Bulutlara dolaşmış bir uçağın, rüyalarında "hava limanlarını" görmesinden ne farkı var ki; burnunun, sabahları "kızkulesi" diye sızlamasının? ..
Kızkulesi, , , mıknatısındır;
Seni bana bağlı kılan! ..
§
Kaybolmuş gemiler için; uzaak, zayııf, cılıız, titreek, soluuk ve soğuuk bile olsa, bir deniz feneri ışığının ne demek olduğunu anlıyor musun şimdi? ..
Duyuyor musun, soğuğu? ..
Üşüyor musun, korkuyor musun; titriyor musun? ..
Hadi, dokun sesime! ..
Tut, nefesimi; ve oğuştur, ısıt ellerini! ..
Savrulurken dalgaların arasında;
Ne altından geçsin "Hüdâyi yolu", ne üstünden...
Sen de geçme;
Koy gönlünü, huzûra! ..
Ben... Aşka kılıf aramam! ..
.....
Kendimden ve zamandan ve mekândan çaldığım bir ödülse bu sevda;
Saplarım yüreğime...
Sen kanarsın içimde! ..
Senden ve benden bile aldığım bir ödül isen eğer; saplanırsın içime! ..
Kılıfın "ben" olurum...
Aşka kılıf aranmaz! ..
Şimdi, ben... Çatlamış dudağıyla yalvarırken tarlalar, içindeki çiçekler bükerlerken boynunu... Elbette rüyalarınım senin...
Her gece kim ağlıyor karanlığın içinde; kederlenen toprağa, içini süzen bulut gibi? ..
Biliyor musun; dibi kayalık bile olsa, "huzur'dan gelip huzûra giden" yolun kıyısındaki şu garip Kızkulesi, kız kulesidir; seni bana mahkûm eden! ..
Karar
Yüksek Seçim Kurulu'nun referandumla ilgili verdiği kararı görünce, bazı CHP'lilerin Baykal'a neden bu kadar öfkeli olduklarını, neden sürekli olarak başkanlıktan çekilmesini istediklerini daha iyi anladım.
Yüksek yargı organlarının "hukukla" ilişkilerini iyice kestiklerini bir kez daha kanıtlayan bu karar, bütün yasa maddelerini birbirine karıştırıp zorlama bir sonuca varıyordu.
Kurul, "seçimle referandumun aynı şey olduğuna" karar vermiş ve referandum tarihini 120 gün sonraya atmıştı.
Profesör Serap Yazıcı, kendisine bu konuda sorulan soruya cevap verirken, "hukuk fakültesi öğrencilerinin bile böyle bir hata yapmayacağını" söylüyordu.
"Seçim başka," diyordu, "referandum başka".
Ama kurulun böyle "ayrıntılarla" uğraşacak hali yoktu.
O, referandumu mümkün olduğu kadar uzak bir tarihe atıp, Anayasa Mahkemesi'ne "anayasa reformunu" durdurma zamanı sağlama peşindeydi.
Eylüle kadar geçecek sürede Anayasa Mahkemesi reform paketini iptal edecek ve halkın anayasa konusunda karar vermesi engellenecekti.
İstenen ve beklenen buydu.
Bu sonuca ulaşmak için de hukuku bir kenara itmek gerekiyorsa, hukuk bir kenara itilirdi.
Ordu, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yüksek Seçim Kurulu ve adlarıyla işlevlerini henüz yeterince bilemediğimiz nice kuruluş CHP ile birlikte değişimleri engellemek için büyük bir savaş veriyordu.
Ve, bunca elbirliğine, bunca hukuksuzluğa rağmen "değişimler" engellenemiyordu.
CHP yandaşı olan medyayı da kızdıran buydu sanırım.
Böylesine "büyük bir koalisyonla" bile değişimlerin önünün kesilememesinin, Ergenekon soruşturmasının durdurulamamasının faturasını Baykal'a çıkarıyorlardı.
Başka biri olsa, arkasındaki bu güçle "değişimi" engelleyebilirdi.
Onlara göre Baykal'ın yerine "biri gelecek" ve halkı "demokratikleşmenin, gelişmenin, çağdaşlaşmanın" çok kötü bir şey olduğuna ikna edecekti.
