İnsanoğlu 24 saatte 24 kez değişir. Hem ruh hali hem de vücut ısısı, tansiyon, kalp atımı, hormonlar sürekli değişim halindedir.
Biyologlar, doktorlar ve farmakologlar bu olağanüstü duruma kronobiyoloji adını veriyorlar.
06.00
Kortizon salgılamasıyla organizma uyanır. Bu uyanma vücut için kendini yavaş kalkmaya hazırlama işaretidir. ¤¤¤¤bolizma hareketlenir ve o günün işleri için enerji ve protein hizmete hazır olur.
07.00
Vücut hâlâ zayıf bir safhadadır. Bu nedenle bu saatte spor yapmaktan kaçının. Çünkü kalbe ve dolaşıma gereksiz yüklenmiş olursunuz. Spor yerine güzel bir kahvaltı edin, çünkü sindirim organları bu saatte iyi çalışır. Karbonhidratlar bizim için yararlı olacak enerjiye çevrilir (Geceleri ise yağlar).
08.00
Bu saat cinsel yaşamınız için en iyi zamandır. Çünkü bezler fazla miktarda hormon salgılarlar. Romatizması olanlar uzuvlarındaki ağrıyı gün boyu daha kuvvetli hissederler. Sigara tiryakileri için de durum farklı değildir. Kahvaltı sigarası damarları her zamankinden daha fazla daraltır.
09.00
Vücudun dinç, kuvvetli olduğu saattir. Herhangi bir hastalık için iğne olacaksanız bu en doğru zamandır. İğnenin ateş ve şişme gibi yan etkileri ender olarak görülür, vücudumuz röntgen ışınlarına karşı daha dirençlidir.
10.00
Organizma şimdi faaliyete, harekete hazır durumdadır. Fazla enerjiktir, vücut en fazla ısısına ulaşmıştır, verimliliğimiz en üst düzeydedir. 'Kısa
süre belleği' iyi durumdadır. İnsan dinamik olur. Fakat dikkat edilecek nokta şudur; saat 10.00 ile 12.00 arası enfarktüs olaylarına sık rastlanır.
11.00
Vücudumuzun tam formunda olduğu bir saattir. Kalp ve dolaşım o kadar zinde durumdadır ki yapılan muayenelerde kalpteki bir bozukluk gözden kaçabilir. Verimli olmaya programlanmışızdır. Hazır cevaptır ve özellikle hesap işleri, matematik ödevleri rahat ve iyi bir şekilde, zorlanmadan yapılabilir.
12.00
Vücudun dinlenmeye ihtiyacı vardır. Dikkat azalır ve insanı uyku basar. Midedeki asit miktarı fazlalaşır (Hatta birşey yemesek bile). Beyindeki kan akımı azalır. Çünkü kan sindirim organlarını desteklemesi için mide tarafından kullanılır. Öğle uykusu uyuyabilen kişilerde istatistiklere göre enfarktüse %30 oranında az rastlanır.
13.00
Vücut formdan bir hayli düşmüştür. Verimlilik gün ortalamasının %20 aşağısındadır. Bütün organlar en alt düzeyde çalışır, sadece safra öğle yemeğini hazmettirmek için faaliyettedir.
14.00
Kendimizi bitkin hissederiz. Çünkü tansiyon ve hormon düzeyi düşmüştür. Diş doktorundan korkan kişi doktora bu saatte randevu almalıdır. Çünkü bu saatte acıyı daha az hissederiz. Lokal anestezi uzun süre devam eder (30 dk.). Sabahları bu süre 12 dk., akşamları ise 19 dk.'dır.
15.00
Yeni işlere hazır olun enerjimiz geri gelmiştir, belleğimiz tam formundadır. İkinci kez verimliliğe yaklaşırız ama bu verimlilik sabahkinden azdır.
16.00
Spor faaliyetleri için en iyi saattir. Tansiyon ve dolaşım çok iyi durumdadır. Antrenmanlar için de en iyi zamandır. Asit önleyici ilaçların
etkisi bu saatte çok iyidir.
