Çivi ve telle yapılan,unutulmaya yüz tutmuş filografi sanatının büyüleyici ÖRNEKLERİ:
Filografi ahşaP bir zemin üzerine çakılmış çiviler arasından teller geçirilerek,
belli örgü teknikleri kullanılarak çeşitli desenler meydana getirilmesi sanatıdır.
Doğar doğmaz ayağına geçirilen pembe patikler sana yumuşak başlı, sessiz ve uyumlu olmanı fısıldar.
“Öyle rahat oturma,
sesli gülme,
eteğine dikkat et,
yürürken önüne bak” demenin kibarıdır ve kuralları ayaklarından bağla***** uygulatmaya başlarlar.
Özgürlükler kapısı rengi olan mavi patik yerine pembe giymek zor zanaattır.
Çocukluktan başlayan uyarılar ve baskılanmalar, patik boyutunun büyümesine bakmaz ve ilerde de devam eder.
“Sen kadınsın, evinin kadını olacaksın” denir.
Giderken gelirken sormak izin almak zorundasın.
Önce mavi patikli ve soyadını taşıdığın babandan, sonra gene mavi patikli soyadını aldığın kocandan.
“Erkeğe ses edilmez, adam dışarıda bin tane kişiyle uğraşıyor ekmek parası için” denir.
Sanki kadın da dışarıda çalışmıyormuş gibi.
“Kadın dediğin evini pırıl pırıl tutar” denir.
“Mavi patikli ev işi mi yaparmış” denir.
Sanki mavi patiklinin dışarıda çalışarak sırtlandığı yükün bir kısmını o pembe patikliler almamış gibi.
Hadi bunları sindir. Tabi sindirebilirsen..
Mavi patik giyenler aldatır.
“Mavi patiklidir, yapmış bi hata, pembe patikli affedici olmalıdır” denir.
“Bak mavili pembeli patikler giydirilmiş çocukların var” denir.
“Büyüklük pembe patikli de kalsın” denir.
Dayanamayıp boşansa, “boşandın da noldu, patikli çocukların mavi patikli babalarından oldu, senin de adın pembe patikli dul oldu” denir.
Bu dedikodu ve akıl vermeler her ne renk patik giymiş olursa olsun her insan tarafından söylenir ve uzar da uzar…
Peki aksi durumda;
Pembe patikliye iftira atılsa, öldürülür. “Mavi patikli namusunu temizlemiş” denir. Konu kapanır.
Ağlarsın.
“Pembe patikli işte hemen ağlar” denir.
Gülersin.
“Pembe patiklisin, bu kadar gülme” denir.
Susarsın.
“Sen ne biçim pembe patiklisin. Başkalarının pembe patiklileri böyle mi? Fıkır fıkırlar Allah için” denir.
Konuşursun.
“Pembe patikli milleti işte. Dır dır başının etini yer” denir.
Fikir verirsin.
“Sen ne bilirsin ki” denir.
Söylemezsin.
“Sen ne bilirsin ki” denir.
Eleştirirsin.
“Sen benim ailem hakkında konuşamazsın” denir.
Sessiz kalırsın.
“Zaten sen olduğu günden beri içten pazarlıklıydın” denir.
Yaşarsın.
“Vurdumduymazsın” denir.
Ölürsün.
“Zaten hep böyle hastaydı” denir.
Pembe patikli olmak zor zanaat.
Ne yapsan yaranamazsın bu dünyada.
Öbür tarafa göçeyim dersin.
“zaten cehennemin yarısından fazlası pembe patikli olacakmış” denir...
Beni mi Arıyorsun Sevgili..!
Yarım Kalmış Hikayeleri Oku...
Yolun Ortasında Terkedilen Bir Kimsesizi Dinle...
Sensiz Geçen Saatlere Adı Konulmamış Yaşanmışlıklara Sor...
Kaybedilen Umutlarda Enkaz Altlarında Ara...
Beni Bulacak Olursan Sakın Yaklaşmaya Kalkma!
Kırıklarım O Kadar Keskin ki Dokunursan Ellerini Kanatır...
Yaralarımda Bir O Kadar Derin İçine Herşeyinle Seni Hapsettim...
Dokunursan Canın Acır, İçin Sızlar...
Dayanamazsın...
Paramparçayım...
