Hintli bir yaşlı usta, çırağının herşeyden sürekli şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki herşeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.
Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Acı" diye yanıt verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.
Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye yanıt verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye soran yaşlı adamı, "Hayır" diye yanıtladı çırağı.
Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
"Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."
Sebze ve Meyvelerin Antioksidan Kapasitesi
Amerika`da Boston Massachusetts`deki Tufts Üniversitesi
Yaşlanmaya Karşı Beslenme Araştırma Merkezi`ndeki araştırmacılar,
sebze ve meyvelerin antioksidan kapasitelerini ölçüp
ORAC (Oxygen Radical Absorbance Capacity-Serbest Radikalleri Emme Yeteneği)
Tablosu adını verdikleri bir tablo hazırladılar.
Bu tabloda, serbest radikalleri emme yeteneğine sahip olan ve
vücudu yaşlanmaya, kansere, diğer hastalıklara karşı koruma kapasitesi
en yüksek olan sebze ve meyveler yer alıyor.
Tufts Üniversitesi araştırmacıları `Her insan günde en az 3000 ORAC birimi
vitamin ve mineral almalıdır. 5000 ORAC birimi ise maksimum koruma sağlar` diyor.
ORAC Tablosu
Yapılan araştırmalara göre sebze ve meyvelerin 100 gramındaki ORAC değerleri şöyle:
Kuru erik 5.770
Kuru üzüm 2.830
Siyah böğürtlen 2.036
Kıvırcık salata 1.770
Çilek 1.540
Erik 949
Brokoli 890
Avokado 782
Portakal 750
Kırmızı biber 710
Kiraz 670
Kivi 602
Soğan 450
Taze üzüm 446
Mısır 400
Patlıcan 390
Muz 221
Elma 218
Taze fasulye 201
Domates 189
Kayısı 164
Şeftali 158
Armut 134
Karpuz 104
Kereviz 61
Salatalık 54
Antioksidanlar vücudu zehirlerden arındırıyor
Aldığmız besin maddeleri, hücrelerimizde oksijenle birlikte yakılarak enerjiye dönüşür.
Ancak bu yanma işlemi sırasında ortaya `oksidan` adı verilen moleküller ortaya çıkar.
Oksidanlar; kanser, damarlarda yapı bozuklukları ve erken yaşlanmaya sebep olur.
Bu oksidanlarla savaşıp onları etkisiz hale getiren ve vücuttan atılmasını sağlayan
kimyasal maddelere 'antioksidan` adı veriliyor.
* * *
Siz de kendinize bir iyilik yapın ve bu yaz ''Antioksidan'' alın.
Ama unutmayın; HERŞEYİN FAZLASI ZARARDIR.
Bilim adamlarının yeni keşfettiği bir nefes testi sayesinde mide kanserleri daha çabuk teşhis edilebilecek.
Test kanserin vücutta sinyal veren kimyasal maddeleri yüzde 90 doğruluk oranında tespit edebiliyor. Test, insanların nefesinde, tümörden sızmış çok küçük kimyasalları algılayabiliyor.
British Journal of Cancer dergisinin son sayısında yayınlanan araştırmaya göre İsrailli ve Çinli bilim adamları 130 hastayı inceleme altına aldı. İngiltere'de 7 bin kişiye her yıl son evrede mide kanseri teşhisi koyuluyor.
KÖPEKLER DE KOKLAYARAK TEŞHİS EDİYOR
İnsan nefesini koklayan bazı eğitimli köpekler de erken evrede akciğer kanserini teşhis edebiliyordu. Türkiye'de de uygulanan yöntemle insanlarda kanser doğal bir yolla keşfedilebiliyor, böylece hastalar gereksiz yere radyasyona da maruz kalmamış oluyor.
Yapılan araştırmalara göre köpeklerin burunları insanlarınkinden 1000 kat daha hassas ve böylece kanseri teşhis edebiliyor...
Sevgisiz Hayat Anlamsızdır. Sevgi kokan çiçekler açsın yüreklerde Kucaklaşmalar büyük,
Heyecanlar büyük, Gün güzel, gün neşeli Hep mutlu günlere yürek yüreğe olun inşallah .