Halkın "aptal" olduğuna öylesine yürekten inanıyorlar ki o "aptal halkı" kandıramamanın tek sorumlusu olarak Baykal'ı görüyorlar.
Öfkeleri ve çaresizlikleri gerçekten acıklı.
Ne yaparlarsa yapsınlar "sorunu" çözemeyeceklerini bir türlü göremiyorlar.
İki büyük yanılgıları var.
Birincisi, "halkın aptal olduğuna" dair "aptalca" inançları.
Halk aptal değil.
Ezilmekten, horlanmaktan, azarlanmaktan, yok sayılmaktan, sömürülmekten bunalmış vaziyette.
Çocuklarını alıp götürür askerde öldürürler hesabını soramaz, "bedelli askerlik" ister amacına ulaşamaz.
Seçimde oy verir, oyunu yok sayıp darbe yaparlar.
Bu ülkenin sahibi, bu ülkede yaşayan insanlar.
Ve, artık bu gerçeği biliyorlar.
Generallerle yargıçların kendilerine "efendilik" taslamasına izin vermeyecekler.
Ordu ya da yargı darbesini destekleyen her parti, "başkanı" kim olursa olsun kaybedecek.
Ayrıca bu halk iyi bir hayat yaşamak istiyor.
Hastanede, belediyede, okulda iyi muamele görmek istiyor, iş bulmak, para kazanmak, zengin olmak, çocuklarını iyi eğitmek istiyor.
Bunları yapacağına projelerle halkı ikna edemeyen de oy alamaz.
İkincisi de dünya değişiyor.
Barış çağındayız ve yeryüzünün en kritik noktalarından birinde bulunan Türkiye'nin bir "barış merkezi" olması gerekiyor.
Her türlü barışçı girişimi destekleyen bir parti kendini bu dünyaya, bu çağa, bu koşullara nasıl kabul ettirecek?
Kürt sorununun, Ermeni sorununun, Kıbrıs sorununun çözümünü engelleyen parti nasıl "bu çağın partisi" olarak varlığını sürdürecek?
Bu sorunları çözmekte "başarısız" kalan AKP'yi çözümden uzaklaştırmaya uğraşan değil, tam tersine AKP'nin yapamadıklarını "yapabileceğini" söyleyen bir partiye ihtiyaç var.
Bütün sorunların çözümüne karşı çık, darbe anayasasını destekle, halkı ezen bir hukuk sistemini savun, insanların daha mutlu ve zengin olması için hiçbir proje geliştirme, ordunun halkın temsilcilerine "muhtıra" vermesini alkışla sonra da halktan oy al, bu olamaz.
İstediğiniz kadar generaliniz, "yüksek" kurulunuz, yargıcınız olsun "değişimi" önleyemezsiniz, o değişim sizi de ezer geçer.
Sorun Baykal'da değil.
Sorun, 1923 model bir diktatörlüğü özleyen, halkın "aptal" olduğuna inanan bu zavallı zihniyette.
Siz bu akılla "kurullarınızı" da yanınıza alıp daha çok kıvranırsınız
Zamanın birinde bir Allah dostu şöyle dua etmiş: "Ya Rab, bu kadar insan Sana dua ediyor, Senden bir şeyler istiyorlar. Ya Rab! Ben merak ettim, Senden ne istiyorlar. Bana bunları bildir ya Rab!" Allah bu dostunun duasını kabul etmiş ve kendisine edilen tüm duaları veliye bildirmeye başlamış. Mübarek edilen duaları duydukça gitgide erimeye, kahrolmaya, üzülmeye başlamış. Öyle ki artık dayanamaz hale gelmiş. Ve Şöyle yalvarmış: "Aman Ya Rab! Bunu benden al Allah'ım." "Neden ya kulum?" diye Allah sorunca; "Aman Ya Rab! Senden neler neler istiyorlar. Dayanamadım." demiş.Allah : "Evet, benden ev istiyorlar, araba istiyorlar, aş, iş, eş istiyorlar, sağlık mutluluk istiyorlar.Ama BİR TEK BENİ İSTEMİYORLAR" demiş.Dualarıyla Allah'ın Zatını isteyenlerden olalım inşallah
Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr.
