan bebeklerde görülen sarılıkların çoğu fizyolojik sarılıktır; yani belli bir tehlike sınırını aşmaz ve bir iki haftada kendiliğinden geçer.
Yenidoğan sarılığı nasıl oluşur?
Sarılık bilirubin adı verilen, cilde sarı rengi veren bir maddenin kandaki seviyesinin yükselmesi ve deride birikmesi sonucu oluşur. Yenidoğan bebeklerin kırmızı küre hücreleri (alyuvarlar) daha fazla olduğu için onların yıkımı (parçalanması) neticesinde bilirubin maddesi ortaya çıkar. Doğumdan önce bebeğin bilirubinini annenin karaciğeri temizler; doğumdan sonra ise bebeğin karaciğerinin bilirubini temizleyebilecek kapasiteye erişmesi birkaç gün alır; bu arada karaciğer tarafindan yeterince atılamayan bilirubin artarak sarılığa neden olur.
Yenidoğan bebeklerde sarılığın erken tespiti ve takibi oldukça önemlidir çünkü, sarılık çoğunlukla kendiliğinden geçse de, bazı durumlarda bilirubin yüksek seviyelere ulaşıp beyin hasarına neden olabilir. Bu yüzden sarılığı olan yenidoğanların özellikle ilk bir hafta-on gün içindeki doktor takipleri son derece önemlidir. On günden sonra kan beyin bariyeri kapanarak bilirubinin kandan beyne geçmesinin engellendiği kabul edilir.
Fizyolojik sarılık
Fizyolojik sarılık genellikle hayatın ikinci günü başlar, üç ve dördüncü günlerde en yüksek seviyesine ulaşır, daha sonra giderek azalır.
Benim hiç ütülü kıyafetim olmadı, hiç öf diyemedim,
hiç sıcak çorba içemedim , yatak düzlemesini de bilmem…
Çok iyi bir babam var mesala..
Başka çocukları seven, başka çocuklara şeker alan, onlara hikaye anlatan...
O çocuklar da seviyor babamı, baba diyorlar hatta.....
Söyler misiniz? Sizin hiç babanız başka çoçukları sevdi mi?
Bir de anneleri var o çocukların; annemin yatağında yatan anneleri..
Ellerinden tutup gezdikleri, ağladıklarında susturduğu ,
acıktıklarında çorba yapan anneleri…
Ben sevmezdim gezmeyi, ağlamam da hiç…
Yalan söyledim evet.. ağlıyorum ben.
Ağlıyorum, ama kimse susturmaz beni…
Kazanan her zaman çözümün bir parçasıdır,
Kaybeden her zaman problemin bir parçasıdır
Kazananın her zaman bir programı vardır,
Kaybedenin her zaman bir özürü vardır
Kazanan "Bu işi senin için yaparım" der,
Kaybeden "Benim işim değil ki" der
Kazanan her sorunda bir çözüm görür,
Kaybeden her çözümde bir sorun görür
Kazanan "Uzak ama yolu biliyorum" der,
Kaybeden "Yakın ama yolu bilmiyorum" der
Kazanan çakılların yanındaki çimeni görür,
Kaybeden çimenin yanındaki çakılları görür
Kazanan "Zor olabilir ama mümkün" der,
Kaybeden "Mümkün ama çok zor" der
Kazanan konuşmak yerine yapar,
Kaybeden yapmak yerine konuşur
Kazanan ağlamak yerine çalışır,
Kaybeden çalışmak yerine ağlar
Kazanan beynini çalıştırır,
Kaybeden çenesini ...
Eleştirel aklın peşinde, nerden geldiğimiz, ne için yaşadığımız, nereye gittiğimiz sorularına karşı üretmeye çalışacağımız
her cevap bizi daha çok ‘insan’laştıracaktır.
İnsan olarak doğmayı seçmediğimiz doğru. Ya da en azından böyle bir seçimi hatırlamıyoruz. Fakat buradayız, nefes alıyoruz ve bu yazıyı okuyoruz.