17.00
Organların faaliyeti üst düzeydedir. Kuvvetimiz artar, oksijenin harcanması fazlalaşır. Böbrekler ve mesane özellikle çok çalışır. Tırnakların ve saçın en çabuk uzadığı zamandır. Fakat mide ülseri olan hastalar için durum kritiktir. Öğleden sonra geç saatlerde ve akşamın ilk saatlerinde midedeki asit miktarı fazlalaşır. Saat 17.00'ye doğru mide kanamasından dolayı hastaneye gelenlerin sayısı artar.
18.00
Akşam yemeği için iyi bir saattir. Pankreas bu saatte özellikle aktiftir.
19.00
Kan basıncı ve nabız genellikle bu saatte tembelleşir. Bu nedenle kan basıncı düşüren ilaçlar konusunda dikkatli olmalısınız, bu ilaçlar tehlikeli olabilirler. Sinir sistemi üzerinde etkili olan ilaçların tesiri de bu saatte fazladır.
20.00
Karaciğerdeki yağ düzeyi düşer ve kirli kan kalbe herzamankinden daha fazla akar. Alerjisi olanlar ve astımlılar ilaçlarını bu saatte almalıdırlar. Etkisi hemen görülür. Antibiyotiklerde az dozda alınsa bile etkileri en üst düzeyde olur.
21.00
Sindirim organlarının günlük görevi sona ermiştir. Davetleri sevenler dikkatli olmalıdırlar. Gelen herşey midede sabaha kadar hazmedilmeden kalır ve bu durum tehlikelidir. Kalan yemekler barsak sahasındaki mukozaya hücum ederler. O yüzden bu saatte özellikle kilolu olanlar yemek konusunda dikkatli davranmalıdırlar.
22.00
Bu saatte vücudumuzun polisi akyuvarlar özellikle aktiftirler. Dozu azaltılması gereken ilaçlar için bu çok elverişli bir saattir. Bu ilaçlar
yanlış zamanda alındığı takdirde enfeksiyon tehlikesi fazlalaşır. Sigara içenler de son sigaralarını içmelidirler Çünkü bu saatten sonra vücut nikotin gibi zehirleri daha zor atar.
23.00
Organizma gün boyunca aktif bir şekilde faaliyet gösteren strese hormonunun salgılamasını durdurur. Bu saatte sakinleşiriz, rahatlarız, gevşeriz. Tam dinlenme saatidir. ¤¤¤¤bolizmanın faaliyeti en alt düzeydedir. Tansiyon, kalbin atımı ve vücut ısısı düşer. Gebelerde doğum sancıları çoğunlukla bu saatte olur. Çünkü sancıya neden olan gebelik hormonlarının salgılanması üst düzeydedir.
24.00
Uyuduğumuz sırada deri hücreleri durmadan çalışır, gündüz olduğundan daha sık bölünürler. İlk rüya safhası başlar, yarım saat içinde rüya görmeye başlarız.
01.00
Verimliliğimiz en alt düzeydedir. Bu saatte hâlâ çalışanlar hata yaparlar, dikkat son derece azalır. Çünkü vücut kendini uyumaya programlamıştır, kısa zamanda en derin uykuya dalınır.
02.00
Araba kullananlar bu saatte çok dikkatli olmalıdırlar. Çünkü görme zayıflar, tepkiler yavaşlar. Bu nedenle trafik kazaları bu saatte daha fazla olur. Vücut soğuğa çok hassastır, çabuk üşür. Fakat derimiz acıya karşı fazla hassas değildir.
03.00
Bedensel ve ruhsal olarak karanlık bir safhadır. Melatonin hormonunun salgılanması tembel ve kararsız yapar. İntihar edenlerin sayısı fazlalaşır.
04.00
Stres hormonundan enerji kazanırız. Enfarktus krizleri saat 04.00 ile 06.00 arasında özellikle fazladır. Çünkü kan basıncı oldukça yükselir, damarlar gerilir. Gebe kadınlar için de doğum yapma olasılığının en yüksek olduğu zamandır.