Gününüz güneş kadar parlak, yolunuz okyanuslar kadar açık, kazancınız bol,
mutlulukla dolu bir gün yaşamanız dileğiyle;
İnsanoğlu yaratılışından beri hem iyiye hem de kötüye sahiptir. Bizler; zaman içinde dış çevrenin de etkisiyle bu yönlerimizden iyiyi ya da kötüyü daha fazla geliştirir ve ön plana çıkarırız. Sonra, toplumda öyle bir yer ediniriz ki; bu ön plana çıkardığımız yönlerimizle hafızalarda kalırız. Sevgi, saygı, şefkat,…gibi birçok kavramı da kendi benliğimizle bütünleştiririz.
Öncelikle kavram karmaşası yaşamamalı, kavramları doğru yerleştirmeli ve bu kavramları kendi çocuklarımıza da doğru şekilde yansıtmalıyız. Aslında bu kavramların çoğunu hissederek, yaşayarak öğrenmeye çalışırız. Bazen de kendi çocuklarımızla, yaşayarak kavradığımızı zannettiğimiz kavramları bir başkasında yaşayamayız. Bunun temelinde, az evvel de değindiğim gibi, kavramı yerine tam anlamıyla oturtamamamız yatar. Örneğin, kendi çocuğumuza şefkat gösterirken dışarıda karşılaştığımız herhangi bir çocuğa aynı şefkati gösteremeyebiliriz.
Aslında herşeyin temelinde “Sevgi noksanlığı” yatar. Eğer bizler; çocuğumuza, çocuklarımıza bir parça şefkat gösterebiliyorsak ne mutlu bizlere! Unutmamalıyız ki; sevgiden yoksun kalan çocuklarımızı gelecekteki yaşamlarında büyük sorunlar bekleyecektir.
En büyük tehlike; sevgisizlik ile birlikte mutsuzluklar ve beraberinde karşılaşacakları diğer olumsuzluklar. Çocuklarımıza; ” O benim çocuğum değil; karışamam!” dememeli, tüm çocukları kendi çocuğumuz gibi görüp sevgi dolu şefkatli kollarımızı her zaman açık tutmalıyız.
Çocuklarımızın iyiliklerle bezenmiş bir birey haline gelmesinde de; yarın öbür günün de katil, cani gibi toplumda rolünü almasında da en büyük pay bizlerin elbette.
Sorunsuz bir nesle sahip olmak ve yarınlarımızda güzel günler yaşamak istiyorsak; gelin, bir parça şefkati eksik etmeyelim yavrularımızdan.
Ölüm kadar zordu gözlerin..
Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar..
Son sözlerim oldun bazen..
Bazen yeni bir sigarayı yakış sebebim..
⋙╬─►Şimdi ellerinden uzak olduğum kadar uzağım kendimden,
Hiç bitmemiş siyah beyaz bir puzzle gibi hayat..
Parçaları birleştirmeye korkuyorum..
Bitince sen çıkarsın diye titriyor ellerim..
Ölüm kadar zordu ellerin..
Ne benim oldular, ne aklımdan çıktılar..
⋙╬─►Ayrılık şarkıları oldun bazen..
Bazen kendimden kaçış sebebim..
Şimdi beyazlar dans ediyor saçlarımda..
Seyretmediğim siyah beyaz bir film gibi hayat..
Seyretmeye korkuyorum..
Bitince sen çıkarsın diye dinmiyor gözlerim..
⋙╬─►Ölüm kadar zordu gidişin..
Ne benim oldun ne aklımdan çıktınnnn........
Bazı ilişkiler insanı çıldırtır. Ne huzurla, şöyle mutlu yanında kalabilirsin; ne çıkıp gidebilirsin. İki arada bir derede durursun ama durduğun derenin sularında boğulmak üzeresindir.
.