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Allah'ın Zat'ını görmeyi) dileyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenlerdir. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. İşte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır13 / RAD - 22
alıntı
Anneden Kızına Mektup - Annenin Kızına Doğum Günü Mektubu
Düşünüyorum da yüreğimde seninle yaptığım sohbetleri, seninle birlikte olduğumuz anların meyvelerini toplasak sepetler dolar taşar.
Her damlası başka başka enerji, katkı maddesi yüklü koca okyanusları düşünebiliyor musun? Hangi kıyısından, hangi ucundan başlayabiliriz bu üstesinden gelinemez işin? Yüreğimi, yüreğimdeki bana sınırsız gelen şefkati dile getirmeye çalışırken, kullandığım sözcüklere bakıp da abarttığımı düşünme sakın.
Tabii ki yeryüzündeki bütün okyanusları toplasan yüreğimdekilerin bir damlası bile edemeyeceğini nereden bileceksin?
Artık yetişkin bir kızın tavrıyla 'anlatamıyorsun ki nasıl bilebilirim' dediğini duyar gibiyim güzel bebeğim.
Canım yavrum!... Çoğu zaman senin karşı koymalarıma rağmen, seni benim seçtiğim kalıplara ve düzene uydurmaya çalışacağıma, keşke bunları seninle konuşsaydım.
Çok mu geç oldu sence? Ben sanmıyorum, her hatanın bir telafisi belli ölçüde de olsa mutlaka vardır.
Seni daha dünyaya gelmeden, bedenimde taşımaya başladığım andan itibaren sevmeye başladım. Seninle konuşup, sana müzik dinlettiğimde hareketlerin artıyor ve sanki bana cevap veriyordun. Seni nasıl merak ettiğimi bir bilsen? Bir an önce dünyaya gelsen de görsem diye sabırsızlandığım anları asla unutamam.
Ve zorlu bir yolculuğun ardından seni yanıma yatırdıklarında simsiyah saçların, iri zeytin gibi kocaman gözlerin ve küçücük burnunla dünyanın en tatlı, en sevimli bebeğini kucaklamış ve koklamıştım. Gül pembesi kokun hâla burnumda Başını sağa sola çevirip küçücük ağzınla yiyecek aramana ne demeli? O anki heyecanımı anlatmaya hiçbir yürek yetmez, ancak yaşayan bilir.
Minicik ellerini okşadığımda, parmaklarınla hemen parmaklarımı kavrıyor, bırakmak istemiyormuş gibi sıkı sıkı tutuyordun.
Ah canım kızım!... Sen bana Allah'ın gönderdiği en büyük hediye, karşılığı hiçbir şeyle ödenemeyecek olan bir hediye idin. Hâla da öylesin.
Fakat senin gibi eşsiz bir hediyenin, dünya nimetlerinin en tatlı ve en güzelinin kıymetini pek bilemedim galiba. Sen çocuk, ben senden çocuk, hayat şartlarının ağırlığı ve yaşamın bitmek bilmeyen dertlerini bahane edip kendimi savunmaya kalkmayacağım. Çünkü hiçbir sebep bir annenin çocuğunu ihmal etmesini haklı göstermez.
Daha iki- üç yaşlarında ne kadar hareketli, ne kadar afacan, bana göre çok yaramaz bir çocuktun. Ben de genç ve enerjik olmama rağmen, senin bitmek tükenmek bilmeyen enerjine yetişemiyordum bir türlü.
Elinin yetiştiği bütün dolap ve çekmeceleri bıkıp usanmadan günde en az üç kere döküyordun. Çok merak ediyordum acaba o çamaşırların içinde ne arıyordun? Bir türlü çözemiyordum, benim yerleştirip düzene soktuğum çamaşırları, eşyaları niye döküyorsun diye?
Benim sana emirler verip, tehditler savurmam seni durdurmuyordu. Seni tehdit edeceğime ben de senin oyununa katılsam, beraberce döküp beraberce yerleştirsek, yerleştirme işini oyuna dönüştürsek ikimizde ne kadar rahatlardık belki
Peki ya her şeyi öğrenmek için bitmek bilmeyen soruların? Ya da elektrikli eşyaları elleyip, minicik parmaklarını prizlere sokmaya çalışmana ne demeli?