Kalabalık yalnızlıklar içinde yürüyoruz.
Her köşe başı bir belirsizlik her köşe başı bir muamma…kimi zaman gözlerimiz bir vitriinin ışıltılı parıltısına aldanıyor kimi zaman indirimdeki bir ürünün albesine…
yürüyoruz bu kalabalıklar arasında…ite kalka çarpa düşe…
kimi zaman bilmem kaç liralık bir saate takılıyor gözlerimiz, kimi zaman bir telefona, kimi zaman bir elbiseye..
Bakıyoruz bazen uzaktan……içten içe..
Etrafa bakarak adımlıyoruz sokakları…
Bakıyoruz ama görmüyoruz bir serçenin simit için kanat çırpınışını..
Görmüyoruz bir sokak kedisinin kasap önündeki bakışlarını..
Görmüyoruz duvar dibine çökmüş bir adamın yüreğindeki haykırışları.
Görmüyoruz ekmek parası isteyen yaşlı bir teyzeyi.
Görmüyoruz iki beton arasında yeşermiş ve yaşamak için çırpınan bir çiçeği..
Görmüyoruz gözleri yaşlı ayağında ayakkabı olmayan mülteci bir çocuğu…
Görmüyoruz…Duymuyoruz…Bilmiyoruz…
Beni mi Arıyorsun Sevgili..!
Yarım Kalmış Hikayeleri Oku...
Yolun Ortasında Terkedilen Bir Kimsesizi Dinle...
Sensiz Geçen Saatlere Adı Konulmamış Yaşanmışlıklara Sor...
Kaybedilen Umutlarda Enkaz Altlarında Ara...
Beni Bulacak Olursan Sakın Yaklaşmaya Kalkma!
Kırıklarım O Kadar Keskin ki Dokunursan Ellerini Kanatır...
Yaralarımda Bir O Kadar Derin İçine Herşeyinle Seni Hapsettim...
Dokunursan Canın Acır, İçin Sızlar...
Dayanamazsın...
Paramparçayım...
Her Bir Parçam Ayrı Yerde...
Kolay Dağıttın Ama Toplamaya Gücün Yetmez...
Her günüm kederle geçer benim
Mutlu olmaktı oysa bir tek dileğim
Rabbim den el açıp istediğim
Sendin yâr canın sağ olsun..!
O gül yüzünü unuttum sanma
İstemedim sende ben gibi yanma
Giderken bedua ederdim amma
Kıyamadım yâr canın sağ olsun..!
Gidişin oldu hep boynumu büken
Sendin oysa beni ayakta tutan
Ateşi sönmüş de dumanı tüten
Ben oldum yâr canın sağ olsun..!
Kalmadı mecalim artık hastayım
Sen gittin ya ben derin yastayım
Tükendi ömrüm kar boran kıştayım
Ölüyorum yâr canın sağ olsun..!
Masum bir çocuğum şimdi kendi yüreğiyle oynayan… Ömür enkazları altından kalkıp, güneşe el sallayan. Tüm olumsuzluklara rağmen hayatın yırtık yüzünü diken…
Ne çok faniler görüyorum kimi sahte, kimi ise ikiyüzlü. Ve ben bu insanlara rağmen hayata, sadaka niyetine gülüşlerimi veriyorum.
Göktürk Yazıtlarını (Orhun , Âbideleri), Türkçenin yazılı en eski kaynağı sayabiliriz. Modern Türkçemizin tüm ' kuralları, günümüzün bir çok sözcüğü, doğal ve olgun bir söyleyişle, sanki bugünün yapıtlarıymış gibi karşımızdadır. Bin üç yüz yıl ötelerden gelen bu ses, bizim öz sesimizdir.
Bu yazıtlar, bu yönleriyle Türk tarihine ışık tutan önemli belgelerdir. Göktürk Yazıtları, bir hakanın, halkına hesap vermesi, halkın devlete, millete karşı görevlerinin hatırlatılması, düşma*nın entrikalarına nasıl karşılık verileceğinden söz edilmesi ve Türklerin yüksek ahlak ve seciyesinin anlatılması açısından önemlidir.