Elinden geleni, hatta gelmeyeni bile yaparsın ancak hiçbiri karşı tarafa geçmez, ulaşmaz. Çoğu zaman bir duvara konuşsan, onun bile dile geleceğini düşünürsün. İşin ilginç tarafı sevdiğin adam da, öyle boş biri değildir. İlişkiniz hariç her konuda bilgisi, öngörüsü, tecrübesi ve mutlaka bir fikri vardır. İş aşka gelince sınıfta kalır, yani teorisi zehirdir de pratikte sınıfta kalır. Öyle bir adamdan beklenmeyecek hayal kırıklığı yaratır üstünde, şaşırırsın. Sonra içinden geçirirsin, bütün erkekler biraz çocuklardır
Punduna getirdiğin o zaman diliminde, karşına alır, güzel güzel anlatırsın. İlişkinden ne beklediğini, onunla daha fazla hangi şartlarda mutlu olabileceğini, aklında ne varsa hepsini ortaya dökersin. En sonunda da kendisinin senden istediği, mutsuzluk duyduğu bir şey olup olmadığını sorarsın. Cevap genellikle hayır olur. Yine beklemeye başlarsın. Daha yeni konuştun, hepsini anlattın ya, zannedersin ki, düzelecek. Düzelmez! Zamanla içinde biriktirdiklerin, gerçek olmayan sebeplerden, saçma bahanelerden dolayı patlamaya başlar. Karşındaki adam senin neredeyse deli olduğunu zanneder. Tepkilerinin anormal olduğunu bilirsin ancak kendini tutamıyorsundur. Asıl sebepleri daha önce anlattığın için, sürekli yinelemekten yorulmuşsundur. Bütün bu olanlar sevgini törpülemeye başlar.
Bir gün, hiç olmayacak bir anda kendini tutamaz ve bağırmaya başlarsın. İş kavgaya dönüşür. Kalbinde kırgınlıklar volta atıyordur. Son defa oturur, bu sefer biraz sert bir dille daha önce anlattıklarını tekrarlarsın. Vakit verirsin, beklersin, düzelmesi için gözünün içine bakarsın. Ancak yine her şey olduğu gibidir. Bir türlü değişmez. Bunu anladığın andan sonra, bir akşam aşık olduğun adam seni arar, telefonu açmazsın. Bir daha arar, yine açmazsın. Final günü gelmiştir ve sen o telefonu bir daha hiç açmazsın. Çünkü gitmekle kalmak arasında verdiğin mücadele o kadar yormuştur ki kalbini, yokluğunda çekeceğin acıyı, yanındayken çektiğin çileye tercih edersin….
Tutunmak İstediğinde Sıkıca Tutar Elinden...
Hayatın Bütün Virajlarından Canın Acımadan Döndürür Seni...O Çok Sızlayan Yaraların Bile Çabuk İyileşir O Zaman.
Taşlı Sulardan Ayakların Kanamadan Geçip Gidersin...Düştüğün Kuyulara Bile Ya Bilerek Düşersin...Ya Da Kenarından Geçip Gidersin.
Hayat ve İçindeki Her Şey Bir Yolculukta Camdan Seyrettiğin Görüntülere Döner...Resmin Dışından Bakarsın Hayata.
Uzaktakinin Gerçek Yakınlığı Teselli Eder Seni...Seni Asıl Bilenin ve En Çok Sevenin Tesellisidir Bu Aslında
O Seni Bilir...Ne İle Mutlu Olacağını...Neyi Seveceğini Neye İhtiyacın Oldugunu BilirYaralarına Hangi Merhemin İyi Geleceğini De Yine En İyi O Bilir.
Yaraları Açan Da...Kanayan Yaralarına Merhemi Süren De O Dur.
Eğer Duyabilirsen İçindeki O'na Ait SesiSesini Duyurmuş Bir Garibin Yorgun Ama Mutlu Bakışıyla Gözlerini Kaldırıp Gökyüzüne O'na Bakarsın...Bilirsin Sen Her Konuşmak İstediğinde Sadece ve Sadece O HazırdırEn Yakın Ama...En Uzak Da Olabildiğin O Dur Aslında..
Sen Seçersin O'na Uzak Ya Da Yakın Olmayı...Hayatındaki Bütün Mesafelerde O'nun İzi Vardı
O'na Yakın Olduğunda Her Şeye De Yakınsındır Aslında...Sorduğu Her soruda Kendini Göstermek İster Sana.
Hayatın Eli En Tatlı Dokunuşlarıyla Okşarken Seni Sen Şifreyi Çözmeye Çalışırsın.