Milyarlarca canlı arasında kendini her gün geliştirebilecek bir potansiyel ile doğan yegâne canlılarız. Diğer tüm canlılar için hayat standart geçirilen bir yaşam formu sadece.
Bir karanfilin “Geçen yaz kırmızı açtım hadi bu yaz da beyaz açayım.” dediğini hiç duymadık. Ya da bir leyleğin “Afrika çok uzak kardeşim bu kış eve doğalgaz bağlatacağım, bir yere kıpırdamayacağım.” duyanımız yoktur. Bir ağacın beğenmediği yerini değiştirmesi, bir timsahın çok güzel diye bir ceylanı yemediğini, Ay’ın “Her gece her gece bıktım yahu, bu gün vuracağım başımı yastığa, doğmayacağım.” diye oflanıp pufladığına hiç şahit olmadık. Olmayacağız da.
Aklın denizi kalptir.
Gelişmek yaşamak yakıtıyla çalışır. Her tebessüm, her güzellik, her çaba, her okuma, her düşünme, her yenilenme gelişmenin yakıt ikmalidir.
Gelişmeye, daha çok düşünmeye, daha çok sorgulamaya, daha çok yenilenmeye karşı sorumluluk alarak büyür insan.
İnsan olmanın sorumluluğunu taşımaktan korkmayalım. Zira yükte hafif pahada ender nadirlikteki bir zenginliktir bu.
Hayat, para, giysiler, girmeyi başardığın ya da başaramadığın okullar da, çalıştığın işler değildir.
Hayat çok arkadaş sahibi olmak ya da yalnız olmak,
kabul görmek ya da görmemek değildir.
Hayat bunlar degildir.
Hayat; kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir.
Kendin için neler hissettiğindir.
Güven, mutluluk ve şefkattir.
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır.
Hayat;
kıskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir.
Neler söylediğin ve ne demek istediğindir,
söylediklerinin arkasında durmandır.
İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini, olduğu gibi görmektir.
Her şeyden önemlisi; hayatını,
başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir.
İşte hayat,
bu seçimlerden ibarettir.
Şerefle bitirilmesi gereken en asil görev, hayattır.
Bir lokma ekmek için şerefini çiğnetmeye,
bir anlık eğlence için servetini tüketmeye,
bir zamanlık mevkii için insanları ezip geçmeye,
günlük menfaatlar için onurunu terk etmeye,
bir kısım insanlara kızıp tüm insanlara düşman olmaya
değmez bu hayat...
Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez.
Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol.
Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol.
Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma.
Seni seviyorum derken inanarak söyle.
Özür dilerken karsindakinin gözlerinin içine bak.
İlk görüşte aşka inan.
Asla başkalarının hayalleri ile dalga geçme.
Derinden ve inançla sev.
Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam anlamıyla yaşayamazsın.
Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş.
İnsanlar hakkında konuşulanlara inanip, onlar hakkında karar verme.
İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz.
İnsanlara beklediğinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol.
Yavas konus ama hızlı düşün.
Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşir.
Eğer kaybedersen aklını da kaybetme.
Üç S'yi unutma:
Sevgi - herkese,
Saygı - kendine, başkalarına,
Sorumluluk - Tüm hareketlerin için.
Eğer hata yaptıgını farkedersen, hemen onu düzeltmeye bak,
bile bile devam etme.
Konuşmayı sevdiğin biriyle evlen. Yaşin ilerledikçe sohbet her şeyden fazla önem kazanacaktir.
Anneni sev, say, ara.
Şunu bil ki, bazen sessiz kalmak en iyi cevaptır.
Sevdiklerinle tartışırken, o anı önemse, geçmişi kurcalama.
Satır aralarını da oku, bilgilerini paylaş.
Bilgi insani kuşkudan, iyilik acı çekmekten, kararlılık korkudan kurtarır.
Dua et. Büyük güç verir.
Düşün. Daha da büyük güç verir.
Öperken gözlerini kapamayan sevgiliye güvenme.
Bazen istedigin bir şeyin olmaması senin için bir şanstir.