Bu anıtlar Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metindir. Türk tarihinin taşlar üzerine yazılmış ilk belgesidir.
Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün yazılı belgesidir.
Türk hitabet sanatının erişilmez bir şaheseridir. Hükümdârâne eda ve ihtişamlı bir hitap tarzının yazılı örneğidir. Yalın ve keskin üslubun şaşırtıcı örnekleridir. Türk dilinin kaynağı, Türk yazı dilinin başlangıcının bilinmeyen dönemlere kadar gittiğinin delilidir.
Eski Türkçeyi gerek Göktürk, gerekse Uygur Türklerinin bıraktığı eserlerden takip ettiğimiz için de bu yazıtlar, ayrı bir öneme sahiptir.
Yürüdüğünüz her yolda ne ayağınıza çelme takar ne de sizi geçmeye çalışır
Yolundaki tehlike diken dahi olsa elleriyle ayıklar Geri döndüğünde elini sırtında hissedersin
Yorulduğunda koluna girer Varlığını hissettirmez çoğu zamandüştüğünüzde tutunca anlarsınız hepyanınızda olduğunu
Arkanızdan sizi çekiştirmez kimseye de laf söyletmez Gerçek Dost onun isteğini kendi isteklerine tercih etmektir
Elinde bir lokma dahi olsa yarısını bölüp ona vermektirKardeş gibidir Gerçek Dost Dostu için en güzelini isteyendir
Kusurları Rabb'in rızası için görmemezlikten gelen yanlışı varsa düzeltmeye çalışandır
Gerçek Dost ne kalp kıran ne de kalbi kırılacak olandır...
Sonbahar bir başka güzel
bir başka anlamlıdır düşününce
Yaprak daha bir sıkı sarılır dala
düşmek korkusu ile
Bir başka bağlanır insan insana
Bir başka sarılır,
Gardını alır gibi kaybetme korkusuna
Ayaklar zayıfladıkca eller bırakmaz birbirini
Gözler zayıfladıkca
Daha bir yakından bakarlar mecburi
Daha çok üşürler geceleri
Daha çok sarılırlar, ısıtırlar birbirini
Rüzgar her estiğinde
Yürekleri ellerinde koşarlar birbirine
\"iyi misin? \" der gibi
Sonbaharda aşk bir başka güzel
düşününce...
Ne çileler çektim nice hüzün gam keder
Lakin senin gidişin inan hepsinden beter
Vazgeç ey ela gözlüm vazgeç ayrılık yeter
Seni sensiz yaşamak inan acı veriyor
Sen yanımda olunca her dert sona eriyor..!
Sevmenin tam sırası inan ki hemde yeri
Çalmadan kapımı gel ne olur gir içeri
Hasretle sev sar sakın bir daha dönme geri
Seni sensiz yaşamak umudumu kırıyor
Sen yanımda olunca her dert sona eriyor..!
Sensiz mutlu olamam hasretini yaşarım
Yüreğimde sevdanı baş köşede taşırım
İnsaf eyle ey güzel hayaline koşarım
Seni sensiz yaşamak bilki beni yoruyor
Sen yanımda olunca her dert sona eriyor.
Taksitli hayatların, vadesi henüz belli olmayan yaşamlarını sürdürenlerdendik bizler ve ne yazık ki bir alana bir bedava dostluklar da yoktu, o sade yaşantımızın cafcaflı vitrininde etiketin yarısı fiyatına insanlığa teşhir edilen…
Yılın on iki ayına bölmeye alıştırmıştı bir kere hayat bize her şeyi, öyle ki sevdamızı bile vade farkı koymaksızın bölmemizi söylüyordu bilirkişiler, en az sekiz en çok da on iki aya yayarak çok özel dahi olsa o ilişkimizi mutlaka taksitlendirmemiz gerektiğini…
Eskiler bir anlam veremiyorlardı bir türlü, şu günümüzün taksite endeksli kısacık ömürlerinin birbirlerinin peşin sıra gönüllü olarak, kum saatinden hızla ölümüne doğru aktıkları, dünyalık denilen şu mola yerindeki, yarına çıkmaya dahi hiçbir kredisi olmayanlara verilen bu kredi kartı çılgınlığının sebebine içlerinden...