Her Bir Parçam Ayrı Yerde...
Kolay Dağıttın Ama Toplamaya Gücün Yetmez..
Haktan gayrısına aman dilemedik ki
Elif gibi doğru olduk eğilmedik ki
Ne sellerle cebelleştik yenilmedik ki
Umutların eksilmesin başaracağız
Bugünler zor çetin ama atlatacağız
Sabır denen o taşları çatlatacağız
Yürek yüreğe verince dağlar düz olur
Sabır bilen gönüllere kışlar yaz olur
Büyük aşkın derdi büyük yar da naz olur
Umutların eksilmesin başaracağız
Bugünler zor çetin ama atlatacağız
Sabır denen o taşları çatlatacağız
Bir yazar yazı yazmak için okyanus sahillerinden birine gitmişti. Sahilde yazı yazmayı çok seviyordu. Çünkü deniz manzarası ve sesi onun kafasını tamamen boşaltıyor ve kendini çok iyi hissediyordu. Yazılarını genelde balkonda deniz manzarasına karşı yazardı.
İlerleyen zamanlarda sahilde bir genç gözüne takıldı. Genç sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapıyordu. Ve sonra bir şeyin daha farkına vardı. Genç her gece hep aynı saatte geliyor, saatlerce sahilde garip hareketler yapıyor ve gidiyordu. Yazar artık yazı yazmayı bırakmış her gece genci izliyordu.
Bir gece yine daktilosunu masanın üzerine koydu, bir fincan kahve aldı ve yazısına başladı. Tam o sırada yine genç çıkageldi. Artık merakı o kadar çoğalmıştı ki dayanamayıp sahile gencin yanına indi. Biraz yaklaşınca, gencin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa attığını fark etti. Gence bunu niye yaptığını sordu.
Genç adam birazdan suların çekileceğini, eğer bunu yapmazsa, sahile vuran denizyıldızlarının öleceğini söyledi. Yazar gözünü sahile, uçsuz bucaksız kumlara çevirdi. Milyonlarca denizyıldızı sahili doldurmuştu. Gencin çabasının ne kadar da beyhude olduğunu
düşündü ve kendi kendine gülümsedi.
Genç adama, sahile vuran milyonlarca denizyıldızını gösterdi ve “Her gece boşuna uğraşıyorsun. Bak sahilde milyonlarca var. Ne fark eder ki?” dedi.
Genç, yere eğildi, yerden bir denizyıldızı aldı, denize attı. Ve yazara dönüp, “Bak onun için fark etti” dedi. O geceden sonra sahilde,
artık iki adam dans eder gibi garip hareketler yapıyordu.
İçim yanıyor tükeniyorum
Tek başınayım sessizlikte
Sensizlikte öksüz,
Sevgisizlikte sensiz.
Ayak seslerini özlüyorum
Kapıyı kapatıp gittiğinden beri
Açmıyorum o odayı
Hatta yatağa attığın giysileri
Aynı bıraktım,unutmamak için izleri
O izler sensizliği katlanır kıldı
Yaşama tutundum belki içten içe
Canım acıyor, ölüyorum
Bu yüzdendir bakışlarıma oturan hüznüm
Yasımsın,yaşımsın,yaşamımsın
Susuyorum,bilmiyorlar,görmüyorlar
Üşüyorum sensizim gömdüm seni
Yüreğimde kabuk tutan yaramsın
Kalktıkça kanayan,kalan sızımsın
Kanatma bitir,gel al giysilerini
Onunla tanıştığımız da daha 15 yaşındaydım, o ise benden oldukça yaşlıydı. Hayatına giren ilk kişi değildim, kuskusuz son kişide olmayacaktım. Herkes bu beraberlik için yaşımın çok küçük olduğunu düşünüyordu. Aslında böyle bir ilişkide hiç bir zaman yaşınızın uygunluğu söz konusu olmaz…
İlk önceleri bu küçük sırrımı sadece yakın arkadaşlarımla paylaştım. Onunla, sadece gönül eğlendiriyordum. Aileme anlatamazdım. Başlangıçta çok seyrek buluşuyorduk. Daha sonra buluşmalarımızın sayısı arttı. Gönül eğlendirmek demiştim ya, palavra. Hayatımda kapladığı yeri anlamam için, çok zaman geçmesine gerek kalmadı. Evet onu seviyordum. Ama yine de aklımda hep aynı düşünce vardı: “Onun tutsağı değilim ve istediğim zaman terk edebilirim”. Buyurun size ikinci palavra.