En iyi ilişkin, birbirinize olan sevginiz, birbirinize ihtiyacınızdan fazla olduğu zaman olacaktır.
Şunu bil ki; karakterin senin kaderindir.
Sınırsızca sev, her gönülde çiçek olacağina, bir gönülde buket ol.
Sevgi için kollarını kapalı tutma, sonra kendinden başka tutacak şey bulamazsın.
İçinden ne geliyorsa yap. Doğal ol.
Mutluluk, sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir.
Gülmek için mutluluğu bekleme, sonra tebessüm bile edemezsin...
Hani ucu, girdiği kilit yerinden biraz kısa olur da, ikide bir de acılır ve hiç kapanmaz ya? işte ondan...
Sivri ve kımıldadıkça kalbe batan,benliği hareket ettiren cinsten...
Hiçbir yere atamıyor, yok sayamıyorum. Çengelli bir iğne gibi iğnelendi kalbime ve ben bu delik kalple yaşıyorum sanki...
Delik kalbimin, yüreğimin en ücra köşelerine kadar hissediyorum boşluğu, yokluğu...
Aynı uykuyu uyumak istiyorum aslında onunla...
Aynı anda aynı yatakta beraber uyumak değil kastettiğim. Ayrı coğrafyalarda da olsak, ayrı mekanlarda da bulunsak aynı uykuyu uyumak, aynı rüyayı görmek...Göz bebekleriyle, beynin arasında gidip gelmek, kalbindeki uykuya dalmak istiyorum.
Ve uyandığımda keşke gerçek olsa diyorum...
Bana bıraktığı aşk gibi yarım yaşıyorum şu günlerde herşeyi...
Başlayıp da bitiremediğim yazılarım, sonuna kadar gelip de okuyamadığım kitaplarım, dalgın dalgın yürüdügüm yollarım, son kelimesini bir türlü söylemediğim cümlelerim var.
Her şeyi aşkımız gibi paramparça yaşıyorum. Sanki bütün dünyam, dudağımdaki yarım bir öpücüğün tadında artık...
Saçmalıyorum, saçma sapan cevaplar veriyorum. Acı veren o gerçeği, kimselerle paylaşmadıkça da sevdiklerim korkuyor benden.
Duvar oluyorum bir anda...
Aşamadığım, kimselerin aşmasına izin vermediğim bir duvar!
Ne onu yaşabiliyorum, ne de sevdiklerimle mutlu olabiliyorum.
Hiçbir çözümü olmayan matematik problemi gibi, cevabı olmayan bir soru gibi beynimi kemiren acıtıcı bir duygu bu...
Acı çektikçe mi yazı yazıyorum, yazdıkça mı acı çekiyorum bilmiyorum.
Bunca acıya rağmen hala niye mi seviyorum?
O gidince yalnız kalmayacağımı biliyorum, ama onsuz kalabalıklardan daha büyük bir yalnızlık olamayacağının da farkındayım..
Sürekli olumsuz düşünen insanlarla bir arada olursanız onlardan etkilenmemeye imkan var mı? Onlar çevrelerine, olumsuz duyguları ve kırık umutları yayarlar. Bu insanlar bunu bilerek yapmazlar. Onlar kendilerini meydana getiren şartların ve içinde bulundukları durumun görüntüsünü davranışlarında tezahür ettirirler.
Dünyada olumsuz düşünerek mutlu olan ve çevresine mutluluk veren bir insan yoktur
Hayatınızda olaylara kötümser ve olumsuz bakan insanlara yer verip, onlarla birlikte olursanız, bu insanların bütün olumsuz özelliklerini siz de edinmeye başlarsınız. Ne pahasına olursa olsun, böyle insanlardan hemen uzaklaşmalısınız. Siz onların olumsuz sözlerini duydukça, en sonunda onlardan etkilenecek ve onlara inanmaya başlayacaksınız. Ulaşmak istediğiniz hedefleriniz, hayalleriniz varsa, sizinkilere benzeyen düşler kuran insanlarla birlikte olun.