Ve nedenlerin, niçinlerle organize bir ordu disiplininde beraberce toplandığı düşünceler taburunda, kabul edilebilir bir cevap bekliyordu maliyeden emekli Mehmet Bey, okuyup mühendis olan torununun neden hala bir ekmeği bile kartla alarak, haftalık market alışverişini de yine niye dört taksite böldürdüğünü az önce yeniden…
Peki nereye varacaktı bu işin sonu ve hangisi kalacaktı acaba hayatımızda, henüz taksitlendirilmeyle tanıştırılmadığından asla kredi kartı ekstresinin ikamet ettiğimiz hiçbir adrese gelmeyeceğini kesin olarak bildiğimiz o tek arta kalacak bakir değerlerimizden…
Velhasıl evlilikler bile modaya uyup taksite endeksli oldular sonunda günümüzde ve kredi kartı olan herkese limitine göre kız verilir oldu, bankaların damada olan teminatının resmi şahitliği altındaki Allah’a çok şükür ki henüz değişmeyen bir fincan kahve tadının ağızları sözle mühürlediği o klasik kız isteme merasimlerinde…
Kılık kıyafet, ev eşyası ve zorunlu gıda ihtiyaçlarımız derken yaşantımızın her bir yaşam karesi, kredi kartlarının o vadeli tebessümleri altında bir bir taksitlendirilmeye başlanmıştı artık, üstelik her bir ferdi kendi hesap ekstrelerinin en az ödemeniz gereken tutar hanesinin altındaki ekstreye hapsederek, tıpkı; çaresiz bir farenin sırf bir dilim peynir daha yemek adına kapana kıstırılması gibi ay sonlarında birden…
Ve böyle giderse çok sürmeyecek bu serüven karta çalışacak herkes ve korkuyorum ki öyle bir gün gelecek ki, bir peşin on taksite bölünecek her şey gibi şu soluduğumuz hava da su da hepten…
Bermuda Şeytan Ücgeni Atlas Okyanusu'ndaki bu bölgede, özellikle son 60 yılda birçok gemi ve uçak kaybolmuş ve bunlardan geriye tek bir iz bile kalmamıştı. Kimsenin açıklama getiremediği bu esrarengiz fenomen, içinde bilimadamlarının da bulunduğu pek çok insan tarafindan "doğaüstü bir takım güçlerin yaptırımı" olarak algılandı ve oyle lanse edildi.
Ancak, uzun yıllardır devam eden arastırmalar birkac yıl once bir sonuc verdi ve bu gizemli olayların aslında basit bir "dogalgaz cilvesi" olduğu acıklandı.
Yer altından fıskıran dogal gazlar, sadece yuksek kara parçalarından değil,deniz ve okyanus tabanlarından da çıkarlar. çunku deniz tabanları da ustu suyla kaplanmıs alçak kara parçalarıdır.
Ancak, okyanuslar çok derin altındaki bölgelerden çıkmak isteyen doğal gazlar, oradaki çok düşük ısının da etkisiyle katı hale donüsürler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebesirimsi bir madde haline gelirler. çok derinlere dalabilen robot kameralarının bu bölgedeki karbeyaz okyanus tabanını ve bazı gemi enkazlarını resimlemesinden sonra konuya şu bilimsel açıklama getirilmistir:
Bu bölge, Gulf Stream denilen sıcak su akıntısının da gectigi yerdir. Tabanın bazen ısınması yüzünden, bu "tebeşir gazlar" erir ve sudan hafif oldukları için yüzeye doğru yükselirler. O anda, tabandan yüzeye kadar bir boşluk (vakum-girdap) oluşur ve okyanus adeta delinir. O sırada oradan geçen yüzer ne varsa, derin bir kuyuya düser gibi hızla okyanusun dibini boylar. çünkü, gazın kaldırma kuvveti gemileri taşıyacak güce sahip değildir.