Seni merakından ve başına gelecek her türlü kazadan Yüce Allah'ım korudu güzel kızım.
Tehlikeli ve işlek caddelerden geçerken elimi sıkıca kavrayan minicik ellerin yerinde artık genç kızlığa adım atmış, tatlı ve narin bir kızın elleri var. Artık tehlikelerden korunmak için değil elimi tutuşun. Bir zamanlar belime bile gelmeyen başın, artık benimle aynı seviyede. Yakında sen benim gözlerimi görmek için eğileceksin galiba.
Ne kadar da uğraşmıştım tuvaletini söylemen, ellerini yüzünü yıkaman, eşyalarını toplaman için. Oysa şimdi öyle titiz ve narin bir kız oldun ki artık beni bile beğenmiyorsun.
Yapmak istediğin o kadar çok şey var ki, heyecanla hiç susmadan öyle bir anlatıyorsun ki seni dinlerken bir çoğunu anlamıyorum.
Meraklı ve sonsuz soruların artık bitmek tükenmek bilmeyen anlatımlara dönüştü. Elimden geldiğince seni dinlemeye ve sorularına cevap vermeye çalışsam da bazen işin içinden çıkamıyorum.
Ben seni eğitmeye çalışırken, sanırım sen de beni olgunlaştırdın canım yavrucuğum
Seni anlamadığımı ya da anlamak istemediğimi sanıyorsun. Oysaki 'Annelerin ezberledikleri mısralar gibidir çocuklar. Duyguları onların hakkında pek yanıltıcı olmaz' . Bana ne kadar kızarsan kız, ama bil ki 'Cennet anaların ayakları altındadır'. Bana hakkını helal et, o bana yeter.
Seni bana verdiği için Yüce Allah'ıma binlerce şükürler olsun. Allah ömür verdikçe seni her zaman seven, düşünen bir annen olduğunu bilerek yaşaman umuduyla hayırlı, sağlıklı ve uzun bir hayat diliyorum canım kızım
Yusuf İle Züleyha Hakkında - Yusuf İle Züleyha Sözleri
Züleyha, kalbi acının anlamına dair sınırlarda dolaşmaya başlayınca Yusuf'a bir mektup yazmaya karar verdi. içindeki hallere tercüman olacak sözcükleri bulup da yusuf' a göstermek istedi. Dedi, her vasfın karşılığı bir sözcük var nasılsa. Bende halimi arz edeyim sözcüklerle Yusuf'uma.
Papirüsten ezilmiş kağıdı, sivri kalemi aldı eline.
Yusuf diye yazdı, namenin en başına, sayfanın tam ortasına.
İçinden binlerce Yusuf ses verdi.
Ey içimdeki yıldızlar mütercimi, ölü olmayan kuşlarım benim
Mısır'ın ruhuna mürekkebinin kokusunu uçuran Yusuf'um.
Nil sularına dökülmüş kandillerin aydınlığı
Gizli bahçelerden geçen yeşillerin ıslak çoğulluğu.
Konuşan ağacım bana, konuşan ırmağım benim.
Işıklı yağmurum.
Gözlerimle gören ey, gözleriyle gördüğüm.
Uyan kursağından Yusuf;uyan
Geçmiş bimarım, rahnem uyan
Çığlıksız şaha vuran,düşlerimden nehlendiremediğim
D/ilimde patlıyor narın,yan
Yusuf dedi züleyha, namenin tam ortasına, sayfanın başına.
İçinden bin Yusuf daha ses verdi.
En derin kuyusunda kaybolduğum ey,
Nil'in sesi geliyor, gelsin, sesim nil'e gitmiyor gitmesin.
Sesi bana gelmeyen, sesim ona gitmeyen ey.
Ukba zamanlardan inme az'ında telaşlı ısmarlanırım Yusuf yanıma
Her y/anım bir/azHer y/anım bir/azar sus kadar
Hoyrat kaderin kederinde kulaçlanırım
Dönüpte yüz döktüğüm kuyularına, sahra yanımla kundaklandım
Züleyha sayfanın ortasından devam etti, Yusuf, dedi.