Bu Sırada Hayatındaki Yakınlar ve Uzaklar Yer Değiştirir...Yakın Bildiklerin Uzak...Uzak Bildiklerin De Yakın Olur.
Çözemediğinde Tekrar Tekrar Sorar Sorularını...Hiç Bıkmadan...Şifreleri Hayatın İçinde Gizler...Çözdükçe Güçlenirsin...Her Bir Soru Arasında Sana Teselli Zamanları BırakırYorulduğunu Ondan İyi Bilen Var mıdır?...Soruyu Çözemediğinde İse Soruyu Sevmeye Çalışırsın...Hatta Bir Adım Öteye Giderek Soruyu Soranı Da Seversin.
Gerçek Uzaklık Nedir Aslında Ya Da Gerçek Yakınlık...Bildiklerin Midir Yakın Olan...Uzaklar Hep Bilmediklerin midir.
Dalından ayrı düşen her yaprağın hüznünü yaşıyorum şimdi ey hayat! ....
Yorgunum, çok yorgun ey hayat, vefasız dünyanın ihaneti beni bitirdi.
Yalnızlığın en derin uçurumuna yaslanmış kalmışım yangın yüreğimle ey hayat.
YokumsaY beni ey hayat, doğmamış gibi.Sayki hiç yaşamadım, tatmadım, acıyı, ihaneti.
Karayip Denizi’ne uzanan sahilleriyle Meksika’nın en canlı kentlerinden olan Cancun, dünyanın en büyük sualtı heykel müzelerinden birine, MUSA‘ya ev sahipliği yapıyor. Denizin hemen açıklarına, 4 ila 8 metre arasında değişen derinliklerine yerleştirilen yaklaşık 450 gerçek boyutlu insan figürü, aynı zamanda müzenin kurucusu olan İngiliz fotoğraf sanatçısı ve heykeltraş Jason deCaires Taylor‘ın elinden çıkma.
Galeride sadece bir bakış açısı olabiliyor, ama sualtında heykellerin üzerinde süzülüp, aralarında dolaşabilirsiniz.
Toplam ağırlığı 200 tonu geçen koleksiyon 420 m2’lik çorak bir deniz yatağına yayılıyor. Özel malzemesi sayesinde doğal hayata uyum sağlayarak, yapay resif görevi de görüyor.
Bir aile kutu içecekleri ile birlikte pikniğe giderler. Aile üyelerinden ikisi Pazartesi günü hastaneye kaldırılır ve yoğun bakım ünitesine alınır. Ve Çarşamba günü aile üyelerinden biri ölür.
Otopsi sonuçlarına göre ölüm sebebi leptospiroz'dır. Sebep olan virüs tenekenin üzerinde yaşamaktadır ve içecek bardak kullanılmadan içilmiştir. Test sonuçları virüsün tenekenin üzerine kurumuş fare idrarından bulaştığını ortaya koymuştur. Bildiğiniz gibi bu kutular depolarda saklanıyor ve hiç bir temizlik yapılmadan perakende olarak satışa sunuluyor.
Yapılan bir çalışma içecek kutularının üzerinin umumi tuvaletlerden daha kirli olduğunu ortaya koymuştur. (daha fazla mikrop ve bakteri yaşıyor)
Bu nedenle kutu içecekleri tüketmeden önce mutlaka yıkayın.
Evlenmek niyetiyle görüşmeye gelmişlerdi. Delikanlı, genç kızı, şöyle bir süzdü ve sessizce düşündü: "Güzel kız fena değil. Ama biraz kendini beğenmiş. Acaba bu hali devam eder mi? Ya ederse? O zaman bununla yaşanmaz. Ben dayanamam ukala bir kadına, kadın dediğin biraz uysal olmalı... Neyse canım, hele bir evlenmeyi kabul etsin. Ben onu değiştirmeyi bilirim."
Genç kız da simasının ortasına sinsi bir tebessüm kondurdu. "Fena çocuk değil. İşi de yerinde. Rahat bir hayat yaşarım. Lâkin biraz 'dediğim dedik' gibi. Acaba buna, sözümü dinletebilir miyim? Aman canım, düşündüğüm şeye bak. Evlenelim de ben onu mum gibi yapmasını bilirim."