Gaz yükselmesi sona erince boşluk tekrar suyla dolar ve geriye hiçbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gömülmüş olurlar. Uçakların düşerek kaybolması ise gene aynı sebeptendir. Yüzeye çıkan doğal gazlar , havadan da hafif oldukları için yükselmeye devam ederler.
Bu kez vakum , bölgenin üzerindeki atmosferde oluşur. Oradan tesadüfen geçen bir uçak hemen irtifa kaybeder ve motorları durur. çünkü, motorlardaki benzinin yanması için oksijene ihtiyaç vardır ve o boşlukta hava olmadıgı için oksijen de olmaz. Böylece uçak da, hızla okyanus tabanını boylar...
Yoksun gözlerimde bu gece,
Karanlık ezer içimdeki türküleri.
Uzat ellerini,
Üşüyor yüreğim,
Umutlarını ört üzerime.
Islanıyor kirpiklerim.
Yüreginle sil gözlerimdeki yanan denizleri.
Yoksun,
Gülüşlerimde bu gece,
Hasretine gebe gönlüme,
Baharımsı gülüşlerini giydir.
Ne olur dokun gözlerime.
Yoksa, kayacak
aynalarımdaki
Sevdana gülümseyen yıldızlarım.
Gözlerinle yıka
karanlığa boyanmış ellerimi.
Yoksun..
Bozkırlarım yeşermiyor bu bahar.
Köklerini yollunmuş tomurcuklarla
Sarıyorum hasretini.
Gözlerimde solmuş anılarla
Soluyorum icimdeki sevgini.
Bırak dökülsün gözyaşların
Tozla toprağa karışmış yüreğime.
Yoksun acılarımı son kez icime cekerken.
Bir cüz daha iciyorum
Hüznün okyanuslarından.
En tuzlusundan,
En acısından,
Kana kana sensizliği iciyorum.
İsmini sayıklayan dudaklarımla.
Ne olur son kez ört üzerimi
Üşümesin karanlıklarda gözlerim.
Gözyaşlarınla yıkayıp,
Acılarınla kefenleyip,
Yüreğindeki en sıcak yere göm beni.
Seni beklemeden sonsuza akar. Mühlet biter ve başlar yolculuk. Dünya ki bir sihirli kuyu.
En kuytusunda bir damla olsan da bütün yollar ölüme akar. Kaçmak mümkün değil ertelemek imkansız.
Kader denen nazlı peri her an yanıbaşında hissettirmeden. Sözün bittiği yerde başlayan bir iç çekiştir bu.
Duyguların kendinden geçtiği gönül diyarının bitap düştüğü nokta... Ötelerin ötesi. Göklerden gelen davet gideceğin
tek adrestir aslında. Günler döner mevsimler değişir. Sen ise bir mevsimlik kuş misali uçarsın hicret zamanı geldiğinde..
En derin uykular örtüsünü dünyanın üzerine yaydığı zaman bir sükunet yayılır ruhuna... İşte tam zamanıdır artık
gerçeğe uyanmanın. Sıra dağlarla çevrili hayatta kendi dağını aşma gayretin şaha kalkar... Gayret atın tırıstadır.
Yorgun bulutların yağamadığı yağmur ol kurak gönüllere. Billur ırmakların testisi ol suya hasret dudaklara.
Bir mevsimlik menekşe gibi düşme toprağın bağrına.
Bir kutsal emanettir hayat dediğin.
Seni beklemeden sonsuza akar. Ötelerin ötesi bekler seni. Geldiğin noktaya varır yolun. Gidersin kimselere sormadan haber vermeden. Ansızın durur hayat. Biter fasl-ı bahar.
Göklerden gelen bu davet aklın hesaplarının bittiği bir çağ yenilgisidir aslında...
Koşar adım gidersin.
Elinde birikmiş duaların varsa....
Ve...
Merhametin senden fazlaysa.
Herkes, her kişiye söyleyebilir. ..
Marifet;
Kendine söyleyebilmektir! !!
Herkes oturabilir.. .