Sürekli öfkeli, üzgün yaşayan ve olaylara olumsuz bakan insanlarla birlikte olursanız, iyimser, neşeli, başarılı ve coşkulu halinizi unutur, bu insanların bütün olumsuz davranışlarını edinmeye başlarsınız. Duygularınızı motive edecek, sizi geliştirecek ve sizi yüreklendirerek harekete geçirecek insanlarla birlikte olun.
Yanınızdaki bir arkadaşınızı bir yakınınız, bir komşunuz veya ailenizden birisi, bir işe başlayacağınız sırada size: "Sen bu işi yapamazsın, bu işi başaramazsın." derse, bu olumsuz iletişimden etkilenerek, kendi yeteneğinizden, kendi gücünüzden kuşkuya düşersiniz. Böyle olumsuz davranan, olumsuz mesaj veren insanlardan uzaklaşmalısınız. Yoksa hayallerinizin gerçekleşmesini engellersiniz.
Sizin ulaşmak istediğiniz bir hedefiniz, gerçekleştirmek istediğiniz hayalleriniz varsa, sizin gibi düşler kuran insanlarla beraber olun.
Hipnoz, bilinçdışına açılan gizemli bir kapı, zihni anlamada bir rehberdir.
Bilinç kaybolmaz, aksine yüksek bir algılama kapasitesi ile zihnin değişik katmanlarında dolaşır.
Hipnoz, kişinin o anda gerçeğin farkında olmasına rağmen ondan ayrı olduğu hissine sahip olduğu yoğun bir fiziksel ve zihinsel rahatlama durumudur.
Ronald Shon' a göre "doğal yoldan bilinçdışına ulaşarak kişinin kapasitesinin tümüne yetişmesi, yeteneklerinin sınırına ulaşmasıdır" buna göre yeteneklerimizin ancak sınırlı bir bölümünü kullanmaktayız.
Hipnoz, kişinin sahip olduğu yeteneklerin daha fazla bir bölümünü kullanmasına yardımcı olan bir araçtır.
Farklı bir bilinç ve algılama durumudur.
Bilinç, hipnoz sırasında kaybolmaz aksine yüksek bir algılama kapasitesi ile zihnin değişik katmanlarında dolaşır.
Modern hipnoz, kendi içsel gerçeğinize bir yolculuktur ve bu yolculukta aslında ne kadar güçlü olduğunuzu anlarsınız.
Üzdüler dimi seni, kırdılar, canını sıktılar
Bırakıp gitmek istedin ne varsa.
'' Allah belasını versin '' dediğin anlar oldu mutlaka.
Gözyaşın aktı,
Annenin öpmeye kıyamadığı yanaklarına.
Çıkmak istemedin evden, bazen sarılıp yastığa.
Kimsede hissedemediğin sıcaklığı aradın yatağında.
Üs-tüne üstüne geldiler,
Anlamını yitirdi sevdiğin ne varsa.
Yaklaş bir şey söyleyeceğim kulağına.
'' Boş-ver aptal onlar halden anlamazlar. ''
Sen kendine iyi bak.
İyi beslen, sıkı giyin.
Çorapsız yere basma.
Gördün işte kimsen yok senden başka.
İçindeki çocuğun ellerini bırakma.
...ve sıkı sıkı sarıl inandıklarına !
Keçiler, tüm dünyada "inat"ları ve "tırmanma" kabiliyetleri ile bilinirler. Ama neredeyse düz denebilecek yapıdaki bir duvara tırmandıklarıhiç görülmedi.
İtalya'nın kuzeyinde Alpler üzerinde yer alan Cingino Barajı'nın duvarında düz yoldaymış gibi dolaşan keçileri görenler, gözlerine inanamadı.
Yaklaşık 50 metre yüksekliğindeki Cingino Barajı setinin üzerinde hiçbir tehlike yokmuşçasına dolaşan keçiler, herkeste şaşkınlık ve merak uyandırdı.
Uzmanlara göre lezzetli küçücük bir ot parçasının bile bulunmadığı duvara böylesine tehlikeli bir tırmanışın tek nedeni var: Baraj duvarını oluşturan kayalardaki tuzu yalayabilmek.