Zaman geçtikçe birbirimize bağlandık (palavra üç…) Ben ona bağlandım, simdi geriye bakıyorum da 10 uzun yıl geçti ve kaybeden taraf hep ben oldum. O bana sadece sahte mutluluklar verdi, bense her şeyimi. Herhalde hayatta canımı vereceğim tek o oldu. Onun için kavga ettim, onun yüzünden hastalandım, ama hiç bir zaman yanımdan ayırmadım, ayıramadım…
Nelere yol açtığını biliyor ve görüyordum. Önce onu sevmeyi öğrendim, sonra nefret etmeyi. Beraber olmayı. İstemediğim anlarda bile yanımda olduğunu gördüm. İrademi yerle bir ettiğine, beni kendimle karşı karşıya getirdiğine şahit oldum. Onun yüzünden başkalarını kırdım ve ben daha da fazla kırıldım. İnsanlarla arama girdi. Çoğu zaman arkadaşlarım ondan nefret etti. Hatta bazen ondan, ben bile tiksindim, bedenime ve ruhuma sinen kokusundan. Dudaklarımın her dokunuşunda, ben onun ruhundan çalıyorum, o benim bedenimden. O, her seferinde kendini yeniliyordu, bense gittikçe kötüleşiyordum. Ama bir türlü terk edemedim.
Aslında ondan ayrılmayı bir kaç kez denedim. Hepsinde de dönüşüm bir öncekinden güçlü oldu. Yokluğunda hasretinden kıvrandım. Alışmaya çalıştım ama asla aklımdan atamadım. Uzun ve stresli geceler hep ev sahibim oldu. Tırnaklarımı yedim, yetmedi kuruyemişe başladım. Ayrılık kilo aldırdı. Ve ben hep geri döndüm..
Rüzgar, Güneş’e der ki:
Ben senden daha kudretliyim. Bak, şu ihtiyarın ceketini sırtından fırlatıvereceğim.
Rüzgar esmeye başlar, fırtınaya dönüşür, ama ihtiyar ceketine daha sıkı sarılır.
Güneş, 'Beceremedin' der: Ben daha kudretliyim. İhtiyara ceketini şimdi çıkarttıracağım.
Saklandığı bulutun arkasından çıkan Güneş, bir gülümsemeyle ortalığı ısıtıverir..
. İhtiyar, ceketini çıkarır, neşe içinde yürür..
Ve Güneş, Rüzgara döner:
Nezaket ve dostluk sertlikten kuvvetlidir.
-hıııııı!!! sakın içme o buz gibi suyu!!!!
-aman ha dişinle kırmaya kalkma o fındığı!!!...
-o elmayı asla yıkamadan yeme!!...
zehir sanırdım beni öldürecek gibi gelirdi terli şişesine hapsolmuş aklımı çalmaya çalışan lanetli bi şeytandı sanki o buz gibi su... içmezdim.
dişimle kırmazdım fındığı... şekeri kıtır kıtır yemeye korkardım. elmayı da gıcır gıcır yıkardım mutlaka yemeden önce mandalinayı da...
yıllar geçti... başımdan da türlü türlü şeyler... neşe keder...
bazı bazı öleceğim tuttu... "napsam ki?" dedim... hemen aklıma geldi; buzluktan aldığım gibi kafama diktim su şişesini.... kana kana içtim...
sonra bi baktım ki hala yaşıyorum... fındıkları kırdım dişimle bana mısın demedi o da öldürmedi... yıkamadan yediğim elmalar da...
anladım ki onlar masummuş.
başka şeyler öldürürmüş beni meğer.
annemlerin "sakın ha!!....." demeyi unuttuğu başka şeyler...
İnsan Güzellikleri Hayatın Yönüne Çevirmeye Çalışsa:...
Gül için dikenine katlanabileceklerini söyleyenlerdir, kır çiçeklerini göremeyecek kadar güle bağlanmış olanlar 'Gül' derler, başka bir şey demezler üstüne...
Ömürleri güllere ulaşmak için tükenirken, ehemmiyet vermezler, ayak altında kalan, gül kadar narin, gül kadar güzel ama güzelliği fark edilmeyen kır çiçeklerine. Mutlu olma sevdasına düşmüşlerdir kendilerince.