Oturduğu yerden ilerlemeyi teşvik edip, ilerlemenin erdemlerinden dem vurabilir.
Ama hüner, oturmak değil;
Yürüyebilmektir!
Herkes durabilir yolun ortasında...
Hakkıdır belki kim bilir, belki de yol onundur...
Fakat karşıdan gelen de aynı şeyi söylüyor, hatta gerçekten aynı şeyi düşünüyor olabilir.
Yiğitliğin büyüğü; karşısındakini değil, nefsini yenip yolu açmaktır...
Kabadayılık, inatlaşmak değil;
Kenara çekilebilmektir! ..
Herkes ağlatabilir.. .
İnsanlar yabancı değildir zaten, uzak değildir ağlamaya.
Çoğu insan hazırdır ağlamaya...
Güzellik;
Güldürebilmektir!
Herkes yıkabilir...
Vurursun yıkılır, kırarsın yıkılır, itersin yıkılır, çekersin yıkılır, oyarsın yıkılıverir bir şeyler.
Yere serilmiş olan yıkıntılar arasında; şimdilik ayaktaki kendisini çok büyük hissedenlerin yanılgısı da işte buradadır...
Etrafındakileri küçültmek, büyümek değildir...
Büyüklük; bozulanı onarabilmektir, devrileni kaldırabilmektir, yıkılanı yapabilmektir!
Herkes küsebilir...
Küsmek; akan muslukları kapatmak, yanan ocakları söndürmek, çalan radyoları susturmaktır. ..
Marifet;
Yüzleşebilecek kadar bile olsa konuşabilmektir, anlaşabilmektir. ..
Sökmek kolaydır. Takdir edilecek olan; dikebilmektir. ..
Yakmak kolaydır. Alkışı hak eden; yananı söndürebilmektir!
Ezmek kolaydır. Cesaret; geçenlerin ayağı altında kalanlara el uzatabilmektir. ..
Mert adam, cesur insan nargile başında, aş başında değil; çile başında, iş başında belli olur...
Herkes, her kişiye yazabilir, herkese söyleyebilir. ..
Önemli olan; yazılanı okuyabilmek, kendine de söyleyebilmektir! ..
Ve kendi söylediklerini, anlayabilmektır..!!
Gözlerinin tuzu yakmaya başlar önce yüzünü
yüzün yanar sanırsın oysa yanan yüreğindir
ızdırabını çektiğin nedir yaşadığın mı yaşayıpta hayatından
atamadığınmı
gene yalnızlığa oynuyorsun zarlarını...
bu kumarı kaybetmek için oynuyorsun
içim acıyor sanki binlerçe bıcak yarası var vucudumda
binlerce acı gücümün yetmediği bir acı
ne çığlık atacak nede ağlayacak gücüm var ....
susmak ...
bütün acıların çığlık çığlığa haykırırken susmak ...
ellerin soğukmu ......
sesin duyulmaz olur hayatmı hırsız ..
kadermi hırsız ..
senden çaldığı sadece bir sevgimi
gelmişin mi geçmişin mi geleceğin mi ..
rüyalarındaki sıcaklıkmı senden çalınan
seni bu soğukluktan kurtaracak kibrirtlerin yokmu
yokmu her kibrite sakladığın hayallerin
soğukluğa teslim ediyorsun herşeyini
yaraların uyuşuyor acılar hisedilmiyor
dönüp kendine baksan kan revansın
şuursuz bir acısızlık
hisedebilmek ...
senden çaldığı budur hayatın
hissedebilmek...
keşke sen gibi unutabilsem herşeyi...
Dokunma...Bırak Aksın Gözyaşlarım...Sen Onları Göz Yaşı Olarak Gör..Ama Bil Ki Onlar Gözyaşı Değil...Parçalanan Kalbimden Süzülen Kanlar...Karışma Hayellerime...Kirletme...Bırak Saf Kalsın Yine...Sevdam Gibi...Aşkım Gibi Ve Dönme Artık...Çünkü
Ben O Eski Ben Değilim...Kırarım...İncitirim İstemesem De Bırakmış Olduğun Acıların Hışmıyla...Bakmaya Doyamadığım Gözlerin...Kanar Benimkiler Gibi...Çektiğimi Çekme İstemem...Neden Mi CANN!!! Sen ne Yaparsan Yap...Ben Yine De Sana Kıyamam...