Ve "değişim savaşı"nın imzaları alkışlar arasında atılır. Ayaklar birbirini ezmek için yarışır. "Bal/ayının" tatlı meltemi yerini yavaş yavaş kuzey rüzgârlarına bırakır.
Genç adam, sabah işe gitmeden eşini uyandırmaya çalışır: "Ben hazırlanırken sen de kahvaltı hazırlayabilir misin?" Genç kadın uyumaya devam eder. "Hayatım, geç kalıyorum haydi uyan." Genç kadın sağından soluna dönerek, "Sabahın bu saatinde de kalkılmaz ki? İşyerinde bir tostla çay alırsın." der. "Allah! Allah! Ben akşama kadar çalışacağım, sen bir kahvaltı hazırlamaya zorlanıyorsun." "Ama çok uykum var." "Benim de uykum var ama kalkıp işe gitmek zorundayım." Kadın istifini bozmaz, kapıyı çarpıp çıkarken "Can çıkmayınca huy değişmezmiş." diye söylenerek işe gider genç adam.
Başka bir gün. "Hayatım, bugün yemek yapamadım. Dışarıya çıksak diyorum." "Yine mi? Ama çok yorgunum, şöyle evimde dinlenmek istiyorum. Dışarıya hafta sonu gideriz." "Annem haklıymış. 'Bu adamı değiştiremezsin' demişti de inanmamıştım."
Kimse 'ben onu değiştiririm' demesin
Birbirini değiştirme hayaliyle kurulan bir aile tablosu bu. Her iki taraf da "Acaba eşimi nasıl mutlu ederim?" yerine "Nasıl değiştiririm?" sevdasında. Daha doğrusu "güç savaşında". Oysa eşler güçlerini" değişim savaşı"nda tüketmek yerine mutluluğu yakalamak yolunda sarf etmeli. Evlilik, "Ben seni adam ederim" yerine "ben seni mutlu ederim" düşüncesi üzerine kurulmalıdır.
O zaman evin pencerelerinde mutluluk meltemi eser. Saksılarında huzur çiçekleri açar. Odalarında şen kahkahalar çınlar. Eşler, birbirini mutlu etmek için yarışır. Planlar, "onu nasıl değiştiririm" yerine "onu nasıl mutlu ederim" üzerine yapılır. Mürebbiye gibi değil, psikolog gibi davranılır. "Değişim savaşı" vererek ne kendisini tüketir ne de eşini.
Aksi halde kadın "dırdırcı", erkek "baskıcı" mutluluksa "toz-duman" olur. Bu sebeple, evlenecek gençler, ruhen uyum sağlayabilecekleri kişileri seçmelidir. "Ben onu değiştiririm" diye düşünerek başlıyorlarsa, boşuna evlerini dayayıp döşemesinler. Silahlarını yağlasın, kelime mermilerini yığsın, savaş yerlerini belirleyip sığınaklarını hazırlasınlar. Gelin arabasının arkasına da "Evleniyoruz mutluyuz" yerine "Evleniyoruz savaşa gidiyoruz" diye yazmayı unutmasınlar.
bak! bugünüde sensiz gecirdim..
yokluğun yine aci verdi bana..
gör! hasretinde ne acilar cektim..
gozlerin merhem oldu su yarama..
gündüz hayalimde gece düşlerimde sevdim..
simdi yanimda yoksun ya..
senli anilari hep birbirine kenetledim..
nefesini icime cektim kana kana
’sen’ diye haykirdi bu yüreğim..
resmini nakis nakis isledim koynuma..
hayallerim darmadağin’ken tarumardir umutlarim
yoklugun ucsuz bir bicak misali saplandi canima..
yüreğimi yüreğine serdim ben sevdikce..
resmine bakip ağladim her gece yana yakila
askin ugultusunu güvercinin kanatlarina verdim..
yüreğimin sesi kaldi gönlümun en ücra yerinde..
özlemin dili olsaydi haykirirdi ciğlik ciğliğa..
’sen’ ’sen’ diye..
idam fermanini yazdim ben yokluğuna..
yakindir yokluğunu ipe asip hasreti infaz etmeme...