Mutlu olmak için zorluklara katlandıklarını bile söyleyebilirler. Onlar için güzel bellidir artık. Takvim yaprakları birer birer düşerken, kimi zaman yol katedemediklerine üzülürler. Oysa güzellikler yanıbaşlarındadır her zaman, ama onlar her zaman güzellikleri uzakta aramak sevdasındadırlar. Uzaktaki kıymetlidir; zorluklarla elde edilen değerlidir; aradığında elinin altında olmayan güzeldir, derler.
Yanıldıkları tek nokta var: Onlar hep uzaklara bakarken, birileri katlanmıştır, onun güzel bulmadıklarına, birileri kıymet vermiştir kır çiçeklerine...
Mutlu olmak için, gelecek bir yarını beklemezler. Ayaklar altında ezilenlere ehemmiyet verip, onlardaki güzelliği fark edip, yarını beklemeden, bugünden mutlu olmaya başlayanlardır onlar. Bir kır çiçeğinin güzelliği onlar için yeterlidir. Gülde gönülleri varsa bile, onlara ulaşmak için ömür tüketmekten korkarlar ve kır çiçeğindeki gül güzelliğini fark ederler.
İnsan her zaman güzeli ister, güzel hastasıdır. Güzele ulaşmak için ömrünü feda eder. Oysa bir baksa etrafındakilere, mutlak bir güzeli fark edecektir. Ama tek bir düşüncenin kavanozunda kapalı kalmıştır. Güzeli ararken, ezerek geçtiği bir başka güzeli fark edemeyecek kadar kördür artık. Oysa bir çevirse uzakta takılı kalan gözlerini; gönül rahatlığı ile bir taksa farklı güzellikleri de görme gözlüğünü...
Hayatına renk verse, kır çiçeklerinden demetlenmiş bir demetle... Hayatını güzellikler yönüne değil de, güzellikleri hayatın yönüne çevirmeye çalışsa...
Bir görebilse kır çiçeğinin gül tarafını... Bir görebilse, hayal pınarının çeşmesinin değil de suyunun önemli olduğunu... Yetinse elindeki ile, güzelliğini bulmaya çalışsa elindekinin. Sevdiklerini gül demetleriyle mutlu edebilme fikrini atsa kafasından. Bir gün de kır çiçeği toplasa, sunsa sevdiklerine... Hayatını gül arama yolunda feda edeceğine, görse kır çiçeğinin gül yanını... Bir fark etse ayaklarının altındakileri,bir ehemmiyet verse kır çiçeklerine. "Sonuçta ikisi de çiçektir. Gül herkesçe güzeldir, kır çiçeği de bence güzeldir." dese. Uzaklara bakmaktan, güle ulaşmaktan dermansız kalacağına, bu enerjiyle kır çiçeğini sevmeye ve sevdirmeye çalışsa; bu güzelliği sevdikleriyle paylaşsa. Güle ulaşma
arzusuyla koşturanlara gösterebilse kır çiçeğinin gül yanını. Anlatabilse gül için ömür tüketmenin boş olduğunu...
Gül güzeldir; ama sevgi mevsimi geçtikten sonra, gül için koşmanın bir anlamı kalmayacaktır. Öyleyse hiç vakit kaybetmeden al eline bir demet kır çiçeğini, onun sana sunduğu mutluluğu görmeye çalış. Çünkü hayat, mükemmeli aramaya yetecek kadar uzun değil.......
Temel birgün keçinin boynuna tasma takmis gezdiriyormus. Arkadasi Dursun
yolda onu görüp :
- Ula Temel Napiysin ?...
- Ula cörmiymisin Çöpegimi cezdurayrum Dursun kardesim...
- Ula Temel bunun boynuzlari var....
- Valla ben onin özel hayatina karismayrum...
Yay :
Yay hayattır:Bütün enerji ondan gelir.Ok bir gün mutlaka terk edecektir. Hedef ise uzaklardadır.Ama hayat her zaman sizin yanınızda kalır bu yüzden ona nasıl iyi bakacağınızı bilmeniz gerekir.Durgun kalacağı dönemlere ihtiyacı vardır-her daim kuşanılmış ve gerilmiş halde tutulursa gücünü kaybeder.