Atasözlerimiz yüzyılların tecrübesiyle bizlere yol gösterir, öğüt verir
Kimi kavramları yine az kelimeyle özlü bir biçimde tanımlar atasözlerimiz
Hayatı; ailemiz, yakınlarımız, dost ve arkadaşlarımızla birlikte yaşarız Onlarla birlikte hayatı paylaşırız
Mutluluğumuzu sevgi üzerine bina ederek hayatımızı anlamlandırmak, onu ebedî mutlulukla ödüllendirmek isteriz
Sıkıntılarımızı, acılarımızı paylaşarak aşmaya, sevinçlerimizi yine paylaşarak çoğaltmaya çalışırız
Hayatımızı anlamlandıran, bize yaşama sevinci ve mutluluğu veren insanların başında dostlarımız gelir
Hayatı birlikte paylaştığımız bu insanlarla dostça yaşarız Gönüllerimiz, dostluğun insana güven veren yanıyla beslenir,
sevgiyle donanır, özveriyle, dost kalmanın mutluluğunu tadar
Atalarımız dostun özelliğini; “Dost bizi iyi yola öğütleyendir” diye özetler Kim ki bizi iyi, güzel ve doğru yola çağırır o dostumuzdur.
O, başarımız ve mutluluğumuz için vardır Hiçbir art niyet taşımadan, bizimle dostluğu paylaşır, bizi uyarır, acı da olsa bize doğruları hatırlatır her zaman: “Dost acı söyler”
Hayat, paylaşıldığı ölçüde bir anlam kazanır, güzelleşir Hayatın yükü paylaşıldıkça azalır
Dostumuzla her şeyimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi, hayata bakışımızı paylaşırız Hayata aynı pencereden bakar, sözlerimizi ve davranışlarımızı hayatın güzelleşmesi adına dostluğun çatısı altında sürdürürüz
Dostumuzla sırlarımızı dahi paylaşırız Çünkü “Dost, dosttan sır saklamaz” Sırları ifşa ederek, emanete ihanet de etmez Kendisine her yönüyle güvendiğimiz, ona sırlarımızı bile emanet edebildiğimiz kişidir dost
“Dost”un dostluğu, dostu için gösterdiği özveriyle bir derinlik kazanır Dost için yapılabilecek özverinin boyutunu şu sözle özetler atalarımız: “Dost için çiğ tavuk bile yenir”
Dost için fedakârlığa katlanmayan insan nasıl dost olur? Nasıl dost kalabilir?
Sıkıntılı, problemli zamanlar, acılar dostun sözleri, davranışları ve sevgisiyle aşılabilir Kara günlerimiz dostun eliyle aydınlığa dönüşür çünkü..
Kara günlerimiz, dostumuzun gerçekten dost olup olmadığını da ortaya çıkarır Çünkü: “Dost, kara günde belli olur”
Dostumuz, arkadaşımız diye nitelendirdiğimiz kimi insanların “kara gün” sınavını kazanamadıklarında nasıl da üzülürüz! Yıllarca dost olduğunu zannettiğimiz kimi dostların, bize yalnızca dost gibi göründüklerini fark ederiz Atalarımız böylesi dostları şöyle tanımlar: “Dost gibi görünür, düşman gibi bulunur”
Atalarımızın dostlukla ilgili birkaç sözünü birlikte analım: “Dostluk bir yeşil yapraktır”, “Dost yüzünden düşman gözünden bellidir”, "Dost kusura kalmaz, düşman ise beğenmez”, "Dost bin ise azdır, düşman bir ise çoktur”, “Dost ağlatır, düşman güldürür”, “Dost ararsan dostunun dostuyla, düşmanın düşmanını bul”, “Dost beni arasın da bir yeşil yaprak ile olsun”