Ey kalbimle seven
Ey kalbiyle sevdiğim.
Muhabbeti kolay giyilir libas olmayan,
Vahayı terk edip çölün rahmetine düşen defterim,
Yitik tahtına gönlünce kurulan çöl misillemesi sevdiceğim,
Dağ lalesi,Çöl çiçeği
Ah benim yitik ezel gülü vasfınca sahiplendiğim, ah beni ezel gülü vasfınca sahiplenip de sahiplendiğini henüz bilmeyen sevgilim,
Ey nur kokulu sevgili!
Eylül çölüne soyundu baskın avazlarım
Az'ınlık yanıma dayatırım, yaşam arası gevelenen mülteci Yusuf savaşımı
Kuyularda leyl esen Yusuf yüzüne açtım pencerelerimi
Zihnimin kursağına aç/ık bırakırım, çekilmiş soluğumu
Kabzeliğine cür'etim içimin şulesinden
Kuyularına yedi-i idam perdedar eyler semm övgüleri
Gözlerin feri kurban ağıtlara
Dönüpde kuyulara bir dem vurdum yüzümüİmge lal eserim esaretliğime
Ah benim! Ah benim!
Ey adı gelecek zamanların ve mekanların insanlarına adımla bile kalacak olan,
Ey adım adıyla bile yazılacak olan
Sularıma dökülen karanlık, yoklarımı örten aydınlık
Tezatlarım benim , benim tekrirlerim
Ama muhabbetinden asla rücu etmediğim
Gün geçtikçe çoğalan benzetmelerim,
Sözcüklerim, lügatim, lisan hacmimce vasıflandırdığım vasfım
Yusuf dedi Züleyha, sayfanın ortasına. Hala hitaptaydı kalemi, bir satır ileri geçemedi.
Leyl-i gecelere kuyu uğultusunda esen terk-i yar Yusuf
Uğultularına Züleyha avazı varırım..Musalla taşına ağır yatar ruhum
Akşam alacasına çengellenir, çarmığa gerilen kangren başım
Dönüpte kalma Yusuf, dönüpte kalma içine bükülen Züleyha alacasında
Söylemlerim paslı pranga dilime
Bakıpta, susupta görme kıble sabahlara açan yediverenlerimin devrilişini
Us'uma sekr'i koyulur göçüm
Leyl_i yanım;uzak dur keskinliği rahne virajlardan
Kahbe suallerin dinmeyen serzenişlerinde tutuşan hasretler,
yazgımın bitim fermanına felç indiriyor
Yakup figanında s/arıyorum
Kuyu diplerinde içimin dokunulmazlına uzlet kılınan devirlerimi
Gittim kaldığım yerlerde an/ımsanarak
Kaldım gittiğin kadar az/ımsanarak
Penceremin nispet-i in'kas yüz'üme Yusuf düşen leyl-i yar
Bir satır ileri geçsem hitaptan, dedi, yanacağım. Ses verdi içinden bir ses: yan o zaman, yan o zaman!
Züleyha devam etti:
Ah benim yusuf' um , ah benim, ah/senim, dedi, başka bir şey diyemedi.
Sus Yusuf b/akışlım susPustum Yakup karanlığına
Züleyha olmak yetmedi özüme, Yakup sardım ben'liğime
Elest meclisinde söz verdimYusuf'luğuma astım ruhumu
O vakte kadar susacak özüm
Gönül derler ser-i kuyunda bir divanemiz kaldıYusuf
Züleyha Yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca. Yusuf diye başladı, Yusuf diye bitirdi.gördü ki hitaptan öteye geçemedi. Anladı ki aşkın namesinde ser-nameden öte kelam yok.ve züleyha' nın lügatinde Yusuf'tan öte sözcük yok.
Yusuf, dedi, kelamım artık sende hükümsüz. Ama kelamımın hükümsüz kaldığı bu yerde beni küçümseme. Bil ki kelamdan da ötede sadece ah var, ah ki dünya onun üzerine durur, gök kubbe onun hararetiyle döner.
-alnımın yazısı olduğun kadar alnının da yazısıyım