Bu yüzden gücünüzü tazeleyebilmek için dinlenmeyi kabul etmelisiniz.Böylece yeniden yayı germek için asıldığınızda gücünüz eksiksiz olur.
Yay esnektir ama yine de onun da sınırları vardır.
Yayı zarifçe gerin her iki tarafın da kendine düşen payı gerektiği biçimde yapmasını sağlayın enerjinizi boşa harcamayın.
Bu sayede yorgun düşmeden pek çok ok atabilirsiniz.
Ok :
Ok sizin niyetinizdir.Yayın gücünü hedefin tam ortasına bağlayan araçtır.
Niyetimiz her zaman son derece net açık ve iyi dengelenmiş olmalıdır.
Ok bir kez yaydan ayrıldı mı artık asla geri gelmez bu yüzden sürece müdahale etmek-oka yön verecek hareketler doğru ve düzgün olmadığında-
sırf ok gerilmiş ve hedef bekliyor diye eski kafalı bir şekilde hareket etmekten daha iyidir.
Sizi durduran tek şey hedefi tutturamamak korkusu ise bu durumda niyetinizi açıkça göstermekten çekinmeyin.Doğru hareketleri yerine getirin ve
elinizi açıp yayın telini bırakın gerekli adımları atarak girdiğiniz mücadele ile yüzleşin.Hedefi vurmayı başaramasanız bile bir dahaki sefere daha iyi nişan almaya muktedir olacaksınız.
Hedef :
Hedef ulaşılmak istenen amaçtır.
Sizin tarafınızdan belirlenir.İzlenen yolun güzelliği de işte burada yatar: Asla bahaneler uydurmaya ya da rakibinizin daha güçlü olduğunu söylemeye hakkınız yoktur.Çünkü hedefi seçen sizsiniz ve tüm sorumluluk size ait.
bir amaç belirlemeniz gerekir ona ulaşmak için elinizden gelenin en iyisini yapmalı ona saygıyla ve önemseyerek bakmalısınız:
Bir amaç sadece insan ona ulaşmayı hayal edebildiği sürece vardır.
GÜNAYDIN♥MUTLU♥HAFTALAR
Gözyaşları sevgilerle kurusun diye..
Hayat yaşadıkça güzelleşsin Ağlatmasın diye..
Bütün insanlar sevgide buluşsun diye.. Doğan güne ve herkese GÜNAYDIN..
gecenin şarkıları....
Nerden başlamalı yazmaya, kalemi neresinden tutmalı? Neyi anlatmalı bu kez? Hepimizin aradığı, bazen bulup da göremediği, bazen de görüp de almadığı cevaplardan mı bahsetmeli? Tahtlarımızdan indiğimizde, hepimizin sade birer insan oluşunu mu anlatmalı? Kelimeler, noktalar ve hayatlar. Efkar basar bazen inceden, bazen de bize çok kalın bir duvar gibi gelir hüzün. Delinmez sanki, aşamayız gibi gelir. Ağlar sızlarız belki kısa bir süre. Hayatın devam ettiğini söylerler bize, kulak asmayız. Kendimiz göreceğiz mutlaka. Doğrudur, insan yaşamadan hiçbir şeyi tecrübe edinmez çünkü. Nefes alabilmenin kıymetini nasıl ölümde anlıyorsak, bu da böyle bir şey işte.
Yaşamlarımızda en çok neyin yer kapladığına bakmayı denemeliyiz belki de. Önceliklerimizi ve sonralarımızı dürüstçe kabul edebilmekten geçiyor sanırım her şeyin anahtarı.
Bazen gözümüzü kapatarak baktık hayata, daha kalp gözlerimle bakmayı öğrenemeden. Beklemeyi öğrenemedik bunca zaman, bir de sabretmeyi. Kendimiz ve başkaları için hayatları zorlaştırmaktan başka ne işe yaradı bu körlükler?
Zamana ve kadere güvenmeyi öğrenmek zaman alıyor. Akışına bırakılan bir hayatın size ne güzel sürprizler hazırladığını görmek istiyorsanız, kalbinizin üzerine bir pencere açın. Dışarıdan gelen çiçek kokuları dolsun içeriye, buram buram. Gecenin sessizliğinde gece şarkılarına kulak verin....